Etiket arşivi: akropol

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 2. Gün

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dikili – Zeytindağ – Bergama

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya ile Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Akdeniz yaraşıyor sana

Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun

Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında

Hiç dinmiyor motorların gürültüsü

Köpekler havlıyor uzaktan

Demin bir çocuk ağladı

Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine

Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir

Denizi tokmaklıyor balıkçılar

Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak

O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessi

Can Yücel

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ, arkadaki manzarada Bakırçay deltası.

Henüz alışık olmadığım şekilde, hamakta uyumak hareketleri kısıtlıyor. Çadırda, matın üzerinde yerde yatmaya benzemiyor. Kolayca bir o yana bir bu yana dönemiyorsun. Yüzükoyun yatmanın olanağı yok. Öyle olmasına rağmen yine de hamakta uyumanın zevki başka olduğunu fark ediyorum. Bölük pörçük bir uykuyla sabahı ediyorum. Henüz güneş doğmadan uyandım. Solda bisikletler ağaca dayanmış durumda. İki ağaç arasında mavi renkli hamak gerili. Güneş ilk ışıklarını hamağın üzerinde kendini göstermeye başladı. Sağda yeşil bir çadır fıstık çam ağaçlarının altında.

Herkes aynı zamanda uyandı ve kahvaltı için hazırlıklara başladık. Ben ilk önce sabah kahvesini içiyorum. Sonrasında çaydanlığı ocağa koyup çay demlemeye başladım. Piknik masasının üzerinde naylon poşet içinde tencere, tava. Çuval içinde 1.5 Lt su şişesi, kahve takımı, çay kupası bordo renginde. Ocak kısmı yuvarlak olmuş sac ile kaplı, üzerinde çaydanlık. Ocak kısmı görünmüyor sac rüzgarlık tamamen örtmüş durumda. Çaydanlık çok uzun turlar yaptığı için isli ve vuruklar oluşmuş. Masanın ardında bisikletim turuncu çantaları ile birlikte. Çantaların ağzı açık.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptık, artan yiyecekleri çantalara yerleştirip toparlandı her şey ve bisikletlere yüklendi. Hareket etmeden her katılımcı Suyun Kaynağına Yolculuk pankartının önüne bisikletiyle gelerek tek tek resimlerini çekmeye başladım. İlk önce öncümüz ve bu turu birlikte ortaya çıkarıp yaptığımız Şafak Omaç’ın resmini çekiyorum. Pankart ağaçlara dört iple gerili. Şafak Omaç bisikleti yüklü durumda, önde poz veriyor. Kısa pantolonlu, üzerinde Koca Seyit yazılı tişörtü giymiş kısa kollu. Başında gri şapka.

Ardından Cem Tabanlı bisikleti ile poz veriyor. Pankart ortada, Cem pankartın solunda. Cem kimya mühendisi olur kendisi, güzel yemekler yapar. Bu konuda bilgisi ve tecrübesi çok. Vejetaryen olduğu için et yemez, yeni başladı et yememeye. Cem üzerine siyah yağmurluğunu giymiş sabahın serinliğinde üşümesin diye. Altında kısa pantolon var. Başında güneş gözlüğü takılı şapka var.

Merih Balaban poz veriyor kameraya bisikleti ile. Merih’in teknesi var, balık avlamaya çıkıyor. Yani kaptan olur kendisi. Bir gün bizi balığa götüreceğini söyledi. Henüz gidemesek de bir gün mutlaka. Merih’i bu turda daha yeni tanıdım. Üzerinde uzun kollu açık mavi tişört ve kısa pantolon giymiş. Başında turuncu buff var. Bu turuncu buffları Az Bilinen Antik Kentler turunda kullandığımız buflar. Olcay Ormankıran tura katılacaklara verilmek üzere bana verdi. Ben de arkadaşlara dağıttım.

Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen, o bizim kahramanımız. Birlikte çok maceralarımız olmuştur. Kısa pantolon üzerine mavi uzun kollu tişört giymiş. Başında yeşil renkli buff.

Bahadır Özer, kendisi aşçıdır ama henüz yaptığı yemekleri yemedik. Tam bir vegan olması nedeni ile sürekli aç kalsa da görünüşü zayıf değil. Sessiz, sakin olarak ileride yogi olabilir. Uzun siyah pantolon, üzerine beyaz tişört giymiş. Tişörtte deniz kaplumbağası resmedilmiş.

Musa Yıldız, kendisini uzun süredir tanısam da sadece birlikte kısa, günü birlik bisiklet sürdük. O yüzden fazla ilişkimiz olmadı. Altında kısa tayt ve üzerinde sarı yelek giymiş.

Hünkar Göcekli, bu turda daha yeni tanıştım. Dün yola çıktığımızda gerilerde kalması endişelendirmişti biraz ama bisikletteki sorunu hallettikten sonra endişelerim ortadan kalktı. Bisikletinde yüklü çantaların durumuna bakınca sanırsın ki Dünya turuna çıkmış gibi. Yanında gerekli olan her şey var. Kendisi çok mütevazi, sessiz ve sakin. Uzun kollu mavi elbise ve üzerine sarı yelek giymiş.

Bendeniz Urim Babacan, kısaca urimbaba. Bu turu düzenleyenlerden biriyim Şafak Omaç ile birlikte. Kısa pantolon, üzerimde Suyun Kaynağına Yolculuk logolu tişört var.

Nafiz Sağdur, Antalya’dan katıldı aramıza, Salda bisiklet festivalinde tanışamasak ta Antalya’da sonradan tanıştık ve iyi dost olduk. Antalya bisiklet derneği başkanı olur kendisi. Kısa pantolon ve tişört tamamen siyah renkte.

Vedat Karakaya, Antalya’dan katılıyor. Kendisi ile yeni tanıştım, üzerinde patiska kısa pantolon ve beyaz tişört giymiş.

Antalya’dan katılan Ceyhun Altın, nam-ı diğer şirin baba. Sakalları olsa kafasındaki mavi buff ile tam şirin baba görünümünde. Antalya Perşembe akşamı bisikletçileri yöneticisi ve Antalya bisiklet festival derneği başkanı aynı zamanda. Antalya’da bisiklet festivali düzenliyor her yıl. Çok uzun süredir tanışıyoruz Ceyhun ile. Suyun Kaynağına Yolculuk turunu duyunca Antalya’dan 6 kişi katılacağını bildirmişti. 2 Kişi katılmaktan vaz geçince 4 kişi şu an aramızda. Kısa pantolon ve kocaman yüzlü bir adam resmi çizilmiş tişörtü giymiş üzerine. Elinde Şafak tarafından yaptırılan küçük Tabelamızı tutuyor.

Mehmet Ali Akyüz, o da Antalya’dan katılıyor. Uzun süredir tanıyorum ve bir kaç festivalde beraber bisiklet sürdük. Antalya’da bisiklet festivali düzenleyenlerden birisi. Altında kısa tayt, üzerinde alt kısmı renkli festival tişörtü giymiş.

Çağdaş Lale, kendisini yeni tanısam da babasını tanıyorum. Altında kısa tayt, üzerinde usun kollu sarı rüzgarlık giymiş.

Herkesin tek tek resmini çektikten sonra bu turu beraber düzenleyip hayata geçirdiğimiz Şafak Omaç ile birlikte pankartın önünde resim çekildik. Şafak solda ben sağda, pankart ortamızda kalacak şekilde. Yanımızda bisikletler olmadan.

En son olarak hep birlikte pankartın önünde 13 kişi resim çekildik. Cep telefonumu bisikletim üzerinde olan telefon tutucuya takıp uzaktan kumanda ile oturduğum yerden çekiyorum. Artık zaman ayarlamaya gerek yok, anında istediğin kadar resim çekme olanağım var artık. Pankart ortada, üç kişi solda, iki kişi sağda. Sekiz kişi de yere oturarak resim çekiliyoruz. Toplam 13 kişiyiz.

Resim çekilme bittikten sonra yola çıkma zamanı diyerek Bakırçay nehrinin döküldüğü yere doğru gitmeye başladık. Doğu tarafından Çandarlı yarımadasına vuran Güneşin ışıkları ile yüksekten çekiyorum deniz ile birlikte. Önümde birkaç ağaç, solda küçük bir ada var.

Çandarlı’nın doğu tarafında olan Bakırçay nehrini denize kavuştuğu deltaya doğru toprak yolda gidiyoruz. Bisikletim KUZ park edilmiş durumda, biraz yüksekte olarak Bakırçay nehrinin eski yatağı olan geniş azmak manzarası ile birlikte resim çekiyorum. Solda bisikletliler durmuş toprak yoldan inmeye çalışıyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Eskiden nehir ağzı olan azmak ve dik inen taşlı yolda elde bisikletler yürüyerek inen bisikletliler. Azmağın ortasında küçük bir adacık ve  azmağı boydan boya kesen toprak yol görünüyor. Toprak yolun ortasından adacığa doğru giden J biçiminde çıkıntı var.

Karşıda görünen yarımada biçiminde oluşmuş kara parçası ve düzlük olan yerin adı Kocaçayır. Hani Türkü ustası sanatçı Neşet Ertaş türkülerinden “Kesik çayır biçilir mi” türküsünü bilirsiniz ya işte buradaki yere uyarlanmış hali “Kocaçayır ekilir mi” olarak söylenebilir. Nedeni ise denizin tuzundan henüz tarıma elverişli değil. Azmak ağzı deniz ile buluştuğu yerin olduğu yerin resmini çekiyorum. Solda kara parçası, küçük yarımada ve deniz. Önümde yamaç aşağıya doğru meyilli. Denizin azgın dalgaları zamanla nehirden gelen toprakları set biçiminde oluşturmuş. Deniz kıyısına paralel olan toprak parçası giderek büyümekte zamanla. Nehir toprak getirdikçe denizi dolduracak ve bereketli ova oluşturacak.

Deniz seviyesine, nehrin kıyısına indik. Azmak ağzında toprak dökülerek oluşturulan düz yol köprü görevi görüyor bir biçimde. Toprak yolun altına belirli yerlere künkler konularak deniz ile bağlantısını sağlıyor. Tüm katılımcılar önümdeki toprak yolda gidiyor. Karşı tarafa geçeceğiz. Sağda demir borudan yapılmış çardak var.

Nehrin deniz ile birleştiği yere yakın durup biraz toprak alıyorum. İnsan eli ile kirlenen nehirlerimizin temiz akması için sembol olarak aldığım bu kirli toprağı Suyun Kaynağına kadar taşıyıp orada akan suya dökeceğim. İçimdeki bir umutla insanlar yaptığı kirliliği farkına varıp nehrin temiz akmasını sağlarız belki. Suya döktüğüm kirli toprak tekrar denize kavuştuğunda temiz akması için mücadele edeceğiz insanlara anlatarak. Temiz bir gelecek bırakmalıyız çocuklarımıza.

Yerde eğilmiş avucumla toprağı poşete doldururken.

Ben toprak alırken beni çeken Ferdimen’i çekiyor Cem Tabanlı benim cep telefonu ile.

Toprağı alıp çantama yerleştirdikten sonra tüm katılımcılara birer kahve yapıyorum. Toplam 13 kişiyiz, üç kez dörtlü cezve ve bir tek fincanlık kahve yaparak içtik sırayla. Ben yerde bağdaş kurup kahve yaparken pankartımız ile birlikte 13 kişi resim çekiliyoruz Vedat Karakaya’nın tripodun kamerasında.

Toprağımızı aldık ve Suyun Kaynağına Yolculuk resmen başlamış oldu. Şimdi tam olarak nehrin ağzını boydan boya geçen toprak yol yolun başındayım. Buradan bir resim çekiyorum. Burası daha dar ve toprak yol köprü olarak kullanılıyor. Yolun altında burada da künk konularak nehrin suları denize kavuşuyor. Resimde yolun altındaki künklerden akan su görünüyor.

Nehir solda, ona paralel yukarıya doğru toprak yolda gidiyoruz. Burada oluşan bitki örtüsü genellikle her nehir yatağında oluşan Ilgın çalıları henüz çiçek açmış. Çiçeklerle kaplı olan dallar bej rengine bürümüş Ilgınları.

Yolda benim gibi evi sırtında gezen yoldaşım ile karşılaştım. Kara kaplumbağası boz rengi ile ortama ayak uydurmuş. Kaplumbağa ile bisikletim KUZ’un resmini çekiyorum birlikte. Benim evim de bagajda yüklü turuncu çantalarımın içinde. Çantamın üzerinde Güneş panelini bağlayıp boşalan güç pilini dolduruyorum. Çantamın arkasına oturma matı bağlı. Alüminyum kaplı tarafı dışta kalacak şekilde sürücülerin dikkatini çekmesi için. Kaplumbağa toprak yolun tam ortasında durmuş, korkudan başı ve ayakları içeride.

Bergama krallığı, ardından Roma dönemi, önemli kent, altın ve zenginlik. Zenginlik ve önemli komutanlar olunca mezarları da öyle basit olmuyor. Hani ölen birisinin arkasından “Toprağın bol olsun” derler ya işte zengin krallar, komutanlar ölünce gömüldüğü yere herkes toprak getirerek büyük bir yığın oluştururlarmış. Bir de toprağı getiren zenginliğini belirtmek için bir avuç değil de arabalarla toprak getirip mezarın üstüne dökerek caka satarlarmış. Şimdiki zamanda zenginlerin düğününde takı takarlarken birbirleriyle yarışırlar ya kilolarca altın takarak. Kral yada zengin birine yalakalık yapmak için ne kadar çok toprak dökerse o kadar kral ailesinin gözüne girerlermiş. Bakırçay havzasında, Bergama ovası böyle toprak yığını tepeler görmek olası. Bir çok yere toprak yığını tepeler görebiliriz. Örneğin Sardes yakınlarında bir çok tümülüs var. Bir de en muhteşem tümülüs ise Nemrut dağında bulunmaktadır. Toros dağları, Adıyaman sınırları içinde olan Nemrut dağının zirvesinde Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı. Tümülüs mezar topraktan değil de yumruk kadar taşlardan 150 metre yükseklikte üçgen prizma şeklinde yapılmıştır. Diğer toprak tümülüsler mezar soyguncuları tarafından şimdiye kadar soyulmuştur ama Nemrut dağındaki Kommanege kralının mezarına hala ulaşılamamıştır. Mısırdaki piramitler de tümülüs benzer şekilde ama taş bloklardan devasa mezar yaptırmış Firavunlar. Firavun kendisini tanrı olarak halkına taptırdığı için kendini mumyalayıp piramit yaptırarak gücünü gösterse de tanrı değil de ölümlü olduğu apaçık meydanda. Tanrı ölür mü? ölmez. İnsanlar ölür. Anlayacağınız her yerde mezarlar aynı.

Karşımda ovada 30 – 40 metre civarı yükseklikte bir toprak tümülüs görünmekte.

Bakırçay havzası binlerce yıldır doğal erozyon sonucu bereketli ovaya dönüşmüş. Sanayi devriminden sonra gelişen teknoloji ülkemize geç girse de 50 yada 60 yıldır Bakırçay nehri kirlenmekte ve havzadaki bereketli tarlalar bu kirlilikten nasibini almakta. Uçsuz bucaksız ekin tarlası yemyeşil ve plastik siyah borular belli yerlere döşenmiş sulama yapmak için. Önümde telefon direği ve telleri. Direkte tabela beyaza boyalı olarak takılmış ama yazı yazılı değil.

Yol kıyılarındaki tarlalar sürülünce toprağa karışan gelinciklerin bir kısmı yol kıyısında kırmızı gelinliklerini giymiş baharı kutluyor.

Baharın müjdecilerinden biri de kelebekler. Onlar da kısacık yaşamlarında bahar danslarını yapıp yumurtalarını doğaya, geleceğe bıraktıktan sonra gücü tükenince kendilerini yere bırakarak yaşamları bitiyor. Gelecekten endişe duymadan huzurlu biçimde yatıyor asfaltta. Yumurtalarından tırtıllar çıkıp yapraklarla beslenip olgunlaşınca ördüğü koza içinde başkalaşıp kelebeğe dönüşüyor. Başkalaşan kelebek artık yeme içme olaylarına girmiyor. Başkalaşmış yapısı buna uygun değil. Olan enerjisi üremeye yetecek kadar. Bu güzellikleri doğada görmek çok güzel. Yaşam ve ölüm birbirini tamamlıyor.

Yerde artık gücü tükenmiş sarı kelebek asfaltta yatıyor. Siyah desenleri de gövde ve kanatlarına yayılmış.

Ana yol kavşağına çıkıp karşı yola, Zeytindağ yoluna geçiş yapıp tırmanışa başladık. Düz yoldan dik yokuşa gelmek bizi zorlasa da artık çıkacağız. Aslında Zeytindağ Bakırçay nehrinin biraz dışında ve yüksek bir konumda. Ama buraya çıkmamızın iki nedeni var. Birincisi Zeytindağ Bakırçay havzasından yararlanıyor. Köylülerin tarlaları ovada var. Ayrıca yamaçlarda da zeytinlikler. İsminden anlaşılacağı gibi zeytincilikle uğraşı var. Nehrin kirlenmesinde payları var az da olsa. İkincisi günlük alışverişi yapmamız gerek. Zeytindağ büyük bir kasaba. Olanaklar ve ucuz alışveriş yerleri var.

Kasabanın girişinde çeşme görünce durup sularımı tazeliyorum. Bisikletim KUZ ile çeşmenin resmini çekiyorum. Çeşmenin arkası evin bahçesi ve meyve ağaçları. Sokak Arnavut kaldırımı taşları ile döşeli. Solda yangın borusu yerden çıkmış bir metre civarı. Ucunda yangın vanası var.

Zeytindağ içinde bir kahvede mola veriyoruz. Zeytindağ da iki kişi daha aramıza katıldı. Bunlardan birisi Figen Gülgör ve Nursal Beşün. Figen’i yıllardır tanıyorum ama Nursal ile yeni tanıştım. Burada hem biraz dinlenip çay, soda ile takviye yaptık hem de kahvedeki insanlarla sohbet ettik. Bisiklet turunun amacını kasabalılarla paylaşıyoruz. Onlar da gençliklerinde Bakırçay’dan balık tutup yediklerini anlatıyorlar. O zamanlarda yaz aylarında yüzüp serinlediklerinden bahsettiler. Bakırçay temiz akıyormuş bir zamanlar. Şimdi kokudan yanına bile yaklaşamadıklarını söylüyorlar. Şafak insan eliyle yapılan erozyon ve kirlilikle ilgili bastırdığı bildiriyi kahvedeki insanlara veriyor. Nehirlerimiz kirlenmesin ve temiz akması sizin elinizde diyerek. Marketten alışverişi yaptıktan sonra hep birlikte yola çıkıyoruz.

Solda bahçe tel çit ile çevrili. Asfalt yolda giden bisikletliler. Yolun kıyısında elektrik direkleri ve telleri. Elektrik telleri alçak gerilim dağıtıyor evlere.

Yolda köylerden geçiyoruz, bunlardan birisi Bozyerler köyü. Civardaki köylerin bir kısmı Boz ile başlıyor. Bozyerlere hoşgeldiniz tabelası bizi karşıladı köyün girişinde. Telefon direği ve kablosu köye gidiyor. Köyün elektriğini sağlayan orta gerilim hattı son direkteki trafo ile besleniyor elektrik ile. Solda ağaç kümesi, ağaçların arkasında köyün camisinin minaresinin sivri kısmı görünmekte.

Bozyerler köyünden sonra resim çekmediğimden Ferdi Kızıl, nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen’in resimlerini kullandım.

Daha çok Ferdimenle birlikte hareket ettiğimizden birbirimizden pek ayrılmadık bisiklet sürerken. Ferdimen bir sanatçı ve güzel fikirleri, enstantaneleri çok iyi görüyor. İşte bunlardan biri. Benim gelmemi beklerken bisikletin aynasından benim resmimi çekiyor.

Arkadaşlar Bozyerler köyünde mola vermişler. Ben de göye gelince aralarına katıldım. Çam ağacı gölgesinde kalan kahvenin sundurmasında oturup çay, soda, ayran içerek bir şeyler atıştırıyoruz enerji toplamak için.

Moladan sonra Şafak’ın daha önceden bildiği dere kenarında piknik yapılan bir yere götürdü. Burası biraz çukurda kalıyor ama çam ağaçlarının altı gölge ve akan küçük çayın güzelliği ömre bedel. Bu çay daha ileride Bakırçay’a karışıyor. Burada sanayi olmadığı için su tertemiz akıyor. Bakırçay’ın kirli sularına karışması bizi üzmekte. Daha önce ateş yakılmış taşların arasında çoban ateşi yakıyor arkadaşlar. Burada öğle yemeğimizi pişirip yiyoruz. Kimisi yerde oturmuş, kimisi ayakta dineliyor. Antalyalı grubun katlanır sandalyeleri var. Onlar keyfine düşkünler. Katlanır bez sandalyede oturuyorlar. Ben ise yere uzanmış olarak dinleniyorum yemeğin üzerine. Ateş ocağından duman tütüyor.

Yemek için indiğimiz yerden tekrar yokuş çıkarken biraz zorlandım. Yemeğin üstüne yokuş çıkmak zor oldu benim için. O yüzden geride kaldım iyice. Ben geride kalınca arkadaşlar merak edip beklemişler beni yol kıyısında, gölgelik bir yerde. Onları beklerken buluyorum.

Düzlüğe inince Bozköy de kahvede yine mola verdik. Buradan sonra ana yola çıkacağız. Köyün meydanı, sağda kahve, kırmızı tentesini açmış gölge yapıyor. Birkaç bisikletli tentenin gölgesinde dinlenirken karşıda dut ağaçları gölgesinde diğer arkadaşlar dinleniyor. Meydanın bitiminde, karşıda bir sokak zig zag şeklinde gidiyor. Evler tek katlı, kahvenin yanındaki evin çatısında güneş enerjisi konulmuş. Bedava su ısıtıyorlar.

Molayı bitirip yola çıkıyoruz, yakında olan ana yola çıktık. Burada Bakırçay Nehrini geçiyoruz köprüden. Yol solda, nehir sağda yeşillik içinde.

Ana yoldan devam ederek Bergama’ya ulaştık. Tabelada yazan yazıya göre nüfusu 102.000 olarak belirtilmiş. Yolda giden bisikletçilerden birisinin sır çantası var.

Bergama girişinde olan Kleopatra ılıca tesislerine giriş yapıyoruz. Daha önce tesislere bakan belediye çalışanı ile izini almıştık tesislerde kalmak için. Bize gösterdikleri yere, tenis kortu yanı, duşların dibinde çadırları kuruyoruz. Çantalardaki eşyaları çıkarıp çadırlara koyduktan sonra görevli gelerek bizlere duşları açtı. Yorgunluğumuzu sıcak duş alarak attık, terli giyecekleri de yıkayıp ter kokularından arındırarak kuruması için ipe astık. Yeşil alanda 4 çadır kurulu, çadırlardan biri yeşil renkte, diğerleri mavi ve lacivert renkte. Arkada duş aldığımız bina var.

Duşumuzu alıp çimenlerin üzerine oturup sohbetlere başladık. Cem ve Bahadır çadırların önünde sohbete dalmışlar. Konuştukları konu da yemek üstüne. Çünkü Cem vejetaryen Bahadır Vegan. İkisi de yemeklerde et yemediği için ne yiyeceklerine karar vermeye çalışıyorlar. Arkada tenis kortunun yüksek tel çiti, bir kısmı tamamen kapalı.

Bergamalı bisikletçilerden bir kaç kişi geleceğimizi duymuş. Bulunduğumuz yere gelip buluştuk. Bergama’dan ismini bilip tanıdığım Nejat Simit var. Yanında gelenlerle tanışıp masalara oturarak sohbete başladık. Gelenlerden birisi sazını getirip bizlere saz çalarak türküler söyledi. Türkülerine bira içerek eşlik ettik.

Bergamalı bisikletçi dostlarla poz veriyoruz kameraya.

Bergama belediyesi tesislerinde yemekhanede akşam yemeği yiyoruz, toplam 15 kişi karşılıklı uzun masada oturmuş yemeği bekliyoruz.

Bergamalı bisikletçiler gittikten sonra çadırların önünde oturup bir süre sohbet ediyoruz. Sohbet ederken kahve pişiriyorum arkadaşlara.

Bergamalı arkadaşlarla bir süre saz çalıp türküler söylüyoruz. Bizlere bu tesiste kalmamıza ve akşam yemeği için Bergama belediyesi Unesco biriminde görev alan Bülent hocaya teşekkür ederiz. Bülent hoca aynı zamanda ABAK turunda Akropol ziyaretinde bize rehberlik etmişti. Yemeğin ardından çadırlarımızın yanındaki tenis kortunda akşam maçını izledik. Genç sporculara tezahürat ederek destek olduk maç boyu. Fazla geç olmadan çadırıma girip derin bir uykuya daldım. Bu gün biraz yoruldum sanki.

Bu gün yaptığımız toplam yol 43 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

VI. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 2. Gün

23 Nisan 2017 Pazar

Yuntdağı Köseler – İsmailler köyü – Bergama

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, On çocuk bisikletleriyle sıralanmış bahçede, sağda köy kadınları oturmuş izliyorlar. Arkada okul binası, bayrak direği ve cami minaresi.

Gece hava sıcaklığı sıfırın altına düşmese de yine de sıfıra yakın derecelerde olduğundan gece biraz üşüdük. Havanın soğuk olması beni pek etkilemedi. Güzel bir uykunun ardından henüz güneş doğmadan uyanıyorum. Çadırımın fermuarını açınca güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm ilk olarak. Çadırın kapısı her zaman güneşin doğacağı yere doğru kurmaya çalışırım. Önümde kazıevi binasının köşesi, okulun bahçe duvarı, daha ileride bir ağaç. Ağacın arkasında güneşin doğmadan önceki kızıllığı bulut parçasını ve ağacı kızıla boyamış. Bir kişide elinde telefona bakıp sosyal medyaya bakmaya çalışıyor balkonda. Buralarda telefonlar pek çekmiyor.

Herkes uyanıp hazırlandıktan sonra kahvaltı zamanı geldi çattı. Yine kazıevi’nin avlusunda görev dağılımı yaparak kahvaltı dağıtılıp yendi. Kahvaltı bitiminde masalar silindi, çöpler toplandı ve tertemiz olarak bırakıldı. Sundurmanın altında kahvaltı dağıtanlar ve kahvaltılık alanlar. Masalarda da kahvaltısını yiyenler görünüyor.

Bu gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. 23 Nisan Çocuk bayramını burada kutlayacağız her yıl olduğu gibi. Çadırlar toplandı, eşyalar bisikletlere yüklenerek etraf temizlendi. Elektrik kabloları, boya kutuları ne varsa ortalıktan kaldırılıp okul bahçesini tertemiz hale getirdi. Güneş iyice yükseldi ve hava ısındı. Mavi ve turuncu renge boyanmış ilkokul binası, ABAK katılımcıları ve köylüler yavaş yavaş okulun bahçesinde toplanmaya başladılar. Okulun bahçe duvarından, geniş bir alanı görecek şekilde çekiyorum.

Güneş ışıklarının vurduğu ABAK hatıra pankartı pırıl pırıl parlıyor. Etrafını da sarı, mavi, turuncu, kırmızı, yeşil renkli balonlarla süsledik.

Ve 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik bayram kutlamaları başladı. Okul öğretmeni ve çocuklar hazırladıkları programa göre çıkıp şiirler okuyarak bayramı havasına büründü ilkokul bahçesi.

Köylü kadınları bizler için ikramlar hazırlamışlar sağ olsun. Okul binasının önünde ikramlarını dağıtıyorlar. İzleyiciler için sandalyeler dizelenmiş. Kimileri sandalyede oturmuş. Bir kaç sandalye henüz boş.

Köyün ihtiyar delikanlıları da balkonda yerini almış sandalyede oturuyorlar. Önlerinde balkonun betonuna oturmuş olanlar var, kimisi ayakta. Başlarında takkesi olan ve birisi poşu bağlamış başına. Renkleri siyah beyaz desenli.

Biraz matematik yapalım; Yuntdağı Köseler köyü ilk okulunda okuyan 12 öğrenci var.  8 Kız Öğrenci, 4 Erkek Öğrenci. Bu yıl 4 öğrenci okulu bitirecek. Kaldı 8 öğrenci. Köydeki çocuklardan 1 kişi ilkokul 1. sınıfa başlayacak. Toplam 9 öğrenci olacak. 10 Öğrenci olmayınca milli eğitim okulu kapatıp öğrencileri başka okula taşımalı sisteme geçecekler. Yani işin özü bu yıl son defa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız bu köyde. Ama içimiz buruk bir şekilde. Köseler köy ilkokulu bizim okulumuz olmuştu adeta. Çocuklar bizi sevmişti, biz de çocukları. Köylüler de öyle. Okulun ihtiyaçları ve çocuklar için elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Çok üzücü bir durum.

Aslında başka bir üzücü durum daha var. O da henüz ilkokul çağında olan 6 öğrencinin hepsi de türbanlı olması. Öğretmen de her ne kadar kravat taksa da çocuklara dersten başka şeyleri de öğrettiği kesin. Duyumlarımız öyle. Aydın diye nitelendirdiğimiz Öğretmenler iyi maaş, büyükşehir, rahatlık, (sözde) huzur ortamda okulda görev almak istemesi öğretimin bu duruma gelmesine neden. 2012 Yılından beri her yıl gidip geldiğimiz bu okulda gözlemlediğim kadarıyla daha henüz okuma yazmayı sökememiş çocukları türbanla kapatıp erkek öğrencilerden ayırarak büyük bir felakete gideceğimiz kesin. Geleceğimiz tehlikede. Aydınlarımızın tembel tutumu, hiç çaba harcamaması sonucu köyler maalesef din tüccarlarının elinde kalmış. Aydınlar aydın olmayınca çağdaş eğitim nasıl olacak, geleceğimiz nasıl şekillenecek. Bilimden, teknolojiden uzak bir eğitim din yobazlarının elinde kendilerine kul olacak bir toplum yetiştiriyorlar. Cahil köylü de bilinçten yoksun olarak Tanrıdan sadece korkmayı öğrenmiş ve öğretilmiş. Din yobazları kendilerinden başkasını dinlememek için insanların yüreklerine sürekli korkuyu pompalamışlar. Aslında Tanrıdan korkmak yerine Tanrıyı sevmeyi deneseler din yobazları yok olup gider, geleceğimizi karartan bu insanlardan kurtulurduk. Sadece Tanrıyı sevmek yeter. Tanrıyı sevmek insanları sevmeyi gerektirir. Kavgalar, savaşlar biter, dostluk ve kardeşlik başlar. Kardeşini seven birisi niye kavga etsin ki? İnsanlar barış ve huzur içinde yaşayıp gider. İşte aydın olmayan Öğretmenlerimiz bunları anlatamıyorlar çocuklara, insanlara, geleceğe. Daha 2 yıl önceki Az bilinen Antik Kentler Turunda bizlere gösteri sunan kız öğrencilerin hepsi de başı açıktı. Güzel elbiseler ve renkli etekler giymişlerdi. Şimdi mat renkli uzun kollu elbise ve başlarında türban var.

(Aşağıdaki 23 Nisan kutlamaları, şiirler, deyişler, oyunlar tamamen okul Öğretmeninin hazırladığı basılı programa göre bire bir yazılmıştır)

Kız Öğrenciler şiir okumak için hazırlık yapıyorlar. Sunucu eline mikrofonu alıp ilk olarak İstiklal Marşını okuyup saygı duruşunu yaptırıyor.

Ardından;

“Dalgalan dalgalan şanlı bayrağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün

 Ufuklar gül açsın gülsün toprağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün”

Şiirinle başlayıp açılış konuşmasını yapıyor.

Sunucu;

“Çocukla! Bayram yapın, sevinin ve haykırın,

 Engel denen her şeyi gücünüzle kırın!

 Çocuklar bilin ki siz koca  bir cihansınız.

 Vatanın her yerinde fışkıran volkansınız.

_ “Şimdi Okulun 1/A sınıfı öğrencilerinden Saliha ALTANAY’ı “23 Nisan” adlı şiirini okuması için davet ediyorum.”

Minik kız öğrenci mikrofonu eline alarak heyecanla şiirini okuyor.

23 NİSAN

Ne mutlu bu gün,

Çünkü 23 Nisan.

Hiç bitmesin bu düğün

Çünkü 23 Nisan.

Her yerler süsleniyor,

Dünya hevesleniyor,

Çocuklar eğleniyor,

Çünkü 23 Nisan.

Ay yıldızlı bayrak elde,

Şarkı söylenir dilde,

Mutluluk var her ilde,

Çünkü 23 Nisan

Şair : İsmail Sağır

Şiiri okuyan öğrenci elinde mikrofonu tutuyor, üzerinde Türk bayrağı olan masanın ardında Öğretmen. Diğer çocuklar sağda sıralarını bekliyor.

Sunucu;

“Bu gün bir başka aydınlık yeryüzü,

 Bir başka ağaçların, evleri yüzü,

 Bu gün çocuklar güzel.

 Bu gün sokaklar güzel…”

_ “Şimdi okulumuzun 1/A sınıfı öğrencilerinden Betül ASLI’yı “ÇOCUKLAR” adlı şiiri okumak için sahneye davet ediyorum.”

ÇOCUKLAR

23 Nisan diye sevinir,

Oynar, koşar çocuklar.

Doyasıya eğlenir,

Zıplar, coşar çocuklar.

Bu gün size bayramdır,

Atamdan armağandır,

Eğlenecek zamandır,

Mutlu yaşar çocuklar.

Şair : İsmail Sağır

Şiirin sonunda minik öğrenciyi seyirciler coşkuyla alkışlıyor.

Sunucu;

“Bayrağın altında yürüyen yiğit

 Bastığın toprağı tanıyor musun?

 Altında yatıyor binlerce şehit

 Onların sesini duyuyormusun?”

Dedikten sonra

_ “Şimdi Öğrencilerden Canan OĞUZ ve Zeynep ALTANAY “Anne ve Kızı” adlı oyunu oynamak için sahneye davet ediyorum.”

Anne sandalyede oturuyor, kızı da ayakta oyunu oynuyorlar başarılı bir şekilde.

Sunucu;

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

 Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.

 Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

 Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.”

_ “Şimdi okulun 2/A sınıfı öğrencilerinden Betül ŞEN’i “HOŞ GELDİN 23 NİSAN” adlı şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

HOŞ GELDİN 23 NİSAN

Günlerdir yolunu bekledik durduk.

Sen geleceksin diye çiçek açtı.

Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü.

Toprak ısındı, uyandı karıncalar.

Çoluk çocuk yollara döküldü.

Bu gün sevinç içindeyiz hepimiz,

Bayraklarla süsleniyor balkonlar.

Caddelere taklar kuruluyor,

Bizim marşı çalıyor bandolar.

Nasıl sevinmeyelim geldiğine?

Okulda bayram, evde bayram, sokakta bayram…

Hoş geldin 23 Nisan!

Sana gözlerimizden sevinç,

Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari bitivermese bu yolculuk…

Seni kucaklamaya geliyor bu gün

Köyler, şehirler dolusu çocuk

Şükrü Enis Regü

Betül ŞEN başarıyla okuyor şiirini. Öğrenciler sırasını bekliyor, arkada okul binası, bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Seyirciler de şiiri dinliyorlar can kulağı ile.

Sunucu;

“Dalgalandığın yerden ne korku, ne keder!

 Gölgende bana da bana da yer ver.

 Sabah olmasın, güneş doğmasın ne çıkar?

 Yurda ay yıldızın ışığı yeter.”

Dedikten sonra

_ “Okulumuzun 2/A sınıf öğrencisi Barış ŞENOL’u “ÖZLÜ SÖZLER” söylemesi için sahneye davet ediyorum, buyurun dinleyin.”

* Milletin istikbali gelecek nesillere bağlıdır.

* Bu günün küçüğü yarının büyüğüdür.

* Evlatlarınızı kendi devriniz için değil, onların devirleri için yetiştiriniz.

* Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

* Her çocuk bir dünyadır.

* Çocuk demek yarın demektir.

* Çocuğunu iyi yetiştir, dünyanı güzelleştir.

Barış biraz heyecanlanıyor, ara sıra teklemesi hiç önemli değil. Ne de olsa büyükleri karşısında elinde mikrofonla konuşmak o kadar kolay değil.

Sunucu;

“Biz biliriz bizim işlerimizi

 İşimiz kimseden sorulmamıştır.

 Topla, tüfekle, mızrakla,

 Başımız bir kere eğilmemiştir.”

_ “Okulumuzun 4/A sınıf öğrencisi Erdem AKBAY’ı “MEMLEKET İSTERİM” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Şiiri okuyan Erdem büyük alkış alıyor dinleyicilerden. Sunucu, Öğretmen ve bekleyen öğrenciler.

Sunucu;

“Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,

 Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir,

 Yazımız var, pehlivanlar güreşir,

 Bu toprağa kimse girememiştir.”

_ “Şimde okulun 2/A sınıfı öğrencisi Fatma AKCAN’ı “ÇOCUKLAR KARDEŞ OLDU MU” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Çocuklar Kardeş Oldu mu

Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldu mu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldu mu.

Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Dah bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldu mu.
Kucaklaşır batıyla doğu,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Ne açlık kalır, ne korku,
Korudaki fidanlar gibi,
Sevip sevip birbirini
Çocuklar kardeş oldu mu.

Tahsin SARAÇ

Fatma güzel sesiyle şiirini okuyor.

Sunucu;

“O kadar dolu ki toprağın şanla,

 Bir değil, sanki bin vatan gibisin.

 Yüce dağlarına çöken dumanla

 Göklere yazılı destan gibisin.

Girişini yaptıktan sonra”

_ “Şimdi okulumuzun 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere bilmeceler soracak. Cevaplamaya hazır mıyız?”

BİLMECELER

Atatürk’ten armağan bize,

Coşku verdi gönlümüze.

Çocuk bayramı o gün,

Söyleyin bakalı hangi gün?

( Cevap ; 23 Nisan )

Çocuk bayramı olan Dünyanın tek ülkesi neresidir?

( Cevap ; Türkiye )

Her ülkeden çocuk gelmiş,

Evlere konuk edilmiş, 23,

Nisan’ı çocuklara kim armağan etmiş?

(Cevap ; Atatürk)

Sunucu;

“Arkadaşlar sevinelim,

 Hep gülelim eğlenelim,

 Sıkılmasın canımız,

 Çünkü bu gün bayramımız…”

_”Şimdi ise okulun 4/A sınıfı öğrencilerinden İlknur BAŞOL sizlere fıkra anlatacak. Hep birlikte dinliyoruz.”

FIKRA

23 Nisan’da ablasının eve misafir getirdiği siyah tenli yabancı çocuğu gören Zehra:

_ Anne, bu çocuk niçin kapkara? Diye sorar. Anne:

_ Çok çikolata yemiş kızım, der. Zehra :

_ Ama ben de çok çikolata yiyorum, kara olmuyorum. Anne durumu kurtarmak için:

_ Kızım, o çocuk kara inek sütünden yapılmış çikolatalardan yemiş, oysa bizim inekler sarıdır.

Kendisi de sarışın olan Zehra, şimdilik bu cevapla tatmin olmuş. Bakalım anlayınca ne olacak. İlknur elinde mikrofon fıkrayı anlatırken çocuklar ve dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar fıkrayı.

Sunucu;

“Korur Serhatları her Türk canıyla,

 Sulanmış bu toprak şehit kanıyla.

 Edirne’den Kars’a dört bir yanıyla,

 Anadolu, Türk’ün Vatanıdır hey!”

_ “Şimdi okulun 4/A sınıfı öğrencisi Erdem AKBAY ve 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere “ISPANAKLI YUMURTA” tarifi verecekler.”

İki öğrenci okul sırasının önüne geldiler. İkisinin başında beyaz aşçı şapkası takılı. Sıranın üzerinde bir piknik tüpü, bir tava, yumurta, kuru soğan ve bir demet ıspanak var. Komik bir şekilde aşçı ve yapacağı ıspanaklı yumurta tarifini görsel olarak anlatmaya başlıyorlar.

Aşçı yamağa şunu yap diyor, yamak tersini yaparak aşçıyı kızdırıyor. Sonrası da yamak önde kaçarken aşçı da ardından koşarak yakalamaya çalışıyor sıranın etrafında müzik eşliğinde. Bu komik duruma hepimiz neşe içinde gülüyoruz. Çocuklar çok iyi hazırlanmışlar ve saf, temiz duygularla bizlere bir şeyler sunmaya çalışmaları bizleri duygulandırıyor. Bu çocuklar harika.

Sıranın üzerinde piknik tüpü, tüpün üzerinde tava. İçinde kuru soğan, ıspanak ve sırada yumurtalar. Sıranın etrafında dönen aşçı ve yamağı. Uzun, boru şeklinde aşçı şapkaları kartondan yapılmış.

Sunucu;

_ “Sıra geldi yarışmalara. İlk olarak “BALON PATLATMA” yarışını izleyelim.”

Okulun öğrencileri alana çıkıyorlar. Her öğrencinin bir ayağında iple balon bağlanmış. Öğrenciler arkadaşlarının balonlarını ayakları ile basıp patlatmaya çalışıyor. Bu arada kendi balonunu da korumak zorunda.

En son bir kız ve bir erkek çocuk kalıyor, ikisi de zorlu rakip. Birbirlerinin balonunu patlatmak için çok çaba sarf ediyorlar.

Sonunda fırsatını bulan erkek öğrenci kız öğrencinin balonunu patlatıyor ve yarışmanın galibi belli oluyor. Alkışlarla yarışmanın galibini kutluyoruz.

Tura ailecek katılan Aykut Erken, eşi ve minik oğlu kucağında ile yarışmaları heyecanla izliyorlar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımız “YUMURTA TAŞIMA” yarışması yapacaklar. Hep birlikte izleyelim.”

Öğrenciler bu kez ağızlarına tahta kaşık sıkıştırarak üzerine konan yumurtaları taşımaya başladılar. Yumurtaları bitiş yerine kadar kim yere düşürmeden götürürse yarışmanın galibi olacak.

Çok eğlenceli ve komik bir yarışma. Yumurta çabuk kırılan bir yiyecek, bir de pişmemiş olması işi daha da zorlaştırıyor. Bir kız çocuğu yumurtasını kaşıktan düşürmüş, yumurta yere değmeden resim çekiyorum. Kız öğrenci de üzülerek yumurtaya bakıyor.

Yarışmayı iki kız öğrenci kazanıyor. Olcay ORMANKIRAN da öğrencilere ödül olarak madalya takıyor boyunlarına. Çocuklar buna çok sevindi, artık bir madalyaları oldu. belki de ilk defa madalya kazandılar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımızın “SANDALYE KAPMA” yarışmasını izleyelim.”

Yarışmaya katılan öğrenci sayısından bir eksik sandalye ortada duruyor. Çocuklar da müzik eşliğinde etrafında dönmeye başlıyorlar.

Balkon duvarında oturan çocuklar yarışmaları heyecanla izliyorlar. Geçmiş yıllarda kendileri bu okulda okurken böyle yarışmalara katılmışlardı. Şimdi ise geçmiş anılarınla beraber kendilerinden küçük çocukları izliyorlar. Artık abileri olarak ortaokulda okumanın keyfi de var.

Sandalye kapma yarışmasında müzik durunca herkes sandalyeye oturuyor. Oturamayan yarışma dışı kalıyor ve her seferinde bir sandalyede alınarak tekrar müzik eşliğinde sandalyelerin etrafında dönmeye başlıyorlar.

Bazen kendine yer bulamayan sandalyenin kıyısına oturmaya çalışsa da kaybettiğini kabul etmek zorunda. Sandalyede tam oturmuş erkek öğrenci, diğer öğrenci de sandalyenin kıyısında.

Elene elene iki kız öğrenci kalıyor, biri mavi türbanlı, diğeri yeşil türbanlı.

Balkondan seyreden mezun olmuş, ortaokula giden çocuklara Az bilinen Antik Kentler Turu pankartımızı tutmaları için ellerine veriyoruz. Pankartın iki tarafında solda erkek, sağda kadın, taş tekerlekli bisiklete binmiş, ortada sütunlu antik kent binası ve Az Bilinen Antik Kentler Turu yazısı. Yazı mavi zeminde yeşil renkte yazılmış.

Sandalye kapma yarışmasını yeşil türbanlı öğrenci kazanıyor

Araya bizim turda olmayan yürüyüşçülerden birisinin kızı “İSTİKLAL MARŞI” nın 10 kıtasını ezbere okuyor.

Sunucu;

_ “Geldik en son yarışmaya. Şimdi tüm arkadaşlarımızı bisikletleriyle “DÜŞMEDEN BİSİKLETE BİNME” yarışmasını için buraya davet ediyorum. İzliyoruz.”

Okulun tüm öğrencileri bisikletleri ile yan yana alanda diziliyorlar. Başla deyince bisikletleri ile düşmeden en yavaş sürecekler. Kim düşmeden en son olarak bitiş çizgisine varırsa yarışmayı o kazanacak. Köyün kadınları da sağ tarafta sandalyelere oturmuş çocuklarını izlemeye başladılar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Düşmeden en son olarak Erdem AKBAY kalıyor ve yarışmanın galibi Erdem.

Yarışmanın galibi olarak Erdal AKBAY’ya madalyasını Şeyma ORMANKIRAN takıyor.

Sunucu;

“Değerli misafirlerimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programımız burada sona ermiştir. Hepinize geldiğiniz için teşekkür ediyor bir kez daha iyi bayramlar diliyoruz. Daha nice güzel bayramlarda buluşmak ümidiyle;

Hoşçakalın…”

Diyerek bayram kutlamasını bitiriyor.

23 Nisan kutlamaları bitiminde köyün ilkokulunda okuyan çocuklara aldığımız hediyeleri bez çantalar içinde veriyoruz tek tek. Hediyeleri tura katılan kadınlar veriyor. Hediyesini alan erkek öğrenci torbayı omuzuna asıyor. Diğer öğrenciler de sırasını bekliyor hediyelerini almak için.

Doktorumuz Burcu da hediyesini verip kız öğrencinin yanaklarından öpüyor.

Kırmızı montunu giymiş, başında şapkası, elinde hediye torbasını havaya kaldırmış vereceği öğrenciyi bekliyor öylece. Arkasında da ABAK gönüllülerinden Zeynep Nuray Oymak elinde çanta sırasını bekliyor. Şeyma elinde mikrofon kız öğrencilere bakıp durur.

Zeynep Nuray Oymak ta hediyesini kız öğrenciye verip yanaklarından öpüyor.

Eskişehir den katılan Serpil Koç omuzlarından sarkmış kıvırcık saçları ile erkek öğrenciye hediyesini veriyor. Etrafındakiler de izleyerek alkış tutuyor.

Kadınlarımız tek tek vermeye devam ediyor hediye torbalarını.

Hediye verildikten sonra kız öğrenciyi öpenin yüzü görülmüyor.

ABAK gönüllüsü arkeolog öğrencisi Selen Kanat hediyesini veriyor kız  öğrenciye.

Abak katılımcısı hediyeyi erkek çocuğa verilirken.

Eskişehir’den Çiğdem Suzan hediyesini kız öğrenciye verirken.

Eskişehir den Emine de veriyor torbayı ve yanaklarından öpüyor kız öğrencinin.

Hediyeler verildikten sonra mikrofonu Olcay alıyor eline. Yuntdağı Köseler köyüne, köylülere bizleri ağırladıkları için, ilkokulun öğretmenine, kazı ekibine teşekkürlerini sunuyor.

Kazı ekibinin başkanı Doç. Dr. Yusuf Sezgin hocayı sahneye davet ederek ABAK buflarından birini hediye veriyor.

İlkokul öğretmenine de öğrencilerle beraber hazırladıkları tören için teşekkür edip bir tane buff hediye veriyor Olcay.

En son olarak ta köyün muhtarına sunuyor buflardan birini ve köylülere teşekkürlerini sunması için muhtara teşekkürlerini bildiriyor.

Köyün öğretmeni, Olcay Ormankıran, Doç. Dr. Yusuf Sezgin ve köy muhtarı birlikte resim çekiyorum son olarak.

2012 Yılında sevgili Gürkan Genç Dünya turuna başlarken beraber keşfettiğimiz Yuntdağı Köseler köyü, ilkokulu ve sevimli öğrencilerini çok sevmiştik. O zaman ilkokulda öğretmen yoktu ama biz köyden ayrıldıktan hemen sonra öğretmen atanarak öğrenciler öğretmenine kavuşmuştu. Keşif sonrası ABAK rotasını buraya çevirmiştik. 2013 yılında ikincisini gerçekleştirdiğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turu için 23 Nisan çocuk bayramını köyün öğrencilerinle beraber ilk defa kutlamıştık. Hatice Öğretmen göreve başladıktan sonra öğrenciler başörtüsü takmıyordu. Aslında takması da uygun değildi ilkokul öğrencileri için. Ama Hatice Öğretmen kolay yolu seçti, rahat şehir olanaklarına esir düşüp Manisa’da göreve başladı ve öğrenciler tarikatların, din yobazlarının elinde kötü bir eğitim, daha çok din hurafelerine inanarak büyüyorlar. Böyle yetişen kız çocukları türbanla kapalı olarak çocuk gelin bile oluyor sonunda. İşte en çok canımı sıkan da bu durum. Kız öğrencilerini okulda türbanlı olarak ilk gördüğümde şok olmuştum. Yazık, geleceğimiz aydınlanmıyor. O da kendini aydın sananların hiç bir şey yapmaması. Zaten okulda yeteri derecede öğrenci kalmadığından okul kapanacak, son defa köyde 23 Nisan’ı kutladık. Seneye öğrenciler taşımalı sistemle başka köydeki okula gidecekler. İçimde küçük bir umut kaldı. Belki de gidecekleri okulun öğretmeni idealist, çağdaş bir öğretmen çıkar da öğrenciler bir şeyler öğrenebilir. Küçük bir umut olsa da umudu yitirmemek gerek.

Bu duygularla köyden ayrılıyorum. Herkes çoktan hazırdı, o yüzden törenler biter bitmez hızlıca yola koyulduk. En arkada kalanları toparladıktan sonra ben de yola çıkıyorum. İlk olarak yokuş aşağıya iniyoruz dere yatağına kadar. Sonrası yine yokuşlar çıkacak önümüze.

Biraz yüksekteyim, yolun inişi aşağı doğru gidiyor. Aşağısı görünmüyor ama karşı yamaçta görünen yol ve yolda tırmanan bisikletler de görünüyor bulunduğum yerden. Önümde iki kişi var.

Kendimi yokuş aşağı salmadan dönüp arkada kalan Köseler köyünü son defa bakıp resmini çekiyorum. Ağaçların arasında tek tük köy evleri, cami ve gölet in bir kısmı görünüyor. Sağda daha ileride Aigai antik kentinin olduğu tepe tamamen görüntüde. Ortada solda bir tane ağaç telefon direği ve kalın telefon teli.

Dere yatağına inip köprüden geçtikten sonra biraz sert yokuş başladı. Gidonumda üç martı tüyü ve yokuş çıkan bisikletliler.

Manisa tarafına giden yol ve Bergama tarafına giden yol çatağına geldik. Yere beyaz sprey boya ile sola kıvrık ok işareti ve SOLA ABAK yazısı bizleri uyarıyor sola dönün diye.

Yolumuz üzerinde olan ilk köy Seklik köyü. Burada durmadan geçip gidiyoruz. Köyün eşeklerinden birisi sağda otlarken horoz da tavukların başında yemlendiriyor yerleri eşeleyerek. Resim çekmek için durunca horoz hemen dikleniyor bana bakarak. Tavuklara yaklaştırmayacak öyle anlaşılıyor. Zaten tavuklara kışt demeyeceğimden sadece tezek kokan köyün hayvanlarının resmini çekeceğim. Köyde olduğumuzu belirtmek için. Yol yukarı doğru gitmekte, bir kaç bisikleti yokuşta bisiklet sürüyor.

Yunt dağlarının sırt tarafına çok yakın olarak giden yoldayız. Tepeler sol tarafımızda biraz yukarılarda kalıyor. Tepelerde bir çok rüzgar değirmeni görünmekte. Rüzgarın esintisiyle durmadan dönen pervaneler sürekli olarak elektrik üretmekte. Rüzgarın kinetik enerjisi bedava olarak kullanılıyor. Sadece üretim maliyeti ile bir kaç yılda kendini amorti eder rüzgar türbinleri. Uzun zamandır teknolojiyi takip etmediğimden son okuduğum bilgiler ışığında rüzgar türbinlerinin kanatları 24 metre olarak biliyordum. Aradan geçen zamanda teknoloji durmamış gelişmiş olduğunu bu türbinlerde mühendislik yapan Cihat bana kanat boyunun sadece bir tanesinin 60 metre olduğunu söyleyince şaşırdım. Mühendis Cihat bisikletiyle turda beraber sürüyoruz. Elektrik jeneratörü de 650 KW olarak bildiğim bilgi 3.000 KW olarak elektrik üretiyor. İş daha da büyüyecek anlaşılan.

İsmailler köyü girişine vardık, arkada kalan yok. Bahçe duvarı taşları üst üste koyarak harç kullanmadan örülmüş. Bahçe duvarın üstünde kalmış. Duvar ile beraber düzgün dikdörtgen taş ile kocaman bir çeşme yapılmış. İki tane çeşme, bir tane de boru var ama çeşmelerin kafaları sökülüp alınmış ve bir damla bile su akmıyor. Bahçede ağaçlar var, zeminde yeşil çimenler. Duvar ve çeşme beyaz kireç badana ile boyanmış.

Köyün meydanında da büyük bir çeşme yapılmış düzgün taşlardan. Buradaki çeşme sağlam ve akıyor. Yer yer boyaları dökülmüş taş çeşme nedense beyaz kireç ile boyanmış. Taş bej renginde güzel görünüyor. Doğal rengini bozmuşlar çeşmenin. Çeşmenin ön tarafında da genç bir çınar ağacı var. Genç dediğime bakmayın , en az 100 yıllık var gövdesine bakarak. Çeşmenin önünde bisikletler park edilmiş, bir kişi çeşmenin duvarına yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturarak oturuyor, kim bilir neler hayal ediyordur?

Öğlen için kumanyaları burada, bize yemek sağlayan ketring Ayşe’nin kendi köyü İsmailler köyü olunca kumanyanın yanında bol ayran da dağıtıyorlar. Kahveden alınan bir masa ve tahta sandalyeler üzerinde kumanya kolisi, plastik kovalarda ayran ve kuyrukta bekleyen bisikletçiler.

İsmailler köyünde verilen kumanyalar ve ayran ile karnımızı doyurduk. Köyün kahvesinde çay, soda, kahve içerek biraz dinlendik. Belirli saatte yola çıkarak son kalan yokuşu çıkmaya başladık. İri gövdeyi çitlembik ağacının gölgesinden yolda gelen bisikletçileri Ferdimen çekiyor. Sağda kendi bisikleti de park etmiş olarak. Çitlembik ağacının yaprakları taze ve canlı görünüyor. Çünkü bahar ayındayız ve yapraklar yeni açıldı her baharda olduğu gibi.

Artık yokuş bitti, her zaman dediğimiz gibi son yokuştu  ve zirvedeyiz. Burada arazi kayalık, taşlık. Tarım yapılmaya uygun değil. Doğal olarak çıkmış çitlembik ağaçları gelişi güzel araziye yayılmış durumda. Denizden 488 metre yüksekteyiz rakım olarak.

Çukur bir yeri bir tarafını kapatarak minik bir gölete dönüştürmüşler. İlkbahar da yağan yağmurlar göleti ağzına kadar doldurmuş. Gölet bisikletim KUZ ile birlikte güzel bir manzara oluşturuyor. Arkada görünen Yunt dağları ve rüzgar türbinleri manzaranın fonunu oluşturmuş.

Ferdimenin çektiği başka bir resim daha. Yeşil çimenlerin ortasında minik, bir o kadar şirin bir gölet daha var. Arka tarafta henüz açmamış bir ağaç ve yeni yaprak açmış başka bir ağaç baharı müjdeliyor yeşil otlak ile.

Karşıma ilginç bir çam ağacı çıkıyor. Çam ağacı sanki büyümek istemeyen çocuklar gibi yaramazlık yaparak yukarı doğru büyümesi gerekirken yere paralel olarak büyümüş. Gövde 2 metre civarında sağa doğru 90 derecelik bir açıyla gövde öylece dönmüş. Hani derler ya “Ağaç yaşken eğilir” atasözü burada kendini göstermiş bize örnek olarak. Yaramaz ağaç yukarıya doğru değil de yana doğru büyümüş.

Biraz gittikten sonra karşıma genç çam ağaçlarının yaz ayında başına gelen felaketi görünce içim cızz etti. Ağaçların bir kısmı yanmış ve yangın sonunda ateş gören yerler kurumuş. Neyse ki az bir alan yangından etkilenmiş ve hemen söndürüldüğü anlaşılıyor fazla yayılmadan. Yanık izleri üzüyor beni. Yeşil olarak görmem gereken çam ağaçları, çalılar, makiler kahverengi ve siyah renklerin kasveti beynimdeki nöronları etkiliyor.

Henüz tepelerde bisiklet sürmekteyim, iniş başlamadı daha. Karşıma kocaman çitlembik ağacı çıktı. Yeni açmış taze yaprakların rengi beynimdeki nöronları sakinleştiriyor. Az önce gördüğüm yangın manzarasını siliyor bu görüntü. Yol hafif bir çıkışla tepeye kısa bir mesafe olduğunu gösteriyor. Sağdaki tabela sa sola dönemeç olduğunu işaret etmiş.

Tüm grup önümde, ben de arkalarından salıyorum kendimi yokuş aşağı. Sağda ağaçlar, solda da tek katlı, kiremitli bir ev.

Yıllardır yollarda giderken ara sıra karşıma çıkan “Ceylan çıkabilir” uyarı levhası yine karşıma çıktı. Bakalım ne zaman bir ceylan göreceğim, kısmet. Üçgen bir tabelada kırmızı şerit içinde ön ayakları kıvrık, yukarı doğru zıplayan siyah boyalı ceylan resmi beyaz zemin üzerine kondurulmuş.

Önümde güzel bir inişin olacağını yol gösteriyor. Etraf çalılar ve ağaçlarla kaplı yeşillikler içindeyim. İnişin başladığı yerden Bergama’nın bir kısmı ve Bakırçay havzası görünmekte.

Düzlüğe, Bakırçay havzasına, ovaya indik. Bakırçay nehrinin olduğu yerde, köprüye gelmeden aşağıya akan kısmın resmini çekiyorum. Bir hafta sonra Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunda Bakırçay nehrini işleyeceğiz. Durup şöyle akan nehre baktım, temiz akmadığı belli. Nehrin kıyılarında çalılar ve söğüt ağaçları var. Uzaklarda bir kaç kavak ağaçları göğe yükselmiş. Sağ alt köşede üç martı tüyünün uçları görünüyor.

Yolu uzatmadan, kestirme olan dar bir köprüden karşıya geçeceğiz. Köprüden arabalar geçemiyor. Önümde iki bisikletçi köprüden geçerken sadece bir bisikletçinin geçeceği kadar geniş olduğunu rahatça görebiliyorum. Köprünün korkulukları demirden yapılı. Bir araba nehir kıyısında durmuş, sahibi bedava nehir suyu ile arabasını yıkıyor. Nehrin karşı tarafına iki ayrı elektrik hattı direklerle geçiş yapılmış.

Köprüden karşıya geçip yola çıkınca yol kıyısındaki beton kaldırım bloklarda kırmızı sprey boya ile sola ok işareti ve ABAK yazısı bize gideceğimiz yönü gösteriyor. Kaldırım tarafına cılız görünümlü ağaçlar dikilmiş. Soldaki tepe Bergama antik kentinin olduğu yer olan Akropol olduğu gibi görünüyor.

Bergama kentinin kıyısından Akropol’un olduğu yere geldik. Teleferik ile yukarı çıkacağız. Ücretini herkes kendisi ödeyerek binecek. Her gondola 8 kişi binerek yukarıya doğru çıkmaya başladık. Benim olduğum gondolda karşımda, İlknur Sözündeduran, Ferdimen, Cem Balkanlı ve Gürel Gürselp var.

Bizim tarafta ise Cem Tabanlı, ben Doktorumuz Burcu Koçay ve Hüseyin Engindeniz var.

Akropol’un kuzey tarafında Kestel baraj göleti görünmekte.

Teleferik ile yukarı çıkınca Akropol’e giriş gişelerinde beklenmedik bir durumdan haberimiz oldu. Bizler Az Bilinen Antik Kentler Turu olarak Turizm bakanlığında ören ve müzelere giriş için gerekli izinleri almıştık resmi olarak. Girişte ücret ödemeden misafir kartı ile geçiş yapacağız. Ama görevliler bizden önce gelen bir bisikletçi grubunu bizim turdan olduğunu zannedip adımızı da kullanarak giriş yapmışlar. Görevlilere biz daha yeni geldik, bizden önce girenlerin turumuza dahil olmadığını belirttik. Sonra sayımız belli 120 Kişiyiz, izinleri de ona göre aldık. O grup ile alakamız yok diyerek içeri girdik. Daha sonra adımızı kullanarak içeri giren gruptakilerle yaptığımız görüşmelerde her ne kadar durumu inkar etseler de olan olmuş. Bisiklet adına üzücü bir durum.

Her neyse içeri girip hızlıca dolaşmaya başladım antik kenti, Yamaçta yıkıntı kalıntıları, taş bloklar yerlerde. Burası sarayların olduğu bölüm.

Akropol antik kentinin camekan içine yapılmış maket kentinin resmini çekiyorum. Kentin yapısına uygun olarak binaların yerlerinde teraslar ve tiyatro maket olarak yapılmış. Yapılmış yapılmasına ama kötü bir şekilde. Antik döneme ait hiç bir benzeme yok. Sanki Laz bir müteahhit betondan sütunlar üzerine kiremitten çatılar yaparak binaları gelişi güzel kondurmuş. Maketi yapan usta ve sanatçı olmayınca böyle çirkin bir kent ortaya çıkmış.

Kazı ekibinden birisi bizlere antik kent hakkında bilgiler anlatıyor. Her mekanda durup etrafında toplanarak pür dikkat dinliyoruz genç kocamızı. İnce sesi ile üzerimizden geçen bulutların altında daha önce yaşanmış olan kentin bilinmeyenlerini anlatıyor. Akada taş duvarlar, kimisi düzgün, kimisi de yığma taşlardan yapılmış.

Athena tapınağının olduğu teras geniş bir alanı kapsıyor. Taban düz taş plakalar döşeli, Kıyılarda sütun kalıntıları kalmış sadece.

Kestel barajının göletini arka taraftan görüntüledim. Tepeleri doruk kısımları yarımada ve ada olarak kalmış su yüzeyinde.

Genç hocanın etrafında dinleyiciler yüzünü dönmüş anlatılanları dinliyor. Ferdimen yere oturmuş fotoğraf makinesi ile resim çekmeye çalışırken Mert ise resim çekilen yöne doğru ayakta bakıyor.

Antik kenti dolaşmaya devam ediyoruz. Bir kısım sütunlar, üzerine kirişler konulmuş olarak ayakta duruyor. Böylece görsel olarak antik kentin bir kısmı ayakta kalarak daha güzel görülmesini sağlamış. Yapılar tam olarak restore edilip yapılsa açık havada böyle albenisi olmaz. Yürüme yollarında kalın kalaslar yere döşenmiş. Üzerinde insanlar yürüyüp bir yerden bir yere gidiyorlar.

Dört sütun üzerine L biçiminde kirişler konulmuş yapının köşesinin bir parçası ayakta. Kirişin üzerinde çatı aynasının başladığı yer var sadece. Arada bir sütun yok, devamında iki sütun var ama sütunların boyu biri kısa diğeri tam olarak duruyor. Üzerinde bir şey yok. Burası Trajanium tapınağı, Almanlar tapınaktaki değerli eserleri, heykelleri Almanya’ya kaçırarak Berlin Bergama müzesinde sergilemektedir.

Trajanium Tapınağının dış sütunlu duvarları ve avlu kısmı, Düz bir duvar üzerine sütunlar ve kirişlerin bir kısmı sütunların üzerinde. Solda tapınağın 4 sütunu.

Athena tapınağının alanında yürüyoruz. Burada kocaman bir çitlembik ağacı meydanı kaplamış durumda.

Tapınağın sütunlarını daha yakından çekiyorum.

Sütun başlıkları ince işçilik örnekleri ile bezenmiş. Büyük bir ustalık ve sabır işi ile muhteşem sütunlar. Yuvarlak taş bloklar beş parmak genişliğinde niş olarak oyulmuş yukarıdan aşağıya doğru bir kanal gibi. Sütunlar 1.5 metre taş bloklar üst üste konularak yapılmış. Sütun boyları 9.80 metre uzunluğunda. Alttaki kirişlerde ise yumurta biçiminde içe oyulmuş niş süslemeler ile bezenmiş. Harika bir işçilik. Resmi aşağıdan yukarı doğru sütun tamamen görülecek şekilde çektim.

Çatıya konulan köşe taşları süslemeleri ise bambaşka işçilik örneği. 5 Metrelik çatı aynasının köşe kısmı, girintili çıkıntılı ince işçilikle her taş blokta iki sütunlu küçük bir tapınak örneklemesi yapılmış.

Trajanium Tapınağını komple çekiyorum. Taş duvardaki süslemeli kiriş yıkıntılardan toplanıp bir araya getirilmiş. 4 Sütun üzerinde ki kiriş aynı orijinal biçimindeki gibi konularak antik kent görünümüne bürünmüş. Depremler sonucu tamamen yıkılıp yerde bulunan mermer blok parçalar birleştirilip sütunlar üzerine konulmuş arkeologlar tarafından. Tek yada bir kaç sütün kirişi ile beraber ayakta durması tekrar edecek bir depreme dayanıklı olarak yapılmış. Öyle kolay yıkılacak bir yapı değil.

Dünya’nın en dik tiyatrosu Bergama’da Akropol de bulunuyor. Tiyatronun tamamını yandan kareye sığdırıyorum. Tiyatronun ardındaki tepeden Bergama kasabasının evleri ve Bakırçay havzası görünmekte.

Yüksek bir tepenin üzerinde olmak manzaranın güzel olmasını kaçınılmaz kılıyor. Düzlükte kurulu olan Bergama’nın evleri, kenar mahallesi ve Kozak yaylasına çıkan yolun kıvrımları görünüyor. Bakırçay havzası Bergama tarafında geniş bir düzlük oluşturmuş. Denize doğru olan kısım küçük tepelerden iyice daralmış.

Trajanium Tapınağının alt kısmı 7 metrelik taş galerilerle teras kısmı genişletilip tapınağı sağlama almış. Galeriler kemer biçiminde yapılarak üstü kapatılıp korunaklı bir alan meydana getirilmiş. Duvarlar ve kemerler yüksek.

Aynı kemerli örtü iç kısma doğru yapılarak kocaman bir yer, yüksek tavanlı olarak yapılmış. En dipte bir kapı var. Kapıdan sonra devam ediyor ama nereye kadar belli değil. Hem odanın girişi hem de arkadaki kapının girişi demir parmaklıklarla kapatılmış girilmesin diye.

Galerinin sonunda bir geçit çıkıyor karşıma, merdivenlerden aşağıya gidiyor.

Geçidin içindeyim, sağa doğru çıkışı var, gün ışığı geliyor sağdan geçidin içine. Kimi yer kayalar oyularak, kimi yer de taş bloklarla örülmüş geçidin duvarları. Aynı zamanda merdiven basamakları da sağa aşağıya doğru eğimli iniş var.

Geçit tiyatroya doğru çıkıyor. İlk başta kapıda görünen epey aşağılarda Kozak yaylasına giden vadinin manzarası.

Tiyatronun üst kısmından sola doğru giderek Zeus sunağının olduğu yere gidiyorum. Daha önceden gidip görmediğim ve daha yakından bakmalıyım Zeus sunağının boş olan yeri. Tabelada yazılı olan Zeus sunağı yazısı ok ile gidilecek yeri gösteriyor.

Zeus sunağı sadece zeminde beş basamak olarak biraz yükselti olarak kalmış. Basamakların toplamı 20’dir. Sunağı olduğu gibi kaçıran Alman basamakları kaçırmaya gerek görmemiş. Hırsızların 150 yıl önce kaçırdığı Zeus sunağı II. Dünya savaşında Ruslar sunağı sökerek Rusya’ya taşımış. Savaştan sonra geri vermişler ama en değerli parçalar hala Rusya’da. Almanya hukuk davaları açmış kendine ait olmayan tarihi eserler için ama hırsız hırsızla baş edememiş. Sunağın olduğu yerde bir çitlembik, iki de çam fıstığı ağacı var. Ağaçlar da epey büyük. İnsanlar o yöne doğru gidiyor birer ikişer.

Hırsız mühendis karl human ölünce Zeus sunağının olduğu yere gömülmüş. Ruhuna dua yerine sömürgeci zihniyete sahip hırsız olan birine bedduadan başka ne okunabilir ki! Vatanını seven büyük şair Nazım Hikmet RAN kendi memleketinden uzakta vatan haini diye yatarken, soyguncu birisinin mezarı vatanımızda soyduğu yerde yatması ne garip bir durum. Özellikle mezarın olduğu yere gelip gerekli bedduayı evrene gönderdim. Nasıl olsa bir yerlerde olan ruhuna gitmiştir.

Mezar taş bir blok ve başında servi ağacı.

Akropol ziyaretimiz bitiyor ve teleferiğe binmeye başladık. Keşan grubu gondola binmiş, henüz kapısı otomatik kapanmadan resimlerini çekiyorum.

Aşağı indikten sonra bisikletlerle Kızılavlu (Bazilika) ören yerine geldik. Ayakta kalan devasa kalın duvarın 19 metrelik kısmının yandan çekilmiş resmi. Ağacın dalları görüntüyü biraz etkilese de duvarın kırmızı tuğlaları görünmekte. Ben daha önce gezdiğimden içeri girmeyip dinleniyorum bir köşede. Resimleri içeri girip çeken Ferdimene aittir.

Rehber hoca bazilika hakkında bilgi veriyor devasa duvarın dibinde. Etrafında dinleyiciler onu dinliyorlar.

Duvar o kadar yüksek ki yakından kareye almak olanaksız. Ancak bir kısmını çekebiliyor Ferdimen. Çünkü burada tapınılmış Mısır tanrılarından Serapis ve İsis heykelleri var. İlk önce sağdaki heykel.

Sonra diğer heykelin olduğu tarafı çekiyor Ferdimen. Heykeller yeni yapılmış mermerden.

Duvarın ön kısmında ayrı bir yapı daha var. O da duvarları yüksek bir bina.

Yüksek tavanlı binanın içine giriyorum. İç kısmında kemerli duvarlar o kadar yüksek ki kareye sığdırmak olanaksız. Kemerin altında ayakları tamamen kırılmış bir aslan heykeli konulmuş.

Geniş kubbesi de pişmiş tuğlalardan yuvarlak biçimde her sıra daralarak kubbe biçiminde örülerek en uçta sadece ışık alsın diye boşluk bırakılmış. Tepedeki boşluktan gün ışığı içerideki loş ortam dolayısıyla parlak görünüyor.

Tavandan gelen ışık içerisini insan gözünün görebileceği kadar içerisini aydınlatıyor. İçeride kalabalık bisikletçi grup rehber hocanın anlattıklarını dinliyor.

Tabanda ayrıca derin bir bodrum katı daha var. İçeriye konulan lambanın aydınlatması yeterli miktarda duvarların görünmesini sağlamış.

Kızıl avludan tepenin üzerinde bulunan Akropol antik kentinin görünümü. Eteklerde kale olarak kullanıldığında yapılan surlar da rahatlıkla görülüyor.

Kızılavlu (Bazilika) ziyaretimiz bitince hep birlikte şehrin içinden bisikletlerimizle geçerek şehir dışındaki belediyenin sosyal tesislerindeki Kleopatra güzellik ılıcalarının olduğu yere geldik. Zaman yetmediğinden Asklepieion antik sağlık merkezini gezemedik. Yeşil alanda çadırlar kurulmaya başlandı. Orta alan boş, kıyılarda çadırlar kurulu ve gezinen insanlar. Hava kararmaya başladığından sokak lambaları yanıp parlamaya başladı.

Akşam yemeği yendikten sonra sıcak sohbetler başladı serinleyen gecede. Sohbete kahve pişirerek katılıyorum. Pişirdikçe ikram ediyorum içenlere. İçilen kahvelerden boşalan fincanlar yıkanıp tekrar pişirerek ikram devam ediyor. Ta ki herkes içene kadar.

Masanın etrafında toplanmış insanlar sohbet ediyor. Ön masada siperliği olan ocağımın üstünde cezvede kahve pişiyor. Aydınlatma lambası solda parlak ışığı ile bizleri aydınlatıyor gecenin koyu karanlığında. Hava soğudu iyice, ateşi yakamadık yasak olduğu için. O yüzden herkes kalın bir şeyler giymiş üzerlerine.

Gecenin ilerleyen saatlerini beklemeden günün yorgunluğunu atmak için herkes çadırlarına çekilip yattı.

Daha detaylı yazı dizisi 2 yıl önce yazmıştım, ilgilenenler okuyabilir. http://www.urimbaba.net/?cat=520

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

V. Az Bilinen Antik Kentler Turu 1. Gün

5. Az Bilinen Antik Kentler Turu 1. Gün

22 Nisan 2016 Cuma

Alaçatı – Ildır – Urla İçmeler.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe

Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey

Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı

Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında

Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki

Sevince deli gibi severdi

Pervasız severdi sevince

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Karanlık geçidin içinden taş kemerli Tatar köprüsü.

Gece yarısı başlayan fırtına sabaha kadar sürdü ve çadırımın kazıklarını çakmadığımdan tüm gece çadır üstüme yattı durdu. Doğru dürüst uyku uyuyamadım. Uykumu alamadan erkenden uyandım, uyumanın da tadı kaçtı zaten. Rüzgar şiddetliydi ve denize yakın olmamdan dolayı ilk rüzgar benim çadırıma vuruyordu. Çadırı zar zor topladım, eşyaları kıytırığa yükledikten sonra hazırdım. Az uyumanın ve içtiğim bir bardak şarabın etkisi ile başım ağrımaya başladı. Keyifsizim bu sabah. Katılımcıların da bir an önce toplanmaları konusunda uyarıp hazır olmalarını istiyorum sürekli. Kimisi ağır davranıyor. Kahvaltıyı Alaçatı da bir restoranda yiyeceğiz. Herkes hazır olunca en son olarak kontrollerimi yaptıktan sonra grubun ardından yola çıktım. Daha ilk yokuşta vitesleri ayarlayamayan Salih Gülbahar arka aktarıcının kulağını yamultmuş. Söküp düzeltmeye çalıştıysam da kulak kırıldı. Artık yapacak bir şey yok deyip yakın olan Alaçatı’ya kadar gelmesini söyledim.

Arka aktarıcı sökülmüş durumda zincir sarkmış, kulak yamulmuş.

Alaçatı’nın dar sokaklarında, taş binaların arasından geçiyoruz. Epey zaman kaybettik aktarıcıyla uğraşmaktan. Sokakların birinde dere yatağı olan küçük bir taş köprünün yanından geçiyoruz. Dere mere yok ortalarda, yatağı da sokak olmuş. Araba bile park etmiş köprünün yanında. Köprünün taşlarına bakacak olursak eski bir köprüye benziyor. Üzerine beton atarak yapısını bozmuşlar. Alaçatı’ya yakışmayan bir durum.

Sezon başlamadığı için henüz İstanbulluların işgal etmediği Alaçatı bize kaldı bu sabah. Daha önce restoran sahibi ile anlaştığımızdan açık büfe kahvaltı yaptık 120 kişi. Anlaştığımız fiyat Alaçatı için çok komik bir miktar. Ama sezon olmadığı için ve reklam olsun diye bize kıyak yaptılar diyebilirim. Yoksa normalde bir kahvaltı kim bilir kaç astronomik birimdir Allah bilir. En son geldiğimden kahvaltının son kalan parçaları ile bir şeyler atıştırdım. Zaten baş ağrısından keyfim yerinde değil, iştahım da yok. Biraz yedikten sonra ağrı kesici içtim. Bakalım ne zaman geçecek. Salih Gülbahar bisikletçide aktarıcı kulağını halletmiş kahvaltıya yetişti.

Kahvaltı sonrası bisikletlerin başındayız. Şafak Omaç, Ben ve diğer arkadaşlar kalabalık bir şekilde bekliyoruz.

Restoran müdiresine bizlere kahvaltıyı en güzel biçimde sunduğu için kendisine ABAK plaketi ve buff vererek teşekkürlerimizi sunduk.

Herkes harekete hazır olunca yola çıktık. Alaçatı yollarından Ilıca’ya geldik. Ilıca kumsallarının yanından geçen yolda hep birlikte resim çekiliyor ABAK katılımcıları. Resimde ben yokum, arkayı toparlamaktan gerideyim.

Resimden sonra Ildırı tarafına doğru yola çıkılıyor. Bisikletlilerin arkasından çekişmiş bir resim.

Hava sert poyraz esiyor, rüzgara karşı pedallıyoruz, yol deniz kıyısından gidiyor, deniz lacivert rengi ve havanın mavisi ile ton farkı oluşturmuş. Tam karşıda da Karaburun yarımadası ve antik adı ile Mimas dağı. Turumuz da Efes – Mimas yolu ile örtüşüyor.

Yol kaymak gibi asfalt ile kaplı iyi gidiyoruz rüzgara karşı. Yol tabelası kırmızı üçgen içinde sola doğru dönemeçli yol olduğunu gösteriyor. Etrafta pek ağaç yok. Buralarda sürekli esen poyraz rüzgarları doğru dürüst ağaç yetişmesine elvermiyor. Turun doktoru Mete Güney ve yardımcım Ferdimen önümde bisiklet sürmekte.

Ildırı’ya geldik, bisikletler yol kıyısında park etmiş durumda. Kahvede kumanyaları yiyoruz, çay, gazoz ve ayran ile.

Sonrasında Eritrai antik kentine doğru çıktık. Antik kent biraz yukarıda olduğu için yayan çıkıyoruz. Antik kentin girişinde yön tabelası konulmuş, tabelada; Tiyatro, Agora, Akropol, Athena tapınağı ve Matrone kilisesi yazıyor. Hepsinin ok işaretleri aynı yönde.

Girişte antik yapıların son kalan kalıntıları görülüyor. İyi bir işçilikle yontulmuş taşların çoğu yapılarda kullanılmak üzere sökülüp alınmış.

Tiyatroya vardık, girişi tel örgü ile kapatılmış. Demir bir kapı da var, girişi buradan yapıyoruz. Ortalığı otlar bürümüş.

Amfi tiyatro yamaçta yapılmış güzel bir tiyatroya benziyor. Benziyor benzemesine de sadece tam ortasından yukarıya kadar çıkan merdiven taşları duruyor. Geri kalan tüm oturma yerleri sökülüp alınmış. Bahar ayında olduğumuzdan etrafı otlar bürüdüğü için görünmeyen demir raylar var yukarıdan aşağı doğru. Sanki maden ocağı yada taş ocağı olarak kullanılmış. Bakan eden yok götüren istediğini götürmüş, işe yaramazları götürmeye tenezzül etmemiş. Büyük bir talan olmuş anlayacağınız.

Tabanda bir çitlembik ağacı ve en yukarıda zeytin ağaçları var. Oturma yerleri otlarla kaplı. Ortadan yukarı doğru tek sıra çıkan insanlar yavaş yavaş çıkıyor. En yukarıda bir kaç basamak görünmekte.

Doğru dürüst yapı kalmamış taşların arasından patikada tek sıra ilerliyoruz.

Tabelada Akropol, Athena tapınağı ve Matrone Kilisesi bize yönümüzü gösteriyor.

Erythrai

Ildırı köyünün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai sözcüğünün Yunanca’da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmaktadır. Bir başka varsayıma göre ise kent adını ilk kurucu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros’tan almıştır.

Kentte ele geçen bulgular, bu yörede ilk Tunç Çağ’ından bu yana yerleşimin olduğunu göstermiştir. İkinci kolonileşme döneminde kent, Atina Kralı Kadros soyundan gelen Knopos yönetimindeydi. Başlangıçta krallık ile yönetilen kent sonraları yine kral soyundan olan ancak halkın seçtiği Basileuslar tarafından yönetildi. Ion kentlerinin aralarında kurdukları Panionion dinsel ve siyasal birliğe katıldılar. Kent Pythagoras’la birlikte kısa süreli tiranlık dönemi yaşamış, bu dönemde üreterek dışarı sattığı değirmen taşlarıyla önem kazanmıştır.

Erythrai, Lidya ve daha sonra da Persler’in eline geçer. Pers boyunduruğuna karşı diğer Ion kentleri gibi ayaklanmaya katılan kente, bütün Ion kentleriyle birlikte M.Ö. 334’te İskender, bağımsızlığını kazandırır. İskender’in ölümünden sonra çıkan kargaşalar sonucu birçok el değiştiren Erythrai Pergamon (Bergama) Krallığı’nın eline geçer. M.Ö.133′ te Roma İmparatorluğu içinde özgür bir kent statüsü kazanır. Bu dönemde şarabı, keçileri, değirmen taşları ve kadın kahinleri Sibyl ile Herophile ile ün kazandı.

M.Ö.1 yy.’da depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden büyük yıkıma uğrayan yöre; 16.yy’dan sonra Ilderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başladı.

Şehirde 1963-1966 yılları arasında Prof.Hakkı Gültekin ve sonraları Prof. Ekrem Akurgal tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk önce M.Ö. 3.yy. sonlarında yapıldığı sanılan akropolün kuzey yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarıldı. Akrapol’ün en yüksek düzlüğünde yapılan araştırmalarda da Athena tapınağına ait kalıntılar bulundu. Şehrin etrafının 5 km. uzunluğunda surla çevrili olduğu anlaşıldı. Tiyatro kısmen açığa çıkarıldı ve restorasyon çalışmaları yarım kaldı. Araştırmalarda akrapolde M.Ö.6. ve 7.yy’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulundu. Bunlar Erythrai şehrinin en eski tarihi buluntularıdır.

Erythrai harabelerinin bulunduğu bölgede, tarlalarda bulunan eserler, ören yeri bekçisi Hüseyin Yavuz tarafından toplanarak, orada bulunan bir bina da muhafaza edilmeye çalışılmaktadır. Hüseyin Yavuz üç yıl önce aramızdan ayrılmıştır, Nur içinde yatsın.

Matrone Kilisesi’nin ayakta kalan üç duvarı, ilk önce Kiliseyi gezeceğiz.

Athena tapınağını kroki planı, sadece temel kısmı çizilmiş. Üst bölümü yok. Tapınakta bulunmuş heykel ve heykel başlarının resimleri var.

Taş duvar ama öyle bilinen basit bir duvar değil. Zengin kral kendine özel poligonal taş duvardan yaptırıyor sarayını. Arada fark olmalı. Poligonal beşgen demek, taşlar düzgün beş köşeli olarak yontulup sağlam biçimde duvar örülmesi demek.

Eritrai antik kenti tam tepenin üzerinde 60 metre yükseklikte, etrafı tamamen gören bir yerde kurulmuş. Ildırı körfezinde bir çok irili ufaklı adalar var.

Adaların kimisi kıyıya yakın, kimisi uzak, manzara çok güzel. Denizin mavisi, ağaçların yeşili, karşı kıyılardaki gri tepeler. Gökyüzü masmavi bulutsuz.

Ildırı bildiğimiz köy, denizden daha yüksekçe bir yere kurulmuş. Yamaçta diyebiliriz. Zeytinlikler ve tarlalar düz arazide. Balıkçılık ta var, daha çok olta balıkçılığı. Resimde görünen ise yazlıkların kapladığı alan. Binalar doğal güzelliği bozmuş durumda, neyse ki hepsi iki yada üç katlı. Sadece bir tane otel olduğu belli yedi katlı kocaman bina bozulmuş olan doğayı katlediyor. Deniz tam körfezin sonu ve bir çok kayık, tekne demirlemiş durumda.

Körfezde en küçük ada, ismi Zeki Müren adası. Zeki Müren sağlığında burada tatil yaptığı zamanlarda hep bu adaya gidip dinlenirmiş.

Eritrai antik kent turumuz sona erdikten sonra grup yola çıktı. En arkada kalanları toparlayıp ben de yola çıkıyorum. Ildırı dan sonra zorlu bir yokuş bizi bekliyor. Önümde Ferdimen, uzayıp yükselen uzun bir yol. Yolun kıyısında sarı çizgi çekilmiş. Etrafta tarlalar ve zeytin ağaçları.

Yokuşları rahat çıktım diyebilirim. Kıytırıkla beraber fazla zorlanmadım. Geçen yıl dişlileri küçültmem işe yaradı. Yokuş bitti, tam tepedeyim. Bisikletim KUZ ve römorkum kıytırık iyi durumda.

Yokuş kimisini yormuş. Dinlenenler kendini yerlere atmış. Fazla oyalanmadan yola çıkmalarını söylüyorum.

Biraz uzaktan ufukta KUZ ve kıytırığın resmini çekiyorum. Önde asfalt yol, birkaç kaya ve çalılar. Önüm çimenlik. Resim uyum içinde.

Arkada kalan iki kişiyi bekliyorum, yokuşu yürüyerek çıkıyorlardı. Sonunda göründüler aşağıdan gelişleri. Önümde yuvarlak taşlar, çimenlik ve çam ağaçları.

Yürüyerek gelenler KUZ’un yanında yere yatırıyor bisikletleri yere. Biraz dinlenmeleri gerek, bayağı yoruldular. Anlaşılan yüklü tur pek yapmamışlar gibi.

Turun doktoru Mete benimle beraber hareket ediyor. Çam ağaçları arasında giden yoldayız.

Çıktığımız yokuştan hızlıca indik, Barbaros köyünde bu kez mola vermedik. Ovada bulunan göletin yanından geçerek otobanın yanında ki toprak yola girdik.  Arkada kalanları toparlayıp yola düzülmelerini sağladıktan sonra artçı grubu olarak arkalarında geliyoruz. Eski bir taş köprü olan Tatar köprüsüne geldik. Benden önce gelenler resmimizi çekiyor. Çömelmiş durumda bizim resmimizi çekerken Şafak Omaç ben ve Doktor Mete’yi çekerken hepimizi bir kareye sığdırdı Ferdimen .

Köprünün üstünde bir yorgunluk kahvesi içmek gerek diyerek kahve takımlarımı çıkardım. Şafak, Mete, Ferdimen ve ben dördümüz bağdaş kurup oturduk yere. Fedimen tripod ile zaman ayarlı resmimizi çekiyor. Şafak ta beyaz, diğerlerinde yeşil buff kafamızda. Cezveyi ocağa sürmüşüm pişmesini bekliyorum. Bir kaç zeytin ağacı, küçük çalılar ve baharın yeşilliği gökyüzün maviliği ile kucaklaşmış. Doktor Mete’nin eli havada, el sallıyor.

Kıytırığa Urim Baba’nın kahve tabelasını asıyorum. Kıytırıkta sarı ve turuncu üçgen bayraklar. Yanımda Şafak, boynuna telsizi asmış. Kıyafetleri beyaz uzun kollu, buff ta beyaz olunca Arap şeyhlerine dönmüş bizim Şafak. Cezve ocakta, kahve fincanları kahvenin pişmesini bekliyor.

Ferdimen bu kez Doktor Mete ile çekiyor resmimizi.

Bu kez beni tek başına çıkarıyor elim cezveyi tutarken. Sakalım da uzamış biraz.

Sonra gürel ve arkadaşları geliyor yanımıza. Onlara da kahve pişiriyorum zaman kaybetmeden. Kahve tabelam, üç fincan ve bakır cezve. Resmi Gürel çekiyor profesyonel fotoğraf makinası ile.

Kahveler pişti, cezveden fincanlara eşit miktarda dolduruyorum.

Gürel muhteşem dörtlüyü çekiyor kahve içerken. Ellerimizde fincanlar bağdaş kurmuşuz Tatar köprüsünün üstünde. Zeytin ağaçlarının rengi yağmurda yeni yıkanmış gibi parlıyor yaprakları.

Kahve molası bitti, yola çıkıyoruz. Otobanın altından geçeceğiz. Otobanın alt geçidini geçerken karanlık olan içinden Tatar köprüsünün güneş vuran aydınlık resmini Ferdimen çekiyor. Beton bir çerçevede iç kısım karanlık, dışarısı ise kemerleri görünen Tatar köprüsü. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bu kez otobanın diğer yanında toprak yoldayız. Yol kumlu, mıcırlı ve iniş. Dikkatli iniyorum. Ön teker bazen kayıp gidiyor. Yavaşça, fren sıkarak iniyorum. İnişte Yüksek teknoloji üniversitesinde öğretim görevlisi Talat hoca ile pedallıyorum. Bana kahve merakımın nereden, nasıl oluştuğunu söylüyor. Ben de kısaca anlatıyorum ;

“Yıllar önce 1986 yılında saz kursuna kayıt oldum, saz çalmasını öğreneceğim. İş çıkışı sazım elimde kursa gidiyorum haftanın belirli günlerinde. Saz kursunda Aşık Garip adlı bir kitap gözüme ilişince alıp okudum. Kitapta Aşık Garip bir kıza sevdalanmış, kızın babası da yüklü başlık parası isteyince Garip te para pul ne gezer. Yoksul köylü nereden bulacak parayı çıkıyor gurbete başlık parasını kazanmaya. O zamanlar saz çalmasını bilmiyor. Tanrıya yalvarıyor her gece saz çalmasını öğreneyim diye. Bir gece rüyasına Hızır aleyselam girip Garip’e el veriyor. O saatten sonra başlıyor çalmaya. Gurbetten ne iş yaparım deyip bir kahve dükkanı açıyor. Müşterilerine kahve pişirerek para kazanmaya başlamış. Bu arada saz çalarak Aşıklığını müşterilerine duyurunca Aşıkların kahvenin toplanma yeri oluyor. Aşık atışmalarında ilham perileri yardım ediyor ve hepsini alt ediyor sözleri ile. Ünü giderek yayılıyor etrafa, müşteriler Aşıkları dinlemek için akın ediyor. Aşık Garip te kahve pişirmesini elden bırakmadan müşterilere sürekli kahve pişirerek iyi para kazanmış. Derken memleketten bir haber geliyor. Sevdiği kızın babası kızını başka birisi ile evlendirmeye kalmış. Düğün yapacak. Aşık Garip hemen memleketine gidip kızın babasına verdiği sözü hatırlatıp başlık parasını fazlasını vererek büyük bir düğün yapıp sevdiceğine kavuşmuş.”

Talat hoca da anlattıklarımdan etkilenmiş olacak ki kendisi saz yaptırıyor ve saz da çalıyor, turdan sonra bana bir saz hediye etti. Kendisine çok teşekkür ederim. Aldığım hikayesi olan en anlamlı hediyelerden biri.

Sol tarafta otoban, otobana insanlar ve hayvanlar girmesin diye tel örgü ile kapatılmış. Sadece uçan kuşlar girebiliyor otobanlara. Yüksek gerilim hattı yolun hemen sağında beton direkler. Etraf yeşil, pek ağaç yok sadece çalılar var.

Kamp alanına yaklaştık sayılır. Bir kaçamak yapalım diyerek tarihi Roma hamamına sapıyoruz. Yoldan epey uzak toprak bir yoldan vardık. Deniz kıyısında kayalıkların dibinde taştan kapalı bir oda. Sadece bir giriş yeri var. Kapısı yok.

Burada sıcak su çıkıyor, dış kısmında berrak su yosun ve kum gayet net görünüyor. Rüzgar hızını kesmedi henüz. Taş bina rüzgarı kesiyor.

Hemen şortları giyip sıcak suyun içine giriyorum. Havuz 4 metreye 4 metre, 1 metre derinliğinde, dibi kayalı ve kumlu. Devamlı su geldiğinden temiz ve berrak görünümünde. Ben havuzun içindeyim, Doktor Mete ise elleri ile tutunarak girmeye çalışıyor.

Havuzun içinde Şafak, ben, Mete, Ferdimen ve Gürel keyif yapıyoruz. Su ılık olunca keyifli bir terapi oluyor. Yorgunluğumuzu atıyoruz üzerimizden.

Yaptığımız kaçamağı haber vermediğimiz için bizi merak etmişler. Telefon ile arayıp durumuzu öğrendikten sonra kamp alanına gelince Olcay dan ve Doktor Serhat tan özür diliyorum yaptığımız hata için. Haber vermeliydim aslında ama olmadı. Herkes çadırını kurmuş, biz de çadırları kurup yaklaşan akşam yemeği için hazırlandık. Yemekler dağıtılmaya başlayınca hemen sıra oluştu. Gönüllü yemek dağıtıcıları herkese eşit miktarda dağıtıyor.

Sol alt köşede bir köpek arka ayakları üzerine oturmuş yemek dağıtanları dikkatlice izliyor. Ayrıca bu insanlar neden sıra bekliyor diye şaşırmış durumda. Kocaman kazanlı çay makinesi demlenmekte, akşama bol bol çay içeceğiz.

Yemekten sonra arkadaşım Mustafa Güven bana bir sürpriz yaptı. Elinde dikdörtgen kahverengi kutu, içinde bir de ne göreyim 4 fincan ve 4 tabak. Şaşırdım, sevindim, şaşkınlığımdan ne diyeceğimi bilemedim. Öylece hayran hayran fincanlara bakıyorum. Her fincana yazılar yazılmış, resimler çizilmiş. Beni ve bisikletimi yazıp çizmiş üşenmeden. Tabaklarda da Can Yücel’in POETİKA şiiri dört bölüm. Sevgili Mustafa hiç üşenmeden kargacık burgacık tam üç ayda fincanları bu hale getirip fırınlamış. Ve ben Dünya’nın en mutlu insanı oldum. Böyle el emeği, göz nuru bir hediyeyi beni seven bir dostumdan almanın hazzını yaşadım. Benim için çok değerli bir hediye. Özenle kullanacağım hayatım boyunca. Çok sevinçliyim.

Karton kutunun içinde kenarlarda dört fincan, ortada dört tabak üst üste.

Birinci fincanda bisikletim KUZ mavi renkte ve resmi, altında urimbaba’CAN yeşil kalemle yazılmış. Onun altında web sitemin adresi ; http://www.urimbaba.net Yanda da #abakheryerde kırmızı kalemle yazılmış.

İkinci fincanda bisikletim KUZ ve römorkum kıytırık çizilmiş mavi renkte. Altında kıytırık ve KUZ yazılmış yeşil renkte. Kahve rengi bakır bir cezve resmi ve benim sözüm ; “Kahve önemlidir, öyle aceleye gelmez” yazısı kırmızı renkte. Fincanın diğer yarısında yine benim sözlerimden ; “İmzasını bir kere atmıştır.” K.atatürk imzası ile birlikte mavi renkte. Benim arkadaşımdan gelen Kemal Atatürk imzalı fincanlarımdan esinlenmiş olmalı.

Üçüncü fincanda ise URİMBABA’NIN KAHVESİ mavi renkte, altında MAKSAT MUHABBET kırmızı renkte yazısı.

Dördüncü fincanda ise RimBaba, RimBaba şarkısının sözü mavi renkte. Alında kırmızı renkte #abakheryerde yazısı.

Tabaklarda ise dıştan içe doğru Can Yücel’in POETİKA şiiri yazılmış siyah renkli kalem ile.

Birinci tabakta ; Tam ortada 1 rakamı, etrafında http://www.urimbaba.net yeşil kalemle yazılmış.

Yalnızlığı sevmiyorum

Yalnız kim ola ki

Kendim…

Kendimin kendini sevmiyorum

Kediler hariç…

Kahve ocakçısı olacaktım ben

Tuttum kavlimi

İkinci tabakta ; 2 rakamı #abakseninlegüzel yazısı kırmızı renkte

Yazdıklarımsa hep nafile

Hep nişanlı angaje ısloganlı

Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına

Kallavi olsun!

Üçüncü tabakta ; 3 rakamı, kahverengi kalemle yazılmış Maksat Muhabbet, bir çiçek resmi mavi renkte. Kırmızı renkte #abakheryerde yazısı.

Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip

Ve cezveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini

Taşırmadan pişiriyorum

Dördüncü tabakta ; 4 rakamı ve UrimBaba’CAN mavi renkli yazı.

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan

Ocağımızı bucağımızı

Isıtamayacağımı!

İşte onun içinde de içim titreyerek

Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can YÜCEL

Aşağıda yan yana 4 fincan yan durumda, altında da 4 fincan tabağı.

Her zaman olduğu gibi kamp ateşini Şafak Omaç yakıyor. Ateşin başında sohbete dalıyoruz. Rüzgar olsa da ateş içimizi ısıtıyor. Benim içimi ısıtan ise aldığım hediye. Rüzgardan dolayı pek ateşin başında durulacak gibi değil, fazla geç olmadan yatıyorum mutlu olarak.

Canavar-ül velosiper Enes Şensoy’un çektiği video görüntüsü

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 63 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

99. Çanakkale Şehitlere Saygı Turu 1. Gün

1 Nisan 2014  Salı

Üçkuyular – Alsancak – Aliağa – Bergama – Kozak yaylası

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Yüzün

Yüzün müdür acaba yolumu dolaştıran?

Acının bu solgun haritasında,

Kendime yeni duraklar bulduğum.

Ulaştığım ıssız dağ doruklarında

Yüzün müdür hep sorular sorduğum,

Bakışının titrek aydınlığında?

Aslında ne bulunur bir gezginin yanında

Kendi yüzünden başka,

Hüzünle bileyen direncini.

Bir suyun ürpermiş aynasında

Apansız gözgöze geldiğim.

Ayakları ayaklarıma bitişik

Kımıltısız bir gövdeyle rüzgârın sildiği.

Bir bulup bir kaybettiğim

Yani bir gezginin hep gittiği,

Senin yüzün benim yüzüm değil mi?

Metin Altıok

 

Menderes deltası turundan döndükten sonra 1 hafta dinlendim. Turda Dilek yarımadasının dağlarında dolaşırken arka tekerleğimde 2 tane jant teli kopmuş, onları yedeği ile değiştirip akort ayarını yaptım. Dinlenirken Çanakkale şehitlerini anma bisiklet turu hazırlıklarına da başladım. 1 Nisan da metro – izban ile Aliağa’ya gidip tura oradan başlayacaktık. Dönüş te tur bitimi Pazartesi günü İzmir’e doğru yola çıkmayı planlıyordum. Facebook ta etkinliği açtığımda 30 kusur kişi geleceğini işaretlemişti. Tabi ki ben buna kanmadım. Kesin gelecek olanlar beni telefon ile arayıp geleceğini bildirdi. 12 kişi kadardık. Bakalım Aliağa da kaç kişi olacağız. O kadar sponsor olmasına rağmen, üstelik üniversite yerleşkesinin bahçesine sadece çadır kurma parası olarak 20 TL katkı payı hoşuma gitmese de Şehitlere saygıdan dolayı istemeye istemeye  yatırdım. Yeme içme kendimize ait üstelik. Neyse Şehitlere saygı turundan sonra dönüş için dengesiz arkadaşım İrfan ile daha değişik rotalardan İzmir’e dönmeyi planladık. O yüzden dönüşte herkes kendi gelecek diye bildirdim etkinlik sayfasında. Çanakkale’ye gitmek isteyen Antalya Manavgat tan Mustafa Sayan facebooktan geleceğini söylemişti. Kendisi dönüşte katılacaktı İzmir’e kadar ama dönüşü iptal edip kendi programımızı yaptığımız için bize İzmir den katılacağını bildirdi. Telefonları birbirimize vererek daha iyi tanışıp arkadaş olmuştuk bile Mustafa ile. Son günlerde madem geliyorsun İzmir’e Aliağa dan başlayacak olan tura Aliağa dan katılmasını söyledim. Çanakkale otobüsünde binecek olması iyi olacaktı. Direk Aliağa da inip bizi bekleyecekti.

Hazırlıklarımı yapıp tur çantalarıma gerekli olan eşyalarım yükledim. 1 Nisan günü sabahın erken olmayan saatlerine evden yola çıktım. Doğanın 1 Nisan şakası olmadığından hava açık ve masmaviydi. Güneşin pırıltıları baharda açmış çiçeklerin üzerine vurmaya çoktan başlamıştı. Aliağa da başlayacak olan turumuz için metro ile gidecektim. İzmir de metroya hafta içi saat 09:30 da bisikletleri alıyorlar. Ben de acele etmeden evden 08:30 da çıktım. Güzel havada ağırdan pedallamak İzmir de olmaktan kaynaklanıyor olmalı. Yola çıkar çıkmaz beni yıllardır taşıyan ve taşıyacak olan KUZ çiçeklerin yanında mutluydu.

010420145705

Alsancak’ta metroya doğru giderken dernekten arkadaşım Ali Burus ile karşılaştım. Saat henüz 09:00 olması beraber birer çay içmemize engel değildi. İş yerine yakın bir kahvede çaylarımızı sohbet ederek içtik. Uzun zamandır görüşmemiştik Ali ile, birbirimize anlatacak epey konu birikmiş. 09:25 te izin isteyerek metro istasyonuna doğru hareket ettim.010420145706

Saatimiz gelince 2 kez bileti basıp içeri girdim. Selçuk’tan Kenan Yıldırım  ile buluştum. 1 hafta önce Menderes deltası turunda tanışıp kahve içmiştik. Kendisi bankada işi olduğundan tekrar dışarı çıktı. Can Küçükler ve Can Çıtak ile metroya bindik. İki Can yan yana. Dilek tutarken elçek resmimizi çekiyorum üçümüzü metronun içinde.

010420145707

Vagona bisiklet ile bindiğimizi gören metro sürücüsü kapıların açılıp kapanmaması için iptal edip cama da uyarı levhası asması beni şaşırttı doğrusu. İlk defa böyle bir uygulama ile karşılaştım. İzban yönetimini kutlamak gerek. Artık Aliağa’ya kadar bizi kimse rahatsız etmeden gidecektik. Cama yapışmış uyarı levhasında; Kullanım dışıdır, lütfen diğer kapıları kullanın diye yazıyor. Ayrıca iki yana ok yönlendirme işareti da var.

010420145708

1 saat 5 dakikada Aliağa’ya vardık. Metrodan inip bisikletleri merdivenlerde taşımak gerekti. Yardımlaşıp bisikletleri taşıdık çıkışa. Bizimle gelen bir kaç kişi ve saat 11:00 e kadar bekledikten sonra hep beraber bir resim çekildik.

Çanakkale turuna katılanlar ; Can Küçükler, Selahattin Tavkaya, Davut Şaşal, İrfan Özden, Mustafa Sayan, Urim Babacan, Baattin Şimşek, Can Çıtak, Aycan Çolpan, Metin Sadıç. Selçuk’tan gelecekler bizi yolda yakalayacaklar. Kenan Yıldırım, Ali Kantarcı, Onur Pınar. Bir de Kuşadası’ndan Ege Ertaş. Resimde 10 kişiyiz.

010420145709

Saat 11:00 ‘e kadar bekledik, başka gelen olmadığı için 11.05’te hareket ettik. Havanın güzelliğinden aldığımız enerji ile yol hızla akıp gidiyor. Solda deniz ve yazlık evler görünüyor.

010420145710

Aliağa’dan çıktıktan sonra ilk köy olan Çaltıdere köyüne vardık. Köy evleri tek katlı ve bahçeler arasında kaybolmuş, sadece caminin minaresi görünüyor.

010420145711

Elçek ile yolda giderken arkadakilerle birlikte çekiyorum bir poz.

010420145712

Tur arkadaşlarımı yakalayabildiklerimden bir kaçının resmini çekiyorum. Mustafa Sayan bisiklet sürerken arka yandan çekiyorum.

010420145714

İrfan’ı da çekiyorum aynı şekilde.

010420145715

Bu da Selahattin Tavkaya.

010420145716

Baattin Şimşek.

010420145717

Bu da tek kadın bisikletçi Aycan Çolpan. Resmini çekerken bana gülerek poz veriyor.

010420145718

Bu da Çınarlı meslek lisesinden arkadaşım Metin Sağdıç.

010420145719

En gencimiz Can Çıtak.

010420145720

Bu da arkadaşım Can Küçükler, beraber çok uzun bir tur yapmıştık geçen yıl.

010420145721

Yenişakran’da çay molamızı veriyoruz. Burası kamyoncuların sürekli durdukları yer. Çay hem ucuz hem de taze içebilirsiniz. Bisikletler park etmiş, kahvede çay içerken. Bu arada Selçuk’tan gelen arkadaşlar bize yetişti.

010420145722

Bergama’ya kadar yol neredeyse düz ve asfalt kaymak gibi. Grup halinde neşe içinde sorunsuz gidiyoruz. Asfaltın kaymak gibi olması kaçınılmaz olarak hızımızın biraz yüksek olmasına neden oluyor.

010420145723

Tabelada yazdığına göre Bergama 27, Çanakkale 250 Kilometre. Gerçi Çanakkale’ye araba yolundan biraz saparak gideceğimizden tabeladaki Kilometrenin önemi yok bizim için.

010420145724

Tabelada yazdığına göre Kazıkbağları köyüne geldik.

010420145725

Öğle zamanı Bergama’ya vardık. Varmadan önce Selçuk’tan gelenler bize yetişip gruba katıldı. Hep beraber Bergama’nın çarşısına bisikletlerimizi sürdük. Daha önce haberleştiğim Bergama’dan bisikletçi İbrahim Toprak telefonla haberleşerek çarşıda buluşmaya karar veriyoruz. Bergama şehir içinde giden bisikletçiler, araç trafiği içindeyiz.

010420145728

Tepede Bergama antik kenti görünüyor. Duvar dibinde top çam ağacı tek başına, yanında da sütunlar konulmuş.

010420145727

Kozak yaylası yolunun başladığı yerde cami avlusunda Çınarlı kahvede öğle yemeği için mola veriyoruz. İrfan bisikletlerin yanında poz veriyor bana.

010420145729

Bergamalı iki genç bisikletçi bizleri görünce bisikletleri ile akrobasi hareketler yapmaya çalışıyor. Ön tekerleği kaldırıp öyle sürüyor bize hava atarak. Kim daha çok ön tekerleği havada bisiklet sürecek diye yarış bile yaptılar. Gençlerin enerjisi müthiş.

010420145730

Bu da ikinci genç, ön tekerleğini kaldırmış bisikleti sürüyor.

010420145731

Çocuklar bize bisikletleri ile hava attıktan sonra Efe heykelinin dibinde oturup dinleniyor.

010420145732

Bergamalı bisikletçi ve çocuklarla resim çekiliyoruz. Beş büyük, üç çocuk.

010420145733

Herkes karnını doyurdu Çınarlı kahvede. Bergamalı İbrahim Toprak, Engin Kuduğ, İsmail Kurt, ve Metin Tolga ile oturup sohbet ediyoruz bir süre. Dışarda yemeğini yiyenleri beklerken İbrahim Toprak bize Kozak yaylasında kamp yapacağımız yere kadar yolu tarif ediyor. Aslında bizimle Kozak yaylasına kadar eşlik edecek. Kozak yaylasında Yayla Cafe işletenlerine de haber verdi telefonla geleceğimizi. 9 Kişi masa etrafında oturmuş haldeyiz kahvenin bahçesinde.

010420145734

Herkes toplandıktan sonra İbrahim toprak öncülüğünde yola çıkıyoruz. Sağ yamacımızda Bergama Akropol kalıntıları ve akan çay yanında gidiyoruz.

010420145735

Bergama kalesi ve antik kentin olduğu yer tepede.

010420145736

Bergama’dan çıkıyoruz, gördüğünüz gibi ateşli silah kullanan sapıklar zevk için tabelaya durmadan ateş etmişler ve A – M harflerini vurarak katletmişler. Zavallı A ve G harfleri. İyi ki yolda giderken bizi hedef alıp ateş etmiyorlar.

010420145737

Tabelada Ayvalık 61 Kilometre yazıyor. Yani bize her yer Trabzon. (Trabzon il palkası 61)

010420145738

Dere aşağı akıyor biz yukarı tırmanıyoruz. Derede çınar ağaçları.

010420145739

Küçük köylerden geçiyoruz birer birer, Ağaçlar çiçek açmış, dere boyunca çınarlar ise yapraklarını yeni açmakta. Bir iki haftaya kadar ortalık yemyeşil olur. Tabela solda Kapukaya köyünün olduğunu gösteriyor.

010420145740

Ağaçlar beyaz çiçekler açmış baharı karşılıyorlar.

010420145741

Çay üzerinde köprüden geçeceğiz, karşıda İncecikler köyü görünüyor. Dere içinde çınar ağacının ardında caminin minaresi kendini göstermiş.

010420145742

Bergamalı bisikletçi dostlarımızın bir kaçı buradan geriye dönüyor. Kendilerine teşekkür edip uğurluyorum Bergama’ya. Biz tırmanmaya devam… İki kişiyi geri dönerken selamlıyorum.

010420145743

Önde iki kişi tırmanıyor çam ormanı içinde.

010420145744

Kozak yaylasın meşhur çam fıstığı ağaçları görünmeye başladı. Yaylada binlerce çam fıstığı koruları var. Köylünün geçim kaynağı çam fıstığı.

010420145746

Yol boyunca bir çok çeşme görmek mümkün, her taraftan su fışkırıyor adeta. Yanınızda su taşımaya gerek yok. Çeşme başında sık sık su molası veriyoruz. Nisan ayında olmamıza rağmen tırmanış bizi terletmeye yetiyor.

010420145747

Arada yol eğimi iyice dikleşiyor, çıkmaya devam. Vadide kıvrılarak giden yol ve tırmanan bisikletçiler.

010420145749

En arkada ben toplaya toplaya yaylaya doğru grubu götürüyorum. Arada nefes almak için kısa molalar vermeden olmuyor.

010420145752

Bazen öne geçip tırmanan arkadaşları çekiyorum.

010420145753

Tırmananlar önümden geçip gidiyorlar yukarı doğru. Arkalarından çekiyorum bir poz.

010420145754

Can çıtak tam yanımdan geçerken çekiyorum.

010420145755

Bir tek Mustafa da ön tekerlekte bagajı var benim gibi. Mustafa kendi temposunda çıkıyor. Diğer arkadaşlar da kendi temposunda çıkıyor. Grup iyi uyum sağladı, sorunsuz çıkıyoruz. Mustafa’nın çantaları kırmızı renkte, arka çantalarında ay – yıldız basılı.010420145756

Grubumuzun çiçeği, tek kadın arkadaşımız Aycan. O da sorunsuz uyum içinde tırmanıyor. Geçerken bana el sallıyor.

010420145757

En sonda Aycan vardı, o geçtikten sonra ben de arkalarından gitmeye başladım.

010420145758

Çay bir sağımızda..

010420145759

Bir solumuzda. Ortada köprü gibi bir şey de yok.

010420145760

Mesire yerinde mola vermiş arkadaşlar. Geçen yıl Şafak Omaç bize burada kekik çayı ısmarlamıştı. Çıplak çınar dalları arasından bisikletler ve arkadaşlar görünüyor.

010420145761

Orman işletme müdürlüğü girişe tabela koymuş. Adı da Çınarlı mesire yeri.

010420145762

Çayın içinde yaylada üretilen bal katarak kekik çayı bize doping oluyor. Bergama insanları buraya piknik yapmaya geliyor. Hafta içi olduğu için ortalık sakin. Havalar biraz ısınsın oturacak yer bile bulamazsın. Burada Ormancı çeşmesi var. İki tane çeşme şarıl şarıl akıyor.

010420145766

Bal kavanozları dizelenmiş alıcılarını bekliyor tezgahta. Bisikletler ileride park etmiş.

010420145763

Masalara oturup kekik çaylarını içiyoruz. Masada beş kişi var.

010420145764

Mesire yerinde bir de çağlayan var. Gerçi insan yapımı bir set ile oluşmuş ama mesire yerine de uymuş küçük çağlayan. Bu kış pek yağış olmadı, kurak geçmesi nedeni ile çağlayanda su miktarı az. Geçen yıl Nisan sonunda gürül gürül akıyordu. Suyu da buz gibi, ayakları donduruyor.

010420145765

İyice yükseldik, zirveye az kaldı. Yükseldikçe ağaçların boyları da yükseliyor.

010420145767

Hala çıkmaya devam ediyoruz, arkadaşları son yokuşları çıkarken çekiyorum.

010420145768

Hava kararmadan önce yaylaya varıyoruz sonunda. Çamların altına çadırları kurup akşam yemeğini pişirmeye başladık. Yokuş bizi biraz yordu, kurt gibi acıktım. Yemeğim makarneks ve ton balığı. Çadır önünde üç kişi oturmuş yemek yapmak için hazırlık yaparken çekiliyoruz. İrfan, Aycan ve ben.

010420145770

Makarna tencerede pişerken İrfan da çelik bardağı ile çay içerken çekiyorum. Arkada bir bisiklet sehpasında park etmiş.

010420145772

İki mavi çadır yan yana, biri koyu, biri açık mavi.

010420145773

Yemekten sonra kahve içmeden olmaz. Keyfimizin Kahyası öyle istedi, biz de keyfini bozmadık Kahyanın. Zaten bozmaya da gerek yoktu. Yaylada Kahyanın her isteği yerine getirilir. Ocak üstünde cezvede kahve pişerken, yanımda İrfan var.

010420145775

Yayla Cafeyi işletenler Yukarı Bey köyünün girişimci kadınları. Emine abla ve yanında Esma, Selma ve Fatma. Dördü de cafeyi işletiyor. Haberli oldukları için bizleri bekliyorlardı. Göveçte kuru fasulye yapmışlar kuzinenin üstünde. Yemediğime pişman oldum fasulyeyi. Neyse başka zaman yerim artıkın.

1375989_10152317056439861_1043206926_n

Çaylarımızı kuzinenin başında ısınarak içmeye başladık. Hava da serinlemeye başladı yaylada. Sıcak çaylarımızı cafeyi gece bekleyen Hüseyin ağa ile sohbet ederek geçirdik. İnsan sobanın başından hiç kalkmak istemiyor. Sıcağı görünce mayıştım doğrusu. Kuzine üstünde su güğümü ve duble çay bardağı, içinde çay var.

010420145776

Uyku ağır basmaya başladığında çadırlara çekilip yaylanın temiz çam kokusunda derin bir uykuya daldık.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 80 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc