10. Gökova Bisiklet Turu 3. Gün

19 Mayıs 2016 Perşembe

Aktur – Datça – Bodrum

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kimin umurunda dedi ama kendimi inandıramadım buna da
Yakışmıyordum eski pencerelere yosunlu sulara
Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda
Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, dört kişi, dar sokakta oturmuş kahve içiyoruz, Datça’nın taş evleri. Soldaki tahta kapı şair Can Yücel’in evi.

Gece boyu, sabahın ilk ışıklarına kadar dua ettim arkadaşım için. Bir yandan da evrene mesaj veriyordum; “Sen güçlüsün, iyileşip ayağa kalkacaksın. Yaşamın boyunca teslim olmamışsın, bu yaşama gücü seni iyileştirecek. Yine aramızda olup beraber bisiklet süreceğiz bilinmeyen yerlere. Yeni yerler keşfedeceğiz, yeni rotalar. Köylerde mola verirken çocukları sevindireceğiz dondurma ısmarlayıp. Sonra bisiklete bindirip köyü dolaştıracağız çocukları tek tek. Sen başaracaksın sevgili arkadaşım.” Böylece hiç uyumadan yattığım yerden kalkıyorum. Uyumasam da uzanıp dinlenmek bana yeter bu gün. Eşyalarımı ve çadırımı toplayıp bisikletime yükledim. Kahvaltının ardından piknik masasında toplaşan arkadaşlara kahve yapıyorum taze, köpüklü muhabbet ile birlikte. Resmi de Muhlis Dilmaç çekiyor.

Piknik masasında 4 kişi oturmuşuz, 3 kişi ayakta. Kahve cezvesi ocağa sürülmüş pişiyor. Bekir Kocamaz da elinde kahve değirmeni çekip duruyor. Kamp alanı çam ağaçları altında.

Sabahın erken saatlerinde doktor Serhat aradı, Şafak kritik durumu atlatmış, durumu iyiye gittiğinden ilaç tedavisine devam ediyorlar. Bu haber içime su serpti. Ettiğim dualar kabul oldu, Tanrıma binlerce şükürler ediyorum dualarımı kabul ettiği için. Akşam ve sabah yanında olan arkadaşlar da arayıp durumu bildiriyorlar. Artık iyice rahatım arkadaşımın hayata dönmesiyle.

Yola çıkma zamanı deyip yola çıkıyoruz hep birlikte. Önümüzde kısa bir yokuş var, kolayca çıkıyoruz. Dağlar, tepeler arasında yol sola doğru kıvrılmakta. Bu yol karayollarında D400 adıyla geçiyor. Datça yarımadasının ucundan başlıyor tüm Akdeniz kıyısından devam edip güney doğu Anadolu bölgesinden Hakkari’ye kadar gidiyor. Biz tersine buruna doğru gidiyoruz.

Yokuşu çıkıp inişe geçtik bile, önümüzde Emecik köyü var. Aşağıda deniz ile birlikte köy görünüyor.

Artık düzlükteyiz, yol tabelalarına dikkat etmek gerek. Kırmızı çerçeveli üçgen uyarı levhasında yaban domuzu resmi var. Demek ki karşımıza domuz çıkabilir. Bizler için tehlike yok ama arabalar hızlı gittikleri için yolun karşısına doğal olarak geçmeye çalışan domuza çarpabilir. Hızlı giden bir araç kaza yapar bir domuza çarparsa. Yoldaki çizgilerden de anlaşılacağı gibi sollama yasağı da uyarı levhasında bittiğini gösteriyor. Levhada yuvarlak ortası kalın çizgi ile ayrılmış, yanlarda iki araba resmi. Rengi de siyah baskıların.

Geldik Datça’ya, Datça şairlerin ilham alacağı bir yer konum itibarı ile. Bir tarafı Ege denizi, bir tarafı Akdeniz. Havası ve suyu insanı şair eder. Bir de sıcak yaz gecelerinde kıyıda içtiğin şarap. Kumsalda oturup kafayı buldun mu yıldızlar çoğalır gökyüzünde. Işıl ışıl parlar Samanyolu ile birlikte.  Akdeniz’in ılık rüzgarları iyot kokusu ile birlikte öyle sarhoş olursun ki ilham perileri denizden çıkıp kulağına fısıldar en güzel dizeleri. Sen de bağıra bağıra söylersin şiirini. Şiir yazıya dökülmez, dizeler havada asılı kalır. İpe dizilmeden;

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Seninle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değişince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağrasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri büklümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan iz düşümleriyle
Yürüyor Balan Tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım
Yaraşıyorsun sen Akdenize

Can Yücel

Can Yücelin büstü, altında camekan içinde yarım şişe Evin şarabı ve bir bardak. Bardakta yarım kalan şarap kurumuş, lekeli olarak kalmış. Notta da Can Baba’nın yarım kalan şarabı” yazısı el yazısı ile yazılmış.

Can Yücel kahvenin sahibi muhtar Orhan için yazdığını öngördüğüm bir şiiri çerçevelenip duvara asılmış. Şiir şöyle;

Orhan’a

Pisi pisi otların rüzgardan sağdan sola sallanışı,

Bizim muhtar Orhan’ın konuşuşu.

Fena adam değil.

Düşe düşe motosikletten yüzü boksör.

Adam muhtar değil bir muhtariyet.

Zahiti’de kadınlara klarnet çalmak istiyor,

Ama olmuyor iki kadın istiyor.

Kocaman büyüyen kavuçuk ağacıyla yetiniyor kahvesinde.

Can Yücel

Kahvenin Can Yücel köşesinde kocaman karakalem çizilmiş portresi duvarda asılı. Altında büstü, onun altında yarım kalmış şarap şişesi ve şarap bardağı camekanın içinde. Mavi örtü örtülmüş bir masanın üstünde duruyor. Yanındaki sandalyede ben oturup poz veriyorum. Kahve eski, tarih kokuyor. Bunu pencerelerin yapısından anlıyorum. Mavi boyalı çerçevesi, üst kısmı yarım daire üç tane üçgenden yapılmış. Altta pencere kanatları. Kapısı da mavi boyalı üstü basık bir daire tek cam bölmeli. Kapı önünde 4 basamaklı beton yapılı. Kapı ve pencere kapalı, yaza girildiğinden bahçeye oturuyor müşteriler.

Zaman geçirmeden Can Yücel’in evinin önüne gidiyoruz. Daha önceki Gökova bisiklet turunda şansıma içeriye girip Güler teyze ile tanışmış oturup sohbet etmiştim. Rahatsız etmemek için kapının önünde oturup kahve pişirmeye koyuldum. Solda 2 kişi Can Yücel’in evinin tahta kapısı. Sağda ise duvarın gölgesinde ben ve Sevil yanımda oturmuş. Sokak dar ve hafif bir yokuşu var. Bahçe duvarından kimi çiçek açmış ağaçlar sarkıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Poetika

Yalnızlığı sevmiyorum
Yalnız kim ola ki
Kendim…
Kendimin kendini sevmiyorum
Kediler hariç…
Kahve ocakçısı olacaktım ben
Tuttum kavlimi
Yazdıklarımsa hep nafile
Hep nişanlı angaje ısloganlı
Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına
Kallavi olsun!
Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip
Ve cezveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini
Taşırmadan pişiriyorum
Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan
Ocağımızı bucağımızı
Isıtamayacağımı!
İşte onun içinde de içim titreyerek
Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can Yücel

Taş duvarın dibinde gölgede bağdaş kurup oturmuşum bir güzel kahve pişiriyorum. Tam da benim için yazdığı Poetika şiirini düşünerek.

Can Yücel’in evi, giriş kapısında yaşadığı zamanlarda kendi eli ile yazdığı komik sorulu cevaplı ağaç yazı tahtasında şunlar yazılı;

Sorulu Cevaplı

Ne harika yer burası !

Nereden buldun bu Datça’yı

“Elimle koymuş gibi buldum”

Can Yücel

Şair Can Yücel bizlere bıraktığı şiirlerle anıp saygı ile andıktan sonra evinin önünde Bisikletim KUZ bana poz veriyor. Ben de onu kırmayıp evin kapısının önünde resmini çekiyorum.

Vasiyet

Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!

CAn Yücel

Can Yüceli şereflendirmek için birer bira içmek gerek diye evini kahveye çevirmiş bahçeli bir yere oturduk. Biraları Sevil ısmarlayacak o yüzden endişelenmeye gerek yok. Bahçede ilginç tasarımlar var, bunlardan birisi misinalarla asılmış bir çok anahtar. Anahtarlar birbirine benzemiyor.

İçilen şarap mantarlarını toplayıp bir dikdörtgen iki kare çerçeve içine yüzelli tane kadar dizelemiş. Üstte dikdörtgen çerçevenin yanlarına birer asker oyuncak mantarları koruma nöbeti tutuyorlar. En üstte üç tane minnak bebek oyuncak, saçları dikine yukarıya doğru. Erkek oyuncak takım elbise giymiş, bir eli pantolonun cebinde, bir eli de havada sanki bana selam veriyor. Tüm bunları bağlayan bir keten ip sağdan sola ve yukarıdan aşağıya, ortada düğüm atılıp pencerenin demirine bağlanmış. Solda küçük bir fırdöndü tutturulmuş.

Muhlis dilmaç benim yüzümü çekiyor yakından. Boynumda yeşil buff, saçlarım omuzlarıma salınmış dururumda. Arkada mantar koleksiyonu, iki çam kozalağı ve iki alçı maske. İşletme sahibi kendine alçı kalıplarda çeşitli çalışmalar yapmış. Pencerenin alt sol köşesindeki renkli horozdan anlıyorum bunu.

Datça da öğle yemeği yedikten sonra yola çıkıp iskelenin olduğu yere geldik. Bisikletleri park ederek gemilere binmeyi bekliyoruz.

Yolda oluşan ekip olarak küçük olan gemiye bindik. Bisikletleri dip tarafa doğru yerleştiriyoruz. Teknenin ismi Fahri Kaptan 1. Üst güverteye çıkış merdivenleri var iki yanda da. Güvertede oturma sandalyeleri görünüyor.

Teknenin üst güvertesine çıkıp oturuyoruz hep birlikte. Sırtımı kaptan köşküne dayayıp yanıma aldığım çantamdan kahve takımlarını çıkarıp kahve yapmaya başladım. Deniz dalgalı ve dalga önden vurunca güverteye deniz suyu da geliyor biraz. Sudan kendimi sakınarak ve ocak ile cezveyi elim ile sıkıca tutarak bir sağa bir sola dalgaların sallamasına uyum sağlayarak kahveyi dökmeden pişirdim. Yemeğin üzerine iyi gitti bu kahve. Her dalga vuruşunda tekneyi şöyle bir kaldırıp indirerek Bodrum’a doğru gitmeye başladık. Muhlis Dilmaç kamerası ile elçek yaparak resmimizi çekiyor. Hepimiz de gülerek poz veriyoruz.

Kahve faslından sonra takımları toplayıp çantama yerleştirdim. Artık Bodrum’a yaklaştık sayılır. Dalgaların boyu da küçülünce sallantı durdu. Sandalyelere oturup sohbet ederek zaman geçiriyoruz.

Bodrum evleri ve kalesi görüldü. Açıkta bir kaç yelkenli demirlemiş. Bodrum evleri yamaçlara doğru beyaz kutu şeklinde sıralanmış. Giderek kalabalıklaşan Bodrum bir gün gelecek karşıda görünen tepeler tamamen evler ve beton binalarla kaplanacağı kesin.

Limanın dışına taşmış yelkenli tekneler yan yana demirlemişler. Yelkenli direkleri uzun. Küçük dalgaların etkisi ile bir sağa bir sola yatıp duruyorlar. Aşağılarda belli değil sallantıları ama direğin tepesinde gözle görünür bir salınım var.

Tekne limanda iskeleye yanaştı. Bisikletlerimizi alarak karaya çıktık. Karaya çıkmamızın hayrına birileri sanki lokma döktürüyor. Biz de nasibimizi alıp bir kaç tane yiyoruz sıcak pişmiş, şerbetli lokmalardan.  Lokma döken arabanın önünde kalabalık lokma almayı bekliyor.

Ara sıra Bodrumda yaşayan bisikletçi abimiz Erdal Sıral bizim geleceğimizi bildiğinden karşılamaya gelmiş. Erdal abiyi epeydir görmemiştim, hasretle kucaklaştık birbirimizi görmenin sevinci ile. Erdal abinin digital makinesi ile hatıra resmi çekiliyoruz. Solda Sevil Doğrugüven, Bekir Kocamaz, Levent Sevil, Muhlis Dilmaç, ben ve Erdal Sıral.

Ayrıca Erdal abi ile birlikte yan yana resim çekiliyoruz bisikletim KUZ önünde. Sağda tekneler kıyıya bağlanmış, direkleri uzun.

Kocaman bir köy olmuş Bodrum sokaklarında bisiklet sürerek Bitez yalısında ki karavan kamp alanına geldik. Çadırları kurup yerleşiyorum. Yemek faslından sonra oturup sohbet ediyoruz ve çaycımız Aydan Çelik elinde askı ile çıkageliyor çaylarla. Biz de afiyetle içiyoruz çayları.

Turizmin patlattığı aşırı kalabalık yerde olmak zorundayız. Her taraftan gelen gürültü kulaklarımı rahatsız ediyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde çadıra girip yatıyorum ama uyumanın olanağı yok gürültüden. Bir yerlerden de sadece ritim sesi geliyor sürekli olarak. Daha önce de kalmıştım bu kampta, aynı duygularla yine kalmak zorundayım. Arkadaşlardan sürekli haber geliyor Şafak Omaç tan. Kendisi hala komada ama yaşamsal tehlikeyi atlatmış görünüyor. Elbette doktor Serhat’ın verdiği bilgiler ışığında arkadaşımın iyileşeceğine inanıyorum. Biraz moralim düzeldi, o yüzden dönmeyi düşünmedim İzmir’e. Turu tamamlamalıyım artık, gözüm arkada kalmadan. Bu düşüncelerle uykuya dalıyorum cıstak cıstaklar arasında.

Bu gün yaptığımız yol toplam olarak 35 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 3. Gün” üzerine bir yorum

  1. Bu yolda oluşan grup, Urim Baba’nın etrafında, kahvesinin hatırına ne çok daha sohbetli ve zevkli kıldı pedallamayı, benim için unutulmaz bir gündü. Burda şimdi kaleminizden okuyunca sanki Datça’nın çiçek kokulu yollarını, Gökova’nın denizini içime çektim, taa İstanbul’dan. Sizden ne çok şey öğrendim, her birinizden. Sağ olun var olun, Urim Baba Canım. Bu gruptaki bütün babalara ve Gökova Turu Bisikletçilerine ayrı ayrı selam ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir