4 Nisan 2014 Cuma
It may also cause blood clots due to its estrogenic activity. The first three months are a time when a woman’s body is Karakol cialis 5 mg terapia 3 mesi most susceptible to injury. The goodrx pharmacy has online ordering and payment systems for the best prices for prescription drugs.
The fda drug approval for nexium online cheap pharmacy is based on a large number of studies and trials, and can be considered the most extensive evidence of the drug to date. It is a good idea to drink enough water Mlimba sildenafil 100 mg 60 stück preisvergleich to avoid dehydration. Sí, cualquier cosa, se puede querer y comprar más y más stromectol precio españa 2018 y más y más, de acuerdo al concepto de que el precio depende del precio.
Tavaklı – Geyikli – Kumkale – Truva – Dardanos
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Nedir ben bilemem ki
Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
En yakın yeri
En uzak yeri
Bitmeyen yeri
Bitecek yeri
Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.
Gözlerim sevdim seni
Köklerim gözlerimin
Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi
Edip Cansever
Öne çıkmış olan görsel, yoldaki çam ağacı geçidinden geçen bisikletçi.
Sabah güzel bir uykunun ardından dinlenmiş olarak uyanıyorum. Diğer arkadaşlar da uyanıp çadırları toparlama telaşına giriyorlar. Sabah kahvaltısının ardından herkes hazır olunca yola çıkıyoruz. Yolumuz uzun olsa da gezerek, görerek yeni yerler göreceğiz. Nasıl olsa Çanakkale’ye gelmeden Dardanos 18 Mart Üniversite yerleşkesi kamp alanına gideceğiz. Güneş tepelerin ardında ve gölgeler henüz uzun.
Gideceğimiz yol hemen hemen düz bir arazi, Çanakkale boğazı Ege girişine kadar kumsal ve tarlalar arasında. Yüksek bir tepe de yok, rüzgara yakalanırsan açıkta engel olmadığından Marmara dan esip boğazdan geçerek Ege denizine doğru esen Karayel ta Çeşme’ye kadar bir rüzgar koridoru meydana getiriyor. İşte bu rüzgar koridorundan tüm Ege kıyısı tepeleri rüzgar türbinleri ile dolu ve hala yapımı süren türbinler var. Tavaklı iskelesi yazan tabelayı ve yolun virajlı olduğunu belirtir üçgen trafik levhası.
Gördüğünüz gibi yol düz, etrafta tarlalar.
Ezine Dalyan kavşağındayız, aynı zamanda burada kaplıcalar var. Kaplıca işletme müdürü bizleri görünce çay ısmarlıyor. Çayları içerken kaplıcaya girebilir miyiz? diye sohbet ediyoruz ama yanaşmıyor müdür. Ücretliymiş, bedava reklamınızı yaparız dememize rağmen kabul etmiyor. Bu arada bir kaç arkadaş girmiş bile kaplıcaya. Onlara haber salıp hemen çıkmalarını söylüyorum. Bir süre gelmelerini bekledikten sonra Dalyan antik kentine yöneliyoruz. Tabelada kahverengi olarak Kestanbol kaplıcaları yazılmış, sola işaret edilmiş. Herhalde tarihi olmalı, yoksa niye kahverengi tabelaya yazılsın ki? Altta ise Ezine yönüne gidileceğini belirtir tabela. Ezine sağ tarafta.
Bu kavşak üç yöne gidiyor, Birincisi, Ezine tarafı, ikincisi geldiğimiz yol. Tabelada belirtilmiş sol tarafa doğru. Gülpınar, Ayvacık, kahverengi tarihi tabelalarda Apollon Smintheion 30 ve Behramkale (Assos) 56 Km mesafede olduğunu yazmışlar.
Üçüncü yön ise gideceğimiz yön Dalyan antik kentinin olduğu yer. Sol tarafa doğru gideceğiz, sağ taraf Kestanbol kaplıcaları. Sol taraf tabelasında Dalyan 3 Km, Alexandria – Troas yazılmış. Tabelaların yanında Can Çıtak durmuş poz veriyor.
Dalyan antik kentinin dış mahallesinin yıkıntıları tek tük görünmeye başladı bile.
Zeytin ağaçları arasında mezar kapağı iç kısmı dışarda kalacak şekilde konmuş yere koltuk gibi. Zeytin toplayanlar burada oturup dinleniyorlar sanki.
Antik kentin dışında kayalardan yapılmış taş mezarlar ve ağır taştan yapılmış mezar taşları karşımıza çıkıyor. Kapak ter duruyor, iç kısmı üçgen şekilde oyulmuş, içinde yağmur suyu var azıcık.
Tabelaya göre Dalyan köyüne geldik sayılır. Önümde iki kişi gidiyor bisikleti ile.
Ağaçlar arasından dar bir duvar minare boyunda görünüyor.
Alexandria – Troa
Antik kent olan Dalyan köyü sınırları içindeki Alexandria – Troa harabelerine geliyoruz. Halen kazısı devam eden antik kentin tarihçesi kısaca şöyle ; Helenistik Dönem Burası , M.Ö. 400 yıllarında Sgia adıyla anılan küçük bir yerleşimdir. Kuzeyinde Troya ve batısında Tenedos (Bozcaada) vardır. Büyük İskender’in en önemli komutanı Monopthalmos (Tek Gözlü) lakaplı Antigonus buraya kendi adıyla anılan bir kent kurar : Antigonia . Ve kentin çevresi 8 km. uzunluğundaki bir surla çevrilir. Kentin en önemli karakteri Anadolu ve Makedonya arasında en hızlı ulaşımı ve haberleşmeyi sağlayacak bir liman kenti olmasıdır. Kent hızla gelişir. Helenizmi yaymak için zorunlu göç politikasıyla çevredeki diğer bir çok kent boşaltılarak, sakinleri Antigonia Troas’ta iskana zorlanır. Büyük İskender’in henüz doğmuş bir varis bırakmadan M.Ö.323’te ölümünün ardından komutanları arasında paylaşılan imparatorluğunun toprakları arasında Phrygria, Lykia ve Pamphylia Antigonus’a düşer. Bu paylaşımın ardından Antigonus ve diğer generaller arasında taht kavgası başlar. Antigonus 310 yılında yine İskender’in komutanlarından olan Lysimachus ve Seleucus’la Ipsos’ta yaptığı savaşta ölür. Kurduğu kent Lysimachus’un egemenliği altına girer. Bu tarihten sonra İskender’in anısına kentin adı Alexandria ( İskenderiye) ‘dır artık. Ancak bu adla anılan bir çok kent olduğundan içinde bulunduğu bölgenin adı olan “ Troas” da eklenir. Nüfusu 60 binlere ulaşan kent bölgesinin en önemli limanıdır. Ve hızla zenginleşmektedir. Ünlü Romalı tarihçi Gaius Suetonius Tranquillus, De Vita Caesarum (İngilizce bilinen adıyla On İki Caesar’ın Yaşamı) adlı biyografik eserinin, “ Tanrısal Iulius Caesar ” adlı Birinci kitabının bölümünün 79. Paragrafında Julius Caesar’ın burayı kendine imparatorluk için yönetim merkezi olarak planladığını yazmaktadır. Makedonya Krallığı da bu arada Roma tarafından yıkılır (M.Ö. 167) Roma Dönemi Cumhuriyet’ten imparatorluğa dönüşen Roma’nın ( Imperium Romanum ) ilk monarkı olan Augustus (M.Ö. 27-M.S. 14) tıpkı Sezar gibi bu Troas bölgesine ve bu kente özel bir önem verir.Çünkü Romalılar kökenlerini Troya’ya ve buradan kaçan Aeneas’a dayandırıyorlardı.Augustus , emekli Roma askerleri için Colonia Augusta Troadensium adıyla bir koloni kurar. Asya bölgesinde Ius Italicum sahibi tek kent Alexandria Troas’tır. Bu, kent halkının Roma vatandaşları ile aynı haklara sahip olduğunu gösterir.Aynı zamanda Tenedos da Alexandria’ya bağlanır. M.S. 52’de, Aziz Paulus, Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Anadolu’dan Avrupa’ya,Makedonya’ya bu kentin limanından geçer.İkinci ve üçüncü misyonerlik yolculukları sırasında kenti iki kez ziyaret eder. Hatta bir rivayete göre kentin aşağısında bulunan bugünkü Kestanbolu kaplıcalarında bir ölüyü bu şifalı sulara sokarak diriltmiştir. Alexandria Troas, en büyük gelişmesini İmparator Hadrian (117-138) zamanında yaşar. Pek çok büyük mimari proje gerçekleştirilir. Kaz Dağları’ndan kemerlerle su getirilir. Atinalı zengin Herodes Atticus’un finansal desteğiyle 135 yılında dev bir hamam inşa edilir. Bu taş ocakları bugün bile gezilebilmekte ve işlenirken kimisi yarım bırakılmış ortalama 12 m. uzunluğundaki granit sütunlar görülebilmektedir. Ezine ilçesine bağlı Koçali ve Akçakeçili köyleri arasında yer alan bu antik ocaklarda . Koçali Köyü’nde 7 adet, Akçakeçili Köyü’nde bazıları parçalanmış yaklaşık 15 adet sütun yer almaktadır. Bölgeye bu yüzden Yedi Taşlar da denmektedir. Neredeyse Başkent… Hadrian’dan sonra kent ivmesini kaybeder. I. Constantinus imparatorluğunu çürümüş Roma’dan yönetemeyeceğini anlayarak kendine yeni bir başkent aramaya başlar. Eskiden beri önemli bir liman olması, Asya-Avrupa arasındaki konumu ve doğal zenginlikleriyle gerçekten de başkent olmayı hak eden Alexandria Troas ilk adaydır. Bir diğer aday da Nicomedia’dır. (İzmit) Ne var ki bu iki kentin karşısında çok güçlü bir rakip daha vardır : Megaralılar tarafından M.Ö. 667’de kurulan Byzantion. Ve yarışı Byzantion ya da latinleşmiş adıyla Byzantium kazanır. M.S. 330 yılında Roma İmparatorluğu‘nun başkenti ilan edilince, kente Latince “Yeni Roma” anlamına gelen Nova Roma adı verilir. Constantinus öldükten sonra da Constantinopolis… Ve unutuluş Kent başkent olma şansını kaybettikten sonra yavaş yavaş önemini yitirmeye ve unutulmaya başlar.Osmanlı zamanında önemli bir iskana sahip olmayan yörenin barındırdığı eserler tahrip edilerek İstanbul’da yapı malzemesi olarak kullanılırlar. Padişah IV.Mehmet Valide Sultan Camii’nin yapımında kullanılmak üzere çok sayıda sütunu İstanbul’a naklettirir. Eminönü’ndeki Yeni Camii’nin yapımında Alexandria Troas’tan gelen parçalar kullanılır. Bu yağmaya rağmen kent yine de muhteşemdir.Öyle ki yöreyi ziyaret eden pek çok seyyah gördükleri kalıntıları Homeros’un Troya’sı zanneder. Bir yandan da kent çevre ahalisi tarafından Eski İstanbul adıyla anılmaya başlar.
Bu tabelada ise antik kent olduğunu belirtir Dalyan, Alexandria – Troas yazılmış.
Yoldan göründüğü kadarı ile bir kaç resim çekiyorum antik kentin. Bir binanın duvar kalıntıları, içinde meşe ağacı çıkmış.
Yaklaşık 1.5 metrelik bir duvar, üstünde meşe ağaçları ve eflatun renkte çiçek açmış ağaç.
Büyük kemerli bir duvar kalıntısı ağaçlar içinde.
Harabeleri gezmeye zamanımız olmadığından bir kaç resim çektikten sonra yola devam ediyorum. Etrafta meşe ağaçları var.
Dalyan köyünde geçen yıl burada sundurmanın altında çadır kurmuştuk. O gece de müthiş bir fırtına ve yağmur vardı. Tüm gece doğru dürüst uyumadan sabahlamıştım ama ıslanmadan atlatmıştık fırtınayı. Eyvah Eyvah filminin bir kısım sahneleri buralarda çekildiğini köylüler bize anlatıyor. Dalyan köyünün içinde şöyle bir tur atarak dolaştıktan sonra yola devam ediyoruz. Yol kenarında bahçe duvarı, demir kapı ve sundurma, kalın ağaç gövdesi bahçenin içinde.
Yemek yenilen işletmenin birisi burada çekilen Eyvah eyvah filminden sonra at arabasını açık mavi renge boyadıktan sonra yan kısmındaki kapağa Eyvah eyvah yazmış koyu mavi renk ile.
Liman içinde kahvede akşam yemeğini yemiştik gecen yıl, bir kaç arkadaş bu kahvenin sundurmasının altına çadır kurup kalmıştı. Ön taraf köyün meydanı.
Dalyan köyünde fazla oyalanmadan yola devam ediyoruz. Yol kıyısına çam ağaçları dikilmiş.
Dalyan – Geyikli iskele arası beyaz boyalı, kaldırımlı, kenarları fıstık çamları dikilmiş gölgeli bir yolda gidiyoruz. Elçek resim çekiyorum kendimi ve arkamdan gelen Davut Şaşal’ı.
Aslında buraya gelmeden Geyikli’ye giden kestirme yolu kaçırınca Geyikli iskelesine gelmiş bulunmaktayız. Taştan yapılmış büyük bir han karşıma çıkıyor. Liman olunca gemiyi beklemek için yapılmış olmalı. Şimdi kullanılmamasına rağmen hala sağlam ve heybetli görünüyor yapı.
Hafif bir rampada Geyikliye doğru gidiyoruz. Arkadaşların bir kısmı kestirmeden gitmiş. Telefonla haberleşerek Geyiklide buluşmaya karar verdik. Hem öğle yemeğini Geyiklide yiyeceğiz.
Geyikli’ye vardık, tabela öyle gösteriyor. Üstte de döner kavlağı belirtir trafik levhası ve 150 metre mesafede olduğunu belirtmişler.
Caminin duvarında güvercin yuvaları yapılmış tahtadan üç bölüm halinde. Sağdaki 6 katlı, soldaki ise 5 katlı iki bölmeli.
Ata Demirer burada Eyvah Eyvah filmini çekince parkı yaptırmış. Film çekilirken kasabalılar figüran olarak rol almışlar. Hem para kazanmışlar hem de kasabanın tanıtımını yapmış film. Ziyaretçiler de eksik olmuyor burada. Küçük ve şirin bir kasaba olan Geyikli böylece tanınmış bir yer olmuş Ata Demirer sayesinde. Parkın girişinde kırmızı kemerde; Eyvah eyvah Ata Demirer parkı olarak yazılmış. Kemerin altına Türk bayrağı asılmış.
Davut abimiz yemek yediğimiz lokantanın sahibesi ile hatıra resmi çeker misin diye rica etti. Ben de resmi çekiyorum.
Yemekten sonra parkın çay bahçesinde çayları içiyoruz. Ardından tura katılan arkadaşlarla tek tek resim çekiliyorum Toplam benimle beraber 15 kişiyiz. İlk önce Davut Şaşal ile resim çekiliyorum. Kendisi sağlam bir bisikletçidir. Bir çok turda beraber pedalladık birlikte. Aynı zamanda maraton koşar ve çeşitli yarışmalarda madalyalar kazanmıştır. Sessiz, sakin, mütevazi, aynı zamanda uyumlu bir arkadaştır. Ortama uyar her zaman.
Baattin Şimşek, Şafak Omaç’ın çırağıdır. Her zaman turculuğu öğrenmeye çalışan dikkatli bir çıraktır. Judo sporu ile uğraşan Baattin disiplinli bir şekilde uyum sağladı turda. Kendisini de tatlı esprileri ile sevdirmeye çalışır.
Kenan Cancan, Selçuk’tan aramıza katıldı. Adnan Barım’ın müritlerinden. Kendi halinde sessiz, sakin ve uyumlu biridir.
Onur Pınar, Selçuk’tan Adnan Barım’ın müritlerinden. Onur da siki bir bisikletçidir, sessiz sakin ve uyumlu olarak aramızda yer aldı.
Ege Ertaş, Kuşadası’ndan aramıza katıldı. İyi bir turcu olma gayretinde mücadele ediyor. Yeni aldığı dış lastikleri değiştirmeden Çanakkale’ye kadar bagajında taşıdı. İyi, uyumlu birisi olarak grupta beraber pedalladık.
Aycan Çolpan, Ege Üniversitesinde öğrenci. Çanakkale’ye gideceğimi öğrendikten sonra gelmeye karar vermiş. Böylece tanıştık. Aramızda tek kadın olmasına rağmen uyum sağlayıp bizimle güzel bir tur yaptı.
Kadir Yıldırım, Selçuk’tan Adnan Barım’ın müritlerinden birisi. Turda uyum sağlayıp aramızda pedalladı. Biraz rahatına düşkündür o kadar.
Manavgat’tan Mustafa Sayan. Çanakkale turunun etkinliğini açınca facebook ta arkadaş olduk. Normalde Çanakkale’den katılacaktı ama İzmir’e kadar otobüsle gelip Aliağa dan aramıza katıldı. Bu onun ilk uzun turu olacak o yüzden ön ve arka bagajlarında yok yok. Her şey almış bir de fazlası var. Akşam keyfini çıkarmaya çalışır. Çilingir sofrasını kurmadan edemez.
Dostum Can Küçükler, beraber nice turlar yaptık ve daha da yapacağız. Geçen yıl Trakya turunu beraber yapmıştık. Disiplinli ve programlı olduğundan hazırlanması biraz uzun sürse de beklemeye değer bir arkadaştır. O da kamp kurarken çantaları cepsiz oluşundan dolayı tüm çantayı boşaltır, sabah ta tekrar tek tek çantaya yerleştirir. Bazı fazla kullanmadığı eşyaları taşır sürekli yanında.
Sorumsuz ve dengesiz dostum İrfan Özden. Uzun yıllar boyunca dolaşmadığı dağ, tepe, bayır, patika ne varsa hepsini dolaşarak dengesini kaybetmiştir. Bisiklete yeni başlamasına rağmen dengesiz turlar yaparak sorumsuzca dolaşmaktadır. Yıllarca yürümekten alışkanlık olmuş her zaman önden önden gitmeye bayılır. Bisikletle daha çok yer gördüğünden yürüyüşleri azaltmıştır. Yön bulma becerisi üst düzeyde olduğu için rotayı her zaman İrfan yapar ben de ona uyarım. Bazı zorlu ve toprak yoldan götürmesine rağmen turlarımız hep iyi olmuştur.
Metin Sadıç, aynı lisede beraber okumuşuz ama o zaman tanışmıyorduk. Yıllar sonra bisiklete başladıktan sonra tanıştık. Lisede fırtınalı bir anarşi döneminde 12 eylülün işkenceleri altında yılmamış bu günlere gelmiştir. Işığa duyarlı olan gözleri nedeni ile kapalı siyah gözlük kullanmakta. Sakin ve nazik oluşu uyumu beraberinde getiriyor. Beraber pedallama şansına sahip olduğum değerli bir arkadaşım.
Ali Kantarcı, Selçuk’tan Adnan Barım’ın 4. müridi. ESHOT ta çalışırken Balçova da oturmuş ama tanışmadık daha önce. Adnan’ın sayesinde tanıştık. Kendisi atlet olduğundan koşularda başarıları var. Bu yüzden bisikletin hakkını vermeye her zaman çalışır. Önde olmayı sever her zaman. Önde gitmesine rağmen gruba uyumu sağlamıştır.
En gencimiz, henüz lisede okuyan Can Çıtak. Beraber turlarda pedalladık, genç oluşu hoş ve atik davranışlara neden olsa da uyum sağlamıştır her zaman.
Sevgili dostum Selahattin Tavkaya. Uzun süredir beraber bisiklet turlarında pedalladık. Oğlu ve kızı bisikletçidir, ailecek bisiklete binerler. Sessiz ,sakin ve mütevazi davranışları ile herkes sever usta Selahattin’i.
İyice dinlendikten sonra yola çıkıyoruz, yolcu yolunda gerek değil mi! Hedef Çanakkale ama normal yoldan değil biraz sapa yollardan gideceğiz. Tabelada Bozcaada tarafına düz, sağa Çanakkale’ye gidileceğini gösteriyor.
Çam kapısından geçmek ne güzel, yeşil kapı. Sanki cennet kapısı gibi, sadece bisikletçilerin geçmesine izin veriyorlar. Sağdaki çam ağacı soldaki çam ağacı ile üstten birleşmiş ve bir kapı oluşmuş yolda. Geçitten bir bisikletçi geçiyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Köyler birbirine yakın, hemencecik bir köye varıp geçiyorsun, hemen diğer köy geliyor. Çamoba köyü tabelası ve dikkat inek çıkabilir uyarı trafik levhası ekin tarlasının kenarında.
Burası da Kumburun köyü.
Etraf tarlalarla çevrili, ekili tarlalar hayvanlar için yem olarak yetiştiriyorlar. Henüz yeşil olan tarlalar 2 yada 3 ay sonra biçilip ürünü topluyorlar. Gelibolu yarım adası ve şehitlik abidesi göründü.
Sağımız ekin tarlası, tarlada iki tane ağaç var.
Solumuzda da ekin tarlası uçsuz bucaksız.
Üvecik köyü girişindeyiz. Girişte tabelaya; Köyümüz sokaklarında hurdacı ve seyyar satıcıların gezmesi yasaktı. Satış yeri köy meydanıdır diye uyarı olarak yazılmış.
Don Kişotlar rüzgar değirmelerine pedal çeviriyorlar. Yolda bisikletçiler ve rüzgar türbinleri sıralı.
Güneş ve rüzgar türbini, yaşam kaynağı olan güneş dolaylı olarak enerji üretimine katkı sağlıyor. Dünya yüzeyine vuran güneş ışıkları atmosferi ısıtarak ısınmayan yerlerdeki soğuk hava sıcak yerlere hücum ederek rüzgarı oluşturuyor. Bu rüzgar da türbinlerin çarklarına çarparak dönmeyi sağlayınca elektrik üretimi gerçekleştiriyor. Çanakkale boğazından sürekli esen rüzgar açık olan arazide kurulu rüzgar türbinlerini sürekli döndürmekte. Ve bu anı yakalamak için bir çok kez resim çekmeme neden oldu. Üç pervanenin birisi gövdesinde, diğer iki kanat çatal biçiminde yukarıda. Tam göbeğin arkasında Güneş saklanmış, ışıkları yandan fışkırıyor. Güneş ile özdeşleşmiş rüzgar türbini.
Bir kahve molası vermek gerek diyerek ağaç gölgesi altında kahve takımını çıkararak kahveleri pişiriyorum. Yanında da kuru meyve ve çerez takviyesi iyi geliyor doğrusu. Yol kıyısında bisikletler park etmiş, ağacın altında oturmuşuz yoldan biraz aşağı seviyede.
Dengesiz İrfan yön tayini yapmaya devam ediyor devamlı. Önümde İrfan gidiyor.
Sanki ormanın içindeymişiz gibi. Otlar o kadar büyümüş ki! Bahar ayında yağan yağmurlar otları bir adam boyundan fazla büyütmüş. Otlar arap saçına benziyor ama arap saçı değil, yani yenmez.
Yurdumuzun her yerinde olduğu gibi erkekler pek çalışmıyor, ortalıkta aylak aylak dolaşmakta. Bir tane kadın yok meydanda. Hatta köyün horozu bile meydanda turlamaya çıkmış bile..
Köy yolları bitti Çanakkale boğazının tam ucuna, buruna doğru gitmeye başladık. Karşısında da Şehitler Abidesi. Toprak yolda ilerlemeye başladık. Solda zeytin ağaçları, sağda buğday tarlası.
Biraz öndeydim ve durup gelenlerin resimlerini çekmeye başladım. Üç kişi kadraja girdi.
Selahattin usta, bagajındaki çubukta Türk bayrağı ile geçiyor önümden.
Önde Baattin, Arkada Mustafa ve bir kişi daha geliyor.
Mustafa Sayan tam önümden geçiyor.
Kenan Cancan, gülerek yanımdan geçiyor.
Ve karşınızda sorumsuz biri dengesiz olarak geçiyor. Geçerken de bir bakış atmadan geçmiyor.
Tam burunda kumsalda, deniz kıyısındayım, KUZ gururla poz veriyor Abide’nin karşısında.
Kuz’un yanında durup kameraya poz veriyorum aynı yerde.
Çanakkale savaşında kullanılan toplar ve top bataryaları. Anadolu yakasında, boğazın girişinde Düşman gemilerini top ateşine tutarak geçmelerini engellemiş. 99 yılda zamana karşı direnmeye çalışıyor ölüm makinaları.
Truva antik kentine doğru yöneliyoruz. Her zaman buralardan geçmediğimizden antik kenti gezelim diyoruz. Tabelada sola doğru Tuva tabelası ve Cumhuriyet caddesi yazılıp parkın köşesindeki parmaklıklara konulmuş.
Truva antik kentine doğru yola çıktık buğday tarlaları arasından.
Antik kent biraz yüksekte olduğundan kıvrılarak çıkan yolda tırmanan arkadaşları çekiyorum. Solda ağaçlar tepeyi kaplamış.
Tepeye çıkınca etraf iyice açıldı. Uçsuz bucaksız ekin tarlaları alabildiğine ekilmiş.
Troya antik kentine vardık, biletler pahalı olduğu için müze kart çıkarıyorum. Nasıl olsa Az bilinen antik kentler turu var önümüzde orada kullanırım gerekirse. Müze kartını çıkarıp içeri giriş yapıyoruz. Karşımıza ilk olarak Truva savaşının simgesi olmuş Truva atı çıkıyor. Savaşı bu tahta at sayesinde kaybediyor Truva şehri. Yoksa öyle kolay ele geçirilecek bir yer değil. Görünen tahta at günümüzde yapılmış, içerisine girebiliyoruz. Bu at normal bir tahta at. Çanakkale de sergilenen at ise çevrilen filimde kullanılan fantastik yapılmış polyester at. Yarın da o atı göreceğiz kayıt olurken. Meydan karo plaka döşenmiş, etrafta ağaçlar var. Bir tane de servi ağacı boy atmış. Tam ortada ünlü Tuva atı duruyor. At 15 X 18 metre boyutlarında devasa bir at. Ayaklar bir insan boyunun üç katı. Gövdede pencereler var, sırtında da ev yapılmış pencereli. Başın üstünde yeleyi kale burcu gibi çıkıntılı yapılmış. Kuyruğu da kalın ve küt biçimde aşağı sarkıtılmış. Bu at tamamen tahtadan yapılmış.
Müze kartını çıkarıp içeri giriyoruz. Truva savaşında kullanılan tek kişilik at arabası kırmızı renge boyalı.
İlk ziyaretimiz Truva atı, yakından çekiyorum atı. Arka ayaklarında atın içine girmek için merdivenler yapılmış.
Merdivenlerden yukarı çıktım, Gövdenin içinde kocaman oda var. Buraya onlarca kişi sığar, kıyılarda oturma yeri yapılmış. Pencerelerden giren ışık içerisini aydınlatmaya yetiyor.
İkinci kata çıkıp pencereden bakarken Bizim Aycan da pencereden sarkmış bana bakarken çekiyorum.
Aycan’ı taş kaidenin yanında dururken çekiyorum bir poz. Arkada büyük meşe ağacı var.
Aynı yerde bu kez Aycan beni çekiyor.
Antik kentte bulunan küpler ve künk boru parçaları sergilenmiş yerde.
Burada da sütun parçaları ve kiriş blok mermerler düzgünce dizelenmiş.
İlk olarak Efes ve Milet antik kentleri gibi denize yakın olan kent, Çanakkale Boğazının güneyinde bir liman kenti olarak kurulmuştur. Zamanla Karamenderes nehrinin kent kıyılarına taşıdığı alüvyonlar nedeniyle denizden uzaklaşmış ve önemini yitirmişitir. Bu yüzden yaşanan doğal felaketler ve saldırılar sonrasında yeniden iskan edilmeyip, terk edilmiştir. Troyalılar, Sardis kökenli Herakleid hanedanının yerine geçmiş ve Anadolu’yu 505 yıl boyunca Lidya krallığı Candaules (MÖ 735-718) dönemine dek yönetmişlerdir. İyonlar, Kimmerler, Frigyalılar, Miletliler onlardan sonra Anadolu’da yayılmış, ardından MÖ 546 yılında Pers istilası gelmiştir. Troya antik kenti, Athena tapınağı ile özdeşleşmiştir. Pers egemenliği sırasında imparator I. Serhas çıktığı Yunanistan seferinde, Çanakkale Boğazını geçmeden önce kentte gelerek bu tapınağa kurban sunduğu, aynı şekilde Büyük İskender’inde Perslere karşı giriştiği mücadele sırasında kenti ziyaret ettiği ve zırhını Athena tapınağına bağışladığı tarhihsel kaynaklarda belirtilir. 1871’de amatör arkeolog Heinrich Schliemann tarafından keşfedilen antik şehrin kalıntılarında, ilerleyen zamanlarda gerçekleştirilen kazılar sonucu, aynı yerde yedi kez -farklı dönemlerde- kent kurulduğu ve farklı dönemlere ait 33 katman olduğu saptanmıştır. Şehrin bu karmaşık tarihsel ve arkeolojik yapısı, daha kolay inceleyebilmek için kent tarihsel dönemlere göre sırayla roma rakamlarıyla ifade edilen 9 ana bölüme ayrılmıştır. Bu ana dönemler ve bazı alt dönemler şu şekildedir;
- Troya I 3000-2600 (Batı Anadolu EB 1)
- Troya II 2600-2250 (Batı Anadolu EB 2)
- Troya III 2250-2100 (Batı Anadolu EB 3)
- Troya IV 2100-1950 (Batı Anadolu EB 3)
- Troya V (Batı Anadolu EB 3)
- Troya VI: MÖ 17. yüzyıl – MÖ 15. yüzyıl
- Troya VIh: Geç Tunç Çağı MÖ 14. yüzyıl
- Troya VIIa: ca. MÖ 1300 – MÖ 1190 Homerik Troya dönemi
- Troya VIIb1: MÖ 12. yüzyıl
- Troya VIIb2: MÖ 11. yüzyıl
- Troya VIIb3: yaklaşık MÖ 950
- Troya VIII: MÖ 700 Helenistik Troya
- Troya IX: Ilium, M.S. 1. yüzyıl Roma Troyası
Kale duvar kalıntıları görülüyor.
Yamaçta blok taşlarla örülmüş duvar.
Solda kale duvarı, az ileride kaleye giriş için geçit olarak yapılmış, solda bir duvar daha var. İki duvar arası 3 metre kadar var. Bu dar geçitten kaleye insanlar, arabalar giriyormuş.
Geçitten içeri giren Aycan ve Can Çıtak.
Bir yapının temelleri, bir kısım duvar blok taşları. Bu taşlar kare olarak yapılmış. İç kısımda sütun parçası 1 metreden biraz fazla, çapı da 50 santim kadar var.
Mermer blok iki taraf içe doğru çapraz olarak oyulmuş Oyuklar kare biçiminde içe doğru basamak basamak oyularak kare küçülüyor. Karelerin ortadaki birleşim yerinin dışı da aynı şekilde basamak olarak oyulmuş. Oyuk olan yerlerden birisinin içi yağmur suları ile dolmuş.
Aynı şekilde içe doğru oyulmuş mermer blok. Kareler bu kez yan yana. İki oyuk sağlam kalmış.
Yamaç biçiminde örülmüş duvar. Orijinal duvar kerpiçten yapılmış, aynı duvarın devamı taş ile örülmüş. Kerpiç duvarın üstünde tente var, yağmurdan zarar görmesin diye.
Yunan mitolojisinde, Truva’lı Paris’in Sparta Kralı Menelaus (Menelaos)’un karısı Helen’i kaçırması sonucunda Yunanların (Akaların) Anadolu’daki Truva kentine saldırmasını konu alan savaştır. Savaş, Yunan mitolojisi ve edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir ve detayları Anadolu’lu ozan Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı destanlarında anlatılmaktadır. İlyada, on yıl süren savaşın son bir aylık dönemini en ince ayrıntılarına kadar anlatırken Odysseia, Yunan komutanlardan Odysseus’un Truva’nın düşüşünden sonra vatanı İthaka’ya yaptığı yolculuğunu dile getirir. Zeus, düzenlediği Peleus ile Thetis’in düğüne tanrıçalardan Eris’i davet etmez. Bunun üzerine Eris, düğüne altın bir elma göndererek, bunun “en güzel tanrıçaya” verilmesini ister. Athena, Hera ve Afrodit altın elmanın kime verilmesi gerektiği konusunda anlaşmazlığa düşünce Zeus, tanrıçaları Paris’e gönderir ve en güzel tanrıçayı Paris’in seçmesini ister. Paris altın elmayı Afrodit’e verir. Karşılığında Afrodit, “tüm kadınların en güzeli’ olan Helen’i, Paris’e aşık eder. Paris, Sparta’yı ziyaretinde Helen’e aşık olur ve iki aşık birlikte Truva’ya dönerler. Kendilerine hakaret edildiğine inanan Yunanlar, Menelaus ve kardeşi Miken Kralı Agamemnon önderliğinde Aka ordusunu toplar ve Truva’ya bir sefer düzenler. Helen’in iade edilmesi ve kendilerine tazminat ödenmesi tekliflerine olumlu yanıt vermeyen Truvalılar ile uzun ve zorlu bir savaşa girerler. Truva’nın mitolojik bir kent olduğu düşünülürken, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann tarafından başlatılan ve ikinci dünya savaşından önce Amerikan arkeolog Blegen tarafından gerçekleştirilen kazıların sonucu olarak, Çanakkale Boğazı’nın güney sahillerinde, Küçük Asya’nın kuzey batısındaki Troas bölgesinde bir sırtın üstünde bugünkü Çanakkale’nin birkaç kilometre güney batısındaki Hisarlık tepesinde dokuz kere yıkılıp yeniden kurulmuş çok eski bir şehir bulundu. Truva, deniz baskınlarından korunacak kadar içeride olmasına karşın Helespontos (Çanakkale)ile Karadeniz’i bağlayan ticaret yoluna hakim olacak kadar denize yakın bulunuyordu. Her yıkılışında yeniden yapılmış bu önemli ticaret şehrinde dokuz tabaka meydana çıkarıldı. Bunlardan MÖ 15-12. yüzyıla ait olan 6. tabaka, Homeros’un anlattığı Truva’dır. Homeros’un Truva Savaşı’nda bahsettiği kentin Yunanlar tarafından tahrip ediliş tarihi olarak ilk çağda MÖ 1184 yılı kabul edilir.
Behçet Necatigil, Mitologya Sözlüğü, Sel Yayıncılık, İstanbul, 5.baskı, 2006.
Kerpiç duvarı yakından çekiyorum. Toprak içine delik açarak yuva kuran arıların kerpiçleri delik deşik ettiğini görüyorum.
Diğer yerlerde de kerpiç duvarlar var. Buranın üstü tente ile örtülmüş, kazı çalışmaları devam ediyor.
İki kerpiç duvarın ortasında Aycan poz veriyor.
Kazı ekibi epey derinlere inmiş, ve hala kazılar devam ediyor. Tarihi eserlere zarar vermemek için iğneyle kuyu kazıyorlar. ama bu kuyu epey derin, yaklaşık 10 metre kadar var. Kazılmış alan geniş bir yer.
Yarım yuvarlak duvar kalıntısı.
Cadde taş blok ile döşeli, kenarında temel taşları kalmış binalar var.
Yamaç duvar ve otlarla kaplanmış yıkıntılar.
Biri büyük kare kaide, biri daha küçük kare planlı temel taşı, yakınında yuvarlak kuyu, taş ile örülü. Şehrin evlerinin temellerinin bir kısmı görünüyor.
Aynı yerin diğer taraftan görünümü. Daha önce bulunduğum yerin kenarı duvar örülü ve yüksekte. Önümde kare olarak taşlardan örülmüş blok. Ortasında yuvarlak olarak boşluk bırakılmış.
Üst kısma üç kademeli merdivenlerden çıkılıyor. Antik kentin kalıntıları kademe kademe kazılıp ortaya çıkmış. Hala da kazılar devam ediyor.
Kentin kalıntıları, ortası meydan, yapıların sadece temelleri var. Buranın arkası ağaçlarla çevrili.
Küçük amfi meclis binasının yeri. oturma yerleri 9 basamaklı.
Kocaman meşe ağacı, yanında bank var. Antik kenti dolaşanlar burada oturup dinleniyorlar. Kent geniş bir alana yayılmış.
Amfi meclis binasının basamaklarından Can Çıtak’ı çekiyorum.
Tabelada Troia yazılmış kocaman harflerle. Yazının üstünde iki yuvarlak şekil var. Dairenin içine bir daire daha çizilmiş. Dairenin arasında 20 tane üçgen ve benzeri şekiller çizilmiş. İç kısma da pencere, çanak, balık insan gibi şekiller çizili. Ne anlama geldiğini üstte yazmışlar ama harfler çok küçük okunmuyor.
Kale duvarı, kent burada bitiyor. Blok taşlar ve iki sütun parçası duvarın dışında.
Tarihte tanıdığımız batı dünyası ile Asya arasındaki ilk büyük çarpışma başlamış olur. Fakat Akalar hemen Truvalılarla savaşa girmemiş ancak şehri kuşatmışlardır. Akalar dokuz yıl süren kuşatma sırasında Truva çevresindeki zengin bölge ve şehirlerin değerli silahlarını yağmalamak ile kalmamışlar güzel genç kız ve kadınlarını kaçırarak komutanlar aralarında paylaşmışlardır. Daha sonra iki ordu karşı karşıya gelmişlerdir. Paris, Menelaos ile teke tek savaşmayı ve savaşı kazananın Helen’i almasını teklif eder ve teklif kabul edilir. Savaş sırasında Menelaos Parisi yenmek üzereyken Tanrıça Afrodit araya girer ve Paris’i kurtarır. Başka bir savaşçı olan Pandoros’un Menelaos’a bir ok atmasıyla iki ordu birbirine girer. Akalı savaşçılar birçok Truvalıyı öldürürler. Bu korkunç savaşa tanrılardan Athena, Aphrodite ve Ares de katılır. Korkunç savaşın ünlü kahramanlarından Hektor savaşamayacak kadar yaşlı Truva kralı Priamos’un büyük oğludur. Bir yandan savaşmak ve diğer bir taraftan askerleri muhafaza etmek onun göreviydi. Hektor Akaların Akhilleus’tan sonra en büyük kahraman olan Aias ile savaşır. Bu arada Akalar ordugahın çevresini bir sur ve hendek ile çevirirler. Bu durum savaşın Truvalılar lehine gerçekleşmesini sağlamıştır. Akalı Patroklos ile Hektor mücadelesi sonucunda Hektor batı kapılarına kadar kovulur. Patroklos’un Truvalılar tarafından öldürülmesi Akhilleus’u çıldırtır ve Hektor üzerine yürür. Akhilleus tarafından Hektor öldürülür. Akhilleus Hektor’un ölüsünü toz toprak içerisinde sürükleyerek Truva surlarının içerisinde yedi kere dolaştırır. Bu işkence dokuz gün sürer. Hektor’un ölümünden sonra Amazonlar ve Etiopia kralı Memnon Truvalıların yardımına gelirler. Hektor’un Patroklos ile savaşında, birçok kaynakta yukarıdakinden farklı bir durum anlatılır. Esas duello Akhilleus ile Hektor arasında olacaktır, ancak savaşta gerçek bir savaş nedeni bulamayan ve esasında truva savaşına gönülsüz katıldığı ve savaşta bir türlü nihayetlenmediği için keyifsiz olan Akhilleus düelloya girmek istemez. Akhilleus’un kuzeni olan Patroklos ısrar eder ama ama Akhilleus’u ikna edemez. bunun üzerine Patroklos askerlerin moralinin düşmemesi için Akhilleus’un zırhını gizlice giyip Akhilleus’ muş gibi düelloya gider. Düelloda Hektor zırhın içindekinin Akhilleus olmadığını anlar, zira hem zırh Patroklos’a oturmamıştır (zira yapı olarak Akhilleus’tan zayıftır) hem de Patroklos Akhilleus kadar yetenekli değildir. Düelloda Hektor Patroklos’u öldürür. Menelaus ölenin Akhilleus olduğunu sanarak keder içinde cesedin başına gidince ölenin Patroklos olduğunu anlar. Bu durumu Akhilleus’u çadırından çıkarmak için fırsat bilerek Patroklos’un cesedini Akhilleus’un çadırına götürür. Akhilleus en iyi dostu olan Patroklos’un öldürülmesi ile çılgına döner. Truva kapılarına dayanarak tekrar bir düello talebinde bulunur. Hektor istemese de kabul etmek zorunda kalır. İkisi Truva kapılarının önünde düelloya tutuşur ve sonuçta Akhilleus Hector’u öldürür. Hırsı geçmeyen Akhilleus hektorun cesedini Hector’un Ajax ile olan düellosundan hediye aldığı olan kemerle (Ajax’ı sağ bıraktı) atlı arabasının arkasına bağlar ve güvenli bir mesafeden 9 gün boyunca truva surları etrafında Hector’un cesedini sürükleyerek paramparça eder. Bu dönüm noktası savaşın seyrini değiştirmeye başlar. Zira başkomutan olan Hektor’un düşüşü truva tarafında derin bir moralsizliğe neden olur. Hektor’un teyzesi olan Penthesileia kafkaslarda kurulu Amazon krallığının kraliçesidir. Penthesileia Hektor’un düşünün ardından Truva’ya destek için gelir ve savaşa katılır. Savaşta Akhilleus tarafından öldürülür. Ölümünün ardından (kimi kaynaklarca) Akhilleus’un tecavüzüne uğrar, kimi kaynaklara göre ise Akhilleus onu öldürdükten sonra ona aşık olur. Yapılan diğer savaşlarda genel olarak karşılıklı kayıplarla ve truva’lıların hafif aleyhine sonuçlarla devam eder taa ki Paris bir ok ile Akhilleus’un ölümünü getirene dek. Akhilleus’un ölümünün ardından truva atı olayı gerçekleşir ve truva yerle bir edilir.
Uzun bir mermer blokta Yunan harfleri ile bir şeyler yazılmış.
Truva antik kenti ziyaretini bitirip yola çıkıyoruz. Çanakkale ana yola yakınız. Daha yola çıkmadan önce bir evin yanından geçerken biri küçük diğeri biraz irice iki köpek havlamaya başladılar. O kadar bağırmama rağmen iri olan dibime kadar gelince bisikleti durdurup şok cihazını bir kaç kez çalıştırınca köpek susarak başını öne eğip arkasını dönerek benden uzaklaştı. Artık mecbur kalmıştım çünkü dibime kadar gelmişti. Şimdiye kadar şok cihazını hiç kullanmamıştım köpeklere karşı. Kullanmak ta istemem. Köpeğin saldırgan halinden susup oradan uzaklaşmasını görünce ne kadar hayvana rahatsız edici bir etki yaptığını gördüm. Bu duruma üzüldüm ama ısırsa idi benim için daha kötü sonuçları olabilirdi. Bu olaydan sonra şok aletini bir daha kullanmadım. Tevfikiye köyünün tabelasını çekiyorum.
Ana yola az kaldı, neredeyse vardık sayılır. Selahattin ve Can Küçükler’i çekiyorum bisiklet sürerken.
Çanakkale ana yola çıkınca tüm arkadaşların gelmesini bekliyoruz. Ekip tamamlanınca öne ben geçiyorum ve beni geçmemelerini, tek sıra halinde hareket edeceğimizi belirterek yolculuğumuza devam ediyoruz.
Çanakkale ana yolu araç trafiği çok yoğun. İzmir den Trakya ve Avrupa yönüne arabalar vızır vızır gidip geliyorlar. Yol düz kaymak gibi asfalt. Haliyle hızımız biraz artıyor, akşam olmak üzere. Emniyet şeridinde rahatça gidiyoruz. Arkadaşların kimisi rüzgarlıklarını giymiş. Baattin turuncu yağmurlukla önümden geçerken çekiyorum. Diğer arkadaşlar arkasında.
Metin Sadıç biraz fazla kiloları olsa gerek terliyor. Kısa molada atletini değiştirmek zorunda kalıyor. Onu üstü çıplak çekiyorum.
Bu gün hareketli tarihi ve doğal güzelliklerin seyrine doyduk desek yeridir. Hava kararmasına rağmen hep birlikte sağlıcakla üniversitenin Dardanos yerleşkesine varıyoruz. Bizden önce gelenlere selam vererek çadırları kuracağımız yeri beğendikten sonra hemen çadırları kuruyoruz.
Çadırları kurduktan sonra akşam yemeğini yiyerek karnımızı bir güzel doyurduktan sonra gelmiş olan arkadaşlarla hasret gideriyorum. Yılın ilk festivali oluşu ve en önemlisi herkesin gelmeye çalıştığı Çanakkale şehitleri için pedallamak ayrı bir görev sanki. Böylece sık görüşemediğimiz bisikletçi dostları burada görüp sohbet etme imkanı doğuyor. Dostlar ve tanıyan çok olunca her yerden selamlaşmalar, sohbetler bitmek bilmiyor. Sohbetler genellikle bu yıl ki festivaller nerede var ve hangisine katılacağız oluyor. Dostlarla olmak ne güzel. Otel odasında kalan arkadaşım Burçin Bakaçhan bize odada duş alabilirsiniz deyince hemen duş almak için hazırlanıp duşu alıyorum. 4 gündür duş alamamıştım.
Bu gün yaptığımız toplam yol yaklaşık 90 Kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası
Emeğine sağlık Urim Baba’m. yollar biter Dostluklar baki kalır. hadi kal sağlıcakla.