2 Nisan 2014 Çarşamba
It is a generic brand and is made by generic manufacturers. Where to buy propecia in singapore the new york times has published a full account of the meeting following a briefing from the orlistat hexal preisvergleich Mogi-Gaucu associated press earlier in the day. My first reaction when i read the name of priligy was that it was an old drug, so i looked at the manufacturer name, and i got this:
Online purchase lisinopril tablets in the us (http://www.generic3.com/c other medication to get high. It is used as an antibiotic for people who have weakened immune systems due to hiv/aids, cancer or Heemskerk precio cialis 5 mg espana other chronic medical problems. The other thing about the eye is when i go for a walk the light goes on and that means that the bazooka is working!
Kozak yaylası – Burhaniye – Akçay – Altınoluk
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Yol Şarkısı
eskiden bir sesim
vardı benim;
şimdi uzakta;
çınlar belki bir köprünün altında
yitirdiklerim de oldu
eskiden bir yüreğim
vardı benim;
çarpar belki
bir çocuğun odasında
yitirdiklerim de oldu
kazandıklarımın yanında
bir ben kaldım şimdi
tek yakın bana.
ama ben eskiden de
hep böyle
yalnız çıkardım yola
Metin Altıok
Kozak yaylasında uyumak herhalde bizim şansımız olmalı. Gece domuz homurtularını duysam da uyku tatlı geldiğinden sabah gün ağarıncaya kadar uyuyorum. Çam kokusu ile uyumak ne güzel. Turun ilk gecesinden sonra güneş doğmadan uyanıp doğuşunu seyretmek üzere hazırlandım. Her turumda mutlaka sabahları güneşin doğuşunu seyretmeye doyamıyorum. İlk ışıkları yeniden uyanış demek benim için. Güneş doğudan ağır ağır doğarak kendini gösteriyor. 5 dakika sürmüyor bu seramoni ve güne böylece başlıyorum. Çatal olmuş çam gövdesinin çatal kısmından Güneşin ilk ışıkları parlıyor.
İyi bir kahvaltıyı hakkettik yaylanın temiz havasında. Kuş sesleri arasında “Mutlulukla ilişkisi olan kahvaltı” tatlı muhabbet ile yiyoruz yol arkadaşım ile. İrfan işe karşılıklı yerde kahvaltı yaparken.
Kahvaltı bittikten sonra çadırları ve eşyaları toparlayıp bisikletlere yükleyerek hazırlandık. Hazırlandıktan sonra Yayla Cafe’yi işleten kadınlar ile topluca resim çekiliyoruz.
Turda uyulması gereken kuralları tüm arkadaşlara bildiriyorum ;
“1- Hep birlikte hareket edeceğiz.
2- Öncü İrfan Özden, en arkada da ben olacağım.
3- Her kes arkadaşını kollayacak, birbirimizden göz temasını kaybetmeden gideceğiz.
4- Lastik patlağı yada arızada birbirimize yardımcı olacağız. Baş edemezseniz bana mutlaka haber verip hep beraber sorunu çözmeye çalışacağız.
5- Turun güvenliği açısından grup lideri olarak sözümü dinleyeceksiniz.”
diye anlatıp ilk olarak topluca çıkmak için yol kenarına dizilerek yola çıkmaya hazırlanmalarını söylüyorum. Tüm arkadaşlar yolda duruyor, hareket zamanını bekliyorlar.
Hepimiz yola dizildikten sonra yola çıkıyoruz.
Yukarıbey, esas adı Kozak, yaylaya adını veren köy kavşağındayız. Geçen yıl Şafak, Meliha ve Mukaddes ile Az bilinen antik kentler turundan sonra buraya kadar gelip köye inmiştik. Bu kez düz devam ediyoruz.
Kozak yaylasından iniş video linki aşağıda
https://youtu.be/Rg22E_Aiu-Y
İrfan Özden kendi halinde inerken önümden geçiyor.
Madra dağından çıkıp buralara kadar gelen Madra çayına ulaşıyoruz. Köprüde durup resim çekilmeden olmaz. İnişte olduğumuzdan rüzgarlıklar üzerimizde. Aycan’ı köprü başında çekiyorum.
Bu kez Aycan beni çekiyor köprü başında, yanımda bisikletim KUZ.
Çayın kumu sanki deniz kumuna benziyor. Bir zamanlar on binlerce yıl önce deniz seviyesindeydi buralar. Yada çöl de olabilir ama daha çok deniz kumuna benziyor.
Madra dağı ve çayı, bir gün mutlaka gitmeli Madra dağına. Uzaktan belli değil ama güzel vadileri olan orman yolları vardır. Oralarda bisiklet sürmek ne güzel olur. Marda çayı ve Madra dağı.
Yol çatağına gelince toplanıp nereye gideceğimizi kararlaştırıyoruz. Yolumuz en kestirmeden Burhaniye’ye varmak. İstikamet Aşağı Cuma köyü.
Çatakta soldaki yola saptık.
Kozak yaylasında değişik boylarda yuvarlakımsı iri granit kayalar göze çarpıyor çam fıstık ağaçları yanında. Şimdilik bu granit kayaları görebiliyoruz. Şanslı sayılırız, ileride görme olasılığı olamayabilir. İnsanların aşırı tüketimi, bitmek bilmez istekleri kapitalizmin işine yaradığından bu granit kayaların hepsi ya mutfak bankosunda yada kaldırım taşları olarak şehirlerde yerini alacak.
Tüm Kozak yaylası çam fıstığı ağaçları ile kaplı. Hem de ağaçların çoğu 100 yıllığı çoktan geçmiş bile. Köylünün ana geçim kaynağı çam fıstığı. Kilosu da pahalı. Tabelaya göre Aşağıcuma köyüne vardık.
Aşağı Cuma köyünde çay ve dinlenme molası veriyoruz. Köylülerle sohbet ederek çayları arka arkaya içiyoruz. Köylülerin anlattığına göre 4 yıldır çam fıstığı hiç olmuyormuş çevrede. Bunun nedenini Kozak yaylasında çalışan altın madeninde kullanılan siyanüre bağlıyorlar. Yani kısacası altın madeni açıldıktan sonra çam fıstığı üretimi olmamış. Bu konunun iyice araştırılıp değerlendirilmesi gerek. İçtiğimiz çayların parasını bize ödetmiyorlar. Biz de teşekkürlerimizi sunuyoruz kahvedeki köylülere. Masada beş kişi varız.
Köyden Okçular yönüne doğru yola çıkıyoruz. Yön tabelaların altında görünen yuvarlak granit kaya parçası henüz işlenmemiş. Başka bir yerden getirildiği kayadaki kepçe izlerinden belli oluyor. Granit kayalar kırılarak kaldırım taşı haline getirilmiş, resimde görebilirsiniz. Burada tabelalarda; Sağa doğru Hacıhamzalar 4, Okçular 4 yazılmış. Yani biz tam ortasındayız iki köyün. Altında kahverengi tabelada Atatürk anıtı sola doğru işaretlenmiş.
Granit kayaları kırıp küp haline getiren bir işletme. Şehirlerde sokaklara döşenen Arnavut kaldırımı dedikleri taşlar buralarda üretiliyor. Daha önce bahsetmiştim yolda gördüğüm granit kayalar zamanla birer birer buraya getirilip işlenecek ve biz bir daha kayaları görmeyeceğiz. Belki de çam fıstığının olmamasının nedenlerinden biri olabilir bu işletmeler. Çünkü taşlar işlenirken çevreye bolca toz salıyorlar. Bu tozlar da yayladaki çam ağaçlarının üzerine serpilince çam kozalak çiçekleri olgunlaşamıyor. Bu benim düşüncem, araştırılmalı bence. Görünen o ki üretim epey yapılıyor buralarda. Küp taşlar beton bölmelerde.
Burada da büyük iki yığın halinde Arnavut kaldırım taşları.
Yaylada her tarafta kayaların toprak üstünde kalmış olanları görebiliyoruz. Hepsi de ilginç şekilde. Bence hiç ellenmesin, çam fıstık ağaçları arasında güzel bir dekor oluşturuyor kayalar.
Atatürk anıtının bulunduğu yerdeyiz. Gördüğüm kadarıyla kayanın üzerine oturmuş durumda olan bir Atatürk heykeli bulunmakta.
Ege Ertaş bagajında iki tane dış lastik bağlamış gidiyor bisikleti ile.
Kozak yaylası, fıstık çamları ve granit kayalar yolumuz üzerinde.
Köy yolları genellikle sakin oluyor. Bir kaç araba geçerse görebiliyoruz. Daha çok traktör karşımıza çıkıyor. O da tarlasında işi olduğu zaman denk gelirsek. Köylü işinle ilgilendiğinden pek denk gelmiyoruz.
Bazı köy yolları henüz asfalt olmamış. Toprak yol da iyidir, ara sıra bisikleti sürmeli toprak yollarda. Lastiklerin toprak yolda çıkardığı sesleri duymak gerek.
Çam fıstığı koruluğu arasında kalmış bir açık alanda arıcılar kovanlarını dizmiş. Belki de arılar bıkmıştır hep çam polenlerinde boğuşmaktan. O yüzden çam fıstığı çiçekleri döllenmediğinden kozalak olmuyor. Bu da ayrı bir tartışma konusu olabilir.
İnişteyiz normalde fakat bazen de tatlı yokuşlar çıkıyor karşımıza. Biz de nazlanmadan çıkıyoruz kolayca.
Yolumuzda bazen çamların ardında karşı yamaçta köyler gözüme çarpıyor. Geçmesek te o köyden selam vermeden geçmiyorum uzak olsa da.
Bazen de çeşmenin akan sularında bir yaşam bölgesi oluşmuş. Su olduğu sürece bitkiler daha canlı ve parlak renkte. Bitkilerin arasında çeşitli böcekler yuvalanmış kendi payına düşen besinlerle yaşamı oluşturuyor. Ben de durup buradaki yaşama selam veriyorum.
Bazen de duvar gibi olan yol kenarındaki ilginç damarlar oluşturmuş toprak yapısına gözüm ilişiyor. Daha önceleri damar olarak görünen yerler oluşum anında yere paraleldi. Zamanla kıtaların hareketleriyle sıkışan kara parçaları dağları, tepeleri oluşturarak yere dik olmasına neden olmuş.
Bazen de bizim dengesiz İrfan bizi beklerken beklenmeyen yerden seslenerek şaşırtıyor. Şaşırtmaya da devam edecek sorumsuz. Yolun kıyısında, yüksek bir yerde İrfan oturmuş.
Daha önceleri Çanakkale yolundan gittiğimizden araç gürültülerinden ve deniz seviyesinde yol olduğundan hiç bir şey görmeden yol alıyorduk. Kozak yaylası bize eşsiz manzaralar sunmaya devam ediyor.
Karşımda vadiye inen ve yukarı çıkan yol görünüyor.
Bazı küçük vadilere inmek ve tekrar çıkmak gerek. Kozak yaylası öyle küçük değil. Etrafı küçük dağ ve tepelerle çevrilmiş. Bu tepeler ve dağları araba ile göremezsiniz. Bunun için bisiklete binmeniz gerek. Kendi gücünüz ile yol aldığınızda bu küçük dağları ve tepeleri görerek yol alıyorsunuz ve birer birer aşarak ilerlemek inanılmaz bir haz alıyorsunuz. İlk önce zor gelebilir tepeler, dağlar. Aşınca da başardım diyerek diğer tepeye pedal çevirmeye başlıyorsunuz. Bunu gün sonunda kamp kurduğunuzda günü değerlendirirken anlarsınız ve içiniz huzurla dolar. Ben tepeleri dağları aştım da geldim. Hem de kendi gücümle, yaşasın.
Son dönemeçte deniz göründü ufukta. Manzarayı seyretmek için arkadaşlar yolun solunda durmuşlar.
Çanakkale şehitlere saygı turu için giden grubumuzun tüm elemanları bir arada yakalayınca resim çekiliyoruz. Renkli ve neşeli bir grup olarak gayet uyumlu yol alıyoruz. Toplam 15 kişiyiz.
Henüz asfalt olmamış köy yollarında ilerlemeye devam. Toprak yolda bisiklet sürmenin başka bir zevki var.
Taylıeli köyünde mola verdik, duble çayları yudumlarken ısınan pistonları soğutma çabaları devam ediyor kahvenin tahta sandalyesinde. Üç kişinin pistonları ortada birleşmiş.
Köyün ihtiyar delikanlıları kahvede hiç eksik olmuyor. Onlarla sohbet etmek güzel. Daha çok nerden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsun? Biraz da eski alışkanlıklarından olsa gerek “Nerelisin?” sorusunu sormadan edemiyorlar. Bisikletle nasıl geliyorsunuz buralara kadar? Neden motora binmiyorsunuz? Aklınız yok mu? gibi soru cevap oluyor genellikle. Ama sohbet etmek güzel yine de köyün ihtiyarlarıyla. Masada üç ihtiyar, Baattin ve ban toplam beş kişiyiz.
Hazır durmuşken tuvalet ihtiyaçları da gidermeden olmaz. Tüm köylerde tuvalet bulmak mümkün. Temiz olmasalar da genellikle kullanılabilir durumdalar.
Çanakkale yoluna az bir yol kaldı, burası son yokuş. Artık düzlüğe indik sayılır. Şehirlerde molozları atmak için yer bulamayanlar gece buralara gelip yolun kıyısına döküveriyorlar. Ne duyan oluyor, ne karışan, ne şikayet eden, ne ceza yazan, ne de uygulayan. Sadece insanların vicdanları inanmışsa buraya moloz dökmek normal bir hareket. Demek oluyor ki vicdan denen bir şey yok bunlarda. Vicdan yerine başka bir duygu var ve ben ne yaparsam hepsi doğrudur. Bana – bize bir şey olmaz, başkalarına ne olursa olsun, ben melaykeyim. İşte böyle bir duygular hakim bunun gibilerinde.
Denizi gören Mustafa sayan resim çekerken ben de onu çekiyorum.
Burhaniye göründü, Çanakkale yolunu dik kesip kestirmeden Akçay’a kadar kıyıdaki yoldan gideceğiz. Karşıda Kaz dağları.
Çanakkale – İzmir yolunu geçip kestirme yola girdikten sonra pek arabalar olmadan ekip olarak ip gibi gidiyoruz. Sağda sürülmüş tarla var.
Ardı sıra gitmemiz dönemeçlerde güzel bir görüntü oluşturuyor. Sola dönüşte ayrı bir güzellik.
Sağa dönüşte de ayrı bir güzellik oluşuyor.
Akçay merkeze varıyoruz. Yazlıkların meydana getirdiği mega bir kasaba oluşmuş. Kocaman yuvarlak bir havuz ortasında bir heykel kondurulmuş.
Akçay da yemek yiyip karnımızı bir güzel doyurduk. Bir süre dinlenmenin ardından Çanakkale yoluna çıkıyoruz. Tabelada Ayvacık 42, Çanakkale 110 Kilometre kaldığını belirtmiş.
Bu gün geldiğimiz Kozak yaylası epey geride kaldı. Yayla puslu havada silik görünüyor. Neredeydik nerelere geldik. Çam kokularının sardığı yayladan deniz kıyısında iyot kokularında pedal çevirmekteyiz. Sadece iyot kokusuna egzoz kokuları karışmış durumda. Çanakkale yolu kalabalık olunca, alternatif yolda yok, mecburen bu kokuları solumak zorunda kalıyoruz.
Atrandros ören yerinden geçiyoruz ama örene ait herhangi bir kalıntı görünürde yok. Henüz bir kazı çalışması yapılmamış. İlerde başlarlarsa toprak altında kalmış tarihi eserleri görebiliriz.
Hava kararmadan kamp kuracak yeri belirleme konusunu İrfan hallediyor. Su kayağı parkının yanında çimenlik kumsal alanda kafeteryası, duş ve tuvaleti olan bir yer keşfediyor. Kafeteryadaki görevli ile konuşarak burada çadır kurabilmek için izin alınca hemen çadırlarımızı kuruyoruz. Zaten yaz sezonu henüz açılmadı, tesis bomboş. Kafeteryaya bakan İbrahim ve ailesi cana yakın insanlar. Biz onu sevdik, onlar da bizleri sevdi.
Çadırları yeşil çimenler üzerinde kurduk.
Sahil kumsalı tertemiz, etraf sakin. Henüz insan kalabalığı yok. Rüzgar da yok, deniz dingin, çarşaf gibi. Sadece küçük dip dalgası usulca kıyıya vuruyor. İleride denize uzanmış iskele görünüyor.
Kıyıdan çadırlarımızı çekiyorum.
Selahattin usta dayanamayıp sezonu açıyor. Hava öyle denize girilecek kadar iyi değil. Ben de hazır olmadığımdan denize girmekten vaz geçiyorum. Sadece resim çekmekle yetindim.
Yemeğimizi yiyip karnımız doyduktan sonra İbrahim ateş yakmak için odun getiriyor. Hemen ateşi yakıp etrafında toplanıyoruz. Gecenin karanlığında yanan odun ateşi etrafı aydınlatıyor.
Akşam rüzgarı alevleri çoğaltmaya başladı.
Mustafa Sayan keyfine düşkün birisi. İlk turu olması keyfini yapmamasına engel değil. Yanında her şeyi getirmiş, yok yok. Ta sigarasına kadar. Sigarada puro, yemekten sonra İrfan ile birlikte puro içerek keyiflerine keyif katıyorlar. Ateşin başında bir güzel kaynaşıyoruz sohbet ederek. Güzel bir günün ardından sorun olmadan kamp kurduk. Herkes uyumlu ve tur böyle uyumlu gideceğe benziyor.
Hava iyice serinledi, ateş sönmeye yakın fazla geç olmadan yatmaya karar verdik. Ateşi iyice söndürüp çadırlara çekilerek yatıyoruz.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık 89 Kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası
Yayla Cafe de 3 defa kamp atmanın zevkine bende nail oldum.Bir solukta okudum yazıyı,ben de gelmiş gibi oldum.Çünkü geçilen her noktadan daha önce bende geçmiştim.Selamlar Urim baba….