Kategori arşivi: Keşan Turu

Keşan Trakya Bisiklet Turu 13. Gün

14 Eylül 2013 Cumartesi

Karadeniz ucunda bir günlük tatil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Genişliğin Ölçüsünü Alırken

 

Yakalamak boşluğu boşa gideni boş günleri

Aynı suda yıkanmak aynı düşü görmek tekrara dokunmak

Ters tepmek geri saymak hemen aniden kıstırmak

Cesareti esaretten ayırıp çark etmek

 

Yoğun düşünmek çoğul gütmek tek teker üstünde

Kendine durmak kendi dünyanda kendi hesabına

Toptan sevmek tümden ayrılmak bütünün ucunu bulmak

Anlamak / Anlamadan yaşayanlardan öğrenmek

 

İz sürmek yüreğinin göz attığı yerde çadır kurmak taht kurmak

Yıldırımları parlamak şimşekleri çakmak yük atmak

Ağırlığını ölçmek uzunluğun / Genişliğin ölçüsünü almak

Tadına varmak şimdiden her şeyden önce ve geç kalmadan

Agim Rıfat YEŞEREN ( Kısa Kollu Palto Şiir kitabından Prizren KOSOVA )

 

Öne çıkmış olan görsel, etrafı sazlık olan göl manzarası, lagün.

1409201337011

Dün akşam toplanan bulutlar derin uykudayken birden bire lodos fırtınası ile beni uyandırdı. Dışarı çıkıp şöyle bir etrafı gözlemledim; rüzgar deli gibi esiyordu, ağaçlar bir o yana bir bu yana rüzgarın şiddetine kendini bırakmış, sallanıyordu. Hava lodos rüzgarıyla resmen patlamıştı. Nerdeyse ev uçuyordu pencereden. Lodos karadan esince longoz ormanı deniz gibi kara yeşil renkte dalgalanmakta. Henüz yağmur yok. Hava; anlayabilir misiniz bilmem ama benim için çok güzeldi. İğneada’ya kadar Güneşli mavi bir gökyüzü altında, ara sıra bulutlandı ama fazla rüzgar yoktu. Şiddetli rüzgar ağaçların dallarına ve yapraklarına değerken çıkardığı sesler müthişti. Bazen çatırtılar geliyor, sanırım zayıf dallar kırılıyordu bazı ağaçlarda. Her yandan sesler geliyordu. Yalnızca senfoni orkestrası biraz ritmini hızlandırmıştı sadece o kadar.

Deli rüzgar ormanın içinde zayıf, çürük ne varsa silip süpürüyor, tertemiz yaparak ardından yağmuru ile yıkayıp paklıyordu. Ve ben bu havayı seviyorum. Bir süre dolandıktan sonra yağmur başlayınca çadırımın içine girdim. Girer girmez de yağmur öyle yağmaya başladı ki anlatılmaz. Rüzgarla beraber çadırın her tarafına yağmur damlaları vuruyordu. Çadırım eski olduğundan suyun girmesi kaçınılmaz. Çadır dostum genç şair Feyyaz Alaçam’dan bana hatıra. Kim bilir kaç binlerce kilometre yol yapmış en güzel yerlerde kurulmuş, güneşli günler, fırtınalı havalara göğüs germiştir. Ben ona güveniyorum, bu fırtınayı da atlatacaktır. Hal böyle olunca cep telefonu ve eşyalarımı naylon torbanın içine koyarak ne olur ne olmaz diyerek ıslanmasını engelledim ilk önce.  Çadırı ağaçların altına kurmama rağmen yağmurun ve fırtınanın etkisini ağaçlar koruyamadı. Yıldırımlar her yöne düşerek  ışıkları çadırımın içini bile aydınlatıyordu, ardından gök gürültüsü. Ortalık gümbür gümbür, çatur çutur sesleri dinliyorum.

Bir süre sonra çadırın içine sular girmeye başladı, küçük göletler oluşunca havlu ile suları alıp çadırın altından dışarı sıkarak boşaltmaya çalıştım. Fırtına öyle şiddetliydi ki neredeyse çadırı yere yapıştıracaktı. İçinde ben olmasaydım büyük bir ihtimalle çadır uçup gitmişti. Ellerimle rüzgarın estiği yöne doğru çadırı içten tutarak yatmasını önlemeye çabaladım, polleri de kırabilirdi fırtına. Arada sular çoğalınca havlu ile boşaltma işlemine de devam ettim sürekli olarak. Altımda mat ve şişme mat olunca uyku tulumu ıslanmıyordu, bu iyiydi. Fırtına ve yağmurun ne kadar süreceği belli değil. Fırtına ve yağmur gece 02:30 da başlamıştı. Hemen hemen 2.5 – 3 saat kadar sürdü mücadelem, uykum olmasına rağmen fırtınanın dinmesini bekledim. Fırtına durunca yağmur normal yağmaya başladı. Son kez çadırın içindeki suları havlu ile boşaltıp yattım ve sabaha kadar deliksiz uyudum.

Fırtınalı yağmurlu güzel bir gecenin ardından yepyeni bir güne uyandım. Doğa temizliğini yapmış yeni bir güne başlamıştı. Hava açık ve Güneş pırıl pırıldı, sanki Güneş yağmurda yıkanmış gibiydi. Her ne kadar az uyusam da 08:00 gibi kalkarak elimi yüzümü yıkayıp çadıra girerek eşyalarımı piknik masasına taşıyıp seriyorum. Bisikletimdeki çantaları naylonla örtmemiştim, her şey ıslanmış vaziyetteydi. Çadırı, uyku tulumu, matları, ıslanan elbiseleri, çantalarda ıslanan eşyaların hepsini güneşe kurusunlar diye serdim. Akşamdan kahvaltı için ekmek almıştık. Çay demleyerek güzelce kahvaltımızı yaptık  can ile birlikte. Bu gün dinlenme günümüz ne de olsa. Kahvaltının ardından bir de kahve pişirerek kafimize keyif kattık. Elçek ile kahve içerken resmimizi çekiyorum Can ile birlikte.

1409201336981

Bu da sevimli bekçimiz, o mu bizi bekliyor yoksa biz mi onu bekliyoruz? Kim bilir geceki fırtınadan korkmuştur garibim. Biraz ekmek vererek karnını doyuruyoruz. Açık kahve – beyaz renkli köpek yere oturmuş bize bakıyor.

1409201336991

Kamp yaptığımız yerin yanında  erikli gölü var. Derelerin deniz ile bağlantısı olmadığından göle dönüşmüş. Gölde sazlar ve çeşitli bitkiler sarmış durumda. Ördekler başta olmak üzere çeşit çeşit kuşları da görmek mümkün. Bazılarını görmesek te seslerini duyabiliyorum. Gölde avcılar da mevcut ördek avlamaya çalışıyorlar. Ağaç tabelaya oyma olarak Erikli Gölü sola ok işareti yapılmış.

1409201337001

Gölün bir resmini çekiyorum göl kıyısından. Etrafı kısa sazlıklarla sıkı olarak çevrelenmiş göl. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1409201337011

Ayrılık Sevdaya Dahil
Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın

En görkemli saatinde yıldız alacasının

Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader

Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın

Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları

Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan

Onu çok arıyorum onu çok arıyorum

Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları

Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan

Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu

Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş

Tedirgin gülümser

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili

Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar

Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili

Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar

Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu

Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte

Yansımalar tutmuş bütün sahili

Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var

Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil

Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil

Çünkü ayrılanlar hala sevgili

 Atilla İlhan

Burası da derenin denize ulaşmaya çabaladığı kesim. Dere ne kadar çabalasa çabalasın Deli poyraz estiğinde kudurmuş dalgaların getirdiği kum ile her zaman derenin önünü keserek galip geliyor. Longoz oluşumunu anlatan belgelere göre derelerin getirdiği alüvyonlarla önünün kapatıldığını açıklıyor. Bence öyle değil, sahildeki derenin denize kavuşmaya çalıştığı yeri görünce durumu fark ediyorum. Öyle alüvyon göremedim ortalıkta, sadece kumsal var denize kadar. Kumsalın karaya olan derinliği gösteriyor ki 5- 10 metrelik dev dalgalar anca böyle bir kumsal yapabilir. Zaten bir günlük bir poyraz fırtınası yetiyor sahili kumlar içinde bırakmaya. Kapanan dere ağzı bunu aylarca açmaya uğraşıyor, Ama zamanı yetmiyor kendine yatak açmaya. Yine bir fırtına kumlar dere ağzını yine kapatıyor. Karadeniz muhteşem.

1409201337021

Gece o kadar fırtına ve yağmura rağmen dere kendine yol yapıp denize ulaşamamış. Bu aynı Mecnun’un Leylasına ulaşamaması gibi bir aşk meselesi sanki. Dere denize aşık Deniz de dereye, tutkulu bir aşk. “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” . Umutsuz bir aşk, umarsız. Sevdaya dair.

 

Taş Sekmez Dere Ağıtı

 Yüzüm güneşe

Sırtım dünyaya yaslı

Göbek deligimde yosunlardan bir bahar

 Gök

Mavilemesine mavidir de

Balık oynamaz yüregimde, taka yüzmez

Bir taş sektirenim bulunmaz içerde

 Kara (olma) deniz

Yakın ol

 Sana

Dört adım

Uzakta olmak

Kurutacak beni…

Feyyaz Alaçam

 

Derenin denize kavuşmaya çalıştığı yer, önü yükselmiş kumsal, ardı deniz. Karadeniz.

1409201337031

Gördüğünüz sahil muhteşem Karadeniz’in en batısı. Fırtına sonrası dinginleşmiş gök yüzü, bulutlar yükünü boşaltmış, sakin esen lodosa kendini bırakıp süzülüyorlar pamuk tarlası gibi.

1409201337051

Hava lodos olduğu için Karadeniz sakin, sadece dip dalgası belirli zaman aralıklarıyla sahile kendini bırakıyor.

1409201337071

Tüm gün boyu tembellik ediyorum. Sahilde kah dolaşarak kah denize girerek  tembellik hakkımı kullanıyorum. Arada tembel olmak, dinlenmek gerek, makine değiliz, acelemiz de yok. Denizin de girilecek en güzel ayındayız; Eylül ayı. İğneada da yaz 1 ay sürüyormuş anlattıklarına göre. Diğer aylarda çoğunlukla fırtınalı, soğuk ve yağmurlu oluyor. Kış günleri de soğuk ve kar yağışlı. Zaten İğneada’nın sahilinin önü açık, fırtınalar her an patlayıp ortalığı hallaç pamuğu gibi dağıtınca sakin günler de az oluyor. Kendimi Karadeniz ile birlikte elçek resim çekiyorum.

1409201337081

Kamp yaptığımız alanın önüne yol yapılmış limana doğru. Yolda yüksek yapılmış dev dalgalar bozmasın diye, bir nevi set biçiminde olmuş. Kamp alanı da deniz seviyesinin biraz altında.

1409201337091

Uçsuz bucaksız Karadeniz, Av yasağı 1 Eylülde bittiğinden balıkçı tekneleri balık tutmak için denize açılmışlar. Karadeniz de nasiplerini tutup limana dönüyorlar. Ufukta balıkçı teknesi.

1409201337101

Tembellik güzel şey, ara sıra yapmalı. Geceki fırtınadan sonra havanın sakin olması iyice cıvataları gevşettim. Sanki bitlerim kabardı.  Öğle yemeğinden sonra biraz çadırda kestirdim. Özlemişim akşam 5’te şekerlemeyi. Akşama kadar eşyaların hepsi kurudu ve bagaj çantalarına yerleşti. Mavi boyalı piknik masasında oturmuş güneşleniyorum. Arkamda bisikletim KUZ ve mavi çadırım. Hepsi de güneş altında.

1409201337121

Kamp yeri gerçekten çok güzel bir yer. Bir tarafında göl, bir tarafında deniz, ayrıca ağaçlar. Doğanın içinde kamp atmışız gibi geliyor. Sezonda kim bilir kaç para ister bir çadır yer için? Kim bilir? Piknik masasında oturmuş, KUZ solda, arkada turuncu büyük bir çadır kurulu ama kimse yok.

140920133713

Ağaçların Yaprakları ve meyveleri duta benziyor ama dut değil. Sakın aldanıp yemeyin. Değişik bir ağaç.

1409201337151

Gün içinde dinlenerek geçtikten sonra akşam yemeği için kasabaya giderek balık ekmek yiyerek karnımızı doyurduk. Akşam için bir kaç bira aldık. Ardından kamp alanına dönüp yanımıza aldığımız biraları içerek sohbete başladık. Şimdi İzmir’e dönüş yolundan nereden gideceğiz diye haritadan bakarak yolumuzu belirledik. Benim düşüncemde Kıyıköy’e uğramaktı fakat kıyıdan yol olmadığı için bu fikirden vaz geçtik. Bu bize 2 gün fazladan yolda olmamız demek. Dönüş yolumuz kabaca Demirköy – Pınarhisar’ın yanından Ahmetbey köyü. Ahmetbey de kasap köftesi meşhur olduğunu söyledi Can. Daha önce yemiş kasap köfteyi. Sohbet ettiğim kişiler de Ahmetbey de kasap köfte yemeden geçmeyin diye tavsiyelerde bulundular. Oradan Muratlı – Tekirdağ , arabalı vapur ile Erdek. Erdek’ten şöyle cetvelle düz bir çizgi çizerek sırasıyla Edincik – Gönen – Balya – İvrindi – Dereköy – Bergama. Çanakkale yolundan Aliağa. Metro ile Alsancak ve sahilden aheste aheste ev. Artık yolda ne olur bilinmez diyerek konaklayacağımız yerleri belirlemedik. Duruma göre nerde akşam orda sabah olacaktı. Bunu yola bıraktık. Yol en iyisini bilir. Böyle çene çalarak akşamı ediyoruz. Artık yatma vakti geldi, birbirimize iyi geceler diyerek çadıra girip tatlı bir uykuya dalıyorum.

Bu gün dinlenme ve tembellik günü olduğu için yol yapmadığımızdan Kilometre falan yok.

Keşan Trakya Bisiklet Turu 12. Gün

12. Gün 13 Eylül 2013 Cuma

Sarpdere – Demirköy – İğneada

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Hala tuzlu akar kanım

İstridyelerin kestiği yerden

Neydi o deli gibi gidişimiz

Bembeyaz köpüklere, açıklara ! “

bir garip Orhan Veli

 

Öne çıkmış olan görsel, kayın ormanı, kalın gövdeli kayın ağacının bir tarafı kesilmiş. Kesilen tarafa oturmuş durumda, sırtımı kayın ağacına dayalı. Koltukta oturur gibi ormanı dinliyorum. Can’ın bisikleti park halinde.

130920133648

Gece hafif yağmur atıştırsa da öyle ıslanacak kadar yağmadı, sadece bir kaç damla diyelim. Hava açmış durumda. Güzel bir güne uyanıyorum, artık çadıra hayatına iyice alıştım. Evin izole ortamı dışında olduğumuzdan sabahları erkenden uykum açılıyor. Telefonumun alarmını beklemeye başlıyorum çadırın içinde. Alarm çaldıktan sonra çadırdan çıkıp toparlanmaya başlıyorum. Bu bana sıradan olmaya başladı. İlk önce tüm eşyalarımı çarçabuk toplayıp bisiklete yükleyerek hazır hale getiriyorum. Ardından sabah kahvaltısını kahvede bir güzel yapıyoruz Can ile birlikte. Kula köyünde aldığımız bal hakikatten harika imiş, Yaşlı amcadan Tanrı razı gelsin.

Bu güne daha bir sevinçle başlıyorum, çünkü bu gün sonunda hayalimdeki hedefe ulaşacaktım; İğneada! Türkiye’nin kuzey batısındaki en uç noktayı görmenin heyecanı içimi kapladı. Ayrıca gezgin Rahman Karataş bana harita üzerinde yol çizerken Dupnisa mağarasına uğrayın mutlaka diye tembih etmişti. Bulunduğumuz Sarpdere köyü mağaraya en yakın olan köydü. Köyde gecelememizin nedeni de Dupnisa mağarasına en yakın köy olması. Mağaraya 5 km var, kahvaltıdan sonra mağarayı görmeye gidiyoruz. Bakalım nasıl bir yer, bilinmez… Sola işaret eden tabelada; Dupnisa mağarası 5 yazıyor.

130920133652

Yol yokuş aşağı, pedal çevirmeden gidiyoruz. Bunun çıkışı olacak elbette, ama bana vız gelir artık yokuşlar. Çünkü yokuşlarda daha çok düşüncelere dalarak yavaş yavaş çıkarak bir bakmışım zirvedeyim. Bir de etrafımı daha çok izliyorum. Saatte 5 km hız çok yavaş olduğundan, ağaçları, çiçekleri, kuşların değişik melodilerini duymak yokuşu hissettirmiyor sanki. Ama daha çok derin düşüncelere dalıyorum genellikle, ne de olsa düşünen hayvanlarız. Yonun etrafı tarlalar sararmış durumda. Can önde gidiyor.

130920133583

Ormanlar yine canlılığını koruyor, şimdiye kadar duymadığım kuş seslerini buralarda etrafımda temiz oksijeni içime derin derin çekerek dinlemek bir başka haz veriyor. Kayın ağaçlarının uzun gövdeleri ormanı oluşturmuş.

130920133584

Vadinin dibine iniyorum, çay şırıl şırıl akmakta. Kuş seslerine su sesi de karışınca orkestra zenginleşiyor birden bire. İniş bitti yolun yarısına geldik, bundan sonra çıkış var sanırım. Önümüzde köprü var, karşıya geçeceğiz.

130920133585

Çay, güneşin ışımasıyla ağaçların resmini, sakince akan suyun yüzeyine yansıması içimin kıpraşmasına neden oluyor. İçimde bu suya karışmak geçiyor ama bilmediğim bir mağara var o beni bekliyor. Sadece resmini çekerek yolumuza devam ediyorum.

130920133586

Köprü beton künkler yan yana dizilerek, üzerine beton dökülüp araçların üstten, suların künk içinden geçmesi sağlanmış. Bisikletim KUZ ve Can köprünün üzerinde.

130920133587

Güneşin ilk ışıkları ağaçların üst kısımlarına vuruyor. Yol neredeyse ağaçlarla kaplanacak. Solda kesilmiş tomruk duvarı. Can ileride gidiyor ormanın derinliklerine.

130920133589

DUPNİSA mağarası herhalde ünlü bir mağara ki yolda tabelalarla mağaraya kadar götürüyor.

130920133590

Geyik resmi görerek resmini çekiyorum, boynuzlarına ilginç şekiller çizilmiş. Bu ilgimi çekiyor. Tabelada geyik başı, boynuzları.

130920133592

Bölgede turizm geliştirilmesi projesi var, yürüyüş parkurları mevcut, İrfan Özden dengesizini buraya getirmek lazım. Acayip dağcı ve yürüyüşçüdür. Tabelada ayrıca burada yaşayan ve güzel melodilerini yol boyunca dinlediğim kuşların resimleri var.

 

130920133593

Mağaraya yaklaşıyoruz, bir açıklığa geldik. Orman etrafı sarmış durumda.

130920133594

Dupnisa mağarasının tabelasını okunacak bir yakınlıkta resmini çekiyorum. Tabelada yazanlar;

DUPNİSA MAĞARASI

Mağaralar yeraltı sularının karstik özellikteki kireç taşlarının eritmesiyle oluşmuş küçük – büyük yeraltı boşluklarıdır. Jura (160 milyon yıl) yaşlı kireç taşlarının içerisinde açılan bu mağara oluşum yaşı Pliyosen 3(3 – 4 milyon yıl) dır. Dupnisa mağara sistemi 2 mağaradan oluşur. Üstteki mağara Kuru Mağara, alttaki ise Sulu Mağara veya Dupnisa Mağarası olarak bilinir Bu iki mağara birbiriyle bağlantılı olup ikisi arasında 30 m. kot farkı bulunmaktadır. Kuru Mağara 900 m. Sulu Mağara 1700 m olmak üzere toplam uzunluğu 2600 m. olup Kuru Mağara sarkıt, dikit, sütun, damlataş yönüyle Sulu Mağaraya göre daha zengindir. Sulu Mağaranın girişinde karstik olarak oluşmuş bir kemer yer almaktadır. Ortalama sıcaklık kuru mağarada 17 °C. sulu mağara ise 10 °C dir. Sulu Mağaradaki bu oluşumlar halen devam etmektedir.

130920133595

Mağaraya giriş ücretli, bir güvenlik görevlisi var. Giriş biletlerini alıp mağaraya doğru gidiyoruz. Bisikletleri kabinin yanına bırakıyoruz, bekçiye emanet olarak. Bir kişi daha gelince Jeneratörü çalıştırıyor bekçi. Burada elektrik yok, mağaranın içi jeneratörden aydınlanıyor bunu anlıyorum mağaraya girmeden. Bilette yazanlar; T:C: Kırklareli il özel idaresi Seri A No 034893 DUPNİSA MAĞARASI Giriş bileti 3 TL Dupnisa mağarasına hoş geldiniz, Çevremizi temiz tutalım ve koruyalım

Giriş 6 Lira olunca iki tane 3 Liralık bilet kesiyor görevli.

130920133677

Mağara azıcık yukarıda, sabah yürüyüşümüzü taze oksijen üreten ağaçların arasından küçük bir dere yatağından yukarı doğru patikadan tırmanarak ilerliyoruz. Can patikada yürüyor.

130920133597

Can bu kez beni çekiyor patikada yürürken.

130920133598

Ve sonunda mağarayı gösteren tabela karışıma çıkıyor. Tabela geniş gövdesi olan ağaca çakılmış. Bakalım bu ünlü mağarada neler göreceğiz. Dupnisa Bulgarca da delik  demek. Mağaranın 3 girişi var. Biri normal aşağıda, biri tepede, biride suyun içinde.

130920133599

Henüz mağaranın içine gelmeden önce kayalardan meydana gelmiş doğal bir kemer var. İlginç bir yapı oluşturmuş mağara önüne. Sanki büyük bir zafer kazanılmış ta mağaranın girişine zafer takı yapılmış gibi.

130920133600

Nihayet mağaranın girişine varıyoruz. Mağaranın girişi bana pek bir dar geldi nedense. Girelim bakalım nasıl bir sürpriz bekliyor bizleri. Mağara girişi demir parmaklıklarla kapatılmış. Kapıdan içeriye girmeden önce bir poz çekiliyorum. Mağara girişi üçgen.

130920133603

Hadi deyip dalıyoruz mağaranın içine. Cep telefonumun kamerasından çekebildiğim kadar iyi çekmeye çalışıyorum. Kimi yerde flaşlı çekim, kimi yerde aydınlatmaların loş ışıklarında flaşsız resimler çekerek yürüyorum. Mağara gerçekten harika imiş, her tarafı sarkıtlar ve dikitlerle dolu. Nereden bakarsan değişik şekillerle karşılaşıyorum. Binlerce değişik poz çıkıyor karşıma, hangisini çekeceğimi şaşırıyorum. Ama sizlere en güzellerini çekip burada yayınlıyorum. Başka bir ortamda henüz paylaşmadım resimleri. İlk defa sizler bu doğal güzelliklere bakıyorsunuz sevgili okuyucularım, çünkü buna layıksınız. İyi seyirler dilerim. Duvar suların tortusu ile kaplı, tabanda su var.

130920133608

Sulu mağaranın girişi olmalı, çünkü az da olsa su çıkıyor kayaların yarıklarından.

130920133609

Duvarda akmış olan suların meydana getirdiği şekilleri tarif etmek imkansız. Sanki perde kıvrımı gibi.

130920133611

Dar bir geçitten mağaranın diğer yanı aydınlatıldığı için görebiliyorum. Geçit yatay şekilde.

130920133618

Kayaların bazı bölümü sert granit ve burada herhangi bir sarkıt oluşmamış. Dibini kumlu toprak kaplamış

130920133617

Yürüdükçe karşıma sarkıt ve dikitler türlü şekillerde karşıma çıkıyor. Bu doğal oluşumları izlemek harika.

130920133619

Değişik sarkıt, dikitler.

130920133620

Sarkıt ve dikit samanla birleşip sütun olmuş tavandan zemine kadar.

130920133621

Sarkıt ve dikitin birleşip sütün olduğu yerde kendi resmimizi de çekelim diyerek ilk önce Can’ın resmini çekiyorum. Can yere oturmuş durumda.

130920133622

Ardından Can benim pardon Mağara Adamının resmini çekiyor. Nerden gördüyse resim çektiğimizi, hemen gelip Mağara Adamı kadraja giriyor. Bir anda ortaya çıktı. (Üzerimde sadece şort pantolon var. Üzerim çıplak ve saçlarım salınık, tıpkı mağara adamı gibiyim) Sarkıt ve dikitlerin içinde poz veriyorum.

130920133623

Tekrar mağarada resimle çeke çeke gidiyoruz. Her taraftan sular damlıyor ve ilginç sarkıt ve dikitleri binlerce yılda oluşturup bize görsel şölen meydana getiriyor. Aydınlatma da iyi yerlere konumlandırarak direk yada endirek biçimde bu güzellikleri bizim görmemizi sağlamış oluyor. Yoksa içerisi karanlık. Bu karanlıkta yarasalar dibimizden geçerek uçuyorlar. Kanatlarının rüzgarını hissediyorum, o kadar yakın uçuyorlar. Belki de bizleri yakından tanımak istiyorlardır bilinmez. Görmüyorlar ama karanlıkta hızlı uçarak radar sistemi ile mükemmel manevralar yapıyor yarasalar. Eh resimlerini çekemesem de yarasaları etrafımda uçtuklarını hissedebiliyorum, bu çok güzel. Mağarayı birlikte geziyoruz yarasalarla. Sarkıt ve dikitler.

130920133625

Yukarıdan kademe kademe sarkıtlar katlar oluşturmuş aşağıya kadar.

130920133626

Tavanda oluşmuş küçük sarkıtlar, rengi beyaza yakın krem renginde.

130920133627

Bir sarkıt dikit ile birleşmiş. Bir sarkıt ise boyu kısa, onbinlerce yıl damlaması gerek dikite kavuşması için.

130920133628

Sarkıt ve dikit birleşip sütun olmuş, duvarda traverten oluşmuş durumda.

130920133629

Burada ise beyaz travertenler aşağıya kadar oluşmuş.

130920133630

Değişik şekilde sarkıtlar.

130920133631

Duvarlar da kireç taşı oluşarak beyaza bürümüş.

130920133632

Mağara 900 metre uzunluğunda, yukarıya doğru çıkıyor. Sonunda mağaranın tepesine çıkıyoruz ve ağzı açık. Güneş göründü, mağara burada bitiyor. Merdivenlerin kıyısında demir korkuluklar var.

130920133634

Mağara ağzında ağaç çıkıp Güneşin aydınlığına doğru gövdesini uzatmış. Ben de ağacın yanında, merdivenlerde poz veriyorum. Cam beni çekiyor.

130920133635

Epey yürüyüş yaptık, biraz dinlendikten sonra inişe geçiyoruz Can ile birlikte. Can merdivenlerden inerken.

130920133640

Mağaranın girişinde pırıl pırıl akan su o kadar berrak ki insanı sarhoş ediyor adeta. Sizlere bunu gösterebilmek için değişik yerlerden görüntüler çekmeye çalışıyorum. Suyun içine vuran ışık çakıl taşlarından yansıyıp ayrı bir güzellik sunuyor bizlere. Sanki cennet mağarasındayım. Seyretmeye doyamıyorum bu güzellikleri. İnsanlar yaşamdan bunaldıklarında gelip bu mağaranı sunduğu güzelliklere kendini bırakıp sakinleşebilir bence. Doğal sağaltım yeri adeta. Kendimi 900 yaş gençleşmiş hissediyorum. Dupnisa mağarasını gezmemizi isteyen gezgin Rahman Karataş’a teşekkür ederim.

İyi ki önerdi. Bir de bu suda yıkanmak isterdim ama kıyamadım bu güzelliğe. Duvarlar beyaz kireç taşı ile kaplanmış, bir karış derinlikte su çakıl taşları üstünde akıyor.

130920133641

Mağaradan çıkan su kendine kanal oluşturup dışarı akıyor. Su lamba ışıkları altında berrak ve temiz, duvarlar ıslak ve parlak beyaz.

130920133642

Hayal dünyası mağaradan çıkıp doğanın kucağına kendimizi bırakıyorum. Sabah güzel bir ortamda harika bir zaman geçirdik görsel olarak. Resimlerin çekilme saatine göre mağaraya 09:24 te girip 09:52 de çıkmışız. 34 dakika da mağarayı dolaştık. Dışarısı duvar biçiminde yüksek kayalıklı kanyon dibinde akan çayın içinden gideceğiz bisikletlerimize doğru.

130920133644

Dere yatağında çınar ağaçları ve ortak olan kayın ağaçları uzun gövdeleri ile Güneş ışıklarına kavuşmaya çalışıyorlar.

130920133645

Doğal kemere geldik, içinden geçeceğiz.

130920133646

Bisikletlerin olduğu yere gelip park etiğimiz bisikletleri alarak yola çıktık. Geldiğimiz yolu tekrar çıkmaya başladık. Ormanın içinde ilerliyoruz, ilginç ağaçlara denk geliyorum. Yan yana çıkmış iki kayın ağacının birini kesilmiş, oturmalık sandalye olunca burada bir müddet sırtımızı dayayıp dinleniyoruz. Can’ı doğal sandalyede otururken çekiyorum.

130920133647

Bu kez ben oturup poz veriyorum doğal sandalyede. Otururken ormanı dinliyorum gözlerimi kapatarak, hem belim biraz kendine geliyor hem de ruhum ormanın sesiyle dinginleşiyor. Bisiklet üstünde sırtımı dayayacak bir yer olmadığından sırtımı ağaca dayamak pek te güzel oluyor. Yaşıyorum anı…  Can’ın bisikleti de yanda. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

130920133648

Bu güzel ormanda insanların çevreye bıraktıkları plastik şişeleri görünce dayanamayıp önüme geleni toplamaya başladım. Hele resimde gördüğünü gidona taktığım 10 litrelik bir damacana. İnsan nasıl kıyar bu doğaya bilmem ki?

130920133650

Ormanın dibinde açılmış tarlada buğday ekilmiş. Buğdaylar sararmış ama henüz biçilmemiş.

130920133651

Sarpdere köyüne vardık, kaldığımız yerden yola devam ediyoruz. Bu günkü hedefimiz Demirköy – İğneada. Sarpdere köy tabelası ve alın duvarı ve çatısının yarısı dökülmüş briket ev.

130920133654

Köyün ilkokulu, öğrencisi az olunca terkedilmiş okul. Köylerde çocuk kalmamış sanki, okuyacak çocuk bulmak zor. Böyle olunca taşımalı sisteme geçilmiş, Yalnız okulu böyle görünce içim sızlıyor nedense. Çocuk sesi olmadığı zaman boşluğa düşmüş gibi geliyor bana. Şimdiye kadar geçtiğimiz bütün köylerde aynı manzara, okullar kapanmış. Bence burada çocuklar okumalı, bir çok öğretmen açıkta bekliyor. Hem öğretmenlere iş olanağı hem de çalışan öğretmenlerin kalabalık sınıflardan kurtarıp yükü azaltılmış olurdu. Öğretmenler öğrencilerle daha iyi ilgilenir ve öğrencilerin içindeki cevherler ortaya çıkardı. Kalabalık sınıflarda çocukların cevheri ortaya çıkmıyor maalesef. Şanslı olan bir kaçı hariç. Sadece kuş sesleri okulun bahçesinde duyuluyor, ama kuşların sesi bile hüzünlü… çocuk sesi olmadan…. Beş pencereli, bir kapılı tek katlı okul binası. Bahçede Atatürk büstü kaidenin üzerinde.

130920133653

Yol kıyılarında hazineler var, ben de hazineleri toplayıp yoluma devam ediyorum. Hazine dediğim yol kıyısına gelişigüzel atılmış plastik şişeler. Plastik şişeler yolu çirkinleştiriyor.

130920133655

Nedense her yol ayrımında  köy tabelalarını görmek mümkün. Hangi köye gideceğimizi, kaç km kalmış her bir tabelada yazıyor. Kolay kolay kaybolmazsın buralar da. Yolumuz Demirköy yolu, Fatih Sultan Mehmet Ünlü topları Demirköy de döktürmüş. Sola; Gökyaka 2, sağa; Balaban 9, Sola; Yiğitbaşı 13, Demirköy; 19 yazılmış alt alta.

130920133656

Çeşme görünce kısa molalar vermeden geçmiyoruz, ne de olsa suları devamlı olarak tazeliyorum. Biraz da dinlenip enerjimizi depoluyoruz Can ile birlikte. Çeşmeyi yaptıran krom boruyu yandan çıkarmış. Açma kapama musluğu yok. Çeşme devamlı akıyor, su bol nasıl olsa. Musluk olmaması bence çok iyi. Yolda topladığım plastik şişeleri arabanın penceresinden atan, çeşmeye de zarar verme olasılığının yüksek olduğunun belirtisi olarak görüyorum. Çeşmeyi yaptırana dualarımı edip minnetimi su içerek veriyorum. İç duvara, mermerde yazılanlar; Hacı Muşka Suliç Hayratı 2002 Oğlu Şakir Bilir tarafından yaptırılmıştır.

130920133659

Ben sularımı doldururken Can da beni bekliyor. Yol kavşağındayız. Bisikletlerimiz park halinde.

130920133658

Ormandaki ağaçlar giderek sıklaşıyor, yol da sessiz. Araba pek geçmiyor, o yüzden aheste aheste gidiyorum. Ağaçlar neredeyse yolu kaplayacak.

130920133660

Sağ tarafımda Çay akıyor, çayın kıyısında inek sürüsü var. İneklerin kimisi suyun içinde susuzluğunu gideriyor. Kimi otlamaktan yorulmuş dinleniyor geviş getirerek.

130920133662

Ağaçların arasından son anda bir köprü görüyorum. Hemen durup resmini çekiyorum. Eski köprü olsa gerek. Köprü kalın kütüklerden yapılmış, kütükler gürgen. Gürgen ağaçlarının sağlam ve dayanıklı olduğunu bilirim. Isıya ve suya, aynı zamanda iklim şartlarına dayanıklı bir ağaçtır. Kendim bilirim gürgene çivi çakarken demir çividen yongalar çıktığını görünce hayretler içinde kalmıştım. Bir kaç çivi eğrilmeden çakamazsın gürgene. Asfalt yol yapılmadan önce ağaç köprü kullanılıyormuş.

130920133664

Yolun tadına doyamıyorum. Her taraf yeşil, gökyüzü mavi, pamuk bulutlar. Bulutlar derken biraz büyük mü ne? Uzun süredir hiç bir şeyden haberdar değilim. Bu günün, yarının yağıp yağmayacağını bile kestiremiyorum. Zaten önemi de yok benim için, nasıl olsa yoldayız. Yolda olmak bana yetiyor, yağmur yağsa ıslanırım en azından bir duş olur benim için. Sonrada kururum olur biter, dert etmeye değmez.

130920133665

Hazinem giderek çoğalıyor gördüğünüz gibi. Aslında poşete doldurup çöp olan yere taşımak daha iyi olurdu. Böyle şimdilik idare ediyorum. Yalnız böyle plastik şişeleri toplayacağım derken İğneada’ya geç girebilirim. Zaman kaybediyorum yolda, ama ne yapayım dayanamıyorum ormanın kirlenmesine. Ön bagajdaki çantaların üstü pet şişe dolu.

130920133667

Yol kıyısındaki böğürtlenlerin tadına bakmadan geçmiyorum. Böğürtlenler İzmir de ki gibi küçük değil,  buradakiler daha iri. Havaların sert geçmesi ve karlı kış günlerinin olması böğürtlenlerin iri olmasına neden oluyor. Çünkü böğürtlenler ayılar için ve ayılar kış uykusuna yatabilmesi için çok iyi beslenmeleri gerek. Tabi ki diğer canlılar için de geçerli bu durum.

130920133669

Küçük bir çay yatağı, çayda sular şırıl şırıl akıyor. Kenarları ağaçlarla kaplı.

130920133670

Küçük köylerden geçiyoruz Sanki mahallenin bir sokağından geçiyormuşum gibi. Çok az ev görüyorum. Gündüz köylüler işinde gücünde olduğu için kahveler kapalı. Biz de durup çay içemediğimize göre köyü durmadan geçiyoruz. Balaban köy tabelasını çekiyorum.

130920133671

İğneada’ya pek bir yolumuz kalmamış 34 km kadar. Sola; Demirköy 10, İğneada 34, Sağa Pınarhisar 38 olarak tabelalara yazılmış.

130920133672

Meşe ağacının tabelasını görünce resmini çekiyorum. Meşeler değerli ülkemiz için. Anlamadığım bir şey dikkatimi çekiyor, müdürlük neden İstanbul da? Kırklareli’ndeyiz. Sarı tabelada; 293 U.K. Meşe (Quercus Cersis) Tohum Meşceresi Bölge Müd. : İstanbul, İşletme şef. : İstihkamtepe, Genel alanı : 44,0 Ha., Seçim yılı : 1984, İşlt. Müd. : Demirköy, Bölme no : 132, Nüve alanı 3,00 Ha. Rakım : 450 mt

130920133673

Ormancılar ormanın içinden yaşı gelmiş ağaçları keserek hem kereste olarak faydalanıyoruz hem de ormanın içinde genç ağaçların yetişmesine yer açıyorlar. Bilinçli yapılan kesimler orman için iyidir, katliam yapmadan. Tomruklar istiflenmiş bölüm bölüm. Bir çok istif var.

130920133675

Nihayet Demirköy’e geliyoruz, nüfus biraz az. Herkes İstanbul’a kaçmış anlaşılan, burada pek iş yok anlaşılan. Adından anlaşılacağı üzere burada demir çıkıyor ama herhangi bir sanayi görünmüyor. Aslında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u almak için burada büyük, devasa toplar döktürmüş. Yani dökümhane varmış bir zamanlar. Nedense döküm işi ilerlememiş, sanayi İstanbul’da olunca millet gurbete çalışmaya gitmiş. Nüfuz o yüzden az, Kırklareli’nin bir ilçesi. Tabelasını çekiyorum; Demirköy, Nüfus : 4400 Arkada tek minareli, yüksek cami var.

130920133680

Dökümhane 4 km ve Can’ın dediğine göre dökümhanede hiç bir şey yokmuş. Dökümhaneye gitmeden yola devam ediyoruz. Demirköy’de bir şeyler atıştırıp soda ve çay içerek biraz dinleniyoruz. Zaten yolumuz da az kaldı. Tabelada yazılanlara göre; Demirköy Dökümhanesi 4, altta bir tabelada daha aynı yazılmış; Demirköy Dökümhanesi 4, Altında Sivriler 12 yazılmış. Tabelalar sağ tarafı işaretlemiş.

130920133678

Demirköy’den diğer köylere olan uzaklıkları gösteren tabelalar. Hamdibey 4, Yeşilce 18, Boztaş 21, Karacadağ 24, Yiğitbaşı 28 Kilometre mesafede olduğu belirtilmiş. Hepsi de sol tarafa gidiyor.

130920133679

Böğürtlenler gerçekten nefis ve yol kıyısında da başka yiyebileceğimiz meyve ağacı yok. Artık böğürtlenle idare ediyorum, nasıl olsa yol kıyısında bolca var.

130920133681

Çam ağaçları kalem gibi, düzgün ve uzun. Boyları 15 metreyi geçiyor. Kış sert olunca bu tür çam ağaçlarını görmemiz mümkün buralarda. Karadeniz iklimi ege iklimine benzemiyor. Egede, daha çok deniz seviyelerinde kara çam var. Çamlar böyle düzgün kalem gibi bulamazsın İzmir’de. Yol arkadaşım Can önde aheste aheste gidiyor, ben sürekli resim çekecem diye durunca bana ayak uydurmak için sık sık beklerken görüyorum.

130920133682

Buralarda yol kıyısında ki ağaçların kesildiğini görüyorum. Büyük bir ihtimalle yolu genişletme çalışmaları yapılıyor. Duble yol da yapıyor olabilir. Bildiğim kadarıyla İğneada’ya nükleer santral yapacaklar ve bu yol onun için yapıyorlardır. Eğer gerçekten yapılırsa nükleer santral buralara yazık olacak. Tamam enerjiye ihtiyacımızın var olduğunu biliyorum ve güçlü olmak için enerji kaynakları kontrolümüzün altında olması gerek. İnsanları sürekli enerjiye ihtiyaç duymaları böyle nükleer santralların yapılmasına gerek duyuyor devletimiz ama nükleer santral yapmadan başka temiz enerji üretime daha çok ağırlık vermeliyiz. Yakın zaman da Japonya’da ki büyük depremin ardından Japonya gibi dev teknolojiye sahip ülke bile nükleer santralinde oluşan radyasyon kaçağını önleyememiştir. Japonya’da ki radyasyonun etkileri daha çıkmadı ortaya ama Çernobil kazasındaki etkilerini Karadeniz kıyısında ki ülkeler çok etkilendi ve hala da etkilenmekte. Yapmak kolay ama kontrolü zor bir üretim biçimi. Japonya bile kontrol edemedikten sonra !!! bizim nasıl kontrol edeceğimizi varın siz düşünün. Karadeniz devamlı rüzgar alan bir yer. Buralara daha çok rüzgar türbinleri kurulsa daha iyi olur nükleer santral yerine. Ben böyle düşünüyorum. Kesilmiş ağaçların gövdeleri yol kıyısında yatırılmış.

130920133683

Ben resim çektiğim halde bazen Can geride kalıyor. Eh arada onun resmini de çekiyorum, yol arkadaşım Can Küçükler seninle yolda olmak çok güzel iyi ki varsın. Yavaş gittiğimizden kaskını çıkarıp gidona asmış.

130920133685

İnsan yolun hiç bitmesini istiyor ormanın içinde pedal basarken. Çok şanslıyım, buraları gördüğüm için. Hele bisikletle gelmem daha bir heyecan kattı bana. 12 gün dinlenmeden yoldayım ve kendimi gayet dinç hissediyorum. Yol orman içinde kıvrılıyor, nereye gideceğim, neler var önümde bilmeden.

130920133686

Bazen yol uzayıp gidiyor ama bir yere kadar. Orman kapatıyor geleceği.

130920133688

Derenin ismi dikkatimi çekti ; Madara deresi, tabelada öyle yazıyor.

130920133689

Kavak ağaçlarını görünce yerleşim yerine yakın olduğumuzu anlıyorum. Kavak ağacı tek başına ormanın içinde yetişmez. Diğer ağaçlar kavağın yetişmesine dahi izin vermez. Sadece insanlar dikip yetiştiriyor. Tohumlu bitki değil, çubuk ile çoğaltılıyor kavak ağacı. Sanayi ürünü, kağıt, kibrit gibi ürünler elde ediliyor. Haliyle köylüler köye yakın yere dikiyor kavakları. Bir de kavak yelleri vardır bilir misiniz. Kavakların boyu uzun olur 10 – 15 metre civarında. Bu kadar yükseklikte yel biraz fazla olur zemine göre. Bu yüzden ağacın tepesindeki yapraklar hışırdar. Aşağıda yapraklardan ses gelmez. Hal böyle olunca dünyayı umursamaz, uçarı, yükseklerde olmayı seven, derdi tasayı sevmeyen kişilere söylenir;  “Başında kavak yelleri esiyor” diye.

130920133690

Eh İğneada deresine gelince Hedefimize yakın olduğunu hissediyorum. 935 km olmuş dile kolay.

130920133691

İğneada tabelasını kısa süre sonra görüyoruz. Tabelanın önünde hatıra resmi çekerek buraya kadar geldiğimizi belgelemiş oluyoruz böylece. İlk önce Can’ı tabelanın önünde çekiyorum bisikleti ile.

130920133694

Sonra Can beni çekiyor KUZ ile tabelanın önünde.

130920133693

İşte Türkiye’nin kuzey batısı, uç nokta ve Karadeniz ; tüm muhteşemliği ile karşımda. Karadeniz’in  poyrazı ve kuvvetli rüzgarın savurduğu hırçın dalgalara karşı koyamayan sahil karaya doğru büyük bir kumsal oluşturmuş. Böylece denizin karaya olan çizgisinde kumsal yığılınca kara alçakta kalmış. Bununla birlikte derelerin de alüvyonları getirmesi ile denizin dere ile ilişkisi kesilmiş. Deniz seviyesi kıyıdaki göletlerden daha yüksek. Soğuk ve sert iklime dayanıklı bitki örtüsü de zengin olmuş. Kıyı boyunca çoğu yer deniz seviyesi altında olunca buradaki ormanlara Longoz ormanları denilmiş.

Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan bir özel ekosistemdir. Aşağıdaki sitede detayları okuyabilrsiniz.

http://www.longozukoru.org/longoz/detay/LONGOZ/13/6/0

Çadır kurmak için uygun bir yer aramaya başladık Can ile birlikte. İğneadanın en ucuna kadar gittik. Uçta bir liman var, uygun bir yer var mı diye büfeye soruyoruz. Pek iç açıcı bir yer değil burası. Ben de hazır gelmişim buraya kadar şortumu giyip Karadeniz’in az tuzlu sularına bırakıyorum. Daha önce Kastamonu’nun Cide ilçesinde Karadeniz de denize girmiştim. O zaman yanımda mayo, şort  olmayınca kot pantolonla girmiştim.  Biraz yüzdükten sonra giyinip Hava kararmadan çadırlara yer ayarlamamız gerek. Deniz ve kumsal, karşıda yarımada. Karadeniz bu gün sakin görünüyor.

130920133695

İşte Longoz ormanları, ormanın tabanı deniz seviyesi altında. Bulutlar çoğalmaya başladı mı ne, sanki yağacakmış gibi. Hava da zaten lodos esiyor. Gece yada yarın yağmur yağabilir. Longoz sık bir ormana dönüşmüş.

130920133696

Bakına bakına İneada’ya kadar geldik. Çadır kurmak için piknik yerleri vardı. Akşam yemeği için ilk önce kasabaya gidip karnımızı doyurmaya karar verdik. Nasıl olsa bir iki yer gözümüze kestirdik. Geri gidip kamp kurarız. Kasabada yol kıyısında balık ekmek pişiren bir lokanta görünce oturup yarım ekmek balık ısmarladık. Birer tane de bira ile yorgunluğumuzu aldık. Lokantanın ismi Marmara Çağdaş çorba köfte salonu, sahibi de Mehmet Özgüner. Kendi deyimiyle Gezi olaylarından sonra Çapulcu adını takmış. Atatürkçülüğü ile övünüyor.  Balık ekmeğimizi yerken çapulcu Mehmet ile sohbet ediyoruz. Zaten bizden başka müşterisi de yok. Kendisine ait kampingi olduğunu söyleyerek orada çadır kurabilirsiniz diyor. Duş ve tuvaleti de varmış, daha ne olsun, yol her zaman yardım ediyor insana. Kampingin  adı da Çapulcu Kamping, Erikli gölü mesire yerinde. Çapulcu Mehmet bize yeri tarif ediyor. Biz yeri tahmin ediyoruz, bakınırken görmüştük kamping yerini. Karnımızı doyurduktan sonra kamp alanına giderek çadırları kuruyoruz ağaçların altına. Can bir bira daha içerken sohbet ediyoruz. 12 gündür yoldayız bisiklet üstünde. Ertesi günü burada dinlenmeye karar veriyoruz. Nasıl olsa acelemiz yok ikimizin de. Gece ilerleyince çadırlarımıza girip yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 66 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 11. Gün

12 Eylül 2013 Perşembe

Kofçaz – Kula – Sarpdere

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Bir kırlangıç

bir su birikintisi

bir parça gök. “

 

Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.

Böyle diyordu yoldan geçen biri.

İlhan Berk

 

Öne çıkmış olan görsel, İki borudan kare olan yalağın içe sular akıyor. Bir metre duvar ve yanları yosun tutmuş. Üzeri düz arazi, çeşme çukurda.

11-27

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyorum, güneş pırıl pırıl çadırların üzerine vurmaya başladı. Çadırdan çıkıp güne merhaba diyerek Güneşe, ağaçlara ve dallarında güzel melodiler çıkararak öten kuşlara merhaba.. Dağlara taşlara, canlara… Güne ş tepenin üzerinde doğmuş, ışıklarını saçıyor üzerimize.

11-1

Güneşin doğuşunu seyrettikten sonra çadırı toplamaya başlıyorum.  Resimde gördüğünüz gibi bir baraka, henüz yapım aşamasında. Bitince çok güzel olacağına eminim. Fevzi Ali’nin anlattığına göre şimdilik yatacak yer olarak yapmış. Burası mutfak, bölümler çoğalıp ev halini alacak. Salon, yatak odası, misafir odası. 3 oda bir salon yapılacak. Merdiven eve dayalı, pikap Anadol kenarda park edilmiş. Bisikletim KUZ, Can ve Fevzi Ali Konuşuyorlar. Benim çadır yerde, Can henüz toplamamış.

11-2

Hep birlikte çayı demleyip bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Fevzi Ali ile bir anı resmi çekilerek vedalaşıyorum. Teklifsiz bizi bahçesinde çadır kurdurduğun için teşekkürler Fevzi Ali.

11-3

Yolcu yolunda diyerek Fevzi Ali ile vedalaşarak yola çıkıyoruz Can ile birlikte. Yolda olmak güzel, bilinmeyen diyarlara doğru, yeni yerler görmek yeni insanlarla tanışmak. Harika bir geziye devam ediyorum.

Rakım yavaş yavaş yükseliyor, kuzeye Kara denize yaklaştıkça sert balkan ikliminin tabelaları da karşıma çıkıyor. Henüz Eylül ayında olmamızdan dolayı tabeladaki gibi kar yağışı yok. Kış aylarında buralarda olmak vardı, ne kar yağardı.

11-4

Yükseldikçe yükseldik, bir de baktık ki zirveye yakın yere ulaşmışız. Dağın tepesinde radar etrafı dinliyor ve izliyor. Acaba bizi de izliyorlar mı merak ettim doğrusu. Burada yol ikiye ayrılıyor, hiç bir işaret , tabela da yok. Durup nereye gideceğimizi şaşırınca yoldan geçen tırlardan birini zar zor durdurarak Kula köy yolu ne tarafta öğreniyoruz. Tır yüklü olduğu için durması zor oldu.  Bizim de yapacak bir şeyimiz yok çünkü kamyonlardan başka bir araç ta geçmiyor ki. Elçek ile tepedeki anten ile resim çekiyorum.

11-6

Kula köyüne az kaldı, ondan önce Kocayazı köyü var. Köy yolları bisiklet sürmek için harika. Araç çok az geçiyor, bu da bizi gayet memnun ediyor. Kocayazı 2, Kula 14 Kilometre kaldığını yazıyor tabelada.

11-8

Kocayazı köyüne varıyoruz, köy sakin. Köylüler kendi işlerine bakıyorlar çünkü çalışmak zorundalar. Eğer çalışıp üretim yapmazlarsa geçim çok zor olur, insanlar aç kalırdı. Köy meydanında bir araba park etmiş, ortalık sessiz. İlkokul binası tek katlı.

11-9

Köyde ilgimizi çeken herhangi bir şeyle karşılaşmadığımızdan köyü geçip geride bırakarak yolumuza devam ediyoruz. Yola yeni mıcır dökülmüş, tekerlekler kayıp duruyor. Araç geçmediğinden mıcır ezilip ziftle karışmıyor. Buralarda yavaş ve dikkatli gidiyoruz.

11-10

Artık Istranca ormanlarına girmiş bulunmaktayız. Meşe ağaçlarının boyları uzadı, 10 metreyi geçiyor. Sert kış şartlarına dayanıklı meşeler. Yağış bol olunca ağaçların boyları da uzuyor. Etrafta değişik kuş sesleri dinledikçe bisiklet sürmek te o kadar keyifli oluyor. Parkuru çok iyi seçmişiz. Yolun toprak olması da ayrı bir zevk katıyor. Hiç olmazsa toprakla temasımız oluyor. Meşe ağaçlarının uzun ve sık gövdelerini çekiyorum.

11-11

Meşe ormanı içinde giden yolu çekiyorum.

11-12

Bazı yerle çam ormanına dönüşüyor. Çamlar kalem gibi düz gövdeleri var.

11-14

Can kendi temposunda orman içinde önümde gidiyor.

11-16

Bazen ben onu geçiyorum. Sıcaktan terlemiş olduğundan ağaçların gölgesinde serinlemeye çalışıyor.

11-15

Vadini içinde küçük bir çay eşliğinde hafif inişteyiz. Çay da kendi halinde şırıl şırıl akıyor. Hani hava da sıcak, bunaldım. Şöyle bir serinlesem diye düşüyorum.

11-17

Toz toprak ve sıcaktan bunalmışken önümde giden Can birden duruyor, yanına varınca yolun sol tarafında piknik alanını bana göstererek burada biraz mola verelim deyince hemen çayın kenarına giriyoruz.

11-18

İyi ki de girmişiz, harika bir yermiş. Yoldan pek görünmüyor güzelliği. Burayı bilenler girip burada piknik ve benzeri şeyler yapıyorlar. Bir de su bedava diye arabasını yıkayan bir köylü de burada arabasını yıkıyordu resmen. 2 tane borudan buz gibi su akıyor. Çeşme yoldan bir metre aşağıda, duvar içinde iki borudan akan sular nedeni ile duvarı yosun tutmuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

11-27

Çay küçük olması beni ilgilendirmiyor, yeter ki aksın. Hemen şortlarımı ve terliklerimi giyip çayın içinde bir karışlık bir derinlik arıyorum.

11-19

Öyle bir karışlık derinlik bulunca hemen kendimi serin sulara bırakarak duşumu alıyorum. Yolda başka türlü duş almak imkansız. Duş ve serinleme ısınmış olan pistonlara iyi geliyor. Ara sıra pistonları soğutmak gerek. Can beni sırt üstü yatmış durumda çekiyor. Yüzdüğümü hissetmek için suda ellerimi çırpmaya başladım.

11-21

Duşumu çayın serin sularında aldıktan sonra çaydan çıkıyorum. Çayda çıra oynayacak halim yok doğrusu. Zaten bir karış su var.

11-23

Ardından toza bulaşmış eşyalarımı yıkayıp paklıyorum. Bu mola çok iyi oldu, hem serinledim hem çamaşırları yıkadım hem de dinlendim biraz. Buraya Ayva ağzı piknik alanı diye yazmışlar, güze bir isim.

11-26

Ayva ağzı dinlenme yerinde iyice dinlendikten sonra yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Burada biraz fazla zaman geçirdik, yolda olmak gerek. Yolun kıyısında devasa bir meşe ağacı görerek resmini çekmek istedim. Ağaç o kadar kocaman ki kadraja sığmadığından biraz geri gelerek Muazzam meşe ağacını komple çekiyorum. Resim de bile kesmeye kıyamam. Can meşe ağacının gölgesinde beni bekliyor.

11-29

Yolun kıyısında çeşmeler eksik olmuyor. Her çeşmede sularımı tazeliyorum, her ne kadar suyumun tamamı bitmese de her çeşmede suyumu tazeleyerek devamlı taze suyla dolaşıyorum.

11-31

Yol o kadar güzelliklerle dolu ki bunu bisikletim KUZ ile resimde görünmesini istiyorum. Onun da hakkı var değil mi. Beni Trakya’nın Istranca dağlarına kadar taşıdı, sesini soluğunu çıkarmadan. Bisikletim KUZ, toprak yol ve orman.

11-32

Orman görülmeye değecek kadar muhteşem, ağaç çeşidi çok. Çam, gürgen, palamut, kestane, kayın, meşe. Zengin bir ormanla kaplı Istranca dağları. Resim çekmeye çalışıyorum ama yetersiz kalıyor makine. Resimleri 5 Mp cep telefonumla anca bu kadar görüntü alabiliyorum. En iyisi kendi gözlerimizle görmek bu güzelliği. Manzara sürekli değişiyor ve orman beni büyülüyor adeta.

11-33

Minareyle birlikte bir köy görüyorum. Bu köy Kula köyü, Manisa da Kula ilçesi var ama aynı isimle köy olduğunu buraya gelince öğreniyorum. Arabayla, otobüsle bir çok kez Kula kasabasından geçtim ama durup şöyle bir gezmedim. Bakalım benzer isimdeki Kula köyü nasıl? Köyün birkaç evi ve caminin minaresi görülüyor.

11-34

Kula köyüne giriyoruz, tabelada öyle yazıyor.

11-35

Köyün sokaklarında ilerlerken 75 – 80 yaşlarında bir köylü el arabasıyla yürüyerek karşıdan geliyordu. El arabasının içinde arı petekleri, balın sarı rengi güneş ışıklarıyla daha da ışıltılı hale gelmiş, bileğinden sarkan körük ve körükten hafif dumanlar çıkarak sallanıyordu. Besbelli ki yaşlı köylü kovanları sağıp gelmiş. Selam verip selam alıyoruz. Yaşlı köylüden mümkünse bir parça bal alabilir miyiz diye sorunca köylü beni takip edin diyerek peşi sıra köyün kooperatif binasına geliyoruz. Adam binanın kapısını açarak bal peteklerini içeriye taşıyor. Bu arada bal kabımı adama veriyorum. Binanın dışında tahta masada oturup adamı beklemeye başlıyoruz Can ile birlikte. Yaşlı adam kabımı doldurup masanın üzerine bırakarak yanımıza oturuyor. Muhabbet ederken başka bir köylü de yanımıza gelerek muhabbete katılıyor. Nereden geldiniz, nereye gidiyorsunuz gibi klasik soru cevaptan sonra birer gazoz ısmarlıyor köylüler. Soğuk gazoz iyi gidiyor doğrusu. Gazozu  içerken bal kabımdan taşıp masanın üzerinde birkaç damla bal damladı. Nerden gördüler anlamadım sarı arılardan bir kaç tanesi gelip dökülmüş olan bala hücum ediyorlar. Sarı arılar bizi rahatsız etmeden sohbet esnasında masayı tertemiz, bir parça bal bırakmadan bitiriyorlar. Ben hem sohbet ediyorum hem de sarı arıların hareketlerini takip ediyorum. Çok ilginç bir olaydı benim için. Yaşlı köylünün anlattığına göre balın fiyatı 70 ila 80 lira arasında satılıyormuş. Yani pahalı bir bal olduğunu söylüyor bize. Gazozları içtikten sonra bal kabımı naylon poşetle sarıp çantama koyuyorum. Artık kahvaltıda bal yemeye devam edeceğiz. Balımız bir gün önce bitmişti. Yaşlı köylüye balın borcunu sorunca bu da yolcu hakkı diyerek para almıyor. Kula köyü muhtarlık binasını çekiyorum, yan tarafı kahve. Dışarıda masa ve sandalyeler konulmuş.

11-37

Teşekkürler ederek köyden ayrılıp yola devam ediyoruz. Yol tabelaları bize nerede olduğumuzu üç aşağı beş yukarı bildiriyor. Hedefimiz Dereköy, 14 km kalmış şunun şurasında. Geçitağzı 9, Dereköy 14 Kilometre olduğunu belirtiyor tabelada.

11-36

Kula köyünden ayrıldıktan sonra yol bize yine güzelliklerini gözümüze seriyor. Yeşil ve mavinin kucaklaşmasını izleyip, aralara serpiştirilmiş pamuk yığınlarının beyazlığı yeşil denizin maviliğinde derinliğinde kaybolmayı önlüyor adeta…

11-38

Yeşil denizin üzerindeki yol sağa doğru kıvrılıyor. Yol bilinmeze doğru gidiyor. Bakalım nereye çıkacak ama dönemeçten sonrasını göremiyorum henüz.

11-39

Buranın böğürtlenleri iri ve çok lezzetli. Durup durup yiyoruz afiyetle, hep ayılar yiyecek değil ya. Ama birileri topluyor galiba böğürtlenleri, olmuşlar pek az. Bunlar yol kenarında gördüklerimiz, yoksa ormanın iç kısımlarında bolca bulabilirdik. Yalnız ormanın içinde ayılarla karşılaşma olasılığımız artabilir. Ayılar nasıl yolumuzun üzerine çıkıp bizleri rahatsız etmiyorsa, biz de onların yaşadığı alanlara girip rahatsız etmemeliyiz. Sırf ayıları değil ormanın içinde yaşayan diğer canlıları da yaşadıkları yerlerde rahatsız edip yaşam alanlarını bozmamalıyız. Benim kendi düşüncem, biz de canlıyız, yaşama hakkına sahibiz. Ormanın içinde belirli yerlerde patika, orman yolunda elbette doğayı kucaklamalıyız fakat patikadan ormanın içine kesinlikle girmemeliyiz.

11-40

Uzun devasa ağaçlar ne güzel görünüyor. İnsan seyretmeye doyamıyor ama fazla içine girmeden. Bunlar kayın ağacı.

11-41

Artık Istranca ormanlarının muhteşem bitki çeşitliliğiyle etrafı seyrede seyrede her anında ciğerlerime tertemiz ve saf oksijeni çekerek 30 kusur yıldır içtiğim sigaraların dumanını temizlemeye çalışıyorum. Böyle ormanda daha ne yapılabilir ki? Bisikletim KUZ toprak yolda, ormanın içinde dinleniyor.

11-42

Şimdi böyle bir ormanda gidiyorsunuz ve yolun kıyısında muhtemelen arabadan biri suyunu içtikten sonra camdan dışarıya resimde gördüğünüz plastik şişeyi atarsa ne yapardınız!? Ben dayanamıyorum ve ormanı çirkinleştiren plastik şişeyi alarak hazine çantalarıma topluyorum. Bu benim hızımı kesse de üzgünüm. Nasıl olsa varacağım yere varıyorum. Böyle şeyler benim hızımı kesmez. Ön çantamda pet şişe ve gidona takılı beyaz hindi tüyü.

11-43

Can’a cep telefonumu verip beni çekmesini söylüyorum, o da KUZ ile beni çekiyor bisiklet sürerken ormanın içinde.

11-44

Derken Geçitağzı köyüne varıyoruz. Hava sıcak, köyden durmadan geçeriz diye düşünüyorum. Aslında buranın eski adı Burgazcık imiş, sonradan köyün ismini saçma sapan bir şekilde değiştirmişler masa başından. Ben öyle tahmin ediyorum ve bazı köy isim değişikliklerinin nasıl yapıldığını biliyorum. Köyün tabelası hedef tahtasına dönmüş. Kurşun izleri görülüyor tabelada.

11-45

Köyün içinden bir ses duyuyorum Doooooooooooonnnduuuuummaaaaaamm Kaaaayyyymmaakk.

Bu sesi 1970 ‘ li yıllarda duyardım. Dondurmacı o zamanlarda 3 tekerlekli arabasında pikap ile dondurma satardı. Plaktan ” Analar kuzusu Reyhan Reyhan ” türküsünü duyunca geldiğini anlayıp babamdan 25 kuruş para isterdim. Henüz Yugoslavya dan yeni göç etmişiz. Durumlar elverişsiz, bazen babam 25 kuruş bile verecek durumda değildi. Ben de üzülürdüm bazen dondurma yiyemedim diye. Ama çocuktuk ve dünyayı tanımıyordum. Geçim derdi yoktu çocuklar için ve benim için…

Dondurmacı Hakan’dan birer külah dondurma alıyoruz Can ile birlikte. Sıcakta da iyi gidiyor buz gibi dondurma. Istranca dağlarında dondurma bulmuşuz hem de dondurma kaymak. Daha ne olsun. Dondurmaları yerken Hakan ile sohbet ediyorum, arabasıyla köy köy gezerek dondurma satıp para kazanıyor. Geçimi bu ve babadan oğula geçmiş bu meslek. Köylerde pastane olmadığından köylülerin yaz sıcağında serinleme ve tat alma isteklerini karşılıyor böylece. Dondurmacı arabanın bagajına koyduğu dondurma kovasından kaşık ile külaha dondurma koyarken resmini çekiyorum. Kare çizgili gömlek, Güneşten yanmış teni ve gözlükleri ile poz veriyor dondurmacı Hakan.

11-46

Geldiğimiz yolu gösterir tabelada; Geçitağzı 5, Kula 15 kilometre geçtiğimizi belirtiyor.

11-48

Gideceğimiz yolun üzerinde ki köyleri ve kaç km mesafe olduğunu gösteren tabelalar var. Bakalım Can ile nereye kadar gideceğiz, nerede konaklayacağız hiç bir fikrimiz yok. Nerde akşam orda sabah, artık hangi köye denk gelirsek. Benim için sorun değil kalma konusu, sadece bir çeşme yada temiz su akan dere kenarı yeter bana. Köyün içinde gideceğimiz yönde bir çok köy olduğunu gösteren tabelalar alt alta sıralanmış. Hani derler ya 9 köy işte bahsedilen o 9 köyü göreceğiz. Umarım 9 köyden kovmazlar. Kovacaklarını da zannetmiyorum çünkü yalan söyleme huyum yok. Durum neyse ağzımdan çıkan odur. Tabelalarda yazıldığına göre en yakın köy ve en uzak yere kadar sırayla yazılmış; Karadere 9, Şükrüpaşa 19, Armutveren 22, Karanlık 25, İncesırt 27, Sarpdere 29, Gökyaka 30, Balaban 43, Demirköy 52 Kilometre mesafe olduğunu belirtmiş.

11-49

Ormanlar, ormanlar, ormanlar uzayıp giden yeşil bir okyanus. Engin ve dingin, bir o kadar da huzurlu.

11-47

Yol kıyısında kocaman bir meşe görerek resmini çekiyorum KUZ ile. Ağaç bayağı büyük ve tarihi. Tabelasından anlıyorum. Ağaç büyük olunca haliyle kadraja sığdırmam gerek. Yoksa resimde kesmeye bile kıyamam.

11-51

Can’ı ağacın dibinde çekiyorum.

11-50

Can da beni çekiyor ağaç ile, ağaç o kadar yaşlı ki gövdem yanında küçük kalıyor. Gövdemin üç katı kalınlıkta.

11-52

Tabelalarda gördüğümüz köyleri birer birer görerek geçiyoruz. Burada bir şey dikkatimi çekti, hep köylerin ismi dere ile bitiyor nedense. Bir tane dere akıyor ve dere hangi köyden geçerse önüne kara, kuru, sarp, dereköy gibi isimlerle birleştirip tabelaya giriyor. Bu bence edebiyatımızın ilerlememiş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Şöyle özgün güzel bir isim takamamışız güzel köylerimize.

11-53

Evin sahibi kapısının dışına hayır için çeşme yaptırmış. Tanrı razı olsun, ilginç olan suyun ibrikten akması. Burada hem suyumuzu tazeliyorum hem de ibrikten akan buz gibi sudan içerek duamızı ediyoruz. Yaptıran ince düşünceli olsa gerek. İnsanın ilgisini de çekmeyi başarmış. Ben su içerken Can çekiyor.

11-54

Can su içerken, bu kez ben onu çekiyorum.

11-55

Şükrüpaşa köyüne ne kaldı ki, şunun şurasında 9 km. Köylerin arasında mesafeler kısa. Bir köyden diğerine çabuk varıyorsun.

11-56

Yol arkadaşım Can Küçükler ile gölgelerimiz önde biz arkasında yol alıyoruz. Gölgeler de uzamaya başladı. Demek ki akşama az kaldı. Can seninle yolda olmak güzel be kardeşim, harika bir insansın, kocaman yürekli.

11-57

Vadilerin derinliklerinde güneş batmış ama hava aydınlık. Akşam olmak üzere, yolumuza keçi sürüsü denk gelince kenara çekilip geçmelerini bekliyoruz. Sürü bayağı büyük. Sürünün önünde ilk önce atı görüyorum, ardından keçi sürüsü geliyor. Çoban omuzunda av tüfeği ile keçileri otlatarak kah yürüyor kah atına binerek dinleniyor. Bu kadar büyük sürü ile baş etmek anca böyle at ile başarabilir insan. Atın terkisinde çoban azığı, her şeyi var.

11-58

Arada bir kaç keçide çan var, çan sesi hiç durmadan kulağıma geliyor. Keçiler daha çok beyaz renkte, siyah kimisi. Arada tek tük kahverengi renginde olanlar da var.

11-59

Hepsinde yok ama bazı keçilerin boynunda çanlar asılı. Kimi küçük kimi büyük, onun için sürüden değişik tonlarda çan sesini dinlemek mümkün.  Her birinin ritmi ayrı. Sürü sanki senfoni orkestrası ve ormanda konser veriyor. Ben de bu konserin bir kısmını dinliyorum gözlerim kapalı. Harika bir an, kendimi düşüncelere bırakıyorum.

Çocukluğumda Kosova da babamın köyüne yaz tatillerinde geçti. Köyde her evin kendi sürüleri var. Kiminde kara sığır vardı. Her sabah sığırlar kendileri bahçe kapısından çıkarak sığır çobanını takip ederdi. Ben sığırların peşine takılmazdım çünkü köyün bir sığır çobanı vardı ve onu tanımıyordum. Akrabalarımın koyun sürüsü ile birlikte koyunları otlatırdık dere tepe çayır çimen geze geze. Sürüyü istediğim gibi sürmeye çalışırdım fakat sürünü koçu karşıma dikilir bana engel olurdu. Ben de ondan kaçardım köşe bucak. Koç sürüsüne liderlik ederken otun nerede olduğunu bildiğinden sürüyü kendisi otlatırdı. Çobana gerek yoktu sanki. Ben de çocukça oyun peşinde olduğumdan koyunların koşturarak gitmesi için kovalardım. Koç ta bana gıcık olunca yıldızımız barışmadı bir türlü. Koç bayağı iri, damızlık bir koçtu. Boynuzları 3 kıvrımdı, zaten en çok boynuzları beni  ürkütürdü. Keçiler yanlarımızdan geçerken ilk defa bisikletli görmüş olarak çekinerek geçiyorlar hızlı adımlarla. Yol kıyısında kesilmiş ağaç tomrukları istiflenmiş.

11-60

Hava birden kararıyor, bir süre karanlıkta ilerliyoruz. Kavşaklarda yol tabelalarını takip ederek en yakın köyde konaklamak gerek. Tabelada; Sarpdere 6, İncesırt 7, Balaban 19, Demirköy 28 olduğunu belirtmiş. En yakın olan Sarpdere köyüne varmamız gerek gecenin karanlığında.

11-63

Aydınlatmaları yakıp zifiri karanlıkta gidiyoruz. Bir kavşağa geldik. Burada İncesırt köyüne, sola gidileceğini işaretlenmiş. Buraya kadar 3 Kilometre gelmişiz. Sarpdere’ye daha 4 Kilometre gideceğiz. Neyse az kaldı.

11-64

Gecenin karanlığında Sarpdere köyüne vardık, bu gece burada kalacağız. Saat 08:30 oldu bile. Köyün kahvesine girerek odun ateşinde pişen çaylardan afiyetle içerek bir süre dinleniyoruz. Ocakta çay dolduran kahveciyi ve çay ocağını çekiyorum. İki taş üzerinde su konulan yedeklik, üzerinde biri küçük, biri büyük demlik var. Altta odunlar suyu ısıtıyor. Sağda bardakları yıkamak için lavabo var.

11-62

Köyde iki tane kahve var, biraz büyükçe bir köy herhalde. Karanlıkta geldik köyü tam göremiyorum. Diğer kahveye geçip akşam yemeği hazırlıklarına başlıyoruz Can ile beraber. İyice acıktık, hani derler ya kurt gibi aynen öyle. Kahvelerde lpg tüp kullanmıyorlar, ormandan bolca odun olunca odun ateşinde çay demleniyor.

Bu sefer Can kendi ocağını çıkarıyor, henüz ispirto ocağını kullanmadık Can’ın, denemek lazım.  Makarnayı benim tenceremde pişirip içine de ton balığını katınca deme lezzetine. İspirto ocağının gaz kısmının çeperi dar olduğundan çıkan alevler bir çoğalıyor bir azalıyor. Bana pek kullanışlı gelmedi doğrusu. Benim kendi yaptığım ocağın gaz çeperi daha geniş. Bundan dolayı sabit bir şekilde alev çıkıyor. Yemeğimizi yedikten sonra bulaşıkları yıkayıp kap kacağı çantama yerleştirerek yemek sonrası birer kahve pişiriyorum. Kahve de bir başka oluyor canım. Kahvede zaten kahve yoktu o yüzden kendi kahvemi kendim pişirdim. Sadece çaylar içildi kahveden. Tencere ispirto ocağında, ispirto ocağının alevleri mavi renkte. İspirto ocağı kalın bir kütük üzerine koyduk.

11-67

Köylülerle sohbet ederek vakit geçiriyoruz bir süre. Nereye çadır kurabiliriz deyince köyün camisinin avlusunda kurabilirsiniz diyorlar. Köylüleri kıracak değiliz ya çadırları caminin avlusuna kurarak yatmaya hazırlanıyoruz. Tuvalet ve su da var daha ne olsun. Can dereye girip duşunu almadığından tuvalette çeşmenin hortumuyla duşunu alıyor. Ardından çadıra girip derin bir uykuya dinlenmiş bir şekilde dalıyorum.

Her gün değişik yerler görüp harika manzaralar ve ormanın içi beni hiç mi hiç yormadı. Aksine daha çok dinleniyorum sanki. Hayat bu, her anını doyasıya yaşıyorum. Yaşamalı da insan. Yarının daha iyi olacağına inanıyorum, güzellikler bitmiyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 71 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 10. Gün

11 Eylül 2013 Çarşamba

Edirne – Lalapaşa – Kofçaz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Sana.

sıkı

sıkı

sarıldıktan

sonra

 İlk öpücükle yitirdi

 aklım

 düşüncesini …

 her yerin dudak…

2010 – Feyyaz Alaçam

 

Öne çıkmış olan görsel, Önde iki kaya üzerine konulmuş düz kaya sundurmayı oluşturuyor. Arkada mezar odası.
10-22
Sabah 07:00 de uyanıyorum 08:00 de Can küçüklerin kaldığı tesislerde buluşacağım. Edirne’de  okuyan öğrenci arkadaşlarım Emre Ata ve Selim Karagözler beni çok güzel ağırladılar. Kendilerine yüksek teşekkürler. Kısa süren birlikteliğimiz ömür boyu unutulmayacak, iyi ki tanıştım. Onlar da erkenden uyanıyorlar. Kahvaltı yapmadan hazırlanıyorum. 2 gün yol arkadaşım Orhan Şentürk seninle çok güzel yolculuk ettim. Uyumlu, sakin, her zaman beraber yol yapabileceğim bir insanla tanıştım.
Emre Ata da bana bir tane suluk hediye etti. Bisiklet dostluğu başka bir şey canım. Artık bir de suluğum oldu. Teşekkürler Emre Ata, yolda her su içişimde seni anacağım. Bisiklet suluğu çantamın üzerinde, rengi sarı.
200320145287
Sevgili Selim Karagözler, bizim Edirne de kalacağımızı öğrendikten sonra İstanbul’a gitmekten vaz geçip aramıza katıldı, çok güzel bir akşamın ardından evinde misafir etti. Böyle duygularla arkadaşlarımla vedalaşıyorum. İyi ki sizleri tanıdım. Apartmanın dışına el birliği ile bisikletimi çıkarıyoruz. Bana İl Gençlik spor misafirhanesini tarif ediyorlar. Misafirhane kolay yerde ana cadde üzerinde ve yakın. Yol kıyısında dört kare sütunlu, üzerinde kubbesi olan mezar boş arsada öylece duruyor. Arkasında büyük bir otel var.
10-1
Kısa sürede misafirhaneye varıyorum. Ardından Can’ı telefonla arayıp aşağı inmesini söyleyerek beklemeye koyuldum. Can biraz yavaş hazırlandığından azıcık bekliyorum. Aşağı inince ana yola çıkıp Selimiye camisini bulunduğu yere varıyoruz. Uzaktan Selimiye camisinin resmini çekiyorum. Dört minaresi ile muhteşem yapı.
10-2
Mimar Sinan’ın heykeli Selimiye camisinin  kuzey doğusunda, sabah güneşi arkadan geldiği için resim biraz gölgeli çıkmış. Heykel geniş bir kaidenin üzerinde.
10-3
Caminin bir çok kapısı var, biz bahçenin sol yanındaki kapıdan giriş yapıyoruz. Kapı da kapı hani, devasa boyutu var. Bekçi kulübesi de kapının ardında bisikletler emin ellere bırakıyoruz.
10-4
Caminin içine girip muhteşem yapıyı incelemeye koyuluyorum ve bir kaç resim çekmek gerek. Camiler içinde gördüğüm en devasa cami. Mimar Sinan’ın ustalık eseri, burada oturup saatlerce etrafı seyredebilirim. Ama yolumuz uzun. Tam ortada tavandan sarkan geniş avizede yüzlerce ampul yanıyor.
10-5
Kubbenin iç kısmını alttan çekiyorum. Kubbeye Arapça yazılar yazılmış daireler içine. Sekiz daire kenarlarda, ortada mavi çinili hat yazısı yazılmış. Kubbenin çapı 31.25 metredir. Kubbenin altında çepeçevre pencereler içeriyi aydınlatıyor.
10-6
Kısaca etrafı dolaştıktan sonra Ters Laleyi aramaya koyuluyoruz. Can bildiğinden hemen bularak hikayesini de Ters Lalenin olduğu yerde anlatıyor. Mimar Sinan camiyi yaparken ihtiyar birisi evini vermemiş. Vermeyince de cami inşaatı biraz beklemiş. İhtiyar öldükten sonra cami bitirilip ihtiyarın arsası üzerinde müezzinlerin oturduğu bölümün sütunların birine ihtiyarın tersliğinin işareti olarak Ters lale figürü yapmış. Mermer sütunda kabartma ters lale silik olarak görülüyor.
10-7
Caminin diğer taraflarını sessizce dolaşıyoruz, namaz kılanlar var.
10-9
Caninin minberi süslü korkuluklarla merdiven yukarı çıkıyor. İmam hutbeyi burada veriyor Cuma günleri. Merdiven başında kapı, kapı yeşil perde ile kapatılmış.
10-10
Geniş kubbeyi ayakta tutan dört tane devasa sütun var. Sütunlardan birinin resmini çekiyorum Her tarafta aydınlatma lambaları sarkıtılmış. Lambalardan kimisi yanıyor.
10-11
İçeride resim çekme işi bittiğinden dışarı çıkıyoruz. Devasa caminin devasa uzunluktaki minareyi alttan çekiyorum. Minarede üç tane şerefe yapılmış.
10-12
Caminin içine girilen ana kapısı üç kemerli, iki sütunlu yapılmış. Kemerdeki taşlar kırmızı beyaz. Giriş altı basamak ile çıkılıyor.
10-13
Cami avlusunda bazı yerler onarım çalışmaları yapılıyor.
10-14
Caminin avlusunda yerde kestaneleri görünce toplamaya başlıyorum. Can bana kestaneleri yiyemezsin diyor. Çünkü bunlar at kestanesi imiş ve tadı da acı mı acı. Topladığım kestaneleri usulca yere bırakıyorum. Nerden bilebilirdim ki? Zaten normal yenilen kestanedeki gibi ince dikenleri yok. Kaba dikenli ve ele batmıyor.
10-15
Bu da ağacı, bayağı büyük.
10-16
İpsala da gecelediğimiz petrol istasyonunun sahibi Güray İşbaşaran’ın selamını iletmek için caminin imamını bekçiye soruyorum. İmam camide değilmiş, imamı göremeyince bir kağıda not yazarak selamı imama iletip görevimi tamamlıyorum. Bekçi de notu imama vereceğini söyleyince bisikletlerimizi alarak yolumuza koyuluyoruz Can ile birlikte.
Caminin çevresinde hotelleri taştan yaparak güzel mimari örnekler yapmışlar. Taş odada kalmak güzel olurdu da herhalde tuzludur diye düşünmeden kendimi  alamıyorum.
10-17
Bakkalın birinden kahvaltı için ekmek ve biraz kahvaltılık bir şeyler alıp kahvenin birine oturup güzelce kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra İğneada’ya doğru yola çıkıyoruz. İlk kasaba Lalapaşa, Edirne’ye yakın. Bulgaristan sınırına yakın yol yapıyoruz. Tabelada; Lalapaşa 21, Süloğlu 29, Hamzabeyli (Bulgaristan) 39 Kilometre kaldığını söylüyor.
10-18
Lalapaşa’ya kısa sürede vararak ilk molamızı burada veriyoruz. Kasabanın nüfusu tabelada 1.900 olarak yazılmış, bana bayağı az geliyor 1.900 rakamı.
10-19
Lalapaşa da çay molasından sonra yolumuza devam ederek Dolmen ( taş mezar anıtı ) görerek duruyoruz. Trakya’nın bu bölgesinde geniş bir alanda bir çok Dolmen görmek mümkün. Açıklama tabelasını çekiyorum yakından. Tabelada yazanlar;
Dolmen
Dolmen kelimesi Keltçe olup “Tolmen” anlamına gelmektedir. Genel düşünce, Trakya dolmenlerinin son tunç çağı bitimiyle ilk demir çağı başlarına tarihlendiği, ancak bunlardan bazılarının kullanımının M. Ö. 8 – 7 y.y’a kadar sürdüğü şeklindedir.
Yörede “Kapalıkaya” olarak tanınan dolmenler, anıtsal mezar yapılarıdır. Mezar üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey – Güney yönünde, en arkada hücre şeklinde ana oda, bundan biraz daha küçük bir ön oda ile geçit yada giriş kısmı bulunur. Her üç bölüm yapı olarak birbirine benzer. Boyutları 2 – 3 m. kadar olan tonlarca ağırlıktaki iri taş blokların, bağlayıcı harç kullanılmadan üst üste bindirilmesiyle yapılmıştır. Bunlar odanın dört yanına dik olarak yerleştirildikten sonra üzerlerine yine iri taş bir blokun kapak gibi oturtulmasıyla yapılmış hücre şeklinde odalardan oluşmuştur. Plan özellikleri bakımından Trakya dolmenleri tek odalı ve iki odalı olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Her iki grubun da önünde dromos şeklinde bir giriş bölümü bulunmaktadır.
Dolmenler yöresel taşlarda yapılmış olup, üzerleri çoğunlukla bir tümülüsle örtülmektedir. Dolmenleri örten tümülüsler zamanımıza dek kendilerini koruyamamıştır. Dolmenlerin daha büyük boyutta olanları ve iki odalı kompleks şeklinde inşa edilenleri, mezar sahibinin sosyal konumu yansıtmaktadır.
10-20
İlk defa bu tür kaya mezarı görüyorum. Bana ilginç geliyor. İnsanlar gömülmek için çeşit çeşit mezarlar yapmışlar. Böyle büyük taşları getirip mezar yaptırmak herkesin harcı olmasa gerek. Biraz zenginlerin yada ünlü komutan askerler yaptırabilir ancak. İki dolmen yan yana, üzeri kaya ile kapatılmış.
10-21
Büyük taşlardan yapılsa da mezarların ta o zamanda ölülerle gömülen hazinelerin çalındığını biliyorum. Şimdiki mezar soyguncularına pek bir şey bırakmamışlar anlaşılan. İki yanda, üzeri kaya ile örtülmüş giriş bölümü, Arka odaya geçiş kaya ile kapatılmış, içeriye girmek için delik olarak kaya oyulmuş kapı. Arkası yine taş kayalarla yapılmış mezar kısmı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
10-22
Resimleri benim cep telefonumdan çektiğimiz için Can ile teker teker resim çekiyoruz mecburen. Aslında bisikletin gidonuna özel bir aparat yapmak lazımmış cep telefonu için. Pozu ayarlayıp 10 saniyede kendi kendimizi çekebilirdik. Dolmen önünde Can beni çekiyor.
10-24
 Bu kez Ben Can’ı çekiyorum. Can kayanın dibine çömelmiş durumda.
10-25
Yol kenarında Dolmen taşlarını, mezar taşlarını görmeye devam ederek ilerliyoruz.
10-27
Ufukta bir Dolmen görüyorum, uzak olduğu için ve yol olmadığından uzaktan sadece resmini çekmekle yetiniyorum. Bir tanesini yol kenarında zaten yakından incelediğimden diğerlerini ziyaret etmenin anlamı yok.
10-28
Yolda ilerlerken nedense Edirne’den sonra asfaltın kıyısında çekirgelerin sıçradığını görüyorum. Çevrede daha çok buğday tarlaları mevcut. Öyle bir iki tane değil bisikletimin önünden onlarcası birden zıplayıp duruyorlar. Bisikletle gezerken yolun kıyısında değişik yeni şeyler görüyorum. Bisikletle gezmenin nimetlerinden bolca faydalanıyorum ben de. Önüme kayaya oyulmuş mezarlar çıkıyor.
10-23
Bazen etrafta ilginç mezar taşları çıkıyor. Resimdeki sanki dikili taş gibi, gibisi fazla gerçek dikili taş. Dolmenler bitti şimdi Dikilitaş bölgesine girmiş oluyoruz böylece.

Menhirler (Dikili Taş)Megalit (büyük taş), dikili anıtsal mezar taşlarıdır. Kırklareli ve yakın çevresinde çok sayıda görülmektedir. Çoğunlukla yakın dönem mezarlık alanlarında da benzer dikili mezar taşları görülmekte ise de esas kullanım süreci Erken Demir Çağı’dır. Yükseklikleri ortalama 3 m’ye varan dikit örnekleri Kırklareli merkez ilçe, Erikler, Değirmencik, Ahmetçe köyleri ile Lüleburgaz ilçesinde görülmektedir. Ancak, Kırklareli merkezi de dahil olmak üzere, çoğu ilçe ve köylerdeki Müslüman mezarlarında bulunan dikili taşların bir bölümünün orijinal yerlerinden sökülerek getirilen menhirler olduğu düşünülmektedir.

10-29
Hacıdanışment köyüne geldik. Köyden biraz büyükçe. Biraz acıktık, burada mola verip karnımızı doyurmalıyız. Ve öyle de yapıyoruz Can ile birlikte. Can önümde, köye girerken.
10-30
Büyük taşı oyup kuyunun ağzına yerleştirmişler. Kuyu var ama kovası yok, yanımızda da kovayı taşıyacak halimiz yok.
10-31
Yolumuz üzerinde köylere denk geliyoruz, kimisi yoldan biraz içeride. Zamanım biraz olsaydı bütün köylere uğramak, orada biraz zaman geçirmek isterdim. Kahvesinde bir çay, çay içerken köylülerle sohbet etmek daha anlamlı olurdu. Her köyde yaşam var, her birinde ayrı ayrı insanlar. Keşan bisiklet festivali bittikten sonra İzmir’e doğru dönüş yolundayım. Gerçi İzmir ters yönde ama şöyle bir İğneada’yı görüp İzmir’e gideceğiz. Evdekilere dönüş yolundayım diyorum ama biraz uzun olacağını da söylemeyi ihmal etmiyorum.
10-32
Trakya’nın güney tarafı daha çok düz bir arazi olarak hafif eğimli halde. Neredeyse hiç ormanlık arazi göremedik. Ağaçlar daha çok köy ve kasabalarda görülüyor. Nehir kenarları ise sulu olduğundan zaten mevcut. Arazinin düz olması tarım için elverişli hale getiriyor ve işlenmemiş boş alan bulmak neredeyse imkansız. Karadeniz’e yaklaştıkça arazi yapısı değişmeye başlıyor. Meşe ağaçları yavaş yavaş belirmeye başladı. Düz tarım arazileri azalıyor. Yokuşlar beliriyor yolumuzda.
10-33
Havada şahinleri görüyorum. durup resmini çekesiye kadar biraz uzaklaşıyorlar. Ancak bu kadarını yakalayabiliyorum. Seyretmesi bile çok hoş. Güçlü kanatlarını açıp esen yele karşı süzülmeleri insana yetiyor. Bu arada bulutlar artmaya devam ediyor. Umarım yağmura denk gelmeyiz. Yol boyunca dünyadan ilişkimi kopardım sayılır. Ne bir televizyon nede internet. Dünyadan bir haberiz yani. Hava durumunu da bilemiyorum.
10-34
Bulutların altında süzülen şahin.
10-35
Hala taş mezarları görmeye devam ediyorum, tabi ki yol kıyısında denk geldiklerimize. Maalesef kayanın üzerinde boş bira şişeleri vardı, başkaları kırmasın diye alıp kenara bıraktım. Resim çekerken iyi bir görüntü olsun diye etrafı temizliyorum elimden geldiği kadar.
10-36
Önümüze bir gölet çıkıyor. Can aşağıdaki gölete bakıyor.
10-37
Göletin kıyısında piknik alanı yapmışlar. Fakat ortalıkta kimseler görünmüyor. Hafta için olması nedeniyle olabilir. Yalnız harika bir yer, çevre tertemiz, ağaçların gövdeleri kireç sürülmüş. Masalar ağaçların altında. Burada bir süre hem dinleniyoruz, hem de etrafı kolaçan ederek ne var diye merak ediyoruz.
10-38
Piknik alanına meşe ağaçları dikilmiş. Burada kamp yapılabilir, Can etrafı dolaşırken çekiyorum.
10-39
Yol genelde sakin, inişler çıkışlarla yolculuğumuz devam ediyor. Hava sakin, yol sakin daha ne olsun. Bulutlar gökyüzünden eksik olmuyor. Yağmur yağma ihtimali az.
10-40
Yollar genellikle asfalt stabilize, normal sayılır. Bazı yerde bir köyden diğerine yol toprak. Sanki orman yoluna girmişsin gibi. Resimde görüldüğü gibi. Gerçi köyler arası fazla mesafe yok, en fazla 12 km sonra başka bir köye varıyoruz.
10-41
Yol kıyıları ağaçlık, Can toprak olan yolda gidiyor.
10-42
Arada kendimi çekiyorum ormanın içinde elçek yaparak.
10-43
Çam ormanları yol kıyısı boyunca bizi bırakmıyor.
10-44
Kavşakta yol tabelaları bize yönümüzü gösteriyor. Vaysal köyünü 9 km geçmişiz Devletliağaç köyüne 3 km yolumuz kalmış. Köyde çay molası vermek gerek diyerek basıyoruz pedallara.
10-45
Bulutlar yavaş yavaş toplanıyor ama yağacak gibi değil hava. Trakya’nın bozkırlarında pedallarımız dönmeye devam ediyor, keyfimiz yerinde.
10-46
Yol toprak olmasına rağmen sorunsuz ilerliyoruz.
10-47
Devletliağaç köyünde kısa bir mola veriyoruz. Bir zamanlar köyde benzin istasyonu varmış. Pompası hala duruyor. Neyse ki benzinle gitmiyor bisikletlerimiz, yoksa yolda kalmıştık resmen. Bisikletim KUZ eski, dağınık ve içi görünen benzin pompasının yanında duruyor.
10-48
Köyde kel Fatma’yı görüyorum. Kabaramazsın kel Fatma demeden kendisi kabarmış olarak bizi karşılıyor. Tamamen kabarmış, beyaz renkli hindi çimenlerin üstünde bana hava atıyor.
10-49
Harbiden baba hindi yani, sahibinin anlattığına göre hayvanın ağırlığından dişi hindiler telef oluyormuş. Bir de tam göğsünde siyah bir sakalı var ki baba hindi olduğunu kanıtlıyor. Sahibinde bir tane tüyünü istiyorum, o da verince tüyü bisikletimin fenerine takıp gidonuma ayrı bir güzellik katıyorum. Hindiyi önden çekiyorum. Kırmızı ibiği şişmiş kabarmaktan. Kuyruk tüyleri kocaman yelpaze gibi açılmış. Göğsündeki tüyler öne doğru kabararak şişmiş.
10-50
Köyün çıkışında bir eşek görünce bisikletimde olan eşek nalı ile bir poz çekiyorum. Bu eşek nalını İzmir de en yüksek dağı olan Nif dağının zirvesine yakın yerde bulup bisikletime takmıştım. Ön tekerlek ile aşağı inen kadro demiri arasından eşek nalı arasından otlayan eşeği çekiyorum.
10-51
Yoldan geçerken bazı köyleri görüyorum. Sadece resmini çekmekle yetiniyorum, köye girip çıkmak zamanımızı alacağından uzaktan seyredip yolumuza devam ediyorum. Arazı ağaçsız çıplak, sadece köy evlerinde ağaçlar görünüyor.
10-53
Başka bir köy daha da kıraç ve çıplak.
10-54
Giderek yükseldiğimizi hissediyorum. Yol kenarlarındaki kar çubukları burada çok miktarda kar yağışı olduğunu belirtiyor.
10-55
Gök yüzü bulutlu, fakat ufuk çizgisi açık görünüyor. Güneş batmak üzere, ben de güneşin batışını seyretmek üzere bisikleti park ederek Güneşin batışını seyre dalıyorum. Bu günü de yaşamanın keyfini epey yüksek bir noktadan günbatımını seyrederek zamanı değerlendiriyorum. KUZ ve Güneş…
10-56
Gerçekten görülmesi mükemmel bir gün batımını izliyorum. Sadece ufukta bulut yok. Güneşin son ışıkları ışıl ışıl yüreğimi aydınlatarak batıyor.
10-57 (1)
Az ötede, üzerimize yağmasa da yağmur damlaları gökkuşağını bize sunuyor yedi rengi ile. Güneş bize her türlü güzelliğini değişik yerlerde bize sunmaya devam ediyor. Trakya’nın bu güzel yerinde mükemmel anları yaşıyoruz ve mutluluğum kat be kat artıyor. Gökkuşağı sağ tarafta yere doğru daha belirgin.
10-58
Sol taraf ta aynı, yere yakın yeri daha belirgin renkte. Önümde sararmış tarla.
10-59
Güneş ufukta dağların ardına girmeye başladı.
10-60
Ve ufukta kayboluyor ama alttan bulutlara hala ışıltılarını vermeye devam ediyor.
10-61
Ortalık kararmaya başladı ama güneş ışımaya devam ederek gücünü bize hissettiriyor. Ufukta bulutlar alaca karanlıkta siyaha yakın kurşuni renginde.
10-62
Güneşin batışını seyrederken hava karardı. Işıklarımızı yakarak Kofçaz’a doğru karanlıkta ilerliyoruz Can ile. Bir süre karanlıkta ilerleyip Kofçaz kasabasına giriş yaparak karnımızı doyurmak ve çadır kuracak yer bulmak gerek. Kasabanın girişinde kaymakamlık binasını görünce içeri girerek nöbetçi polislerden yardım istiyoruz. Fakat polisler bize yardım edecek kadar bilgili ve yetkili değiller. Elimiz boş olarak çıkarken Can kaymakamlık kapısında sivil bir polis ile sohbet ediyordu. Nerden gelip nereye gidiyorsunuz gibi basit sorulardan sonra yolda kendimizi korumak için neler yaptığımızı soruyor. Biz de yolda ne olabilir ki diyerek cevap veriyoruz. Silah gibi şeylerle kendimizi korumamızı söylüyor. Adam silahsız kendini çıplak olarak hissediyor anlaşılan. Silahsız bir hiç olduğunu anlıyorum polisin. Polis sadece kasabada yemek yiyecek bir yeri tarif ederek bize yardımcı oluyor. Misafir pervmezimişler. Akşam saatleri ilerlediğinden ilk önce karnımızı doyurmak üzere kasabanın merkezine gelerek tek yiyecek yeri olan bir birahaneye kapağı atıyoruz.
Birahane de öyle bildiğimiz birahanelerden değil. İçeride  bildiğimiz lokanta masaları, profil sandalyeler. İçeride iki ayrı masada iki müşteri biralarını yudumluyor. Sadece köfte var ve hemen ısmarlayıp pişesiye kadar birer bira söylüyoruz. Mekan sahibi iki tane bira şişesini masamıza getirip kapaklarını açarak bırakıyor. Bardak yok, birayı şişeden içiyoruz. Köfteleri yerken diğer müşterilerle sohbet ediyoruz. Sohbet biraz diğer iki müşterinin birbirleri ile azıcık tartışmalı bir şekilde ilerledi. İkinci adam birinciye biraz sataşarak saldırıya geçiyor ama birinci adam her ne kadar bira içmişse de daha sakin ve kendini savunarak geçiştirmeye çalışıyor. Kasabada eski arkadaşlar anlaşılan, tartışmayı fazla uzatmadan ikinci adam birasını bitirerek birahaneden çıkarak evine gidiyor.
Köftelerin sonuna doğru yağları donmaya başlıyor. Donuk yağlı yiyoruz artık, ısıtmaya gerek kalmadan. Birinci adam ile sohbete devam ediyoruz. Adam bizimle konuşuyor ama gözleri sonuna kadar açık ve sabit bir noktaya bakarak konuşuyor. Sanki Levent Kırca ile konuşuyorum. Aynı Levent Kırca’nın sarhoş taklidi yaparken yüzüne verdiği şekilde adamın yüzü aynı şekil. Adamın İsmi Fevzi Ali, emekli öğretmen. Aydın birisi, konuşması gayet düzgün ve sohbeti gayet iyi. Biraz alkolle başı dertte o kadar. Kalacak yerimiz olmadığını öğrenince teklifsiz bizi kendi arsasına davet ederek oraya doğru gidiyoruz hep birlikte. Arsa 500 metre ileride ve bayağı dik bir yokuştan bisikletleri iterek varıyoruz. Fevzi Ali arsasına profil ve kontraplak’tan kendine bir baraka yapıyor. Yarısı bitmiş vaziyette malzemeler dağınık, öylece bitmeyi bekler halde. Düzgün bir yere çadırlarımızı kurup hazırlığımızı tamamlayıp Fevzi Ali ile sohbete devam ediyoruz. İstanbul da oturuyor, Kofçaz doğduğu ve öğretmenlik yaptığı yer. 12 Eylül den önce siyasetten başı dertten kurtulmadığı gibi 12 Eylülde bayağı çekmiş. Yarın da 12 Eylül darbesinin yıl dönümü. Biz de 12 Eylül darbesinin getirdiği yıkımı konuşuyoruz. Ama yılmadan eğitime katkısını sürdürmüş ve bir çok öğrenci yetiştirmiş. Emekli olduktan sonra Kofçaz da bir arsa alarak kendine prefabrik bir ev yapmaya başlamış. Şimdilik kendine yatacak kadar yarı kapalı bir yer yapmış bile. Hiç acelesi yok, aynı benim gibi. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince kendisinden izin isteyerek çadırlarımıza girip güzel bir günün ardından yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 82 Kilometre civarı.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 9. Gün

10 Eylül 2014 Salı

Uzunköprü – Edirne

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Tahammül gerek, özlem iyice arsızlaştı.”

Turgut Uyar

 

Kulağımda hep, bir piyanistin ‘ortanca yağmur’ ezgileri…

Dışarısı bakıyor, sıcak içeriye… El ediyor ezgi, ‘dokun bana yağmur’ diyor, bak ayaklarım bembeyaz…

Feyyaz Alaçam

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ tren raylarında park etmiş, raylar düz ve uzun.

9-33

 

İyi bir uykunun ardından sabahın ilk ışıklarında uyanıyorum. Yağmurun küçük damlaları çadırımın üstüne hafiften tıkırdayarak yağıyor. İnsanı ıslatacak kadar değil yağmurun yağışı. Çadırımın içinden çıkıp etrafıma bakıyorum. Yağmur atıştırıyor ama ardı görünmüyor, hava yükseliyor. Tuvalette elimi yüzümü yıkadıktan sonra çadırıma gelip eşyalarım ve çadırımı toplayıp bisikletime yüklüyorum. Orhan da kalkıp toparlanıyor. Benzinliğin sahibi Güray İşbaşaran Edirne’ye gideceğimizi söyleyince Selimiye camisinin imamı arkadaşı olduğunu söylüyor. Selamımı iletirsiniz diye bana tembih ediyor. Ardından benzinlik çalışanlarına veda edip Uzun köprüye doğru pedallıyoruz. Birkaç resim çekmemiz gerek tarihi taş köprüde. Geriye gelip Uzunköprü’ye geldik. Nehre doğru olan yere gireceğiz.  Uzunköprü’nün kemerlerini çekiyorum. Tamamı kadraja girmiyor.

9-1

Dünyanın en uzun taş köprüsündeyiz ; Uzunköprü. Fotoğraf makinasının kadrajına sığamayacak kadar uzun. O derecede yani. Tabelasını çekiyorum tarihi köprünün.

Uzun Köprü, Edirne’de,  Ergene nehri üzerinde,  Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek köprü ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi köprüdür. Eski adı Ergene Köprüsü idi. Köprü, Edirne’nin Uzunköprü ilçesine ismini vermiştir.

Uzunköprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat tarafından, dönemin başmimarı Müslihiddin’e yaptırıldı. Köprünün yapımında başmimar Usta Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte çalıştı.

1.392 metre uzunluğunda, 6,80 metre genişliğindeki köprünün 174 kemeri vardır. Kemerlerinin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır. Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir. Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır. Taş ayaklar arasında fil, aslan, kuş figürleri dikkat çeker.

Köprü, Osmanlı’nın Balkanlar’a yapacağı fetihlerde doğal bir engel olarak karşılarına çıkan Ergene Nehri’ni aşmak için kurulmuştu. Daha önce yapılan tahta köprülerin nehrin suları ile yıkılması üzerine yapılan taş köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı. Uzun Köprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ile imaret yapılmış ve Ergene Şehri adıyla bir ilçe inşa edilmiştir.

Köprü, en son 1963’te onarıldı. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiştir. Tarihi köprü üzerinden Edirne-İzmir Devlet karayolu geçmekteydi. Bu yol 2015 yılında yapılan yeni köprüye aktarılarak köprü üzerinden ağır vasıtaların geçişi yasaklanmıştır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzun_K%C3%B6pr%C3%BC

9-5

Ergene nehri iki geniş kemerin içinden akıyor. Nehir çok kirli ve fena kokusu var. Rengi simsiyah.

9-3

Köprü altında barınan köpekte kadraja girdi tüm yılışığıyla. Böyle yerde yaşayan sokak köpekleri her zaman sevilmeye muhtaç. Köpeğe yiyecek bir şeyler vermemize rağmen o kendini sevdirmeye uğraşıyor. Tabi ki biz de ona gereken sevgiyi gösteriyoruz. Bisikletimin tripoduna Orhan’ın kamerasını takıp otomatik resmimizi çekiyoruz. Ergene nehri ve Uzunköprü’nün ortasındaki kemerler.

9-4-1

Kokudan fazla duramadık, hemen terk etmek gerek diye yola doğru çıkmaya başladık. Taş köprünün yola doğru olan kısmı. Kemerler giderek simetri olarak küçülüyor.

9-4

Resimleri çektikten sonra fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ova boyunca Ergene nehrinin bereketli toprakları çeltik tarlalarıyla coşmuş, hasat gününü beklemeye koyulmuşlar. Elbette çeltik tarlaları olur da sivri sinek olmaz mı ? Bilhassa gece ortaya çıkan bu kan emiciler bizi denediler. Ama kendimizi onlardan korumasını bildik. Bir kaç ısırık dışında fazla etkilenmedim. Aşağıda ki resimde Ergene nehri üzerine yapılmış yeni köprü. Araçlar oradan geçiyor. Uzaktan bayağı uzun görünüyor. İleride en uzun beton köprü olarak tarihe geçmeye adaydır.

9-6

Ben pirinci iki çeşit bilirdim; pilavlık ve dolmalık diye. Meğerse çeşit çeşit pirinç cinsi varmış. Nerden bileyim, bir aralar Menemen ovasında çeltik tarlaları vardı ama epeydir ekim yapılmıyor. Her tarlada değişik cins pirinç var, aşağıda Hamzadere pirinç tarlası görünüyor.

9-7

Burası da Nembo pirinç tarlası.

9-8

Ronaldo çeşidi de varmış, İlginç..! Adam hem gol atıyor hem de çeltik tarlası var.

9-9

Pirinç isimlerinden anlaşılacağı üzere bu isimleri sömürgeci diller vermiş. Artık sömürgeciler kim siz tahmin edin? Bu tarlada Galileo pirinci ekilmiş.

9-10

Yeşil çeltik tarlaları arasında ilerlerken Orhan’ın lastiği  patladı. Hemen lastiği onarmaya başladık. Jantın geti olmadığını fark ediyorum. Yanımda elektrik bandı var hemen jantın iç kısmını bantla get yaparak lastiğin tekrar patlamasını önlüyorum. Orhan yere çömelmiş, iç lastik ve dış lastik sökülü. İç lastikteki deliği bulmaya çalışıyor. Bisikletim KUZ arkada duruyor.

9-11

Lastiği tamir ediyoruz birlikte. Orhan çantadan küçük kahverengi bir kutuyu çıkarınca ne olduğunu anlıyorum içindekinin. Orhan da bana Çin’den aldığını ama hiç kullanmadığını söylüyor. Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;

– Orhan kaça aldın ocak kafasını?

– 7 Dolara aldım Urim Baba

– Türk parası ile ne eder? 3, 5 12.

Cebimden cüzdanı çıkarıp içinden 15 Lirayı Orhan’a uzatıyorum.

– Al sana 15 Lira, kendine yeniden ısmarlarsın Çin’den

– Olmaz sana hediye edeyim

-Artık hediye edemezsin, ben böyle bir ocak kafası almayı düşünüyordum, sende kullanmamışsın. Ben de el koyuyorum ve parasını veriyorum. Eğer haberim olmadan verseydin hediye olarak kabul ederdim.

Böylece tam da istediğim ocak kafasını almış oldum tesadüfen. Çantamın içine özenle yerleştiriyorum. Turda kendi yaptığım ispirto ocağını kullanıyorum. İspirto hem pahalı hem de her yerde bulmak olanaksız. Anca büyük şehirlerde bulabiliyorum. İzmir’e gidince tüpünü alacağım yeri biliyorum. Turuncu renkli kutu ve ocak kafasının resmi aşağıda.

200320145288

Bu da çırağımız. Lastiği tamir ederken bize yardım ediyor sevimli çırak. Bu da sevilmek istiyor diğer köpekler gibi, yılışık şey. Başı ve üst kısmı kahverengi, bacakları ve karnı beyaz renkte. Kuyruğunun yarısı kahverengi, yarısı beyaz.

9-12

Asfaltın kıyısında Ayçiçeği çıkmış. Boyu küçük olsa da sarı taç yaprakları ile insanı büyülüyor adeta. İnadına yaşamak için başı dimdik, tek başına  ve hür Olarak yolun kıyısında.

9-13

Ayçiçeği tarlaları da isimlendirilmiş, May cinsi ayçiçeği. Bu tarladakiler yağ için üretiliyorlar, çitlemek için henüz bir çiğdem tarlasına rastlayamadık hala. Umudumuzu kaybetmedik, çiğdem tarlasını aramaya devam edeceğim tur boyunca. Burada Ayçiçeği kafaları olgunlaşıp kurumaya başlamış. Hasadı bekliyor boynu bükük.

9-14

Henüz çevrede herhangi bir ceylana rastlamadık ama ceylan çıkabilir levhasını görüyorum. Ne yapsın hayvanlar insanlara pek yaklaşmıyorlar. Haklılar da, ceylanların güzelliği değil de yiyecek et olarak gördüğümüz sürece karşımıza çıkmamaya karar vermişler.

9-15

Harbiden  de banket düşmüş görüldüğü üzere. Demir direkte olan tabela 45 derece sağa doğru duruyor. Üzerinde; “Dikkat düşük banket” yazılmış.

9-16

Yol bize bereketini cömertçe sunuyor; kara incirler. Tam bir enerji deposu. Haliyle dalından taze koparıp yemek bir başka oluyor. Tabi ki yeteri miktarda yiyorum, her şeyin fazlası zarar. Bir de motoru bozmak ta var fazla yersen…

9-17

Karşısı Meriç nehri ve ötesi Yunanistan. Bazen cep telefonuma  mesaj geliyor ” Yunanistan’a hoş geldiniz” diye.

9-18

Daha önce bahsetmiştim Trakya hep tarla düzlük diye. Doğru dürüst ağaç yok diye. Bir tane ağaç buluyoruz nihayet. Ama gölgesi yoktu, ağaç kurumuş. Maalesef gölgesinde dinlenemiyoruz. Allahtan hava biraz bulutlu, fazla güneş gözükmüyor. Sıcaktan bunalmadan yol alıyoruz.

9-19

Yol genelde sakin, hemen hemen hiç araç geçmiyor desem yeridir. Orhan ile ben gayet memnunuz bu durumdan. Elçek ile ikimizi bisiklet sürerken çekiyorum.

9-20

Yol kıyısında tarlanın birinde bir çardak görüyoruz. Çardakta kara üzümler olmuş bizleri bekliyor. Buradan da nasibimizi yiyoruz bize düşen. Kara üzümler de balmış gerçekten.

9-21

Resimde, bagajın üstünde gördüğünüz elma ve üzümler buradan kopardık. Kavunu parayla köyden aldık. Kısa molalarla iyi gidiyoruz Edirne’ye doğru. Zaten bu gün fazla bir yolumuz yok 50 km civarında. Onun için oyalana oyalana gidiyoruz kendimizi zorlamadan.

9-22-1

Çeltik tarlasında çeltikler yani pirinç başaklarını yakından çekiyorum. Taneleri olgunlaşmış hemen hemen hasadı bekler vaziyete gelmiş. Boynu bükük biçerdöveri hazince bekliyor, yelin hafif dokunuşuyla başlarını bir o yana bir bu yana sallıyorlar.

9-23

Bazı yerlerde küçük tepeciklere rastlıyoruz. Burada da su birikintisi ayrı bir güzellik katıyor yolumuza.

9-24

Orhaniye köyünde çay molası veriyoruz Orhan’la birlikte. Kahveye oturup çayları ısmarlıyoruz. Köylüler, iki tane uzun saçlı adam, hem de bisikletlerle buralarda ne işiniz var der gibi meraklı sorularla sohbetimize başladık. Onlar sordu biz cevapladık. Masamızda bir de dede vardı 80 kusur yaşında. Gün geçirmiş misali soruyor.

“Ne iş yapıyorsun beaa?”

“Emekliyim dede, bisikletle dolaşıyorum”

Dede etrafındakilere dönerek ;

” Bunlar aylakçı, aylakçı beaa ”

Deyince hep beraber kahkahayı koyuveriyoruz.

Çaylarımızı içerken bizlere  çocukluğunda başından geçmiş bir olayı anlatıyor. Belinde bir yara çıkmış. O zamanlarda hastane, doktor ne gezer. Bunu hocaya götürüyorlar, hoca okuyor üflüyor, yarasına iyi gelecek bazı ilaçlar veriyor ama fayda etmiyor. Hocaya kızgın sövüp sayıyor dede. Derken başka bir köyde hastalara şifa dağıtan bir hocaya götürüyor annesi. Hoca yarasına bakıp yanmakta olan ocakta tahta bir kaşığı ısıtıp yarasına koyuyor kaşığı. Böylece iyileşiyor dede. O hocayı öve öve bitiremiyor. Bunu anlatırken Trakya şivesiyle öyle bir anlatıyor ki çok hoşuma gidiyor. Çayların biri gidiyor biri geliyor sohbet esnasında. Hikayenin sonunda çayların parasını biz ödüyoruz. Allahtan köy yerlerinde çay ucuz, yoksa batmıştık. Masada oturmuş dedeyi dinliyoruz. Masada dede ve Orhan çayları içerken.

9-25

Köye satıcılar geliyor. Bir satıcı zeytin getirmiş kahvedekilere satmaya uğraşırken bize de tattırıyor zeytinlerini. Zeytinler güzel, hemen bagajımdan zeytin kabımı çıkarıp zeytinciye doldurmasını söylüyorum. Kapta da zeytin kalmamıştı. Yarım kilo kadar zeytin koydu zeytinci. Borcumuz ne kadar deyince bu da benden yolda katık olsun diyerek para almıyor. Allah razı olsun, yolda gönlü zengin insanlarla da karşılaşıyor  insan. Dede masada oturmuş bana başından geçen hikayesini anlatırken Orhan bizi çekiyor kamerası ile. Arkada zeytinci arabasından zeytin tartarken.

9-25-1

Kahvenin bahçesinde muşmula ağacı görünce hemen resmini çekiyorum Bu meyveyi çok severim. İzmir civarında ağacı yoktur, epeydir de muşmula ağacını görmemiştim. Ama henüz olgunlaşmamış daha. Ne yapalım, dalından yemek güzel olurdu.

9-26

Köy evleri de bir güze olur bahçeli, ağaçlar ve çimen. Bahçede bir divan duruyor. Böyle divanın üstüne serilip bir güzel uyku çekeceksin. Dünyalara bedel olur sanırım. evin duvar tarafında çiçekler açmış renkli.

1294445_10201062794385796_465434149_o

Köy çeşmesinden suları tazeliyorum. Buz gibi akıyor su zaten. Çeşmenin başında kocaman bir dut ağacı, gölgesi yeter. Ağaçlar sadece köylerde var, gölgeler de köylerde olunca biraz gölgeden faydalanmak gerek. Orhan şişesini çeşmeden doldururken.

9-27

Trakya neredeyse düz ve alabildiğine geniş. Arazi düz olunca her taraf tarla, uçsuz bucaksız.

9-28

Yol kıyısında çalılar daha önce yanmış. Yangın sonrası yaşam yeniden başlıyor doğal olarak. Yanıp siyahlaşmış olan manzara yeşilin ortaya çıkmasıyla renk değiştiriyor.

9-30

Yol önümüzde uzayıp gidiyor alabildiğine, sessiz, biz de buna uyarak sessiz ilerliyoruz. Sanki etrafımızda hiç hareket yok, sadece lastiklerin asfalta değdiğinde çıkardığı ses var.

9-31

İnekleri otlatan çobanlarla sohbet ediyoruz. Hep tarla olacak değil ya burada hayvancılık yapıyorlar. Sohbetimiz de nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun ve bisiklet ile hareketimizi merak ediyorlar. Üç çobanla sohbet ederken Orhan bizi çekiyor. Sürüde inekler var.

9-31-1

Geze oynaya yolda ilerlerken birden ufukta Edirne’yi görüyorum. Arkadaşım Can küçüklerle sürekli olarak cep telefonunla haberleşiyorum. Can Kırklareli’nden hareket etti. Edirne’de buluşuruz diyerek kararlaştırıyoruz. Selimiye camisinde  buluşacağız.

9-32

Tren yoluna geldik, İstanbul Edirne kara yoluna yaklaştık. Bu tren yolu bana 44 yıl önce Yugoslavya’dan göç ederken buharlı trenle buradan geçmiştik. O zamanlar 9 yaşımda idim, hayal meyal hatırlıyorum. Aralık ayında soğuk kış gününde 3 günde İstanbul a gelmiştik. Benim bu tren yoluna bisikletle gelmem hem de İzmir’den ta buralara kadar, hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Bunları düşünerek KUZ’u tren yolunda bir resim çekerek bu anı ölümsüzleştiriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

9-33

Tren yolundan hemen sonra D 100 ana yoluna çıkıyoruz ve Edirne’ye çok az kaldı. Yolun üstündeki tabelada Edirne – Pazarkule düz olarak, sağa ise Otogar – Kapıkule – Hamzabeyli kahverengi, İstanbul yeşil otoban rengi ile işaret edilmiş. Burada Pazarkule, Kapıkule, Hamzabeyli kahverengi olarak yapılmış. Bunlar sınır kapılarını belirtiyor.

9-34

Yol kıyısında mazgallara her zaman dikkat etmek gerek. Bazıları tehlike yaratacak kadar sakıncalı. Neme lazım kendime dikkat ediyorum. Belediyedeki fen memurları herhalde bizim gibi bisikletçilerin buralara kadar geleceğimizi tahmin etmediklerinden mazgalları gelişi güzel yapmışlar. Bizim geleceğimizi bilselerdi daha dikkatli yapacaklarından eminim. Mazgal delikleri yola paralel, lastikler içine girebilir. Mazgal ve bisikletim KUZ.

9-35

Yine sınıra yaklaştık, elbette bize geçiş izni vermeyecekler her zaman olduğu gibi. Vizeler kalkmadan şimdilik yurt dışına bisikletle çıkmaya niyetim yok. Tabelada Pazarkule (Yunanistan) 14 – Kapıkule (Bulgaristan) 23 kilometre kaldığını belirtiyor. Yurt dışı olan Yunanistan ve Bulgaristan Sarı zemine yazılmış. Bisikletim KUZ kaldırıma dayalı, Orhan da bisikleti ile kaldırıma çıkmış çimenlerin üzerinde.

9-36

Pehlivanların baş şehrine geldik. Tarihi Kırkpınar güreşleri Edirne de yapılınca heykelini de dikmişler yağlı güreşçilerin.  İki güreşçi kolları ile birbirlerine kafadan kenetlenmiş durumda. Çiçeklerle bezeli yeşil alan ortasına fıskiye içinde heykeller.

9-37

Edirne’nin girişi gayet güzel yapmışlar. Yeşil çimenler, ağaçlar ve renkli çiçeklerle yol kıyılarını ve yolun orta bölümünü gayet iyi süslemişler. Bakmayın resme, aslında işlek bir cadde, boş bir anında orta bölüme geçerek fazla araç olmadan bir anda resim çekiyorum.

9-38

Yol kıyıları bakımlı ve güzel olmasına karşın bazı yerlerde eksikler gözüme çarpıyor. Engelli bir vatandaş bu kaldırıma tekerlekli sandalyesiyle nasıl çıkacak, merak ediyorum. Kaldırım taşları yatık yapılmış ama yüksek, tekerlekler çıkamaz kaldırımı.

9-39

Osmanlıya 2. başkentlik yapmış şehirde tarihi yapılar belirmeye başlıyor. Burası aynı zamanda mezarlık olduğunu fark ediyorum. Dört sütun, üzeri kemerli olarak kapatılmış bir bölüm. Uzun sütun şeklinde mezar taşları tahta çitle kapatılmış.

9-40

Ve camiler belirmeye başlıyor. En çok ta Selimiye camisini merak ediyorum. Can ile telefonla nerede olduğunu sorunca o da Selimiye camisinde beklediğini söylüyor.

9-41

İşte Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye camisi. Tüm muhteşemliği ile karşımda duruyor. Usta işi, Selimiye camisi dört minareli.

9-42

Benim cep telefonumun kadrajına sığmayan cami Orhan’ın Fotoğraf makinasına anca sığıyor. Selimiye cami çok geniş bir alana yapılmış. Avlu duvarları yüksek ve avlu da geniş.

1172728_10201062802105989_6089453_o

Selimiye caminin yan tarafında Can Küçükler ile buluşuyoruz. Henüz öğle yemeği de yememiştik. Can buraları iyi biliyor. Bizi Edirne’nin meşhur yemeği ciğer tava yedirecek. Çarşıya giderek ciğerciye varıyoruz ama o da ne yer yok ve millet oturmak için sıra bekliyor. Neyse Can sahibini tanıyormuş, bize boşalan bir masaya hemen oturtuyor garsonlar. Ne de olsa ta İzmir’den gelmişiz. Gerçekten yediğim en güzel ciğer diyebilirim, değişik pişirmişler ve tadı nefisti.

9-43

Ciğerleri yerken birden bisikletimin düştüğünü görüyorum. Bisikletimi kurcalayan çocuk üzerine düşürmüş elleyince. Annesi de hemen araya giriyor, Çocukta bir şey yok ana anası başlıyor söylenmeye. Bizden para koparma niyetinde olduğu belli. Garsonlar durumu anlıyor, kadını susturup işi hallediyorlar. Kadın ve yanındakiler çingene, adamın başını belaya sokarlar. Neyse nefis ciğerleri yedikten sonra Keşan’da bana telefonunu veren Emrah Tokdemir’i arıyorum. Buluşacağımız yeri söyleyerek oraya doğru hareket ediyoruz. Çarşı temiz ve bakımlı, çok beğendim doğrusu. Buraları yayan dolaşacaksın tadına vara vara. Çarşı Arnavut kaldırım taşı ile döşeli yürüme ve gezinti yolu. Araçlar giremiyor buraya. Kıyılarda dükkanlar var.

9-44

Bazı yerlere heykeller konulmuş ve fıskiyelerle suları akıtarak görsel anlamda daha güzel olmuş.

9-46

Keşan da tanıştığımız Emrah Tokdemir ile buluştuk. Yanında da Timukan Karaca. Şaşırıyorum birden bire karşımda görünce. Keşan’dan araçla gelmiş, birkaç gün sonra Ahmet Mumcu, Mehmet Değirmenci ve diğer arkadaşlarını bekliyor. Onlarla birlikte Bulgaristan’a tur yapacaklar. Vakit henüz erken, Emrah bizleri  şöyle bir gezdirecek Edirne’yi. Edirne’nin her tarafı da tarihi yapılar. Bak bak bitmiyor. İlk önce bir sinagoga varıyoruz. Sinagog tadilatta olduğundan dışarıdan resim çekiyorum. Dış cephesi demir iskele ile kaplanmış çatıya kadar.

9-47

Caminin etrafı da yemyeşil, bir de ağaçları şekillendirmişler vida gibi budanmış, o da ayrı bir güzellik katıyor doğal olarak.

9-48

Tarihi bir hamama denk geliyoruz, aslında şöyle güzel bir keselenmek vardı ya. Bunu maalesef gerçekleştiremeden gezimize devam ediyoruz.

9-49

Meriç nehri çok geniş olduğundan her tarafa taş köprü yapmışlar.

9-50

Nehir taşmasın diye topraktan set yapmışlar. Yanda asfalt yol olmasına rağmen Emrah rehberimiz olduğundan biz de onu takip ederek peşinden setin üzerinden gidiyoruz. Hedefte Osmanlıdan kalma tarihi sağlık müzesini gezmek var. Çevremize bakınarak set üstünde gayet güzel gidiyoruz. Ama otlara hiç mi hiç bakmadık! nedense… İleride iki minareli cami var. (Yerdeki otlar pıtrak dikenli otlar olduğunu sonradan öğreniyorum)

9-51

Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yapmış bir şehirde  Padişahlar, vezirler, paşalar, yani önüne gelen 4 minareli cami yaptırmış. Gördüğünüz gibi yan yana iki cami.

9-52

Diğer yanda taş köprü ve cami. Bunlar Meriç kıyısının dibinde.

9-53

Tarihi taş köprüler bu günde hala ayakta ve kullanılıyor. Biraz dar ama sağlam yapılmış. Biz de taş köprünün üzerinden bisikletlerimizle geçiyoruz karşı kıyıya.

9-54

Su var ama pis akıyor ve akış hızı düşük. Haliyle biraz da koku var.

9-55

Nihayet sağlık müzesine geliyoruz. Müzenin yanına da kocaman bir cami yapılmış.

9-56

Sağlık müzesinin dış avlu kapısına gelince duruyoruz ve süprizler gözümüze çarpıyor. Emrah daha geride olduğunu ve lastiğinin patladığını telefonla öğreniyorum. Tamir ediyormuş. Ben de lastiğime bakınca üzeri dikenlerle kaplanmış.  Burada durunca lastiklerimin ikisi de hemen iniyor. Meğerse setin üzerinde pıtrak otları varmış, biz de görmeden pıtrak dikenlerini lastiklerimizle toplamışız. Bu kadar yol geldik sadece Çanakkale Gelibolu tarafında bir kez lastiğim patlamıştı. Böyle olacağını tahmin etmiştim. Keşan’da festival boyunca ormanların içinden onca toprak ve taşlı yollardan geçtim bir kez bile lastiğim patlamadı. Orada bir çok kişinin lastiği patlamış yama yaparken görüyordum. Uzun süredir lastiğimin patlamamasından endişe ederken dikenlerin intikamı korkunç olmuştu. Müzenin avlusunda bisikletlerin tekerleklerini tek tek söküp ilk önce dış lastiğimdeki bütün dikenleri teker teker çıkararak temizliyorum. Ardından yedek iç lastikleri takıyorum ve şişiriyorum. Bahçede temizlik kovasına su doldurup iç lastikleri kontrol edince her taraftan kaçak olduğunu görünce doğru çöpe. Diğer lastikte 5 tane delik var. Yamamadan çantama koyuyorum ne olur ne olmaz diye. Yine patlarsa artık 5 yama yapar kullanırım. Edirne’de bisikletçi bulup yedek iç lastik alırım diye düşünüyorum. Can ve Timukan da zırhlı lastik olduğundan lastiklerine dikenler bir şey yapamıyor. Ama ben ve Orhan’ın lastikleri içler acısı. Emrah zaten Sağlık müzesine gelmeden lastikleri gümletmiş. 8 tane yama yaptığını söyledi. Lastik patlakları zamanımızı epey aldığından sağlık müzesini gezemiyoruz. Çünkü saat 17:00 oldu ve müze kapandı. Yerde ön tekerleğim, iç lastik dışarıda. Lastik tamir kiti yere saçılmış durumda.

9-57

Müze yanında cami var. Mezarlar cami avlusunda görüyorum.

9-58

Lastik tamiri bittikten sonra Karaağaç mesire yerine gitmeye karar veriyoruz. Bu arada Selim Karagözler ve Emre Ata bizlere katılıyor. Hep beraber Karaağaç’a doğru pedallıyoruz. Meriç kıyısından taş köprüye varınca bir kaç resim çekiyoruz. Taş köprü, kemerleri ve yansıması Meriç nehrine vurmuş.

9-59

Taşköprü manzarasında bisikletlerimizle poz veriyoruz hep birlikte. Orhan Şentürk, Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Timukan Karaca, Ben ve Can Küçükler. Resmi Emre Ata çekiyor, kendisi biraz çekingendir. Ama gölgesini saklayamıyor.

9-60

Taşköprü gayet sağlam ve üzerinden arabalar da geçiyor.  Arabasız anını zar zor yakalıyorum.

9-61

Timukan ile beraber köprünün üstünde resim çekiliyorum.

9-62

Bir çok kare sütun üzerine kaide oturtulmuş balkon. Balkon beyaz mermerden yapılmış. Balkondan nehri seyredebiliyorsun. Balkonun içinde resim çekiliyorum.

9-64

Akşam güneşinin ışıkları kemerlerin üzerine vuruyor.

9-65

Yel Değirmen heykeli ama dönüyor. Güneş arka tarafta olduğu için ışıktan tam net çekemiyorum. Güneşi kanatların arkasında yakalamaya çalışıyorum.

9-66

Nihayet denk getirebiliyorum değirmenin kanadının birini güneşin önüne.

9-67

Güneşi arkaya alınca haliyle yel değirmeni tüm ayrıntılarıyla gözler önüne çıkıyor. Yalnız ortadaki dur tabelası manzarayı bozuyor. Değirmen yuvarlak bahçe içinde, yeşil çalı bitkileri ile süslenmiş.

9-68

Edirne Üniversitesine geliyoruz. Burası Üniversite arazisi ve tarihi yapılar onarılarak açık hava müzesi görünümüne getirmişler. İki katlı bina, giriş bölümünde iki kule yapılmış.

9-69

Burada Lozan antlaşması için bir anıt yapılmış.

9-70

Daha önce buralarda tren istasyonu, Postane gibi yapılar varmış. Kocaman bir buharlı lokomotif sergilenmek üzere buraya getirilmiş. İlk önce buharlı lokomotifi inceliyoruz hep birlikte. Sonra trenin etrafında resimler çekildik. Can ile birlikte tren önünde resim çekiliyoruz.

9-73

Elçek olarak Emre, ben, Emrah ve can çekiliyoruz.

9-74

Emre, ve Emrah ile lokomotifin önünde resim çekilirken Tümukan yere oturmuş telefon ile görüşme yapıyor. Orhan da trenin üstüne çıkmış.

9-75

Treni görünce içimizdeki çocuklar ortaya çıkıyor. Başlıyoruz lokomotifin üzerinde oynamaya. Çocukluk olmasa bu hayat çekilmezdi sanırım. Selim buhar kazanının yanında, Orhan tepesinde dolaşıyor.

9-77

Laz olunca Trabzon havaları başlıyor ve başlıyoruz horon tepmeye, hem de lokomotifin üzerinde. Emrah ve Orhan Laz.

9-79

Tarihi Edirne tren istasyonu. Bir zamanlar burası tren istasyonuymuş. 44 yıl önce buradan geçmiş olabilirim, bilinmez.

9-80

Lozan antlaşması için buraya bir anıt dikmişler. Anıtın olduğu yere geldik

9-81

Çocukluğumuz hala devam ediyor. Anıtın yarı beline kadar çıkıyoruz, ardından aşağıya hooop kayıyoruz. Bu kadar büyük kaydırakta kaymamıştım doğrusu. Bayağı eğleniyoruz.

9-82

Hep beraber tepede elçek bir resim çekiliyoruz. Emre, Timukan, Selim, ben ve Orhan.

9-83

Üniversite içi tam bir açık hava müzesi. Her tarafta tarihi yapılar mevcut, ahşap bir bina restore edilerek insanlara görsel anlamda huzur veriyor. Birinci kat tuğladan, üzerinde çatı ile beraber iki kat tahtadan yapılmış. Üst katlarda balkon var.

9-84

Daha sonra kahve içmeye Meriç kıyısına doğru hep birlikte pedal çeviriyoruz. Edirne de yemyeşil ve burası cennet gibi. Her taraf ağaçlarla kaplanmış.

9-85

Meriç kıyısına Edirne kent ormanından giriyoruz.

9-87

Akşam üzeri, karşıda Meriç köprüsü, Meriç usul usul akıyor. Ben de ispirto ocağımı çıkarıp bu güzel ortamda kahve pişiriyorum. Piknik alanını birden kahve kokusu sarıyor. Cezvem 4 kişilik olunca iki kez pişirmek zorunda kalıyorum. Ama zevkle pişiriyorum. Kahve cezvesi ocakta pişerken Orhan ile çekiliyoruz bir poz nehir ile birlikte, Uzakta taş köprü görünüyor.

9-89-1

Fotoğrafçımız Emre bizi kahve içerken şöyle bir çekiyor piknik masasına sıralanmışız.

9-89

Gerçekten güzel bir manzarada keyfimiz yerine geliyor. Bu gün az yol yapmamıza rağmen patlak lastikler epey yordu. İnanılmaz bir gün yaşadık dostlarla birlikte. Ve hala devam ediyor. Meriç nehri ve ileride taş köprü.

9-90

Derken akşam karanlığı basıyor. Biz de Edirne’ye doğru pedallıyoruz. Karaağaç parkı çok geniş bir alana yayılmış, Edirne’den 5 km mesafede ve harika bir gezi, spor, piknik alanı. Ayrıca sakin dinlenme alanı, insan burada kendini gayet huzurlu hissediyor. Süslü aydınlatmalar mavi, sarı ve kırmızı renkte yanıyor gece karanlığında.

9-91

Edirne de ilk önce bisikletçiye gidiyoruz. Yedek iç lastik almam lazım. Beraberce bisiklet dükkanına gidiyoruz. Trakya bisiklet, Engin abi dükkanda bizi ağırlıyor. Ondan 28 jant iç lastik istiyorum 2 tane. Engin abi dükkanı ve depoyu alt üst ediyor. Ama bir tane bile bulamadı, onun için mecburen bisikletin birinden iç lastikleri söküp bana veriyor. Lastikleri yedeğe alıyorum neme lazım yolum uzun. Ardından Can Küçükler Gençlik ve spor il müdürlüğü tesislerine kalmaya gidiyor. Can ile İğneada’ya pedallayacağız, sabah 08:00 de buluşmak üzere sözleşiyorum. Timukan Karaca arkadaşının evine gidiyor. Ben de Orhan Şentürk ile daha önce haberleştiğim Emrah Tokdemir’in evine gidiyoruz. Ellerine sağlık çok leziz yemekler yapmış. Yemekleri iştahla yedikten sonra Selim Karagözler ve Emre Ata’nın evine gidiyoruz. Öğrenci evi, azıcık dağınık, ne yapalım olacak o kadar. Hep beraber sohbet ederek vakit geçirdikten sonra 9 gündür girmediğim internete girerek şöyle bir bakayım dedim. Amanın facebook dolmuş, mesajları sadece kontrol ederek hemen kapatıyorum. Telefonumdaki resimlerin hepsini USB flaş belleğe yedekliyorum, ne olur ne olmaz. İşim bitince yatıyoruz hep birlikte. Bu gün epey yorulduk, derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 73 kilometre civarı.

Resimlerin bir kısmı Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc