Prizren Şehir Turu
Samples at walmart.com, and even a sample pack that includes everything required to order generic clomid pill uk are delivered at your local pharmacy. Continue to take the medicine as directed, and call your doctor if Penja paxlovid drug cost any of the following happens: The use of methotrexate is complicated by the formation of anti.
Cytotam 20 price in india, the cost of the drug varies from rs 5,300 (rs 5,300 to rs 8,400 for 200 mg/day) to rs 5,500 (rs 5,500 to rs 8,400 for 400 mg/day) in different formulations and for different patients in different countries. From the comfort of your own home, you can search for the product of your choice, without the inconvenience of having to return terrestrially priligy kaufen apotheke to a store to find it. If you continue with your regimen over a series of 3 cycles you could become susceptible to rhabdomyolysis, a condition in which cells break down, and your muscle strength can be compromised, according to the american cancer society.
16 Ağustos Pazar
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
GÜVERCİN KASAPLARI
Yel ulur kar toz durur bir kış
Yazı yabanda şu sıra içimiz.
Oysa sevmelerin ustasıyız biz
Bir de alçaklıklarla kavganın.
Alıcıkuş kesiliriz ve de ense kökünde
Göğsümüzdeki o sıcak güvercini
Kara dirgen elleriyle
Boğmaya kalkışanların
Neden güvercin kasapları, barışımıza kan bularsınız
Öyle kötüsünüz ki
İki gözden dört ölüm bakarsınız,
Tabanca gibidir tabanca
Sevgilenmemiz de vuruşmamız da
Ta yürek dalında patlar
Ya da bir alın çatında,
Ne ki çok kez dalaşmaktansa
Acıdan yükünü tam almış
Güçlü bir katır gibi
Vururuz yalnızlık yokuşumuza
Neden yolunuz bu denli ıramış güzellikten
Öyle bataklısınız ki
Bir çiçek düşü bile geçmemiş içinizden.
tahsin saraç
Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ kale duvarının üstünde park etmiş. Aşağıda Prizren şehri.
Sabaha kadar süren disko sesi, alkolün etkisi ile garip sesler çıkaran sarhoşlar. Yağmurun yağmasını istemediğimiz halde “Rain rain” diye bağıran biri. Yat zıbar, ne bağırıyorsun gecenin ortasında. Sen yağmur istiyorsun diye biz istemek zorunda değiliz. İngilizce yağmur diye bağırıyordu, Tanrı ne dediğini anlamadı herhalde. Kampta kalan insanların gürültüleri yarım yamalak bir uyku ile sabahı ettim. Henüz sabahın beş buçuğu, hava karanlık. İrfan uyanmış sesini duyuyorum. Bir süre sonra çadırıma gelerek “Dengesiz kalk sabah oldu” diye seslendi. Zaten uyumaya çalışıyordum, çadırdan çıkmadan ” Sorumsuz saatin kaç olduğunu biliyor musun? Sabahın beş buçuğu. Henüz hoca sabah ezanını okumadı bile.” dedim. İrfanın dengesi bozulmuş. Saatini geri almayı unutmuş altı buçuk zannediyor. Gün ağarıyor ve çadırın içinden dışarısını bir süre seyrediyorum. Sabah kahvaltısına amcaoğlu muharrem davet etti. Arabası ile bizi almaya geldi. Bisikletsiz olan Mehtap hanım sadece arabaya binecek. Biz bisikletlerle Muharremin evine giderek bahçesinde kahvaltıyı yapıyoruz hep birlikte. Bahçede uzunlamasına üç masa art arda, masaya 14 kişi oturmuş kahvaltı ederken. Kenarlarda bisikletler park etmiş.
Kahvaltıdan sonra kamp alanına gelerek hazırlanıyoruz tura. Uluslararası Kosova Bisiklet Turuna başlamış bulunuyoruz. Bisikletlerle birlikte yan yana sıralanmışız. Üzerimizde sarı renkli yelekler var.
Uluslar arası Kosova Bisiklet Turunun 1. günü Prizren şehri Tarih ve Kültür turu olacak. İlk olarak şehrin az dışında tarihi kilise kalıntılarını göreceğiz. Öncümüz Yaşar Curci, ben en arkadan geliyorum. Dere boyu yukarı giderken arkalarından çekiyorum bir poz. Yolun sağı solu yamaç.
Derenin kenarından yukarı doğru gidiyoruz bir süre. Önümde İrfan var.
Dere içinde restoranlar ağaçların arasında gizlenmiş.
Derin bir kanyonda gidiyoruz.
İki dengesiz gülümseyerek etraftaki doğal güzellikleri ilk defa görmenin mutluluğunu yaşıyor. Tamam ve İrfan.
Derenin aktığı geniş vadiye hakim kayalık tepeye Kız Kalesi yapılmış ama şimdi yıkıntı durumunda.
Yol kıyısında bisikletliler durmuş beni bekliyorlardı.
Sırp kralı Stefan Duşan tarafından XIV. yüzyılda yaptırılan bu kilisenin adı Aziz Arhancel Manastırı. Tamamen harabe olmuş bu manastır yeniden yapılmış. Ziyarete açık değil, sadece dışarıdan resim çekiyoruz. Derenin üzerine taş köprüden manastıra giriliyor. Kocaman, kemerli bir kapısı var.
Manastırdan geri dönerek yürüyüş ve bisiklet yoluna girip Prizren Kalesine çıkacağız. Gruptan geri kalıp karşıdan geçmelerini bekliyorum. Resim ve video çekeceğim. Bisikletim KUZ park etmiş, karşı yamaçta bisiklet ve yürüyüş yolu var. Henüz bisikletliler gelmedi.
Grup göründü, ilk önce resim çekiyorum, ardından video çekimini yapacağım. Videosu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.
Kaleye çıkan Kara Potok yolu, (kara dere). Böyle denmesinin nedeni derenin bir yerinde toprağın kapkara olması. Bu topraktan evin duvarlarına vurulan kirece katıp duvarın alt kısmı 1 metre kadar siyah renge boyanıp üst tarafı beyaz kireçle boyanması ayrı bir görünüm kazandırıyor evin bahçe duvarlarına. Şimdi yapıyorlar mı bilmem ama çocukluğumda bahçe duvarları siyah beyaz boyanırdı. Yürüyüş için yapılan bu yol Prizren de yürüyüşçülerin artmasına neden olmuş. Kenarları beton kaldırım, içi de mıcır dökülerek yolun çamurdan arındırmışlar. Yürüyüş yolu ta kaleye kadar gidiyor, eğimi de fazla değil. Bisikletle rahatça çıkılabilir. Etraf ağaçlarla kaplı.
