Etiket arşivi: avrupa

Bir İstanbul Masalı – Avrasya Maratonu 3. Gün

13 Kasım 2016 Pazar

Avrasya Maratonu – Anadolu – Avrupa

(Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır.)

 

Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Nazım Hikmet Ran

 

Öne çıkan görsel, İstanbul boğaz köprüsünde kaşarken çekilmiş resmim. Üzerimde sarı tişört, altımda kısa pantolon, gri renkte. Göğsümde koşu numarası.

İstanbul’un havası bir garip, ne yapacağı ne olacağı belli değil. Sanırım Karadeniz’in hırçınlığına bağlı. Bir bakıyorsun yaz gibi, arkanı dönüyorsun kış gelmiş. Gece yarısı başlayan yağmur ve fırtına 12. katta daha şiddetli hissediyorsun. Ara sıra şiddetlenen rüzgar yağmur damlalarını kırbaç gibi camlara vuruyor. Rüzgar sesi, yağmurun camlara vurması beni uyandırıyor ve alarm çalasıya kadar bölük pörçük bir uykuya neden oldu. Alarm çalmadan uyanıyorum, hava fırtına ve yağmur olmasına karşı güne iyi başlama dilekleri ile pencereden dışarısını izledim bir süre. Rahman ve Başak ta uyanıyor. Kahvaltıyı hazırlıyoruz bana kadar. Her zamankinden az yiyorum sabahın köründe. Pek iştahım olmasa da.

Yanıma sadece kimliğimi, biraz para ve Rahman otobüse binmem için kartını veriyor. Üzerimde şort pantolon, maraton tişörtü ve yağmurluk var. Cep telefonum da yan cebimde. Böylece Rahman beni otobüs durağına kadar götürüyor. Yağmur yağıyor inceden, üzerimde yağmurluğu giymişim ıslatmıyor yağmur ama hava biraz serin. Otobüse ücretsiz bindim çünkü Avrasya maratonuna katılan sporculara belediye kıyak yapmış ücretsiz olarak. Rahman bana ineceğim durağı söylemişti. Başka bir otobüse daha binecektim. Dediği durakta indim. Merdivenlerden üst yola çıkıp durakta otobüs beklemeye başladım. Yağmur durdu ve bulutlar üzerimden geçmeye başladı. Şöyle bulutlara çepeçevre kuvvetlice üfledim bir kaç kez. Belki bulutlar dağılır diye. Ben beklerken birkaç sporcu yürüyerek gidiyorlardı. Uzun beklememe rağmen otobüsün geldiği yok ve gelmeyecek anlaşılan. Cep telefonumdan konum ve haritayı açarak ne kadar uzakta olduğumu görünce yürümeye karar verdim. Boğaz köprüsü fazla uzak değil, hızlı bir yürüyüşle yetişebilirim start yerine. Bir taraftan da navigasyona bakıp yürüyorum. Sonunda köprü yoluna geldim ve Avrasya maratonuna katılacak sporcuları görünce içim rahatladı. Yol trafiğe kapatılmıştı, sadece yaya olarak yürüyenler var. Ben de aralarına katılıp ıslak  yolda yürümeye başladım.

Yolda ilerledikçe kalabalık artmaya başladı, yol kıyısında seyyar tuvaletler sıralanmış. Boğazın mavi denizi bir parça görünüyor. Havaya üflemem işe yaradı, bulutlar dağılmaya başlamış. Avrupa tarafı tamamen açılmış durumda.

Start yerine vardım, insan kalabalığı iyice arttı. Neredeyse iğne atsan yere düşmeyecek. Kıyılara beyaz uçan balonlar ip ile bağlanmış bir kaç tane.

Benim koşacağım çeyrek maraton 10 Km start yerine geldim. Start verilmesine daha zaman var. 10 Km starttaki hava ile şişirilen büyük boru balon. Başlama yeri yolun sağında demir parmaklıklı bariyerle ayrılmış.

Start yerinde insanlar toplanmış start verilmesini bekliyorlar. Bir kişinin elinde Türk bayrağı var. Üç tane sarı uçan balon iple bağlanmış kıyıda. Balonlar kocaman.

Avrasya maraton koşusu 4 kategoride yapılacak. En önde 42 Km tam maratoncular var. Arkasında 15 Km koşucuları. En sonda 10 Km koşucuları. Start verildikten sonra belirli aralıklarla koşular başlayacak. Koşucu sporcular koşusu başladıktan sonra halk koşusu başlayacak. En başa 42 Km maratonculara kadar geldikten sonra geriye dönüp benim koşacağım 10 Km start yerine doğru yürümeye başladım. Star zamanı da yaklaşmakta. Bu arada Trabzonlu arkadaşım Orhan Şentürk aradı neredesin diye. Yerimi belirtmeme rağmen buluşamadık bir türlü. Orhan halk koşusuna katılacağından daha gerilerde. Ortalık ana baba günü, insan kaynıyor. Buluşmamız pek kolay olmayacak gibi.

Koşacağım start kapısına gelerek yerimi aldım. Önümde kalabalık sporcu grubu var.

İlk önce 42 Km tam maratoncular start aldı. Sonra 15 Km koşucular, normalde saat 10:00 da 10 Km koşucuları başlayacaktı ama on binlerce sporcuyu koşuya başlatmak pek kolay olmadığından zamanı biraz geçirdik. Neyse biraz gecikmeli de olsa start verildi. Start kapısından geçerken çipleri okuyan cihazdan da geçmiş olduk. Geçiş anında yüksek frekansta bir vızıltı sesi duydum. Start verildi verilmesine ama koşuya henüz başlayamadık. O karar çok insan var ki koşmanın olanağı yok. O yüzden bir süreliğine yürüdük.

Önümde insan kalabalığı, köprü geçiş gişeleri ve köprünün Asya kıtasında ki ayağı görünüyor. Kırmızı renkli uçan balonlar ip ile bağlanmış.

Asya kıtasının sonundayım, durup bir resim çekiyorum Marmara denizi tarafını. İki yakayı da görüyorum. Avrupa yakasında bazı çirkin dev binalar İstanbul’un siluetini bozmuş.

Köprü tamamen bize ait. Anca köprü ayaklarına gelesiye kadar yürüdüm. İnsan kalabalığı azalınca koşuya başlıyorum. Bu biraz  iyi oldu, koşuya başlamadan hafif tempolu yürüyüş iyi oldu. Köprünün Asya kıt’asındaki ayağı iki tane. İki tane taşıyıcı kalın halat ayakların üzerinde karşıdaki ayaklara doğru gidiyor. Aralıklı halatlar yukarıdan aşağıya düz inerek köprüyü taşıyor. Durup resim çekenler de var.

Resim çekenlere cep telefonumu vererek beni koşarken çekmelerini rica ettim. Böylece köprü üzerinde koşarken çekilmiş bir resmim oldu. Uzun saçlarım rüzgarda dalgalanmış olarak savruluyor. Üzerimde sarı koşu forması. Kısa pantolonum, spor ayakkabım, sol ayakkabımın bağcığında koşu çipi bağlı. 22743 yeşil renkli göğüs numaram da formamın önünde. Köprü kıyıları demir parmaklıklı bariyerle tamamen kapatılmış. Bariyerlerin ardında polisler nöbet tutuyor insanlar geçip aşağıya atlamasın diye. Avrupa dan Asya’ya doğru giden bulutlar ve iki kalın taşıyıcı halat tam üzerimde. Asya kıtası tarafı parçalı bulutlu. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Tam köprünün ortasına gelince durup Karadeniz tarafını çekiyorum İstanbul boğazını. Uzakta 2. köprünün ayakları da görünüyor. Boğazdan geçen gemiler, Asya ve Avrupa kıyıları, binalar ve havada bulutların geçişini izliyorum. Durup hareketsiz kalınca köprünün sallandığını hissediyorum. Onbinlerce ayak koşarken yere vurunca enerji birikimi koca köprüyü titretip sallayabiliyor. Bunu geçtiğimiz yüz yılda Çin lideri Mao Zedong fark ederek Amerikayı deprem felaketiyle yıkmayı planlıyordu. Plan kısaca şöyle;

Atlayan Ejderha Planı

CIA bu kez fena uçtu. Amerikan istihbaratına göre Mao, 1 milyar Çinli’yi zıplattırarak California’da bir deprem yaratmayı planlamış.

1976 yılında ölen Çin Lideri Mao ZeDong’un, bir milyar kişiyi zıplatarak ABD’nin California Eyaleti’nde deprem felaketine yol açmayı planladığı ileri sürüldü.

CIA kaynaklarına dayanılarak verilen bir haberde, ABD’den nefret eden Pekin’deki yöneticilerin bu inanılmaz sabotaj planlarını hala rafa kaldırmadıkları belirtildi.

ZIPLAMA DERSLERİ

Kod adı ‘Atlayan Ejderha’ olan inanılması güç ama korkunç plana göre, 12 Ekim 1976 günü yerel Pekin saatiyle 11.15’te bir milyar Çinli mümkün olduğu kadar yükseğe zıplayacaktı. MaoKızıl Ordu’dan köy köy dolaşarak herkese en yükseğe nasıl zıplanacağını eski Çin sporlarından örneklerle öğretmelerini de planlamıştı.

Buna göre, bir milyar Çinli’nin havaya zıplaması sonucu, yer altında şok dalgaları meydana gelecek ve bu da zincirleme sismik reaksiyonlara neden olacaktı. CIA’nın korkunç planı öğrenmesinden sonra, Washington’da yapılan ve bilgisayar modelleriyle gerçekleştirilen simulasyonlarda, Mao’nun planının ‘büyük olasılıkla işleyeceği’ sonucuna varıldı.

İSYAN BEKLİYORLARDI

Mao ZeDong, Kuzey Anadolu fay hattı ile ‘en çok benzeştiği’ ifade edilen California’daki San Andreas fay hattının kırılması sonucu, Los Angeles ve San Francisco’nun belli bölümlerinin Pasifik Okyanusu’na gömüleceğini de düşünmüştü. Depremin, birkaç milyon Amerikalının ölümüne yol açması ve ABD’de bir halk isyanının başlaması da umut ediliyordu.

Bir milyar kişinin zıplaması sonucu, Çin’de de sarsıntıların olacağı, ancak Mao’nun beş on bin kişinin ölümüne çok fazla önem vermediği de ileri sürüldü.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/mao-1-milyar-cinli-yi-ziplatarak-abdde-deprem-planlamis-39141469

Şu anda  Asya – Avrupa kıt’alarının birleştiği yerdeyim. Tam da Avrasya dedikleri yerde. Ben de Asya dan Avrupa’ya koşuyorum.  Hayallerimin peşinden koşuyorum anlayacağınız. Hayallerimin peşinden koşarken aynı zamanda hayallerimi de gerçekleştiriyorum bir yandan.

Köprünün ortası, kenar korkuluklar, İstanbul boğazı, geçen gemiler. İki yaka da görünüyor, binalar ve boğazın ilerisinde 2. boğaz köprüsü. Avrupa dan Asya’ya geçen bulutlar.

Tekrar koşuya başladım, köprüyü geçip Avrupa’ya ayak basıyorum. Sağa dönen yoldan köprünün altına yokuş aşağı inip deniz seviyesine geldim. Burada su istasyonu kurulmuş. Koşuyu rahat yapıyorum, henüz terlemedim bile. Sadece bir şişe su alıp bir yudum su içtim. Su biraz rahatsız edince gerisini içmedim. Aynı yerde serinlemek için su içinde tutulan süngerlerden de veriyorlardı. Terini silip serinlemek için. Ben de bir sünger alıp suyunu iyice sıkarak yanıma aldım hatıra olsun diye. Su şişesi elimde koşmaya başladım tekrar. Az ilerde yol kıyısında ve yolda yüzlerce, belki de binlerce içilen su şişeleri yol boyunca atılmış. Sporcu ahlakı gelişmemiş kimisinde, çevreyi kirletmenin gereği yok. Kötü bir alışkanlık elindekini yere atmak. Nasıl olsa temizleyen, toplayan var diyerek utanmadan çevreyi kirletiyor insanlar. Şimdiki nesle bir şey anlatmaya, öğretmeye gerek yok. Alışkanlıkları kırmak, değiştirmek çok zordur. Bu kabuk o kadar sert ki matkapla delemezsin. Yapılacak tek şey çocuklar bu kötü alışkanlıklara başlamadan çevre bilinci ve elindeki her şeyi çevreye atmadan çöp tenekesine atma alışkanlığını öğretmek. Anca gelecek kuşaklar bunu yapabilir.

Yol kıyısında koşanlar, kaldırım kenarında pet su şişeler, Kaldırımda çınar ağaçlarının gövdeleri, çimenler pet şişelerinde nasibini almış.

Geçtiğimiz yer kıyıda ki çınar ağaçlarının gölgesi. Koşan insanlar, ağaç gövdelerine bağlanmış İstanbul büyükşehir belediyesinin bayrakları. Flamalar ve Türk bayrakları ipe asılmış. Geçtiğimiz günlerde anılan 10 Kasım Atatürk’ün ölüm yıl dönümü pankartı.

Ve Siyah Beyaz renkleri, Kara Kartal simgesi olan sevdiğim ve tuttuğum takım olan Beşiktaş futbol stadına geldik. Belki bir daha fırsat olmaz diyerek durup stadın resmini çekiyorum. Beşiktaş yazısı, bir kısmını çalı kapatmış. Stadın kenar kolonlarının tuttuğu seyirci oturma yerlerinin arka kısmı görünüyor.

Artık Haliç’e yaklaşıyorum, birazdan bitiş yerine varacağım. O yüzden tempoyu artırdım biraz. Durup resim çektiğim ve başlangıçta koşamadığım zamanı kazanmalıyım. Tam tempoyu artırdım ki yanımda koşan birisi “Urim Baba kahve var mı?” diyerek sorunca vay be burada da beni tanıyan çıktı, hem de koşuda kahve isteyerek. Gerçi koşan arkadaş öylesine espri yaptığını biliyorum. Bitişe doğru koşmaya başladık tanımadığım kahve dostu ile.

Yolda koşanlar, dört katlı taş bir bina, karşıda İstanbul yarımadası, camiler görünüyor.

Fotoğrafçı Barış Gider tam Galata köprüsünün üzerinde beni ve kahve var mı diye soran arkadaşı koşarken resmediyor. Arkamızda güzel görünümüyle Galata kulesi. Resim gerçekten harika, profesyonelce çekilmiş. Usta fotoğrafçı olduğu çekeceği yeri bilmesinden belli. Sağ elimde su şişesi, sol elimde sünger var.

Haliç’i Galata köprüsünden geçip Eminönü’ne geldik. Yol sağa döndükten sonra finiş kapısı göründü. Cep telefonumu çıkarıp bir resim çekiyorum. Önümde koşanlar ve ilerde finiş kapısı.

Finiş kapısını geçerken sanki dev bir eşek arısı yuvasından geçiyormuş hissine kapıldım. Yüksek perdede vızıltı sesi kulakları rahatsız ediyor. Bu vızıltı koşucuların çiplerini okuyup zamanı kaydediyor.

Tam geçerken kendimi ve geçiş zamanını gösteren tabelayı çektim. Geçiş zamanım 1:09:18 olarak yarışı tamamlamış oldum. Saniyeleri yazmaya gerek yok. 1 saat 9 dakika gibi bir zaman bana yeter de artar bile. Koşarken durum resim çektiğim zamanı düşersem 1 saatin altında bir zaman koşmuşum demektir. Her ne kadar sondan birinci olup Dünya rekoru kırmasam da bir hayalimi gerçekleştirmeni gururu bana yeter. Yarışı hiç zorlanmadan bitirdim, nefesim yerinde, ağrım sızım yok. 10 Km koşsam da henüz terlemedim bile. 15 Km hatta tam maraton olan 42 Km bile koşabileceğimi hissediyorum. Ama 10 Km bana yeter, fazlasına gerek yok. Zorlamanın anlamı da yok bence. Her şey kararında olmalı.

Elçek yaparak çektiğim resimde Finiş yazısı, altında 10 Km olarak belirtilmiş. 38. İstanbul maratonu sağında yazıyor. Elektronik tabelada çip okuyucusunun yakaladığı zamanı gösteriyor. Yeşil renkli zaman  göstergesi 1:09:18 olarak yazıyor. Sağda da sponsor isimleri logolarıyla beraber yazılmış kolona.

Koşu bitiminde sporculara dağıtılan torbalardan birini alıyorum. İçinde kaybettiğimiz enerjiyi tekrar yerine koymak için meyve suyu, çikolatalı gofret, yarım litre su, bir adet muz ve terli tişörtü değiştirmek için başka bir tişört. Ben henüz terlemediğim için üzerimi değiştirmedim. Kendime yiyecekleri yemek için bir yer ararken Ozan Yılmaz ile karşılaşıyorum. Daha önceden katılacağını bildiğim için karşılaşmamız iyi oldu. Ozan 15 Km koştu bu gün. Aldığımız yiyecekleri bir kenarda afiyetle yedik.

Beraber elçek resim çekildik Ozan ile. Ozan’ın üzerinde naylon yağmurluk var, bende ise sarı forma. Arkamızda İstanbul’un evleri.

Arkamızda göremediğiniz Karaköy ve tepesindeki Galata kulesi.

İstanbul da cami çok, onlardan birisi ve güneşin parlak ışıkları arkadan vurmuş.

Ozan Beşiktaş ta kalıyor, ben de Beşiktaş stadına kadar yürüyelim, oradan vapura biner Kadıköy’e giderim teklifini kabul edince henüz trafiğe açılmamış yolda yürümeye başladık.

Sonunda Beşiktaş stadının olduğu yere geldik. Gönlümün takımı olan Beşiktaş Jimnastik Kulübü yeni haliyle görmek güzel. Türkiye’nin ilk futbol kulübü olan Beşiktaş’ın kuruluşu kısaca şöyle;

1902 sonbaharında Beşiktaş Serencebey Mahallesi’nde, o zamanın Medine Muhafızı olan Osman Paşa’nın konağının bahçesinde, 22 kişilik genç grup, haftanın bazı günlerinde toplanıp jimnastik hareketleri yapmaktaydı. Başta Osman Paşa’nın oğulları Mehmet Şamil ve Hüseyin Bereket ile mahellenin gençlerinden Ahmet Fetgeri, Mehmet Ali Fetgeri, Nazımnazif, Cemil Feti ve Şevket Beyler’in aralarında bulunduğu gençlerin ilk ilgilendikleri spor branşları, özellikle barfiks, paralel, güreş, halter, aletli ve aletsiz jimnastikti. O sıralarda siyasi hareketler dolayısıyla her türlü toplanmadan ürkerek hafiyeler dolaştıran 2. Abdülhamit’in adamları Serencebey’deki bu toplanmaları haber alınca, spor yapan gençler bir baskınla karakola götürüldü. Bu sporcu gençlerin bir kısmının saray erkanına yakın olması, ayrıca o dönemlerde kötü gözle bakılan futbol oynamadıkları ve sadece beden hareketleri yaptıklarını belirtmeleriyle gergin durum yumuşadı. Hatta saray çevresinden Şeyhzade Abdülhalim bu sporcuları destekledi ve sık sık antrenmanları seyretmeye başladı. Ünlü boksör ve güreşçi Kenan Bey de antrenmanlara gelerek güreş ve boks hareketleri göstermeye başladı.

1903 Mart’ında ise özel bir izinle Bereket Jimnastik Kulübü kuruldu. 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla sportif hareketler biraz daha serbestlik kazandı. 31 Mart 1909’daki siyasi olaylardan sonra Edirne’de bulunan Fuat Balkan ve Mazhar Kazancı, Hareket Ordusu ile İstanbul’a geldi. Siyasi olaylar yatıştıktan sonra iyi bir eskrim hocası olan Fuat Balkan ile başta güreş ve halter sporlarını yapan Mazhar Kazancı, Serencebey’de jimnastik yapan gençleri bularak birlikte spor yapma fikrini kabul ettirdi. Fuat Balkan, Ihlamur’daki evinin altındaki yeri, kulüp merkezi yaptı ve Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi. Böylece jimnastik, güreş, boks, eskrim ve atletizmin ön planda tutulduğu güçlü bir spor kulübü meydana geldi. Fuat Bey’in arkadaşları Refik ve Şerafettin Beyler de iyi birer eskrimciydi.

Bu arada Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey’in teşvikiyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü, 26 Ocak 1911 tarihinde tescil edilen ilk Türk spor kulübü oldu. Semtin gençlerinin bu spor kulübüne ilgisi büyüdü ve spor yapan üyelerin sayısı bir anda 150’ye yükseldi. Kulübün merkezi de Ihlamur’dan Akaretler’de 49 numaralı binaya taşındı. Bir süre sonra bu bina da küçük gelince, yine Akaretler’de 84 numaralı binaya geçildi. Bu binanın arkasındaki bahçe de bir spor sahası haline getirildi.

http://bjk.com.tr/tr/cms/tarihce/2/73

Büyük harflerden yapılmış Beşiktaş JK yazısı önünde kartal pençesi pozu ile resim çekiliyorum. Kollarımı iki yana açıp ellerim pençe gibi.

Cep telefonunu birisine verip Ozan ile birlikte çekiliyoruz. İkimiz de birer elimizi pençe olarak yaptık. (Kimse duymasın Ozan Fenerbahçeli, hatırım için beş dakikalığına Beşiktaşlı oldu. Yani Beş dakikada Beşiktaş)

Beşiktaş stadının türbinleri ve dev sütun da Beşiktaş arması ile resim çekildim.

Resim çekim işi bitince yürümeye başladık. İstanbul eskiden İstanbul idi. Herkesin İstanbul’a gelmesi ve her şeyin bir arada bulunması İstanbul’un güzelliklerini bir bir yok etmiş ve giderek yok etmekte. Mega köye milyonlarca insanın sıkış tepiş dolmasına bir de kapitalizmin el atması ile yaşanılmaz bir kente dönüştürmüş. İşte buna bir örnek; İstanbul’un çeşmeleri. Bir zamanlar yürüyen insanların başında bir nefes alıp su içtikleri çeşmeler akmaz olmuş. Mega köyün güzel kızları çeşme başına gelip testilerini doldurmuyorlar. Kızların gülüşmeleri yok çeşme başında. Damacana su güzelim süslü İstanbul çeşmelerin suyunu kökünden kesmiş. Bedava su yok, parayla alacaksın. Paran yoksa susuz kal.

Çeşmenin mermer taşları üstü ayrı işlemeli, iki yanı sütunlu. Çeşme aynasında kenarları işli süsler ince işçiliği gösteriyor. Çeşmenin olması gereken yer, gözü çıkarılmış bir canlının karanlık deliği gibi kalmış. En altta da mermer yalağı.

Dolmabahçe saat kulesinin olduğu meydana geldik. II. Abdülhamit tarafından 1890 – 1894 yılları arasında Nikoğos Balyan ve kardeşi Sarkis Amira Balyan’ın  usta işçilikleri sayesinde muhteşem bir eser ortaya çıkmış. 12 X 12 metrelik bir alan üzerine konuldu. Yükseldikçe daralan bir şekilde düzenlendi. Barok ve Ampir üsluplar kullanıldı. 4 katlı yapıldı. Deniz ve kara tarafındaki ikinci kat alınlıkların ortasına, 1882 yılında II. Abdülhamit tarafından terazi ve silah eklenerek tamamlanmış birer Osmanlı Arması mermere oyularak yerleştirildi. Kapı üstü hizasında, dört tarafına dört ayrı barometre konuldu. Barometrelerde, hava durumları aynen şöyle yazılmıştı, hala öyle devam ediyor; Fırtına – Rüzgar – Yağmur – Mütehavvil (değişken, kararsız anlamında) – Eyi Hava – Sabit Hava. Kuledeki saatler Fransa’dan getirtildiler. Saatçibaşı John Meyer, Paul Garnier markalı saatleri dördüncü kat alınlıklarına, makineleri da üçüncü kata yerleştirdi. Deniz tarafındaki saat ayrı, diğer üç taraftaki saatler aynı anda kuruluyorlardı. 1979 Yılında, saatler kısmen elektronik sisteme çevrildiler.

https://www.istanbul.net.tr/istanbul-rehberi/tarihi-eserler/dolmabahce-saat-kulesi/139/6

Saat kulesini uzaktan çekiyorum, saat 12:30 olarak zamanı gösteriyor. Kırmızı büyük uçan balonlar burada da var. Saat kulesinin dibinde insan kalabalığı.

Ozan ile birlikte bir şeyler atıştırmak için bir yere oturduk. Sonrasında ayrılıyoruz birbirimizden İzmir de görüşmek üzere. Beşiktaş vapur iskelesinden Kadıköy iskelesine direk vapur olmadığını öğrenince gerisin geri Eminönü’ne doğru yürümeye başladım. Yürürken de yol kıyısındaki akmayan çeşmeler dikkatimi çekiyor. Çeşmenin olduğu yer uzun bir kapı gibi niş olarak yapılmış, kenarları süslemeli mermer işçiliği görülüyor. Çeşmenin olduğu yer kara bir göz olarak görünmekte.

Başka bir çeşme daha karşıma çıkıyor. Bu biraz büyük bir yapıda üç tane çeşmesi olan gösterişli olarak yapılmış. Kenarları sütunlu, tacı süslü, tekne gibi yalağı ile çeşme kısmı nişli. Çeşme yok, su da yok. Bu ortadaki çeşme.

Daha uzaktan çeşmenin görünümü. Yanlarda birer çeşme de var. Tamamen beyaz mermerden yapılmış bir ev gibi duruyor. Çeşmeler haliyle körelmiş, akan bir su damlası dahi yok.

Yanlardaki çeşmenin nişleri daha dar. Burada bir çeşme görünüyor ama açma – kapama kafası yok, uçmuş gitmiş.

Yürüye yürüye Haliç’e geldim. Galata köprüsünden geçmeden önce yandan, korkulukların az dışından kamışlı oltaları ile balık tutan balıkçıların resmini çekiyorum. Karşıda Eminönü, Mısır çarşısı ve camiler, Haliç denizi görünmekte.

Salkım salkım tan yelleri estiğinde 
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle 
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul 
Binbir direkli Halicinde akşam 
Adalarında bahar 
Süleymaniyende güneş 
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde 
Bakışlarımda akşam karanlığın 
Kulaklarımda sesin İstanbul

Vedat Türkali

Eminönü’nden vapura binip Kadıköy’e doğru yol alıyoruz. Küçük, büyük yolcu vapurları boğazın mavi sularında bir o yana bir bu yana yolcu taşıyorlar.

Vapurun ayrıldığı Avrupa kıtasında olan Galata kulesi ve çevresini genel görünümü ile çekiyorum bir kare.

Tam boğazın ortasında boğaz köprüsünü iki ayağı ile birlikte çekiyorum. Bir kaç saat önce köprüde koşarken şimdi geçtiğim yerleri çekiyorum.

Optik olmadığı için dijital zom ile yakınlaştırarak boğaz köprüsünü daha görünür biçimde çekiyorum. Vapur ile beraber bir Avrupa’ya, bir Asya’ya bir kaç lokma yiyecek için uçan martılardan birisi de tam köprünün altında kanatlarını açmış olarak süzülürken kareye girmiş.

Asya kıtasına yakın olan kız kulesi görüntüye girince resmini çekiyorum. Martılar bizi takip ediyor bu arada. Yolcu vapuru da boğazın yukarılarına doğru gitmekte.

Kadıköy’e az kaldı, Selimiye kışlası devasa mimari yapısı ile karşıma belirdi. Kıyıda yük doldurup boşaltma limanı. İskelede vinçler, kıyıya yanaşmış gemilerden yük boşaltıyorlar. Kıyıda bağlı uzun sarı bir gemi duruyor.

Kıyıya yakın olarak geçiyor vapur. Kıyıdaki iskelelerde depolar var, önünde ise açık alanda binlerce martı konmuş. Beton zemin martıların beyaz rengine bürünmüş.

En sevdiğim vapurlardan olan eski yapım, kenarlarında, üstte arkada ve önde açık alanlarda oturma yerleri olan bir vapur geçerken resmini çekiyorum. Bindiğim vapur da aynısı. Açık yerde oturup denizi seyrederken çay içmek zevkini yaşadım. Yeni vapurlarda dışarısı diye bir yer yok. Tamamen kapalı ortamda, denizi görmeden, iyot kokusunu içine çekmeden yük eşyası gibi yolculuk yapılıyor. Yeni vapurları hiç sevemedim nedense.

Kadıköy’e iyice yaklaştık ve karşımda muhteşem yapısı ile Haydar Paşa garı göründü. İki yanında dev kuleleri, tam ortada büyük saatini hayranlıkla izliyorum.

1906 yılında yapımına başlanıp 2 yılda tamamlanmış binayı iki Alman mimar ve İtalyan taş işçilerinin çalışması sonucu yapılmış. 1917 de İngiliz casusun sabotajı ile büyük hasar meydana gelmiş, 1979 Yılında yakıt tankerinin patlaması ile dış cephesi hasar görmüş ve en son 2010 yılında dikkatsiz bir işçinin sorumsuzca çalışması sonucu çatısı yanarak çökmüş. Restorasyon çalışmasına hala devam ediyor.

Kadıköy iskelesinde inip metroya binerek Başak ve Rahman’ın önceden belirttiği durakta inerek eve geldim. Sıcak bir duşun ardından salonda kurulu hamağa uzanarak şekerleme yaptım yeterince. Sabahın köründen beri ayaktayım. 10 Km koştum ve bir o kadar da yürüdüm. Dile kolay iki kıta arası koşmak ve yürümek beni yordu biraz. Şekerleme beni kendime getirdi, tembel tembel uyumak gibisi yok. Ben uyurken Başak ve Rahman dışarı çıktılar. Onlar gelmeden uyanıyorum. Akşam olduğunda yemeği yapıp yiyoruz birlikte. Kahve içerken masanın üzerinden Rahman benim resmimi çekiyor çaktırmadan. Kahve fincanı önde, ardında ben cep telefonu kulağımda birisi ile konuşuyorum. Konuştuğum kişi de bizim Gözde Emine. O da 15 Km Avrasya maratonunda koştu. Yanımıza gelip sohbete katılmasını istiyorum ama arkadaşlarının sohbetini kabul etmeyip soğuk bir ortamda yemek yemeği tercih ediyor. Kendi bileceği iş deyip sohbetimize devam ediyoruz zamanı durdurarak.

Sohbetimize anlam katmak için yer minderlerine oturduk. Işıkları kapatıp mumları yakarak her zaman yakalanmayan ortamı yaşamaya başladık. Zaman nasıl olsa durdurduk mumların ışığı içinde. Minderin üstünde bağdaş kurup oturarak önümdeki ocağıma cezveyi sürüyorum. Fincanları yana dizdim, kahve pişince içine köpükleri ile dolduracağım. Uzun saçlarımı omuzlardan salmışım. Rahman’ın kemençe çalışını izliyorum. Başak ta bu arada kahve değirmeninde kahve öğütüyor kolu çevirerek. Rahman resim üzerinde fotoşop ile siyah beyaz olarak yapmış, Sadece cezvemin bakır rengi ve kırmızı ile sarı büyük mumların rengi orijinal. Rahman’ın elinde kemençe, uzun sakalı ile yay kemençenin gergin tellerinde gidip geliyor nağmeler arasında.

Gecenin derinliklerine kemençenin sesi ile türküler söyleyerek daldık. Zaman durmuştu ve ne zaman başlayacak bilmiyoruz. Sohbetin, türkülerin coştuğu, hayallerin gerçekleşmesini umarak yaşadık anları. O anlar ki geçmek bilmiyor. Zaten zaman durmuş anı yaşıyoruz. Hiç bitmesini isteyerek. Kemençenin sesi hayalleri körüklüyor habire tatlı düşlerin içinde kayboluyoruz. Muhteşem bir gece yaşadık. Bir daha ne zaman buluşacağımızı bilmeden. Ne zaman yattık bilmiyorum.

Bu gün koştuğum Avrasya maratonunun 10 Kilometrelik haritası. Bir o kadar da yürüdüm ama haritada belirtmedim.

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 5. Gün. Denizli Bisiklet Festivali 2. Gün

23 Mayıs 2015 Cumartesi

5. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

Denizli – Pamukkale – Denizli

 

mektuplarınız yok ki sizin

gideceği adresler olsun

yemiş yüklü dallara olmayan kollarınızı nasıl uzatacaksınız?

çiğnenmekten vaktiniz kalmadığından zaten

kalkıp bir kıra,

bir buluta ayak basamayacaksınız

trenleri doldursanız da boş kalacak vagonlar

Savaş Ay

 

Öne çıkmış olan görsel, Kırmızı çiçekler ardında iki kemerli tarihi yapı.

20150523_111814

Ay dolandı geceye, gece karanlık ve soğuk. Ay aydınlık o da soğuk. Ay ile gece gün ağarıncaya kadar sarmaş dolaş ama kimseyi incitmeden. Gün ağarınca ayrıldılar tekrar buluşmak için. Akşam içtiğim nefis  ev şarabının etkisi sabaha karşı baş ağrısı ile kendini gösterdi. Kafamda sanki bir ton yük var ve başımı dik tutamıyorum. Zar zor sabah kahvaltısını yapıp hazırlanıyorum. Bu gün güzel yerler göreceğim ve ilk defa Pamukkale’nin beyaz travertenlerini göreceğim. Aynı zamanda en önemlisi Antik Hierapolis kentini görmem olacak. Kafamı zorla dik tutarak grup ile birlikte yola çıktım. Rakım olarak Pamukkale’ye göre daha yüksekte olmamız nedeni ile hızlıca şehrin ana caddesinden inip Pamukkale’ye vardık bile. Geçtiğimiz yerlerde resim çekmeye değer bir şey olmadığından anca Pamukkale de günün ilk resmini çektim. Oğlu ile birlikte pedal çevirerek geçenler.

20150523_095920

Arkasından diğerleri geldi. Pamukkale girişi rampalı olduğundan geçenleri rahat biçiminde çekebildim. Eeee resim çeken olunca yol kıyısında hemen de poz verirler. Kadın bisikletçi.

20150523_095942

Biri kadın, biri erkek iki kişiyi çekiyorum.

20150523_095958

İki kişi daha geçiyor önümden.

20150523_100000

Hep ikişer geçiyorlar.

20150523_100014

Sonunda tek bir kişi kadraja giriyor.

20150523_100023

Bir kadın da tek geçiyor önümden.

20150523_100037

Kalabalık olunca hepsini çekmeme olanak yok, o yüzden yoluma devam ediyorum. Pamukkale’nin beyaz travertenleri yolun sonunda göründü.

20150523_100220

Daha önce buraya kadar gelmiştim ama üzücü iki haberden dolayı hiç bir yeri görmeden geri dönmek zorunda kalmıştım. Başım çatlasa da bu gün gezeceğim hiç görmediğim güzellikleri.

Ne demiş şair; “En güzel şey henüz görmediklerindir.”

20150523_101745

Travertenlerin üzerinde yamaç paraşütçüsü dolanıp durmakta. Havadan görmek daha da güzel olurdu sanırım. Daha geniş bir alanı rahatça görebilir paraşütteki kişi.

20150523_102856_hdr

Pamukkale travertenleri beyazlığı ile gerçekten görsel olarak çok güzel. Uzaktan da yakından da. Beyaz travertenler yamaçta, düzlükte yeşil sazlarla kaplı göleti park haline getirmişler.

20150523_103341

Buradan da girişi var ama biz yukarıdaki kapıdan gireceğiz. O yüzden yola devam. Uzun bir kortej olmuş bisikletçileri çekiyorum.

20150523_103722

Yer altından çıkan termal suyun içindeki Kalsiyum Hidro Karbonat hava ile temasa geçince karbondioksit karbonatı terk ederek havaya karıştıktan sonra geride kalan Kalsiyum beyaz bir tabaka halinde sertleşir. Burada herhangi bir bitki yetişmediğinden beyaz renk tabakası ile doğaya renk katar. Depremlerle çöken, yükselen toprak ilginç yapılar oluşturmakta. Beyaz travertenle kaplı tepe. Sanki dağın tepelerine kar yağmış, etekleri yeşil otlarla kaplı.

20150523_103727

Yeni yapılmış kaymak asfalt zorlanmadan sessizce gitmemizi sağlıyor. Ses titreşimi olmadığından travertenlere zararımız olmuyor motorlu araçlar gibi.

20150523_103957

Uzakta ve yüksekte görünen travertenlerin üzerine çıkacağız. Önde sararmaya başlamış tarla var.

20150523_104452

Hafif yükselince Denizli şehri ve karlı tepeleri ile Babadağ görüntüye giriyor.

20150523_104457

Geldiğimiz yönün resmini çekiyorum travertenlerle birlikte.

20150523_104502

Daha da önümüzde yokuş var ama az kaldı.

20150523_104810

Avrupa birliği sözleşmesinin 27. maddesi çevre ile ilgili. Öyle olunca KUZ zaten çevreci, bu bayrağın anlamına da yakışır. Doğayı kirletmeyen, çevreci ve sağlıklı yaşam kaynağı bisiklettir. Ben de onun bir parçası olarak mutluyum ve sağlıklıyım. Daha ne olsun ki?

20150523_105859

Antik kentin dış mekanları olan mezarlıklara geldik. Mezarlar görkemli. Bakalım kent ne durumda, merak içindeyim.

20150523_110148

Antik kent Hierapolis girişindeyiz, ücret ödemeden içeri giriyoruz. Herhalde buralarda yarış yapılmış, finiş ve bitiş yazılmış şişme kemere.

20150523_110435

Antik kentin giriş kapısı ile harabelerin olduğu yer arasında epey bir yol var. İşte böyle yerlerde insanlar yürümek zorunda kalıyor. Bu durumdan şikayet edenler kim? Tabi ki her yere araba ile gidenler. Hani kapı olmasa araba ile ta antik tiyatronun sahnesine kadar gidebilirler diye düşünmekten edemedim kendimi… Bizler öyle miyiz? Elbette değiliz, öyle olsaydık bisikletlerimizle buraları görmek için 25 Kilometre pedal çevirir miydik. Böyle olmasından memnunum. En azından 250 kişi arabalara binip doğaya gaz salımını yapmadı, çevre de kirlenmedi. Antik kente giden taş yollar, çevre de yeşillendirip çiçeklerle süslenmiş.

20150523_110546

Dedim ya antik şehrin dış mahallesindeyiz, burada mezarlıklar var. Antik adı ile Nekropol. Mezar yapılarının görkemine bakılırsa Roma döneminin zengin kişileri için yapılmış. Savaşta ölmeyip termal hamamlarda ihtiyarlığında ölen şişko, yağlı, obez Romalı generaller ve para babaları kendilerine bir ev kadar kayalardan mezar yaptırmış. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de durum değişmedi. Mezarlıklara gidip bakın. Soğuk mermerden yapılan mezarlara dünyanın parasını vermekten kaçınmazlar. Sanki tahtalı köyde huzur içinde yatacaklar işledikleri günahları cehennem ateşinde yanarken….

20150523_110846

Nekropoller

Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür.

Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.)

Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İ.Ö. II – I. yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır.

Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I., çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir ya da birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.)

Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir. Geniş traverten düzlük tamamen alt üst olmuştur. Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir. Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır. Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir Tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur. Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur. Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır. Kerpiç tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür. Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır. Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir. Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır.

Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Taşlardan yapılmış mezar lahitleri.

20150523_110849

Antik kente ulaşmak için yürümüyoruz ama pedal çevirmek bizim işimiz. Taş döşeli temiz yolda gidiyoruz bisikletlerimizle.

20150523_110852

Önümde Gülhan Etiler durmuş ileriye bakarken çekiyorum. Sağda yüksek bir bina var, müze olmalı. Yerler Arnavut kaldırım taşları döşenmiş.

img_0661

Çevre düzenlemesi çok iyi olmuş, termal sular buraya kadar getirilip insan yapımı traverten yapılarak ayrı bir güzellik katmış. Traverten dört kademeli yapılmış.

20150523_111249

Bu güzelliğin yanında kırmızı ve beyaz çiçekler ayrı bir desen oluşturmuş tarihi doku içinde.

20150523_111442

Kırmızı – beyaz çiçeklerin görünümü harika. Arada kırmızı güller de var.

20150523_111551

İlk kalıntılar göründü, kemerli yapılar Roma döneminde buraların zenginliğini gösteriyor. Kırmızı çiçekler ardında iki kemerli tarihi yapı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150523_111814

Tarihi kalıntılar çoğalmaya başladı.

20150523_112130

Çoğu yıkılsa da ayakta kalan yapılar muhteşem. Binalar devasa insan boyuna göre. Yüksek, üç kemerli bina. Çatısı yok.

20150523_112142

Kalın sütunlu, üzerinde kirişler olan bir kalıntı.

20150523_112328

Sanırım antik kentin giriş kapısına geldik. Üç kemerli, yüksek bir kapı, yanları kale duvarı gibi kalın. Buradan içeri giriş yapıyoruz.

20150523_112519

Dikdörtgen bir kapıdan daha geçiyoruz. Burada sütun ayakları olan dikdörtgen prizma mermer bloklar sıralanmış.

20150523_113029

Kalın taş duvar, nöbetçilerin durduğu girinti duvarın anlına yapılmış.

20150523_113125

Aşağıdan gördüğümüz travertenlerin üstüne geldik sonunda.

20150523_113601

Tarihi kalıntılar etrafa saçılmış gibi.

20150523_113838

Antik yıkıntıların içinde havuz yapılmış. Girişi de 30 kusur Lira olunca girmekten vaz geçtim. Sanki biraz paragöz olmuş taşeron işletmeci. Girişte insanlardan para alıyorlar, havuza da ayrı para. Bir de normal insanlar girmesin diye ederini yüksek tutmuşlar. Aynı Roma dönemindeki yağlı, şişko, obez zenginler için. Çaktırmadan gireriz diye şortları giydik Ferdi ile birlikte. Ferdi kendini havuza bırakınca görevli hemen devreye girip Ferdi’yi dışarı çıkarınca havuz sefamız başlamadan bitti.

20150523_114310

Antik havuzda yüzen insanlar.

20150523_114318

Antik Havuz

Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir. Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaydı. O yıllarda kent ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmış. Bugün antik havuzu meydana getiren İ.S. VII. Yüzyılda oluşan depremdir. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İ.S. I.yy) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır. Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın geçmesi konusunda da etkilidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Tariki kalıntılar üstünde oturan, yüzen insanlar.

20150523_114420

Buraya da Denizli’nin simgesi Denizli horozunun parlak seramik heykelini yapmışlar.

20150523_123420

Madem havuza giremedik bari travertenlerde akan sulara bırakıyoruz kendimizi. Başımın üzerinden akan sular üzerimden havuza akıyor.

img_0673

Su bulduğumuz neresi olursa oraya seriliyorum. Her ne kadar yüzemesem de bu bana yetiyor. Dar bir kanalda sırt üstü uzanmış halde yatıyorum.

img_0677

Traverten havuzunda boy veriyorum, anca bileklerimin biraz üzerine karar derinlik. Artık bu havuzda eğlenmeye devam edeceğim.

img_0678

Sadece Kalsiyumlu beyaz bir tabaka kalıyor üzerimde ama idare etmek gerek. Bu havuzlar insan yapımı doğal olmayan betondan kademeli olarak tasarlanmış. Kademeli olması göze hoş geliyor. Bir zamanlar insanlar buralara ayakkabı ile dolaşmaya başlayınca beyaz renk yok olmaya başlamış.  Sonrasında ayakkabı ile girmek yasaklanmış. Zamanla pamuk gibi beyaz rengine dönüşmüş.

img_0687

Üzerimi kurulayıp giyiniyorum. Antik kentin yıkılmış ve ayakta kalmış taşlarına dalayım havuz yerine. Geçmişten gelen yapılar benim için daha değerli ve görülmesi bedava. Blok taş yıkıntıları, kimi yerler yıkılmamış düzgün görünüyor.

20150523_124439_hdr

Etrafı dolaşırken yerde bir yarık gördüm. Merak edip dikkatlice bakınca uzayıp giden fay hattı olduğunu anladım. Yarığın dibinde de turkuaz renkte su var. Güneş ışıkları suya vurunca renk canlılığını ortaya koyuyor. Beklide az kişinin, yada hiç kimsenin görmediği güzelliği görüyorum zannederken insanların içip attığı teneke içecek çöpünü görünce artık bir şey düşünemedim. İnsanlar neden bu kadar duyarsız, neden bu kadar pis anlaşılır gibi değil…  Yazık hem de çok yazık..

20150523_124529_hdr

Yarık uzun ve derin gidiyor, takip edince Antik havuzun olduğu yere işletmenin bahçesinde son buluyor. Sanki yarık bahçede toprakla kapatılmış, üstü örtülerek depremden ve yaratacağı etkiden etkilenmeyecek gibi. İşletme tam da fay hattında. Üzeri çimle, çiçekle süslenmiş, altındaki su dolu boşluğu görmeden büyük bir tehlikenin farkında değiller. Bir deprem anında çökmeyeceği nerden bilinebilir ki ?

20150523_124542

Ben gezime devam ediyorum antik kentte. İleride tiyatro var, yoldan gitmeyip kestirmeden araziden gidiyorum ayakta kalmış bir kaç blok arasından.

20150523_124623

İşte taşeron zihniyeti gördüğünüz gibi antik kentin ortasından siyah bir boru uzanmış gidiyor. Nereden gelip nereye gittiği belli değil. Hiç te yakışmamış tarih dokusuna, yazık…

20150523_124645

Anlaşılan o ki burası büyük ve önemli bir kent imiş zamanında. Henüz kazısı bitirilmemiş, kazılsa daha da neler çıkar ortaya.

20150523_124757 20150523_124842 20150523_124845

Devasa tiyatro binasına geldim. Hava sıcak, başım hala ağrımaya devam etmekte ve kafam o kadar ağır ki taşıyamıyorum. Ama Muhteşem tiyatroyu görmem gerek.

20150523_125046

Hierapolis (Yunanca: Ἱεράπολις ‘kutsal şehir’), Pamukkale (Denizli) yakınlarında bulunan bir antik kenttir.

Antik coğrafyacı Strabon ile Ptolemaios verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolisin bir Frigya kenti olduğunu ileri sürülmektedir. Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Pergamon Krallığı zamanında II.Eumenes tarafından MÖ 2. yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir. Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki MS 60 yılındaki büyük depreme kadar, Hellenistik kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür. Deprem kuşağı üzerinde bulunan kent, Neron dönemi depreminden büyük zarar görmüş ve tamamen yenilenmiştir. Üst üste yaşadığı bu depremlerden sonra kent, tüm Hellenistik niteliğini kaybetmiş, tipik bir Roma kenti görünümünü almıştır. Hierapolis Roma döneminden sonra Bizans döneminde de çok önemli bir merkez olmuştur. Bu önem, MS 4. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık merkezi olması (metropolis), MS 80 yıllarında, İsa’nın havarilerinden Filipus’un burada öldürülmesinden kaynaklanmaktadır. MS 395 yılında Bizans yönetimine geçen Hierapolis, Piskoposluk merkezi oldu. Hierapolis, 12. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçukluları’nın sınırları dahilinde kalmıştır. Hierapolis antik kentinde; Nekropol, Domitiyan yolu ve kapısı, kare alan içine oturtulmuş Oktokonus tapınağı, tiyatro, Frontinus caddesi ve kapısı, Agora, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, Gymnasium, Tritonlu Çeşme Binası, Apollon Kutsal Alanı, Su Kanalları ve Nympheumları, Surlan, Filipus Martynonu ve köprüsü, Direkli Kilisesi, Nekropol Alanı, Katedral ve Roma Hamamı kalıntıları bulunmaktadır.

Tiyatro

Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. İnşasına; 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde 62 yılında başlanmıştır. Hadrian döneminde (117-137) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde 206 yılında tamamlanmıştır.

Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir. Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir.

Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır. Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür. Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Atları Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir. Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir.

Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür. Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır. Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı ya da halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır. Sayıları ise 2 binden fazladır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hierapolis

Tiyatroyu tamamen görecek şekilde oturma yerlerinin en üst tarafına çıkıp sütunlu sahnesi ve yarım yuvarlak oturma yerlerini neredeyse tamamıyla çekiyorum.

20150523_125539

Antik kent turu bitirip hep birlikte yola çıkıyoruz. Başımın ağrısı hala geçmedi ve güneş geçmesin diye havlumu başıma sardım. Grup gittikten sonra kendimi yavaşça yokuştan aşağı inmeye başladım. Yemek yenilen yerde yönlendiriciler beni durdurarak, yemek yememi söylediler. Zar zor bir şeyler atıştırdım. Biraz dinlenme ve karnımın doymasıyla baş ağrısı yavaş yavaş geçmeye başladı. Artık kafamı dik tutabiliyorum. Baş ağrısı gözle görülmese de ağırlığını hissettirdi. Sanki tonlarca kazan kafamda kaynıyordu. Yemekten sonra başımın ağrısı azalınca kendime geldim. Yemek bitiminde dönüşe başladık. Mermer fabrikasında serinleme molası verdik. Soda ve çay ikramı iyi geldi bu sıcak havada. Mermer fabrikasında heykeltraşlar sanatlarını göstermiş. Fabrikanın bahçesi Açıkhava heykel müzesi durumunda. Sütun başında iki kolunu yana açmış erkek zemine yapışmış halde. Sadece başı ve iki yana açılmış kolları var.

20150523_155114

Baş heykeli, ustaca yapılmış bir eser. Tek parça koca bir kütle mermerden güzel bir insan başı. Bana çok şey hatırlatıyor. Sanki gözlerini kapatıp huzura çağırır gibi. Her şeyi bir yana bırak, evini, işini, okulunu, bozuk düzeni, adalete sarsılmış olan güvenini, adam olmayı, geleceği düşlemeyi. Sadece huzuru düşün, ses çıkmasın sessizliği düşün gözlerin kapalı olsun. Işık girmesin dünyana, ışığı düşün. Zaten içinde olan ışık seni aydınlatır. Yaptığın iyilikleri düşünme, zaten onları denize attın ya! Çocukları düşünme, içinde hep çocukluğu yaşadın, hep çocuktun. Toplumun dayatmalarıyla bir kalıba soktular seni. Düşünerek kır kalıplarını, özgürleş. sen onlara dayat ben böyleyim diye. Ben huzurluyum! huzurlu. Yeter ki baş ağrısı olmasın.

20150523_155144

Güzel kadın heykeli poz vermiş aynaya kendini seyrediyor. Güzel olduğundan emin değil, acaba ne kusurum var diye aynadaki yansımasını gözlüyor sanki. Üzerinde ince bir elbise giymiş, kıvrımları gayet düzgün oyulmuş.

20150523_155243

Gökten inmiş bir melek gibi, kanatları alışılmadık. İnsanlara iyi olmayı, adaleti, birbirinizi boğazlamayın artık yeter diye yazan kitapla beraber yer yüzüne inmiş. Ama kitabı okuyan var mı ? Yada yazanları uygulayan ?

20150523_155302

Düş görmek, rüyaların içinde huzurla yatmak. Çimenlerin üzerine bir döşek, üstünde ince bir çarşaf. Yastık yok, kolunun üzerine başını koyacaksın. Güneş en tepeden öte yana devrilmeye başlamış. Kuşluk vakti. Üzerinde huzurlu bir yorgunluk, gözlerin kapanmadan uzanıverirsin döşeğe. Gözler usulca kapanır ve güneş ışıklarının verdiği sıcaklıkla şekerleme başlar. Kabus görmezsin rüyalarındaki düşlerde çünkü içinde kötülük yoktur senin. Tatlı düşler beliriverir rüyalarda. Düş ve huzur… Uyuyan kadın heykeli. Yere uzanmış, üzerinde ince bir çarşaf örtülmüş gibi kıvrımları gayet ustalıkla işlenmiş. Sadece başı ve ayak uçları çarşafın dışında kalmış.

20150523_155324

Böylece kalbini çaldığın biriyle 90 lı yaşları geçmiş yaşlılığı yaşarsın. Sevdiğin bahçedeki koltuğa oturmuş. Sen de koltuğun kenarına ilişip oturursun. Konuşmaya gerek yoktur, bahçede öten kuşlar konuşur cıvıltılarıyla. Sen onları dinlersin bunca yaşanmışlığınla yaşlanmış olarak. Huzur içinde ölümü beklersin kapını çalsın diye. Düşünmezsin bile ardında bıraktığın koca dünyayı. Kimseye kötülük etmemişsin, hep başkalarına yardımı esirgememişsin. Dünyalar senin olmuş, arkanda iyi ve güzel şeyler bırakıp dinginliğe ulaşmışsın. Bir gün uykudayken acı çekmeden bir daha uyanmayacağını biliyorsun huzurla… Biri kadın biri erkek iki heykel tek kişilik koltukta oturmuşlar. İkisi de ihtiyar, kadının başında baş örtüsü sarkıyor. Erkek başına fötr şapka takmış.

20150523_155355

Ve güneş kuşluk zamanını gösteriyor. Yani günün ikinci yarısının ortası. Güneş her gün kuşluk zamanını hiç sektirmez. Sen bunu değiştiremezsin, gücün yetmez. Sadece zamanı iyi değerlendir ve yaşa. Yarım yuvarlak oyulmuş Güneş saati, üstte ileri uzatılmış çubuk. Yarım yuvarlak oyuntuda ölçülü çizilmiş ve sayıları belirtir işaretler yapılmış.

20150523_160113

Çay ve soda ile dinlenmemiz bittikten sonra yola devam. Büyük Menderes nehrinin havzasındayız. Nehri besleyen çaylardan biri olan Çürüksu çayı kenarındayız. Çayda akan su gerçekten çürümüş, renginden belli. Neredeyse karaya dönüşmüş kahverengi. Geldiği yer sanayi sitesinin yanı olduğu için sanayide ne kadar atık su varsa hepsi derede. Hal böyle olunca iyice karışan renk homojenize olan kahverengi renginde.

Bu rengin neden olduğunu şöyle açıklayayım. Ortaokulda resim dersinde güzel bir kadın resim öğretmenimiz vardı. Sanata ve resme olan inancını bizlere yansıtmıştı ve resim dersi hep güzel geçmişti o yıllarda. Bizlere renkleri anlatmıştı, renk karışımlarını, hangi renk hangi renkle karışırsa ne olur diye. Ana renkler Kırmızı – Sarı – Mavi ara renkler Yeşil – Turuncu – Mor Üç ana rengi ikişer renkle karışırsa üç ara renk oluşur. Bunu güzelce kafamıza yerleşirdik ten sonra bir derste renk karışımlarını resim kağıdına yapın bakalım deyince ben değişik çaplarda altı daire her biri birbirini kıyısından içine alacak şekilde pergel ile çizdim. Üç daire ana renk, diğer üç daire ara renklerde sulu boya ile boyadım. Sarı kırmızı ile birleşince turuncu rengi aldı. Sarı mavi ile birleşince yeşil rengi oluştu. Kırmızı mavi renkle buluşunca morardı. Bunlar tamamdı ama bütün renklerin kesiştiği ortada küçük bir üçgenin rengi kahverengi olmuştu.

Bu durumu güzel öğretmenim bize açıklamamıştı. Belki de açıklamak istememiştir. Çünkü insanlar çevreyi kirlettiğinden nehirlerin böyle bir renk alacağını biliyordu. Kırk yıl sonra renklerin karışımının neden Kahverengi olduğunu anlamıştım. Kirliliğe dur demenin zamanı geldi artık..

Kahverengi akan çayı çekiyorum köprü ile birlikte.

20150523_160330

Her ne kadar çaylar ve nehirler kirli aksa da yaşam bir şekilde devam ediyor. Artık kirlilik bizleri ne kadar etkileyecek ilerde zaman gösterecek. Arpa tarlalarında olgunlaşıp sararmış halde görünce içimin burukluğu azaldı.

20150523_162342

Alabildiğine geniş tarladaki sarı renk huzur veriyor.

20150523_162444

Laodikeia antik kent ovanın ortasında sanki unutulmuş. Biraz da orayı canlandırmalı bisikletlerimizle. Ana yola yakın olan antik kentte giriş yapıyoruz ücret ödemeden. İlk tarihi kalıntılar karşımıza çıktı.

20150523_164541

Geniş caddeden yürüyerek şehrin merkezine doğru gitmeye başladık. Yol geniş kaya plakalardan, düzensiz yapılmış.

20150523_164609

60. yılda olan büyük depremde yıkılan şehirden kalan kalıntıların bir kısmı. Tam da Roma rakamlarını belirtmiş. I II III diye sütunlar sırası ile dikilmiş arkeologlar tarafından.

20150523_164919

Laodikeia Antik Kenti, Denizli İli’nin 6 km. kuzeyinde yer almaktadır. Helenistik kent, M.Ö. 3. yy.’ın ortalarında Seleukos Kralı II. Antiokhos tarafından karısı Laodike adına kurulmuştur. M.Ö. 130/129 yılında ise bölge tamamen Roma’ya (önce Cumhuriyet, sonra İmparatorluk) bağlanmıştır. Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden birine sahip olan kent, Erken Bizans Dönemi’nde metropollük seviyesinde dini bir merkez haline gelmiştir. Laodikeia’da yapılan kazı çalışmaları, Erken Kalkolitik Dönem (Bakır Çağı, M.Ö. 5500’den M.S. 7. yy.’a kadar kesintisiz yerleşimlerin varlığını ortaya koymuştur. Laodikeia, önemli arkeolojik kalıntılara sahiptir. Yaklaşık 5 kilometrekarelik alana yayılan Laodikeia’nın önemli ve günümüze kadar gelebilen yapıları içinde; Anadolu’nun en büyük stadyumu (ölçüleri 285×70 m.), 2 tiyatrosu, 4 hamam kompleksi, 5 agorası, 5 nymphaeumu, 2 anıtsal giriş kapısı, Bouleuterionu, tapınakları, Peristylli evleri, Latrina, kiliseleri ve anıtsal caddeleri sayılabilir. Kentin dört tarafını ise nekropol alanları çevirir. Laodikeia, Hıristiyanlık dünyası için çok önemlidir. Çünkü kent M.S. 4. yy.’dan itibaren Kutsal Hac Merkezi olma gibi dinsel bir özelliğe sahip olmuştur. Bu nedenle İncil’de adı geçen ve Laodikeia Kilisesi adına vahiy gönderilen bir kentte Laodikeia Kilisesi’nin ortaya çıkarılması, bu kutsallığı bir kat daha artırmaktadır. Kilise, Büyük Constantinus zamanında (M.S. 306-337), Hıristiyanlığın M.S. 313 yılında Milano Fermanı ile serbest olmasıyla birlikte yapılmıştır. Bu yönüyle Hıristiyanlık dünyasının en eski ve en önemli kutsal yapılarından biri olma özelliğini korumaktadır ve bu nedenle yapı bir hac kilisesidir.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,51372/laodikeia-antik-kenti-denizli.html

Bir kaç sütunlu yapılar.

20150523_164939

Devasa yivli sütunlar zamanında muhteşem bir dönemin belirtisi. İki sütun arasında iki kadın.

20150523_165049

Üzeri kalın cam ile kapatılmış kazı bölgesi. Canlar kalın, üzerinde yürüyebiliyoruz. Buradan kazı çalışılmalarını izleyebilirsiniz.

20150523_165412

Kazı yıl boyunca devam ediyor. Üzeri kalın cam ile kapatılmış alanda gün yüzüne yeni çıkmış eserler görünmekte.

20150523_165137

Aşağıda sütunlar parça parça yerde.

20150523_165200

Kemerli yapılar da göze çarpıyor.

20150523_165232 20150523_165239

Başka bir alan da üzeri örtülerek korunmuş durumda.

20150523_165252

Şimdi şöyle düşünün; Eğer resimde görünen yapılar orijinal biçimde korunmuş olarak dursaydı böyle güzel görünür müydü  Gözümüze sadece taş bir bina olarak görünecekti. Oysa şimdiki görünümüyle sonradan dikilmiş 16 sütun, kimisinin üstünde kirişler konmuş. Görsel olarak bize geçmişi anlatıyor. Eskiyi, daha da eskiyi, binlerce yıl öncesini resmediyor uzaktan.

20150523_165403

Restore edilerek zamanında yıkılmış sütunlar dikilerek taştan bir kapı yapılmış. Ziyaretçiler kapıdan geçince sanki zamanda yolculuk yapar gibi zaman kapısından geçiyor. Sütunların arasında beş kişiyi çekiyorum.

20150523_165454

Sütunlar ve kirişlerdeki ince işçilik zamanında ustalık ve zanaatçılığın ileride olduğunu ve zenginlik bakımından ferah yaşanmışlığın göstergesi. İki sütun arasında beni çekiyorlar cep telefonum ile.

20150523_165601

Tarih dokuya güzeller de renk katmakta. Sanki bir kuş sütun başına bir kuş yuva yapmış gibi.

20150523_165617

Ne de olsa İzmir de yaşamış, güzelleşmişler. Gülhan Etiler’i çekiyorum iki sütun arasında.

20150523_165624

Yakın zamanda pişmiş tuğladan yapılan kapı kemeri, arka taraf henüz kazılmamış. Yarısına kadar toprakla örtülmüş durumda. Artık siz düşünün daha ne kadar kazılacak ve ne kadar sürecek. Günümüz iş makinaları ile belki de bir haftada kazılabilir bu alan ama kazı çalışmaları dikkatli ve kalıntılara zarar vermeyecek biçimde kazılıyor.

20150523_165659

Tek sütun.

20150523_170243

İleride sütunlu yol görünüyor.

20150523_170254

Hava sıcak, başıma güneş geçmesin diye peştemalı kafama sarıp öyle dolaşıyorum. Sütunlu yolda çekiliyorum.

20150523_170430

Antik kent turumuzu bitirip kapıya yöneldik. Kapıda diğer arkadaşların toplanmasını beklerken oturduğum basamağın altında bir kurbağayı fark ediyorum. Güneşin yakıcı sıcağından serin ve gölgelik yere konuşlanmış. Öyle sessizce bize aldırmadan dinleniyor kuytu yerde. Kamuflajlı rengi ile kurbağa ilk başta fark edilmiyor bile. Anca dikkatli bakınca görebilme şansınız var.

20150523_171439

Herkes geldikten sonra hareket edip ana yoldan kamp alanına doğru pedal çevirmeye başladık. Her belediyede olduğu gibi Denizli belediyesinde de henüz bisikletçilerin farkında değil. Daha alışmamışlar demek ki ince tekerlekli bisikletlere. Üç mazgal uzunlamasına delikleri ile bisikletlilere tehlike yaratıyor.

20150523_173357

Benim lastiğim ince ve mazgala giriyor. Eğer dikkat etmezsen jantı kırma olasılığın yüksek. Bakalım bu konuda belediyenin fen işleri ne zaman el atacak. Arka tekerleğim mazgalın yarığına tamamen girmiş durumda çekiyorum.

20150523_173457

İşin garip tarafı mazgallarda standart yok. kimi mazgal değişik yapılmış ve en uygunu da resimde gördüğünüz mazgal tipi. Kısa delikler ve yolda gidiş yönüne göre enine konmuş. Artık bütün mazgallar bir standartta gelmeli ve doğru olan biçimde konulmalı.

20150523_174013

Kalabalık Denizli trafiği içinde hızlıca geçip kamp alanına geldik. Sıcak duşları beklemeden kalın bahçe sulama hortumu ile güzelce duşumu alıyorum. Terli eşyaları da sudan geçirip duruladıktan sonra temiz elbiseleri giyerek yemeklerimizi afiyetle yiyoruz. Denizli’nin güzel insanlarından Reyhan – Murat Demirel çiftinin sevimli ikizlerini sevmeden geçemedik. Maşallah ikisi de topaç gibi, bir de sevimliler yemeden geçilmez ki.

20150523_201304

Akşam olduktan sonra masalara oturup Saz ve Gitar dinleyerek Türküler, Şarkılar söyledik hep birlikte. Gece ilerledikçe sayımız birer ikişer eksilerek azaldık. Fazla geç olmadan ben de çadırıma çekilip günün yorgunluğunu tatlı uyku ile gidermeye başladım.

Bu gün yaptığımız toplam yol 56 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 4. Gün

5 Eylül 2013 Perşembe

Bigalı kalesi – Gelibolu – Bolayır – Keşan

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Nasıl istersen öyle dinle, bakın,

Dalların zirvesindeyiz ancak,

Yarı yoldan ziyade yerden uzak.

Yarı yoldan ziyade mâha yakın.

Ahmet Haşim

 

Öne çıkmış olan görsel, asfalt tam ufuk çizgisinde, Can bisikletlerin yanında.

4-17

Çadırda kalmanın eseri olsa gerek telefonumun alarmı çalmadan önce uyanıyorum. Ne olursa olsun gün her zaman güzeldir ve bu günümün de güzel olacağına inanarak çadırımdan çıkıyorum. Güneş henüz doğmamış. Tulumbadan elimi yüzümü yıkayıp etrafı şöyle bir inceliyorum. Bulunduğumuz yer tam da kamp atılacak bir yermiş gerçekten. Büyük okaliptus ağaçları, zemin düz, tulumba da var ama suyu yavan. Bir de en önemlisi deniz kıyısı, bol oksijen ve iyot kokusu insanı doğa manyağı yapıyor.

Böylece güneşin doğuşunu seyretmek için çadırımın önünde yerimi alıyorum. Sabah güneşin doğuşunu izlemek bana müthiş bir haz veriyor. Kendimi her zamankinden daha fazla özgür hissediyorum nedense. Yolda olmak çok güzel anasını satayım.

İşte Özgürlük; çadırım, KUZ, deniz ve yeni doğmakta olan Güneş.

4-1

Artık Avrupa’dayım ve bisikletimle kendi gücümle buraya kadar gelebilmeyi hayal etmişimdir. Hayallerim gerçek oldu en sonunda.

Şöyle bir oturup Çanakkale boğaz manzarasında not defterime aklımda kalanları yazıya dönüştürüyorum. Bisikletim KUZ yanımda.

4-2

Çanakkale boğazı Ege denizine bakan yer, Eceabat’tan epey gelmişiz. Karşısı Anadolu kıyısı.

4-3

Sabahın keyfini çıkardıktan sonra çadırlarımızı toplayıp bulunduğumuz yerde olan Bigalı kalesini ayak üstü şöyle bir geziniyorum. İngiliz donanması 1807 de hiç bir engelle karşılaşmadan Adalar önünde demirlemesi İstanbul a boğazların savunması gerektiğine inandırmıştır. Sultan III. Selim Çanakkale boğazının en dar 2. yerinde Bigalı kalesi ve karşısına Nara kalesini inşa ettirmesine başlamış, Sultan II. Mahmut anca bitirmiştir. Bigalı kalesi hakkında yazılan yazıyı çekiyorum.

4-4

Kalenin giriş kapısı yüksek kemerli ve kale duvarları. Bir kısmı yıkık durumda duvarların. İçeride kümbet görünüyor.

4-6

Kalenin ortasında sadece küçük bir kümbet bulunmakta. Üzerini otlar bürümüş. Kalenin karşı duvarında bir kapı daha var.

4-7

Kısa gezintim bittikten sonra bisikletimin yanına dönüyorum. Arkadaşlar da toplanmış. Kahvaltıyı yol üzerinde uygun bir yerde yapacağız. Can İzmir den beri taşıdığı nescafeleri içip yola öyle çıkacağız. Ayrıca Can’ın lpg gazlı ocağını ve kamp malzemelerini deniyoruz. Alüminyum çaydanlığa 4 bardak su döküp ocağı yakıyoruz. Bir süre sonra lpg ocağının çeşitli yerlerinden alevler çıkmaya başlayınca hemen alevleri söndürüyoruz.  Ama deposundaki bütün gaz boşalıyor. Bu sefer Can’ın yeni aldığı ispirto ocağını deniyoruz, fakat ispirtosu yok. Benim ispirtomu kullanıyorum. Su kaynadıktan sonra nescafelerimizi içince boğaz manzarasında da keyfimiz yerine geliyor. Bisikletimin ön lastiği biraz inmiş, pompa ile şişirdim.

Yolcu yolunda gerek deyip yola çıkıyoruz hep beraber. Yol deniz kıyısını takip ediyor. Kıyıda küçük liman, limanda kırmızı renkli tekne var.

4-8

Yol deniz manzarasıyla zorlanmadan, tatlı iniş-çıkışlarla akıp gidiyor.

Yolumuzun üzerinde Akbaş Şehitliğine denk gelince kısa bir mola vererek Şehitlere duamızı okuyoruz. Burası yeni yapılmış, Çanakkale de nerede kamp atabiliriz diye sorup soruşturduğumuzda bize burada kamp atabilirsiniz diye cevap vermişlerdi. Akbaş şehitliği giriş kapısı çok geniş, iki yanda bronz asker heykeli konulup şehitliği koruyorlar. Yolun kıyısında üç bisiklet park halinde Akbaş şehitlik kapısını çekiyorum.

4-10

Yolumuz üzerinde Ilgaldere yol ayrımı geliyor. Burada küçük bir cami, masaları olan market görünce burada kahvaltı yapmaya karar verdik. Duru Cafe’yi Burtay Aksoy ve eşi işletiyor. Burada her türlü kahvaltı yapılabilir, biz de kendi kahvaltılıklarımızı çıkarıp marketten eksiklerimizi tamamlayıp kahvaltımızı yapıyoruz. Burtay bir gemide 2. kaptan olarak çalışıyor. Görevde olduğu zaman eşi cafeyi işletiyor. Burada her türlü kamp atılabilir, bunu not ediyorum. Su , tuvalet, yiyecek, çay her şey var. Aile ile iyice dost olunca sonunda Türk kahvesi ile muhabbeti bitiriyoruz.

4-11

Kahveyi içip kalkmaya hazırlanırken Adnan kavunları görünce dayanamayıp bir kavun alıp kesiyor. Adnan ı kırmak olmaz deyip kavunu yemeye başlıyoruz. Kavun da pek bir tatlıymış, tadı damağımızda kalıyor. Burcu da yıllar önce buralarda yediği kavunun tadını unutamamış. Kavunu yedikten sonra damağında kalan o eski tadı yeniden yaşıyor. Gerçekten Trakya’nın kavununda bir başka tat var.

4-12

Sabah kahvaltısını biraz fazla uzattık galiba. Yola koyulmak gerek diyerek bisikletimin yanına gelince ön tekerleğimin lastiğinin tamamen indiğini görüyorum. Zaman biraz da patlak lastik için geçiyor. İlk patlağımı 315. km de tamir ediyorum çabucak. Tamirden sonra yola çıkıyoruz hep birlikte.

Her ne olursa olsun yolda olmak güzel. Denizden uzaklaşıyoruz, etraf Ayçiçeği tarlaları çoğalmaya başlıyor. Bir yerde durup tarladan bir tane Ayçiçeği koparalım deyip duruyorum. Tarlaya inip yakından bakınca Ayçiçeğindeki çiğdemlerin mini minnacık olduğunu görüyorum. Çekirdekler küçük olduğu için çitlenmiyor bile. Bunların cinsi yağlık Ayçiçeği. Ayçiçeklerinin içinde Burcu’yu çekiyorum. Elinde Ayçiçeğini tutmuş durumda.

4-14

Keşan’da Ayçiçeği gibi güzel bir kızçe var; Ayşegül Gökalp. Burada aklıma geldi, bu kızçe niye bu kadar güzel diye ; 14 yaşında iken  ay çiçeklerinin 14. haftasında Ayçiçeği yedikten sonra bu kadar güzel olmuş, Yoksa başka bir sebebi yok. Burcu da beni çekiyor Ayçiçeği tarlasında

4-15

Buralardaki ekilen Ayçiçeği yağ için ekiliyor. Çiğdemi zar zor çitleye çitleye yedik. Çiğdem dişimize sığmıyor o derece küçük yani. Yolda park ettiğimiz bisikletleri görünce tam resimlik deyip bisikletleri çekiyorum. Can bisikletlerin başında.

Yol ufuk çizgisinde olunca güzel bir tablo çıkıyor karşıma. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

4-17

Bölünmüş yol çalışmaları ara ara devam ediyor. Yeni yapılan yoldan güvenle yolumuza devam ediyoruz.

4-18

Etrafta doğru dürüst ağaç yok, tarlalar alabildiğine uzanıp  gidiyor. Arazi dalgalı biçimde inişli çıkışlı, düz olmasından iyidir bence. Konya ovasına bir gün gidersem düz arazide sıkılacağımı tahmin ediyorum şimdiden. Alıştık bir kez dağlarda gezinmeye. Gelibolu yarım adasında gittiğimizden arada deniz uzaktan şöyle bir kendini gösteriyor.

4-21

Kısa olsa da yokuşlar beliriyor önümüze ama fazla zorlamıyor bizi.

4-22

Nerde bölünmüş yol çalışması varsa yeni yapılan yere hemen dalıyoruz. Yolun başlangıcında arkadaşlarımın resmini çekiyorum. Can, Burcu ve Adnan.

4-23

Lambur lumbur

Tarhana bulgur

Lapseki bardak

Gelibolu çardak

Hoppala paşam

Malkara Keşan

Çanakkale halk tekerlemesi

 

Nihayet Gelibolu ya varıyoruz. Tabelada Nüfus 30.300  yazıyor. Tabela ile birlikte resim çekiliyorum.

4-24

Gelibolu şehir merkezine uğramadan yolumuza devam ediyoruz, çünkü yolumuz epey var ve biraz fazla eğleniyoruz yollarda. Ama kimsenin şikayet ettiği yok bu durumdan. Hepimiz yolda olmanın huzuruyla etrafı iyice görerek canımızın istediği yerde durup resim çekerek, yada çantalarımızda bulunan kuru yemişleri atıştırmak için küçük molalar vere vere ilerliyoruz. Tabelada; sağa şehir merkezi ve Lapseki feribot iskelesini belirtmiş. Düz olarak Keşan İstanbul yolunu gösteriyor. Biz soldan Keşan yolundan gideceğiz.

4-26

Alabildiğine uzanan Ayçiçeği tarlaları ufukta son buluyor ve devamında uzayıp gidiyor Trakya topraklarında.

4-27

Adnan Barım; Selçuk tan bisiklet arkadaşım. Bize Ayvalık tan katıldı, iyi bir turcu ama arada sırada kendini kaybedip önden önden gidiyor. Onu yakalayamıyoruz bir türlü. Dostluğu her zaman iyidir. Yolda her şeyi almak ister, bilhassa kavun sever. Kavunu alır yiyemeyiz, kavunu kilometrelerce taşıyıp başka yerlerde yeriz.  Eşi ve oğlu İstanbul da  üniversite için kayıt yaptırdıklarından Keşan’a İstanbul’dan gelecekler. Adnan’ın önden gitmesi belki de ailesine biran önce kavuşma isteği olabilir. Bisikletim KUZ’un kadro ortasından resmini çekiyorum Adnan’ı.

4-28

Can Küçükler; yol arkadaşım her zaman turlarda bizleri kontrol eder. Fazla gözden uzaklaşmaz, eğer göremezse bizleri durup bekler. Biraz bagaj çantalarında problemi var, çantalar iyi ve su geçirmez  ama herhangi bir şey lazım olup çantadan almaya kalkınca nedense hep alta kalmış oluyor, böylece bütün çantayı boşaltmak zorunda kalıyor. Düzenli ve tertipli olduğu için çantaya özenle eşyalarını diziyor, bu da epey zamanını alıyor. Uzun yola her zaman çıkabileceğim bir yol arkadaşım. Bisikletim KUZ’un kadro ortasından resmini çekiyorum Can’ı

4-29

Burcu Kural, Narin yol arkadaşım benim. Gökova bisiklet turunda beraber pedallamıştık. Turun anılarını yazdığımda yine birlikte pedallamak için dilekte bulunmuştu. Dileği gerçekleşti ve hayatından memnun olarak hiç bir sorun çıkarmadan, gayet uyumlu pedallıyor. Bazen tedirginlikler yaşıyor ama yolda yaşadıkları bu tedirginliklerin yersiz olduğunu görünce boşuna endişe ettiğini anlıyor. Yerleşim yerine uzakta, duş ve tuvaletin olmadığı yerde kalmasını öğrendi ve testi geçmiş oldu böylece. Doğada özgürce, fazla hijyenik olmayan yerde konaklama şartlarına alıştı. Kimseyi kırmaz ve kırılanlara da üzülür, onun üzüntüsünü paylaşır. Haksızlıklara tahammül edemez, ona karşı durur. Elinde olan her şeyi paylaşmasını sever. Yolda güveneceğim bir arkadaşım olarak her yere gidebilirim. Bisikletim KUZ’un kadro ortasından resmini çekiyorum Burcu’yu.

4-30

Trakya’nın bitmez tükenmez tarlaları uçsuz bucaksız, manzara pek değişmiyor. Yolda sığınacağımız bir ağaç gölgesi yok. Ay çiçekleri son defa güneş neredeyse orada kalıp olgunlaşıp kurumuş. Boynu bükük olarak biçerdöveri sakince bekliyorlar. Daha sonra fabrikada Ayçiçek yağı olarak tekrar sarı rengine dönecekler.

4-31

Dağlar uzakta, solda Saroz körfezi. Dağlara doğru gidiyoruz. Dağların üstünde beyaz bulutlar dolaşıyor.

4-34

Keşan’a 51 km kaldı, bu beni fazlasıyla memnun ediyor. Moralimiz yerinde. Tabelada yazan; Keşan: 51, Tekirdağ 135, İstanbul 260  Kilometre gidileceğini belirtiyor.

4-35

Sağımızda ufukta tepenin üzerine kurulmuş Bolayır kasabası beliriyor. Can burada Namık Kemal’in mezarının olduğunu söylüyor. Ama tepede olduğu için uğramayı düşünmüyoruz.

4-36

Can ve Bolayır tabelası.

4-37

Aşağıda görünen resimde ki binada yemek molası verelim dedik. Yol kıyısına da yakın, bahçesinde gölgelik var, hemen yayılıyoruz gölgelik yere. Karnımız da epey acıktı yani. Lokantaya siparişleri vermeye  girip yemek olmadığını öğrenince hayal kırklığına uğruyoruz birden bire. Sezon bittiğinden yemek yapmıyorlarmış, pekiyi, karnımız aç. Ne olacak şimdi? Yemek yemek için 2 km yukarıda şehir merkezine gitmemizi söylediler. Mecburen gideceğiz artık.

4-38

Burada Namık Kemal ile başka bir mezarın daha olduğunu öğreniyoruz. Gazi Süleyman Paşa mezarı, nedense türbe olarak anılıyor. Tabelalarda en üstte Bolayır, Gazi Süleyman paşa türbesi 2, Namık Kemal mezarlığı 2 yazıyor.

4-39

2 Kilometrelik yokuşu aç karnına, zar zor olsa da çıkıyoruz. Şehir merkezine varınca bir lokantada yemeğimizi yiyip karnımızı tıka basa doyurduk. Karnımız doyduktan sonra buraya kadar gelmişken vatan şairi Namık Kemal’in mezarını ziyaret edelim deyip mezarların olduğu yere gidiyoruz. Kenarları taş duvarlı çukurda abdest alma yeri yapılmış. Ortasındaki şadırvanın üzerine dört ince sütun, üzerine kubbe yerleştirilmiş. Buraya ağaçlar dikilip park haline getirilmiş.

4-40

Belediye etrafı gayet düzenli ve temiz yapmış. Mezarın girişi park ve içinde yeşil ağaçlar düzenli dikilmiş. Kaldırım ve duvarları beyaza boyanmış. İki mezara da aynı yerden giriliyor, sağda Namık Kemal solda Süleyman Paşa. Süleyman paşa 1359 yılında, Namık Kemal 1888 yılında gömülmüş mezarlığa.

4-41

Namık Kemalin mezarı , duamızı yapıp Tanrıdan rahmet diledim.

Kıtalar

I
Eylemem ölsem de kızbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim.
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrafa,
Kendimi hicveylemezsem kafirim!
II
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billahi öz kardeşimi.
Gözlerim ebna-yi ademden o rütbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı
Namık Kemal
O zamanlarda insanların ne mal olduğunu bilmiş ve mezar taşının çalınmamasını dilemiş şiirinde. Namık Kemal’in mezarı mermer sanduka ve kapağı.
4-43

Burası da Süleyman Paşanın mezarı. Biraz abartmışlar bence, içinde Süleyman Paşa, seyisi ve atı olmak üzere üç tane mezar var. Süleyman Paşa Rumeli’yi fethetmiş ve savaşlarda Bizanslılara karşı büyük başarılar elde etmiştir. Aynı zamanda Bizanslılara da savaşta yardım etmiştir. Büyük ihtimalle avda attan düşerek hayatını kaybetmiş ve atı ile birlikte buraya gömülmüş, seyisi de öldükten sonra buraya gömülmüş. Türbe yüksek duvarlı, kubbeli bir yapı.

4-42

Süleyman Paşa bronz heykeli. Kaftan giymiş, sol elinde de kılıcını tutuyor.

4-45

Mezar ziyaretinden sonra yola çıktık. Yol kıyısında bazı hoş olmayan manzaralarla karşılaşıyoruz. İnsanlar molozlarını dökerek çirkin bir görüntü meydana getirmişler. Belediyenin yeri herhalde kilitli taşları görünce anlıyorum. İlerisi de çöplüğe benziyor. Belediye yapacaksa böyle yerleri yoldan uzak bir yere yaparsa daha iyi olur kanaatindeyim. Ama düzgün bir yer ve çevreye zarar vermeyecek bir şekilde yapılması gerek.

4-46

Sonunda Saroz körfezine yaklaştık, karşıda Koru dağları onun ardı Keşan. Yolumuz az kaldı. Hani dağlar olmasaydı belki de Keşan’ı görebilirdik.

4-47

Buraya Kavakköy’e daha önce sünnet düğününe gelmiştim. Bisikletle geleceğimi ve buradan daha da ileri gidebileceğimi düşünmemiştim. Demek ki bisiklet insanı öyle bir yere getiriyor ki insan şaşırıp kalıyor. “Bisiklet sen nelere kadirsin”” demekten kendimi alamıyorum. Ayrıca İzmir de oturduğumuz yere yakın Fahrettin Altay mahallesi var. Genel olarak Üçkuyular olarak ta bilinir. Burada Fahrettin Altay kışlasının olması bir an için İzmir’e gittim sanki! Tabelalarda; Şarköy, Kavakköy ve beyaz tabelada General Fahrettin Altay kışlası sağda olduğunu belirtmiş.

4-48

Köprü, Kocadere çayı, tekne ve KUZ.

4-49

Yol yapım çalışmasına denk gelince fırsatı değerlendirip trafiğe kapalı olan bölüme geçip rahatça pedallıyoruz.

4-52

Bazı yerler toprak ama bizi engellemiyor. Koru dağına iyice yaklaştık.

Bazen güzel anları yakalıyorum resimde görüldüğü gibi. Can sol şeritte Burcuyu sollarken yakalıyorum.  Allahtan trafik polisi yok yoksa cezayı yerdi. Benim bisikletimin gölgesi de aşağıdaki asfalta düşmüş. Sürdükleri yer trafiğe kapalı.

4-54

Bazen de ben poz veriyorum. Arkamda henüz asfalt dökülmemiş bölüm. Bulunduğum yerden sonra yeni asfalt ile kaplanmış yol. Bisikletime binip hareket edince Burcu beni çekiyor bir poz. Uzun saçlarım salınık, trafiğe kapalı yol olunca kaskımı çıkardım.

4-56

Nihayet Koru dağına tırmanmaya başlıyoruz. Yalnız güneşin batışını kaçırmak istemediğimden karşı şeride geçip güneşin batışını izliyorum. Sabah güler yüzle doğuşunu seyrettiğim güneşin batışı da ayrı bir zevkle izliyorum. Ertesi gün doğuşunu seyretmenin heyecanıyla hoşça kal diyorum. Güneş tepenin ardında son ışıklarını saçarken.

4-57

Güneşin son ışıkları Saroz körfezine vuruyor. Aşağıdaki ovada güneşin son ışıklarının bir kısmı görünüyor. Karşı da iki tane minik ada öylece denizde mavi sularda süzülen  kocaman mavnalara benziyor. Sanki kum taşır gibi yüklü ve ağır.

4-59

Yolun karşısında tabela konulmuş, uzaktan gören arabalar orada trafik polisi arabası var deyip yavaşlayıp hatalı sollama yapmıyorlar. İki tarafta da aynı tabela var. Güzel bir uygulama, insanlar nedense polisin olmadığı yerlerde trafik kurallarını hiçe saymak bir marifet olarak görüyorlar. Bir de övünmeleri yok mu? Bilmem ne demeli…

4-60

Bayağı az kaldı, tabelada; Keşan 21, Tekirdağ 105, İstanbul 230 Kilometre kaldığını gösteriyor.

4-61

Ve akşam karanlığı yavaş yavaş inmeye başladı Saroz körfezine.

4-63

Akşam karanlığında Korudağ’ın zirvesine ulaşıyoruz, tabelada; Korudağ, Rakım 350 metre yazıyor. Bunun inişi güzel olacağa benzer.

4-64

Ama beklediğimiz gibi olmuyor, inişte yol yapım çalışmasından dolayı yer yer bozuk yolda ilerliyoruz. Haliyle yavaş bir iniş gerçekleştiriyoruz. Yolumuzun az kalması Keşan’a erken varmamız anlamına gelmiyor. Gece olması da etken, bir de Burcu’nun aydınlatması çok zayıf olması daha da yavaş gitmemize neden oluyor. Ama böyle gitmemiz gerek, herhangi bir olumsuzluk yaşamıyoruz bu sayede. Saat 22:30 da Keşan’a kamp yapılan parkın karşısında lokantaya varıyoruz. Sulu yemek kalmamış mecburen dürüm yiyoruz. Lokanta, masa ve sandalyeler.

3-74

Dürümleri yedikten sonra karşıda ki Mehmet Gemici Cennet Parkına giriyoruz. Doçek ekibi bizi karşılıyor, Hakan Eşme hoş geldin diyerek çadır kuracağımız yeri bize gösteriyor ama beni tanıyan arkadaşların hoş geldin demeleri bayağı uzun oluyor. Bu günden gelen katılımcılar kedilerine bir kemancı bulmuşlar şarkılarla coşuyorlar.

Çal be kemancı bir daha çal…….

Bilmeden
Duymadan
Sevmeden çıkıyorum yola
Sadece
Tek hece kendimce yaşıyorum aşkı cenneti
Bilmeden
Duymadan
Sevmeden
Çıkıyorum yola
Eninde
Sonunda
Bir şekilde ulaşıyorum o ışığa
Adım adım daha da yaklaşacak sana
Adım ve tadımı hadi unut bakalım
Geriye dönüp bir baktığım zaman
Seni değil hatalarımı yaşadığım
An o anlardan
Pişman mıyım diye sorarsan
Değilim ağladım ne güzelmiş keman
Geriye dönüp bir baktığım zaman
Seni değil gençliğimi yaşadığım
An o Anlardan
Pişman mıyım diye sorarsan
Değilim anladım neymiş yalan
Kötüymüş yalan
Bilmeden
Duymadan
Sevmeden çıkıyorum yola
Eninde
Sonunda
Bir şekilde ulaşıyorum o ışığa
Adım adım daha da yaklaşacak sana
Adım ve tadımı hadi unut bakalım
Geriye dönüp bir baktığım zaman
Seni değil hatalarımı yaşadığım
An o Anlardan
Pişman mıyım diye…
Behzat Gerçeker
Kemancı ayakta keman çalarken.

4-65

Hemen çadırları kurup eğlenceye biz de katılıyoruz. Ortam gayet güzel, kafalar çakır keyif, çilingir sofrası kurulmuş. Ortam sıcak, ilk önce Aykut Celep sofraya davet ediyor. Aykut’la burada tanışıyorum, ardından Nail Özkan ile tanışıyorum oturduğumuz yerde. Eğlenceye devam ediyoruz, gayet güzel çalıyor kemancı, biz de ona eşlik ediyoruz. Aykut kadehini kaldırıp şarkı söylerken.

4-66

Gelir gelmez birdenbire nerden geldiğini anlamadan defi elimde buluyorum. Eee madem elimde ben de şarkılara defe vura vura eşlik ediyorum. Biraz müzik kulağım vardır. Rahmetli Babam aile içinde  def çalardı ara sıra, neşeli zamanlarda  Babamdan kalan miras olmalı. Elimde def, arkamda Burcu ve Can oturuyor.

4-67

İnsanlar yerde çilingir sofrasında oturmuş, kemancının çaldığı şarkılara eşlik ediyorlar.

4-68

Festivalin Dört güzeli, Timukan Karaca, Şehnaz Başaran Karabulut, Asuman Şen ve Esma Eser Açıkgöz. Dördü de güzel insan, festivale renk katıyorlar.

4-69

Rahman ve Başak, bisiklet gezginleri, arkasında Ergun Oskay, Adnan’ı yamacına almış.

4-70

Henüz tanışmadığımız Edirne de okuyan öğrenciler solda gözlüklü Emre Ata ve Selim Karagözler.

4-71

Çilingir sofrası ortada, etrafında arkadaşlar, oturmuşuz muhabbet ediyoruz. İçecek gırla gidiyor ama ben bir kadeh rakı ile idare ediyorum.

4-73

Ve Okan Tuztaş, burada yeni arkadaşlarla tanışıyorum. Facebook ta tanıdığım yüz yüze burada iyice tanışıyorum. Daha önce tanıştığım arkadaşlarla tekrar karşılaşmam tarifi olmayan bir duyguyla kaplanıyorum.

4-75

Eğlence bitince artık dinlenme vakti diyerek herkes çadırına çekilip yarınki bisiklet festivaline dinlenmiş olarak başlamak istiyor. Gelenlerin çoğu araçla gelmiş. Bizim gibi bir kaç kişi günlerce pedallamanın verdiği yorgunlukla hemen yatıp uyuyoruz.

Resimlerin bir kısmı Burcu ve diğer arkadaşlara aittir.

Bigalı kalesinden Keşan’a kadar toplam 113 Km yol yapmışız.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Daha Büyük Görüntüle