9 Haziran 2015 Salı
Amoxicillin works on penicillin-binding protein 3, or pbp3, an enzyme involved in the transport of antibiotics across the cell membrane. These side effects may cause the patient https://sangreen.pt/16609-giacobazzi-effetti-collaterali-viagra-70783/ to stop using the drug. A cochrane review identified only one study investigating the timing of stroke thromboprophylaxis in patients enrolled in randomised controlled trials.
Aldomet is a medication used to treat high blood pressure (hypertension). Order nolvadex online - order nolvadex online in uk, usa, uk, Cleveland europe, canada, australia - order nolvadex online. And you don’t have to do anything special to it, just the right amount of hfa inhaler powder and water, and take it twice a day for four weeks, it will.
22. Gün
Civler – Ermenek – Evsin
Bir şey bilmiyorum – dedi – bir şeyim yok, bir şey değilim
buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme,
o’dur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım-
onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgâra-
uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri
onca taşın taşlanmanın altında – yalnız bir sözcük:
Özgürlük, Özgürlük, Özgürlük.
Yannis Ritsos
Kiraz bahçesinde uyumanın rahatlığını hiç yaşadınız mı? Ben yaşadım, yeşil yaprakların hafif esen rüzgarda çıkardıkları hışırtılar. Sabaha kadar doğal müzik çalıyormuş gibi huzur içinde uyudum. Gün doğmadan uykuya doymuş olarak kalkıyorum huzur içinde. Güneşin doğuşunu kaçırmamak gerek. Kiraz dalları arasında olsa da güneşin muhteşem doğuşu bana güne iyi başlamama neden oluyor.
Eldeki kahvaltılık malzeme ile kiraz bahçesinde kır kahvaltısını ücret ödemeden yapıyoruz. Biz kahvaltıyı yaparken sabah yağan çiğ tanelerinin çadırlar üzerinde güneş altında kurumaya bıraktık. Kahvaltıyı yapasıya kadar kurudu bile ıslak olan çadırlar. Acele etmeden eşyaları toparlayıp bisikletlere yükleyerek yola çıkmaya hazırız artık. Bahçede kaldık ama bir tane bile çöp yada artık bırakmadan nasıl bulduysak öyle bırakıyoruz bahçeyi.
Gece görmemişiz yakınımızdaki kayaları ve mağaraları. Bilseydik mağaralarda kalabilirdik geceleyin. Şimdiye kadar mağarada hiç kalmadım. Benim için bir tecrübe olabilirdi.
Sabah sabah pedal çevirmeden inişe geçmek gibisi yok. Bakalım ne kadar ve nereye kadar ineceğiz. Tabi ki kendimi dünkü gibi salmıyorum, dikkatli inmekteyim. Hem sonra yüksekte olduğumuzdan manzaranın tadını çıkarmak gerek. Geriye dönüp baktığımda indiğim yokuşun eğimini görebilirsiniz.
Ufkum geniş, manzara alabildiğine uzayıp gitmiş. Böyle yerleri kaçırmamam gerek.
Aşağımızda Tepebaşı köyü, yukarıdan izlemesi güzel.
Köyün içinden geçiyoruz, kahvede oturup çay içmek için. Köyün iç yolları henüz toprak, ya Muhtar çalışmıyor ya da sorumlu Belediye gereken yardımı yapmıyor. Yazın toz toprak, kışın ise çamurdan kurtulamıyordur köy halkı.
Ferdimen Tepebaşı köyünün tabelasını girişte çekmiş. Ben de önde tıngır mıngır gidiyorum.
Ermenek kasabasına 3o Kilometre kalmış diyor tabela ama yol bana tabelalarda yazanlara inanmamayı öğretti. Neyle ölçüm yapıyorlarsa gelişi güzel konulmuş tabelalar hiç bir zaman doğruyu söylemiyor. Bu Kilometreler arabalar için önemli değil. Gaza basıp gidiyorlar yorulmadan. Ama bisikletliler için gerçeği yansıtmayan bu rakamlar önemli. Çünkü kendi gücümüzle gidiyoruz, kaslarımızın besinlerden aldığı enerji ile.
Yaklaşık olarak 20 Kilometreyi fazla pedal çevirmeden bir çırpıda indikten sonra yine tırmanış başladı. Ama ne tırmanış, yokuş yetmez gibi sıcaktan eriyen asfalt ile birlikte. Asfaltın ortasından gitmenin imkanı yok. Tekerlekler zift içinde çakılır kalırsın. Ben de toprak kısma yakın yerden fazla zifte bulaşmadan yavaş yavaş tırmanıyorum. Ara sıra zifte girmek zorunda kalınca tekerleğe yapışan zift pek kolay çıkmıyor. Bir de yolda ne kadar küçük taş varsa toplayıp lastik taşla kaplanıyor. Taşlı lastikle gitmek te zor, bakalım ne kadar sürecek bu durum. Bazı yerde bisikletten inip yürüyerek gitmek zorunda kalıyorum. Ayakkabı tabanları da ziftleniyor biraz, yürürken yere yapışıyor ara sıra. Bir de taşlar da yapışıyor tabana…
Güneyyurt köyüne geldik, radar uyarısı bizi ilgilendirmiyor. Yokuş çıktığımızdan hızımız düşük. Zaman zaman 5 Km/h hızda gidiyoruz. Eriyen asfalta bulaşmadan kıyı kıyı. Hızımız radara uygun değil.
Hani derler ya Demokrasilerde çareler tükenmez diye. İşte bunu görüyoruz güneş ısınlarının dik vurduğu asfaltta. Eriyen zift artık iyice akmaya başladığında karayolları pratik çözüm bulmuş. Kamyondan tozlu mıcırı kürekle erimiş zift üzerine serpiştirip eriyen asfalt için çözüm bulmuş. Sanki kökten sorunu çözer gibi. Olan işçilere oluyor, işçiler de dediğim taşeron işçiler. Bu sıcakta kamyonun üstünde toz bir yandan sıcak bir yandan bir yandan da ziftin yapışkanlığı. Aldıkları ücret yaptığı işe göre çok düşük. Masa başında klima ile serinleyen Aydın ! mühendislerimiz ise asfalt burada neden eriyor, çözümü ne diye araştırmıyorlar. Zaten amirleri de çalışmalarını sanki istemiyorlar gibi. Al maaşını işe karışma, bu günü kürekle tozlu mıcır ile atlatalım, yarın Allah kerim. Düzen böyle maalesef….
Güneyyurt köyünde kısa bir mola verdik. Mola verdiğimiz yerde koca bir çınar ağacı, içi oyulmuş. Oyulmakla kalmamış yakmaya bile çalışmışlar ama ağaç direnmiş yakamamışlar. Tonlarca ağacı ve dalları taşıyan sadece gövdenin kenarları. İnsanlar ne acayip bir mahluk anlaşılır gibi değil.
Ermenek baraj göletinin başlangıç yerini görmeye başladım. Göletten bayağı yukarılardayız.
Beyaz bulutlara doğru tırmanmaktayız kocaman bir bayrak ve direğine doğru.
Bayrağın yanına gelince rüzgar hafif te olsa kocaman Türk bayrağı bizi selamlıyor. KUZ ve kıytırık ta saygı duruşunda bulunuyor şanlı bayrağımıza.
Baraj göleti giderek belirginleşmeye başladı.
Görünen o ki tırmanışlar bitmek bilmeyecek gibi. Ama görünüşe aldanmamak gerek, burası da aşılır. Sadece biraz sabır ve azim yeter çıkmaya.
Koca bir kaya kütlesi dibinde gidiyoruz. Kaya kütlesi de öyle küçük görünmüyor. Kilometrelerce uzayıp gidiyor. Toros dağlarının ikinci sıra dağları.
Yani anlayacağınız dağların yamacındaki yolda gidiyoruz. Bir taraf yalçın kayalık diğer taraf uçurum ve dibinde daha önce akan nehir baraj göletine dönüşmüş durumda.
Bayağı büyük ve uzun bir baraj göleti ile manzaramız sürekli değişerek uzayıp gidiyor.
Dağın zirvesi dikine kayalık ve çıkması olanaksız gibi.
Her daim manzara hem yukarıda hem de aşağıda değiştiğinden habire resim çekmek için duruyorum. Yol da çıkış olduğu için arada resim bahanesi ile dinlenmek gerek değil mi ?
Ve Ermenek ilçesine sonunda vardık. Gerçi o kadar kalabalık bir kasaba değil. Nüfus olarak sakin bir kasaba. İş aş için büyük şehirlere göç vermiş zamanla.
Kasabadan önce petrol istasyonunda benden önce gelen Ferdi beni bekliyordu. Yokuş tırmanmaktan terlediğimden üzerimi çıkarmış bulunmaktayım. Geldiğimde beni öylece çekiyor. Burada soğuk birer dondurma ile hem pistonları soğuttuk hem de dinlendik. Ferdimen de bana benzinci ile yaptığı konuşmada söylenen sözleri söyledi. “Kendine bu kadar eziyet ediyorsun öbür dünyada hesabını nasıl vereceksin” diye söylemiş benzinci. Benzinci de bunu söylerken sigara ağzında olduğundan Ferdimen de ona “Asıl sen sigara içerek ciğerlerine verdiğin zararın hesabını nasıl vereceksin onu düşün” diyerek yapıştırmış cevabı. Ferdimen akıllı adam hiç lafın altında kalır mı ? İnsanlar neler düşünüyor, şimdiye kadar hiç bir spor, kültür faaliyeti ya da sosyal sorumluk almamış, doğru dürüst kitap bile okumadan hesap sormayı kendine hak görüyor. Hem bilincinde olmadığı bir durum da var ortada. Burası benzinlik ve sigara içerek ne kadar bir tehlike içinde olduğunun farkında bile değil. Benzinin buharı bile alev alan bir yakıt. Böylelerine nasıl anlatacaksın ki ?
Neyse dondurmaları yedikten sonra kaya manzarası ile baş başa kalarak yolumuza devam ediyoruz. Kayalar sabır taşı, insanların dertlerine sabır gösterirler. Hele bizim gibi yolcuları daha iyi anlayabilir. Yolcu negatif enerji taşımadıkları için dertleri yoktur ve taşlar yolcunun dertleri olmadığı için sabır göstermek durumunda kalmaz. O yüzden taşlara zarar vermez yolcular. Doğdukları yerde ölenler böyle için insanlara dayanmak zorunda kalan taşlar sabredemez ve durmadan çatlar dururlar.
Kasabaya giriş yapıyoruz sonunda. Ermenek dar bir alanda yukarı aşağı pek genişleyememiş. Uzunlamasına yayılmış kasaba. pek te genişlemeye uygun bir arazi yapısına sahip değil.
Ermenek, Karaman iline bağlı bir ilçedir. Kentin tarihteki adı Yunanca: Γερμανικόπολις Germenikopolis`tir. Kimi zamanlarda Ermenak (yükseklerde yaşayan yiğit insanların ülkesi) olarak da anılan ilçe, Karamanoğulları Beyliği’ne başkentlik de yapmış olan ve nüfusunu Avşar Türkmenleri’nin oluşturduğu önemli bir yerleşim iken, bu beyliğin yıkılması ve ardından gelen Osmanlı dönemiyle birlikte, Adana Eyaleti’ne bağlı İçel Sancağı’nın “Paşa Hassı” olarak yönetilmiştir. 1845 Yılında Konya Eyaleti’ne bağlı sancak merkezi olmuş, 1910 yılında ilçe yapılmış, önce Konya’ya sonra Mersin’e bağlanmıştır. Cumhuriyetin ilanı ile beraber yeniden Konya’ya bağlanmış, 1989’da Karaman’ın il olmasıyla Karaman’a bağlanmıştır.
Dünyanın önemli mağaralarından biri olan Maraspoli’yi de içinde bulunduran ilçe, denizden oldukça yüksekte Göksu nehri kıyısında yerleşmiştir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ermenek
İlçede eskiyi andıran kerpiç evler de hala duruyor. İşin ilginç yanı betonarme binadaki borudan su falan geçmiyor. Adam kim bilir nereden aldıysa ! boruyu kolon olarak kullanıp beton dökmüş. Hazır kalıp ama biraz pahalı bence ! Belki de para vermemiştir…
Kasabanın merkezine doğru meraklı gözlerin bakışları altında ağır ağır gidiyoruz. Karnımız acıktı, yemek yenecek bir yer de bakınarak giderken bir lokanta görünce hemen durup içeri girdik. Bütçemize göre en uygunu Kuru – Pilav olarak kendimize güzel bir ziyafet çektik. Lokantanın patronu ile sohbete başladık yemek yerken. Hep göç veren kasaba da kalanların her birinin büyük şehirlerde mutlaka bir yakını var. İki uzun saçlı adam da dikkati çektiğinden sohbet te bir başka oluyor. Bu arada lokantanın önüne park ettiğimiz bisikletler gözümüzün önünde. Arada geçen çocukların dikkatini çekiyor. Başlıyorlar bakmaya bisikletlerimize. Daha çok benim KUZ ilgilerini çekiyor. Arkada kıytırıkla beraber. Kimisi dayanamıyor gidonda bağlı olan kornaya basıyor, nedense kornaya basanların hoşuna gidiyor. Bisiklet üzerinde havalı korna pek görmemişler anlaşılan. Sadece burada değil her yerde geçerken şöyle bir kornaya basanlar çok oluyor. Lokantacı inişten sonra küçük bir çıkış yapacaksınız, ondan sonra Silifke’ye kadar hep iniş olacak diye bizi bilgilendirdi. Bakalım ne çıkacak karşımıza. Dostum Feyyaz bizi Silifke de karşılayacak, hep iniş dendiğine göre çabucak varırız. Ama karşılaması için daha erken, onun için aramıyorum.
Lokanta sahibinin tatlı ikramı ile yemek faslını bitirdik. Hesap ta öyle ahım şahım bir şey tutmadı Kesemize uygun fiyatlar. Lokantacı ile vedalaşıp yola düştük. Yolda genç delikanlıların ilgisini çekince durup tanışarak bir resim çekildik. Çocuklar harika, büyüdükçe değişime uğradıklarından şimdilik iyi anlaştık gençlerle.
Çektiğimiz resimleri nereden alırız diye sorunca facebook ta paylaşırız deyip arkadaş olduk kimisi ile.
Çocuklarla tanışıp sohbet ettikten sonra az ilerde yolun aşağısında lisede ki öğrencilere el sallayıp onlara fırsat vermeden “Hello” diyerek şaşırttım. Tabi ki onlar da şaşkın bakışlarla “Hello” diyerek karşılık verdiler. Artık alıştık nasıl olsa Hellolaşmak güzel gençlerle. Erzak stoğumuz azaldı, onları tamamlamak için marketten eksiklerimizi tamamladık. Yol bu, daha 2 – 3 günlük yolumuz var Mersin’e kadar. Ne olacağımız belli değil..
Polyesterden yapılmış Keloğlan heykelleri görüne durup resmini çektim. Kimisinin kafası yok, elleri kesilmiş. En öndekinin yüzü parçalanmış. Güzel bir görsel heykellere neden böyle yapılır anlaşılır değil.
Ermenek barajı manzarası ile yola koyulduk.
Solumuzda ise yalçın kayalıklar, nereye bakarsan orası ayrı bir güzellikte.
Ermenek kasabası pek te küçük olduğundan hemen bitiverdi ve bina görünümleri kayalık doğal taşlara dönüştü.
Bir süre iniş çıkıştan sonra Körkuyu beli 1360 rakım yazan tabelaya geldik durduk. Yol boyunca bir çok bel den geçtik, sayısı belli değil.
Ferdimen’in makinası ile bir prodüksiyon ile Körkuyu belinde ki resmimizi ölümsüzleştiriyor.
Dağlardan aşağı kendimizi salıyoruz ama dikkatli bir hızda. Arada durup resim çekmek gerek pedal çevirmesek te manzara süper sağımda.
Solumda da güzellikler alabildiğine uzanıyor.
Kimi yerde derin kanyon çıkıyor karşıma.
İniş zevkli oluyor, pedal çevirmeden. Sadece etrafı seyretmekle hızla iniyoruz.
Yukarıdan kanyonun başlangıcını görmüştüm. Şimdi ise aşağısındayım.
Henüz tabana gelmedik, iniş normal olarak devam ediyor. İnerken sanki eğim daha fazla gibi geliyor bana. Yoksa göz yanılması mı ? Bilemedim, hep inerken çok dik gelir sonra aynı yeri çıkarken rahatça çıkarım. Nedendir bilinmez…
Yol kıyısında yapabilen kendine bir bahçe yaparak kendine uğraş edinmiş.
İlginç dik kayalıklar bizi takip ediyor sürekli olarak.
Karşımıza küçük bir köy çıkıyor, camisinden belli küçük olduğu. Neyse ki kahvesi varmış. Kahveye oturup birer duble çay içerek köylülerle sohbete başladık. Sohbet her zaman olduğu gibi ; nerelisin ? nereden gelip nereye gidiyorsunuz ? gibi. Kısaca nereden gelip nereye gittiğimizi anlattık. Mersin’e gittiğimizi öğrenen köylüler önünüzde 3 kilometrelik bir yokuş var. O yokuşu aştınız mı Silifke’ye kadar hep iniş ineceksiniz diye yolun bilgisini verdiler. Hadi bakalım göreceğiz. Ermenek te lokantacı da aynı şeyleri söylemişti.
Köyün çıkışında su sesi duyunca durup çağlayıp akan küçük dereyi görüyorum. Bisikletin bana verdiği bu özgürlüğü Tanrıma şükrederek seyrediyorum. Bisiklet bana yolda çok güzel yerleri her zaman sunuyor. Başka bir araçla bunu göremem.
İniş olunca benim ivmem Ferdimen den daha hızlı olunca bu kez ben öndeyim. Arada durup hem resim çekiyorum hem de Ferdimen’i bekliyorum. Birbirimizden fazla ayrılmamak gerek.
Köylülerin bahsettiği son yokuşa geldik. 3 Kilometre %10 eğim gösteriyor. Biraz sert ama bizim için kısa. Takıyorum 1. vitese, başladım çıkmaya. Bana yokuş mu dayanır…
Yokuşu çıkıyoruz kısa sürede, manzara harika buradan,. aşağıları, dağları, kayalıkları resmediyorum elimden geldiğince.
Aşağıda Evsin köyü var ama yol köyün yukarısından geçtiği için köye uğramaya gerek yok.
Torosların muhteşem görüntüsü ile birlikte gidiyoruz yol boyu.
İneceğimizi gösteren vadi manzarasına tepeden hayranlıkla bakıyorum. Manzara inanılmaz güzel. Ben de bunu kaçırmam diyerek oturup seyre daldım. Bu arada Ferdimen de tripodu kurup resim çekmiş bile.
Dedim ya sanattan anlıyor Ferdimen, işte bunun kanıtı aşağıdaki resimde. Manzarayı oturup seyrederken kendimizi otomatik çekiyor 10 saniyelik bir sürede.
Bize anlatılanlar biraz abartılı geldi bu uyarı tabelasını görünce. Ne demek şimdi %10 eğim ve 10 Kilometre. Bu bize yapılır mı ? Köylülerin anlattığı kadarı ile bu hesapta yoktu. Adamlar ya başka yolu biliyorlar ya da hiç bisiklete binmemişler buralarda. Birden bire bir hayal kırıklığı, yılgınlık ve yol yorgunluğu baş gösterdi. Hani deriz ya son yokuş diye turlara yeni başlayanlar için. Çok kişiye söylemişimdir her önümüze gelen yokuşta bu son yokuş diye. Cesareti kırılmasın, turu bırakıp geri dönmesin diye. Ben de yeni turlara başlayanlar gibi hissettim kendimi. Vay anam vay, neyse yılmak yok. Yola devam…
Daha yokuşun başındayız ve güneş tepelerin ardına girmek üzere. Orman, dağlar bunu gösteriyor.
Çık çık bitmiyor, bazı yerde bisikletten inip yürümek durumunda kaldım güneşin yola vurduğu son ışıklara bakarak.
Bir yere kadar geldim ve yere iki seksen uzandım. Pil bitti, şarj da tutmuyor. Öylece yat pozisyonunda hiç bir şey düşünmeden sadece nefes alıp veriyorum. Pistonlar iflas etmiş durumda.
Bu durumu gören Fedimen kalacak uygun bir yer bakmak için ileriye doğru gidip araştırmalara başladı. Ben de iki seksen uzanmış güç toplamaya çalışıyorum. Kımıldayacak halim yok. Bir süre sonra Ferdimen yanıma gelerek “Urim baba kalacak bir yer buldum. 500 Metre ilerde ormanın içinde uygun bir yer var” deyip biraz toparladığım enerji ile kalkarak bulduğu yere geldik. Burası orman yolu. Yoldan biraz uzaklaşıp içeri doğru giderek kamp attık.
Akşam yemeğini birlikte hazırlayıp tıka basa karnımızı doyurduk. Sonrası her zaman olduğu gibi Türk Kahvesi keyfi. Çay da demlenmeden olmaz deyip çaylar da içildi. Çevrede çeşme olmayınca suyumuz kısıtlı o yüzden suyu ölçülü kullanmak gerek. Yoksa yarın ne olacağı belli değil. Çeşme var mı yok mu bilmiyoruz yolda. Çöp artıkları bir torbaya koyduktan sonra çadırlardan uzak bir ağacın dalına asarak orman hayvanlarını uzak tutmak gerek. Fazla zaman geçirmeden çadıra girip ilk başlarda yorgunluktan uyuyamasam da derin bir uykuya daldım. Orman hayvanlarından çekinmem de insanlardan çekinmek gerek. Zaten içerdeyiz, arabaların gürültüsü az da olsa geliyor. Bizi görmelerine olanak yok gibi.
Bu gün yaklaşık 75 Kilometre civarı yol yapmışız.
Çok güzel bir tur ve yazı olmuş, ayağınıza ve elinize sağlık