Öncümüz Yaşar Curci, arkasında bisikletçi arkadaşlar onu takip ediyor. Kimi bisikletten inmiş yürüyor.
Tamam da kendini zorlamadan yürüyor sert olan yerleri.
Dengesiz İrfan ise ağır ağır pedal çevirerek yukarı çıkıyor.
Ben bu kısma kelebekler vadisi diyorum. Bu kısımda bazen binlerce kelebek görmemiz olası. Bir tanesini dikenli çiçeğin üzerinde resmini çektim.
Yolun etrafı yemyeşil ağaçlarla kaplı, temiz oksijen her zaman bulunur bu yolda. Yürüyüş yapanlar hem spor yapıyor hem de temiz havada vücutlarını tazeliyorlar. Bizde öyle, Eğimi daha az olan yerde Tamam bisikletine binmiş halde çekiyorum. Bisikletim KUZ, arkasında Tamam yukarı çıkarken.
Bazı yerler tozlu toprak. Tekerlek izlerimiz buradan geçtiğimizin kanıtı.
Eğim fazla olmasa da epey yükseğe çıkmışız. Kanyonun karlı yamacı, kayalık ve orman.
Kale kaleye karşi
Kalenin dibi çarşi
Veli kardaşın kapsı bre Safuşum
Kasaphaneye karşi Harmanlık doli saman
Aman efendim aman
Ellerimiz kınalı bre Safuşum Düğinimiz ne zaman
Uzun uzun hayatlar Oturmiş yorgan kaplar
Büyüği yorgan kaplar bre Safuşum
Küçüği canlar yakar
Video, Kale kaleye karşı, Safuşum, Raif Vırmica
Sonunda kaleye vardık, arkadaşlar benden önce gelmiş Prizren’i seyre dalmışlar. Bisikletim KUZ, arkada altı kemerli kale duvarı, üstünde bisikletli arkadaşlar.
Elçek ile şehrin manzarasında arkadaşları ve Ak dereyi çekiyorum bir poz.
Bugünkü adıyla ilk kez Prizren’den XI. asrın başlangıcında söz edilmektedir. Bu ad Prizren’in önemli bir ekonomi ve kültür merkezi olduğu evrede, Bizans Çarı olan II. Vasilius’un 1019 tarihi beratında yer almaktadır. Bizans devrinde bu kentin yukarısında 3 Km uzaklığında Kız Kalesi (Vişegrad) ile Drvengrad – derebenciler kalesi (yol koruyucuları) gibi kaleler yapılmıştır. Lakin bu dönemden önce Prizren adının çeşitli tarih dönemlerinde: Prizdriyan, Prizdriyana, Prizrendi, Porzerin, Perserin, Prizrin, Prezrin, Perserin vb. gibi geçtiği bilinmektedir . Osmanlı kaynaklarında da Prizren için değişik olarak birkaç adın geçtiğini beyan ederken, Örneğin: Pür-zeyn, Perzerrin, Pürzen, Pürzerin, Zerrin gibi bütün bu adların anlamında “Ziynet Dolu Şehir” anlamının çıktığını da vurgulamak gerekir.
İlk defa gelen bisikletçiler büyük bir ilgiyle Prizren şehrini seyrediyor, resimler çekiyor. Ben de onları çekiyorum.
Bisikletim KUZ sonunda Prizren kalesinde. Aşağıda şehri bölen Ak dere. Karşıda Pahstriku dağının azameti. Solda doğduğum Terzi Mahallesi. 3. sınıfa kadar okuduğum Mustafa Baki ilkokulu. Bu defa bisikletimle gelip doğduğum şehri gururla seyrediyorum. İçimde bir sevinç var, anlatılmaz. Doğduğum, yaşadığım, çocukluğumda yaşayamadığım şehir. Yıllar geçmiş, uzun yıllar, yaşamadığım yıllar. Çocukluğumu yaşamaya devam etmeliyim. Kaldığı yerden, tanışamadığım arkadaşları, sokak aralarında oynayamadığım oyunları. Yaşanmamış çocukluk aşklarımı, kim bilir hangi kıza aşık olacaktım. Ağaçlarda kalp içine yazmadım henüz adını hala. Dolaşmadığım sokaklarda ayak izlerim olmamış, ayağımda nasır yapmamış bayramlık kunduralar. Mahalle maçı yapmamış, kunduraları parçalayıp annemden dayak yememiştim. Güzel Öğretmenim derslerini anlatamamıştı. Yarım kalmış okulumda diploma almamıştım mezuniyet törenlerinde. Kışın yağan karlarda kızakla kaymamıştım. Kardanadamın kömür gözlerini henüz yerleştirmedim. Takmadım havuç burnunu. Sobada pişen kestanelerin kokusunu içime çekmemiştim, elim yanmamıştı kestaneleri soyarken. Uzun kış gecelerinde bitmez masalları anlatan Dedemin masalları bitmemişti, daha çok anlatacak masalı vardı. Yılbaşında Noel baba oyuncaklarını verememişti kapımıza gelip. Belki de Şair olacaktım, kaleye çıkıp şiirlerimi fısıldayacaktım tüm Prizren’e. Kimseyi ayırt etmeden, eşit olarak. Zengin yada fakir. Şar dağlarında gezinecektim orman patikalarında. Bir şarkı mırıldanarak Ak derenin buz gibi akan sularını seyredecektim. Şadırvan da su içecektim devamlı akan çeşmesinden. Korzo da her akşam gezinip yeni bir tiyatro oyununu konuşacaktık arkadaşlarla. Erik rakısı kim daha çok içecek diye kadehleri ardı ardına içerek Arnavut kaldırımında naralar atarak yalpalayacaktık. Çarşıda kafede oturup kahve içecektik sevdiğimle. Ardından boza iyi gider diyerek bozacıda soluğu alacaktık. Uzun, çok uzun yıllar. Neredeyse yarım asır…
Bisikletim KUZ kale duvarının üstünde, aşağıda Prizren şehri. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Murat bana poz veriyor şehir manzarasında.
Hep birlikte panoramik bir resim çekiliyoruz. Resimde 16 kişiyiz.
Kaf Kaf Kaf
Sin Sin Sin
Kafsin Kafsin Kaf
Aramızda Karşıyakalılar var. Karşıyaka yazılı atkıyı elinde tutan Kemal Lale ve Şahin Güngör. İkisi de Karşıyakalı ve Karşıyaka spor takımını tutuyor. Denis, amca oğlu Muharrem ve Muhlis Dilmaç.
Şahin Güngör ve Kemal Lale Karşıyaka yazılı atkıyı germişler. Üstte de küçük Türk bayrağını elleri ile tutuyorlar.
Şahin Güngör ve Kemal Lale üstte, ben ve amca oğlum Muharrem poz veriyoruz kameraya. Arkada Prizren şehir manzarası.
Eee kaleye çıkmışız, manzara güzel, hava uygun. Keyfimizin yerine gelmesi için kahve içilmez mi? İçilir, hem de hemen. Kahve takımını çıkarıp kahve yapmaya başladım bile. Keyfimizin kahyası oldu dört köşe. Urimbaba kahvesi herkese nasip olmaz, şanslı olan 3 kişi içebilir! 4 Fincan, ocak üstünde cezvede kahve pişerken.
Muhlis Dilmaç’ın gözünden kahve ve Prizren. Sarı Güneş gözlüğünde yansıyan Prizren şehri ve kahve fincanını yakından çekiyorum.
Mehtap Dilmaç’ın gözünden kahve ve Prizren.
Muharrem Ramazan topu ile poz veriyor, sanki Ramazan topunu patlatacakmış gibi. Eğer ramazan topçusu olsaydı Muharrem saati gelmeden Ramazan topunu patlatır erkenden iftarı açtırırdı.
Kale surların dibinde Dokufest kısa film festivalinde kullanılan salonlardan biri. Akşamları burada film gösterisi oluyor her gece. Tahtadan platform üzerinde sandalyeler sıralanmış, karşıda sinema perdesi. Solda kale duvarı, sağda, aşağıda evler.
Goga – Cincar Klisesi. Yunan Ortadoks Kilisesi.
Kalenin dik yokuşundan aşağı çarşıya iniyoruz. Çayhanede çayları içiyoruz bardak bardak. Çarşıda tek çayhane burası, adı Menta Çayhanesi. Türkler buluşmak için “Menta da buluşalım” dediklerinde burada buluşup çay içerler. Perşembe akşamı bisikletçilerinden Hayat Toçila ve kardeşi Ezra Toçila bize eşlik ediyorlar çay içerken. Kalabalık olduğu için bir kısmımız karşı kaldırımda oturduk.
Değer arkadaşlar daha yukarıda.
Kader mahkumları parmaklıkların ardında kalmış. Sinan Paşa camisinin avlusundaki abdest alma yeri. Duvarda kare demir parmaklıklar.
Arkadaşımız Enis Tabak gazeteci, televizyoncu. DHA haber ajansında çalışıyor. Bizimle Kosova bisiklet turu için röportaj yaptı Sinan Paşa Cami avlusunda. http://www.haberler.com/izmir-den-gelen-persembe-aksami-bisikletcileri-ile-7607219-haberi/
https://www.haberler.com/guncel/izmir-den-gelen-persembe-aksami-bisikletcileri-ile-7607219-haberi/
Muhlis Dilmaç yandan elçek yapıyor ikimizi.
Çay molasının ardından Prizren tarihi yerleri turumuz devam ediyor. Prizren de Arnavut birliği Osmanlılara karşı 3 Mart 1878 yılında toplantı taptıkları tarihi bina “Liga.” Burası ayrıca Etnografya müzesi ile birleştirilmiş. Daha çok Osmanlı Türk kültürünü yansıtıyor müzede sergilenen. Bina biraz yüksekçe, öne doğru cumba çıkıntılı yapılmış. Binanın köşeleri kahverengi boyalı tahta ve pencereleri de kahverengi boya ile boyanmış. Beyaz badanalı duvarlarda kendini gösteriyor. Binanın iki yanında, üzeri kiremit kaplı duvarlar.
Binanın arka kısmından kale ile birlikte çekiyorum.
Müzenin içine giriyoruz, rehber bizlere tarih konusunda bilgi vermeye başlıyor. Arkada portre resimler duvara asılmış. Bunlar o toplantıya katılan kişiler.
Binanın içindeki dar merdivenler üs kata çıkmayı sağlıyor. Merdiven 5 basamaktan sonra sola dönülerek devam ediyor. Merdivenin sağında bir masa, yanları perdeli ve tahta sandalye.
Üst katta duvarda büyük Arnavutluk haritası asılmış. 1877 – 1881 tarihleri yazılmış. Bitiş tarihi dikkat çekici; Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum tarihi olan 1881.
Camekan içinde kılıçlar ve kamalar sergileniyor.
Müzeden dışarı çıktık, karşısında Bayraklı camisi var. Tarihi ise şöyle;
Bayraklı Cami Gazi Mehmed Paşa (Bayraklı) camii, Prizren’de muhteşem Osmanlı eserlerinden biridir. 1573 yılında, zamanın Prizren valisi Rüstem Paşa, bütün camilerde beş vakit ezanın aynı anda okunması için, gündüzleri caminin âlemine bayrak çekilmesini geceleri ise fener yakılmasını emreder. Gündüz ezan vakitlerinde çekilen bayraktan dolayı adı Bayraklı Camii olarak anılır. Yapılışından bugüne kadar iftar vakitlerinde ilk kandiller bu camide yakıldığından Priznen halkı hala Bayraklı Camii’nin minaresinin kandillerine bakarak iftar etmektedirler. Bu Camiinin hoş bir yapılış hikâyesi vardır. Camiinin banisi Gazi Mehmed Paşa, helal parayla bir cami yaptırmayı arzu eder. Bu camiyi Prizren’de yapmaya karar verir. Cami inşaatında kullanacağı paraların helal olduğunu test etmek ister. Bir gün bütün altınlarını alıp Bistriça deresinin kenarına gelir ve altınların tamamını dereye ‘helal olanlar su dibinde kalsın, haram olanları su götürsün’ diyerek atar. Bir süre bekledikten sonra su dibinde kalan altın paraların helal olduğuna kanaat getiren paşa, dereden altınları toplar. Gönül rahatlığı içinde büyük bir şevkle caminin temelini atıp yapımına başlar. Cami inşaatında çok sayıda işçi istihdam eden Gazi Mehmed Paşa, bir an önce inşaatın bitmesini ve caminin ibadete açılmasını ister. Bu gaye ile her gün inşaata gelir ve çalışmaları takip eder. Bir gün, bir hadise üzerine, önce hamam yapılması icap ettiğini düşünen Gazi Mehmed Paşa, cami inşaatının durdurulmasını emreder. Böylelikle Prizren’de önce hamam, daha sonra cami inşa edilir. Hamamın inşaatından sonra, işçiler, planlanan süre içinde cami inşaatını da tamamlarlar. Cami 1573 – 74 yılları arasında yapılmıştır. Caminin açılış merasiminde Mehmed Paşa’nın emri üzerine, giriş kapısına büyük bir kilit takılır. Açılış gününde paşa, cemaatle birlikte kapıya yaklaşınca: ‘ey kilit bu cami helal parayla yapılmışsa kendiliğinden açıl, haram karışmışsa açılma’ der. Biraz sonra kilit kendiliğinden açılır. Böylece cami inşaatında haram para karışmadığı bir daha tespit edilir. Bu kilit hadisesi hamamın açılışında da aynen tekrarlanır.
Minarenin külahında saplı olan kılıç hakkında hiç bilgi yok. Benim çocukluğumda duyduğum kadarıyla Kılıç hikayesi şöyle;
Cami inşaatı bitip ibadete açılır. Ramazan ayı gelmiştir. Gazi Mehmed Paşa camiye bayrak asın diye emir verir. Yanındakiler de nereye asalım deyince Paşa öfkelenerek kılıcını çıkarıp minarenin tepesine fırlatır. Kılıç külaha saplanınca ” İşte buraya asın bayrağı” diyerek bu bayrak asma olayını başlatır. Her Ramazan ayında kılıca bayrak asılır.
Cami, kubbesi ve minarenin külahında saplı kılıç görülüyor.
Caminin çevresindeki evler onarılıp beyaz badana ve kahverengi tahtalarla, kenarları ve pencereleri ile süslenmiş sokak. Sağdaki bina 2 katlı, soldaki bina 3 katlı.
Pencereleri kahverengi boyalı, beyaz badanalı müzenin yandan çekilmiş resmi.
Müze içine giriyoruz kırmızı örtülü kaide üstünde dört başlı bir büst konulmuş. Başlar ayrı ayrı, gövdeler bir. duvarda kalabalık insanları gösterir tablo, altında niş içinde insan başı heykeli.
İlginç tipiyle, pala bıyıklı, başında fesi, kalın paltosu ile Arnavut kahramanı. Yanında da sakallı bir heykel.
Çocuklar her yerde saf, tertemiz ve sevimliler. Yanımıza gelerek resim çektiriyorlar tek bayan bisikletçi Tamam ile. Taş kaide üstünde çekiyorum.
Müzenin içinde bir mangal görüyorum. Bizde aynı mangal vardı, bakır mangal ve tahtası aynı model. Karlı soğuk kış günlerinde kuzineden közleri kürekle alıp mangala atardı Annem. Biz de mangalın başında oturup ısıtırdık kardan adam yaparken üşüyen ellerimizi. Hiç unutmam, henüz 3 yada 4 yaşlarında ilk sigara içme denemeleri. Yine bir kış günü, eve gelen misafirleri ağırlayan Annem mangalın başında oturup kahve ve sigara içerek sohbet etmişlerdi. Annem sigara pek içmezdi. Sadece öyle kahve ile bir tane tüttürürdü. Biten sigaraları küle batırıp söndürürlerdi. Misafirleri sokak kapısına kadar uğurlamak için dışarı çıktıklarında mangalın başında oturan ben ilk sigara izmaritini mangalda ki közde misafirler nasıl içiyorsa ben de öyle yaktım. Çocuk aklı işte… Misafirleri uğurladıktan sonra odaya giren Annem benim ağzımda sigara ile görünce yanıma gelerek “Öyle içilmez böyle içilir” diyerek sigaranın ateş olan tarafını ağzıma getirdi. Sigaranın ateşi hemen dudaklarımı yaktı. Bende feryat figan müthiş bir şekilde. Bağıra bağıra yana dudaklarımın acısıyla ağlıyordum. Ağlaya ağlaya evde bizimle beraber yaşayan Annemin Anneannesinin ardına sığındım. Evde tek kurtarıcım Cüzide Nane beni eteğine alarak annemin hiddetinden korudu. Anneme çıkışarak “Ne araysın küçük çocoktan, zaten yakmışın dudaklarıni. Hiç mi acımaysın evladıni” diye Annemi azarladı. Annem okuma yazma bilmezdi ama Türk gelenekleri ile yetişmiş, bir evde 8 kişiyi çekip çevirecek kadar bilgiliydi. Elbette sigaranın kötü olduğunu bildiğinden bana öyle davranmıştı. Her yaramazlık sonunda Annemin dayağından kurtulmak için Nanemin eteğine sığınırdım. Bu olayı her zaman anarım mangalı görünce. Annemin bu davranışına rağmen yine de sigara içmeye devam ettim. Hem de çocukluğumdan itibaren. Keşke Annem olsaydı da tekrar dudaklarımı yakıp sigarayı bırakmama neden olsaydı….Ahhh Annem, canım Annem…..
Kırmızı halı üstünde tahtadan, şekilli kesilmiş sehpa ortasına bakır mangal. İki tarafında da mangalı kaldırmak işin tutacak. Tutacaklar pirinçten, mangal ve tutacaklar parlatılmayıp kararmış durumda.
Babamın babası Dedemi hiç görememişim. Ben doğmadan ölmüş. Kendisi sert Arnavutlardan. Sertliğinden yanında öyle kimse rahat duramazmış. Yoksa gazabına uğramaktansa yerin dibine bat. Babaannem tatlı bir ihtiyar, Amcamlarda kalırdı. Ev zaten dedemin eviydi. Amcamlara kalmaya gittiğimizde evin en küçüğü olarak Babaannem beni kollardı. Onunla beraber yatardım soğuk kış gecelerinde. Babaannemin sıcaklığı yorganın altında da devam ederdi. Sanki fırın gibiydi. Soğuktan üşümüş halde yanına yatmaya girince beni sarar, hemen ısıtırdı kısa sürede. Babaannem Türkçe bilmezdi, Arnavutça konuşurdu. Nasıl anlaşırdık bilmem ama iyi anlaştığıma eminim. Gerçi o zamanlar Arnavutça konuşup anlayabiliyordum. Hala onun sıcaklığını özlüyorum. Tahtadan yapılmış halı dokuma tezgahı. İçi boş durumda.
Evimizin büyük bir salonu vardı. Bu salonda; giriş tarafında köşede perdeli hamamcık. Kış günlerinde banyoyu burada yapardık. Kapının girişinde kuzine, sadece odun yanardı kuzinede. Tüm yemekler, fırınında Annemin yoğurduğu mis gibi ekmek pişerdi. Çaydanlık da devamlı olarak üstünde kaynayıp demlenirdi. Sütten kesildikten sonra tabakta çay poparası verirdi sabah kahvaltısında Annem. Annemin Anneannesi Cüzide Nane Annem yardımcı olurdu evde 100 yaşına merdiven dayamış haliyle. İki dünya savaşını yaşamış, çeşitli ulusların işgallerini görmüş ama toprağını terk etmemiş. Bu yaşına rağmen hala dinç ve evin tüm işini yapacak kadar hareketliydi. Tüm kış ailecek aynı odada yaşantımız sürerken bir kişi grip oldu mu herkes grip olup yatağa düşerdi. Hiç unutmam tüm aile grip olmuş yatak yorgan yatarken sadece Nane ayaktaydı. Yemekleri o yapar, bize yedirip bakardı. 5 kardeşin en küçüğü olarak fazla şımartılmışım. Eh biraz da yaramazlık yapardım, her yaramazlıktan sonra Annem bana kızıp peşimden kovalamaya başladığında hemen Cüzide Nane’nin ardına saklanırdım. Cüzide Nane de beni Annemden korur, dayak yememi engellerdi.
Tamamen bakır işlenerek kadeh gibi yapılmış değişik bir mangal kırmızı halının üstünde.
Kendi evi olmasına rağmen bize sık sık Annemin babası Sıtki Babo gelirdi kalmaya. Emekli maaşını aldı mı bizlere Topli adlı poğaça alırdı fırından. Bana da oyuncak almadan edemezdi. Her gelişinde eli boş olmazdı Sıtki Babomun. Sıtki Babo okumuş yazmış, kısaca mürekkep yalamış birisi. Osmanlıca okur yazardı. Bir de anımsadığım kadarı ile çokça masal bilirdi. Uzun kış gecelerinde bize kalmaya gelince 5 torununu etrafına toplar masal anlatmaya başlardı. Öyle masallar anlatırdı ki bir gecede bitecek masal değildi. Masal, uykumuz gelinceye kadar anlatırdı Sıtki Babo. Ertesi akşam yemekten sonra kaldığı yerden anlatmaya başlardı. Sıtki Babo yaşamışlığı, gün geçirmişliği bizler hayranlıkla onu dinlemeye doyamazdık. Evde ana dilimiz Türkçe idi. Cüzide Nane, Sıtki Babo ve 5 kardeş evde sürekli olarak Türkçe konuşurduk.
Başka bir yerde değişik mangal. Ayakları demirden ve üzerinde kapağı olan bir mangal.
Arasta Camii Minaresi: Hemen karşıda, öyle tek başına kalakalmış bir minare var. Caminin kapalı bir çarşısı (yani arastası) varmış zamanında. Epey kocaman bir kompleks yani. 1960’larda komünist rejim buraya yeni bir bina yapmak isteyince camiyi yıkmış, minaresini bırakmış sadece. Karşıda Sinan Paşa camisi görünüyor. Burası şehrin merkezi ve ana caddesi. Sağda Teranda oteli.
Gazi Mehmet Paşa hamamı Cami yapılırken yapılıp hizmete sunulan kadın ve erkekler aynı anda kullanabildikleri çifte hamam sınıfına dahildir. 1573 yılında Gazi Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Hamam son yapılan restorasyon çalışmalarında taş yapısı berbat edilerek sıva ile çirkin bir yapıya dönüşmüş durumda. Bu restorasyonun berbat olması durdurulmuştur. Hamam aynı zamanda buluşma noktası olarak kullanılmakta. “Nerede buluşalım? Hamamda” diye. Ayrıca “Neredesin?” diye sorulunca “Hamamdayım” diye cevap verilirdi. Hamamın arkasında cami minaresi görünüyor.
Prizren şehri ana caddelerinde bisikletlerimizle yaptığımız tur devam ediyor. Halkın şaşkın bakışları arasında ilerliyoruz. Kimisi durup alkışlıyor bizleri. Pek sık rastlamadığımız açık camilerden birine geldik. Kırık cami dedikleri Namazgah 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından ordu sefere giderken Cuma namazı için yaptırmıştır. Yugoslavya döneminde yıkık ve harap olarak zor ayakta duran yapı Türkiye tarafından onarılarak özgün yapısına kavuşmuştur. Demir parmaklıklı duvar dibindeki tabelasını çekiyorum. Tabelada; Namazgah – 1455 yazılmış, altında Türkçe, Sırpça, Arnavutça ve İngilizce tarihi hakkında bilgiler yazılmış.
Bisikletlerle namazgah içine giriyoruz. İçerisi çimen kaplı, avlu ise kayrak taşı döşeli.
Namazgah etrafı ve üstü açık olan bir yer. Onarımda küçük bir alan 1 metre kadar yükseltilip namaz kılınan yeri olarak yapılmış. Avlu ile birlikte çekiyorum uzaktan.
Kesme taş ile yapılmış namazgah üç basamakla çıkılıyor. Girişinde kemerli bir kapıdan giriliyor. Üst kısmı düz, duvarsız bir platform. Sağda cuma hutbesinin okunduğu mimbere merdivenlerle çıkılıyor, üstünde minare yapılmış Mimber merdivenlerin başlangıcında kemerli, sütunlu kapı var.
Namazgahta Türk köyü olan Mamuşa’ya gidelim diye karar aldık. Bunu öğle yemeği için bize evinde Prizren’e ait olan Fulya hamur böreği yapan Halamın oğluna bildirdim. İlk önce tamam dedi, ardından kızgın biçimde telefonda yaptığım değişikliği onaylamadığını bildirince ne yapacağımı karar veremedim ilk önce. Halamın oğlu Cevat ta Şubat ayında bana söz vermişti Fulya yaparım diye. Şimdi iş sarpa sarmadan fikrimi değiştirerek Mamuşa’ya gitmeyip Öğlen yemeği için kamp alanına gideceğimizi bildirdim arkadaşlara. Halamın oğlunu telefonla defalarca aramama rağmen açmaması üzerine grubu tura devam etmesini söyleyerek ayrıldım. Grup programa göre devam edip kamp alanına gidecekti. Ben de bisiklete atlayıp Halamın oğlu Cevat’ın evine vardım. Bana epey kızgındı, zaten saatlerce ateşin başında epey kızgın durumda olan Cevat bana da kızınca kor haline gelmişti. Cevat’a sarılıp özür üstüne özür dileyerek ateşini söndürdüm.
Ama ocağın ateşini söndürmeden fulya yapımına devam etti sağ olsun. Davul biçimindeki ocakta tahta parçaları yanıyor. Soba borusu ile dumanlar bacaya gidiyor. Üzeri kül kaplı sac kızmış halde soldaki tepsinin üzerinde cıvık hamuru pişiriyor. Yedek saç ocağın yanında.
Neyse beni sevdiğinden affederek yapmakta olduğu Fulya tepsisini bitirdiler. Cevat Eşi ile birlikte saatlerce süren bu pişirme olayını uyum içinde yapıyorlar. Tepside pişen fulyayı çekiyorum. Yanında cıvık hamur olan leğen var.
Bu da kısa bir videosu Fulya yapımının. Youtube den izleyebilirsiniz.
Ben Fulyanın bitmesini beklerken grup şehri dolaşmaya devam ediyorlardı. Benden sonra ilk olarak Karabaş denilen eski Osmanlı mezarlığını ziyaret ediyorlar. Karabaş aynı zamanda 6 Mayıs Hıdırellez gününün piknik yapılan mesire yeri olarak kullanıldığı yer. 5 Mayıs akşamı ateş yakılıp Hızır ve İlyas hazretlerinin buluşmasını kutlar, ateşin üstünden atlayıp dileklerin gerçekleşmesini dilerlerdi. 6 Mayısta da yiyeceklerini alıp baharın yaza kavuşmasını, son kış yiyeceklerinin evde değil de açık havada hep birlikte yemek için kırlara çıkarlardı. O gün pamuk helva, kaynamış darı, şekerli elma, top haline getirilmiş şekerli pembe patlamış mısır satıcıları gelip tezgahlarda satarlardı. Ortalık bayram havasına dönerdi.
Arkadaşlar tabelayı çekmiş, Tabelada Türk bayrağı solda ve Osmanlı Mezarlığı (Karabaş) Osmanlı mezarlığı (Müslüman mezarlığı) XV. Yüzyılda yapılmış olup, mezarlığın içine ünlü Türk komutanı Horasanlı Karabaş Baba, Kemani Rabia hanım ve şeyh Hüseyin ile şeyh Abdülrahman’ın türbeleri bulunmaktadır. Osmanlı mezarlığı 2.9 hektarlık alana sahiptir. Prizren belediyesi kadastro kayıtlarında Türk mezarlığı olarak kaydı bulunmaktadır. Mezarlığın sahibi Prizren İslam birliği heyetidir.
Altında Arnavutça ve Sırpça devam yazılmış.
Mezarlık üstte olduğundan merdivenlerle çıkılmaktadır. Mezarlığın etrafı taş duvar ve demir parmaklıkla çevrelenmiş. Bu işi yapan Tika da tabelasını kondurmuş kapının soluna.
Mezarlık içinde mezar taşları isimsiz ve Türbe yapıları küçük ev gibi yapılmış.
Osmanlı mezarlığından sonra yola devam edilmiş. Yolun devamında Terzi mahalle camisi önünden geçilmiş. Terzi Mahalle Camisi, bu mahalle aynı zamanda benim doğduğum mahalle. Evimiz az yukarıda 2. sokakta. Cami de mahallemizin Camisi. Çocukluğumuzda Caminin ön tarafında asırlık ağaçlar bulunuyordu. Şimdi yerinde yeller esiyor. Caminin yanından yukarı doğru giden sokak Bülbül deresine gider. Bahar aylarında 21 Mart nevruz kutlamalarında baharın gelişini kutlardık. Bu kutlamada Ortodoksların adetleri de karışmıştı. Kaynamış yumurtaları rengarenk boyayıp bayır aşağı yuvarlardık. Eğer yumurta kırılmazsa dileğin gerçek olurdu. Bu adet nasıl girmiş Nevruz kutlamalarına anlamış değilim. Bir de yukarı çıkan bu sokak Prizren de kızakla kayılacak en iyi bir eğime sahip. Kışın kar yağdığında tüm Prizren gençleri, çocukları kızaklarını alıp buraya kaymaya gelirlerdi. Kızaklar iki çeşitti, birisi büyük üç kişilikti. İkincisi tek kişilik 15 santim yüksekliğinde, tahtadan, kızak olan yere demir tutturularak kullanılan bir kızaktı. Kızakları elde sokağın en yukarısına çıkararak aşağı kaymaya başlarlardı. Tek kişilik kızakları olanlar tren katarı gibi olurdu. Kızaklara oturup ayaklarını öndeki kişinin önüne dolardı. Böylece sekiz on kişi ardı ardına birbirine bacakları dolanmış durumda tren katarı gibi ötekinin peşi sıra aşağıya kadar çılgınca inerlerdi. Kış günlerinde burada kızaklarla kaymak en büyük eğlencemizdi ve çocukluğumda mutluydum, hem de çok…
Cami iki katlı, tek minareli, avlusu tüksek duvarlı ve demir parmaklıklı. Sokaktaki ağaç direkte Telefon kabloları karman çorman.
Mahallemizde bulunan İlk öğretim okulu. Mustafa Baki İlk okulu. Ben bu okulda 3. sınıfın ilk yarı dönemine kadar okudum. Okulda iki dilde öğretim yapılmaktaydı. Arnavutça ve Türkçe. Abim Arnavutça, en küçük ablam ve ben Türkçe öğrenim aldık. Diğer iki ablam başka bir okulda Sırpça okuyorlardı. Resimde gördüğünüz bina 2012 yılında arka kısmında yapılan inşaat kazısında toprağın kayması sonucu hasar oluştu. Neyse ki yaz tatili olması herhangi bir kötü durum yaratmadı. Şimdi okul yıkılıp yerine yenisi yapıldı. Ağaçların bir kısmını Abim dikmiştir.
Henüz 2. sınıftayım. Öğretmenim ve sınıf arkadaşlarım ile okulun arka bahçesinde çekilmiş bir resim. O zaman yeni Öğretmen olmuş genç Öğretmenimiz Mürvet Karahoda bizi okuturdu. Geçtiğimiz yıl Öğretmenimi buldum. 70 yaşında olmasına rağmen ilk gördüğümde sanki hiç değişmemiş, genç haliyle karşımda buldum. Daha önce haber verdiğimiz için bende olan aynı resmi çıkarıp bana gösterdi. Ben Öğretmenim dışında sınıf arkadaşlarımın hiç birini hatırlamıyordum. İsimleri de yoktu kafamda. Sanki günlere ait her şey silinmişti. Öğretmenim ilk okula yeni başlamışım gibi elimde defter kalem ile sınıf arkadaşlarımın isimlerini resimde tek tek göstererek yazdırdı. Arkadaşlarımın kimisi yurt dışında çalışmaya gidip yerleşmiş, kimisi ölmüş. Kimisi de Prizren de. Görüştüklerinin yerlerini bana söyledi Öğretmenim. Facebook ta bir kaç arkadaşımı buldum. İstanbul da olan sıra arkadaşım ile yazışmaya başladım. Sınıfta sıralarda kız ve erkek yan yana olacak şekilde otururduk. Sıra arkadaşım haliyle kız ama ben hiç birini, yanımdakini bile hatırlamıyorum bile. Bu duruma çok sıkılıyordum. Neyse sıra arkadaşım bana tekrar sınıftaki arkadaşlarımı tek tek hatırlatmaya çalıştı. Sınıftaki son günü anlatınca şimdiki durumumu anladım. Türkiye’ye taşınırken sınıftaki son günümde Babam gelip sınıftan beni almış. Ben gitmek istemediğimden ağlaya ağlaya arkadaşlarımdan koparıp almış. İşte hatırlayamamın nedeni o gün yaşadığım travma. O andan önceki hafızamdan her şey silinmiş. Sınıf arkadaşlarımı ve Arnavutçayı tamamen unutmuşum. Şimdi resme bakıp o günleri hatırlamaya çalışıyorum. Hayatta olanları tek tek zamanla bulacağımı umuyorum. Bu resim 1969 yılının Nisan ayında 2. sınıfa gittiğim yıl çekilmiş. Okulumdan kalan tek hatıra….
O yıllarda söylediğimiz çocuk şarkısı;
Yarın öbür gün
Biz çiçeğe gideriz
Haydi be Şeriban
Bizimle beraber..
Yarın öbür gün
Biz çiçeğe gideriz
Haydi be Afrim
Bizimle beraber…
Aşağıda genç Mürvet Öğretmen ve sınıf arkadaşlarımla beraber okul merdivenlerinde çekildiğimiz resim siyah – beyaz. 10 Erkek Öğrenci, 13 Kız Öğrenci. Toplam 23 Öğrenci.
Neyse biz şehir turuna devam edelim. Katolik Klisesi Kisha e Zonjës Ndihmëtare Yardımcı Bayan Konkatedrali 1870 yılında Argjipeshkvi Dario Buciarelli inşa ederken, daha geçlerde Toma Glasanoviq çan kulesini dikmiştir. Bina sözde treainate ve sözde sunak ark seklindedir.
Şehrin en önemli yerinin başladığı yer. Arnavut kaldırımı döşeli olan sokak tüm Prizren’in buluştuğu bir sokak. Ne zaman başladığı belli olmayan bir yürüyüş yeri, adına Korzo dedikleri bu sokağın başlangıç yeri. Gündüzleri dükkanların açık olduğu çarşı akşamları başka bir görünüme dönüşüyor. İnsanlar gündüz işinde çalıştıktan sonra akşam ailesi ile birlikte burada yürüyüş yaparlar. Daha çok etli yapılan Prizren yemekleri hazım için uygun yürüyüş yeri olan Korzo da gezinerek eritirlerdi. Yaklaşık 500 metre olan Korzo gezinti yeri her akşam insanların beraber buluşup yan yana sohbet ederek bir ileri bir geri gidip gelirler. Bu gezintide zamanla herkes kendi kafa dengi arkadaşını bulur sağlam arkadaşlıklar kurulurdu. Gençler birbirlerini süzer kendine eş seçerlerdi yürüyüşte. Tabi ki sonunda evlilikle biten bu gezintiler tüm kasaba halkı birbirileri ile tanışmış olurlardı. Babamın arkadaşlarının çocukları ile hala dostuz ve birbirimiz ile görüşürüz.
Küçük bir şapel. Kisha e Shën Nikollës Qafa e pazarit Prizren’deki Aziz Nikola Kilisesi veya Tutiçin Kilisesi 1331/1332 yıllarında inşa edilmiştir. Kilise Aziz Corc ve Ranoviç Kilisesinin altında Prizren’in merkezinde bulunmaktadır.
Ortadosk klisesi. Kisha e madhe e Shën Gjergjit Runoviç. Aziz Cerc Kilisesi- Prizren’in eski yeri olan Şadırvan Bölgesindedir. Bina XV yy ‘lın sonunda Runoviç kardeşler tarafından yapılmış ve Aziz Cerc’e verilmiştir.
Sinan Paşa Cami, MS. 1615 (hicrî 1024) yılında Kosova’da bulunan Osmanlı-Türk eserleri içinde en ünlülerinden biridir. Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu kayıt, cami içinde de mevcuttur.
Yeni mahallede bulunan Cuma camisi. Prizren de bir tek bir kilisenin camiye dönüştürülmesi olmuştur. Bogorodica Ljeevişka Katedrali olarak yapılan kilise Fatih Sultan Mehmet Prizren’i ele geçirdikten sonra bu kilisede Cuma namazını kılmış. Ardından kilise camiye dönüştürülüp adı Cuma Cami olmuştur. Osmanlı’nın elinden çıkan Prizren de bir süre cami olarak kullanıldıktan sonra tekrar kiliseye çevrilmiştir. MS. XIII. yüzyılda katedral olarak gelişen yapı hakkında yapılan incelemelerle ve elde edilen bazı buluntular bu mabedin kuruluşunu MS. X. yüzyıl olarak belirtmektedir. Kosova’nın Sırpların egemenliğinde olduğu devirde katedral olarak ismi Bogorodica Ljeviška’dır. 1306/7 yılında Kral Stefan Uroš II. Milutin tarafından restore edilmiştir. Bizans İmparatoru II. Basil tarafından Sırp Ortodoks Kilisesi’nin, 1018 yılında bu kilisede yerleştirildiği farz edilmektedir. Katedral olarak XIV. yüzyılda Stefan Uroš II. Milutin tarafından inşa edilmiştir. Çan kulesi üç katlı kare biçiminde yapılmış.
Saat kule, kulenin etrafı evlerle öyle çevrilmiş ki bulmak imkansız. 17 Yüzyılda yapıldığı biliniyor. Yanında da Arkeoloji müzesi bulunmaktadır.
Maraş semptinde Ak derenin kıyısında 400 yıllık çınar bulunmaktadır. Çınar anıt ağaç olarak koruma altına alınmıştır.
Çınar deyince aklıma Babam geliyor. Babalar Çınar gibi yere ayaklarını sağlam basan kökleri toprağın derinliklerinde ki Suyu yaşam kaynağı olarak tüm gövdesine hayat verir. Ben çınarları İnsana benzetirim. Asırlarca yaşaması İnsanın köklerinin güçlü olması gibidir. Kocaman dalları ile çocuklarını kucaklayan kollara benzetirim Babam gibi. Hayatın zorluklarına karşı direnen, onları koruma altına alan, en sert kış günlerinde ısıtan, en sıcak yaz günlerinde gölge olan Babam. Asırlardır toprakta yatan Atalarından aldığı güçle çocuklarını kollayıp büyüten ve geleceğe hazırlayan Babam. Babam tek başına, 5 çocuk, Annem ve asırlık Nane ile 8 kişiye bakıyordu maaş ile. Hastanede sağlık memuru olarak ameliyathanede çalışıyordu. Sağlık memuru olarak çalıştığı için herkesin iğnesini yapar ve hiç bir zaman para almazdı. Sağlığın para ile alınmayacağına inanırdı. Babamın aldığı maaş iyi olmalı ki baktığı 8 nüfusa karşılık evimizde her şey boldu. Yugoslavya’nın Tito zamanında en iyi döneminde Hastaneye çalışacak biri için Türkiye’ye göç etme kararı almış. İşe Arnavut yerine Sırp alınınca ta o zamanda anlamış Yugoslavya’nın geleceğini. 1969 yılının Aralık ayında tüm işlemlerini tamamlayıp Türkiye’ye göç ettik. İzmir de bulunan akrabamızın yanında bir süre kaldıktan sonra kiralık olarak hemşerinin evinde 1 yıl kaldıktan sonra kendi evimizi yapıp yerleştik. Hemşerimiz de babamın elinden aldığı paraları geri verirken gıdım gıdım geri verdi. Ayrıca işe yerleştireceğim diye sağlık diplomasını da Ankara da kaybetti. Babam Sağlıkçı olarak değil de hademe olarak sağlık ocağında çalışıp emekli olabildi. Tüm bu zorlukları yeni bir ülkede 8 nüfus ile birlikte bizleri aç ve açıkta bırakmadan bu günlere getirdi. 5 çocuğunu da evlendirdi. Annem de her zaman ona destek oldu ve yalnız bırakmadı hayat yolunda. Annem ve Babam tüm bu zorluklarda neşe içindeki muhabbetleri, kavgasız gürültüsüz ömürlerinin sonuna kadar beraberdiler. Hiç kavga ettiklerini görmedim, birbirlerine kızdıklarında bir süre konuşmazlardı. Birbirlerine hakaret etmeden alttan alıp ortalığı sakinleştirirlerdi. Sonra barışır muhabbetlerine devam ederlerdi. Evde küfürlü konuşma hiç olmazdı ve hala olmaz. Annem ve Babam mükemmel insanlardı. Ben Babamın çınara benzediğini Babam öldükten sonra anladım. Babam olmayınca yaşamın yükü sanki benim omuzlarıma yüklendi. Şimdi ben de köklerimin toprakta olduğunu biliyorum ve oradan aldığım güçle çocuklarıma ve insanlara hayat vermeye çalışıyorum. Babam Çınar gibiydi…
Prizren Tarih ve Kültür turumuz bittikten sonra kamp alanında toplandık. Halamın oğlunun pişirdiği Fulya tepsisini kamp alanında karpuz ve reçelle yedik. Fulyayı yerken bir yağmur indirdi ki kamp alanında bulunan güneş şemsiyesinin altında yemek zorunda kaldık. Gerçekten de nefis olmuştu Fulya. Ellerine sağlık halamın oğlu Cevat ve eşi Lume. Yemekten sonra serbest zaman olduğu için herkes kendi havasında takıldı. Akşam yemeğini de Şadırvan da iyi bir lokantada yedik, yemekler nefisti.
Bu akşam Dokufest kısa film festivalinin kapanış gecesi. Ödül töreni galaya davetliyiz. Bizi galaya Amcamın torunu Nezir festivalde çalıştığı için alacak. Kendisi başka sinema gösterim yerinde olduğu için galada yok. Kapıdaki görevli Nezir’le telefon görüşmesinin ardından içeriye alınıyoruz. Ödül töreni henüz başlamış. Festivale katılan yapımcılar, oyuncular tek tek çağırılarak ödüllerini veriyor festival komitesi.
Ödül töreni bittikten sonra birinci gelen filmi gösteriyorlar yazlık sinema perdesinde.
Film bittikten sonra seyirciler çıkış kapısına doğru hücum edince bir süre bekledik kapının boşalması için. Perdeye yansıyan kameramanın görüntüsü güzel bir kompozisyon oluşturuyor. Kameraman ve omuzunda kamerası.
Sinemadan çıkıp kamp alanına giderek günün yorgunluğunu gidermek için çadırlara girip yatıyoruz. Yarın tur başlayacak, bakalım nasıl olacak Kosova turu. Bu düşüncelerle uykuya dalıyorum.
Bu gün yaptığımız yol 14 km civarı