29 Nisan 2019 Pazartesi
The generic dapoxetine tablet price in india dapoxetine 30 mg tablet price in india for dapoxetine 30mg tablet price in india dapoxetine tablet is available in india and also available in all major cities of india. It has been about a week and i'm experiencing some pain in the knee, but in a https://technolojist.com/76346-paxlovid-prescription-form-version-1-24849/ different place. The truth is that healthcare is an industry built on price – it can be as high as per month for an annual plan, and can range anywhere from .50 per month to 0 a month for an “extra” plan that allows you to use emergency rooms and emergency-room beds, which can save you thousands of dollars a year.
Tryptophan is a non-essential amino acid that can be used as a precursor to other amino acids. We can’t Pekan Bahapal cialis soft tabs 10 mg help with all of your questions, but we are here to help. There are also a number of other medications available as well: propranolol is commonly used as an initial treatment of asthma and may be used for chronic obstructive pulmonary disease, chronic or acute coronary events, heart failure, hypertension, and angina.
( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )
Saraçlar köyü – Kula – Güre – Akbulak köyü
Dilsizler haberin kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözü, can gerek anlayaşı
Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi
*** ***
Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk
Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası
Miskin Yunus ol veli, yerde gökte dopdolu
Her taş altında gizli, bin imran oğlu MUSİ
Yunus Emre
Öne çıkmış olan görsel, ortada büyük gözü, kenarlarda küçük gözleri olan taş köprü. Kahve fincanı elimde uzatarak akan Gediz nehri ile. Nehrin suyu bulanık akıyor.
Sabah erkenden kalkıyorum, camideki tuvalette elimi yüzümü yıkadım. Çadırıma dönünce bir de ne göreyim? Katlanır tabure çantasıyla çadırımın yanında öylece duruyor. Halbuki dün akşam her tarafa bakmıştım; Yoktu ortalarda. Neyse bulduğuma sevindim. Hani halk tarafından söylenen bir deyim vardır; “Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi” Aynen öyle oldu sanırım.
Bahçede sandalyemi bulmanın sevinciyle oturup bir güzel kahvaltımı yapıyorum. Kahvaltıdan sonra eşyaları ve çadırı toplayıp çantalara yerleştirdim. Yola çıktım, ilk gördüğüm ilginç şey yol yapılırken kazılan topraktaki volkanik patlamada ortaya saçılan cüruf yada toz katmanı siyah olarak ortaya çıkmış. siyah katmanın üstünde bir metrelik bej renginde toprak katmanı var.
Koni biçiminde volkan tepesinin ucu sivri.
İlk köy olan Sandal köyünden geçerken evlerin düzgün ve sıralı yapılmaları ve sadece iki katlı olmalarını beğendim. Hepsinin bahçesi vardı ve üst katlar tamamlanmamış, sıvasız tuğlalı görünüyor. Çatıları tamamıyla kiremit kaplı.
Göründüğü kadarı ile, büyük olasılıkla söğüt ağacına yıldırım düşmüş. Gövdesini ikiye ortadan bölerek yere yatırmış iki tarafa. Sağdaki kurumuş ama soldaki yere paralel yatsa da yaşamını devam ettirmek için filizler vererek yeşermiş. Yaşam her zaman ağır basıyor demek ki.
Tepenin yamacında üzüm bağı yapılmış. Nedense paralel değil de dikine aşağı beton direkler dikilerek düz olarak aşağıya kadar gelmiş. İlginç yapılmış bir bağ!
Yakınlarda olan İzmir – Ankara ana yoluna çıktım. Bir süre ana yolda gideceğim. Çünkü az ileride Kula kasabası ve Gediz nehrine kavuşacağım. Nehrin yatağının yakınından giden yol olmadığı için bu yoldan geldim ve Gediz nehri ana yol ile birlikte gidiyor. Bu yolda Kula rampaları önüme çıkacak. İlk defa bisikletle bu yoldan gideceğim. Daha önce araba ve otobüs ile geçmiştim Kula rampalarını. Bakalım bisikletle nasıl aşacağım? Ana yola çıktığım yer tepe üzeri, aşağıda Kula kasabası görünüyor. Yani kendimi salacağım ve hop Kula’dayım.
Otobüs ile geçerken her zaman gördüğüm siyah, ağaçsız ve otsuz volkan dağını bu kez bisikletim üzerinden görünce resmini çekme olanağım oldu. Otobüs yada araba ile durup resmini çekme şansım olmadı hiç bir zaman. Buradan geçerken sadece bu volkanı gördüğümden diğer volkanları göremiyordum, sadece bir tane olduğunu zannettiğim volkan tepelerinde çokça olduğunu gördüm.
Kula’ya hızlıca indim ve durmadan yoluma devam ettim. Bir süre daha yol düz devam ediyor. Önümde üzeri kayalık masa dağı ve vadi görünüyor. Yol arasından geçiyor.
Masa dağının olduğu yere geldim. Tepesinde kayadan bir kale var sanki, yapısı kaleyi andırıyor.
İki dağın arasından giden vadideki yola yaklaştım. Soldaki masa dağının yapısı ile karşıdaki dağın toprak yapısı birbirine benzemiyor.
Toprak yapısı değişik olan yere gelince burasının Kula peri bacalarının olduğunu anlıyorum. Kademe kademe yağmurdan aşınmış toprak, üzerindeki sert taşları aşındırmadığından sert yerin altını aşındırıp baca görünümü almasını sağlamış.
Sonunda Gediz nehrine kavuştum. Kula peri bacalarının olduğu vadiden geçiyor. Gediz nehrinin olduğu yerde tabelası konulmuş ama öyle korkuluğu olan köprü yok ortalarda. Yol geniş bir şekilde nehir üzerinden geçiyor.
Yukarıdaki vadiden gelen Gediz nehri çamurlu akıyor. Bir yerlerde yağmur yağmış olmalı.
Kuyladokya vadisi.
Gediz nehrinin oluşturduğu derin vadinin sağ tarafındaki yamaçtaki toprağın yapısından peri bacaları şekli almış olması nedeni ile buraya Kuladokya denilmiş. Peri bacalarının aşınmış yerlerinde kademeli olarak bir sert tabaka görünüyor. Bu sert tabakada aşınma yok diğer kısımlar aşınmaya devam ediyor.
Yolun karşı tarafına dikkatlice geçiyorum. Çünkü Ankara yolu yoğun araç trafiği var. Karşıda vadiye giriş yerinde giriş tabelası konulmuş. Tabelada “Kula peri bacaları tabiat parkı” yazılmış. Kahverengi tabelada peri bacalarına 1 Kilometre kaldığını belirtmişler. Buradaki volkan tepelerine Divlit dendiğinden yolda olan Divlitleri yazmışlar
Kula peri bacaları tabiat parkı girişinde yapma peri bacaları konulmuş iki tarafına.
Gediz nehrini yatağı buradan görünüyor. Masa dağının dibinden sola doğru giden söğüt ağaçları nehir yatağı olduğunu belirtiyor.
Biraz daha yükselince ana yol ve nehir üzerinden geçen köprü viyadük görünüyor.
Masa dağındaki yamaçta da küçük peri bacaları oluşmuş.
Peri bacalarının iyice belirgin olduğu yere geldim. Burası görülmeye değer muhteşem bir yer. Her peri bacası değişik yapıda ve şekilde.
Yamaçların bazı yerlerinde peri bacaları oluşmuş.
Bir peri bacasının oluşumu ve yapısını gösteren örnek karşımda. Toprak yapısı da bunu gösteriyor. En üstte kaya var, altında sonradan oluşmuş toprak yapısı bir metre kalınlığında. Altında ise beyaza yakın açık krem rengindeki yumuşak toprak aşınmaya yatkın. Yağmur yağdıkça yumuşak yerleri aşındırmış. Kayanın altındaki yerler durduğundan baca gibi bir yapı oluşmuş doğal olarak.
Bazı yerde sıralı peri bacası, bazı yerde de tek başına kalmış peri bacası.
Kalın bir direk gibi ya da minare gibi olan peri bacaları da var tek başına öylece duruyor.
Peri bacaları ziyaretini bitirip aşağı, ana yola çıktım. Ana yolda bisiklet sürerken kötü bir koku burnuma geldi. Sadece iskeleti kalmış büyük bir hayvan bir zamanlar yol kenarında ölmüş. Doğadaki leş yiyicileri temizlemiş çoğunu. Çok az bir kısmı, o da işkembe ve bağırsaklar olabilir, henüz kalıntısı duruyor. Kötü koku buradan kaynaklanıyor. Resmini çekip hemen yoluma devam ediyorum.
Kula rampaları başlıyor galiba. Tabela öyle gösteriyor. Kırmızı renkli çerçeveli tabelada % 6 eğim olduğunu belirtmişler. % 6 eğim o kadar zorlu değildir, bisikletle giderken hissetmezsin bile.
Bu yolda bir çok defa geçmeme rağmen Gediz nehri üzerinde bir taş köprüden haberim yoktu. Yavaş yol almanın avantajlarından birisi; Her şeyi görüyorsun ve fark ediyorsun. Bulanık akan nehirde iki küçük, ortadaki büyük kemerli taş köprü karşımda, sağda duruyor.
Köprüyü yakınlaştırıp büyük kemeri çekiyorum. Kemer taşları tek sıra dizili, üzerine tonoz taşları ve biraz beton karışımı ile onarılmış.
Ayrıca bu köprüyü belirtir tarihi renk olan kahverengi rengi ile boyanmış, tabelaya “Çatal Köprüsü” yazılmış ve nerede olduğunu belirtmiş. Şimdiye kadar görmemiştim bu tabelayı da.
Bilgilendirmek için bir de yazı yazmışlar köprü başına;
Çataltepe Köprüsü
Uşak – İzmir karayolunun kenarında, Gediz Nehri üzerindedir. Kesme taş ve kayrak taşlardan yapılmıştır. Ortada büyük, her iki yanında daha küçük olmak üzere yuvarlak kemerli üç gözdür. Orta ayaklarında, suyun köprü ayaklarına zarar vermesini önlemek amacıyla sel yaran adı verilen çıkıntılar çıkıntılar mevcuttur. Yarısı kırık ve kaybolmuş bir kitabesi olan köprünün uzunluğu 53 metre, genişliği 3,10 metredir. Bazı kaynaklarda Ulucaklı Hacı Mustafa oğlu Ahmet Ağa tarafından bir onarım yapıldığı yazmaktadır. Ne zaman yapıldığına dair bir bilgi mevcut değildir. Zarif bir köprüdür.
Taş köprünün üst tarafından çekiyorum komple. Yoldan toprak – çakıl karışımı döşeme ile köprüye iniyor. Köprüden de karşı tarafa geçiliyor.
Nehir yatağına inmek için köprünün başlangıcındaki yerin yanına bisikletim KUZ’u park ediyorum. Karnım da acıktığından ekmeğimi ve barbunya konserveyi kahve takımlarımla birlikte aşağıya indiriyorum
İlk olarak barbunya konserve ile karnımı bir güzel doyuruyorum, ardından kahvemi cezveye koyup ocağa sürüyorum. Nehir kenarında mil toprağı olan düzlükte kahve pişiriyorum Urim Baba’nın kahvesi Maksat muhabet logo basılı rüzgarlık içinde cezvenin sapı görünüyor. Gediz nehri aşağı doğru akıyor.
Hava sıcak olduğu için küçük bir söğüt ağacının gölgesi altındayım. Kahve pişerken taş köprü kemerleri ile birlikte çekiyorum.
Kahve pişti, fincana doldu ve taş köprü manzaralı kahveyi içmeye başladım. Fincanım elimde, taş köprü ile resmini çekiyorum. Şimdiye kadar kimsenin içmediği yerde kahve kokusu yayılıyor. En güzel yerde kahve içilmez mi? Gediz nehri bulanık akıyor. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.
Nehir yatağında akan su ile aynı hizadayız. Nehir yatağından taşmadan akıyor. Kenarda çimenler bitişmiş, yanında da daha fide ve büyümekte olan söğüt yaşama tutunmaya çalışıyor.
Daha büyük söğüt ağaçlarının saklım saçak dalları nehrin sularına değiyor.
Sazlar da var nehir kıyısında, sazların çiçeği de uzun bir sapın ucunda sosis gibi, kahverengi ve tüylü olarak rüzgarda salınıyor. Çünkü çiçek sapın ucunda ağır kalıyor. Evlerde süs olarak vazoya konuyor bu çiçekler. Yıllarca da bozulmadan kalıyor vazoda.
Nehrin içinde kalmış otlar da tazeliğini koruyor. Yağan yağmurda biraz yükselmiş sular bulanık akıyor.
Kalın gövdeli söğüt ağaçları da var karşı kıyıda. Bir dalı yere yapışmış durumda.
Kahvemi içip bir süre dinlendikten sonra kahve takımlarını toplayıp yukarıya çıktım. Bisikletim KUZ beni bekliyordu. Zaman geçirmeden yola çıktım. Gediz nehri bu kez sol tarafa geçiyor. 2. Köprüden geçiyorum. Tabelada Gediz II yazıyor. Bu köprüde demir korkuluklar var.
Sonunda Kula rampalarını bitirdim. Tabelada yazan “Çataltepe geçidi Rakım : 650” yazısı yokuşun bittiğini belirtiyor. Bisikletim KUZ park etmiş tabela yanında. Sosis çantanın üzerinde güneş paneli bağlı. Bataryayı şarj ediyor Güneş enerjisi ile. Kula rampalarını çıkarken zorlanmadım bile.
Geçitten sonra rampa aşağı iniyorum bir süre. Düzlüğe gelince çay molası veriyorum. Yoldaki reklam tabelasında köfteci birinin köfteciye ne kadar kaldığını belirtiyor. Her 500 metrede bir tabela koymuş. Belki 100 tane tabela var. Bu kadar reklam tabelası konmaz ki, yoldaki göz zevkimizi bozuyor. Aynı zaman da bıktırıyor. Köftecinin olduğu tesislere gelip park yerindeki arabalara bakınca kazık bir yer olduğunu anladım. Kazık yemektense yoluma devam ederim. Neyse ki yanında kamyonların park ettiği bir yer görünce hemen daldım ve duble bir çay ısmarladım. Burada kazık yemeyeceğimi biliyorum. Çünkü kamyoncuların durduğu yerlerde duracaksın, hem taze, hem ucuz olur böyle yerler. Çayımı içtim, parasını ödeyeyim dedim sahibi para almadı. Kendisine teşekkür ediyorum çay için. Çay molasını verdiğim yer Güre köyü. Buradan biraz ileriden girişi olan yola saptım sola doğru. Kalabalık, trafiği çok ve gürültülü ana yoldan sakin, huzurlu, arabanın olmadığı yolda bisiklet sürmek gibisi yok. Oh be Dünya varmış. Sakin yola girer girmez hemen bir çeşme çıktı karşıma. Oysa ana yolda pek çeşme yoktu geldiğim kadar. Çeşmeden sularımı tazeleyip dolduruyorum Bisikletim KUZ park etmiş çeşmenin yanında. Çeşmenin olduğu yer dikdörtgen taşlardan örülmüş, uzun yalağın olduğu yerde ise gelişi güzel, düzensiz taşlar örülmüş. Bir borudan sürekli su akıyor yalağın içine.
Çeşmenin başına, mermere Reyhan Çeşmesi 2006 yazılmış. Üstünde de Arapça Bismillahirrahmanirahim yazılmış.
Su yuvarlak oyulmuş mermer içinden akıyor.
Mermer borudan akan suyun berraklığı o kadar net ki iyice yakından çekiyorum.
Çeşmenin olduğu yerin yakınında toprak yoldan gideceğim. Çeşme solda, KUZ park etmiş ve çamların arasından giden toprak yol.
Toprak yolda giderken tarihi bir yerde olduğumu tabelada yazan yazı belirtmiş. Burada Aktepe Tümülüsü var. Tabelada yazan;
Aktepe Tümülüsü Güre
Güre beldesinin yaklaşık 4 km. kuzeybatısında doğal bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Yaklaşık 10 m. yüksekliğinde 40 m. çapındadır. 1966 – 1968 yılları arasında kaçak kazılarla tahribe uğramıştır.1987 yılında Uşak müze müdürlüğü tarafında yapılan kurtarma kazısı sonucu kesme kireç taşlarından tapılmış dikdörtgen planlı mezar odası bulunmuştur. Bindirme tekniğiyle inşa edilen mezar odası mimari yapısı ve bulunan seramik parçaları ile M:Ö: 520/ 480 yıllarına tarihlenmektedir. Aktepe tümülüsü, yapısıyla yöremizdeki Lidya dönemi tümülüslerinin önemli örneğidir.
Doğanın içinden, yeşillikler ve ağaçlar arasından Gediz nehrini takip ediyorum. Küçük bir kanaldan sular akıyor bahçe sulaması için. Kanal Gediz nehrinden geldiği belli.
Girdiğim toprak yol beni kestirmeden Gediz yoluna çıkaracak. Zaten Gediz nehri de yola yakın akıyor.
Gediz nehri üzerinden geçen bir köprüdeyim. Nehir buralarda az aksa da yine de debisi yüksek. Kıyısında söğüt ağaçları var.
Nehir kendi yatağını bulmuş, insanlar da kıyılarına tarlalar, bahçeler yapmış. Nehrin bereketinden faydalanıyorlar.
Gediz nehrini çekerken daha ileride bir taş köprü daha görüyorum. Köprü epey uzakta, oraya giden yol da yok. Büyük bir göz yanında daha küçük ve devamında üç küçük göz daha var olduğunu görüyorum Köprü sanki yeni onarılmış gibi.
Yol ayrımına geldim, sağa ve sola giden yol tabelaları dikkatimi çekti. Halilefendi 5 km sağı gösteriyor. Altında Karakuyu 3, Üçkuyular 12 solu gösteriyor. Akbulak ve Zahman 10 Sağ tarafı gidileceğini gösteriyor. Dikkatimi çeken ise ortada Üçkuyular yazması. Evime yakın, merkezi bir yer olan Üçkuyular İzmir’de bir mahalle. Bana yakın geldi nedense Üçkuyular yazısı. Memleket özlemi sanki. Benim yolum Akbulak tarafı, yani sağa doğru.
Yol sola, sağa doğru dönemeçli, ormanlık bir alandan gidiyor.
Gediz üzerinden geçen dar bir köprüye geldim. Uyarı olarak köprünün iki yanına da dik birer tabela, yan çizilmiş kırmızı beyaz şeritler ve köprü korkuluğu kırmızı beyaz renklere boyanmış. Bir arabanın geçebileceği kadar genişlikte olan köprüyü dikkatli geçmek gerekiyor araçlar için. Bisikletçiler için köprü geniş.
Köprünün üzerinden akan Gediz nehrini çekiyorum. Sol tarafta söğüt ağaçları, sağda düz çimenlik alan var.
Nehir köprünün altından geçip gidiyor denize kavuşmaya.
Köprüyü geçerken akşam olmak üzereydi ve köprüyü geçer geçmez, sağda tulumba görünce burada kamp yapabilirim deyip hemen uygun düzlükte kampımı yapıyorum. Tulumbanın yanına şişede su koymuşlar. Suyu tulumbaya koyup kolu çekerek suyu aşağıdan gelmesini sağlıyorum. Hava kararırken yemeğimi yedim, akşam kahvesi. Ardından akşam çayı iki bardak iyi gitti. Artık sona yaklaştım sayılır. Yarın Murat Dağına çıkarım diye tahmin ediyorum. Sabah ola hayrola. Nehir yakın olduğundan sivrisinekler peydah oluyor hava karardıktan sonra. Üzerime kalın ceketimi giymiştim daha önce. Buralarda akşam hava serin oluyor. Hem sivri sinekler her ne kadar beni sokmasa da korunmak gerek. Fazla geç olmadan çadırıma girip yatıyorum.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 80 Kilometre civarı.
Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda