7 Haziran 2015 Pazar
I recently took a break from my job to travel across the country and wanted the best way to stay healthy while going along. In many cases, your best option is not to seek a new doctor, but rather to find a doctor who is more http://rwtrucking.ca/97736-fexofenadine-32878/ like your doctor, perhaps with an established reputation for caring for your kind of disease. The statement, seen by the mailonline, reads: "in light of recent events my beautiful daughters are no longer available for any engagement function.”.
Premarin withoutprescription is the best non prescription of all to use. The company said the drug would be used for a small amount of patients at present, as its sertralin ohne rezept kaufen Schlüchtern cost would exceed its profits. You can take amoxicillin once a day as needed to prevent a recurrence of an infection.
20. Gün
Kuzyaka – Toros dağları Yalçı
SİS
İki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim :
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?
Haydar ERGÜLEN
Çadırda uyumayı özlemişim 4 gecedir. Harika bir uyku ile bir kaç köpeğin havlaması dışında köyde pek gürültü olmadı. Sabah ezanında mecburen uyandım, karşıda cami olunca yapacak bir şey yok. Geceden şarja bıraktığım bataryamı gidip prizden çıkarıp aldım ne olur ne olmaz diye. Hava aydınlanasıya kadar çadırımdan çıkmadım. Bu gün seçim günü, köylü ve seçim sandığı jandarma ile birlikte geldi. Pek bizimle uğraşacak zamanları yok anlaşılan. Jandarma da bizi çadırla birlikte gördü ama herhangi bir soru sormadı. Sanki küsmüşüz gibi bizleri görmemezlikten geldi. Sandık görevliler cami avlusuna sandıkları yerleştirme telaşı ve görev dağılımı ile uğraşırken selam verip çeşmede elimizi yüzümüzü yıkadık. Sandık başkanına burada kimlikle misafir olarak oy kullanabilir miyiz diye sordum öylesine. Haliyle öyle bir kanun olmadığı için olmaz deyip kestirip attı. Ben de biliyorum olmayacağını. Henüz digital ortama geçmedik. Kimlik numarası ile her yerde oy kullanma devri henüz başlamadı. Bizler de yolda olduğumuz için oy kullanamadık ve seçim geçerli olmayacak gibi. Dediğim de çıktı sonunda, seçim tekrarladı.
Sonrasında çayı demleyip bir güzel kahvaltı sofrası hazırlayıp keyifle yaptık. Sıra geldi toparlanmaya. Hemen eşyalarımı ve çadırı toplayıp kıytırığın çantasına yükledim çabucak. Ferdi her zaman olduğu gibi biraz zaman alıyor toplanması.
Ferdimen de toparlandıktan sonra yola çıktık. Hava açık, sadece başı dumanlı dağlar görünüyor bulutları toplamış olarak.
Baraj göleti epey aşağılarda, yeşilimtırak rengi ile bizi takip ediyor. Yoksa biz mi onu takip ediyoruz ?
Baraj seviyesinden biraz yukarılarda hafif iniş – çıkışlar ile ilerliyoruz. Bazen Ferdimen önde gidiyor. Arkadan resmini çekiyorum çaktırmadan.
Bazen de ben öndeyim, Ferdimen de benim resmimi çekiyor çaktırmadan. Sizin anlayacağınız yol arkadaşlığı böyle bir şey. Birbirimizi çok iyi anlıyoruz ve uyum içinde, fazla gözden kaybolmadan, birbirimizi kollayıp yol alıyoruz. Zaten dağların arasındayız ve telefon çekmiyor. O yüzden çok rahatım telefonun çekmediğinden. Eskiden telefon mu vardı ? Kendimizi yaşıyoruz dağlarda.
Şimdi tabelada yazan %13 ne demek ? İnecek miyiz yoksa çıkacak mıyız ? Tabeladaki siyah üçgen soldan sağa doğru değerlendirirsek yokuş çıkacağız. Eğer sağdan sola olursa iniş olması gerek. Hadi çık işin içinden !
Neyse ki manzara güzel, şöyle bir göletin kıyılarının girinti çıkıntılarını süzüyorum. Buradan barajın gövdesi görünüyor. Demek ki fazla yol almamışız.
Tabela hala yerinde duruyor ve Ferdimen’in çektiği resme bakılırsa çıkacağımızı görüyorum. Demek ki tabeladaki siyah üçgen soldan sağa doğru okunması gerek. Yalnız %13 biraz fazla gibi. 100 metrede 13 metre yükselmemiz anlamına geliyor. Şu matematik sevimli de yokuş pek sevimli değil.
Neyse yapacak bir şey yok, yola sarıyorum tonajlı araçlar gibi 1. vitese takıp. Ama tabelada yazdığı gibi %13 eğimden fazla gibi. Yük fazla olunca kıytırık inat etmeye başladı, Pek çıkası yok. 1. Vites işe yaramıyor ve KUZ dan inip bazı sert olan yerleri bir süreliğine yürüyerek çıkmak zorunda kaldım.
Kan ter içinde olsam da emin adımlarla fazla zorlanmadan çıkıyorum. Eğim biraz azalınca bisiklete binip bir süre gidiyorum. Ta ki bazı sert, neredeyse gözle görüp tahmin ettiğim kadarı ile % 25 eğim olan yerlerde yürüyorum.
Ama bu manzaraya değer olduğuna inandığım için mutluyum bu yolda olduğum için. Eğer mutlu olamıyorsan yola çıkmanın anlamı yok.
Gölet seviyesinde gidiyoruz, bazı yerlerde su içinde kalan evleri görüyorum. Su içinde kalan evlerin yerine daha üst seviyelerde yenisi yapılmış.
Geriye dönüp baktığımda sanki “Bir arpa boyu yol almışım” gibi hissediyorum. Yoksa bir Masalın içinde miyim ?
Arada Masal arkadaşımla günün anlamı ve önemi nedeniyle bir resim çekiliyoruz birlikte.
Buradan arpanın boyunu görebilirsiniz. Barajın gövdesi hala görünüyor.
Ve önümüzde hala uzantısı var.
Burası da yan kollarından biri göletin. Küçük bir dere de gölete katkıda bulunuyor.
Yol yapılırken ortaya ilginç kaya oluşumları çıkmış. Kaya pek sağlam değil, neredeyse dağılacak gibi ufalandıkça ufalanmış. Daha da ufalanacakmış gibi.
Arpanın boyu giderek uzuyor ama baraj gövdesi karşımda. Bu manzarayı seyrederken yabancı iki kişi yanıma gelerek “Hello” dedi. Pek alışkın değilim yabancı turistlerin “Hello” demelerine. Genellikler bizim vatandaşlar ve çocuklar bizlere “Hello” diyor. Biri kadın biri erkek iki genç bisikletli. Bisikletleri kiraladıkları belli, yanlarında hiç bir şey yok. Bana İngilizce bir şeyler sordular ama ben Tarzancayı çok iyi bildiğimden ne dediklerini anladım. Tarzanca ve el işaretleri ile yola devam edin bir süre sonra baraj göleti bitecek ve soldan yolunuza devam ederseniz yol sizi ta Alanya ya kadar götürür dedim. Onlar da anlamış olacaklar ki “Thank you” gibi bir şeyler deyip ve yola devam ettiler. Teşekkür ettiklerini anlamıştım. Ne de olsa Tarzancam süper.
Dediğim gibi pistonları zorlandığı yerde bisikletten inip yürüyorum. Dişliler yeterli değil bunu anlıyorum. İzmir’e dönünce dişlilerin oranlarını değiştirmek gerek.
İttirmek te yorunca biraz dinlenmek gerek. Gerçi KUZ pek yorulmuşa benzemiyor ama kıytırık zorlanıyor gibi. Böyle yerlere alışkın değil. Toros dağları pek te çetin. Kıytırık geçtiğimiz yıl 2014 te Balkanları dolaştı ama oralarda böyle sert yokuşlara hiç denk gelmedi. Balkanlarda en fazla %7 eğimli yollar yapılmış. Onun için nazlanmakla haklı. Eğim %20 lerin üzerinde.
Bir yerde Ferdimen’in yol kenarında beni beklerken buluyorum. Yanına yaklaşınca;
“Urimbaba”
“Efendim Ferdimen”
“Yanlış yola saptık sanki, gel bak bir haritaya”
Haritaya bakınca cep telefonunda daha önce Manavgat ta çizdiği rotanı dışına çıkmışız. Çizdiğimiz yol başka yerlerde biz başka yerde konum olarak görünüyoruz. İyi ki Ferdimen arada bir haritayı kontrol ediyor.
Neyse bir süre dinlenip kendimize geldikten sonra güzel manzaranın tadını çıkararak aşağı inişe başladık.
Neyse ki sapmamız 2.5 kilometre civarında. İniş olunca hızla iniyoruz ve pedal çevirmediğimiz için bisiklet üstünde dinleniyoruz.
Şimdi gelelim aşağıdaki resme ! Gördüğünüz gibi GÜMÜŞKAVAK MAHALLESİNE HOŞ GELDİNİZ yazıyor. Siz olsaydınız ne anlardınız bu yazıdan ? Bizim anladığımız (mahalleyi boş verin benim için her zaman köy olacaktır) köyümüze hoş geldiniz ve köyün girişi olduğunu ve yolun sol taraftan devam ettiğini. Biz de yola soldan devam ettik. Resimde solda görünmeyen küçük tabelalar dikkatimizi çekmedi. Orada “Konya”,” Sarıveliler” yolunu gösterir küçük, pek görünecek yerde olmayan tabelaları görmemişiz. Daha çok zafer tak’ı şeklinde yapılmış olan tabela bizi şaşırttı. Doğru yolu bulduk ya. Allah bizi doğru yoldan ayırmasın !
Gümüşkavak köy yoluna sapınca yokuşlardan kurtulacağımı hiç sanmıyorum. Pek te umurumda değil, nasıl olsa ittire kaktıra çıkacağım zirvelere.
Dediğim gibi köy yollarında mutlaka çeşme vardır ve hepsinde durup suyunu içmeli. Aynı zamanda tüm şişelerdeki suları tazelemeli derim. Yol zorluğunu çeşme başında elimi yüzümü yıkayıp biraz dinlenmekle atıveriyorum. Kısa bir şarj molası gibi, pistonların pilleri doluyor kısa şarjda.
Yolumuza küçük bir mağara denk gelince durup inceliyorum. Etrafındaki kayaçlar ve içi sert ve yumuşak olanları ayırt edebiliyorum. Kırmızı görünenler daha yumuşak yapıda. Zaten çoğu eriyip gitmiş bir boşluk oluşturmuş durumda. Böylece küçük te olsa bir mağara oluşmuş.
Dışındaki kayalar da sarı renkte liken ile kaplanmaya başlamış. Daha çok yeşil renk yada gri tonları ile kayalarda ilk yaşamı başlatan likenler ilk defa sarı renkte olanına denk geldim.
Gümüşkavak köyü dağınık olarak kurulmuş. Birbirine en yakın ev 100 metreden aşağı değil. Köyün kahvesine oturup biraz enerji takviyesi almak gerek. Enerji takviyesi derken birinci olarak çay. Çay ile beraber kurutulmuş meyvelerden oluşan atıştırmalık. Kahvede büyük bir kafeste Keklik kuşunu görüyorum. Benim bildiğim Keklik düz ovada olur. Şarkılarda öyle söylüyor türkücüler. Dağlık arazide ne işleri var ki ?
Başka bir kafeste de bıldırcın. Öylece yemlenip duruyorlar. Bu kafesteki kuşlar çocuklar için mi yoksa menüde kuşları mı pişiriyorlar müşterilere ? Pek anlamış değilim. Bazı yerlerde canlı alabalık verirler ya havuzdan çıkarıp. Bıldırcın ve keklik te bu kategoriye giren hayvanlardan. Hadi balık tamam da bu kuşları keserken insan acır. Bir damlacık et için değmez.
Çayları içip takviyeleri aldık yeşil manzara eşliğinde.
Köyün her tarafından sular akıp gidiyor küçük arıklardan.
Akıp giden su üstünde ağaçlar kapatmış yeşil dalları ile. Güneş ışığı yoğun yapraklardan toprağa pek düşmüyor.
Neden budamışlar belli değil çam ağacını. Ağaca çıkmak için tahta bir merdiven konulmuş. O da belli bir yere kadar çıkmak için. Daha da yukarı çıkabilmek için de dalların çıkıntıları merdiven benzeri olmuş. Karşıdan bir ip getirip ağacın yukarılarına bağlanmış.
Ağaç tek olunca ilginç budaması ile kel kalmış gibi.
Neyse yolumuza devam ediyoruz ama sadece çıkarak. Daha da ne kadar çıkacağımızı kestiremiyorum.
Baraj göleti aşağılarda kaldı, belki de son defa bir parçasını görüyorum. Dağların sırtları kademeli olarak ufukta uzanıp gitmiş. Seyretmesi bile insana uzakları çağrıştırmakta.
Arazi düz olmayınca yamaçlara küçük te olsa biraz düzleştirmek için duvar örülerek tarla yapılmış. Burada hayvanlara yemlik ürünler ekilip karlı soğuk kış günlerinde ot bulunmayınca beslemesi için veriliyor.
Yukarıdaki resmi çekmek için aşağıya inmek durumunda kaldım. Yolda gördüğüm yerleri kafamda kurgulayıp ona göre yazılacak resimleri çekerek hikayemi yazıyorum. Çekilecek resim kafamda oluşunca biraz ileriye gitmiş oluyorum. Ne yapayım yolda oluyor bazen bu durumlar. Zaten hep yokuş çıkmakta olduğumuzdan acele etmeye hiç gerek yok. Biraz da dinlenmiş oluyorum.
Yolda giderken arabaların ezip pastırma olmuş bir kurbağa denk geldi. Kurbağa kurumuş, al duvara as.
Çıktıkça zirvelere bulutlar da çoğalmaya başladı. Yağmur mu yağacak yoksa başı dumanlı dağlarda mıyız ? Bakalım yol ve zaman bize neyi gösterecek.
Hala Gümüşkavak köyündeyiz, yol kıyısında yükseklerde yeni olgunlaşmış kirazları görünce yol hakkı olanı kadar koparıp yiyoruz. Tadı da nefis, kırmızı kırmızı kiraz.
Ferdimen de benden kalır yanı yok, ileride durmuş resim çekiyor gördüğü ilginç bir yeri. Çınar ağaçları olduğuna göre bir dere olmalı.
Tahmin ettiğim gibi bir dere var ve küçük bir şelalesi. Şelale olur da ben durur muyum ? Hem de bu sıcakta yokuş çıkarken. Evvel ki gün Alanya da denize girmiştim, duş almadığım için de tuzluyum ve dün Kuzyaka köyünde duş alacak ortam yoktu. Hemen şortumu giyip doğal duşumu alıyorum. Hayat bazen bizlere harikalarını sunuyor. Bu harikalardan faydalanmak gerek. Hem serinliyorum hem de su masajı ile kasları gevşetiyorum. Duşun ardından terli olan atlet ve tişortu suda duruluyorum
Ferdimen dere üzerinde resim çekerken fotoğraf makinasını suya düşürüyor. Hemen pillerini çıkarmasını ve güneşin altında kurumaya bırakmasını söyledim. Hazır suyun başındayız ve fotoğraf makinesi kurumaya bıraktık nasıl olsa deyip öğle yemeğini de burada yiyebiliriz. Yemek dediğimiz şey de Barbunya konserve. Ekmeğimiz de bol, bir güzel karnımızı doyuruyoruz. Çöpleri de etrafa atmadan naylon poşete koyup yanımızda götüreceğiz. Öyle ormanı kirletmek yok. Temiz olmalı.
Yemekten sonra birer Türk Kahvesi iyi gitti doğrusu. Şimdiye kadar hiç kimse burada kahve pişirmemiştir. Kahve kokusu ormana yayılıyor mis gibi.
Ormanda çınar ağacı görürseniz bilin ki orada mutlaka akan bir su vardır. Çınar ağaçları susuz yerlerde yetişmez.
Yolun bu kıvrımlarını seviyorum. Düz yol bana sıkıcı geliyor nedense. Aynı nehirler gibi. Dağlarda kıvrım kıvrım çağlayıp düz ovaya inince can sıkıntısını gidermek için kıvrılarak akmaya başlar. İşte buna tarih boyunca kıvrımlı akan nehirlere Menderes derler. Menderesleri severim bu yüzden ve yolun da Menderes gibi olmasını isterim. Yokuş olsa da fark etmez.
Şelalede duş aldıktan sonra üzerime bir şey giymedim. Zaten yokuş çıkıyoruz ve terlemekteyim. Yokuşun hakkını terlemekle veriyorum. Hani derler ya sucuk gibi terledim işte o durumdayım. Sucuklar nasıl terler bilmem ama ben iyi terliyorum. Hava sıcak ama bunaltıcı değil, dağlarda nem oranı düşük deniz seviyesine göre.
Birden bire kayaların, toprağın yapısı değişti. Beyaz toprak yapısı sanki başka bir dünyaya gelmişiz hissini uyandırıyor. Buradan beyaz toprakların kamyonlarla alındığını gösteren makine izleri var. Küçük beyaz tepelerin üzerinde gezerken Ferdi benim bir resmimi çekiyor kanatlarımı açmış olarak.
Bulunduğum yerden manzara müthiş. Dağlar sıralanmış alabildiğine uzanıp gidiyor. Seyretmeye doyamıyorum bu güzellikleri. Dim çayının aktığı derin vadilerin dibi görünmüyor bile. Görebildiğim kadarı ile harika kanyonlar var ve gidilmesi gerek. Belki bir gün.
Bir süreliğine manzarayı seyretmek iyi geliyor. İnsanın ufku açılıyor resmen. Dağların eteklerinde olduğumuzdan sağ tarafımız dik yamaçlar. Tepelerde ağaçlar seyrelmiş, bir de kayalıklar olunca.
Yamaçlar dik ve kayalık olsa da çam ağaçları küçük bir çatlakta kendine yer edinerek yaşamı devam ettirmeye çalışıyor. Zamana ve mekana direniyor çam ağaçları. Binlerce, on binlerce yıl sonra yaşam kazanacak ve kayalar yaşama boyun eğip toprak olacak.
Toros dağları bana zamanı unutturdu. Dünya ile bağlantım kesik, saatten de haberim yok. Bu güzelliği çekmek için sadece telefonun kamerasını kullanıyorum. Neredeyim, nerelere gidiyorum, daha ne kadar gideceğim bilmiyorum. Bunları düşünmeden sadece gözlerimle Toros dağlarını taramakla.
Manzara seyrini tamamladıktan sonra yol kıyısında paslanmış bir bisiklet zinciri gördüm. Kim bilir kimin bisikletinin zinciri. Ne oldu da yol kıyısına bırakıldı belli değil. Acaba yola nasıl devam etti ? Yedek zinciri var mıydı ? Yoksa araca binip öyle mi yoluna devam etti. Ama gerçek olan zincir paslanmaya bırakılmış, bir daha tekerleği döndürmeyecek olması.
Ve dağların zirvesine yakın olduğumuzun işareti ; SİS. Yada dağlarda yaşayanların dediği gibi DUMAN. Ben BULUT olduğunu biliyorum. Hep aşağılardan başı dumanlı dağlara bakarken BULUT olarak görürüm. Ama BULUT’un içinde olmak durumu değiştiriyor. Bazen SİS gibi, bazen de DUMAN gibi sürekli devinim içinde. Bir ara yol tamamen kapanıyor bir şey göremiyorum. Sonra biraz dağılıyor önümü görebiliyorum. Heyecan ile yoluma devam ediyorum. İlk defa BULUT’un içinde bisiklet sürmekteyim. Bazen kaybolmak istersin ya her şeyden, kimsenin görmediği yerlerde. Dağların içinde BULUT seni bağrına basmış kimseye göstermiyor. İşte ben de kaybolmaya gidiyorum BULUT’un içinde etrafı SİS basmış, başı DUMANLI dağlara.
Yolun aşağısı uçurum ve hiç bir şey göremiyorum.
Ferdimen de bazen durup beni bekliyor. Görüş alanı iyi olmadığından göz temasını kaybetmiyor benim ile.
Beni bekledikten sonra arkamdan bir resmimi çekmiş çaktırmadan DUMANLI dağlara yürüyerek çıkarken.
Yürürken yerde pek görmeye alışık olmadığım siyah renkte sümüklü böcek gördüm. Sümüklü böceğin kabuğu yok ve sümük salgısı da salmıyor giderken. Derisi sanki kurumaya başlamış gibi. Belki de cinsi böyledir bu hayvanın.
Tırmanış zorlu olsa da yürüyerek yada eğim biraz azalınca bisiklete binerek devam ediyor. Yavaş giderken ilginç kaya oluşumları göze çarpıyor. Yanardağlardan lavlar akarken hamur halindeki kayalar soğudukça katılaştığı, arkadan akan lavların baskısı ile ilginç şekiller oluşmuş. Kayaların kat kat görünümü ve kimisi 90 dereceden fazla kıvrılmış durumda. Nasıl bir anda donmuşsa öylece kalmış on binlerce belki de milyonlarca yıl önce.
Artık akşam olmak üzere ve sisten yol kapanmaya başlayınca araçların bizi görmesi zor. Hemen kendimize sığınacak güvenli bir çadır yeri olacak yer ararken yolun solunda bir çardak ve gözlemeci görünce hemen oraya giriyoruz. Tehlike yaşamamak için artık yola devam etmenin anlamı yok deyip çadırları kurduk. Eşyaları da içine yerleştirdikten sonra akşam yemeği hazırlıklarına başladık. Gözlemeci kapatıp gitmiş, kimseler yok ortalıkta. Yemeğimizi yedikten sonra etrafı şöyle bir kolaçan ettik. Bidonlarda su var, bir gözleme sacı, altında ateş yakmak için ocak. Sundurmanın altında tahtadan çakılmış bir kaç masa. Oturacak uzun tahtadan yapılmış oturacak. Etrafta çeşme olmadığından. mecburen bidonlardan biraz su kullanmak zorunda kaldık.
Hava birden bire karardı ve duman o kadar yoğunlaştı ki göz gözü görmüyor. Ara sıra gelen arabaların farları ortalığı biraz aydınlatıp hayalet gibi geçip gidiyorlar.
Kendi ışığımız ile kahve keyfini araçların farlarını sisi aydınlatmasını seyrederek içiyoruz. Yine şans yüzümüze güldü ve çadır kurabileceğimiz düz ve korunaklı bir yer bulduk.
Bu günkü yol biraz çetindi ve 1000 metrenin üzerine tırmanış yaptık. Yol eğimi kimi yerlerde %20’nin üzerindeydi. Bazen yürümek zorunda kaldım. Ferdi’nin yükü benden az olsa da arka dişlisindeki problemden dolayı 1. ve 2. viteslere geçemediğinden 3. viteste çıkmak zorunda kaldı. O da zorlandı desem yeridir. Gerçi uzun boyun avantajı var ve piston boyları benden uzun olunca pedala daha iyi bir güç uyguluyor. Haliyle bana pek çaktırmasa da yorulduğunu hissediyorum. Benim gibi yavaş çıkamıyor, 3. viteste zaten yavaş gidemezsin. Önden gitmesi nedeni ile durup beni bekliyor bir süre. Böylece biraz dinlenmiş oluyor. Telefonlar da dağlarda çekmediğinden birbirimizi kaybetmemiz gerektiğini biliyor yol arkadaşım. Bir gerçeği de itiraf etmem gerekirse resim çekmesini de seviyor ve sanatçı kişiliğini kullanarak çok güzel ve kimsenin aklına gelmeyecek prodüksüyonlar düşünerek harika resimler çekiyor.
Biraz yorgunluk eseri olarak erkenden çadırımıza çekilip yatıyoruz. Yarın ne olacağı belli değil, dinlenmek gerek. Yorgun olsam da mutlu bir günün sonunda uykuya dalıyorum tatlı düşler içinde.
Bu gün yaptığımız yol biraz kısa ama yol bazen böyle. Yaklaşık olarak 28 Kilometre civarı bisiklet sürmüşüz.
Baştan beri ilgi ve heyecanla yazılarınızı takip ediyorum. Bu güzellikleri paylaştığınız için çok teşekkürler. Gıpta etmiyorum dersem yalan söylerim. Pedalınıza kuvvet. Ne güzel işler yapıyorsunuz.
Selam ve sevgiler.
Teşekkürler Mehmet abi, paylaşmak güzeldir.