28 Haziran 2013 Cuma
As you may already know the consequences of liver disease can be potentially life threatening and often can result in jaundice, yellowing of the skin, and pale, yellow or orange coloured eyes. Anxiety and depression in kids: a guide https://mahalakshmienterprises.in/15857-super-vidalista-bestellen-4937/ for parents and pediatricists. You can order prednisone for dogs with prescription at best price on our website.
Most women who use the product do so without knowing that it might be associated with an increased risk of breast cancer. It has an antiandrogen, https://feuermatrix.at/63-cialis-5mg-kaufen-rezeptfrei-70230/ but that does not affect libido. This is your opportunity to make sure that you do not take it again.
Muğla kent ormanı – Muğla – Belen kahvesi – Beçin kalesi
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları.
“Geleceği hayal ediyorsun çünkü şimdi ki anı tatmadın.”
Öne çıkmış olan görsel, sol taraf az ağaçlı dik yamaç, sağda ise pembe çiçekler açarak coşmuş zakkum.
Ormanın derinliğinde uyanıyoruz, ortalık sessiz sadece kuş sesleri var. Kamp attığımız yer piknik alanı, mangal için yerler yapmışlar, gündüz ışığında orman farklı görünüyor. Toplandıktan sonra ormandan çıkıp ana yola geliyoruz, girerken resim çekemediğimden ormanın girişinin resmini çekiyorum.
Güneş yeni doğmuş tam arkamızda günün ilk ışıklarını cömertçe dünyaya gönderiyor. Güneş arkamda, gölgem asfalt üzerine düşüyor.
Muğla’ya 12 km uzaklıktayız, kahvaltıyı Muğla’da yapacağız. Giriş tabelasındayım. Tabelada; Muğla: Nüfus 62.600 Rakım 625
Muğla’ya varınca bakkaldan kahvaltılık alıyoruz. Kahvaltıyı uygun bir çay ocağında yapıp karnımızı doyurduk. Kahvaltıyı yaparken bu günkü rotamızı çıkarıp nereden gideceğimizi belirliyoruz. Yatağan’a uğramadan Belen kahvesinden, dağ yollarından gideceğiz. Rehberimiz her zamanki gibi İrfan öne düşüyor biz de ardından takip ediyoruz. İrfan çok iyi bir rehber, yolları okumayı, nereden gideceğimizi o belirliyor. Bir süre ana yoldan gidip Belen kahvesini sapağına varınca sola dönüyoruz. Tabelada yazan Belen Kahvesi 9. Yani Belen kahvesine 9 Kilometre olduğunu belirtiyor. Tarihi ve turistik olduğu için kahverengi tabelaya yazılmış.
Kısa sürede Çaybükü köyüne vardık. Burada Belen kahvesi. Tabelada yazdığına göre Belen değirmeni de burada olduğunu belirtiyor.
Kahve az yukarıda, ağaçlar arasında Türk bayrağı ve kahvenin çatısı görünüyor.
Belen kahvesine giderken yol kenarında armut ağacı görünce bir kaç tane kopartıp çantama koyuyorum. İrfan ile Yıldız önde oldukları için armutları yemiyorum. Türküsü yakılan dramatik Belen kahvesine varıyorum. Bisikletimi park edip resim çekmeye başladım. Kahve taş bina, giriş kapısı üzerine Belen Kahvesi yazılmış. Kapı pervazları geniş çerçeveli mermerden. İki yanda da gece lambaları, nedense gündüz feneri gibi yanıyorlar. Işıkları kapatmayı unutmuşlar sanki, lambalar yanıyor gündüz aydınlığında. Kapının solunda yakılan Ormancı türküsünün sözleri, sağında ise türküsü yakılan olayın hikayesi sarı plakete yazılmış.
Bu kahvede olan olayları halk türkü yakarak belgelemiş. Tabelada yazılan türkünün orijinal sözleri;
Ormancı Türküsü
Çıktım Belen Kahvesi’ne baktım ovaya
Bay Mustafa çağırdı dama oynamaya
Ormancı da gelir gelmez yıkar masaya(ı)
Söz anlama Ormancı çekmiş kafaya(ı)
Aman Ormancı yaktın Ormancı
Köyümüze bıraktı yoktan bir acı
Gevene’in ortasında değirmen döner
Değirmenin taşları dağından iner
Ormancıya atılan kurşun Tevfik’e değer
Tevfik’imin acıları yürekleri deler.
Aman Ormancı yaktın Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı
Gevenes’in suları hoştur içmeye
İçinde köprüsü var gelip geçmeye
Tevfik’imi vurdular hiç mi hiçine
Yazık ettin Ormancı köyün iki gencine
Aman Ormancı yaktın Ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı
Bu tabelada da olayın Ormancı türküsünün hikayesi hikayesi;
Muğla’nın Gevenes ve Kozağaç köyleri civarındaki ormanlarında bir yangın çıkar. Yangın kısa sürede kontrol altına alını ve etrafı çevrilir. O sırada Mustafa Şahbudak ve Tevfik Cezayir adlı iki arkadaş Belen Kahvesinde oturmuş dama oynamaktadır. Tevfik Cezayir Gevenes köyünün muhtarıdır. Aynı zamanda yörede herkesin yardımına koşan, sevilen biridir. Orman koruma ve bakım memuru olan Sarı Mehmet lakaplı Mehmet İn, etrafı çevrilen yangının söndürülmesi için Belen Kahvesine gelir ve Muhtar Tevfik Cezayir’den bekçi ister. Muhtar, iş zamanı olduğu için bekçi vermek istemez. Bu konuda Ormancı Mehmet İn tuttuğu zaptı Muhtar Tevfik Cezayir’e İmzalatmak ister. Muhtar Tefvik Cezayir oyunun kritik anı olduğu için tutulan zaptı imzalamak istemez. Olaya kızan Ormancı masaya vurur ve dama taşları dağılır.
Yazının diğer bölümü kareye sığmadığı için ikinci bir resim daha çektim. Hikayenin devamı;
Diğer oyuncu Mustafa Şahbudak, dökülen taşları toplar ve Ormancı ile tartışırlar. Ormancı inatlaşır, söz anlamaz, ikinci kez masayı devirir. Bu kez Ormancı ile Mustafa Şahbudak arasında tartışma çıkar. Mustafa Şahbudak sinirlenerek Ormancıya tokat atar. Ormancı Mehmet İn, belinden kamasını çıkararak Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. Mustafa Şahbudak olayın şoku ile belinden tabancasını çeker. Bu sırada Muhtar Tevfik Cezayir yapma diyerek, silahın önüne atlar. Silah iki kez patlar. Çıkan kurşunlar Muhtar Tevfik Cezayir’e rastgelir, Mustafa Şahbudak arkadaşı Muhtar Cezayir’i kazayla vurur. Mustafa Şahbudak, arkadaşıyla ilgilenirken Ormancı kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçan Ormancıyı silahıyla topuğundan ve kalçasından yaralar. Köylüler Mustafa Şahbudak’ı yatıştırır ve elinden silahı alır. muhtar Tevfik Cezayir Muğla devlet hastanesine kaldırılır, ancak aldığı yaralar sonucu kan kaybından ölür.
Çıktım Belen Kahvesine baktım ovaayaaaa baktım ovayaa. Dama masası, üzerinde dama taşları dizili. Masa ve sandalyeler sundurmanın altında, Duvar üstünde tahta çit ve aşağıda Belen ovası.
Bir müze haline gelmiş Belen kahvesinin odasını müzeye çevirmişler. Mankenlerle Ormancı ayakta, Bay Mustafa ve Muhtar Tevfik sandalyede oturmuş dama oynarlarken. Dama taşları masa üzerinde dağınık.
Odanın bir duvarında ocak, içinde odunlar, sacayağı. Yanmaya hazır durumda. Ocağın yanında Dövülerek ayran yapılan ahşap yayık.
Belen kahvesinde oturup ovaya bakarak çaylarımızı içiyoruz. Aslında kahve içmek gerekti ya neyse çay ile idare edelim. Masada; ben , Yıldız ve İrfan oturmuş çay içerken, arkamızda Belen ovası.
Çay içerken sandalyeni tahtasına konmuş çekirgeyi görünce yakından resmini çekiyorum.
Belen kahvesinde dinlenip çay içerken kahveciden yol durumunu soruyoruz. Yol toprak, tenha olduğunu söyleyip dere kenarını takip etmemizi söylüyor. Gerekli yol bilgilerini aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Bir süre sonra asfalt yol toprak yola dönüşüyor ama bizi etkilemeden yolumuza devam ediyoruz. Trafik olmasın yeter, sonra ormanın içi gayet güzel. Yalnız yokuş ve biraz tırmanma var. Ayrıca ana yollardan farkı da yol kenarındaki su kaynaklarını, çeşme ve derelere rastlıyorsun, böylece yol boyunca susuz kalmıyor ve sıcaktan bunalırken serinliyorsun. Çam ormanı içindeyiz, solda dere yatağı ve pembe çiçekler açmış zakkumlar.
Ormanın içinden geçen toprak yol, yokuşu çıkan Yıldız bana doğru gelirken çam ormanı ile yolu birlikte çekiyorum.
Dağa tırmanmamız devam ediyor, zakkum çiçekleri ormana renk katıyor. Üçümüz kendi temposunda tırmanıyor, birbirimizi gözden kaybettiğimizde bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Arada kendi mi de çekiyorum elçek ile, önümde Yıldız bisiklet sürüyor. Başımda mavi buuf, gözümde sarı renkli güneş gözlüğü var.
Yol bazen aşağıya doğru gidiyormuş gibi görünse de kısa sürüyor ve çıkmaya devam ediyoruz. Karşıda yüksek dağlar var.
Yokuş bitmiyor hala tırmanıyoruz, rastladığımız keçi çobanına yolu sorup doğru yolda olduğumuzu öğrenince tırmanmaya devam. Keçi çobanı yolu başı ile tarif ederken, ileride İrfan keçi sürüsüne ulaşmış bile.
Yıkık viran evler de görüyoruz arada. Taş ve çamurdan yapılmış duvarları bir kısım çatıyı ayakta tutuyor. İçeride bal arısı kovanlarını görüyorum.
Yamaçta uzun çam ağaçları ve yola yakın yerlerde, dere kıyısında kavak ağaçları göğe ulaşmaya çalışıyor.
Solda zakkum çiçekleri açmış, önümde İrfan bisikletle gidiyor.
Nereye baksan manzara değişiyor, ben de durup durup resim çekerek tırmanmaya devam ediyorum, durunca da bir nebze dinlenmiş oluyorum çaktırmadan ama bu sefer geride kalınca arkadaşlar beni ileride bir ağacın gölgesinde beklerken buluyorum. Resim çekerken ilginç olan çam ağaçlarına denk geliyorum, çamın dalında bir yumru oluşmuş. Beni bekledikleri yerde çıkarıp armutları yiyoruz, biraz meyve iyi olur.
Önümde Yıldız bisikletin üzerinde giderken, daha ileride İrfan bisikletten inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Yolda iri taşlar var, o yüzden rahat süremiyor. Ne de olsa acemi, ilk bisiklet turu.
Bazen dere yatağından epey yukarılardan gidiyoruz. Yol kıyısında köy evleri dağınık. Aslında doğru dürüst köy de yok ortalıkta.
İrfan yokuşu yürüyerek çıkmaya devam ediyor çam ormanı içinde.
Yıldız ise alışkın yokuşları çıkmaya. O yüzden bisikletinden hiç inmedi.
Bazı yerlerde yol çok taşlı oluyor ama durmak yok, yola devam.
İşte güzel bir manzara, Sol taraf seyrek çam ormanı yamaçta. Sağda ise pembe çiçek açmış zakkumlar yol boyu gidiyor. Önümde İrfan. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Köylülerin iş hayvanı olarak kullandıkları at ve katır ağacın gölgesinde bağlanmış ot yiyorlar.
Bazı yamaçlar kel kalmış, belki de çabuk tutuşan çam ağaçları yanmıştır bir zaman. Dere yatağında çalılar ve zakkumlar kaplamış.
Önümde İrfan ve Yıldız giderken solda yükseltide taş ev görüyorum. Kavak ağaçları yol kıyısında. Bu ev benim hayal ettiğim bir şekilde, yerden 5 metre yükseltide, tek katlı. Önü düz ve az da olsa manzaralı. Böyle bir ev yapmak isterim kendi ellerimle.
İrfanın diline bir şarkı dolanıyor, aklına geldikçe söylüyor.
“deli diyorlar bana
desinler değişemem”
Biraz da Yıldıza takılmak için söylüyor. Neyse çıka çıka bitiriyoruz rampaları. Benim bildiğim zakkum bitkisi 800 metre yüksekliğe kadar görülüyor. Zirvede hiç bir zakkum ağacı yok demek ki 800 metrenin üzerindeyiz. Artık inişe geçiyoruz ama inişte taşlı toprak yolda olduğumuz için bisikletimi salamıyorum, dikkatli inmek zorundayım. Haliyle düşmek istemem durduk yerde, yavaş inerim ama sağlam inerim. Ben yavaş indiğimden Yıldız ve İrfan beni bekliyor yolun kıyısında. Bekledikleri yer yol kenarı gölge ve düzlük, karınları da acıkınca oturup ocağı, kap kacağı çıkarıp makarna yapmaya başlıyorlar. Ben de gelince çaydanlığı çıkarıp çay demliyorum. Makarnayı yiyip çayımızı içerek dinleniyoruz İnerken de yoruluyorum fren sıkmaktan ve düz maşadan kollarım tutmaz oldu. Yıldız tencerede makarna pişirirken çömelmiş.
Dinlendikten sonra yola çıkıyoruz.
Asırlık meşe ağacının gövdesi kalınlaşmış, toprağa iyi tutunuyor.
Önümüze bir çam ağacı çıkıyor devasa bir şey, 300 yıllık olabilir. resmini çekebilmem için bayağı geriden çekiyorum, başka türlü kadraja girmiyor çam ağacı.
Dar bir vadinin dibinden inmeye devam ediyoruz. Solda küçük dere yatağı yol ile birlikte, çam kokuları içinde Milas ovasına doğru akıyor.
Dediğim gibi çeşmesiz kalmıyoruz yol boyunca, yine bir çeşmede duruyoruz. Çeşmenin yalağı var, yalağın içinde yosunlar, su kurbağaları, suyun içinde dalgıç böcekler, anlayacağınız yarım metrekarelik yalağın içinde çeşitli canlıların yaşadığı bir yer olmuş ilgiyle izleyip inceledim. Yaşamak güçlü bir şey canlılarda, düşündürücü.
“Yaşamak tek başına bir ağaç gibi hür ve orman gibi kardeşçesine” demişti Nazım usta.
Nazım usta deyince şair kardeşim Feyyaz aklıma geliyor. Benim ustalarımdan sayılır, Serkan Taşdelen ile bu ikisini D300 karayolunu boydan boya geçen (Çeşmeden başlayıp Ağrıya kadar uzayıp giden yol ) iki bisikletçi. Gezgin virüsü bulaştırmışlardı maceralarını okurken. Serkan ve Feyyazdan çok şeyler öğrendim, o yüzden ustalarım olarak sayarım ikisini de. Feyyaz daha sonra Türkiye’nin tüm kıyılarını 4000 km dolaşıp bu da yetmezmiş gibi güney Amerika da dolaşıp Fernando adını almış olup en son da Nazım ustanın Moskova ya giderken gittiği yoldan giden ve Yol kitabını çıkarıp bizlerle paylaşan genç şair dostumu andım bir an yaşam dolu su yalağında. Fernando Feyyaz Alaçamın kendi web sitesinden takip edebilirsiniz. www.feyyazalacam.com Serkan Taşdelen’in web sitesi http://www.pedalla.com
“Deli diyorlar bana
desinler değişemem…”
Dengesiz İrfan uçurumun kenarında durmuş bana poz veriyor.
Dengesiz İrfan bir türlü dengeyi sağlayamıyor. Artık düzlüğe geldik, ilerlerken durduk yerde İrfan yine düşüyor bisikletten. Ya bir dur arkadaş ne oluyor. Arkasında olduğum için yetişip kaldırıyorum, neyse durduğu yerde olduğu için herhangi bir şeyi yok şükür, düşmesi yorgunluktan olabilir.
Çamköy’e geliyoruz, uygun olursa buraya kamp atmayı planlamıştık. Yiyecek bir şeyler bakınırken sadece tost yapan bir dükkandaki elemanın ters davranışı bu köyde kalmadan geçip gitmemize neden oldu. Yola devam ederek güzel bir iniş ve asfalt biraz dinlendiriyor bisiklet üzerinde. Milas’a varıyoruz, daha önce yemek yediğimiz sanayideki lokantaya girip akşam yemeğini yiyoruz. Kuru fasulye kalmamış, biz de olanı yiyoruz. Yemekte nerede kalacağımızı konuşurken Yıldız Beçin kalesinde kalalım diyor, Beçin beldesi 4 km geride. Haliyle Yıldızı’n kararına uyup geriye doğru Beçin’e geliyoruz. Havada karardı, Resmi ertesi sabah çekiyorum. Kahverengi tabelada yazan Beçin kalesi 1.
Tabelada görüldüğü gibi Beçin kalesi 1 km yazıyor ama bir kaç yüz metre çıktıktan sonra dikleşen yokuşun ve yorgun olmamızın verdiği zorluktan bisikletten İrfanla ben inip iterek çıkıyoruz yokuşu. Yıldız inmeden kaleye kadar çıkıyor, bıravo. Hava karanlık, sokak lambaları yeterli aydınlatmıyor yokuşu öyle çıkıyoruz. Kaleye gelince başlıyor köpekler havlamaya, tabi ki aldırmadan yanlarına kadar gelince havlamayı kesip yılışmaya başlıyorlar. Anlayacağınız yaygaracı tipler. Arka ayağı sakat bir anne, geçen sonbahardan üç ve bu bahardan dört toplam yedi tane yavru köpek etrafımızda yılışıyorlar. Ağaç altında piknik masasının yanında duruyoruz. Burada küçük bir kanal var içinde gürül gürül su akıyor, eh daha ne isteyelim kampımızı atıyoruz. Çayımızı demleyip bir güzel sohbet ederek içiyoruz. Köpekler de bizim bekçiliğimizi yapıyorlar sabaha kadar. Terli eşyalarımızı kanalda yıkayıp asıyoruz. Daha sonra çadırlarımıza girip yatıyoruz ama köpeklerin bütün gece her şeye havlamaları bizi derin bir uykudan mahrum ediyor.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 93 Kilometre civarı.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda