Etiket arşivi: amfi tiyatro

7. Az Bilinen Antik Kentler Turu 3. Gün

23 Nisan 2018 Pazartesi

3 . Gün (Resimlerin bir kısmı Ferdimen’e aittir)

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bir dünya bırakın biz çocuklara

Bir vatan bırakın biz çocuklara
Islanmış olmasın göz yaşlarıyla

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bir bahçe bırakın biz çocuklara
Göklerde yer açın uçurtmalara

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bir barış bırakın biz çocuklara
Uzansın şarkımız güneşe ve aya

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

Bir dünya bırakın biz çocuklara
Yazalım üstüne “SEVGİLİ DÜNYA”

Oynaya oynaya gelin çocuklar
El ele el ele verin çocuklar

 

Öne çıkmış olan görsel, Minik öğrenciler, tabureler etrafında dönüyorlar. Karşıda okul binası. Solda Türk bayrağı.

20180423_140723_HDR

Bu gece çadırı kurmadım, hazır çam ormanı içindeyken hamakta uyumanın keyfini yaşadım. Ağaç gövdesine iplerle bağlı hamak, bisikletim KUZ ve diğer çadırlar. Çadırı kurmayınca fazla eşyalar çıkmıyor çantalardan. O yüzden sabah toparlanmam kısa sürüyor.

20180423_072145_HDR

Millet uyandı mecburen, çünkü erkenden hareket edeceğiz. Sevimli canavar Enes elinde megafon ile dolaşarak biran önce uyanıp toplanmalarını sağlıyor. Çam ağaçları altında çadırlar, herkeste toplanma telaşı. Ağaç gövdelerine iplerle bağlı ABAK hatıra pankartı.

20180423_071706_HDR

Sabah kahvaltısını deniz manzaralı yerde yapıyorum. Bulunduğumuz yer denizden biraz yüksek. Piknik masasında oturmuş çelik tasım ile çay keyfi yapıyorum manzarada.

20180423_082244_HDR

Çadırlar kademe kademe teraslarda rengarenk bir görüntü oluşturmuş çamların altında.

IMG_2217

Ferdimen denizin sabah sakinliğini çekiyor. Denize doğru girinti yapmış kara parçası. Ucunda küçük kaya parçaları denizin içinde adacıklar zinciri oluşturmuş.

IMG_2219

Herkes hazır olunca yola koyulduk, yüksekte olduğumuzdan inişe geçtik ve deniz kıyısında ilerliyoruz. Gümüldür’ü geçip Ürkmez’e geldik. Burada deniz kıyısında mola veriyoruz. Bu gün 23 Nisan egemenlik ve çocuk bayramı. Yeni Orhanlı köyünde çocuklarla birlikte 23 Nisan çocuk bayramını kutlayacağız. Bundan dolayı daha önce hazırladığımız bayrakları ve balonları dağıtacağız. Dağıtımı yapan arkadaşlar kolilerin başında, katılımcılar da kuyruğa girmiş sıra bekliyor. Deniz kıyısında palmiye ağaçları dikilmiş.

IMG_2222

Sırası gelen torbasını alıyor, içinde öğlen kumanyası da var. Kuyrukta torbasını alanlar bisikletinin yanına gidiyor.

IMG_2223

Torbaların dağıtımı bittikten sonra yola koyulduk. Yakındaki kavşaktan Karakoç kaplıcalarının olduğu yola girdik. Bundan sonra rampalar başlıyor hafiften. Bir süre gidiyoruz, yol ayrımında Yeni Orhanlı köyüne doğru saptık. En son ben geldiğimden arkamda kimse yok. Kavşakta sağa doğru işaret oku boyanmış. Ayrıca ABAK olarak ta yazılmış kırmızı sprey boya ile. Önümde bir kişi var o da Doktorumuz Mete sağa doğru sapan yola giriyor.

20180423_123622_HDR

Buraya kadar mıcırlı asfaltta geldik, Yeni Orhanlı yoluna saptıktan sonra yol sıcak asfalt ile kaplanmış. Yani yol kaymak gibi.

20180423_130552_HDR

Biraz daha çıkarak Yeni Orhanlı köyüne geldik. Köydeki Yeni Orhanlı ortaokulunda 23 Nisan çocuk bayramını kutlayacağız. Bu okulda tanıdığımız bisikletçi Öğretmen  Hilmiye İklim Tren görev yapıyor. Hilmiye Fen bilgisi Öğretmeni. Daha önce kendisi ile ve Okul müdürü ile görüşüp 23 Nisan çocuk bayramını bu köyde kutlayacağımızı bildirip anlaşmıştık. Onlar da hazırlığını yapıp bizleri bekliyorlardı köylülerle birlikte. Bu köyde hem ilkokul hem de ortaokul var. İlkokul bahçesi küçük olduğundan ortaokulun geniş bahçesinde törenleri yapacağız. Okulun bahçesinde köyün kadınları duvarın dibine oturmuş. Öğrenciler meydanda gruplar halinde duruyor.

20180423_132444_HDR

Dev Türk bayrağı okul binasına asılmış. Bina iki katlıı, bayrak iki katı da kaplamış durumda. Bir grup öğrenci solda sıralanmış, siyah pantolon giymişler. Üzerinde beyaz tişört, kırmızı renkli ay yıldız baskılı.

20180423_132457_HDR

23 Nisan çocuk bayramı törenleri başladı. İlk önce ana sınıfı öğrencileri alana çıkıyor. Kız öğrenciler siyah giyinmiş, etekleri pembe renkli tülden, erkekler ise siyah renkli pantolon, üzerine turkuaz yeşil renkli gömlek var. Genç öğretmen karşılarında hangi hareketleri yapacağını söz ve el hareketleri ile yönlendiriyor öğrencileri. Öğretmen pembe renkli etek giymiş, üzerinde siyah elbise var.

20180423_132619_HDR

Kırmızı renkli ay – yıldız tişörtlü öğrenciler çuval oyunu oynuyorlar birinci gelmek için.

20180423_133859_HDR

Birinci sınıf öğrencileri yere çömelerek gösterilerini sunuyor. Başlarında öğretmenleri.

20180423_134036_HDR

Minik gelin ve damat meydana çıkıp gösterilerini en iyi şekilde oynamaya çalışıyor bizlerin karşısında.

20180423_134132_HDR

10 Öğrenci büyük bir Türk bayrağını yukarıda elleri ile tutarak gelin ve damadı takip ediyor.

20180423_134752_HDR

Geleneksel, renkli baş örtülü kadınlar sıralara oturmuş öğrencileri dikkatle izliyorlar. Kimisi oğlunu, kimisi kızını ya da torununu gururla izlemeye çalışıyor.

20180423_134959_HDR

Tabureye oturma oyunu oynayan çocuklar. 13 tabure, 14 çocukla oyun başladı. Şarkı eşliğinde taburelerin etrafında dönerek oynuyorlar. Müzik sesi kesilince hemen bir tabureye oturmaları gerek. Tabureye oturamayan eleniyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20180423_140723_HDR

En sonunda elene elene iki çocuk, bir tabure kaldı. Biri kız biri erkek, bakalım kim kazanacak. Kız daha uyanık ve oyunu kız öğrenci kazandı.

20180423_141618_HDR

Okulda müzik derslerinde müzik aleti çalanlar sahneye çıktı. Saz, flüt ve piyano ile bizlere türküler söylediler. Başlarında kadın müzik öğretmeni şeflik yapıp yönlendiriyor.

20180423_141809_HDR

En son olarak orta son öğrencileri U düzeninde sıralanıp gösterisini tamamlıyorlar. Altı öğrenci yerde sırt üstü uzanmış, solunda iki öğrenci eğilip üzerlerine elinde Türk bayraklı bir öğrenci ayakta.

20180423_142421_HDR

Gösteriler, oyunlar bitti, sıra geldi hediyelerini vermeye. En öne yaşları en küçüklere hediyelerini vermeye başladık. Öğrenciler renkli elbiseleri ile sıraya girmiş durumda. Çok kalabalıklar.

20180423_143633_HDR

Biz de kalabalığız ve sıraya girdik öğrencilere hediyelerini vermek için.

20180423_143655_HDR

Hediyesini alan bir erkek öğrenci yüzünde tatlı bir tebessümle yanımdan geçerken resmini çekiyorum.

20180423_143704_HDR

Pembe renkli etek giymiş minik bir kız öğrenci de aynı mutluluğu yaşıyor. Yüzlerindeki mutluluk tarif edilemez güzellikte.

20180423_143813_HDR

Selahattin Tavkaya ustaların ustası kız öğrenciye hediye torbasını verirken poz veriyor.

20180423_143921_HDR

ABAK gönüllülerinden sevgili Uluğ Cem Balkanlı desteği ile okulun bahçesinde öğrencilerin oyun oynamaları için renkli çizgilerle boyandı. Alanın kenarına da hatıra olsun diye. “# abak her renkte” yazısı pembe, yeşil, turuncu, mavi, beyaz, kırmızı renkte her harf ayrı renk kullanıp betona yazılmış.

IMG_2230

Her çocuğa hediyelerini verdik ve yola çıkma zamanı geldi çattı. Her yıl 23 Nisan da çocuklarla birlikte biz de çocuk olarak bayramı kutladık. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde işgal edilmiş yurdumuzu kurtarmak için Türkiye Büyük Millet Meclisini 23 Nisan günü Dünyaya tam bağımsızlık sözleri ile ilan etmişler. Atatürk te bu günü çocuklara armağan etmiş, yani geleceğimize. Bizler de sevinçle kutluyoruz çocuklarla çocuk olarak.

Bisikletlerin başına gidip yola çıkmaya hazırlanıyoruz.

20180423_145101_HDR

Yeni Orhanlı köyünden ayrılıp yola çıktık Seferihisar’a doğru. Önümüzde biraz rampa var, haliyle zorlananlar oldu. Zorlananlar da yokuşları yürüyerek çıkarken resimlerini çekiyor Ferdimen. Etraf Nisan ayının bahar rengi olan yeşil renge bürünmüş durumda.

IMG_2233

Az gittik, uz gittik. Dere tepe düz gittik. Bir çıktık bir indik. Baktık ki Seferihisar’ın deniz kıyısında olan Sığacık mahallesine gelmişiz. Burada biraz mola verdik. Palmiye ağaçları ve yeşil alanı ile şirin bir yerde seyyar satıcıların tekerlekli arabaları kenarda duruyor. Birisi bardakta süt mısır satıyor.

IMG_2234

Yeşil alanda dinleniyoruz, yokuşlar yordu biraz. Çimenlerin üzerinde bisikletler park edilmiş, bagajlarında Türk bayrakları bağlı durumda. Herkes masalarda oturmuş dinleniyor.

IMG_2235

Dinlenme bitiminden sonra Teos antik kentine doğru yola çıktık. Teos antik kentin arka kısmından, bahçeler arasından toprak yoldan gittik. Kısa sürede Teos antik kentine gişelerden değil de alt kısmından girdik. Yani kaçak olarak, zaten beleşti bize giriş. Bisikletleri bir kenara bırakıp antik kent hakkında katılımcılara bilgileri Selen Kanat anlatıyor. Selen’in etrafında dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar anlatılanları.

IMG_2236

En arkadan ben geldim antik kente ve ilk olarak anıt zeytin ağacının dibine bisikletimi park edip resmini çektim.

20180423_175450_HDR

Yaklaşık 1000 yılı aşmış bu ağaç hala zeytin vermeye devam ediyor. Daha önce olmayan bir şeyi fark ettim. Birisi tabela asmış ağaca, kahverengi boyalı tabelada “Umay nine ağacı” yazılı. Kim, neden, nasıl asmış bilemiyorum. Gerçek mi değil mi? Yoksa birisinin ninesinin ismini yazıp ağaca asarak ağacı isimlendirmek mi istemiş belli değil. Daha önceleri yoktu bu tabela.

20180423_175527_HDR

Teos antik kenti kalıntıları çimenlerle kaplanmış.

IMG_2237

Antik kenti geziyoruz, ayakta kalan yapılardan birisi amfi tiyatro. Çoğu blok taşlar alınıp Sığacık kalesinde ve evlerin yapımında kullanılmış.

20180423_182347_HDR

ABAK gönüllüsü olan Arkeoloji öğrencisi Selen Kanat amfi tiyatroda oturmuş olanlara Teos antik kentinin tarihini anlatıyor.

20180423_182546_HDR

Antik taşlara oturanlar hem dinleniyor hem de anlatılanları dinliyorlar. Güneş ufka yaklaştığı için göldeler tiyatroyu kaplamış bile.

IMG_2239

Yavaş yavaş kentin yukarılarına doğru gidiyoruz tek sıra halinde.

20180423_183641_HDR

Antik kentin tapınaklarından geriye kalmış bir kaç taş blok var sadece. Bir sütun yarım olarak ayakta.

20180423_184537_HDR

Antik kentten çıkıp yola koyulduk yokuş yukarı. Küçük bir tepeyi aşacağız. Sevgili Olcay Ormankıran yere şu yazıyı kırmızı sprey boya ile yazmış “ABAK Gidebilmeli her yere bisikletiyle ve İnsan sevdiğiyle” En üste de ileriyi gösteren ok işareti.

20180423_190322_HDR

Tepeyi aşınca akşam Güneşi henüz ufukta parlarken denize vuran ışıkları ile güzel bir manzara resmi çekiyorum. Karşıda dağlar, deniz ve kamp yapacağımız büyük akkum.

20180423_191034_HDR

Büyük akkum kumsalı ağaçların arasında görüntülüyorum. Büyük akkum koyunda tatil oteli var karşıda ve yarımadayı işgal etmiş.

20180423_191611_HDR

Tatilcilerin henüz doldurmadığı kumsalın otoparkında belediyenin bize getirdiği plastik masa ve sandalyeleri sıralıyoruz. Burada akşam yemeği yiyeceğiz

20180423_195717_HDR

İğdelerin altına çadırları kurup kampımızı atıyoruz. Çadırların her biri ayrı renkte ve yapıda renk cümbüşü sanki. Bir de batan Güneşin sarı rengi sağ tarafı bürümüş.

IMG_2240

Kumsalda futbol oynamaya başladı gençler kızlı erkekli. Kimisi denize girdi, kimi kıyıda oturmuş sohbet ediyor.

20180423_195721_HDR

Ben de su donumu giyip denize dalıyorum terimi atmak için. Duşumu alıp tuzdan arındıktan sonra giyinip akşam yemeğini yiyoruz hep birlikte. Geceniz serinliğinde kalın bir şeyleri üzerimize giyip ateşi yaktık kumsalda. Şarkılar, türkülerle neşelendik günün yorgunluğunu atarken. Güzel bir gün oldu, Çocuklarla çocuk olduk, oyunlar oynadık. Çocuklar gibi şendik. Çocuk ruhumuzu kaybetmemeye karar verdik. Hep çocuk kalacağız. Büyüyüp te ne olacağız ki? Dünyayı mı kurtaracağız?

Uyku ağır basınca çadırıma çekilip tatlı, çocuksu rüyalara dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 63 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

 

İki Garip Bir Akdeniz 8. Gün

5 Ekim 2017 Perşembe

Sütleğen – Kalkan – Patara

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

 

Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
Uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın
Karanlık boşluklarında akıp giderken zaman

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, Bir kaçı pembeleşmiş üzüm salkımı parmaklarımın ucunda.

Bir günlük dinlenme iyi gelmiş olmalı ki güzel bir uykunun ardından güneş doğmadan uyanıp yol hazırlıklarına başladık. Yolcu yolunda gerek, fazla gevşeyip yayılmak yok. Zaten bunun aksini gösterdik bile. Kahvaltıdan önce bisikletlerimiz yola çıkmaya hazır. Bu arada çayı da demledik, hazırlıklar bitince hep birlikte kahvaltı yapıyoruz muhabbetle. Merve’ye teşekkürlerimizi bildiriyoruz kahvaltıyı yaparken. Bisikletler yola çıkmaya hazır, o halde vedalaşmanın zamanı. Nedense pek resim çekilmedik, Cem bizi bir poz çekiyor evin dışında. Ben, İrfan ve Merve birlikte çekildik ilk önce. Solda kavak ağaçlarına Güneşin ilk ışıkları vurmuş yaprakları parlak yeşile bürünmüş durumda.

Merve ile ikimiz çekiliyoruz bir poz.

Resim çekilme işi bitti, artık vedalaşma zamanı. Bizim dengesiz İrfan Elmalı yönüne doğru, Antalya tarafına gidecek.  İrfan Merve ile vedalaşırken bir poz çekiyorum. Cem de onlara bakıyor ayağında tokyo terlik ile. Merve de pembe tokyo terliği giymiş ayağına.

Cem de İrfan ile vedalaşırken bir poz çekiyorum.

En son olarak İrfan ile ben vedalaşıyorum ve birlikte poz veriyoruz Cem’e.

Vedalaşma bitince İrfan bisikleti yüklü olarak yola çıkarken bir poz daha çekiyorum. İrfanın ardından Cem el sallayıp uğurluyor Merve ile birlikte.

Yol kıyısından resim çektiğimden İrfan yanıma gelip duruyor. Birbirimize iyi dileklerimizi belirtiyoruz karşılıklı olarak.

Ve İrfan asfalt yola bisikleti ile çıkıp bizden uzaklaşıyor. Uğurlar ola sorumsuz, İzmir de buluşuruz artık. Ağaç dallarından süzülen Güneş ışıkları İrfana ve yola vuruyor hüzmeleri ile.

Merve bizi de uğurlayıp iyi yolculuk dileklerini belirtip yola çıkıyoruz Cem ile birlikte. Cem yolda giderken bir poz çekip bende peşinden yola çıktım.

Yaklaşık 1365 metre yükseklikten deniz seviyesine ineceğiz. Neredeyse hiç pedal çevirmeden ineceğimizi hissediyorum. İlk hedef Kalkan. Sağımda çam ormanları Toros dağlarını tamamen kaplamış gibi. Durup resmini çekiyorum bir poz, aşağıdaki vadi ve karşı yamaçları.

Öyle yokuş aşağı gidiyoruz diye kendimizi bırakmıyoruz. Arada durup hem çevreyi izliyoruz hem de bisikletlerle Cem kareye giriyor bir poz. Benim çantalarım turuncu renkte, matım dışarıda rulo halinde lastikle bağlı. Cem’in çantaları siyah renkte. Çam ormanı içinde aşağıya doğru giden yol.

Toros dağlarının uzayıp giden dağ silsilesi bir çam denizi gibi. Daha arkada ise Torosları yüksek tepeleri ağaçsız çıplak kayalıklar Güneşte parlıyor. Buraların çıplak oluşu rakımın 2000 metrelerin üzerinde olmasından kaynaklanıyor.

Kısa bir su molasında, yol kıyısında, hemen çam ormanının başladığı yerde çevreyi ağır metalle zehirleyen pilleri gözüme ilişti. Dış metal kısmı paslanmaya başlamış, demek uzun zaman önce atılmış. Büyük bir olasılıkla avcıların kullandığı el fenerlerinin orta boy pilleri. Pillerin içindeki kimyasallar toprağa zehir saçmaya sadece dış kısmının paslanıp çürümesine bağlı. Bir de pillerin içindeki madde genleşip çatlaklar açarak sızıntı yapabilir. Avcılar bu konuda duyarsız, çevreyi düşündüklerini zannetmiyorum. Zaten avlanmaları bir kere vahşet boyutlarında. Zavallı av hayvanları kaçacak yerleri yok, insanlara karşı savunma da yapamıyorlar. Ava yaklaşmadan uzaktan nişan alıp yağlı kurşunlarla yaşamlarını yitiriyorlar. Zaten av hayvanlarının nesilleri tükenmekte bilinçsiz avcıların yüzünden. Av olmayan hayvanlar da tehlikede. Avcı av bulamayınca önüne gelen hayvana vahşice ateş ederek öldürme amaçlarını tatmin ediyorlar. Bir de avlandıkları çevreyi pil atıkları ile zehirliyorlar ya o daha da tehlikeli. Neyse yerdeki altı pili toplayıp çantama yerleştirdim. Atık  pil toplayan yere bırakacağım.

Kurumuş çam yaprakları üzerinde altı tane pil.

Yol kıyısında buralarda çeşme olduğunu gösterir mavi tabela görüyorum. Tabelada çeşmeden su  damlayan resmi var. Mavi çerçeve, beyaz zeminde siyah çeşme.

Araziyi bilmediğimden, gece karanlığında, üstelik araba ila bu yolları geçerken anlamıyorsun. Araba ile sürekli çıktığımı hatırlıyorum. Oysa durum ve yollar öyle değil. Hep ineceğimizi zannederken karşıma bir yokuş çıkıyor. Yaklaşık 5 Kilometre civarı. Neyse yapacak bir şey yok, düşük viteste, ağır ağır tırmanmaya başladık. Cem benden ileride gidiyor. Etraf çam ağaçları ile kaplı, sağ taraf yamaç. Sol yamacın devamı uçurum.

Ağır aksak olsa da sonunda zirveye vardık.  Burası Belpınarı geçidi. Rakım 1080 metre. Tabelada öyle yazıyor. Tabela ile birlikte KUZ ve Cem’in bisikleti ile birlikte çekiyorum bir poz.

Zirveye çıktık, biraz mola verelim bakalım. Zaten bizler için piknik alanı bile yapmışlar. Burada çeşmede elimizi yüzümüz yıkıyoruz bir güzel. Terden arınmak gerek kısmi olsa da. Eh madem piknik yeri o zaman kahveyi de burada içelim dedik Cem ile. Henüz karnımız aç değil. Piknik alanını duvarla çevrelemişler. İç kısımdan yolu ve harekete hazır bisikletlerimizi çekiyorum. Bisikletlerin başında Cem duruyor. Elektrik demir direk, telefon direği ağaç ve bayrak direği. Türk bayrağı hafif esen rüzgarda dalgalanıyor. Arkada çam ormanları yüksek dağlara doğru uzanıp gidiyor.

Kendimizi salıyoruz aşağıya doğru. Karşımıza küçük bir gölet çıktı. Henüz yağışlar başlamadığı için su seviyesi epey düşmüş durumda. Taşlarla örülü göletin bent duvarı vadiyi boydan boya kaplamış. Benden tarafta ise bendin zarar görmesi durumunda paket haline getirilmiş taş bloklar sıralanmış.

Biraz daha iniyoruz ve bahçeler görünüyor. Bahçelerin duvar boyuna asmalar dikilmiş. Tam da üzüm zamanı olmasa da asmalarda üzümler henüz toplanmamış. Bizim gibi yolcular için cennet sayılır asmadan üzüm koparmak. Asmada salkım salkım üzümler ye beni diyor.

Ben de kendime yetecek kadar 1 salkım koparıp yemeye başladım. Tadı nefis, zamanı biraz geçmiş olan üzümlerin şeker oranı iyice çoğalmış durumda. Üzüm salkımını yemeye başlamadan önce elime alıp yukarı doğru kaldırarak resmini çekiyorum. Sonrası malum sadece çöpü kalıyor ve onu doğaya bırakıyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Üzümün ağzıma bıraktığı tat ile kendimi yüksek dağların dibinden salıyorum. Kendi rüzgarımla beraber iniyorum yokuş aşağı. Cem önde gidiyor, karşıda yüksek, heybetli  ve bol kayalıklı bir dağ var.

Uzaktan pek fark edemedim, dağın dibine gelince fark ettim ki yamacın başlangıcında delikler var. Bu delikler insan yapımı, pencere gibi üst üste açılmış. Belki de eskiden yerleşim yeri olabilir. İnsanlar bu taş odalarda yaşamışlardır. Cep telefonumun optik olmayan digital zoom ile daha yakından bir poz çekiyorum. Yamaçtaki kayalar düz duvar gibi yüksek, sanki apartman daireleri gibi üst üste üç, dört pencere görünüyor. Yan yana geniş bir alana yayılmış delikler.

Yer yer zeytin bahçeleri ve zeytin ağaçlarını dikenlerin evleri karşıma çıkıyor. İşin ilginç yanı evin etrafında iri kaya parçaları var, evlerden büyük kütlede. Birinin ortası oyulmuş. Solda yüksek kayalıklı bir dağ var.

Küçük bir ova var altımda, burası düz bir alan. Benim olduğum tarafta yeşillikler içinde küçük bir köy saklanmış. Köyün ardı tarlalar dağların dibine kadar gidiyor. Ovanın ve köyün etrafı dağlarla çevrili. Sadece tam karşımda alçak bir yer görünüyor. Yolun da oraya doğru gittiğini buradan görebiliyorum. Yol yeni yapılmış gibi sanki ve yukarı doğru.

Neysek ki uzaktan gördüğüm yol henüz ulaşıma açılmamış. Normal yol sağdan düz gidiyor. Sadece diğer yola göre daha az eğimli yukarı çıkıyor. Yukarı ağır tempoda çıkarken yeni ağaçlar dikilmiş bir bahçe görünce duruyorum. Sınırına servi fidanları, önde taş duvar olarak yuvarlak örülmüş kuyu. Yanlarda iki dut ağacı ve arkada yamaca dikilmiş zeytin fidanları.

Kısa süren bir tırmanıştan sonra zirveye çıktık. Burasının rakımı 840 metre. Tabelada yazılana göre adı Yumrutepe geçidi.

Artık çıktığımız son geçit olsa gerek yolun kıyısına geldiğimde Akdeniz den gelen iyot kokusu burnuma geldi. Yolun aşağısında dolambaçlı yolun vadiye kıvrılarak indiğini görüyorum. Yol bir süre düz giderek vadinin derinliklerinde kayboluyor.

Sonunda D – 400 karayoluna vardık. Tabelalarda belirttiği gibi  sol tarafı Kaş – Antalya yönünü, sağ taraf ise Elmalı yönünü gösteriyor. Bizim yolumuz ikisi de değil. Üçüncü yol olan Fethiye yolu ama burada göstermiyor.

Gideceğimiz yolu gösterir tabela karşımda sağ tarafı gösteriyor; Kalkan.

Bu kavşakta ayrıca Likya Yolu olarak belirtilmiş tabelalar da var. Sola doğru Sarıbelen 3 KM, Sağı ise Bezirgan 4 KM olarak belirtilmiş. Bu yol Fethiye’den Antalya’ya yaklaşık olarak 500 Kilometre civarında olan yürüyüş yolu. Haliyle biz bisikletle yolculuk yaptığımızdan Likya Yolu uygun değil. Likya Yolu bazen karayoluna iniyor, çoğunluğu patikalardan ve dağ yollarında gidiyor. Belki bir gün bu yolu yürüyebilirim, belli mi olur.

Yüksek bir yamacın kıyısından kocaman bir kütle 10 – 15 metre civarında göçmüş. Bu göçme üzerindeki çam ağaçları ile beraber olmuş.

Ve deniz göründü çam ağaçları arasından. Alabildiğine mavi, bir o kadar  da engin. Ufuk çizgisi karışmış, görünmüyor mavilikler; gökyüzü ve deniz birleşmiş sevdalı. Bulunduğum yer denizden epey yüksek ve hala uzak. Ama iyot kokusunu hissedebiliyorum. Çam ağaçları arasından gördüğüm uçsuz bucaksız Akdeniz’e açılmaya çalışan adalar.

Solumuzda Akdeniz, inişe devam ediyoruz. Denize girinti, çıkıntı çok. Ufak tefek adalar da görünmekte.

Akdeniz’e açılmak isteyen adalara iyice yaklaştık. Karaya yakın olanı en büyüğü ve uzun, ardında daha küçük bir ada. Sol tarafta ise mini minnacık bir ada.

Kalkan’a geldiğimizi tabela gösteriyor. Resmini çekiyorum tabelanın, arkasında hız sınırı uyarısı 50 Km olarak belirten başka bir tabela geliyor.

Akdeniz’in tipik bitki örtüsü olan makiler çoğunlukta olmak üzere aralarda insan eli ile dikilmiş zeytin ağaçları da var. Bu zeytin ağaçlarının sahibinin evi de taş bir bina. Taş binanın resmini çektiğimde görüntüyü bozan etmenler bir elektrik direği demirden. Üzerinde trafo ve dağıtım yapan elektrik telleri. Buna yetmezmiş gibi telefon direkleri ve telleri de eklersen resmi karmaşık bir hale getiriyor.

Etrafa bakınca pek su kaynağı ve çeşme göremedim. Sert kayalar suyun yer altına girmesine izin vermiyor anlaşılan. Bu yüzden su sarnıcı yapılmış yağmur suları heba olmasın diye. Solda su sarnıcının geniş kubbesi görüntüde. Neredeyse yol seviyesinde ama içinde derin bir çukur olmalı. Kalkan kasabasının su ihtiyacı bu sarnıçlardan karşılanıyor olmalı. Cem yolun sağından gidiyor az ileride.

Öğle yemeğini Kalkan da yiyoruz çantalarımızdaki kumanyalarla. Yemeğimizi yediğimiz yer küçük yeşil çimenlik bir alan ve ağaçların gölgesi. Burada kahvemizi içip bir süre dinleniyoruz. Ardından yolcu yolunda gerek diyerek yola koyulduk. Yolculuğumuz deniz manzaralı ama süper lüks bir konforumuz yok. Kendi gücümüzle, pek çoğu kimsenin görmediği, hissetmediği manzaralar önümüzde yavaşça ilerliyoruz yol boyu. Belki de bu kadar yavaş gitmemiz ömrümüzü biraz olsun uzatır kaplumbağalar gibi. Ne kadar yavaş hareket edersen o kadar uzun yaşarsın hızlı hareket eden araçlarla seyahat edenlere kıyasla. Biz daha çok yaşayıp görüyoruz tane tane. Bisikletin getirdiği bir şey bu.

Kalkan civarı denizden epey yükseklerde ve arazi yalçın, sarp ve denize dik. Yol yukarılardan gidiyor. Bir süre böyle gittikten sonra birden bire karşımıza düzlük bir alana kurulmuş seralar göründü. Yukarıdan izliyorum seraları. Daha çok naylon örtülerle kaplanmış beyazlıklar. Her sera belli bir alanda, aralarda dar boşluklar ve tüm ovayı kaplamış durumda. Karşıda bir dağ daha ilerde daha büyük bir dağ ve bulunduğum yer arasına sıkışmış ova.

Daha önce karşıdan gördüğüm soldaki dağın etrafını döndükten sonra daha geniş ve büyük seralık ovaya geldik. Dağın ardında Patara antik kenti ve kumsalı var. Kahverengi tabelada Patara 3 Km Sola ok işareti ile belirtilmiş. Tabela orta refüjde kalın bir direğin üstünde.

Biz de Patara’ya doğru yola devam ettik ve Patara da olduğumuzu belirtir tabela göründü. Burası Patara’ya girişteki dar bir vadi. Girerken solda küçük bir alanda okaliptüs ağaçları olan yeri gözüme kestirdim. Buraya kamp atabiliriz diye aklımın bir köşesine kaydettim. Cem önde ben arkada gidiyoruz vadi boyunca. Bakalım karşımıza ne çıkacak.

Patara (Likçe: 𐊓𐊗𐊗𐊀𐊕𐊀, Pttara; Yunanca: Πάταρα), Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan beldesi yakınlarındaki bir antik kenttir. Bir Likya kentidir ve Likya Birliğinin başkentliğini yapmıştır. Likya birliğinin üç oy hakkına sahip altı kentinden biridir. Likya birliği toplantıları kentte bulunan birliğin meclis binasında yapılmaktaydı.

Hititçe’de Patar, Likya dilinde Pttara olarak anılan kentin MÖ 8. yüzyıl’dan bu yana var olduğu yapılan kazılar sonucu ele geçen somut verilerle anlaşılmıştır. İskender’in kuşattığı kentler arasında yer aldığı bilinir. Patara, Roma döneminde de çok önemli bir kent olmuş ve Likya-Pamphilya eyaletlerinin başkentliğini yapmıştır. Patara limanı, hububat deposu ve sevki açısından önem taşımıştır, Doğu Akdenizde bulunan 3 önemli hububat deposundan biri (Granarium) Patara’da bulunmaktadır. Bizans döneminde de gelişmesini sürdüren kent, hristiyanlarca önemli sayılmıştır. Noel Baba olarak bilinen Saint Nicholas’ın da Patara’lı olduğu söylenir.

400 metre genişliğinde ve 1600 metre derinliğindeki Patara limanının kumla dolmaya başlaması ve teknelerin yanaşmakta güçlük çekmeleri, Patara’nın giderek önemini yitirmesine neden olur. Rüzgarın savurduğu kumlar zamanla limanı doldurur ve kenti büyük ölçüde örter. Bugün kentte görülebilecek kalıntıların bir bölümü, kumlar altından iyi korunmuş vaziyette ortaya çıkarılmıştır.

Gelemiş köyünden 2 km sonra yol kenarında Patara’daki kalıntıların en görkemlilerinden Roma Zafer Takı görülür (Metius Modestus). Zafer takı, MS 1. yüzyıl sonlarında yaptırılmıştır. Tepeye doğru görülebilecek kalıntılar arasında Bizans bazilikası ve kutsal alanlar bulunmaktadır. Tiyatro tepenin yamacındadır. Tiyatronun yaslandığı tepede büyük bir sarnıç ile bir anıt mezar bulunmaktadır. Eski liman şimdi sulak alan durumundadır.

Ayakta kalan en eski demokratik meclis binası bu şehirdedir. 2010’da TBMM tarafından restore edilmiştir.

Alıntı https://tr.wikipedia.org/wiki/Patara

Patara antik kenti Antalya – Fethiye arasında, Ksanthos vadisinin güneybatı ucunda deniz kıyısında yer alır. Tanrı Apollon’un doğduğu yer ve Apollon kehanet merkezi olarak bilinen Patara, Lykia’nın en önemli ve en eski kentlerindendir.
Patara’nın tarihsel varlığına ilişkin ilk verileri Apollon kehanetiyle ilgili olarak tarihçiler Herodotos ve Hekataios’tan öğrenmekteyiz. Pers komutanı Harpagos yönetiminde ordunun İ.Ö. 540 yıllarındaki Lykia seferini anlatan ilk bilgiler Herodotos’a aittir.
Önceleri kent hakkında 6. yüzyıl öncesi hakkında yeterli tarihsel ve arkeolojik bilgi bulunmamaktayken, 1988 yılından beri kesintisiz yürütülen Patara kazılarında, Tepecik’te Tunç Çağı buluntularıyla bir arada ele geçen Protogeometrik çömlek parçaları, İ.Ö. 11. ve 10. yüzyıla tarihlenerek daha erken dönemler hakkında bilgi sahibi olmamız sağlanmıştır. Ayrıca Tepecik Sarnıcı içinden çıkan iki adet terrakotta heykelciğin Geç Tunç Çağ ya da Erken Demir Çağ içlerinden olması da sürekli bir yerleşimin izlerini işaret etmektedir.
Patara’nın en önemli yapılarından biriside Erken Roma Dönemi’nde yapılan Yol Kılavuz Anıtı’dır (Miliarium Lyciae). Bunun yanı sıra Patara Nekropolü ve mezar mimarisi kentin önemine koşut olacak denli çeşitli ve zengindir. Klasik bir Lykia kentine göre az sayıda da olsa, erken dönemi simgeleyen mezar bulunmaktadır. Buna karşın özellikle Hellenistik ve Roma Dönemi’ne ait çok sayıda farklı mezar mimarisi de Patara’ya özgüdür. Faklı tipte anıt mezarları yansıtan yapılar genelde limanın çevresinde yer almaktadır. Kentin mimarisine genel olarak bakıldığında da hem dönemsel hem de mimari açıdan oldukça geniş ve gelişmiş bir düzeyde olduğu görülmektedir.

Alıntı https://antalya.ktb.gov.tr/TR-112747/patara.html

Patara tabelası, yol ve yeşil ağaçlar. Cem önde gidiyor.

Karşıma ilk olarak antik bir kalıntı kazı alanı çıktı. Tel örgülerle koruma altına alınmış. Burası yeni keşfedilmiş bir alan. Toprak kazısından, tel örgü çiti ve direklerin renginden dolayı yeni olduğu kesin. Burada kemer biçiminde yarım bir duvar göze çarpıyor. Sanki bir tünelin kalıntıları. Dört sıra blok taşlardan kemer oluşturacak biçimde örülmüş. Başka bir şey yok ortalıkta. Derinliği 2 metre civarı. İşin ilginç yanı daha önce antik kente giden asfalt yolun altında olması. Nasıl bulunmuş bilmiyorum ama bastığımız yerin altında neler var belli değil. Geçmişte yaşanmış, yapılmış eserler toprak kazılmadan ortaya çıkmıyor. Kim bilir hangi hazinelerin üstünde yaşıyoruz. Altın, bina, ölmüşlerin kemikleri daha neler.

Kazı alanı 15 metreye 9 metre bir alan tel örgü ile kapatılmış. 2 Metre bir çukurda solda kemer taş blokları bir yerde bitmiş. Sağda da kemerin devamı olan duvar. Duvarın üstünde bir hayvan başı olan blok taş. En solda asfalt yol, bir kısmı kazılmış Kemer asfaltın 15 santim altında olduğunu gösteriyor.  Yolun solunda düz kayalık ve daha ileride buradan çıktığı belli olan taş blok parçaları dizilmiş durumda.

Burası antik kenti girişi, antik mezar yapıları karşılıyor bizi. Yolun altına doğru taş bloklarla yapılmış geniş bir mezar. Üstü uzun taş bloklarla kapatılmış. Bunların üstüne başka bir yerden getirilen lahit kapağını da üzerine bırakılmış öylece. Solda pembe salkım çiçek açmış bir ağaç. Lahittin arkasında yeni binalar. Burada Gelemiş köyü var.

Kentin girişinde mezarlıklar olur ve çeşitli biçimde ölülerini gömmüşlerdir. Bunlardan birisi de  dik yamaca oyulmuş mezar tipleri. İçerisi bir oda gibi oyularak genişletilerek ölüleri buraya koyuyorlarmış. İnanışlara göre ölmüşlerle beraber çeşitli değerli eşya, para gibi şeylerle gömülmesi olağan. Bu Öteki dünyada parasız pulsuz kalmasın diye yapılmasına karşı yaşayan insanlar öteki dünyada işine yaramayacağı bildiği bu değerli eşyaları ve paraları ta o zamanlarda soyup soğana çevirirlermiş mezarları. Ulaşılması zor ve gizli gömülenler hariç, onların hazineleri hala yattıkları yerde gömülü duruyorlar. Gözünü define ile bürümüş mezar soyguncuları kaçak kazılar yapıp mezarları talan etmeye devam ediyorlar hala.

Böyle bir çok oyulmuş mezarları yamaç boyu görüyorum. Cem bisikletiyle yolun solunda durmuş bu delik mezarlara bakıyor.

Mezar binası yapıldığı düzgün taş bloklara bakılırsa zengin birine ait olmalı. Binanın üstü kemerli yapı ile kapatılmış. Arkada  Gelemiş köyünün evleri görülüyor.

Daha önce antik kentin limanının kalıntıları olan lagünleri görüyorum. Etrafı sazlıklarla kaplı iki tane gölet var. Buraya kadar daha önce deniz varmış, kumlar deniz ile liman bağlantısını kesince bu lagünler kalmış geriye.

Roma döneminde 4. yada 5. yüzyılda yapılmış Kaynak kilisesinin kalıntılarını görüyorum. Bu kilise çeşitli zamanlarda depremlerle yıkılmış yeniden yapılarak 13. yüzyıla kadar kullanılmış. Türklerin gelişi ile terkedilmiş.

Bu kentte seramik fırınları olduğunu belirtir tabela konulmuş.

Tarihçesinde pek yazmasa da seramikleri ile ünlü olduğunu gördüğüm seramik atölyesinden anlıyorum. Atölyenin üzeri örtülmüş durumda. Hem kazı çalışmaları ince bir titizlikle devam ediyor hem de yağmur, güneş gibi etkenlerden atölyeyi korumakta. Atölyenin etrafı kalın taş duvarla çevrelenmiş. Sadece bir tane fırın sağlam duruyor. Fırın dar bir kemer biçiminde, arkaya doğru 1.5 metre kadar yapılmış.

Her ne kadar antik kent alanı olsa da burada yaşayan köylüler geçim derdinde. Toprak olan yerlerde zeytin ağaçları, meyve ağaçları ve tarlalar var.

Henüz antik kente varmadık, hala mezarlık, yani akropol alanındayız. Neyse ki devasa üç kemerli zafer takı az ilerde görüntüye girdi. Antik kentin girişi orası olmalı. Lahit mezarlar, yıkıntıları ve zafer takı tel çitlerle koruma altına alınmış.

Zafer takının dibine geldim. Zamanında önemli kent olması nedeni ile azametli ve muhteşem zafer takı inşa edilmiş Romanın ilk dönemlerinde. Zenginliğin, ihtişamın ve gücün simgesi. Güçlü orduya sahip olan Roma ordusu savaştan dönerken kazandığı zaferi bu takın altından geçerek kutluyorlardı. Tak üç gözden kemerli biçimde kalın duvarlı taş bloklardan yapılmış. Taş bloklar kusursuz işçilikle yontularak düzgün bir görünüm kazanmış yapı. Yanlarda birer, orta ayaklarda ikişer blok çıkıntı var. Orta ayakların üzerinde birer içe doğru dikdörtgen niş ve orta kemerin üzerinde odası olan bir pencere ile tamamlanmış. Sanırım bu odada kral ve komutanlar oturup takın altından geçen askerleri selamlıyorlardı.

Yol boyu etrafta büyük bir yapının kalıntıları görüyorum ama yakınına gitmeyi gerek görmedim. Uzaktan resmini çekiyorum sadece.

Geriye dönüp arkamda kalmış olan zafer takını çekiyorum. Karşıda küçük bir tepe ve Arnavut kaldırımı döşeli yol vadiye doğru gidiyor. Resimde sadece zafer takı yapı olarak görünmekte.

Antik kent kalıntıları bitiyor ve yolun iki tarafına dikilmiş okaliptüs ağaçlarının gölgesi altında gidiyoruz bir süre. Güneş tepede yaprakların arasından bana ışıltılarını gösterse de yol tamamen gölge. Cem ileride bisikletinle gidiyor.

Yol bitiyor ve kumluk alan başladı. Patara’nın meşhur kumlarındayız. Kumluk alandayız ama denize epey bir yol var. Denize insanların ulaşması için tren yollarından sökülen travers kalasları döşenerek yol yapılmış. Biz de bisikletten inmeden gidebildiğimiz karar denize doğru gideceğiz. Cem önde ben arkada okaliptüs, çam, zakkum ve ılgın ağaçları arasında traversli yoldan gidiyoruz.

Traversli yol bitiyor ve kumsal başladı. Bisikletleri yolun bitiminde park ediyoruz. Daha fazla gidebilmenin olanağı yok kumsalda. Kumlar alabildiğine çok ve ince. Kumların üzerinde ayak izleri var. Bir kaç çalı türünde ağaç kendine yaşam alanı oluşturmuş kumsalda. Küçük bir kum tepesi de oluşmuş rüzgarın etkisiyle.

Deniz sezonu bitmesine rağmen tek tük insanlar var kumsalda. Güneş şemsiyeleri denize yakın yerde açılmış durumda. Solda yiyecek içecek ve tuvaletlerin olduğu bir yapı görünüyor. Yapı ağaçlardan yapılmış ve yüksek değil. Öyle kalıcı değil, baraka türü bir şey.

Rüzgar sürekli estiğinden kumları bir o yana bir bu yana sürekli taşıyor. Kum çok ince, rüzgarda sürüklenmesi kolay. O yüzden insanların ayak izlerini çarçabuk siliyor bir süre sonra. Kuma yazı yazılmaz derler ya atalarımız aynen öyle. Yazarsın, bir süre sonra yazdıklarından eser kalmaz. Neredeyse silinmek üzere olan ayak izleri arasında sanırım serçenin biraz önce burada zıplayıp ayak izlerini bırakmış olduğunu görüyorum. Her ne kadar serçeler yazı yazamasa da ayak izleri bir süreliğine kumların üzerine bırakmış. Silinmeden önce resmini çekerek izleri kayıt altına aldım.

Kumsalın 18 Kilometre uzunluğunda olduğunu öğreniyorum. Büyük bir uzunluk ve geniş bir alan. Geldiğim yolu düşünürsem epey içerilere kadar bir alan kumsal. Geçmişte buradaki kumlar güçlü fırtınaların sayesinde Patara antik kentini tamamen kumlar altında bırakmış. Az insan olması nedeni ile kumların bir kısmı düz, ayak izleri bir taraftan bir tarafa yalnız gittiğini gösteriyor. Aslında buraya fırtına sonrası gelmek var. Kumların düzgün halini görmek isterdim insanların izi olmadan.

Hala denize ulaşamadım, yorgunluğu almak için biraz deniz sefası yapmak gerek. Bisikletleri park ettikten sonra çantalardan yanımıza sadece su donunu ve havluları alıyoruz.

Eşyaları koruma için teker teker denize giriyoruz Cem ile. Deniz sefamızı ve dinlenmemizi yapıyoruz bir süre. Deniz dalgalıydı, yüzebilmek için biraz açılmak gerekti deniz sığ olduğundan. Bu arada kamp yerini önceden gördüğümüzden orada yapmamız daha iyi olur düşüncesinde birleştik Cem ile. Deniz sefamız bitince giyinip bisikletlere binerek geri dönüyoruz geldiğimiz yoldan. Gelirken yakından bakamadığımız yerleri yakından görmek için antik kentte durduk. İlk gezeceğim yer amfi tiyatro, tiyatronu dış kısmındayım. Yüksek duvarlarla düzgün taş bloklarla yapılmış tiyatro binası bir dağın dibinde, yamaç başlangıcında yapılmış.

Tiyatronun içinde seyirci oturma bölümünün bir parçasını çekiyorum.

Zeminde oturma yerlerinin başladığı yerde kabartma taş blokta çeşitli figürler işlenmiş. Savaş kıyafeti ve bir kılıç figürü.

Tiyatrodan çıkıp yakınında olan meclis binasına doğru yöneldim. Dış yapısı tamamen düz taş bloklardan yapılmış. Biraz restore gördüğü anlaşılıyor ama çoğu orijinal durumda. Onun nedeni de limanı kumla dolduğundan kentin önemi bitince terk edilmiş kent. Kent boş ve bakımsız kalınca zamanla kumlar örterek kalıntılar dış etkenlerden ve depremlerden fazla zarar görmeden günümüze kadar ulaşmış.

Likya baş kenti oluşu nedeni ile önemli toplantılara ev sahipliği yapıldığından binanın dışında alınan kararları taş bloklara kazıyıp ilan ederek ölümsüzleştirmişler. Meclisin girişi ahşap kapıdan yapılmış.

Giriş kapısının bir kanadı açık. Kapı girişinin kenarları süslemeli taş bloklardan yapılmış.

Binanın dışında, az ileride kemerli bir yapı yapılmış.

Meclis binasına giriyorum, içeride mükemmel işçilikle yontulmuş düzgün taş bloklar ile duvarlar, basamaklar, kapı kenarları yapılmış

Giriş kapısının iç kısmı kemerli bir tünel ile üstü örtülerek yanında basamaklarla yukarı doğru çıkılıyor.

Meclis toplantısında senatörleri oturduğu yerlerin bazıları yeni mermerlerle değiştirilmiş. Eski olanların çoğu kırık dökük. Zemin ise olduğu gibi ortaya çıkanlar görünsün diye cam plakalarla kaplanmış. Üzerinde insanlar rahatça gezip dolaşsınlar diye kalın ve kırılmaz camlardan yapılmış.

Tiyatronun dış kısmı, devamında taş duvar yüksek ve kocaman devam ediyor.

Sütunlu yol, iki tarafında sütunlar dikili, bir kaçı tam diğer kalanı bulunan parçalarla yarım yamalak tamamlanmış. Zemin mermer taş bloklarla kaplı. Zenginliğin ve ihtişamın göstergesi. Sütunlu yol yaklaşık 100 metre kadar var.

Gezeceğimizi gezdik, deniz sefamızı da yaptık, göreceğimizi gördük ve akşam olmak üzere. Daha önce gözüme kestirdiğimiz yere doğru gitmeye başladık. Güneş ufukta yatık duruma gelince gölgem yamaca vuruyor bisikletimle beraber. Ben de bu görüntüyü cep telefonumla çekiyorum bir poz. Köyün bakkalından akşam için 5 litrelik su alıp bagaja bağladım. Suyumuz bitmek üzere ve yemek, çay ardından sabah için su gerekli.

Kamp yapacağımız yere geldik, Güneş battı ve akşam olmak üzere. İlk önce çadırları kurup yerleşiyoruz. Ardından aydınlatmalarımızla akşam yemeğini yapıp yiyoruz Cem ile. Yemeğin üstüne birer kahve iyi gider doğrusu. 1350 Metreden 0 metreye indik ama tüm gün boyu sürdü. Bu gün yaşadıklarımızı anımsayarak çaylarımızı içerken konuştuk gecenin karanlığında. Kamp yeri küçük bir park alanı, okaliptüs ağaçları dikilmiş. Park etrafı çit çalıları ile çevrelenmiş. İki tane de oturma bankı kurularak insanların dinlenmesi için güzel bir yer haline gelmiş. Bir eksiği çeşme olmaması. Bizim için de iyi oldu. Çit çalıları ardında bizleri pek göremiyor arabalarla geçenler.

Bir süre sohbet edip fazla geç olmadan çadırlara girip yatıyoruz. Uykuyu kaçırmamak gerek değil mi? Zaten tatlı yorgunlukla uyku hemen geliyor.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 66 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc