19 Eylül 2013 Perşembe
They are used to treat infertile couples who want to conceive for any reason, and can increase their chances of conceiving. It has the same effect as streptomycin https://meenzerpflege.de/53027-asthma-budesonid-kaufen-11061/ but has fewer side effects. My son was on the med for over 10 years and the side effects were horrible.
Adverse effects of lorazepam are well known to those skilled in the art. I would like to see my doctor to Saint-Ghislain understand the difference. We provide quality prescription medications at a good value.
Bergama – Aliağa – Menemen – Bostanlı- Balçova
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Telli Turna
Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni simdi ki bana
Sakin çıkma patika yollara
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna
Telli telli telli su telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka
Ne kalır yarına bizden sonraya
Her şey binip gitmiş uçurtmalara
Murathan Mungan
Öne çıkmış olan görsel, bisikletimin gidonuna takılı aynada, arkadan gelen kamyon yansıyor.
Harika bir uykunun ardından uyanıyorum. Çamlarda yaşayan binlerce serçenin cıvıltıları ve kumruların gugukları ortalığı kaplamış. Parkın içinde bu kadar kuşun barınması ve hep bir ağızdan kendi şarkılarını söylemesi insanı rahatsız edecek kadar bir gürültü seviyesine ulaşıyor. Nisan ayında burada iki gece kalmıştım o yüzden kuşların bu sabah telaşlarını bildiğimden alışığım. Gece hepsi uyuyor, sadece bir tane guguk kuşu var ve bütün gece 10 saniyede bir hiç durmadan guguk – guguk diyerek sabaha kadar onun sesi hakim. Buranın güvenlik görevlisi guguk kuşundan rahatsız olduğunu söylemişti, göremiyorum çamların arasında yoksa yakalasam vuracağım diye dert yanmıştı. Saat 05:00 sırlarında kuşların hepsi birden uyanıyor henüz gün ağarmadan. Başlıyorlar cıvıl cıvıl konuşmaya, ilk önce her kuş diğer kuşa günaydın, hayırlı sabahlar diyor tek tek. Haliyle binlerce kuş birbirine günaydın demesi uzun sürüyor. Ardından sıra geliyor sen ne tarafta yem bulacaksın, ben bu gün şu tarafa gideceğim muhabbeti başlıyor. Herkes gideceği yönü belirledikten sonra gruplar halinde çeşitli yönlere doğru uçup gidiyorlar. Saat 07:30 gibi tüm kuşlar gitmiş oluyor, çam koruluğunda ses kalmıyor böylece. Birden bire ortalık sessizliğe bürünüyor, sanki Dünya varmış gibi.
Sabah güneş kendini gösteriyor tüm ışıltılarıyla çamların arasından. Güneşin parlaklığı bu günün açık ve güzel olacağına işaret.
Bu gün daha da sevinçliyim, ev özlemi iyice arttı doğrusu. 18 gündür yollardayım, ilk defa bu kadar uzun süre bisiklet üzerindeyim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltı için hazırlıklara başlıyorum. Can henüz kalkmış her zaman olduğu gibi eşyalarını yağmur geçirmez ama kullanışsız, cebi olmayan çantalarına eşyalarını tek tek yerleştirmeye çalışıyor. Haliyle uzun sürüyor toplanması. Kahvaltı etmeden yola çıkacak, Aliağa’da izban metroya yetişmesi gerek 11:30’a kadar. Yoksa 60 km daha pedallaması gerek. Benim acelem yok, akşam 20:00 de izban metroya bineceğim. Can hazırlandıktan sonra vedalaşıp yola çıkıyor. Ben yalnız kalıyorum son günümde. Olsun artık ne yapalım bu gün de böyle olacak. Sabahın seherinde çadırım ve ağaçlar alaca karanlıkta.
“Yemek yeme üstüne bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”
diyen Cemal Süreya haklı bence. İnsan kahvaltısını elinden geldiği karar çeşidi bol ve zengin bir kahvaltı hazırlamalı kendisine. Çantamda kalan son kahvaltılıkları çıkarıp soframı hazırlıyorum. Bir güzel de çayımı demliyorum tavşan kanı gibi. Ekmeği de Danişment köyünden almıştık, hala duruyor. Elçek ile kendimi ve kahvaltı soframı diğer çardaklarla birlikte çekiyorum.
Son kalan acı biber salçası, bal, zeytin ne varsa masamı süslüyor. Bir güzel kahvaltımı yapıyorum parkın sessizliğinde. Henüz sabahın erken saatleri, sadece bir iki kişi sabah yürüyüşü yapıyor parkın içinde. Günaydın diyerek birbirimizin gününü kutluyoruz karşılıklı. Masada; cezve, şeker şişesi, çaydanlık, etrafı koruyucu ile çevrili, sarı su matarası, ekmek, çay bardağı, salça kutusu, içinde sarı saplı bıçak, zeytin kutusu, Trakya’da satıcının verdiği zeytinler hala bitmedi. Çok bereketliymiş. Bal kutusu, salça sürülmüş ekmek dilimi, bir parçası ısırılmış, zeytin çekirdekleri. Bunların hepsi beyaz havlu peçetenin üzerinde. Peçete çok geniş.
Kahvaltı yaparken bir misafirim geliyor yanıma miyavlayıp yalanıyor. Kediye ekmekten başka verecek yiyeceğim yok doğrusu. Bir kaç lokma veriyorum kuru ekmek sadece. Sanırım aç hayvan ekmeği yemeğe başlıyor. Ekmeği yerken de az ilerde kumruları da kesiyor bir taraftan. Ama kumrulara doğru hamle yapmaya niyeti yok gibi. Sadece arada bir kumrulara doğru bakıyor. Sanki avcılık yeteneğini yitirmiş gibi öylece kuru ekmeği yemeye çalışıyor.
Aklıma Aşık Mahzuni Şerif türküsü geliyor
Bilmem ağlasam mı
Mevlam gül diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı
Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi
Mahsuni Şerifim dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir sultanlar gibi dar ağacını
Bilmem boylasam mı boylamasam mı
Aşık Mahzuni Şerif
“Yiğit muhtaç olmuş kuru ekmeğe…” Kedi ekmek yerken çekiyorum bir poz.
10 metre ileride iki tane kumru kedinin bir şey yapamayacağını sanki biliyormuş gibi rahatça dünden kalmış kırıntıları yiyorlar çimenlerin üzerinde.
Eh kahve altını yaptık sıra geldi kahve içmeye. Cezveme tek kişilik kahve hazırlıyorum, etrafta kimse yok. Şanslı 3 kişi olsaydı onlar da içebilirdi kahvemden. Cezve ocağın üzerinde, yanında fincan, çay kaşığı ve çakmak.
Kahve pişiyor bol köpüklü fincanın içinde. Cezve ve ispirto ocağı.
Elçek ile kahve keyfimi çekiyorum. Saçlar değil de sakallar birbirine karışmış durumda ama gayet memnunum bu durumdan. Cildim biraz dinlenmiş oluyor 18 gün boyunca.
Kahvaltının ardından toplanıp bisikletime yüklüyorum eşyalarımı. Yola çıkıyorum yavaş yavaş. Gece girdiğimizde Bergama tabelasını çekememiştim. Karşıya geçip resmini çekiyorum. Tabelada; Bergama, Nüfus: 81400 yazıyor.
Ve Bergama dan ayrılmış oluyorum böylece. Bergama çıkış tabelasına çapraz kırmızı şerit çekilmiş.
İzmir 103 km diyor ama ben Aliağa ya kadar gideceğim aheste aheste. 50 km civarı. Tabelada D240, İzmir 103, Çanakkale 238 yazılmış. Bisikletim KUZ solda park halinde.
Keşan’a giderken karşıda görünen tepelerin ardından gitmiştik. O yol daha kestirme, Bergama dağın dibinde kurulduğundan ana yol Bergama’ya yakın yere kadar girip tekrar sola dönüyor. Haliyle yol uzamış oluyor böylece.
Ana yol, Çanakkale – İzmir kara yolu. Asfalt düzgün olduğu için bisiklet akıp gidiyor. Karşıda sivri bir tepe var.
Mısır tarlası, hayvanlara yem olsun diye yetiştiriliyor. Henüz biçilmemiş, öyle bir sarı rengi var ki insan bakmaya doyamıyor doğrusu.
Kimi tarla da yemyeşil, kimi sürülmüş, kimi sapsarı. Bakır çayın suladığı bu bereketli ova binlerce yıldır burada insanlar yiyecek besinini yetiştiriyor.
Mısır tarlaları düzenli sıra halinde ekilmiş, henüz sararmaya başlamış.
Bakırçay köprüsünden geçiyorum, su var ama burnuma pis kokular geliyor. Köprü korkuluğu, Bakırçay tabelası ve akan nehir.
Pis kokuların sebebi sanayi artıkları ve lağım arıtılmadan direk Bakırçay’a bırakıyorlar sularını. Belki de kanalizasyon da bırakılıyordur çaya. Cezalar caydırıcı değil, yetkililer denetlemiyorlar, fabrika sahipleri paralı, istediği şeyi yapıyorlar göz göre göre. Bakalım nereye kadar kirletecekler dünyayı. Elbet kendine zararı olacak ama onlar bunun farkında değiller. Sadece daha çok kazanayım telaşındalar. Geleceğe temiz bir dünya bırakma niyetinde değiller. Gördüğümüz tarlalar buralardan sulanıyor ve bu kirli sular besinlere bir şekilde geçmiş oluyor. İnsanlar da doğal besleniyorum zannediyorlar.
” Biz büyüdük ve kirlendi dünya”
Yol iyi güzel de tarlasını sürüp işi bittikten sonra çamurlu tarladan ana yola çıkarak yolu lastiklerinden bıraktığı çamurlarla berbat etmeleri yok mu. Bu da ayrı bir sorun, traktörleri ana yola çıkarmadan yan yollarda hareket etmelerini sağlamak gerek. Dün yağmur yağmış ve tarlasından çıkan bir traktör bu hale getirmiş kara yolunu. Tabi ki bisikletle emniyet şeridinde biz gidiyoruz.
Nihayet denizi görüyorum zeytin ağaçların arasından, Yenişakran’a gelmek üzereyim.
Yol hızla altımdan kayıp gidiyor sanki. İnsan farkında olmuyor ama saat henüz erken ve ben Yenişakran’ı geçtim bile. Aliağa’ya az bir yolum kaldı. Kendimi elçek ile çekiyorum, başımda sarı kask, sarı gözlük var.
Burası hacı Ömerli köyü, Esas köy yukarılarda ama köy terkedilip ana yolun dibine taşınmış. Burada liseden arkadaşımın ailesinin evi vardı. 1980 öncesi gelip burada zıpkınla balık avlar denize girip yüzerdik. Denizin içinde tarihi sütunlar görmüştüm o zamanlar. Bir zamanlar burada medeniyetler kurulmuş. Ama deniz altında kalmış antik yıkıntılar. Ne kazı yapan, ne de araştıran. Deniz kıyısını çekiyorum.
Karayolları bir tabela koymuş yolun kıyısına ” Karayolumuzu temiz tutalım” diye de yazı yazmışlar. Fakat öyle pek temiz tutan yok, sadece yazıda kalıyor. İnsanlar her şeyi arabadan dışarı atmaya devam ediyor düşüncesizce.
Şimdiye kadar gördüğüm en güzel köprülerden bir tanesi. Daha önce geçtiğim köprülerin hepsi dardı ve mesafe olmadığı için emniyet şeridi yoktu. Bisikletle köprü geçişlerinde dikkatli geçmezsen tehlikeli oluyordu. Bu köprüde görüldüğü üzere emniyet şeridi genişliğinde köprü geniş yapılmış. Duble yol yapımları yeni yapılıyor ve yeni köprüleri inşa ediyorlar. Herhalde köprüyü yapan müteahit diğer köprüleri dar yaparak malzemeden çalıyorlar büyük ihtimalle. Karayolları denetçileri de buna göz yummuş şimdiye kadar. Bu köprüde çalınmadan tam yapılmış.
Henüz saat 11:00 erken vardım Aliağa’ya. Yol güzel olunca çabuk geldim doğrusu. Biraz daha erken davransaydım izban metro saatine yetişebilirdim sanırım. Akşam 20:00 de almaya başlıyorlar metroya bisikletleri. Bakalım ne olacak. Tabelada; Aliağa, Nüfus: 53600 yazıyor.
Aliağa girişinde sahil yolu bisiklet yoluna giriyorum. Girmemle birlikte lastiğim de patlıyor. Lastiği söküp yama yaparak tamir ediyorum. Ön tekerlekte dinamo var ve kabloları sökmem gerektiğinden sökmeden yama yapıyorum lastiğe. Lastiği şişirip devam ediyorum, bir süre gittikten sonra tekrar lastik iniyor. Artık yamayla uğraşmıyorum, ileride balıkçı barınağı var, orada tekrar bakarım diyerek yola devam ediyorum lastiği şişire şişire. Katlanır tabure, KUZ ve iç lastiği dışarda ön tekerlek.
Balıkçı barınağına varıyorum, karnım da acıkmıştı. hemen balık ekmek söyleyip karnımı ilk önce doyuruyorum bir güzel. Aç ayı oynamaz hesabı, lastik iyice indi çünkü. Karnım doyduktan sonra ön tekerleği söküp lastiği yedek lastik ile ilk önce değiştiriyorum. Daha sonra yedekleri iyice patlaklarını tespit edip yama yaparak yedeğe alıyorum. İşim bitince balıkçıya veda edip yola koyuldum. Ana yola çıkmadan şehir merkezine kadar giderek oradan ana yola çıkacağım. Brandadan çadırda balık pişiriyor. Adı da; İskele Çakıcı balıkçılık. Köşeleri ve üstü beyaz, diğer tarafları kırmızı renkte.. Penceresine enine, mavi – beyaz şeritli çarşaf ile kapatılmış.
Bir süre sonra Aliağa metronun olduğu yerden çıkıyorum, metro saatini beklemeye gerek yok. Aklıma Eski Foça – Menemen arası yolun nasıl olduğunu sizlere göstermek. Bu yolda bisiklete binmek istemezsiniz. Aliağa belediyesi her gün tarih değiştirerek iyi yolculuklar dileklerini belirtiyor. Bu gün 19 . 09 . 2013 tarihi yazılmış. Küçük bir yamaca tarih ve Aliağa belediyesi iyi yolculuklar diler yazısı yazılmış. Yeşil zemin üzerine beyaz harflerle.
Aliağa ağır sanayi bölgesi, burada Türkiye’nin en büyük rafinerisi, petrokimya tesisleri, ark fırınlı demir – çelik fabrikaları, haddehaneler, hurda sahaları ve bunlara ait onlarca büyük iskele bulunuyor. 18 Yıl bu bölgede Demir çelik fabrikasında çalıştım vardiyalı olarak. O yüzden bilirim buraları. Elektrik üretimi özelleşip üretimi kendileri yapınca fabrikalar kendilerine rüzgar türbini kurmuş, kimisi de kuruyor.
Burada doğal gaz çevrim santrali bulunmaktadır. Ağır sanayi fabrikalarına yetmeyecek kapasitede ama biraz olsun temiz doğal gaz yakarak elektrik enerjisi üretiliyor. Toplam kurulu gücü 270 MW olan santralin yıllık üretim kapasitesi 2,15 milyar KWh. Dört bacalı elektrik santrali ve elektrik iletim hatları direklerle taşınıyor şebekeye.
İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.
İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.
İşte size bahsettiğim tehlikeli yol bölümü; Yeni Foça kavşağından başlıyor Buruncuk köyü, Gediz nehri köprüsüne kadar emniyet şeridi yok. Aliağa bölgesi ağır sanayi fabrikaları barındırması kamyon, tır, tanker araçlarının bol olması demek. Haliyle trafik te yoğun oluyor bu bölgede. Ayrıca bir çok büyük iskele olması da dışalım – dışsatım yapılıyor bir taraftan. Onların araçları da eklenince yolda tır, kamyon çok oluyor. Önümde iki tır kamyon ve dar emniyet şeridi. Tabelada burada 90 Km hız sınırını belirtmiş.
Hele yolun bazı bölümleri o kadar dar ki hiç emniyet şeridi yok denecek kadar. Ben de sürekli olarak dikiz aynamdan arkamı kontrol ediyorum. Yolun asfalt olmayan kısmında toprak berbat ve bisikletle gidilebilecek durumda değil. Beni gören kimi sürücüler yolun hafif solundan bana zarar vermemeye çalışarak geçiyorlar. Tır olsun kamyon olsun çoğu bana dikkat ederek geçiyorlar. Sadece petrol tankerleri dibimden, bana aldırmadan geçiyor tehlikeli bir biçimde. Bu tehlikeli durumu bir kaç kez yaşadım yol boyunca. Alternatif yol da yok tehlikesiz gidilebilecek. Mecbur bu yoldan geçmek gerek.
İşte beni geçen kamyon ne kadar açıktan geçiyor beni düşünerek. Kamyon ile düz beyaz çizgi arası mesafe ne kadar. Tabelada düz olarak; Menemen, İzmir, sağa Foça yazılmış.
Buruncuk köyüne geliyorum, burası küçük şirin bir yol kasabası. Kamyonlar burada her zaman mola verirler. Yemek yiyip çay içerler kahveden, her zaman tazedir. Bir de yukarıdaki dağ köylerinde ekşi maya ekmek getirip bakkalda satarlar. Buradan ekşi maya ekmeği alacağım. Ekmek te 20 ekmek ağırlığında, kocaman bir ekmek. Fabrikada çalışırken bir iş arkadaşım anlatırdı, “Sabahları sadece 1 dilim ekmek yiyorum artık perhiz yapıyorum” bizde “hadi ya nasıl oluyor” diye sorunca o da “Buruncuk’tan aldığım kocaman ekmeğin ortasındaki dilimi yiyorum “diyerek bizleri güldürürdü. O dilim 2 ekmek civarındaydı. 18 yıl buradan her gün geçtim izin günleri hariç. Ama burada bir antik kentin olduğunu bilmeden. Gördüğünüz tepenin üzerinde Larissa antik kenti kalıntıları bulunmakta. Bu yıl Nisan ayında düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turunda öğrenmiştim. Rotamız buradan geçmişti.
Buruncuk köyünün kavşağında sol şeritte daha çok emniyet şeridi var gördüğünüz gibi. Burada sol tarafa geçip bakkaldan ekşi maya ekmeği alıyorum bir tane. Öğleden sonra kalmıyor ekmek, bilenler durup alıyor bu ekmeği. Ayrıca kahveler de sol tarafta, bir çay içmek gerek hem de duble. Ardından soğuk bir soda iyi geliyor. Orta şeritte durumu çekiyorum, arabalar vızır vızır geçiyor sürekli olarak.
İşte Gediz nehri ve köprüsü, köprü üzeri emniyet şeridi ne kadar dar değil mi?
İşte kamyonun biri dibimden geçmek üzere, hiç te beni dikkate almadan geliyor. Allahtan durup çekmiştim bu resmi yoksa dibimden geçecekti. İşte size bu anlattıklarım ve resimlerde gördüğünüz kadarı ile bu yol çok tehlikeli bir bisikletli için. Bu yüzden bu tehlikeli yoldan geçmemek için metroya binip Aliağa’ya kadar gidip oradan yola çıkıyoruz. Aynı yol tehlikesi de İzmir’in diğer çıkışı olan Aydın yolu üzerinde Karabağlar – Gaziemir trafiği berbat. Orada küçük sanayi ve atölyeler, mobilyacılar var. Oradaki trafik yoğunluğuna dolmuş şöferleri ve taksi şöferleri de karışınca tehlike bir kat da artıyor. Çünkü Taksi ve dolmuş şöferlerinin ne yapacakları belli değil. Onların gözleri müşterilerde, diğer araçlar ve bisikletliler onlar için önemli değil. Aniden direksiyonu üzerimize kırıyorlar, bizleri zor durumda bırakıyorlar. Gidonuma takılı dikiz aynamdan yansıyan kamyonu çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Gediz nehrinin suladığı bereketli menemen ovası, pamuk, üzüm, mısır, buğday tarlaları. Bir aralar çeltik tarlaları vardı ama şimdi ekim yapılmıyor. Tarlalar yemyeşil.
Menemen’in pişmiş toprak ürünleri meşhurdur. Yol kıyısında satıyorlar testi, çanak, çömlek gibi şeyleri.
Menemen’e giriş yapıyorum. Bayağı büyük bir kasaba, buradakilerin çoğu Aliağa sanayi bölgesinde çalışıyorlar. Aynı zamanda İzmir – Çanakkale yolu buradan geçiyor. Bir de burası tarım bölgesi, çiftçilik te yapılıyor. Tabelada; Menemen, Nüfus: 119000 yazıyor.
Menemen’in en meşhur nesnesi Menemen testisi. Yolun ortasında kocaman bir testi yapmışlar. Ayrıca bir deyim de vardır bununla ilgili ;
” Menemen testisi gibi dizilmek”
Bu deyim her yerde rahatlıkla kullanılabilir. Menemenin diğer ünlüsü de develeri bol olması. Menemen de her yıl deve güreşleri düzenlenir. Menemen’de devrim şehidimiz Kubilay’ın yobazlar tarafından vahşice katledilmesi ile her yıl 23 Aralıkta şehitlikte anılır.
Menemen’den sonra hızla Bostanlı vapur iskelesine geliyorum. Arada resim çekilecek önemli bir şey olmadığından, yoğun trafik içinde bir an önce Bostanlı’ya ulaşmak için hızlı bir şekilde Bostanlı’ya ulaşarak arabalı vapura biniyorum. Vapura binince rahat bir nefes alıyorum. Aliağa dan buraya kadar olan yol beni fazlası ile yordu doğrusu. Geminin arkasındayım, Direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Arkada Bostanlı ve Yamanlar dağı.
Hepsi ayrı güzel olan martılar nazlanmadan bana poz verip rüzgarda süzülerek yanımdan uçarak geçiyorlar birer birer. Bu deniz kuşlarını ayrı seviyorum, bana özgürlüğü hatırlatıyorlar. İnanın onlar gibi uçmak isterdim uçsuz bucaksız denizlerde, rüzgara karşı süzülmek isterdim, kanatlarımı çırpmadan. Bir balık gördüm mü bir anda denizden balığı yakalamak isterdim maviliklerde. Her vapurun müdavimleri martılar yine vapurun etrafında uçuyorlar. Bir martı üzerimde uçuyor.
Diğer bir martıyı kanatları açılmış durumda süzülürken çektim. Sağ kanadının ucunda yükseklerde uçan uçağın beyaz dumanı kanadın ucuna denk gelmiş.
Bagajımda 4 dilim ekmek kalmıştı yiyemediğim. Ekmekleri lokma lokma martılara atmaya başladım. Bütün martılar bir lokma ekmek kapmak için etrafımda dönmeye başladılar. Ben her lokmayı attıkça çığlık atarak havada kapmaya çalışıyorlar her biri. Vapura binince hep yanıma ekmek alıp martılara atarım bu güzel anları resim çekerek yakalamaya çalışırım değişik pozlarda. Martı havadaki ekmek lokmasını kapmak için yan dönerek kanatları açık biçimde poz veriyor. Arkasındaki martı normal pozisyonunda. Diğer martılar az aşağıda vapur hızında uçuyorlar.
Karşımda Narlıdere ve dağları, çatal kaya Balçova ve Teleferik. İzmir’in en güzel yeri.
Solda çatal kaya dağı, İzmir körfezi ve akşam güneşi batıda alçalmaya başladı. Güneş parlak ışıklarını saçıyor. Deniz seviyesinde olan ağaçlık İnciraltı kent ormanı.
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı
Üçkuyular arabalı vapur iskelesine yaklaşıyoruz. Tam karşımda taşlı tepe, üzerinde şehitlik anıtı ve eteğinde güzel evim, özledim doğrusu.
Arabalı vapur iskeleye yanaşmadan aşağı bisikletimin yanına iniyorum. Ben ve bisikletim KUZ sakince vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyoruz. Yarım saat vapurda dinlenme iyi geldi ikimize doğrusu.
Vapurdan inerek sahilden doğru Üçkuyular’daki çarşıya gelerek yılların bisikletçi ustası Mevlüt ustamın dükkanına yanaşıyorum. Beni görünce “Hoş geldin bilader” diyerek kucaklaşıyoruz. Hemen komşum olan Mehmet’te seslenerek çayları söylüyor. Mehmet te çayları getirince “Hoş geldin komşu” diyerek onunla da kucaklaşıyorum. Başlıyor Mevlüt usta sorular sormaya, “Anlat bakalım nasıl geçti turun?” Ben de kısaca yaşadıklarımı, turu, edindiğim dostlukları anlatıyorum. Bu arada ikinci çaylar geliyor. Komşum Mehmet bu da benden diyerek çayları tazeliyor. İkinci çayları içerken bu turda edindiğim dostlukları anlatınca Mevlüt usta başladı bir hikaye anlatmaya ;
“ Zamanın birinde bir padişah yaşarmış memleketin birinde.
Padişahın bir oğlu varmış, sarayda bir dediğini iki etmezlermiş.
Padişah bakmış oğlunun yapacağı hiçbir şey yok şunu ülkenin dört
bir tarafına göndereyim de ders alsın biraz, yol yordam öğrensin,
tecrübe kazansın ve en önemlisi dost edinsin diye düşünmüş.
Oğlunu yanına çağırtmış. Oğlu yanına gelince
– Buyur babacığım beni emretmişsiniz
demiş. Babası da ;
– Oğlum bu ülke yarın bir gün sana kalacak, ülkeyi sen yöneteceksin.
Ülkenin dört bir tarafını dolaş, her il’de kendine bir ev al, gittiğinde oralarda
her zaman bir kapın olsun
diyerek oğlunu yolcu etmiş ülkenin dört bir tarafına. Padişahın oğlu da
yola çıkıp ilk il’e gelince yanındaki adamlarına emrederek o il’in en güzel evini
almalarını söylemiş. Adamları da en güzel evi almışlar, bir güzel dayayıp döşemişler.
Birkaç gün evde oturup eğlendikten sonra evin anahtarla kilitleyip anahtarı cebine
Koymuş, diğer il’e doğru yola çıkmışlar. Diğer il’de de aynı şekilde en güzel evi satın
almışlar. Nasıl olsa para bol, padişahın oğlu ne de olsa. Böyle geze geze ülkenin bütün
il’lerinde Bir er ev almışlar. Her evin anahtarı cebinde 40 tane ev almış olarak saraya
dönmüşler.
Saraya döndükten sonra babasının huzuruna çıkarak;
– Babacığım söylediğiniz gibi ülkenin dört bir tarafını dolaştım. Kendime en güzel
Evleri satın aldım, dayadım döşedim. Tam 40 tane evim oldu, artık ülkenin dört bir
tarafında Kapım var artık, işte 40 evin anahtarları.
Diyerek 40 anahtarı babasına uzatmış. Padişah ta 40 anahtarı görünce şaşırmış.
Oğluna;
– A benim akılsız oğlum, sana ülkenin dört bir tarafında bir evin her il’de bir kapın
olsun dediğimde sen gidip satın mı aldın 40 tane ev. Ben sana her ili dolaş, insanlarla
tanış onlarla sohbet et, dost ol. Her gittiğinde bir kapın olsun dediğim buydu ey akılsız
oğlum. dostun olursa her yerde kapın olur diyerek oğluna iyi bir ders vermiş.”
diyerek herkese ders olacak hikayeyi bitiriyor. Anlattığı hikayede geçen konuyu ben bu 18 günlük turumda bizzat yaşadım. Keşan dağ bisiklet festivalinde bir çok dost edinim, her biri ayrı ayrı illerden gelmişlerdi. Edindiğim dostluklar sayesinde her yerde bana yardımcı oldular sağ olsunlar. Hepsinin ayrı bir dostluğu oldu benim için. Bir çok yerde hikayede geçen kapım oldu bu turda. Dostlarımın da bir kapısı var artık İzmir de. Mevlüt usta gün görmüş, yaşamış ve iyi bir bisikletçi ustası. 45 yıldır bisiklet tamirciliği yapmış kendi dükkanında. Çıraklar ustalar yetiştirmiş, artık yeter diyerek bisiklet tamirciliğini bıraktıktan sonra dükkanında sadece arkadaşlarıyla sohbet etmek için açıyor. Her gün çay içerek, arada ufak tefek bisiklet tamiri oyalanmak için yapıyoruz birlikte. Bisikletim KUZ üzerinde, yanımda Mevlüt usta, bir poz çekiliyoruz.
Çayların ardından çarşının berberi Nihat’ın berber koltuğuna oturarak sakal tıraşı oluyorum. Berber Nihat ta sinekkaydı tıraş yaparak 18 gündür kesmediğim sakallarımı kesiyor. Yüzüm rahatlıyor, aslında şöyle ustura ile olmak vardı sakal tıraşını ama şimdiki berberlerde ustura yok maalesef. Usturaya benzer bir alet var ona bildiğimiz jilet takarak tıraş yapıyorlar. Esas ustura ile sakallar kesilirken çıkardığı sesleri kulağının dibinde duyardım bir zamanlar ve tıraştan sonra yüzümde masaj yapılmış hissederdim. Elçek ile kendimi ve Berber Nihat’ı çekiyorum berber koltuğunda. Yüzüm tıraş sabunu sürülmüş halde.
Tıraşımı olduktan sonra güzel evime gelerek turu burada noktalıyorum. Erguvanım sonbahar da açıyor, bahçemde yediveren limon ağacım her mevsim çiçek açıyor. Melisa ise akşam üzeri güzel kokular saçmaya başladı. Ihlamur ağacım ise henüz çiçek açmadı daha 3 yılı var çiçek açmasına. Aşağıda sardunya çiçeklerim her daim çiçek açmakla meşgul. İki katlı evim kırmızı renk boyalı, Üst balkonlu olan evde oturuyorum. Evimin bahçesine kendi yaptığım doğal taş döşeli kemer kapı. Kemerin üzerinde Kara kartal. Kemerin solunda posta kutusu ve zil düğmesi. Bisikletim KUZ önde park etmiş durumda.
Bu turda yaptığım toplan yol 18 günde 1309 Kilometre civarı olmuş
Bir turun sonuna geldik, yazılarımı okuyup takip eden dostlarım hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim yazdıklarımı okuduğunuz için. Gezdim, gördüm ve yaşadıklarımı sizlerle paylaştım. Paylaşmak her zaman güzeldir, paylaştıkça değeri arttığına inanarak yazıyorum.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 91 + 8 toplam 101 Kilometre civarı. 8 Kilometre vapurla geçtiğim yer.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası
Ellerine sağlık Urim. Paylaşım için teşekkürler..
Pedallarına sağlık. Yazıyı okumaya başlayınca nedense BERGAMA Pergamon antik kenti aklıma geldi. Oralara doğru mu gideceksin diye düşündüm. Umarım daha sonra BERGAMA Pergamon bisiklet turu yazını okumak dileğiyle.