Mysia Yolları 2. Gün

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Hamidiye köyü – Bigadiç – İskele kasabası – Çaldere

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bazıları Vedat Karakaya’ya aittir)

 

bütün mesele yaşamakta

ölmekte değil kıraç

çorak toprakta yılmanı

demekte arayıp

arayıp seni bulmakta

seni güzeli namusu

ekin biçmekte

dal budamakta

umut dermekte

yürümekte

yürümekte

bütün mesele yaşamakta

ölmekte değil

deprem alır götürür

savaş gelir oturur

salgın süpürür

afrika’da

avrupa’da

asya’da oy

büyük küçüğü sömürür

dedim ya

bütün mesele

yumruk sıkmakta

göğüs germekte

sevda beslemekte

yaratmakta

yaratılmakta

Ölmekte değil

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, üzüm bağı, sürülmüş tarla ve dağ yamacı. Sol üst köşede parlayan güneş ve bisikletimde kartal tüyü.

Sabahın erken saatleri, henüz gün ağarmadı. Etraf zifiri karanlık olsa da ay ışığı ormanı aydınlatıyor az da olsa. Gün henüz ağarmasa da kuşlar kalkmış bile çoktan. Şimdiye kadar hiç duymadığım çoklukta kuş sesleri ormanı çınlatıyor. Çeşit çeşit, dört bir yandan gelen kuş sesleri insanı uyandırıyor. “Biz uyandık, hadi siz de uyanın” der gibi kuş cıvıltıları ormanı kaplamış durumdayken uyumanın olanağı yok. Kuş sesleri arasında sadece karatavuk kuşunun sesini tanıyorum. Çok güzel bir ötüşü var ama bir çok kuş sesi de karatavuk sesinden aşağı kalır yanı yok. Hani türküde “Ormanların gümbürtüsü” der ya işte kuş cıvıltıları o kadar çeşit ve çok ki ormanların gümbürtüsünü geçmiş durumda. Demek ki bu bölgede kuş çeşitliliği çok fazla. Hepsi bir arada olunca birbirleri ile yarışır durumda eşlerine sabah yemlenmeye gitmeden önce kur yapıyorlar. Gün ağarasıya kadar uyku tulumunun içinden çıkmadan kuş cıvıltılarını dinliyorum. Dinlediğim kuş seslerini ayırt etmeye çalışıyorum. Acaba bu güzel melodileri çıkarak kuş nasıl bir şey, adı ne, rengi ve boyutu nasıl? diye düşünerek zaman geçirdim.

Gün ağarınca çadırımın kapısını açıp dışarısının resmini çekiyorum. Çam ormanı, çalılar ve yeşillik görünüyor. Asfalt yolun bir kısmı da manzaramda.

Kalkar kalkmaz çeşmenin başına giderek elimi yüzümü yıkıyorum. Yüzümü yıkarken suyun geldiği deliğin ağzında örümcek ağlarını örmüş olarak görünce yakından resmini çekmeye çalıştım. Ama ağları o kadar ince ki gözlerimle gördüğüm ağ iplikleri resimde görünmüyor. Cep telefonumun mega pikseli yüksek olsa da bazı ayrıntıları göremiyor anlaşılan. Örümcek ağı daha yeni örmüş belli. Çünkü akşam yoktu. Kuşlarla beraber uyanıp sineklerin suya geldiğinde görünmez ağları örmesini bitirmesi gerek. Sinekler suya gelip ağa takılarak günlük besinlerini alıyor örümcek.

Suyun geldiği delik içeriye doğru oyuktaki delikten çanağın içine akıyor. Delik 5 santim yüksekte. Dökülen sudan arada sıçrayan su damlaları ağa takılmış bir kaç tane. Çember şeklinde kenarları olan kap ön tarafta kanal biçimindeki dar yerden de aşağıya dökülüyor. Çemberin etrafı kırmızı bola ile boyanmış magandalar tarafından.

Çeşmenin başından kamp alanı, çadırlar ve çamaşır ipinde kuruması için asılan çamaşırlarımız. Çadırlar çam ağaçlarının altında.

Erguvan ağaçları dere yatağında mor çiçeklerini açarak yeşilliğe renk katmış. Bu arada da ateşimiz de yanmaya başladı bile. Hem sabahın serinliğinde içimiz ısınsın hem de çayı demlemek için köz gerek.

Video, kamp ateşi, kamp alanında çadırlar ve orman.

Vedat matını ateşin yanına sererek uzanmış hem kendini hem de henüz kurumayan kısa pantolonunu kurutmaya çalışıyor. Ateşin etrafı taşlarla kaplı. Kısa pantolon kare patiskadan yapılmış.

Nafiz: “Saat kaç?” diye sorunca Vedat: “Saat 7.30 olmuştur” dedi. Ben de araya girerek “Ben demeden saat 7.30 olmaz” diyerek söyleyince “Hadi ya nasıl oluyor öyle” diyerek cevap verdiler. Ben de “Herhalde bileceğim, çünkü henüz cep telefonumun alarmı çalmadı. Saat 7 olmadan 7.30 olamaz” diye cevap verince bastık kahkahayı. Güne kahkaha ve neşeli olarak başladık. Sabah erkenden uyanınca zaman geçmiyor. Bu konuşmadan bir süre sonra cep telefonumun alarmı çalmaya başladı. Saat henüz 7. Semaver de çayımızı Nafiz demliyor görevli olarak. Kahvaltılıkları çıkarıp hazırlıkları yaptıktan sonra hep birlikte bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Pişileri bitirmeye çalışıyoruz ama o kadar çok vermişler ki bitmek bilmiyor.

Ateşin etrafında yere matı sererek oturmuşum sabah kahvesi pişiriyorum. 4 Antalyalı kendi sandalyelerine oturmuş keyif yaparken Cem ayakta dinelmiş durumda. Ateşi yaktığımız yer orman yangın yolu. Burada daha önce ateş yakılmış taşları duruyordu ocak biçiminde. Biz de aynı yere ateşi yaktık. Orman yangın yolu dik bir yokuş ile yukarıya kadar çam ağaçlarının arasını iyice açmış. Bunun nedeni orman yanarken diğer tarafa sıçramasın diye.

Doğu tepenin ardında olduğundan Güneşi biraz geç görüyoruz. Güneş çoktan doğmuştu ama bize görünmesi kahvaltıdan sonra oldu. Orman yangın yolunun bitiminde, tepede Güneş kendini parlak ışıkları ile kendini gösterirken hemen aşağıda, tam önümde bir çadır ve bisikleti orman manzaralı çekiyorum.

Kahvaltı bitiminde çadırları, eşyaları çantalara yerleştirip bisikletlerin bagajına yükledik. Yola çıkmadan önce çeşmenin başında son defa durup su şişelerini dolduruyoruz çeşmeden. Çeşmede ki örümceği ve ağını tekrar yakından çekmeye çalıştım ama pek başarılı değil çektiğim resimler. Yakın çekimde dökülen su çanağın altından su yüzeyine çıkarken hafif dalgalanması su yüzeyine yansıyan görüntü ve dibindeki görüntü yan yana harika görünüyor. Suyun berraklığı yaşama yaşam katar derecesinde saf ve temiz. Resmi yandan çekiyorum çanağı, örümcek çok küçük olması nedeni ile görünmese de ben yerini biliyorum.

Çeşme ve uzun yalağı çok işimize yaradı, suyumuzu içtik, duş aldık, yemek yapmak için, çayı da bu çeşmedeki su ile demledik. Kamp yapılacak bir yerde mutlaka su yada çeşme olmalı. Çeşmenin aynası taş duvar örülü. Yüksekliği 1 metre, uzunluğu da 10 metre civarı. Yalak duvar boyunca yapılmış betondan. Arkada çam ormanı başlıyor.

Bisikletim KUZ üzeri yüklü biçimde yola çıkmaya hazır. Gidonumda bulunan üç martı tüyü yanına dün yol kenarında aldığım kartal kanatlarından bir tane koparıp gidona takıyorum. Artık kartal tüyü bisikletim giderken kendi yarattığı rüzgarı hissedecek yol boyunca. Kartal aramızda olmasa da ruhu gökyüzündeki özgürlüğü devam edecek. Bisikletimin arka bagajında iki yanda çanta bağlı, üzerinde sosis çanta, yeleğim ve mat kancalı lastiklerle bağlı. Çantalarım turuncu renginde, araçların dikkatini çekiyor yolda giderken. Oturduğum selenin demirinde keçe kese asılı. Yolda bulduğum paraları kesenin içine atıp biriktiriyorum yol boyu. Arada köylerdeki çocuklara dondurma ısmarlıyorum kesedeki paralardan. Sele borusu altındaki kadro borusunda 1.5 Litrelik su şişesi çuval içinde. Etrafı ocak koruyucu alüminyum sac sarılı. Gidon çantam siyah, gidon sargısı kahverengi olarak sarılmış kelebek gidonumda. Gidonun solunda dikiz aynam arkayı kontrol etmek için. Gidon çantamın önünde Bakırçay temiz aksın levhası asılı. Aydınlatma lambam ve yanında martı, kartal tüyü duruyor. Kaskım da kelebek gidonumun sol tarafında asılı.

Yola çıkmadan önce çeşmenin üst tarafından yola çıkan arkadaşların resmini çekiyorum. Tam da yolun U dönüşü ile beraber. Biz soldan geldik, sağdaki yoldan aşağıya doğru gideceğiz. Yol kıyısında bir araç park etmiş.

Sonunda yola çıkabildik. Artık iyice büyümüş ekin tarlası baş vermiş olgunlaşması için biraz daha zamanın geçmesi gerek. Ekin tarlası bayağı geniş, bitiminde dere yatağı ağaçlarla örtülü. Ekinler yeşil bir denizi andırıyor.

Yola çıkar çıkmaz önümüzde birden bire yokuş başladı. Artık mecburen çıkacağız. Yol kıvrımlı olarak yukarıya gidiyor, etrafta yeşil ağaçlar, çalılar. En önemlisi de araba yok, ne güzel. Sakince yokuşu çıkıyoruz. İleride arkadaşlar ağır tempoda yokuşu çıkmakta

Çıktığımız yokuşun sol tarafı derin ve dibinde bir çay var. Kayalık arazi de olsa ağaçlar çay yatağını kaplamış durumda.

Bazı yerlerde çay hiç görünmüyor ağaçlardan.

Çay manzarası güzel olmasına güzel de insanların doğaya verdiği yıkım çok. Yol kıyısına inşaat artıklarını getirip molozları döktükleri yetmezmiş gibi yakınlarda olduğu belli olan inek çiftliğinden getirilen hayvan pislikleri de dökülmüş molozların yanına. Fazla gelen gübreler tarım arazilerine değil de çay kenarına dökülmesi çevreye büyük zararı var. Yağmur ile beraber çayın sularına karışan gübreler suyu da kirletiyor. Belki çaydan içme suyu elde ediliyor. Yazık!

Fazla gitmeden karşımıza Hamidiye köyü çıkıyor. Köy yokuş yukarı kurulmuş, henüz girişinde durup yokuşla beraber köyün tabelasını çekiyorum. Evler de tabeladan sonra başlıyor. Yol kıyısında kavak ağaçlarının iri gövdeleri, karşıda ise bahçe duvarının dibinde incir ağacı.

Köyün hemen girişinde bir borudan akan çeşme önündeki yalağa dökülüyor. Yalağın baş tarafından, uzunlamasına durgun görünen su yüzeyini borudan akan su ve solda bisikletim KUZ olarak resim çekiyorum. Su yüzeyinde gök yüzü ve ağaçların yansıması görünüyor. Arkada birer, ikişer katlı köy evleri benden yüksekteler.

Köye giriş yaptıktan sonra tuğla duvar örülü bir binanın gölgesinde arkadaşları beklerken görüyorum. Ceyhun yolun ortasında duruyor, Cem de soldaki evin bahçe duvarına oturmuş durumda.

Yanlarına gelince Vedat’ın lastiği patlamış, o yüzden bekliyorlardı. Lastik patlarken dış lastiği de yarmış 8 santim kadar. İç lastik neyse dış lastik yarılması kötü. Köyde yedek lastik bulmak zor. Köyün ilkokulunun bahçesine girip bank üzerinde oturarak tamire başladık dış lastiği. Epey yol yapmış lastikler artık ömrünü tamamlamış olmalı. Lastiği tamamen söktük. Mehmet Ali de iğne, iplik var, dış lastiği dikmeye başladı. Vedat ta ön tekerlekteki lastiği söküp arka tekerleğe takıyor bu arada. Bisiklet yükü arkada daha çok olduğu için hasarlı lastik önde olması daha iyi olur. Ceyhun patlamış olan iç lastikten şeritler kesiyor makasla. Bankın solunda yapacak işi olmayan Nafiz elini çenesine dayamış öyle oturmuş düşünüyor. Yanında Mehmet Ali lastiği dikerken Cem de nasıl dikiyor diye bakıyor. Onların yanında da Ceyhun iç lastikten şeritler keserken Vedat ta arka tekerleğe önden söktüğü takarken yere oturmuş durumda. Ben de hepsinin bu çalışkan halini çekiyorum. Tam bir ekip olarak olayı çözümlemeye başladık.

Mehmet Ali lastiği dikerken daha yakından çekiyorum. Lastik pek kolay dikilmiyor, o yüzden yanında oturan Cem arada iğneyi havada tutup Mehmet Ali’nin iki eliyle lastiğe operasyon yapmasına yardım ediyor.

Dikme işi bitince Ceyhun’un kestiği şerit lastik ile dikilmiş olan bölgeyi Bant gibi sıkıca sarmaya başladı. İç lastik dışa taşıp patlamasın diye.

Henüz lastik işi bitmediğinden yapacak işi olmayan Cem okulun bahçesindeki oyun parkında kaydırağın yere yakın olan yere uzanıp kestirmeye başladı. Bir dönerli kaydırak turuncu renkte, bir tane de düz kaydırak turkuaz yeşil renkte. Kaydıraklar polyesterden yapılmış, merdivenlerden çıkılıyor. Sarı boyalı demir korkuluklar takılmış çocuklar merdivenlerden düşmesin diye. Kaydırağın sağında iki salıncaktan bir tanesi sağlam. Diğeri yok ama yeri duruyor. Yer kum ile kaplı. Daha sağda ise tahterevalli duruyor. Tuğla örülü bir bina, bahçenin sınırını belirlemiş.

Burası ilkokul, öğrenciler derste. Okulda ana sınıfı olmalı ki iki çocuk binanın içinden kafalarını çıkarıp bana bakıyorlar. Ben kafamı çevirince gülerek içeri kaçıyorlar. Böylece kendi aramıza bir çeşit oyun oynamaya başladım çocuklarla. Resim çekmeye fırsat vermeden içeriye kaçtıklarından elimde cep telefonu ile hazırda bekleyerek çocuklardan sadece birinin resmini çekebildim. Sıvası ve boyası yer yer dökülmüş okul binasının duvarı, ileride okula giriş geçidi. Geçitte kendini yarım olarak gösteren sarı renkli elbise giymiş çocuk bana bakarken. Geçidin diğer yanında çeşme var. Geçidin çıkışında iki direk destekli balkon çıkıntısını tutuyor. Duvar Bej renginde.

Biz lastik tamiratı ile uğraşırken teneffüs zili çalıyor. Az sayıdaki ilkokul öğrencileri bizi bahçede görünce yanımıza gelip neler yaptığımıza bakmaya başladılar. Haliyle aralarında en yaramazları sorular soruyor merak ettiği, bilmediği, anlamadığı konularda. Diğerlerinden pek ses çıkmıyor. Aralarında girişken olunca konuşmaya gerek duymuyorlar. Sadece çenesi düşük, köyü şivesi ile sürekli konuşuyor. Ben de elçek ile beş öğrenciyi yanımda beraber resim çekiliyoruz. Okul kıyafetleri üzerinde, Mayıs ayında havalar ısınınca turuncu renkli tişörtünü giymişler. Yanımdaki çocuğun tişörtünün rengi sarıya dönmüş neredeyse. En arkada bir kız çocuğu var. Gözlük takmış, üzerinde aynı tişört ve ekose jile dedikleri okul forması. En yaramazları dediğim çocuk resim çekilirken bankın üzerine çıkıp en yüksekte kendini gösteriyor.

Tamirat işi bir saatten fazla oyalanmamızı sağladı köyde. Vedat’a yavaş gitmesini söyledik. Tamirli tekerleği öne taktık ve frenleri boşta, çünkü dış lastiğe bağladığımız lastik fren yerlerini kapatmış durumda. Tempomuzu ona göre ayarlayacağız. Hep önden gitmesini seviyor, adı üstünde avucumun içi Vedat. Buraları avucunun içi gibi biliyor. Ama dikkatli gitmesi gerek, lastiği yaralı. Sonra yolda kalmayalım hepten. Tamirat bitince yola çıktık, köyün içinde meyve tartmak için elektronik bir kantar görünce yükümüz ne kadar ağır acaba diye merak ettik. Çantaları çıkarmadan nasıl tartarız diye düşünürken herkes bisikletini eline alıp kantara çıkarak tartılıyoruz. Sonra kendimizi tartıp çıkan sonuç bisikletimizin ağırlığını bulduk. En havaleli görünen Ceyhun Altın önde çantaları olmasına rağmen en hafif onun bisikleti geldi. Nafizin boyu ve kilosu dolayısı ile bisikleti ile kantara çıkınca 150 kiloyu geçip kantar error verdi. Nafiz’in bisikletini bir şekilde kantarda tartınca 60 kiloyu geçti. En yüklü Nafiz geldi. Benim 55 kilo ağırlığım vardı bisikletim KUZ ve yükü. Tartılma işini halledip yükümüzün ağırlığını öğrendikten sonra yola çıktık.  Kısa bir tırmanıştan sonra epey bir inişe geçtik Kıyıda makilik çalılar ve bir uzun kavak. Kavağın olduğu yerde ekin tarlası var. Yol kıvrılarak aşağı iniyor.

Düzlüğe indik, burası Bigadiç ilçesinin olduğu yer. Yanından da Simav’dan doğup buradan geçen Simav çayı yatağının resmini çekiyorum, yatak epeyce geniş bir alanda az da olsa akıyor.

Vedat’ın bisikletine dış lastiği Bigadiç te buluruz diye gireceğiz. Simav çayının üzerindeki köprüden geçerken yakında olan otelin kanalizasyonunun tamamen çaya aktığını üzülerek görüyorum. Göz göre göre arıtması olmayan bir işletme çayı kirletmesi Belediyeni çevreye pek önem vermediği anlaşılıyor. Simav çayı bir çok köy, kasaba, şehirden geçerek tarım arazilerini suluyor. Burada ve eminim ki başka yerlerden de çaya karışan lağım suları çayı iyice kirleterek sağlıksız bir tarımdan elde edilen ürünleri yiyoruz. Simav çayı Bursa’nın Karacabey kasabasının yanından geçerek Uluabat gölünden çıkan kanalla birleşip Marmara denizine dökülüyor. Bir yere kadar Simav çayını takip edeceğiz.

Bigadiç ilçesine geldik. Giriş tabelasında yazdığına göre Nüfusu 49539. Biz de 6 kişi giriş yapınca nüfusu biraz daha kalabalıklaştı.

Bigadiç Bor madenlerinin olduğu bölge. Dünyada % 70 rezerve sahip ülkemizden çıkan bor madeninden yeterince faydalanamıyoruz. Politikacılar (İkiyüzlüler) sayesinde ülkemizde çıkan bor madenlerinde dışa muhtaç olarak yaşamaya devam edeceğiz. Şehrin girişine yakın bir yuvarlakta beş tane lale görünümlü aydınlatma direği dikilmiş. Gövdeleri yeşil, laleler kırmızı renkte içi boş. Lalelerin altında aydınlatma lambaları dışa doğru ikişer tane çıkarılmış. Her direk arası ip gerilerek Türk bayrakları asılmış küçük küçük. Laleleri tam ortasında madenci vagonu rayların üzerine konulmuş siyah renkte. Vagonda BOR yazısı yazılmış ve içinde bor madeni konulmuş.

Kasabanın içinde bisiklet sürerken buralarda hala kullanılan, eskiden kullandığımız odunlu termosifonları görüyorum dükkanın birinde. Dükkanın önünde kalın bahçe hortumları kangal olarak satılmayı bekliyor. Renkleri de sarı, siyah, pembe ve yeşil renkte.

Şehir içinde çeşme görmemiz iyi oldu. Suları doldurup tazeliyorum çeşmeden. Resmini de çekiyorum Üzerinde altın renginde tabelada Arapça Bismillahirahmanirahim, altında da Mehmet Saltık Hayratı yazılı. Hayrı yapana dua ediyorum çeşmeyi yaptırdığı için. Çeşme Üzeri kemerli bir sıra tuğla işli, duvarları tamamen tuğla görünümlü kırmızı boyalı taş ile kaplı. Çeşmenin suyundan değdiği yerler yosun tutmuş. Altta yalağı var.

Kasabanın bisikletçisini sora sora bulup dükkana vardık. Dükkan sahibi sağ olsun bizim gibi gezgin bisikletçileri görünce çok sevindi. Her zaman bu kadar kalabalık gezgin uğramaz buralara diyerek, lastiği değiştirirken çayları ısmarladı anında. Vedat’ın tekerleğine yeni dış lastik takıldı. Artık rahatça yola devam edebiliriz. Gerçi tamir işini o kadar iyi yaptık ki Bursa’ya kadar rahat gidebilirdi bisiklet. Dükkana destek olsun diye kendime kancalı lastik aldım iki tane. Her zaman işe yarar, kenarda dursun.

Nafiz, dükkan sahibi ve Vedat resim çekiliyor dükkan önünde. Vitrin camı ayna gibi yansıttığından içerisi pek görünmüyor. Dışarıda satışa hazır yeni bisikletler duruyor.

Lastik işi hallolduğuna göre sıra acıkan karınlarımızı doyurmaya geldi. Zaten öğle zamanı, yola çıkmadan karnımızı doyurmamız gerek. Bisikletçi bize yemek yiyebileceğimiz yeri gösterdi. Biz de bir şeyler yemek için lokantanın bahçesine oturduk bir masaya. Hazır garson gelmişken bizi şöyle bir çekiver diyerek kamerayı veriyoruz eline. Dünya’da en çok resim çeken garsonlar olduğuna göre bu garson da artık iyice resim çekmesini öğrendiği için 6 kişiyi masanın etrafında otururken bir kareye sığdırmayı başarıyor.

Masa mavi plastik, sandalyeler de beyaz plastik, yerlerde plastik suni yeşil çim, taş duvarın üstünde plastik yeşil çit ile kapatılmış. Dışarısı görünmüyor. Yani her taraf plastikten yapılmış. Bir tek duvar taştan örülmüş.

Yemekten sonra yola çıktık, yine köy yollarındayız. Yol yeni sıcak asfalt dökülmüş, kaymak gibi. Gelen giden de yok, serbestçe yolda gidiyoruz. Yol şimdilik düz, ovadayız. Bisikletim KUZ yolda park etmiş durumda, az uzakta arkadaşlar bekliyor yolun ortasında. Sağda söğüt ağaçları.

Bigadiç yöresi zengin bor yataklarına sahip. Burada önemli miktarda bor madeni çıkar ve dışarıya ihraç edilir. Dünya’nın neredeyse % 70 bor rezervine sahip olan ülkemiz bu zenginliği yeterince değerlendirip kullanamıyor. Kötü yöneten politikacılar (ikiyüzlüler) sayesinde her şeyimizi yabancı firmalara satarak dışa bağımlı kalmışız. Ve giderek te kötüye gidiyor ülkemizin durumu.

Karşımda Bor madeninden çıkan toprakların yığıldığı tepe görünüyor. Tepe eteklerinde kamyonların kullandığı kademe kademe yol görünüyor. Kamyonlar çıkan toprakları tepenin üzerine döküp tepeyi yükseltiyorlar.

Rüzgar hala Lodos esmeye devam ediyor. Yolun yanındaki yamaçta kaya kütlesi üç parçaya ayrılmış, ilginç bir kayayı oluşturmuş. Arkamızdan esen rüzgar bulut parçalarını üzerimizden geçerken küçük gölgeleri altında kalıyoruz bazen.

Henüz düzlükteyiz, ovada kıvrılarak giden yolu ilerideki tepelere kadar gittiğini görüyorum. Asfaltın yeni döküldüğü belli oluyor, üzerimizden geçen bulutları izleyip kaymak gibi asfalt üzerinde bisikletlerimiz yağ gibi akıyor.

Ova bitmek üzere, az sonra tepelerin dibine gelince tırmanışa başlayacağız. İleride, yamaçta bir köy görünüyor.

Önceden gördüğümüz yamaçtaki köy İskele kasabası imiş. İskele kasabası bor madenlerinde çalışan işçilerin aileleriyle birlikte oturmaları burayı kasaba yapmış. Önceden belediyesi olan İskele kasabası artık belediyelikten çıkıp köy haline gelmiş. Belediye zamanında dikilen tabelada “İskele kasabasına hoş geldiniz Nüfuz : 2158 Belediye” yazısı yazılmış bir zamanlar.

İskele kasabasında mola veriyoruz bir kahvede. Kahve kalabalık, kendimize anca bir masa bulabildik. Kasabalılarla sohbet ediyoruz çay içerek. Akşam olmak üzere diyerek kamp atabileceğimiz bir yer soruyoruz. Sorduğumuz arkadaş ta bizimi kalabileceğimiz uygun bir yeri tarif ediyor. Daha çok Vedat bu konuda bilgi almaya çalışıyor. Ne de olsa tur sorumlusu Vedat. Gerekli bilgileri alıyoruz kasabalılardan. Zaten ne zaman kamp yeri sorsak insanlar elinden gelen bilgiyi, yardımı bizlerden esirgemeden yardımcı olmaya çalışıyorlar. Şimdiye kadar olumsuz cevap almadım. Hep yardım ettiler, hatta hiç tanımadıkları halde evlerinde misafir etmeye çalıştılar. Ama kendi çadırımda kalmayı tercih ettim şimdiye kadar. Davet eden kişinin durumunu bilmediğimden kalmamayı seçiyorum. Belki durumu uygun değil, misafirini en iyi ağırlamak için bütçesini zorlayacak. Bu duruma düşmesini istemem. Bana gerekli olan sadece çadır kurabileceğim bir yer. Çeşmesi de olmalı yanında. Bu oldu mu kamp atmak, kendi çadırımda uyumak en iyisi.

Kahvenin arkasında, az aşağıda bir bahçe görüyorum. Burada kamp atılabilir, uygun bir yer ama henüz erken kamp atmak için. Biraz daha yol almalıyız. Bahçede koca çınar ağaçları ve söğüt ağaçları dikilmiş. Bahçenin çoğu yeri ağaçların gölgesi vurmuş.

Kasabalıdan gerekli bilgiyi alıp çayları içtikten sonra yola çıkıyoruz. Rehberimiz Vedat, önden önden gidiyor tarif edilen yeri bulmak için. Güneş neredeyse tepenin üzerine iyice yaklaştı. Son ışıkları iyice parlaklaştı, Üzüm bağı ve yeni sürülmüş tarla Kartal tüyümün arkasında manzarayı oluşturuyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Sonunda tarif edilen yere geldik. Çaldere köyü ilerisinde piknik yapılan bir yer. Burada küçük bir çay akıyor, Çaldere isminde akan çayın yatağı söğüt ağaçları ile tamamen örtülü. Çeşme ve tuvaleti olması bizim için yeterli. Hava kararmadan akşam için çevreden kuru odun parçaları topluyoruz el birliğiyle. Güneş tepelerin ardına çekilse de ışıkları karşı tepelere hala vuruyor. Yeterince odun toplayıp kamp alanına getirdik.

Yoldan aşağı inen yol bir düzlüğe kavuşuyor. Çayın yatağı söğüt ağaçları kaplamış, vadi boyunca gidiyor tepelerin arasından. Karşı tepelere güneş son ışıklarını vururken odun toplamaktan gelen üç kişi soldaki çam ağaçlarının altına doğru gidiyor.

Cem Tabanlı’nın bisikletindeki park ayaklığının cıvatası sık sık gevşiyordu. Cıvata da uzun olunca rondela olarak 10’luk bir çiviyi pense ile keserken sapı kırıldı. Rahmetli Kayın pederden kalan pensemin kırılması beni derinden etkiledi. Fransız malı, sağlam ve kaliteli bir pense idi. Onunla bir çok iş yapmıştım. Anıları çok ama basit bir çiviye yenik düştü. Pensemin kırılması üzmüştü beni.

Güneş batınca Ay çıkıyor ve gökyüzünden tüm ışıklarını yeryüzüne vurarak ortalığı aydınlatmaya başladı. Her ne kadar Ay ortalığı aydınlatsa da bizi ısıtmıyor. Kamp ateşini yakıp hem ısınıyoruz hem de yemeğimizi pişireceğiz.

Gecenin mavisinde parıldayan Ay ve yanan ateş.

Yemeği yine aşçıbaşımız Mehmet Ali üstlenmiş olarak kendine kamp ateşinin yanında ayrı küçük bir ocakta pişirmeye başladı. Kamp ateşinden aldığı yanan odun parçalarını tavanın altına sürerek yemeği pişirmeye başladı.

Bizler de artık yapacak işimiz kalmadığından üstümüze uzun kolluları giyip ateşin başında ısınarak yemeğin pişmesini bekliyoruz. Nafiz ve Cem ateşin başına oturmuş durumda. Yalımların ışığı yüzlerini aydınlatıyor.

Mehmet Ali kampçılığı ve izciliği bildiği gibi yemek yapmasını da çok iyi biliyor. Üç, dört tane dal parçası ile üç taşın arasında tavada pişen yemeğin durumuna göre ya dalları geri çekip ısıyı azaltıyor, ya da dalları ileri sürüp tavanın ısısını yükseltiyor. Bunu yaparken onu izlemekten kendimi alamıyorum. Büyük bir zevkle yemeği pişirmesini, ortalığa yayılan nefis yemek kokusunu içime çekerek sabırla bekliyorum acıkan karnımla. Böyle pişen bir yemek çok lezzetli olur.

Üç taşın üzerinde tava, altında az ateş. Kenara çekilmiş ucu yanan dal parçaları ve Memedali’nin ayakları. Tava ateş üzerinde.

Yemek gerçekten leziz olmuş. Ömrümde böyle yemek yemek pek kısmet olmasa da şanslı biri olarak bu ziyafete katıldım. Yemeğin ardından kahveler benden, çaylar da Nafizden. Sohbet ise ortaklaşa gecenin Ay aydınlığında sürüp gidiyor. Bu gün Vedat’ın lastiğinin yarılması, tamiri ve yeni lastik alıp değiştirmek zamanımızı epey aldı. O yüzden bu gün az kilometre yaptık. Sohbetimiz daha çok bu gün yaşadıklarımız ve yarın gideceğimiz rota üzerine oluyor. Beraberliğimizin ikinci gününde uyumlu biçimde neşeli olarak günü bitirmenin mutluluğunu yaşadık. Fazla geç olmadan çadırlara girip yatıyoruz

Bu gün az da olsa 38 Kilometre civarı yol yapmışız. Bu günlük yeterde artar bile.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir