Etiket arşivi: antalya

Kayseri Festa 2200 2. Gün

26 Temmuz 2018 Perşembe

Tekir yaylası – Kayseri merkez

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden

Ataol Behramoğlu

Öne çıkmış olan görsel, büyük bir panoda “Gökyüzüne en yakın festival, Festa 2200” yazıyor. Kocaman ay, önünde bisiklete binen bir adam.

DSCN4574

2200 metrelik yükseklikte, Tekir yaylasının gece soğuğu pek uyutmadı desem yalan olmaz. Sabaha kadar dön o yana, dön bu yana, yarı uykuda, yarı uyanık sabahı ettim. Erkenden uyanıp kalkıyorum. Üzerimdeki ceketi bile çıkarmadım yatarken. Öylece kalkıp dışarı çıktım. Uyku tulumu ve matı kendi çadırıma götürüp havanın tertemiz, pırıl pırıl bir mavilikte, bulutsuz olarak Erciyes dağını çekiyorum. Erciyes dağını böyle çıplak görmek pek nasip olmaz. Güneşin ilk ışıkları Erciyes dağını aydınlatıyor.

DSCN4560

Etraf sessiz ve sakin olunca yer sincapları da ortalıkta cirit atıyorlar. Yanlarına varmadan, olduğum yerden optik zoom ile yakınlaştırıp iki yer sincabının resmini çekiyorum ama onlar çekildiklerinin farkında değil. Rahat davranıyorlar etrafta tehlike olmayınca.

DSCN4562

Kır renkli kürkü ve iri siyah gözleri ile çok güzel poz veriyor yer sincabı.

DSCN4565

Sabahın ilk ışıklarındaki çıplak Erciyes dağı Güneş yükseldikçe etraftaki bulutları toplamaya başladı bile.

DSCN4567

Yer sıçanı arka ayakları üzerine dinelip etrafı gözlemliyor. Ön ayaklarını da ağzına götürüp sanki bir şey kemiriyor gibi hareketler yapıyor.

DSCN4570

Burası Tekir yaylası kayak merkezi. Burada otellerle dolu, bir de cami yaptırılmış. Burada teleferik var ve kış aylarında kayak yapılırken kullanışıyor.

DSCN4573

Festivalin panosu kamp alanı girişine konulmuş. Üzerinde “Gökyüzüne en yakın festival” Festa 2200 yazılmış. Kocaman ay resmi ve ay önünde bisiklete binen bir bisikletli. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

DSCN4574

Kamp alanının girişinde iki tane daha afiş asılmış. Festa 2200 bisiklet festivali yazısı yanında bisiklete binmiş bir kadın iki elini yukarıya doğru kaldırmış durumda. Yanına da “İki tekerim çok şekerim” yazısı yazılmış. Diğer pankartta bisikletli bir grup, altına “Cennete yolculuğa var mısın” yazısı yazılmış.

DSCN4576

Her zamanki sabah kahvemi yapıp fincanımla Erciyes dağını çekerek kahvemi içiyorum. Yanımda olan şanslı kişiler de kahve içiyorlar.

20180726_074814_HDR

Bisikletim KUZ ve gidon çantamın üzerine kuşlar iki beyaz nokta olarak işaretini kondurmuşlar. Gidonumda üç tane kuş tüyü var. Mavi çadırım da resme giriyor.

20180726_081940_HDR

Sabah kahvaltısını yaptık, bu gün Kayseri merkeze gideceğiz. Burada kayıt yapılıp formalar dağıtılacak. Bisikletlerimizle yola çıktık bir grup, ineceğimiz yol ve aşağıda görünen Kayseri dağların arasında silik görünüyor.

20180726_123820_HDR

Kısa sürede şehrin kıyısına ulaştık. Burada durup şehri ve Ali dağını çekiyorum.

20180726_124016_HDR

Durduğum yerden kısa bir video çekiyorum, linki aşağıda.

https://www.youtube.com/watch?v=7_RtAK569Fo

İniş olunca haliyle kendimizi Erciyes merkezde bulduk birden bire. Erciyes meydanlarının birinde kavşaktan dikkatlice geçiyoruz. Trafikte araba çok buralarda ve yoğun. Alan geniş ve açık, karşıda tarihi taş bina var kubbeli.

20180726_131404_HDR

Buralarda ve çevrede orman olmayınca taş işçiliği çok gelişmiş ve evler, binalar taştan yapılmış İki tarihi bina yan yana, ikişer katlı.

20180726_131410_HDR

Birlikte kaybolmadan kayıt alanı olarak seçilen park içine vardık. Burada çadır tente altında kayıt masası oluşturulmuş. Festivale katılacaklar gerekli formları doldurup formalarını ve plakalarını alıyor.

DSCN4577

Ben de Eşpedal üyeleri ile birlikte sıraya girip kayıt olduk, torbaları alıp içindekilere bakıyoruz.

DSCN4578

Kayıt masasında Meliha Tekin oturmuş kayıt yaparken bir poz çekiyorum.  Bir kişiyi kayıt yaparken onun yüzüne, yukarıya doğru bakıyor. Yakasına güneş gözlüğünü takmış.

DSCN4580

Beni takip eden hayranlarımdan birisi ile tanışıyorum ama ismini yazmayı unutunca şimdi hatırlayamıyorum. Yanında Pınar ve Hakan var. Bana poz veriyorlar.

DSCN4582

Kayıt işlemleri sürerken bir yere oturup çayları ısmarladık. Toplam 6 kişiyiz, küçük bir masada çay bardakları olduğu halde garsona rica edip bizi çekmesini söyledik. O da kırmadı bu isteğimizi.

DSCN4585

Kayıt işlemleri bitince belediye otobüslerine bindik bisikletlerimiz ile birlikte. Şehir merkezinden Tekir yaylasına gidiyoruz. Belediye otobüsünün içindekileri ve bisikletleri çekiyorum. Sağda görme engelli arkadaşımız Hüseyin Garip oturuyor.

DSCN4586

1050 Metre rakımdan 2200 metre rakıma çıkmak bizi yoracağından belediye otobüsleri ile kısa sürede Tekir yaylasına, kamp alanına geldik. Akşam yemeğini Eşpedal üyeleri ile birlikte yiyoruz. Yemekten sonra saat 19:55 sıraları Ay Koç dağının tepesinden çıktığını fark edince fotoğraf makinem ile ay dağın ardından doğarken çekiyorum. Ayın 4/1 daha çıkmamış durumda. Yarın ay çıkışı 25 dakika sonra çıkacağından aklıma yarın akşam 20:20 de kamera ile hazır olmam gerektiğini yazıyorum.

DSCN4587

Sabırla ayın Koç dağından çıkışını takip edip ay tam yamaçtan kopunca bir poz yakaladım yakın olarak. Ay neredeyse dolunay olmak üzere, yarın tam dolunay olacak ve ay tutulması gerçekleşecek. Aya 2200 metre daha yakınında olmak heyecan verici. Ay gümüş bir tepsi gibi parıldıyor akşam seherinde.

DSCN4593

Ay yamaçtan yükselmeye başlayınca bir poz daha çekiyorum.

DSCN4594

Gökyüzü sakin, bulutsuz. hava henüz kararmadı, Güneş batmış olsa da ortalık aydınlık hala. Yamaçtan ayrılmış ayı normal boyutta çekiyorum. Çıplak gözle bile kocaman görünüyor.

DSCN4598

Hava kararınca siyah fonda ayı bir kez daha yakından çekiyorum. Aydaki kraterleri, koyu gölgeli deniz gibi yerleri ayrıntıları ile görüyorum. Ay tüm güzelliğini bana gösteriyor sanki.

DSCN4600

Kamp alanına kocaman bir sahne yaptılar, ışıklandırmaları da yanıyor gecenin karanlığında. Yüksek direkteki parlak sarı ışık etrafı aydınlatıyor. Yanında cami ve iki minaresi ile birlikte oteller de aydınlanmış. Kayseri büyükşehir belediyesinin bayrak flaması da sağda.

20180726_212639_HDR

Antalya’dan festivale gelmiş dostlarımızdan Nafiz Sağdur kapşonunu başına geçirmiş. Başının üzerinde parlak ay ile birlikte çekiyorum.

DSCN4602

Nafiz’in yüzü karanlıkta görünmüyor, sanki uzaydan gelmiş yaratık gibi ortalıkta dolaşıyor. Başının üstündeki ay da gecenin karanlığında daha da parlak görünüyor.

DSCN4606

Güneş batınca yaylanın serinliğinden çok soğuğu kendisini hissettiriyor. Üzerimize kalın bir şeyler giyip sahnenin önünde toplandık. Burada varillerde odunlar yanmaya başlayınca ateşin etrafında oturup ısınmaya çalışıyoruz. Solda içinde ateş yanan varilden alevler çıkarken Pınar duruyor. Evli olan Nevin ve Hüseyin Garip çifti de birbirlerine sarılmış ısınmaya çalışıyor.

DSCN4608

Antalya dan gelmiş olan dostum Şirin Baba gülerek poz veriyor. Başında şapkası, gözünde gözlüğü sakalsız Şirin baba, Ceyhun Altın varildeki sıcaklıktan faydalanıyor.

DSCN4611

Varil sanki ateş yiyen bir canavar gibi yalımlar saçarak yanıyor. Alevlerin kızıllığı ortalığı aydınlatırken yakından bir poz çekiyorum. Uçları kızıla dönmüş sarı renkli alevler.

DSCN4616

Dışımızı varilde yanan ateşten ısıtırken içimizi de bol sıcak çay içerek ısıtmaya çalışıyoruz. Soğuk anca böyle def edilir.

DSCN4622

1.5 Metre boyda renkli neon lamba harflerden büyük olarak Erciyes yazılmış. Harflerin rengi yeşil, sadece Y harfi kırmızı renkte. Gece karanlığında ışıl ışıl parıldıyor.

DSCN4623

Kayserili bisikletçi olan Hamdi yanımıza gelip kahve pişirmeye başladı. Kocaman cezvesinde gaz tüpü ile kahve pişirip bize ikram etti. Sonunda bana rakip birisi çıktı. Ağzında sigarası, elinde cezveden fincanlara kahve dökerken bir poz çekiyorum.

DSCN4630

Alevler sönesiye kadar oturduk varillerin başında. Vücudumuz iyice ısındı, soğutmadan çadırlara gidip uyku tulumunun içe girmeli diyerek çadırlara dağıldık. Bu gece dünkü gece gibi soğuk değil. O yüzden üşümeden uykuya daldım mışıl mışıl.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 25 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Garip Bir Akdeniz 3. Gün

30 Eylül 2017 Cumartesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Çalgılar susar heves kalmaz
Şatârâbân ölür

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, altı kişi oturmuş, bir kişi ayakta. Dilek önde, bisikleti ile poz vermiş oturarak.

Nedense Antalya da güneşin erken doğması yaşadığım İzmir’e göre sabah kalma saati daha da erken oluyor. Sabahın körü derler ya, işte o kadar erkenden kalkıyorum. Havasından mıdır, suyundan mıdır, güneşinden midir bilemedim ama yakınlarda öten horozlarla beraber uyanıyorum. Horozlar öterken ben henüz tuvaletlerde kuyruk oluşmadan işimi hallediyorum. İşte benim gibi İzmir de yaşayan Tolga Tunalı da erkenden uyanmış saçı başı dağınık biçimde çadırının içinden kafasın çıkararak şaşkın şaşkın bakıyor. Tabi ki alışkın değil bu kadar erken uyanmalara ama burası Antalya. Akdeniz’in incisi, güneş burada da doğudan doğuyor ama bir farkı var. Bir kıyıdan doğup diğer kıyıdan batıyor her gün.

Tolga Tunalı tünel biçimindeki çadırın fermuarını sadece üstten açıp kafası görünüyor sadece. Uzun saçları yastıkla beraber dağılmış durumda. Tolga’nın çadırı diğer çadırlara göre daha alçak seviyede. Arkada görünen çadırlar kendi çadırının boyundan yukarıda. Çadırın altına ayakkabı ve terliğini sokuşturmuş.

Kahvaltıyı yapıp bu günkü tura hazırlanıyoruz. Hareket saati belli, görevli arkadaşlar da son dakikalarda katılımcıları uyarıyor. Hazır olan kamp alanına sapan yolun başına gelerek beklemeye başlıyor hareket saatini. Ben her zaman olduğu gibi pratik olarak çabuk hazırlanırım yola çıkmaya. O yüzden beklerken çevrenin resimlerini çekiyorum. Bu sabah Olimpos dağının başı dumanlı. Güneş ışıklarını çoktan vurmaya başlamış bile. Önümdeki arazinin girişi parmaklık kapı ile kapatılmış. Kapının ardında küçük bir dere var. Sazlardan anlıyorum orada dere olduğunu. Elektrik direği ve teller havada. manzarayı bozuyor.

Tahtalı dağı, eski adıyla Olimpos dağının devamı olan Beydağları uzaktan üç sivri tepeleri ile kendini gösteriyor.

Hareket saatini bekleyen bisikletliler toplanmış. Hava parçalı bulutlu olduğundan güneş vurmuyor bisikletlilere. Asfaltta festivalin amblemi ve ok işareti duruyor.

Hareket saati değil de son kalanlar toparlanıp geldikten sonra yola çıktık. Tekirova içinden geçerek ana yola geldik. Bu gün sol tarafa doğru gideceğiz. Tabi ki yola çıkar çıkmaz yokuş başladı. Herkes kendi gücüne göre serbest sürüyor. Önümde dağlar, solda çay yatağı ve yolda giden bisikletliler.

Tırmanırken sağda mola noktasını görüyorum. Mola yerinde yüksek kayalıklar, dibinde akan çayın çınar ağaçları ile örtülmüş durumda. Burası daha çok arabaların yoldan geçerken dinlenmeleri için yapılan bir tesis. Yapan da Orman bakanlığı. Tabelada “Beydağları sahil milli parkı Yarıkpınar mola noktası” diye yazılmış.

Biraz daha tırmandıktan sonra kaybettiğimiz suyu takviye etmek için solda mola yeri ayarlamışlar. Görevli arkadaşlardan birisi de yolun durumuna göre bisikletiler sol şeride yönlendirip mola yerine gitmelerini sağlıyor. Önümde bir kişi sol şeridin solundan gidiyor. Ben de sol şeritteyim.

Mola yerinde su, soda ve muz dağıtımı yapılıyor. Burası kalabalıktan ana baba günü gibi görünüyor. Bayağı kalabalıkmışız. Mola yeri mıcır dökülmüş düz ve geniş bir alan. Etraf, yamaçlar çam ağaçları ile kaplı.

Bulunduğumuz yer aynı zamanda yürüyüş rotalarının olduğu yer. Sarı tabelalar direğe takılıp gidilecek yerleri ve kilometresi yazıyor. Sol tarafı gösteren iki tabela var. Üstekinde; Tekirova 7 Km, 4 Saat. Alttakinde Tekirova Bükü 5 Km, 4 Saat yazılı. Nedense biri 5 biri 7 Km olmasına karşın ikisine de yürüyerek 4 Saatte gidilebilmesi biraz tuhaf! Sol tarafa ise Beycik 3 Km 1.30 dk yazılı. Yani 1 saat 30 dakikada yürüyerek ulaşabilirsiniz. İki tarafa da 18 yazılmış. Herhalde yürüyüş rotasının numarası olsa gerek.

Mola bitiminde tekrar tırmanışa geçtik. Eğim biraz fazla ve sürekli olunca ikinci bir su molası daha vermek zorunda kaldık. Bu kez sağ tarafta, yol ayrımında araçlar durmuş gelenlere su veriyor. Ben de onları çekiyorum. Asfaltta sağa ok işareti, bisiklet resmi ve MOLA olarak boyanmış. Ok ve bisiklet beyaz renkte, mola mavi renkte. İleride iki araba ve su alan bisikletliler.

Hava parçalı bulutlu demiştim daha önce. Bulutlar daha çok dağların tepesinde. Dağlar bulutları başında toplayıp rüzgarın etkisi ile parçalanıp üzerimizden geçiyor. İşte karşımda dağlardan kopup gelen parçalı bulutlar masmavi Akdeniz gökyüzünü beyaza boyuyorlar ressamın fırçası değmiş gibi. Yeryüzünü ise yeşile boyamış ağaç biçiminde. Ressam sıkılmayalım diye ağaçların tonlarını değiştirmiş. Bununla beraber boylarını da uzatmış gökyüzüne. Çam ağaçlarının açık tondaki yeşili, aralarında uzun servilerin koyu tonda yeşili desenleri görselliği tamamlamış. Bunun yanında kesilen ağaç gövdeleri dere yatağında karşıdan karşıya köprü olarak konulmuş. Kesilen ağaçların dalları, yaprakları kahverengi olarak tabloda yerini almış durumda. Ağaçlar birbirine girmiş sık bir orman görünümünde. Ormancılar da aralarda kalınlaşmış ağaçları ayıklayıp ormanı gençleştiriyor. Gövdeler taşınıp kereste olacağı yere götürülecek.

Yaklaşık 10 kilometre kadar, biraz fazlası tırmandıktan sonra bir süre yayladaki gibi düz giderek Çıralı kavşağına geldik. Çıralı yolun solunda kalıyor. Kahverengi renkli tabelada; Çıralı, Yanartaş (Chimaera) 7 yazısı var. Yani 7 Kilometre deniz kıyısına kadar safi iniş olacak.

İniş başlarken dağların arasından görünen bir parça Akdeniz’i çekiyorum manzara eşliğinde. Ağaçlar ve otlar önümde.

İniş dik ve tehlikeli olan yerlerde görevli arkadaşlar yerleştirilmiş uyarı için. Bir kadın, elinde beyaz renkli festival bayrağını sallayıp inen bisikletçiyi uyarıyor, tehlikeli viraj var diye. Ben de bayrağı sallarken resmini çekiyorum. Etraf çam ağaçları, otlar sararmış.

Daha aşağıda bir görevli yolun ortasına bayrağı taşlar yardımı ile dikmiş. Kendisi 15 metre aşağıdaki sert virajın başında duruyor. İnen bir kadın bisikletçi bunu görerek yavaşlıyor. Asfalta da mavi renkli sprey boya ile KESKİN VİRAJ yazılmış.

Başka bir arkadaş ise yolun sağında çam ağacı gölgesine sığınmış tek ayağı yerde, diğerini dolamış. Elinde bayrak, kafasında da şapka yerine henüz poşetinden çıkarılmamış tişört duruyor.

Aşağılarda kadın görevli, o da sağda çam ağaçlarının gölgesine sığınmış. Elinde bayrak ile bizleri uyarıyor.

Gültekin abi de sarı tişörtünü giymiş elinde bayrakla gülerek bana yavaşlamamı söylüyor. Yerde 1 rakamı boyanmış mavi renkte. Demek ki tehlikeli iniş azaldı.

Son virajda da gülümseyen biri bayrağını iyice yukarı kaldırmış. Antalyalıları seviyorum. Hepsi güleç, sıcakkanlı Akdeniz insanı. Akdeniz insanı sevimli ve güleç yapıyor demek ki.

Tehlikeli iniş ve sert virajlar bitiyor ve yol düzleşiyor birden bire. Vadinin içinde giden yol uzayıp gitmiş. Solda iki bisikletli durmuş çam ağacının altında. Çam ağacının gövdesi kalın, asırlık.

Solda kayaçlar tepeler sert görünümlü. Sert kayaların çatlaklarında yer yer çam ağaçları kendine yaşam alanları oluşturmaya başlamış bile.

Sonunda Çıralı olarak anılan yere geldik. Burası turistlik belde. Cafeler, resoranlar, pansiyonlar, oteller kaplamış buraları. İşin ilginç yanı hem Yörük hem de cafe, bir de resaurant patlatmış . Al sana Avrupabesk. Turistlik olunca sokaklar kilitli beton taş ile kaplamış belediye. Şehrin girişinde bayrağını sallayan oto  yarışçıları gibi Cem Salih Altın karşılıyor. Bizi hem yönlendiriyor hem de artık inişiniz bitti, geldik diyerek yavaşlamamızı istiyor Cem. Arabası ile gelen Tolga kapısını açmış ayakta Cem’in bayrak sallayışını izliyor.

Kıyıda, kumsalın başladığı yerdeki işletmede durduk. Burada hem denize gireceğiz hem de öğle yemeği yenilecek. Bisikletçilerin androidi Gökay kendine oyalanacak iş bulmuş. Bisikletin birini ters çevirmiş tamiratını yapıyor. Yanında da bisikletin sahibi üstü çıplak çömelmiş Gökay’a bakıyor. Gökay her işten anlıyor, anlamadığı, bilmediği iş yok. Becerikli elleri ile bisikletin üstesinden geliyor. İki kişi bisikletin başında çömelmiş. Yeşil renkli bahçe hortumu da yerde.

Bisikletim KUZ her zaman çantalı olur. Bu gün sadece bir çanta takılı. Ona da; tamir takımları, pompa, kahve takımları, deniz donu ve havlu koymuştum. Çıralı’nın denizi, kumsalı çok güzel, bunu bildiğimden gelir gelmez hemen su donumu giyiyorum. Yemekten önce denizin tadını çıkarmak gerek. Bisikletim KUZ ve diğer bisikletler park etmiş durumda. Kumsalda hasır şemsiyeler ve deniz.

Denizin tadını çıkarıyorum bir süre. Harika bir günde harika bir denizdeyim. Deniz keyfimi çıkardıktan sonra kurulanıp kuru elbiselerimi giyerek yemeğimi aldım. Karnımı doyuruyorum bir güzel. Kahveyi burada içmiyorum. Olimpos antik kentinde içmeye karar verdim. Yemeği yer yemez bisikletimi alıp yürümeye başladım. Çünkü gideceğimiz yere doğru herhangi bir yol yok. Sahilde, çakıl taşlarından bisikletleri elde Olimpos’a doğru gitmeye başladık. Sahilde bisikleti ile yürüyenler, karşıda kocaman bir dağ. Yalçın kayalıkları ile korkunç bir devi hatırlatıyor. Sanki yere yatmış Olimpos şehrini koruyor gibi. Sahilin bitiminde sağ tarafta vadi görünüyor. Olimpos antik kenti burada. Denizde bir tekne demirlemiş durumda.

Kumsal bitmek üzere. Vadiye girmeden üs tarafındaki kayalıklar sivri sivri, ilginç bir görünüm sergiliyor. Ben de resim çekerek anılarıma katıyorum. Kumsalda plastik bir baraka duruyor öylece, içi boş.

Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarla çakıllar üstünde birlikte resim çekiliyoruz. Cep telefonumu bizi çekmesi için bir arkadaştan rica ettim. O da kırmayıp çekti. Soldaki arkadaşın ismini bilmiyorum. Yanında Nafiz Sağdur, ben, Cem ve Dilek Koçyiğit. Ellerimizde bisikletler, arkada çayın ağzı olan azmak su birikintisi. Üzerimizde festivalin formaları var.

Antik kente giriyoruz. Burada yukarılardan gelen su kaynağı var. Suyu görünce kaynağına kadar gidip sularımı tazelemeyi düşündüm. Su birikintisinin etrafı antik kente ait duvar kalıntıları var.

Dar bir yoldan yürümeye başladım içeriye doğru. Taş duvar kalıntıları arası, 30 santim duvar örülmüş. Etrafı ağaçlar kaplamış, gölgelik.

Yüksek duvarlı taş binalar, kapısına tahta çit konulmuş. İçeride taş lahit var. Kapağı üstünde duruyor mezarın. Alın ve yan kısmında ay ve içinde yıldızı belirtir yuvarlak desen yapılmış.

Suyun kaynağına geldim. Mataramı ve 1.5 Litrelik pet şişedeki suları boşaltım. Kahveyi taze sudan pişireceğim. Nafiz sularımı doldururken beni çekiyor. Karşımda bir ağaç gövdesi, bana doğru gelen dalı kesmişler.

Suları doldurup geri dönüyorum. Daha önce buraları görmemiştim. Resim çeke çeke ve de iyice görerek yürüyorum. Buralar yoğun olarak evlerin yapıldığı yer. Duvar kalıntıları bunu gösteriyor.

Taş duvarlar, kemerli yapılar, birbirine geçişi sağlayan kapılar. Bu demektir ki şehirdeki evler birbirine bağlı. Herhangi bir saldırıda kolay kolay ele geçirilemiyormuş. Komşudan komşuya geçitler sayesinde iyi bir savunma ile kendilerini koruyorlarmış.

Pek eski olmadığı taş duvarların yapısı, kemerde kullanılan taşların özensiz örülmesinden anlaşılıyor. Özensiz seçilen taşlar yontulmadan öylece örülmüş. Bu demektir ki yakın zamana kadar burada insanlar yaşamış.

İki bina arası dar bir yol burada insanların, silahlı atların geçişini zorlaştırmışlar. Sadece yürüyerek geçilebilecek kadar. Anca iki kişi yan yana yürüyebilir. Duvarlar yüksek.

Dar yolda Nafiz durmuş sağ tarafa bakıyor. Duvar yüksek olmasına rağmen üzerini ağaç dalları örtmüş durumda. Binanın kapısından gelen güneş ışınları Nafiz’i nur içinde bırakmış.

Nafiz’in baktığı yere ben de gelip bakıyorum. Bir kaidenin üzerinde lahit mezar var. İşlemeli olan taş lahit mezar soyguncularının vahşice hışmına uğramış. Bir iki altın için acımadan tarihi güzellikleri tahrip etmekten çekinmiyor mezar hırsızları. Kapağı kırılıp parçalansa da birleştirip sandukanın üzerine konulmuş. Sandukanın yanında ise kocaman bir delik delinerek parçalanmış. İçerisi karanlık görünüyor. Arkeologlar kazıda buldukları bu lahitin parçalarını birleştirerek buraya, binanın içine konuşmuş. Gelenler insanların ne kadar acımasız olduğunu görsünler diye sergileniyor. (Bu resim 2017 de çekildi. Aradan iki yıl geçti ve 2019 yılında basit bir ağaç kesme yüzünden kazı yardımcısı bıçaklanarak katledildi. Gerçekten insanlar çok acımasız. Her şeyi, yaşamı yok ediyorlar. Ölen arkeoloğu rahmetle yeri gelmişken anıyorum.)

Lahidin yan kısmından resim çekiyorum. Kapağın yanında çıkıntılar var. Sanduka tarafında yanlarda simetri biçimde bir vazo ve yukarıya doğru uzamış sarmaşık oyulmuş, Ortada iki dikdörtgen çerçevenin birinde ay yıldız kabartması var. Diğer çerçevenin içi boş.

İleride, ağaçların arasında yüksek bir binanın epeyce yüksek kalın duvarı göğe yükselmiş. Duvarın köşesinde altıdan fazla delik bırakılmış. Duvarın sol tarafı düzgün ve bozulmamış, sağ taraf ise çoğu yıkık durumda.

Kaynaktan çıkan su artarak akmaya devam ediyor sık ağaçların arasından. Dere yatağı antik kentin yıkılmış taşlarından oluşmuş.

Dere akıp gitsin diye taşlar kanal biçiminde örülmüş. Ağaç dalları arasından süzülen güneş ışıkları akan derenin suyuna vuruyor. Taşların bazıları kahverengi renginde.

Kent kayalığa kadar gidiyor ve kayalığın üzerinde kale surları yapılmış. Kent savunmasında yardımcı oluyor surlar.

Yerlerde yatan, henüz kazılmamış halde duran sütunlar, işlenmiş kiriş taşları yarı toprak içinde. Sararıp kurumuş, kahverengiye dönmüş yapraklar ise gri renkli mermer parçalarının arasında renk uyumu oluşturmuş.

Dere kenarından patikaya ulaştım. Az ileride kemerli duvarları olan yapının önündeki geniş alanda oturuyoruz. Burası ağaçların gölgesi. Kahveyi burada pişireceğim suyun kaynağından aldığım taze su ile. Bisikletler park etmiş gölgede. Denizli den arkadaşım Halil İbrahim Kurt elinde bisikleti ile bana gülümsüyor. Hüseyin’i kahve içmeye davet ediyorum.

Neyse 30 santimlik bir yükselti duvara oturduk. Kahve takımlarımı çıkarıyorum. Taze doldurduğum sudan biraz içeyim dedim mataramdan. O da ne su içilmeyecek kadar acı. Tüh tüm sular acı, ne yapacağız kahve için. Şişe ve mataramı boşaltıyorum, içilecek gibi değil. Arkadaşların mataralarından su alıp kahveleri pişiriyorum. Yanımda 7 kişi var. İki kez kahve pişirerek içiyoruz muhabbet eşliğinde. Oturanlar soldan Halil İbrahim Kurt, Cem Tabanlı, ben, İlhan Balkan , Nafiz Sağdur ve Ali Kırbaş. aramızda tek kadın Dilek Koçyiğit ise aşağıda yerde oturuyor. Turuncu renk ile süslenmiş bisiklet önde duruyor. Bu bisiklet Dilek’in, turuncu rengini çok sever. Toplam sekiz kişiyiz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Uzun saçlarımı salmışım omuzlarımdan aşağı. Önümde cezve, içinde kahve pişiyor ocakta. Dört fincan ve kahve kutu üzeri düz olan bir taşın üzerinde Saçlarım kumral, keçi sakalım neredeyse beyaza bürünmüş, siyah çok az. Saçlarımda ise beyaz yok.

Kahve molasını bitirip fincanları ve cezveyi yıkatıp toparlanıyorum. Yola çıkıyoruz, kavşakta bekleyen şeker portakalı gülümsemesi ile Halil Şenel bizleri karşılıyor elinde bir kasa armut ile. Bize yiyin yiyebildiğiniz kadar deyip kasayı uzatıyor. Mide hepsini almaz, sadece iki tane armut alıyorum. Elbette içlerinden en iri olanlardan seçiyorum. Halil’in kafasında kırmızı renkli bandana, tepesinden yukarı fışkırmış kıvırcık saçları ve uzamış siyah sakalı, güneş gözlüğü ile bana poz veriyor. Yüzünde deri parçası çok az görünüyor. Her tarafı kıl. Arkada takviyesini yapıp yola çıkanlar var.

Armut aldıktan sonra su takviyesi yapıyorum. Mataram ve su şişesini içindeki acı suyu temizlemek için tatlı su ile iyice çalkalayıp dolduruyorum. Önümüzde yine sıkı bir rampa var. Yanımda su olmalı. Takviyemi yaptıktan sonra yola çıkıyorum. Henüz rampa başlamadan solda bir deve heykeli görünce durup resmini çekiyorum. Devenin üzerinde bedevi bağdaş kurup oturmuş. İlginç olanı ise devenin kulaklarında kulaklık takılmış. Yani kulaklığından müzik dinleyerek yürüyen deveyi betimlemişler. Deveye kamp reklamı tabelası asılmış iple. Arkada çam ağaçları.

Tırmanış başladı, ağır tempoda tırmanırken bir çeşme görüyorum. Duvar yazıcıları çeşmenin aynasını yazı ile donatmışlar renkli sprey boyalarla. Yazılar üst üste, en son yazanın yazısı en üstte. Renkli yazılar çok olmasına karşın çeşmeden bir damla bile su akmıyor. Soldan plastik borular çeşmeye kadar gelmiş ama suyun kaynağında su yok demek ki. Çeşme kayanın dibine yapılmış, etraf çalılar ile kaplı.

Yavaş yavaş, tıngır mıngır çıkıyoruz, yolda yürüklerin işlettiği gözleme yerinde çay içiyoruz. Çay ucuz, kimisi acıkmış gözleme ısmarlıyor. Sonrasında tırmanmaya devam ediyoruz. Bahçenin birinde tel çitten taşmış üzümlerden koparmak için duran arkadaşları görünce ben de duruyorum. Arkadaşlar da Nafiz Sağdur ve Cem Tabanlı. Üzüm koparırken Nafizin bir ayağı birden bire toprağa gömülüyor. Ayağı boşa gidince kendini koruyup yere oturuyor öylece. Çok komik bir durum, hem Nafiz kendi haline gülüyor hem de biz gülüyoruz. Bir üzüm uğruna neredeyse ayağını kıracaktı Nafiz. Neyse ki biraz sıyrıkla atlattı. Üzeri naylon ile örtülüp toprakla kapatılmış çukur 40 santim civarında bir derinliğe sahip. Gizli bir tuzak gibi. Belki de bahçe sahibi böyle tuzaklar yapmıştır üzüm koparanlar için. Bilemiyorum, aklıma bu gibi düşünceler geliyor. Bu duruma epeyce gülüyoruz. Nafiz’in bir ayağı dizine kadar çukurun içinde. Kendisi de yola oturmuş durumda. Arkada bahçenin çit telleri ve üzerinde asma yaprakları.

Nafiz ayağını çukurdan çıkarırken çekiyorum bir poz.

Çukurdan ayak çıkınca kontrol ediyoruz. Bu arada ayakkabı ve çorap ta çıkıyor. Burnumuzu tutarak kokan ayağı inceliyoruz. Neyse ki bir şey yok. İri gövdesi ve uzun boyu ile kapı gibi olan Nafiz dengeli oturunca ayağına bir şey olmadı. Ağır gövdesi yana doğru devrilseydi ayak kırılırdı. Nafiz bizle beraber hala gülüyor. Yerde kopardığı üzüm salkımı duruyor. Düşerken elinden düşürmüş olmalı.

Ayağında bir şey olmadığını anlayınca çorap ve ayakkabısını giyerek ayağa kalkıyor Nafiz. Alt tarafı bir – iki salkım üzüm ne hale getirdi bizi. Neyse ki neşeli insanlar olduğumuz için gülerek atlattık bu durumu. Allah beterinden korusun. Cem’in elinde bir salkım siyah üzüm Nafiz ile bir poz çekiyorum. İkisi de gülüyor resim çekilirken. Arkada çit tellerine sarılmış asma üzümü, bahçede nar ağacı, narlar kırmızı renkte henüz koparılmamış.

Yola devam ediyoruz, ana yolda bize greyfurt suyunu buz gibi ikram ediyorlar. Zorlu tırmanıştan sonra bunu hak ettik. Mehmet Ali Akyüz bize çubuk dondurma ikram ediyor. Çikolatalı dondurmaları yiyoruz. Nafiz iki taneden fazla yiyor. Anca doyuyor mübarek. Artık zirvedeyiz ve bundan sonra 7 Kilometreden fazla sadece ineceğiz. O yüzden üzerime rüzgarlığımı giyiyorum ve kendimi bırakıyorum yer çekiminin kuvvetine. Zaman zaman 60 Kilometre hızı geçiyorum inerken. Hız yüksek olunca kısa sürede Tekirova’ya gelip kamp alanına vardım. Hemen su donumu giyerek denizde yıkanıp duşumu aldım. Kuru elbiseleri giyip akşam yemeğini beklemeye başladık çadır alanında. Nafiz de çiğ köfte ısmarlamış bir tabak. Çiğ köfteyi hep birlikte yiyoruz. Cem Tabanlı da çok leziz diyerek yiyor çiğ köftelerini, üzerine limon sıkarak marul yaprağı ile beraber. Nafiz çaktırmadı, sonra söyledi çiğ köfte et ile yapılmış diye. Cem Tabanlı vejeteryan olduğu için et yemiyor. Uzun süredir et ve et ürünlerini yemediği için ağzına leziz geldi çiğ köftedeki et. Neyse ki et yemese de bizler için ve Cem  için bir anı olarak kaldı.

Akşam yemeğini yedikten sonra kamp alanındaki sahnede dans gösterileri başladı. Masalara oturup izliyoruz dans gösterisi yapan grubu. Sahnede kadınlar önde, erkekler arkada dans figürleri yapıyor. Kimileri cep telefonu ile video çekiyor dans edenleri. Sahnenin altında Kemer Belediyesi yazan pankart var.

Dans gösterileri bir süre devam ediyor. Bittikten sonra festivali düzenleyen arkadaşları tanıtıp tek tek sahneye davet ediyorlar. Hepsi sahneye çıkınca el ele tutuşup oynuyorlar. Toplam 12 kişiler.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar eğleniyoruz. Zamanla birer ikişer çadırlarına çekilenler ortalığı sakinleştiriyor. Ben de uykum gelince çadırıma çekilip uyku tulumunun içine girerek tatlı bir uykuya dalıyorum. Uyumak gibisi yok

Bu gün toplam 52 Kilometre civarı yol yaptık. Zorlu çıkışlar ve bir o kadar inişlerle.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

İki Garip Bir Akdeniz 1. Gün

2 Eylül 2017 Perşembe

İzmir – Kemer – Tekirova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, altı kişi, bisikletlerimiz yüklü olarak poz vermişiz yan yana.

2017 Eylül ayında Keşan dağ bisiklet festivalinde kullanılan formanın tasarımı çok hoşuma gitmişti. O yüzden kendime ücretini ödeyip sevgili Hakan Eşme’den sipariş ettim. Formadaki tasarım evrende bulunan karadeliklerin bisikletçilere uyarlanmasını anlatıyor. Formanın ön yüzünde karadeliğin solucan denen giriş kısmı çizgilerle belirtilmiş. Bisiklet parçaları, bir kadın, bir erkek, aşkı temsil eden kalp, müzik notası çizilmiş. Boşlukta karadeliğin muhteşem çekim gücüne yakalanmış, dağınık olarak merkeze doğru çekiliyorlar. Üstte solda ismim Urim Baba’CAN olarak yazılı. İsmimin üstünde ise burcum olan Balık takımyıldızı konulmuş. İngilizce Piece yazılı. Karadeliğin dış kısmı siyaha yakın koyu renkler, iç tarafı mavi renkte. Formanın arkasında da karadeliğin çıkış kısmında tüm parçalar birleşip bisiklete binen kadın ve erkek var. Yani gelecekte olacak olayları şimdi yaşamasak ta tasarımı güzel olan formayı giyerek uzayda zaman yolculuğu yapacağım.

Antalya’daki bisikletçi dostlar yine beni festivale davet ettiler. Ben de onları kırmayıp davetlerini kabul ettim. Cem Tabanlı da festivale yazılmış. Cem ile kendimize bir program yaptık. Program üç aşağı beş yukarı şöyle; Antalya’ya bisikletlerimizle otobüs ile gidip dönüşte bisiklet süre süre gezerek İzmir’e dönmek. Bunu kararlaştırdıktan sonra biletleri alıp hazırlıkları yaptım. Yola çıkmadan önce tam zamanında Keşan’dan formam geldi.

Formamı giyerek bir poz çekiliyorum, arkamda yağlıboya resim asılı ve üstünde zamanı gösteren duvar saati. Saat 8:25 olarak resimde kalmış. 8:25 derken akşam saati. Biletler gece 12:00 de, Hazırlıklarımı tamamlayıp eşyalarımı ve tencere, tava ne varsa çantalara, yerlerine yerleştirdim.

Zaman yolculuğuna başlamadan önce karadelik zamanını kurmalıyım. Karadelik saati mekanik, el anahtarı ile kuruluyor. Mekanik saatin dişlileri kurulmuş zembereğinin yayı ile sarkacın her gidiş gelişi ile saniye saniye çalışıyor. Mekanik olarak kurulan zemberek yaklaşık 10 -12 gün idare ediyor. Bakalım bu turda zaman yetecek mi? Umarım karadeliğin solucanında seyahat ederken solucanın kıvrımlarına takılmam. Saatim akşam 8:32, sağdaki delik dişlilerin zemberek yayını kuruyor. Orası zaman ile ilgili bölüm. Soldaki delikte ise saat başı vuran gong zembereği. Her saat başı saatin olduğu kadar ve yarımlarda bir kez olmak üzere toplam 90 kez vuruyor bir turda. Şimdi zaman saatinin çalışmasını anlatayım; Dişliler uzay – zamanda yolculuk eden kişiyi karadelikte ışık hızında gitmesini sağlıyor. Yolculuk ederken zaman duruyor, gece dinlenirken zaman ilerlemeye başlıyor. Düşünün saniyede 300.000 kilometre hızla gidiyorsun uzay – zamanda. Karadeliğe girip solucanın içinde giderken sarkaç bir gidip gelmesi 1 saniye. Her tık sesi ışık hızında sürekli gitmeyi sağlıyor. Solucanın içinde giderken kıvrımlarına takılmamak için yarım saatte ve saat başında vuran gong sesi solucanın içinde titreşim yaparak takılan yerleri düzeltip rahat seyahat etmeyi sağlıyor. Gonk titreşimi çok önemli burada. Eğer saat durup gonk sesi evrendeki karadeliği titretmezse solucanın kıvrımlarında takılıp kalırsın.

Yani kısaca saat böyle çalışıyor, uzay -zamanda karadelikte yolculuk yapmak böyle bir şey. Fizik kuralları evrende buna göre işliyor.

Akşam saat ona doğru evden çıkıyorum. Üçkuyular’da Cem tabanlı ile buluşuyorum. Oradan geçen birisine bizi çekmesi için cep telefonumu verdim. O da bizi çekiyor sağ olsun. Resimde bisikletlerimiz ile birlikte uzay – zamanda yolculuğa çıkmadan önceki halimiz. Karadeliğe girmeye hazırız. Gecenin karanlığında ortalığı aydınlatan lambaların sarı ışıkları parktaki bitkileri aydınlatıyor. Sağda tahtadan bir koltuk duruyor.

Resim çekilme işi bittikten sonra bisikletlerimize binip karadeliğin içine giriyoruz. Ortalık karanlık, sokak lambalarının aydınlığında otobüs garajına geldik. Şimdiye kadar bisikletlilere sorun çıkarmayan Kamil Koç firmasının olduğu yerde bisikletlerin ön tekerleğini söküp çantaları da ayırıp bagaja yerleştirdik sorunsuzca. Hareket saati gelince koltuklarımıza yerleştik. Cem ile yan yana oturuyoruz orta sıralarda. Otobüs Aydın dan iki bisikletli daha aldı. Zaten otobüs boş, pek yolcu da yok. Dört kişi elçek ile koridorda kendimizi çekiyorum bir poz. Cem önde kafası kocaman, arkada ben kolumu uzatmış elçek olarak. Arkada Aydın’dan binen iki arkadaş.

Isparta’dan iki bisikletli daha otobüse bindi. Toplam bisikletçi 6 kişi olduk. Daha da yer var. Biletleri Kemer ilçesine kadar almıştık, sabaha karşı ortalık aydınlanınca Antalya garajına vardık. Kemer’e sadece bisikletliler kalınca muavin bizi indirdi otobüsten. Buraya kadar dedi, başka otobüs ile gideceksiniz deyince hemen firmayı arayıp bu nasıl oluyor, bizi niye indirdi şikayetlerimizi dinleyip tekrar aynı otobüse bisikletleri yükledik. Boşuna eziyet ve zaman kaybı. Gong sesi buralara kadar pek gelmedi anlaşılan. O yüzden solucanın kıvrımında bir süre kaldık. Herhalde buçukta çalan tek gonk olmalı. Arkada otobüsler, önde bisikletler yerde bekliyoruz sonuç ne olacak diye.

Neyse karadelik normal çalışmaya başlayınca yakında olan Kemer ilçesine geldik. Sezon bittiğinden ortalıklarda kimseler yok. Sadece bisikletliler var. Otogarda bisikletleri indirip ön tekerleği takıyoruz hepimiz. Çantaları da bagaja yükletip hazır duruma geldim. Diğer arkadaşların yüklenmesine yardım ediyoruz.

Herkes hazır olunca birlikte yola çıktık. Kamp alanı olan Tekirova’ya doğru gideceğiz. Yola çıkar çıkmaz ilk olarak benzin istasyonunda durup tuvalet ihtiyaçlarımızı giderdik. Benzincideki marketin önünde görevli arkadaşla bir resim çekiliyorum. Sol altta yuvarlak tabelada yazan yazı dikkatimi çekti. Tabelada; “Çanakkale Ruhu Burada” yazılmış. Market üzerine İngilizce “Shop” yazılı, turistlik yer olunca Türkçe “Bakkal” olarak yazacak değiller ya. Zaten her yerde mandacı zihniyetli yabancı isim yazma hayranlığı var yeterince.

Resim çekildiğim benzinciye bizi çekmesini söyledim. Otobüsle gelen 6 kişi resim çekiliyoruz bisikletlerimizle yan yana. Hepsi beni tanıyor ama ben pek tanımıyorum arkadaşları. En sağdaki arkadaş kadın, diğer 5 kişi erkek. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yola çıktık, yakında olan Tekirova’ya doğru gidiyoruz ana yolda. Yolun ilerisini gösteren tabelada; Kumluca, Finike, Muğla düz gidileceğini ok işareti ile belirtmiş. Sağa giden yol ise şehir merkezi ve sanayi sitesini belirtmiş. Yoldaki emniyet şeridi bisiklet için gayet geniş ve güvenli. Yol çizgileri ile belirgin halde görülüyor.

Ana yolda ilerliyoruz, sağ tarafımızda Beydağları ve Olimpos dağı.

Tekirova’ya gelmemiz fazla uzun sürmedi, oyalanmadan kamp alanın olduğu yere geldik. Sadece kısa sürede bu günlük yiyeceğimiz yiyecekleri alış -verişte hallettik. Tekirova çıkışında asfalta işaret konulmuş sola girin diye. Biz de giriyoruz, Cem önde ben arkada yol kıyısındaki okaliptüs ağaçları arasından çam koruluğuna doğru gidiyoruz. Geçtiğimiz yıl yine burası kamp alanı olarak kullanılmıştı. O yüzden yolu biliyorum. Cem buralara ilk defa geliyor. Girdiğimiz yerde kapalı otobüs durağı var. Yerde sola ok ve bisiklet resmi boyanmış beyaz renkte.

Yolun karşı şeridinde yine ok işareti ve Antbisfest amblemi yola boyanmış. Bisikletim KUZ yol kıyısında park etmiş durumda beni bekliyor sakince.

Çam ağaçlarının bolca olduğu bir yerde Yıldırım kamp alanına geldik. Girişte festivalin pankartı asılmış. Durup resmini çekiyorum. Pankartta yazanlar; VI. Uluslararası Antalya -Kemer Bisiklet Festivali. Altında festivalin amblemi. 28 Eylül – 01 Ekim2017 Alt kısım dalgalı deniz olarak çizilip maviye boyanmış. Solda koca bir ahtapotun denizden çıkmış iki kolu yukarı doğru. Sağda korsan gemisi kare yelkenlerini açmış. Yelken direğinin tepesinde korsanların bayrağı kurukafalı siyah bayrak dalgalanıyor. Pankartın en altında sponsor olan firmaların amblemleri.  Pankart iki çam ağacına iplerle bağlanıp gerilmiş. Kartal tüyüm de resme girmiş en altta.

Kamp alanında festivali düzenleyen arkadaşlar karşıladı bizi. Sevinçle kucaklaşıp hasret giderdik. Sonrası beğendiğimiz bir yerde çadırları kurup eşyaları içine yerleştirdik. Kamp yeri sabit olduğunda sadece bir çantayı bisikletimde bırakıyorum. O da kahve takımları ve alet çantam. Renkli çadırların arasında dolaşan Cem elleri ceplerinde. Bisikletler de park etmiş öylece bekliyorlar. Bu arada festival için kaydımızı yaptırıp çantalarımızı alıyoruz.

Akşama kadar denize girip duşumuzu aldıktan sonra  kendi yemeğimizi kendimiz pişirip yiyoruz. Sonrası biraz uyku derken akşam oluyor erken. Festival akşamdan başlıyor. Akşam yemeğini hep birlikte yiyoruz. Yemeği dağıtan firma bu kez iki yerden yemekleri dağıtıyor. Arkadaşlar iyi düşünmüşler. Katılımcılar çok olunca uzun kuyruklar ve beklemede geçen zaman çok oluyordu. Şimdi ise iki koldan çarçabuk yemekleri alıp yiyoruz. Festivali düzenleyen Antalyalı arkadaşlar Perşembe Akşamı Bisikletçileri. O yüzden  festival Perşembe akşamından başlıyor. Türkiye’nin bir çok yerinde düzenlenen Perşembe akşamı bisiklet turu saat 20:00 de belki de en kalabalık Perşembe akşamı bisiklet turu yapılmış oluyor. Hep birlikte ışıklarımızı açıp Tekirova içinde bisikletlerimizi sürüyoruz. Meydanda durup toplanıyoruz. Bisikletler park etmiş, ışıkları yanar durumda bekliyoruz.

Biraz geriden toplu olarak katılımcıları çekiyorum arkadan. Atatürk heykeli önünde bisikletiler meydandaki uzun direkteki aydınlatma lambasının güçlü ışığı altında.

Bisikletliler bisikletleri ile yan yana diziliyor toplu resim çekilmek için.

Resim çekildikten sonra kamp alanına doğru gidiyoruz. Festivalden festivale buluşup görüştüğüm arkadaşlarla görüşüp muhabbet ediyorum. Kimisini tanıyorum, kimisini de tanımıyorum. Ama onlar beni takip ettiklerinden tanıyorlar. Böyle duruma kimse alınmıyor, beni normaldir diye teselli ediyorlar. Tanıyayım tanımayayım muhabbet etmek güzel oluyor. Bisiklet üzerine, turlar, festivaller üzerine konuşuyoruz. Nasıl geldin, neyle gideceksiniz söylemleri karşısında bisikletle sahil boyu İzmir’e kadar gideceğiz karşılığını veriyorum. Sonbahar aylarına girmiş olsak ta Antalya bölgesinde en güzel aylardayız. Hani şarkılarda geçer ya “Akdeniz akşamları” diye. İşte öyle bir havası var kamp alanında. Şehir gürültüsünden uzak, çam ormanı içinde tertemiz havası, denizden gelen iyot kokusu ile akşamları daha da güzel kılıyor. Hava ne soğuk, ne sıcak. Yazlık kıyafetlerle duruyoruz rahat biçimde. Uyku zamanı geliyor ve çadıra girip yatıyorum.

Bu gün yaklaşık olarak toplam 38 Kilometre civarı bisiklet sürmüşüm.
Aşağıda Üçkuyular – garaj arası yol haritası Yaklaşık 16,56 Kilometre civarı

Powered by Wikiloc

Aşağıda Kemer – Tekirova yol haritası Yaklaşık 17,32 Kilometre civarı

Powered by Wikiloc

Aşağıda Tekirova tur haritası yaklaşık 4,21 Kilometre

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 10. Gün

10 Ekim 2015 Cumartesi

10. Gün

Mersin Bisiklet Festivali 3. Gün

Taşucu Tekne Gezisi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Biraz da serüvendi yaşamak

Belki yatkındı büyük yolculuklara

Ki serüvenler daima büyük aşklar

Ve büyük yolculuklarla başlar

Anıları aşkları ve bir kenti

Bırakıp gidebilirdi apansız

Apansız başlardı yolculuklar

Hangi saatinde olursa günün

Ve hep kar yağardı nedense

Durmadan kar yağardı yol boyunca

Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün

Kent görünmez olunca arkada

Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından

Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, elimde kahve fincanı, teknede deniz manzarasında içiyorum keyifle Başımda mavi buff var.

Sonbaharın ilk günlerinde Akdeniz ikliminin etkisi değişik. Ege’nin yaz ortası durumunda, o yüzden havalar sıcak olunca örtünmenin de anlamı yok. Güzel bir günün ardından mutlu olarak uykuya dalmak, tatlı düşler görerek bütün hücrelerim yenileniyor sanki. Bu da Astım mağarasından ikinci hayata başlamamız doğrultusunda tazelendim sanki. Mutlu olarak uyumak kabusları düşlerime girmesine engel her zaman. Astım mağarasındaki korkunç yüzleri andıran taşlaşmış kayıp ruhları görmem bile uykumda rüyalarıma girmedi. Kabuslar hiç bir zaman da girmeyecek düşlerime. Mutlu olmayı öğrendikten sonra gerisi vız gelir tırıs gider. Benim yaşantım böyle sürüp gidecek. Bu günümün daha güzel olacağına inancım daha yüksek.

Son dakikalarda gördüğüm düşleri anımsayarak uyanıyorum henüz gün ağarmadan. Lavaboda elimi yüzümü yıkadıktan sonra hemen kahve takımımı ve kitabımı alarak deniz kıyısında tezgahı açtım. Kitabımdan bir kaç sayfayı okuyarak zaman geçirdim. Güneşin doğmasına yakın kahvemi pişiriyorum. Bu sabah daha çok bulut var dünküne göre.

Deniz kıyısında önüm deniz, küçük limanın dalgakıranların iki ucu yanda görünüyor. Limanın açık olan ağzında güneş tam deniz seviyesinin üstünde. küçük bir tekne az açıkta çapayı atmış sakince duruyor. Güneş deniz üstünde silik görünüyor.

Kahvemi içerken bulutların altından güneş hayal meyal kendini gösteriyor bana. Kısacık bir görüntü bile bana yetiyor. Ne yapalım durum bu, bulutları dağıtmama olanak yok. Belki yarın hava bulutsuz olur, umudumu yitirmedim, yarına saklıyorum.

Aynı manzara. Güneş deniz seviyesinden bir boy yukarı çıkmış bulutun altına girmeye çalışıyor.

Kahvaltının ardından yola çıkmak için hazırlıklara başladık. Bu gün tekne turu var, Silifke Taşucu iskelesine kadar ana yoldan gideceğiz.

Sundurmanın altından okaliptüs ağaçlarına bakıyorum. Sundurmanın üç tane borudan direği ve korkuluk olarak tek parça profilden yapılmış tek parça. Aşağıda istinat duvarları kademe kademe sahile doğru iniyor.

Ana yoldan giderken çekilecek resim deniz kıyısını çekiyorum sadece. Yol deniz ile buluştuğu yerlerde harika koyları görüyorum. Turkuaz mavi renk dinginlik veriyor bana.

Turkuaz mavi, yeşil renkli küçük bir koy. Kıyılar kayalık, kenarları karo plaka döşeli, düzgün yürüme yolu. Karşı kıyıda ağaçlar denizi daha da güzel gösteriyor.

Yolun bazı kısımları yapım çalışmalarından dolayı tek şerit olması bizler için araçlar tehlikeli. O yüzden tek sıra gidiyoruz bir süre. Taşucu’na vardık sonunda. Bizi güvercin heykeli karşılıyor. Güvercinler barışı simgelese de bu heykel bana değişik anlamlar verdi sanki. Kişinin yorumuna göre barış ya da barışı engeller nitelikte. El sanki barışa dur der gibi. Ya da güvercini yakalayıp avucunun içine almak ister gibi. Artık kendi yorumunuzu yaparsınız.

Kocaman bir kaidenin üzerinde kol, avucunda kanatları açık bir güvercin.

İskelede bisikletleri park edip tekneye biniyoruz. Bisikletleri kamyona yükleyip kamp alanına götürecekler. Yanıma bagaj çantalarımı alıyorum sadece. İçinde deniz şortum, havlu ve kahve takımı var. Tekneye binme işi bittikten sonra hareket başladı. Kıyıdan giderek uzaklaşıp kıyıyı görecek biçimde gidiyoruz hafif sallantı ile. Hava mükemmel, deniz az çalkantılı. Durum böyle olunca kahve yapılmaz mı? Yapılır elbette. Denizin iyot kokusu kahve kokusu ile birleşti. Kahve kokusunu duyan yanıma geldi kahve içmek için. Ben de hepsine yaptım dörder dörder. Kahve içmek bana bu kadar keyif vermemişti hiç.

Teknenin kıyısında masada oturuyorum, turkuaz mavi renkli buff başımda. Saçlarım buff  ucundan çıkmış, yandan çekilmiş resimde elimde kahve fincanı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kahve keyfini yaptıktan sonra takımları toplayıp çantanın içine yerleştirdim. Tekne geniş ve büyük, oturacak masalar da çok. Masalarda üçer beşer oturmuş sohbet ediyorlar. Teknenin içini gezmeye başladım, hem selam veriyorum hem de resimlerini çekerek anılara kaydediyorum dijital olarak.

Teknenin üst tarafını ayakta tutan kalın direkler ortada iki yanda sıralı. Az ilerde alt kısma makine dairesine inen merdiven korkuluğu. Tavanda raflarda can yelekleri sıralanmış.

Tur teknelerinin vazgeçilmezi müzik. Müzik ise ne kadar yüksek perdede çalınmasına bağlı. Onun için kocaman hoparlörler konulmuş. Eğlence müzik ile yapıldığından oyun havaları ağırlıklı. Biraz disko, azıcık oryantal hareketli Arap müziği. Tur teknelerinin hemen hemen hepsinde var. 10. yıl marşı daha çok dönüşte iskeleye yakın hep birlikte 10. yıl marşını söylemek.

Üst güvertede kocaman bir hoparlörün üstüne birisi oturmuş ayağında terliklerle arkası dönük. Korkuluklara formalar asılmış, yerde ise ayakkabılar. Burada da kalın direkler üstü kapalı bölümü ayakta tutuyor.

Antalya bisiklet festivalini düzenleyen komite. Geçen hafta festivalde epey yorulmuşa benziyorlar. Bu tatil onlara iyi geldi sanki. Mersin festivalinden sonra Kıbrıs turu yapacaklarını söylediler. Hazır dinlenirken Kıbrıs tur programını detaylandırıyorlar.

Bunlar da diğer festival elemanları.

Kimisi orta uzun masaya oturup bisiklet ve donanım konusunda dertleşiyorlar. Arada turlar ve rotalar da konuşulmuyor değil. Geleceğin planları da şekilleniyor. Gerçi bu festival yılın son festivallerinden biri. Önümüz kış, festival ilk bahara kadar yapılmayacak. Planlar gelecek yıl için. Yani anlayacağınız muhabbet gırla gidiyor.

Herkes kendi havasında takılıyor.

Kimisi de suskun denizi dinliyor.

İzmir den arkadaşım Asuman Şen beni görünce ayağa kalkıp poz veriyor.

Üst güverteye çıktım, bir de ne göreyim! Titanik filmini çekiyorlar sanki. Filmin konusu rüzgara karşı durmak. Aşk maşk yok anlayacağınız. Monopol bir film.

Teknenin burnunda 3 metrelik kalın bir direk ileri doğru uzatılmış. Direği çelik halatlar tutuyor. Ortadaki ana direğe bağlı.. Zerrin ellerini açmış rüzgara karşı. Martı kuşu gibi uçacak sanki.

Geminin çatısında da oturulacak yerler var. Üzerinde yarı gölgelik tente var ama güneş bazı yerlerden oturanların üzerinde.

Üst güvertede insanlar oturmuş sohbet ediyor. Kaptan köşkünde kaptan dümeni elinde yol almaya çalışıyor.

Gemi kıyı boyunca gidiyor. Yalçın kayalar deniz kıyısına ulaşılması güç bir duvar gibi oluşmuş.

Akdeniz kıyısında pek ada olmaz Egedeki gibi. Kıtaların hareketinden dolayı Arap yarımadası plakası Anadolu’nun altına girdiğinden dağlar paralel yükselmesi nedeni ile kıyı şeridi dik yükselir. Onun için pek ada oluşacak dağ yükseltisi olmaz. Ender rastlanan adalardan birini görüyorum. O da kıyıya yakın.

Bilmediğimiz bir noktaya geldik ve tekne durdu. Demir atıldı, motorlar durunca sessizlik sardı. Motor gürültüsü rahatsız ediyormuş ta farkında değilim. Tekne durunca millet denize bıraktı kendini. Ben de şortumu giyip üst güverteye çıkarak oradan denize atlamayı deneyeceğim. Yukarı çıkınca epey yüksekte olduğumu gördüm. Neyse madem çıktım geri dönüş yok. Çivileme bıraktım kendimi denize kollarımı yana açarak. Denize çarpınca kollarımın altı sert darbe alarak biraz canımın yanmasına neden oldu. Demek ki yükseklerden atlarken hedef küçültmek gerek. Öyle kolları açmamak gerek, bunu öğrendim.

Denizde yüzenler, kimisi can yeleğini giymiş öyle yüzüyor. Can yelekleri turuncu renkte.

Kimisi de hem can yeleği hem de can simidi ile işi garantiye almış.

Denize giren girdi, girmeyen dinlenmeye devam etti. Yüzme bittikten sonra herkes tekneye binince dönüşe başladık. Bu arada öğle yemeği balık olarak yiyoruz. Yemek bittikten sonra müzik disko tarzı çalmaya başlayınca üst katta köpük partisi başladı. Başta başkan Zerrin olmak üzere diğerleri de çılgınlar gibi köpükle dans ederek eğlence had safhaya ulaştı.

Yerde köpükler beyaz ve dans edenler köpük içinde.

Dönüşte yine kıyıyı takip ediyor teknemiz.

Yol aldıkça kıyıda dağlar ve tepelerin manzarası sürekli değişmekte.

Dönüşte yorgunluk belirtileri görülmeye başlandı. Teknenin küçük dalgalarla yalpalaması ile beşik etkisi ile uyku bastırdı.  Dinlenmede şekerleme iyidir, uyku bastırınca fırsatı değerlendirenler çoktan dalıp gitmiş bile.

Kendine yer bulan iki seksen uzanmış uyuyor.

Geminin pervanesinin yarattığı köpüklü iz ardımızda kalıyor. Sanki denizde bir yol varmış gibi. O yol bildiğimiz yol değil. Kendi yolunu kendisi çiziyor kaptan. Ve o yol sadece yolu çizen gemiye ait, başkası  gidemez.

Teknenin arkasından köpüklü iz ardımız sıra.

Güneşin batışını tekne ile dönüş yolunda denk geldi. Ben de fırsatı kaçırmadan dağların ardında son ışıklarını izlemeye başladım. Denizin yüzeyinde sarı – bakır rengi karışımı ile yansıması bana mutluluk vererek yaşamımda güzel bir gün ışığı oldu.

Teknenin ahşap direkleri arasından bulutun altında dağın ucunda güneş batıyor.

Tekne iskeleye yanaştı, bizler indik ve hazır bekleyen belediye otobüslerine binerek kamp alanına geldik. Bisikletlerimiz kamyona yüklenip kamp alanına getirilip indirilmişti bile. Kendi bisikletimi bulup alınca arka jant tellerinden 4 tanesinin kopuk olduğunu gördüm. Eyvah ki eyvah, hadi bakalım ne olacak. Sele borusu içinde zincir sökmek için demire sardığım yedek jant tellerine bakıyorum 3 tane var. Yedek jant tellerini değiştiriyorum. Antalyalı arkadaşım Gökay Terzi, nam-ı diğer Android, Latince ismi ; Vulpes Vulpes. Türkçesi ; Kızıl Tilki. Varsa onda vardır diyerek Gökay’ı buluyorum. Onda da benim jant telinden 5 milim kısa, 5 milim uzun var. Artık yapacak bir şey olmadığından uzun olanını alıp takıyorum. Somunu sonuna kadar sıktığım halde tel gergin değil. Ayrıca somun ucundan da tel biraz çıkıntılık yapıyor. İç lastiği delmesin diye kalın zımpara kesip bantlıyorum ve lastiği şişirip olduğu kadar jant ayarını yaptım.

Jant tamiri epey oyalamıştı ama yapmam gerekti. İşim bittikten sonra aşağıda toplanan arkadaşların yanına giderek aralarına katılarak Aydan Çelik kendi kitabını imzalamalarını izliyorum. Devrim yanında nakit parası olmadığından kitabı almak istiyor ama benden borç almadı. Ona biraz kızdım doğrusu. Zorla verecek halim yok ki!

Aydan Çelik yanında imzalı kitabını elinde tutan Devrim ve ben uzun saçlarımla poz veriyoruz kameraya.

Neyse muhabbet, imza derken gece ağır basınca etraf yavaş yavaş dağılıp azalmaya başlayınca uykuyu kaçırmadan gidip çadırımda yatıyorum. Tekne, güneş ve deniz yormuştu ama güzel bir gün yaşadım. O yeter bana.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 43 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 1. Gün

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yolculuk İzmir – Manavgat

Manavgat Bisiklet Festivali Side ve Perşembe Akşamı Bisiklet Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

ben gelecekten korka korka dönen bir mutluyum

dünyanın bu küçük sesini işit

bak, bir dalı, bir örtüyü, bir denizi tutan ellerime

nanelerden, ıtırlardan, ıhlamurlardan gelen

anlayamadığın sevgililik

var ya

yani uzaktan yüzünü bile seçemediğin birinin

adı en sevdiğin şairin adıyken.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, Manavgat, Perşembe akşamı bisikletçileri, Cumhuriyet meydanında toplu halde.

Büyük Taarruz bisiklet turundan sonra Antalya dan beni Arayan Işıl Antalya bisiklet festivaline beklediklerini ve mutlaka gelmemi istiyordu. Şimdiye kadar bir türlü gitmek isteyip te gidemediğim Antalya bisiklet festivaline her seferinde bir şey yüzünden gidememiştim. Antalyalı bisiklet dostlarının bu davetini geri çevirmek olmaz deyip gitmeye karar verdim. Aslında kış aylarında yıllık gideceğim yerlerin programını yaparken Antalya ve Mersin düşünmüştüm. İki festival bir hafta arayla yapılacağından madem Akdeniz’e gideceğim ikisini bir arada çıkarayım dedim. İlkbahar sonunda bisiklet sürerek gitmiştim Antalya ve Mersin’e kadar. Şimdi ise zamanım kısıtlı olduğu için otobüs ile gideceğim. Bisiklet taşıma konusunda şimdiye kadar hiç sorun çıkarmayan Kamil Koç firmasından biletimi aldım Manavgat’a kadar. Gündüz yolculuk yapacaktım o yüzden bisikletimi akşamdan eşyaları hazırlayım yükledim. Sabahın erken saatlerinde evden ayrılarak yolculuğum başladı.

İlk resmim evimin önünde KUZ bana poz veriyor. Eşyalarım bagajda yüklü ve sarı renkli, fosfor şeritli yelek üzerine örtülü. Yolda görünür olmak gerek. Bahçe çiti demir parmaklıklı. İçinde ise köpeğimiz LEO beni uğurluyor kuyruğunu sallayıp. LEO Rotvaydır cinsi, biraz iri, dana gibi. İnsanlar nedense çok korkuyor. Korkmakta da haklılar.

Güneş yeni doğmuş, garaja yaklaşırken parlak ışıkları ile yükselmeye başladı. Ana caddede gidiyorum.

Garaja varım otobüslerin kalktığı yerde bisikletin ön tekerini söküp otobüsün bagajına yükleyiverdim sorun çıkarmadan. Zaten muavin de bana yardımcı olarak bana yer gösteriyor bisikleti nereye koyacağımı.

Bisikleti bagaja sorunsuzca yerleştirmek beni rahatlatmıştı. Otobüse binip yerime oturdum. Yerimi her zaman koridor tarafı alırım ki rahatça yerimden kalkıp oturayım. Pencere tarafında 25 – 30 yaşlarında, uzun boylu, gayet iyi giyimli bir erkek oturuyordu. Saçları kısa ve düzgün kesimli, yüzünde kirli sakal ama gülümsemesini etkilemiyordu. Otururken “Merhaba” dedim. O da bana bakmadan “Merhaba” diyerek karşılık verdi. Bana bakmadan cevap vermesini sohbete başladıktan sonra anladım. Genç adam görme engelliydi. Kısaca Kördü. Hassas kulakları ile benim “Merhaba” sözümü dinleyerek tanımaya çalışmış besbelli. Sesimden tanımaya çalışması 8 saat sürecek yolculukta çekilebilir bir yol arkadaşı olup olmadığımı anlamaya çalışması.

Otobüs saatinde kalktı İzmir garajından. Yol arkadaşım bana kendini tanıttı ilk önce. İsmi Hüseyin, Ankara da Telekomda santral görevlisi. İzmir’e seminer için gelmiş. Burada Eşpedal bisikletçileri ile tanışıp kaynaşmış. Eşpedal bisikletçilerini tanıyorum. Sonra ben kendimi tanıttım Urim Babacan, kısaca Urim Baba olarak. Ben de onun gibi bisikletçi olduğumu, bisikletle gezdiğimi ve gezdiğim yerleri anlatan bir web sitemin olduğundan bahsettim. Gezip gördüğüm yerleri web sitemde çektiğim resimlerle yorumlar katarak paylaşmamı anlattım. Gezime başladıktan sonra kendi romanımı yazmaya başladığımı ve bunu resim çekerek yaptığımı söyleyince Hüseyin bana;

” Urim Baba web sitende resimde gördüklerini nasıl betimliyorsun ?” diye sordu.

“Her resimi betimlemiyorum, sadece en üsttekine yorumumu yazıyorum, devamı gelen resimlere hiç bir şey yazmıyorum.”

“Biz körler resimleri göremiyoruz ki!”

Sorduğu soru karşısında ilk önce cevap veremedim bir süre. Düşündüm, şimdiye kadar binlerce, on binlerce resim çektim. Ama hiç birini görmemişim ve hiç birini anlatamamışım okuyucularıma. Görenler zaten çektiğim güzellikleri görüyor, dağları, vadileri, ağaçları, dereler, denizler. Yolların kıvrımlarını, yön tabela trafik işaretlerini. Görenlere bir resim çok şey anlatır fakat görmeyenler bundan ne anlar diye düşündüm. Demek ki şimdiye kadar çektiğim resimleri görmeden çekmişim. Bir garip oldum bunları düşünürken.

Hüseyin benim dünyayı yeniden görmemi sağladı. Yazılarımı yazarken yeni bakış açımla yazmalıyım demek ki. Artık dünyaya yeni gözlerimle, Hüseyin’in gözleri ile bakmaya başladım.

“Öğrenmenin ve Öğretmenin yaşı yoktur”

Yolculuğun büyük kısmı Hüseyin ile sohbet ederek, bir kısmında kitap okuyarak, biraz da şekerleme ile geçti.

Akşam hava karardıktan sonra Manavgat’a garaja vardık. Hüseyin ile tanıştığıma memnun olarak vedalaşıyorum yanından ayrılırken. Hemen bagajdan bisikletimi ve çantaları indirip ön tekerleği takıyorum yerine. Bisikleti indirirken kilometre saatinin ekranı hiç göstermiyordu. Pili bitmiş olacak, dile kolay 6 yıldır kilometre saatini aldığımdan beri çalışıyordu. Eh ne yapalım yapacak bir şey yok. Bagaja çantaları ve eşyaları yükledikten sonra arkadaşım Mustafa Sayan’ı aradım ve yerimi bildirdim. Hemen geleceğini söyledikten sonra beklemeye başladım.

Sokak lambaları sıralı olarak ışıkları sıralı, geceyi aydınlatıyor. Yol kıyısında okul bölgesi olduğunu yazan tabela ve üstünde üçgen uyarı levhası. Üçgen içinde kırmızı üçgen ve kasis olduğunu belirtir resim. Altta ise 40 Kilometre hız yapılacağını gösterir yuvarlak, kırmızı uyarı işareti.

Mustafa fazla bekletmeden motorla geldi. Hasretle kucaklaştık, ardından takip etmemi söyledi. Kamp alanına götürecek beni.

Kamp alanına varıyoruz gecenin serinliğinde. Festivali düzenleyen arkadaşlarla buluşup hasret gideriyorum. Hepsini özlemişim ve uzun zamandır görüşemediklerimle de görüşüyorum. Zaman geçirmeden kendime çadır kurabileceğim bir yer beğenip çadırı kurup içine eşyalarımı yerleştiriyorum. Kamp yeri sabit olacak. O yüzden turlarda kullanmadığım bütün eşyalar çadırın içine yerleşiyor. Fazla geç olmadan yatıp uyuyorum.

1. Gün 2 Ekim 2015 Cuma

Manavgat – Side – Manavgat ve Perşembe akşamı bisiklet turu – Manavgat şehir içi

Güzel bir uykunun ardından kuş sesleriyle uyanmak bir harika. Hava mis gibi, sabahın tembelliği üstümde. Hiç acelem yok, bir gün erkenden geldiğimden bu gün tatil günüm sayılır.

Çadırımın içinden dışarısının resmini çekiyorum. Manzaram pek iç açıcı değil, çam ağaçları yanı sıra otomobiller daha ağırlıklı.

Sabah çayını semaverde demlemişler o yüzden çay içerek güne başladım.

Çadırı kurduğum yer kampın başladığı yer olarak belirlemiştim.

Sonra Manavgat çayının kenarı daha bir güzel ve manzaralı yer buldum kendime. Hemen çadırı söküp taşınıyorum çabucak. Güzel manzarada kahvaltımı yapıyorum. Fazla gecikmeden kamp görevlileri yanıma gelerek bulunduğum yer karavancılara ait olduğundan aşağıya çadırı taşımamı istedi. Aslında karavan da yok etrafta ama zihniyet insanların rahatını bozmak olunca fazla tatsızlık çıkmasın diye tekrar eski yerime taşınıyorum.

Öğleye doğru İzmir den bisikletçi arkadaşım Ümit kamp alanına gelerek buluşuyoruz. Hoş beşten sonra bana pil lazım deyince bende var diyerek çantasından yedek pil çıkarıp verdi. Hemen pili değiştiriyorum kilometre saatinin. Kalibrasyon ayarını tahmini yapıp yerine taktım. Ardından  öğle yemeği için Manavgat merkeze giderek öğle yemeğini yiyoruz. Yemeğin ardından Side’ye doğru yola koyulduk. Tarihi kentin kalıntıları ilk girişte gözümüze ilişmeye başladı bile.

Her tarafta tarihi kalıntılar görmek mümkün. Sütunlu yol kıyılarda, ortası taş döşeli ve düz. Eskiden ana cadde olmalı

Asfalt yol tatlı eğimlerle kıvrılarak gidiyor, etraf tarihi kalıntılar ile göze çarpıyor.

Başlı başına tarihte önemli bir yere sahip olması şimdiki kalıntılarda belli oluyor. Muhteşem bir uygarlık ve zenginlik.

Yemekten sonra kahve içmemiştim, tarih kokan Side girişinde oturup kahve keyfini yapmak gerek. Hemen cezveyi ocağa sürüyorum. Bu arada grubu da bekliyoruz. Side’ye tur yapacaklar. Gelince onlara katılacağız. Ümit, beni kahve yaparken çekiyor. Bisikletim KUZ da yanımda.

Kahve pişerken bisikletim KUZ’un önüne bağladığım katılımcı tabelamı resmediyorum.

Kahvenin pişmesine daha var. Öyle aceleye gelmez kahve pişirmek. Sabredeceksin. Yanımda arkadaşım Ümit sabırla kahvenin pişmesini bekliyor. Elçek resmimizi çekiyorum ikimizi.

Festivale katılacaklar da buraya gelecekler, biraz da onları bekliyoruz Ümit ile. Sonrasında gelenlerle birlikte tarihi kentte karışıyoruz.

Grup gelince cep telefonumla video çekiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=vqWDj8X5bJw

Side amfi tiyatro ile sur duvarları arasından kemerli geçit var. Tiyatro taş blokları ve duvar kalıntılarını taş blokları aynı yapıda. Görünümü sadece asfalt ve arabalar bozuyor.

Side müzenin giriş yeri Taş duvar örülü bir sokak, duvar diplerinde ise mermer sütunlar dikilmiş. Giriş demir kapı ile kapalı, yanda bilet gişesi var.

Tapınak sütunları yol kıyısında sıralanmış.

Karşısında amfi tiyatro. Daha önce gezmiştim amfi tiyatroyu. Dünyada düz arazide yapılmış tek tiyatro. Bütün amfi tiyatrolar yamaç yerlere yapıldığından Side tiyatrosu benim için ayrı bir yere sahip. Seyirci bölümünün yüksekliği 10 metre civarında, taş kemerli dükkanlar yan yana. Dükkanların içi boş ve bariyerlerle kapalı.

Kentin ana giriş kapısı. Yol yüksek kemerli bir duvarın içinden geçiyor.

Burası da çarşı ve dükkanlar, turistlere hizmet ediyorlar.

Limana varıyoruz, limanda tekneler bağlı.

Dört sütunu kalmış tapınak kalıntısı. Haziran ayında daha önce buraları Ferdimen ile gezmiştik. Bisikletler park edilmiş, dört sütun, üzerinde tamamı üçgen kiriş ama az bir kısmı sağlam. Gerisi yok. Ümit bana poz veriyor bisikletlerin başında.

Daha önce girmediğim müzeye müze kartımla girerek içerisini hızlıca gezip hepsinin tek tek resmini çekiyorum. Girişte sütunlu caddedeyim ilk önce.

Eski Yunan harfleriyle yazılı mermer tabletler.

İnce işçilik örneği ile işlenmiş kiriş mermer bloklar.

Müzenin dış avlusu, taş bina. Binanın girişi kemerli kapı. Duvar diplerinde de bulunan mermer blok kalıntıları sergilenmiş.

Yunan yazısı ile yazılmış mermer tablet.

Yunan yazılı blok taş.

Müzeye giriş kemerli kapıdan. Kemerin içinde dikdörtgen taş kapı. Kapı kenarlarına da Roma dönemine ait kilometre taş blokları iki tane.

İçeri girince başka bir avlu karşıma çıkıyor. Dört taraf ve yer taş örülü. Yine bir kemerli kapı, kapı demirden yapılmış. Gece kitleniyor tarihi eserleri korumak için. Avlunun ortasında vazoya benzer siyah renkli bir taş. duvar diplerinde heykeller sıralanmış.

Siyah renkli, taş işlemeli, bir parçası kırık. Tabanı kare, üstü yuvarlak işlenmiş.

Duvarın birinde günümüz mermer blok üzerine konulmuş iki tane öküz başı. İkisinin ortasında hamamlarda gördüğüm kurna konulmuş.

Yunan alfabesinden omega harfi benzeri bir metre derinliğinde havuz. Havuzun kıyısında başsız, bazı yerleri kırık heykeller sıralanmış. Havuzun içinde iki metre boyunda ince bir sütun, sütunun üzerinde küçük bir mermer blok.

Dış alanı bitirip iç kısımdaki kapalı yeri gezmeye başlıyorum. Burada kazılarda bulunmuş heykeller büyük, küçük sergilenmekte.

Erkek heykeli çıplak, karşıda başı olmayan kadın heykeli. Heykel üzeri elbiseli mermer işçiliği yapılmış. Yerde küçük heykeller işlenmiş lahit.

İlginç bir heykel örneği, ön kısmı orantısız kadın biçimi. Bacakları, göğsü ve kafası. Arka ayakları çömelmiş bir hayvan ile birleşik bir yapıda.

Garip heykelin bir benzeri daha var. Bu heykelin sol göğsü kırılmış. Başı ise güzel bir kadını betimliyor.

Yunan tanrılarından Apollon başı, Roma döneminden kalma.

Roma döneminden kalma heykeller sıralanmış. En başta belinden aşağısı olmayan elbiseli kadın heykeli. Elbisenin kıvrımları mermer işçiliğinde ne kadar usta olduğunu belirtiyor. Yanında çıplak kolları, ayakları ve başı olmayan bir heykel. Onun yanında Roma askeri, belden aşağısı yok ama kolu ve başı sağlam duruyor.

Roma döneminden kalma Yunan tanrılarından Hermes başı.

Apollon baş heykeli, Roma dönemine ait. Uzun saçları yandan sarkmış sanki peruk takılmış gibi.

Zengin yada ünlü bir komutana ait olduğu belli mermer lahit. Lahit gövdesinin dört köşesinde kadın heykeli işlenmiş. Aralarda çocuk heykelleri. Heykellerin arka kısmı lahidin gövdesinde olmak üzere ustalıkla işlenerek sanki canlı görünüm kazandırılmış. Kapağı ise üçgen, kenar eteklerinde aslan başları. Üçgen alın başında ise kötü kişileri etkilemek için bakışları karşısındakini taşa çeviren Medusa kabartması. Saçları yılanlı ve uzun.

Lahit sanduka dış duvarındaki çocuk heykelleri öyle bir işlenmiş ki hepsi ayrı bir figür biçiminde. Bir tanesinin elbisesini sepet torba gibi yapıp içinde elmalar bulunuyor. Sağ kolunla elmanın bir tanesini konuklara ikram eder gibi uzatmış. Köşedeki kadın heykeli de sağ eliyle lahidin halkasından tutmuş. Sanki lahidi taşıyormuş gibi. Dört köşede aynı kadın heykeli sağ elleri ile halkayı yukarıda tutmuş.

Küçük bir çocuğa ait lahit. Kapağı kırık ama parçalar birleştirilmiş.

Başka bir lahit, lahidin kapağı düz, üzerindeki kabartma heykel kırık. Ne olduğu belli değil. Lahidin gövdesinde ölüyü betimleyen kabartmalar. Sevdiği köpeği de işlemeyi unutmamış heykeltıraş.

Başsız, kırık dökük heykeller.

Başı olmayan bir tanrı heykeli, çıplak. Kolları havaya kalkık ama bileğinden kırık. Bacağının bir tanesi yok, diğeri sonradan eklenmiş. Diz altı kırık ve yok.

Sol bileği olmayan ve çene kısmı kırılmış tanrıça heykeli. Elbisesi üzerinde işlenmiş.

Başka bir kadın heykeli, üzerinde elbisesi ile işlenmiş. Sağ göğsü çıplak, sol omuzundan bağlanmış elbise üzerini örtüyor. Belinde ip kuşak bağlı. İp fiyonk biçiminde bağlanmış. Elbisenin kıvrımları ince işçiliğin muhteşem örneği, İnsana hayranlık uyandırıyor. Bakmaya doyamıyorsun. Elbisenin altında eteği, sol bacağını diz kapağından az yukarısına kadar gösterir durumda. Eteğin kıvrımları da ayrıca ince işlenmiş. Sol bileği ve diz altından aşağısı kırılmış.

Roma döneminde M. Ö. II. yüzyılda yapılmış Yunan tanrısı Hermes heykeli. Heykel tamamen çıplak, boynunda pelerin bağlı. Pelerin arkadan sarkıtılıp sol koluna tutturulmuş. Pelerinin kıvrımları ise ayrı bir güzellikte işlenmiş. Sağ elinde bir kese tutuyor sarkmış olarak. Pelerin sol omuz başında kocaman bir toka ile tutturulmuş. Heykelin sol elin bileği, sol ayağı diz kapağı ile ayağın tam ortasından alt tarafı, sağ ayağı ise ayak bileğinden kırık. Bir de kıran kişi kendinden utanmış olacak ki ahlak bekçisi gibi görmek istemediği erkeklik organı kırık durumda. Saçların kıvrım kıvrım işlenmesi, pelerinin kıvrımları ve vücut hatları düzgün ve parlak mermer kusursuz bir erkek heykeli ortaya çıkmış. Demir çubuklarla mermer bloğa sabitlenmiş heykel.

Her tarafta kazılarda bulunmuş çeşitli heykellere donatılmış müzenin içi.

Bir metreye iki buçuk metre boyutlarında kenarları oluklu kiremitlerle çevrili bir mezar. Toprak zemine yatırılmış insan iskeleti. İskelet hiç bozulmamış, tüm kemikler tam. Öylece yatırılmış durumda müzenin bir kenarında sergileniyor.

Mezarlıklarda bulunduğu anlaşılan kabartmalı figürlerle bezeli lahit kenarları, heykeller sergilenmiş.

Lahit süslemeleri kırık dökük parçaları, sağlam kalan kısımları bile işçiliğin en güzel örneklerini oluşturmuş.

Salonun ortasında sergilenen üç kadın heykeli, kadın hatlarının tüm ayrıntılarını gösterir mükemmel işçilik. Ortadaki yandaki heykellere göre ters konulmuş. Heykellerin kolları, başları, ayakları tahrip edilerek kırılmış.

Heykellerin diğer tarafından resmini çekiyorum. Tamamen çıplak olan heykellerin göğüs kısımları sapık birileri tarafından kırıldığı kesin. Bu sapıkların büyük bir olasılıkla heykellere tecavüz ettiklerini bile düşünmeden edemedim. Heykeller mermer bir bloğa ayaklarından demir çubuklarla dik olarak sabitlenmiş.

Yarım yuvarlak bir havuzun içinde çeşitli boyutta pişmiş testiler, amforalar sergilenmiş.

Derin mermer kaplı bir havuz ve havuzun başında nehir tanrısı Melas yatar durumda heykeli var. Heykel sol kolu tarafında yastıklara dayamış yan olarak uzanmış, üstü çıplak, belden aşağısı örtülü. Heykelin başı ve sol kolu omuzun biraz aşağısından kırık.

Yarı tanrı güçlü Herakles heykeli. Sakalı ve saçları ince işçilikle işlenmiş mermer başında. Sol ayağı komple, sağ ayak bilekten ve erkeklik organı tahrip edilmiş.

Küçük çocukların minik lahitleri. Çocukları betimleyen yüz kısmı. Birisinin kapağında sol koluna yaslanıp uzanmış çocuk heykeli.

O dönemlere ait çeşitli mezar kalıntıları, kimisi lahit yaptırmış, kimisi basit bir şekilde gömülmüş, iskeleti ile sergileniyor. Kimisi de küp içinde kemikleri toparlanıp öyle gömülmüş.

Kabartma insan figürleri işlenmiş lahit parçası.

İç kısımdan çıkıp dış kısımda görmediğim yerleri çekiyorum. Yılan saçlı üç Gorgonlarlardan birisi olan Medusa başı. İki baş yan yana yapılmış. Bakışları ile karşısındakini taşa çeviren Medusa kötü kişileri ve ruhları bulunduğu yerden uzaklaştırmak için yapılıyor. Medusa figür bloğunun altında kabartma süslemeli kiriş bloğu.

Bahçe süs ağaçları ve sarmaşıklarla bezenmiş. Kenarlarda süslemeli sütun başları sergilenmiş.

Bahçede yeşillikler içinde yarısı kırık sütun dikilmiş. Kabartma işlemeli bir timsah ve insan figürleri.

İri bir kadın heykeli, sağ göğsü çıplak ve tahrip edilmiş. Sol omuzuna asılmış elbise vücudunu kaplıyor. Belinde kumaş bir kuşakla bağlanmış. Heykelin başı ve kolları yok. Dizlerden alt kısmı da tahrip edilerek yok olmuş. Yerde ise heykele ait olduğu anlaşılan parçalar var.

Yine bir kadın heykeli, üzeri kumaş bir elbise ve omuz şalı olduğu anlaşılan örtü ile omuzlarında. Heykelin kolları ve başı her zamanki gibi yok. Sağ ayak bileğinden kırık. Sağ ayağı ise sağlam ve küçük nazik kadın ayağı.

Aslan yüzünü yana dönmüş bir heykel mermer bir bloğun üstünde. Aslanın ön ayağı altında bir dişi aslan başı duruyor.  Aslanın bacakları ve karnı daha önce kırılıp yok olmuş. Ayakta durması için yerine sonradan parçalar eklenip tamamlanmış.

Yan uzanmış kadın heykeli başsız olarak oturmuş bir erkek heykeline yaslanmış. Heykellerin elbiseleri ince işçilikle yapılmış. Etiketinde sadece Klineli lahit kapağı yazıyor.

Kimi kapaklı, kimi kapaksız lahitler. Lahitler süslemesiz sade.

Kimisi ise süslemeli kabartmalarla bezenmiş. Önümdeki lahitte inanç değişiminin başlangıcını betimlemiş. Lahidin yan kısmında iki kanatlı çocuk melek figürü. İki elleri ile çiçek bezeli ay biçiminde çelengi tutuyor. Çelengin ortasında iki saplı bir vazo. Bu figürler İsa dan sonraki Hristiyan roma dinini, kapağındaki Medusa başı ise Pagan inanışını simgelemiş.

Lahitler genelde ev biçiminde yapılmış. Sanduka oda biçiminde, kapağı da üçgen çatı tarzı. Ölen kişinin durumuna göre lahit yapılıyor. Zengin ise süslemeleri bol. Geliri daha az ise süslemesi az ve sade yaptırıyor. Ölümden sonra yaşama inandıkları için daha önceden ustalara lahitlerini ısmarlıyorlar. Kimi bitmiş, kimi lahit bitmeden sahibi ölünce yada parası ödenmediği zaman yarım kalmış biçimde gömülüyor. Bu sanduka sade, kapağındaki üçgen kısmında sadece yuvarlak bir kabartma var. Bu da lahitte yatanın bir erkek olduğunu belirtiyor.

Bazı lahit kapaklarında kötü ruhlardan korunmak için Medusa başı kabartması yapılmış.

Antik Yunan ve Roma dönemi değerli eserler yanında Selçuklulardan dan kalan yazıtlar da sergilenmiş. Alttaki resimde han kitabesi olduğunu belirtir etiket var ama ne yazdığını anlatan bir yazı görmek mümkün değil.

Uzun ve dar sanduka kitabeleri, üzerinde Arapça yazılar var. Mezarın üstüne konuluyor ve ölen kişiler hakkında bilgiler yazılmış. Müslümanlık döneminde lahitler mezara dönüşmüş. Ölüler gömüldüğü için sadece kitabeler sandukanın üzerine konulmaya başlanmış. Sanduka kapakları Yunan ve Roma dönemi lahit kapaklarının benzeri. Üçgen biçiminde uzun ve dar yapılmış tabut gibi. Yanlarında işlemeler yapılmış sadece. Süslerden geri kalınmamış sadece heykel yada yüz kabartmaları yok.

Neredeyse Beş dakikadan kısa bir sürede müzeyi geziveriyorum bir çırpıda. Sadece gördüğüm her şeyin resmini çektim. Fazla dikkatlice bakmadan. Bisikletin başında Ümit bekliyor, fazla bekletmemek olmaz. Çıkışa doğru yürüyorum avluda.

Bu 4. Antalya – Manavgat bisiklet festivali. Afişleri de tabelalarda yapıştırılmış bile. Afişte bir bisiklet ve festivali belirtir yazı var. Antalya bisiklet festivalinin amblemi yuvarlak içinde güneş, deniz ve bisiklete binen biri sadece düz çizgi ile betimlenmiş. Yuvarlak amblemden kıyılara doğru ipe asılmış renkli üçgen bayraklar. Bisikletim KUZ ile birlikte çekiyorum.

Yerlerde kamp alanına giderken yolu gösterir işaretler ve bisiklet resimleri çizilmiş. İşaretleri takip edersen kamp alanını bulmak kolaylaşıyor.

Kamp alanına geliyorum, afiş te konulmuş giriş yerine. Yazıda Uluslar arası Antalya Bisiklet Festivali antalyabisikletfestivali.com. Kamp alanına hoş geldiniz yazısı üzerine asılmış.

Akşam yemeğinden sonra Perşembe Akşamı Bisikletçilerinin düzenlediği Perşembe akşamı turuna gideceğiz. Tüm bisikletçiler toplandık. Hepimiz aydınlatmalarımızı yakıp kamp alanından Cumhuriyet meydanına doğru gitmeye başladık.

Cumhuriyet meydanına varıp bisikletleri park ediyoruz. Manavgat ta ilk defa bu kadar kalabalık Perşembe akşamı turu olacak.

Manavgat Cumhuriyet meydanı geniş bir alan. Alanın başında Atatürk heykeli, arkasında 6 direk. Her bir direkte Türk bayrağı asılmış. Bisikletliler bisikletlerini park etmiş durumda.

Antalya Perşembe akşamı bisikletçileri başkanı Ceyhun Altın festivalin afişi ile römork ile tura renk katacak.

Meydanda bisikletçiler yuvarlak oluşturacak şekilde yan yana dizilmeye başladık bisikletlerimizle beraber.

Meydanın diğer ucundan tüm bisikletlilerin resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Çok kalabalık olduğundan herkesi bir kareye yakından sığdıramadığımdan üçer beşer çekmeye başladım katılımcıları.

Diğer grup.

Onun yanındakiler.

Bunlar da yanındakiler.

Onların yanındakiler.

Diğerleri.

Diğer arkadaşlar.

Bir grup daha.

Onun yanındakiler.

Başkaları daha var.

Videosunu da çekiyorum

https://youtu.be/dZCMe9OUg2s

Perşembe akşamı bisikletçileri toplantı halinde bir arada.

Topluca bir resim çekiliyoruz.

Perşembe akşamı bisiklet turu ile festival başlamış oldu. Başlangıçta videosunu çekiyorum cep telefonumla.
https://youtu.be/lUuBXYdOsJA

Manavgat sokaklarında en kalabalık Perşembe akşamı bisiklet turunu gerçekleştiriyoruz. İnsanlar bizleri görünce şaşırmadan edemiyor. Tur Manavgat caddelerinden geçtikten sonra Sorgun Titreyen gölde bitiyor. Titreyen göl de kamp alanına çok yakın, hemen kamp alanına gelerek çadırlara istirahate çekiliyor herkes.

Bu gün yaptığım yol 28 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc