Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 1. Gün

10 – 11 Kasım 2016 Perşembe – Cuma

İstanbul’a Gidiş Avrasya Maratonuna Kayıt

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, Üç kişi, deniz kıyısında, çimenlere üç kişi oturmuş kahve içiyoruz. Serkan, Dilek ve ben. Kahve fincanları elimizde.

1979 Yılında 18 yaşımı doldurmuştum, artık reşittim. Lise yıllarında, anarşinin en yoğun olduğu dönemde 78 Kuşağının temsilcileri olarak gençliğe adımlarımı atıyordum. Gerçi 18 yaşımdan önce kendi adımlarımı atmaktan çekinmemiştim. Aile içinde bağımsızlığımı çoktan vermiştim. İstediğimi serbestçe yapma özgürlüğüne sahiptim.

İşte o yıl yani 1979 yılında Avrasya maratonu ilk defa yapılmıştı. İlk yapıldığında adı Asya – Avrupa maratonu olarak koşuldu. Gazetelerde maratonun yapılacağını okuyunca katılmak istemiştim. Ama maddi olanaksızlıklar yüzünden hevesim kursağımda kaldı. Daha sonraki yıllarda iş hayatı, ev çoluk çocuk derken unutuldu gitti Avrasya maratonu koşma fikri.

2015 Yılında sonbaharda aklıma geldi birdenbire. Neden hayalimi gerçekleştirmiyorum, şimdi zamanım ve olanaklarım daha iyi ve bir engel de yok. Öyleyse mutlaka hayalimi gerçekleştirmeliyim. Hemen araştırmalara başladım nasıl katılabilirim diye. Katılmak için yılbaşında kayıtlar açılıyor Haziran ayında bitiyordu. Yani anlayacağınız bu yıl kaçırmıştım. Öyleyse gelecek yıl erkenden kayıt yaptırmalıydım.

2016 Yılına girer girmez hemen kaydımı internetten online olarak yaptırdım. 10 Kilometre koşacaktım, bu bana yeter. Yaşıma göre 42 Kilometre tam maraton koşmanın anlamı yoktu. Önemli olan kıtalar arası koşmak ve hayalimi gerçekleştirmek. 40 Lira da banka hesabına havale yaparak işi resmileştirdim. 40 Lira bana biraz çok geldi, on binlerce katılımcıdan toplanan 40 Liraları bir araya getirince büyük paralar ediyor. Verdikleri ve harcadıkları para ne kadar bilmiyorum ama bu koşudan para kazandıklarını tahmin ediyorum. O kadar sponsor desteği var ve bir dev cep telefon şirketi de ana sponsor. Büyükşehir belediyesi de işin içinde. Büyük paralar dönüyor ortalıkta, yiyen yiyene.

Avrasya maratonu Kasım ayının 13. gününde Pazar günü koşulacak. Koşu tarihinde iki ay önce koşu idmanlarına, İnciraltı Kent Ormanında yapmaya başladım. En son koştuğum yıl ortaokula giderken koşmuştum. Şimdiye kadar düzenli ve uzun koşmamıştım. İlk koşularım bir Kilometre, sonra iki, üç, beş derken iki hafta sonra 10 Kilometre koşuları başladı. İlk başlarda bacaklarım ve dizlerim biraz ağırsa da zamanla ağrılar azaldı. 10 Kilometreyi nefesim tıkanmadan koşuyordum. Son üç gün kalasıya kadar koşma idmanların düzenli sürdü. Koşu idmanlarında tüy gibi hafif hissediyordum ve İnciraltı Kent Ormanında bulunan bitkilerin kokusunu daha iyi alabiliyordum. Nefesim de iyice açılmıştı.

İstanbul büyük bir şehir, şehirden çok bir ülkeden daha büyük ve hepsi bir arada kalabalık içinde yaşıyor insanlar. İlk başlarda Kadıköy de oturan yeğenim de kalmayı planlamıştım ama kader bazı şeyleri bir araya getiriyor. Büyük Taarruz bisiklet turunda tanıştığım ve Antalya, Kemer bisiklet festivalinde beraber bisiklet sürdüğüm Dilek Avrasya maratonuna katılacağımı öğrenince gideceğim tarihlerde İzmir de olacağını, İstanbul’a beraber gideriz, bende kalırsın deyince olaylar olacağına varır diyerek teklifini kabul ettim. Madem İstanbul’a gidecekti bari Urim Baba’nın Kahve etkinliğini de İstanbul da boğazda sahil bir yerde yapalım dedim. Hem Urim Baba’nın Kahve isim hakkı ve markasını alabilmem için yaptığım havlu karşılığı bağış kampanyasın da yaparım, biraz katkı sağlanır böylece. İstanbul için özel “Boğazda Kahve” etkinliğini facebook ta açıp paylaştım Urim Baba’nın Kahve grup sayfasında.

Bir taşla dört kuş vuracaktım, Avrasya maratonuna katılmak, Urim Baba’nın Kahve etkinliğini yapmak, isim hakkını koruma amaçlı havlu satışını yapmak ve İstanbul da oturan dostlarımı, akrabalarımı ve arkadaşlarımı görüp hasret gidermek. İstanbul’a bisikletimi de götüreceğimden yanıma alacağım eşyalarımı çantalara yerleştirdim, satacağım havlularımı, 3 yaşına girmiş yeğenimin oğluna tay tay bisikleti ve Ferdi Kızıl nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen için huysuz ihtiyarın yaptığı bisiklet çantalarını hazırlayıp koridora koydum

İki turuncu bisiklet çantası, tay tay tahta bisiklet naylon içinde, kırmızı tekerlekli. Yeşil siyah, yeni yapılmış bisiklet çantaları, havlu torbası ve Dilek için hediye yağlıboya resim yerde duruyor.

Sabah Dilek ve oğlu eve gelerek bisikleti ve eşyaları arabaya yükledik. Yoldan bizimle gelecek Serkan’ı da alarak rahat bir şekilde İstanbul’a vardık. Dilek Sabiha Gökçen hava alanına yakın oturuyor. Dilek’in eşi pilot Oğuz ile tanıştık. Konuşkan bir adam, Enka holdingin patronunun özel pilotluğunu yapıyor.

Ertesi sabah erkenden uyanıp sabah kahvesini yapıyorum. Sitenin iç kısmında balkonda havuz manzarasında oturup kahvemi afiyetle içiyorum.

Masanın üstünde kahve dolu bir fincan, sitenin yürüme yolu taş döşeli. Kenarlarında küçük ağaçlar dikili yeşillik. Ortada mavi bir havuz, içi su dolu. Tek katlı bir yapı havuzun yanında, kahve yada kafeterya olabilir.

Sabah kahvaltısını erkenden yapıp yollara düşüyoruz. İstanbul kocaman bir şehir ve bir yere gitmek için saatlerce yol alman gerek. Oğuz bizi arabası ile iskeleye bırakıyor. Karşıya Avrupa yakasına geçeceğiz. Avrasya maratonu fuarında kaydımı yaptırıp koşu için çip ve yarış kitini alacağız. Bostancı iskelesinden Bakırköy vapuruna bindik. Vapur hızlı olduğundan her tarafı kapalı, iç kısımda koltuklara oturduk.

Yan yana koltukta Serkan ben ve Dilek otururken.

Bakırköy iskelesine vardık, fuar alanının yapılacağı spor tesisleri yürüme mesafesinde olduğundan yürüyerek gideceğiz. Bakırköy belediyesinin olduğu Cumhuriyet meydanında Atatürk heykeli önünde elçek resim çekiliyoruz üçümüz birlikte. Üstümüzde tellere Türk ve belediye bayrakları asılmış, dün On Kasım Atamızın ölüm yıl dönümü idi. Anma törenleri için bayraklarla donatılmış meydan.

Fuar alanına sıkı bir yürüyüşle vardık. Hafif rampa olduğundan İstanbul’un serinliğinde kalın giysiler fazla geliyor ve terledik. Fuar salonuna yalnız girip yarış kitimi nüfus  cüzdanımı göstererek aldım. Kit içinde yarış çipi, tişört, katlanır ince yağmurluk, yarış numaram 22743 var. Dışarıda bekleyen arkadaşları fazla bekletmemek için hızlıca kit spor çantasını alıp dışarıya çıktım.

Resmimi dilek çekiyor spor çanta kiti ve yarış numaram ile birlikte. Üzerimde deri mont, elimde 22743 numaralı yeşil baskılı yırtılmaz, göğse takacağım kağıt. Kırmızı çerçeve ile çizili. Bir elimde kemerini tuttuğum yeşil spor çantam. Sağımda kırmızı tabelada  Fuar giriş yazısı ok işareti ile belirtilmiş. Arkamda spor salonunun çok katlı otopark binası.

Spor tesislerinde işimiz bittiğinden tekrar yürüyerek iskelenin olduğu deniz kıyısına geldik. Yürüyüş biraz yormuştu bizi, o yüzden bir yorgunluk kahvesini hak ettik. Deniz kıyısında sakin bir yerde çimenlerde oturup kahve yapmaya başladım. Yarın yapacağım kahve etkinliğinin provası oluyor bir bakıma.

Çimenlerde oturmuşuz, kahve cezvesi ocakta pişerken. Ocağın arkasında Urim Baba’nın Kahvesi tabelam. Arkada parktaki ağaçlar ve bir kaç araba.

Kahvemiz pişti, afiyetle İstanbul ve Marmara denizi manzaralı yerde iyot kokusu keyfini yaşıyoruz. Bir cafede oturup bir kahve için dünyanın parasını ödemedik. İşi bedavaya getirdik anlayacağınız. Zaten bu keyfi oralarda bulamazsın.

Elimizde fincanlar kahve içerken, ardımız Marmara denizi.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhanelerıyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

Orhan Veli Kanık

Marmara denizine bakarken martıların çığlıkları bana Orhan Veli’nin yukarıdaki şiirini aklıma getiriyor. Martıların denizin üstünde çılgın danslarını  izlerken mısralarını mırıldanıyorum gözlerim kapalı. İstanbul’u İstanbul da dinlemek cesareti her zaman bulunmaz. Bu İstanbul’un içinde saklı, arayıp bulmalısın. Her yerde olabilir, sadece gözlerini kapatıp hayal etmelisin.

Sağ taraftan bulutlar kapatmaya başlamış gökyüzü. Güneş bulutların ardında. Deniz ve hava gri tonlarda. Kıyı iri taşlar ile döşeli. Deniz üzerinde martılar uçuyor. Karşıda Marmara denizindeki Adalar gözüküyor. Avrupa’dan Asya’yı izliyorum.

Vapura binip Avrupa dan Asya’ya geçiş yaptık. İki gün sonra Asya dan Avrupa’ya koşarak geçeceğim. Oğuz bizi iskeleden arabası ile alıyor ve eve geliyoruz. İstanbul’un trafiği gerçekten korkunç ve trafiğin tıkalı olmadığı yer yok gibi. Yolda en ufak bir şeyin olması trafiği sıkıştırıyor ve açılıp normale dönmesi saatler sürüyor. Bir yerden bir yere gitmek ölüm. Herkesin cep telefonunda trafik durumunu gösterir uygulama var. Yola çıkacağı zaman ve yolda trafiğin durumuna göre gideceği yere trafiğin açık olduğu yerden gitmeye çalışıyor. Biraz yolu uzatsa da yolda durmak, dur kalk yapmak can sıkıntısına dönüşüyor. Hızlı bir yaşama alışmış İstanbullular sabırsız olarak bir an önce gideceği yere gitme uğraşı içinde.

Hep birlikte akşam yemeğini yiyoruz, yemekten sonra ekmek yapımına başlıyor Oğuz. Elin hamuruyla erkek işine karışılmaz olayı burada değişiyor. En iyi ekmeği ben yaparım deyip hamuru yoğurmaya başlıyor Oğuz.

Dikdörtgen plastik bir leğende elleriyle hamur yoğururken.

Hamurlar yoğrulup kabarmasını bekledikten sonra dört tane hamur yağlı kağıt üzerinde tepsiye sıralanıyor. Ekmek şeklindeki hamur üzerine de zengin çörek otu, susam karışımı serpiştiriyor. Bu karışım ekmeğe koku ve tat verecek.

Sıra geldi evin hanımının marifetlerine. O da elini hamura bulaştırıyor. Yarın yapacağımız kahve etkinliğinde yemek için poğaça yapmaya başladı. İlk önce hamuru yoğurdu, ardından top olarak hamur parçalarını ayırmaya başladı.

Büyük bir hamur parçası ve 8 tane hamur topu siyah mermer bankonun üzerinde.

Hamur topları açarak içine meyve püresi sıvazlayıp halı gibi yuvarlamaya başladı.

Rulo olan hamuru dilim dilim keserek tepsi içine yerleştiriyor. Tepsi içinde yine yağlı kağıt serili, içinde 11 rulo katlı olarak serili.

Ekmekler de bu arada fırına verildi, Cam bölmenin ardından pişmesini izleyebiliyorum. Artık ekmekler nar gibi kızarıp kabarmaya başlamış.

Ekmekler pişti, poğaçalar, çörekler fırına verildi. Onlar da pişince birer tane denemek için yiyoruz sıcak sıcak, nefis olmuşlar.

Evde yemek için büyük bir simit şeklinde, üzerine çörek otu serpiştirilmiş poğaça tepsiye konulmuş.

Bu arada Dilek için ekşi maya yapımına başladık. Ekşi maya yapımı çok basit, tarifi şöyle;

1 . Gün 2 Su bardağı un, 2 Çay bardağı ılık su. Su ve unu karıştırıp bulamaç yaptıktan sonra bir kabın içine yerleştirip temiz bir bez ile örtüyoruz. 2 gün bekliyor ılık bir yerde

3 . Gün hamur bulamacın içine 1 su bardağı un, 1 çay bardağı ılık su katarak iyice karıştırıp tekrar kabın üzerini örtüyoruz.

4 . Gün tekrar 1 su bardağı un, 1 çay bardağı ılık su ile karıştırıp dinlenmeye bırakıyoruz ılık bir yerde.

5 . Gün yaptığımız maya ekşi süt kokusunu alınca ekşi mayamız hazır demektir. Ekmek yapmaya başlarken bir parça ekşi mayayı bir kenara ayırıp geri kalanla hamur yaparak ekmek yapıyoruz. Kenara ayırdığımız ekşi mayayı çoğaltmak için aynı ölçüde 1 su bardağı un, 1 çay bardağı ılık su ilave ederek karıştırıyoruz. Böyle sürekli olarak ekşi mayayı devam ettirebiliriz. Mayayı buz dolabında saklamalıyız sıcaktan bozulmaması için. Ekmek yapacağımız zaman oda sıcaklığında maya ısınasıya kadar bekletip öyle ekmek yapmalıyız.

Gecenin geç saatlerine kadar oturup sohbet ettik çaylar içerek. Yarın yapacağım kahve etkinliği nasıl olacak endişesini duymadan İstanbul da olmanın mutluluğu içinde uyuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir