Etiket arşivi: bazlama

2. Simav Eynal Bisiklet Festivali 4. Gün

29 Ağustos 2021 Pazar

Eynal – Gölcük – Eynal

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

atım yüklü

yol yokuş

sürdüm atı

sürdüm Atı

olmadı

aramıza girdi kış

dedik

yol kapanma kar yağmakla

hele kalsın “kandan kına yakılmaz”

başka bahara

şimdilik

 bir esimlik bahar yeli de olsa

bir kokumluk karçiçeği

bir merhaba dostlara

diyelim dedik

“filizkıran fırtınası”yla

merhaba

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, göl kıyısında park etmiş bisikletim KUZ. Karşı kıyılarda çam ormanları ile kaplanmış yamaçlar.

DSCN3160

Artık çadırda uyumaya iyice alıştım, dünkü bisiklet sürüşü biraz daha zorlu olmuştu diğer günlere göre. Yorgun oldun mu, bir de düz yerde yatmak insanı iyice dinlendiriyor. Güneş doğmadan kalkıyorum yine. Tuvalet dönüşü su pınarlarından soğuk suyumu dolduruyorum henüz kimse almadan. Sabah kahvemi içiyorum ilk önce. Kahvemi içtikten sonra zaman geçirmeden kahve takımlarımı, eşyaları, çadırı toplayıp arabaya yükledim. Yol arkadaşım Cengiz ile bu günkü tura araba ile katılıp öğleden sonra İzmir’e doğru yola çıkmayı kararlaştırdık. Cengiz de toplanıp eşyalarını arabaya yükledi. Bisiklet taşıyıcısını da arka bagaja bağladık. Bisikletleri üzerine taktık. Yaklaşık 12 Kilometrelik bir tırmanış var. Zaten hamlık üzerimden gitmedi hala. Zorlamanın gereği yok diyerek bu kararı aldık. Kahvaltıdan sonra  bisikletçiler yola çıktık. Biz de araba ile arkalarından çıkıp kısa sürede Gölcük mesire yerine geldik. Bisikletleri indirdik taşıyıcıdan. Kahve takımlarının olduğu çantayı bagaja taktım. Diğer çantayı da alıyorum bagaja. Gölcük mesire alanına girerken giriş yerini çekiyorum. Yuvarlak telefon direklerinden  dörder tanesi daha küçük odunlarla çakılıp birleştirilmiş. Böyle iki tane ayak yapılmış, üstüne üçgen çatı kondurulup birleştirilmiş. Üstteki kirişe daire levhalara harflerle “Gölcük Mesire Yeri” yazılmış. Daire yeşil, harfler beyaz renkte. Girişte, sol tarafta bir kulübe ve görevli girişte insanlardan, araçlardan ücret alıyor. Yani buraya girmek bedava değil. Neyse ki bizler bisikletçiyiz. Bizden para almıyorlar. Arabayı içeri sokmayıp dışarıya park ettim, hemen giriş yanına. Yolda, tam ortada dört tane turuncu, beyaz trafik külahı konmuş arabalar için.

DSCN3154

Henüz bisikletçilerden gelen yok, o yüzden gölün etrafını şöyle bir keşfedeyim dedim. Buraya yaklaşık 3 Kilometrelik bisiklet ve koşu yolu yapıldığı söylenmişti. Bisiklet yolunu ve gölü çekiyorum, etraf çam ormanları ile çevrelenmiş.

DSCN3155

Gölün etrafında dolanmaya başladım, iki tane kahverengi at gölün kıyısında oynaşıyorlar birbirleriyle. Kameram ile yakınlaştırıp çekiyorum. Gölün kıyıları sazlıkla kaplanmış.

DSCN3156

Bazı yerlere katran ağacı dikilmiş, altına da çardak konmuş piknik yapacaklar için.

DSCN3157

Karşıki yamaçta açıklık bir alan gözüme ilişiyor. Optik zoom ile yakınlaştırıyorum. Bu alanda iş makineleri ile bir şeyler yapılmış. Sanki kayalar parçalanıp alınmış gibi. Ormanın yeşil denizinde mavi göl önde görünüyor.

DSCN3158

Bir kaç betonarme bina yapılmış orman kıyısına.

DSCN3159

Bisiklet yolu göl kıyısına yakın bir yerden geçiyor. Kıyıya bisikletim KUZ park edilmiş halde göl ile birlikte resmini çekiyorum. Turuncu çantalar bagaja takılı, gidonda kartal tüyü boy gösteriyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN3160

Su varsa kurbağalar da vardır. Sesleri duyuluyor sazlıkların arasından. Kıyıda cesur kurbağalardan birisi benden kaçmıyor. Rengi bulunduğu ortama uymuş durumda. Dikkatlice bakmazsan kurbağayı göremezsin. Kurbağayı ürkütmeden, optik zoom ile yakınlaştırıp çekiyorum net biçimde. Gözleri açık beni gözlediğinin farkındayım. Tetikte bekliyor, herhangi bir ani hareket yaparsam hemen uzun arka bacakları üzerinde yaylanıp zıplayarak gölde kendini kaybettirecek. Kurbağanın rengi, otlar ve yosunlara göre yeşilin tonları ile renklenmiş. Az kahverengi lekeler göze çarpıyor. Yani kurbağa kamufle olmuş.

DSCN3162

Kökü gölün dibinde, yaprakları su yüzeyinde olan bir bitkiyi iyice yakınlaştırıp çekiyorum. Yaprakları ince, uzun. Söğüt yapraklarına benziyor. Uzaktaki su yüzeyi ışığı ayna gibi yansıtıyor.

DSCN3165

Gölün ortasında saz kümesi kendine yer bulmuş. herhalde su seviyesi orada alçak. Sazlar sıkı bir şekilde gölde yeşil bir ada oluşturmuş.

DSCN3167

Kara tarafında da sazlıklar oluşmuş. Buradan gölden taşan sular aşağıya doğru aktığı için sulak bir yer. Sazların çiçekleri kahverengi mum gibi çıkmış.

DSCN3168

Sazlıkların arkasındaki uzun otlar mor çiçekler açmış. Mor çiçekli otlar bir yerde küme halinde.

DSCN3170

Kısa bir parkur olan bisiklet yolunu dolaştım sayılır. Girişe gelirken daha önceki yıllarda yapılan festivalde buraya gelmiştim ve yol kıyısında büyük bir kayanın üssünde kahvemi içmiştim göl manzaralı. Kahve içtiğim kayayı buldum, yerinde duruyordu. Kaya yarısından üstü düz olarak kesilmiş sanki Üzeri neredeyse düz gibi. Kayanın yerini işaretledim kafamda. Yoluma devam ederken ormanın kıyısında yapılaşma inşaatının olduğumu gördüm. Yamaçta duvar örülüp teras halinde düz alanlara granit taşlardan evler yapılıyor. Solda da iş makinesi kepçe duruyor sarı renkte. Dört kademe duvar örülmüş taşlarla, tek katlı evler de kendini göstermiş. Böylesi doğal güzelliği eşsiz bir yere böyle tesislerin yapılması beni üzüyor. Bu tesisler halk için değil de bir kaç kalantor için yapıldığını biliyorum. Yazık? Benim gibi emekli olanların aldığı emekli aylığı ile burada konaklayacağımı sanmıyorum. Demin gördüğüm kayaları alınmış alandan buraya taşlar getirilip binalar yapıldığını anladım. Bu manzarayı görünce üzüldüm doğrusu.

DSCN3171

Turumu tamamladıktan sonra uygun iki ağaç bulup hamağı kuruyorum. Hamağı kurduğum yer gölgelik ve göl manzaralı. Henüz bisikletçiler gelmedi, ben de hamakta uzanıp biraz dinleneyim. Dünkü yorgunluk henüz geçmedi daha. Biraz tembellik yapmak gerek. Ağacın gölgesine kancalı ip bağlı, ucunda da mavi hamak. Yattığım yerden ayaklarımı ve ağacı çekiyorum.

DSCN3172

Cengiz beni hamakta yatarken çekiyor. Hamak iki ağaç gövdesine iple bağlı. Kollarımı başımın arkasına koymuş haldeyim. Başımda siperli gri şapkam. Arkada göl görünüyor.

DSCN3177

Hamak kurduğum yerim hemen yanında bir çeşme var. Çeşmede boru yerine uzun bir dal parçası konmuş. Dal parçasının üstü kanal şeklinde oyularak suyun buradan akması sağlanmış.

DSCN3173

Ben yeteri kadar dinlendim, Cengiz yanıma gelince hamağı ona verdim yatması için. Cengiz hamağa yatınca ben de onu yatmış halde içi boş havuz ile çekiyorum. Hamağın olduğu yerde üç tane katran ağacı var. Havuzun içinde büyükçe bir kaya parçası konmuş, ayrıca küçük taş parçaları da atılmış gelişigüzel. Solda demir borudan kalp biçiminde salıncak yapılmış. Daha çok sevgililerin birbirine aşık olmaları için yapıldığı kesin. Nedeni ise Aşk tanrısı Eros bu salıncağa binenlere Aşk oku atmış olması. Kalbin üst tarafında bir ok ucu görünüyor. Alt tarafında da okun arkası var. Genç aşıklar bu salıncağa oturup  resim çekiliyorlar havuz ile birlikte ama nedense havuz boş, az bir su birikintisi var.

DSCN3174

Cengiz bir süre sonra hamaktan kalktı, salıncağa gelip oturdu. Hazır oturmuşken bir poz çekiyorum Aşk yuvasında.

DSCN3179

Ortasına kadar yontulup kanal açılan dal parçasından su devamlı akıyor. İnsanlar gelip bu sudan alarak piknikte kullanıyorlar.

DSCN3181

Dalın ucundan bir metre kadar yükseklikten sular beton yalağın içine dökülürken resmini çekiyorum. Su berrak, temiz, soğuk ve içilebilir.

DSCN3182

Hamakta uzanırken bağlı olduğum ağaç dalına tahtadan yapılmış bir kuş yuvasını gördüm. Herhangi bir kuşun girip çıktığını görmedim ama bahar aylarında mutlaka bir kuş yuvaya girip yumurtalarını bırakıyor. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra büyütüp uçasıya kadar sürekli yiyecek taşıyordur her gün. Hem yumurta ve yavrular için korunaklı bir yer. Yavrular uçmaya başladıktan sonra yuvaya gelip kalmıyorlar. Nerde akşam orda sabah. Yuva küp şeklinde, kuşun gireceği kadar genişlikte, yuvarlak bir delik açılmış. Yuvanın üstüne de deliği biraz geçmiş çatısı var.

DSCN3183

Bisikletçiler geldikten sonra, hamağı toplayıp çantama koydum. Belediye başkanı ile birlikte bisiklet yolunda bisiklet süreceğiz. Başlangıçta video çektim, linki aşağıda, iyi seyirler.

https://youtu.be/DWNMLGJ_rgU

Ağaç gövdelerine gerilmiş festival afişinde yazanlar; 2. Simav Eynal bisiklet festivalimize  Hoşgeldiniz Av. Adil Biçer Simav belediye başkanı. Görsel olarak bir grup bisikletçi ve elle çizilmiş bir çocuk bisiklet üzerinde. Başında siperli şapkası var. Sol tarafta belediyenin logosu. Logoda yazdığına göre 1867 yılında kurulmuş belediye.

DSCN3184

Duvar ile teras yapılmış hizmet binası önünde Simavlı kadınlar yere serdikleri örtü üzerine oturmuş harıl harıl gözleme yapmakla uğraşıyorlar. Bu gün gözleme yiyeceğiz anlaşılan. 10 Kadın, her biri değişik iş yaparak seri bir üretime geçmiş. İlk başta iki kadın hamur tenceresinden hamur alıyor göz kararı, aldığı hamuru yuvarlak yapıp biraz un serpiyor. Bir kişi yuvarlatılmış hamurları alıp dört yer sofrasına götürüyor. Sofralardaki kadınlar bu yuvarlak hamurları ellerindeki oklava ile açıp duruyorlar. Bir kadın içine malzemeyi koyup kapatıyor açılmış hamuru. Tüplü bazlama ocağında bir kadın da pişiriyor. Pişenleri de bir kadın yağlayıp veriyor sıradakilere. Pişenlerin biri gözleme, içine ot konuluyor biri bazlama, içine tahinli helva konuluyor. Biraz uzun uğraş gerektiren bir iş. O yüzden kuyrukta epey beklemek gerekiyor. 200 kişiden fazla bisikletçi var. Bazlamacılar bisikletçiler gelmeden önce pişirmeye başlayıp stoklamışlar ama arabası ile gelenler, yada başkaları, bilinmez ama ikiden fazla aldıkları söyleniyor etrafta. Aç gözlüler yüzünden uzun bir bekleyiş içindeyiz.

DSCN3187

Yaklaşık 1 metreden biraz büyük bir sac üstünde bazlamalar pişiyor. Sacın altında gaz ocağı yanıyor sürekli. Özel olarak yapılmış tüplü bazlama ocağında üç tane gaz düğmesi var. Sac üzerinde en fazla 6 tane bazlama pişiyor.

DSCN3188

İki kadın, ikisinin önündeki sofralar kare biçiminde. Soldaki kadın hamurları top top yapıyor. Solundaki kadın da elinde oklava sürekli açıyor hamuru.

DSCN3189

Diğer sofralar yuvarlak, burada oklavalar ile hamurlar açılıp yaygınlaştırıyor kadınlar.

DSCN3190

Açılmış hamurların içine bir kadın yuvarlak hamurun yarısına otlu lor seriyor. Sonra boş olan diğer yarısını çekip kapatıyor . Yarım yuvarlak bir daire oluyor. Otlu lor hamur içinde kalıyor.

DSCN3191

Uzun bir bekleyiş ve acıkan insanların sabırsızlıkları nedeniyle söylenmeye başlıyor, sinirler biraz geriliyor. Epey bir zaman bekledikten sonra bazlama ve gözlemeyi aldım. Bir de ayran alıyor arkadaşın birisi. Ayran ile gözlemeyi yiyorum, Tahinli bazlamanın yarısını yedim ve karnım doydu. Fazlası gitmiyor. Kalan yarısını yiyecek olan bir arkadaşa veriyorum. Ben yedikten sonra bazlama kuyruğunda daha çok kişi var. Karnım doydu, şimdi kahve zamanı. Şeref hocaya belediye başkanına kahve yapmak istediğimi söyledim. O da başkanın yanına götürdü. Başkanı kahve içmeye davet ettim. Belediye başkan yardımcısı da yanında, başkanın programını ayarlıyor. Bana olur, o kadar zaman ayırabiliriz deyince yardımcıya nerede kahveyi içeceğimizi gösterdim. Bisikletime binerek kahve pişireceğim kayanın olduğu yere geldim. Bisikletimi görsünler diye yol kıyısına park ettim. Kahve takımlarımın olduğu çantayı yanıma alarak kayanın üzerine çıkıp hazırlandım. Kahve değirmenine de çekirdek kahve koyup çekmeye başladım. Belediye başkanı beni fazla bekletmedi. Araba ile olduğum yere gelip kayanın üzerine çıktı. Yanında eşi  ve oğlu vardı. Belediye başkanı Adil Biçer yanıma oturunca “Öyle bedava oturmak yok, çek bakalım biraz kahve” diye değirmeni eline verdim. O da değirmeni alıp çekmeye başladı. Bu arada muhabbet ediyoruz. Önümde cezve, ocak, ve siperlikli su şişesi var. Kaya çam ağacı altında kaldığı için gölgelik. Belediye başkanının üzerinde yeşil festival forması giymiş.

241273966_4198224963629265_5931217463114844949_n

Benim kamera makinesini fotoğrafçıya verdim çekmesi için ama makine kart arızası verdiğinden çekemedik bir türlü. Bu resimleri belediyenin fotoğrafçısı çekti. Belediye başkanı Adil Biçer, küçük oğlu ve eşi birlikte kahve içtiğimiz kayanın üzerinde çekiliyoruz bir poz. Önümde kahve ocağında kahve pişiyor cezvede. Ocağın etrafında rüzgarlık var, fincanlar yanımda. Belediye başkanının elinde kahve değirmeni, önünde de kahve kavanozu. İkimiz de bağdaş kurup oturmuşuz kayada.

241481623_4198224733629288_4934675424361544680_n

Belediye başkanı, eşi ile birlikte muhabbet ederek içiyoruz kahvelerimizi. Belediye başkanına “Urim Baba’nın kahvesini Dünyanın en güzel yerinde içiyorsunuz. Şanslısınız” diye söylüyorum. Onlar da bana hak veriyorlar. Şimdiye kadar böyle bir yerde, hem de göl manzaralı, doğal bir kaya üzerinde ve gölgede kahve değirmeninde taze kahve çekip içmediklerini itiraf ediyorlar. Belediye başkanına İzmir’de kahve yaptığım  yeri tarif ediyorum. İzmir’e kahve içmeye davet ediyorum. Kahveyi içtikten sonra kahve için teşekkür ediyorlar. Belediye başkanının Pazar günü olsa da tatil yapmaya, ailesi ile zaman geçirmeye zamanları yok gibi. Kısa bir kahve molası belki iyi gelmiştir yoğun hayatında. Ben de biraz yaşamlarına değişik bir kahve tadı sunduğum için sevinçliyim. Belediye başkanına ve eşine bana zaman ayırdıkları için teşekkür ediyorum. Belediye başkanı ve eşini uğurluyorum. Festivali kahve içerek noktaladım. Artık yola çıkma zamanı sanki. Kahve takımlarını topladım, Cengiz ile buluşarak bisikletleri bisiklet taşıyıcısına yükledik. Şeref Akdemir hoca ile vedalaşıyorum. Kendisine düzenlediği bu festivale daveti için, yaptıkları için, güzel yemekler, güzel rotalar için teşekkürlerimi sundum.

Cengiz ile arabaya binip yola çıktık. Simav şehir merkezine gelip Simav fasulyesi alıyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. İlk önce dağlara tırmandık. Sonrasında Demirci kasabasına vardık. Burada çay molası veriyoruz. Cengiz para çekmek için uğraştı bankamatikten ama bir türlü çekemedi. Cengiz’e, sıkılma bende var idare ederiz diyerek yolumuza devam ettik. Demirköprü barajından sallanıp Salihli’ye geldik. Turgutlu’dan sonra çevre yoluna girerek ilk önce Cengiz’i evine bıraktım. Sonra kendi evime ulaştım, evlerimiz birbirine yakın biraz. Sonunda evime kavuştum akşam olduktan sonra. Bisikleti çözüp içeri aldım. Bisiklet taşıyıcısını bagajdan söküp yerine koydum. Eşyaları arabadan alarak eve girdim.

Böylece bir festivalin ve tur yazımın sonuna geldik. Hazine torbama yeni hikayeler, yollar, arkadaşlar, dostlar ile doldurdum. Yeri gelince torbadan çıkarıp sizlere sunuyorum. Aradan biraz zaman geçse de öyle hemen olmuyor, resimleri düzenle, sıraya koy, siteye yükle. Sonra da yazmak, işte yazmak en zor olanı. Herhangi bir not ta almıyorum. Kameram ile resim çekerek yolda hikayemi yazıyorum zaten. Resme bakınca hikaye çıkıyor ortaya. Resimlerde çok şey gizli. Sizler için iyi şeyler ve güzel şeylerin resmini çekmeye çalışıyorum. Sizler iyi şeylere layıksınız. Sabahın erken saatlerinde kalkıp ilk önce kahvemi içiyorum ve açıyorum laptopumu. Başlıyorum yazmaya. Yaklaşık 2 ila 3 saat durmadan yazıyorum ilham perileri ile birlikte. İlham perileri bana güzel kelimeler, cümleler fısıldıyor kulağıma. Bakalım daha neler fısıldayacaklar kulağıma, bilinmez…

Bir sonraki hikayelerde görüşmek üzere

Bu gün yaptığım yol 5 Kilometre civarı, geri kalan yolu araba ile yaptım. Toplam 24 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

5. Antalya Kemer Bisiklet Festivali 1. Gün

29 Eylül 2016 Perşembe – 30 Eylül 2016 Cuma

Tekirova – Göynük Kanyonu – Tekirova

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…           
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana 
Bir bu yana…

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

Ahmed Arif

 

Öne çıkan görsel, İki kaya arasından, dar bir yerden akan su göleti dolduruyor.

Yeni bir tur, yeni mir macera, yeni bir yazı dizisi başlıyor

Antalya dan sevgili arkadaşlarımdan Işıl telefon ile arayarak “Urim Baba bu yıl da festivalimize misafir olarak davet ediyorum, buyur gel. Festivalimiz Kemer de olacak ve çok güzel parkurlarımız var” diyerek davet etti. İlk başta kısmet dediydim ama festival yaklaşınca hadi davete katılalım deyip hazırlıklara başladım. Zaman olmadığı için otobüs ile gidecektim. Her zaman tercih ettiğim Kamil Koç firmasından bileti aldım. Bisikletçilere hiç bir zaman zorluk çıkarmadılar, ben de hep sorunsuzca bisikletimi bagaja yerleştirdim. Gece boyu yolculuk sabahın erken saatlerinde Antalya’ya varmamıza neden oldu. Otobüsten iner inmez bisikletin ön tekerleğini takıp bagaj çantalarımı da yükledikten sonra şehir merkezine doğru yola çıktım. Henüz erken diyerek yol kıyısında bir bankta oturup sabah kahvemi içtim. Kahve beni kendime getirdi. Seviyorum sabahın erken saatlerinde kendime kahve pişirmeyi.

Bu gün yapacaklarım ; Konyaaltı’na gitmek. Burada Devrim’i şöyle bir görmek. Sonrasında İlkay Celal ile buluşup devamında Kemer’e doğru pedal çevirip Tekirova’da ki kampa katılmak. Devrim Akdeniz üniversitesinde çalışıyor, telefonla arayınca Antalya dışında olduğunu söyledi. Sonra İlkay Celal’i aradım. O da hemen bulunduğum yere bisikletiyle gelerek buluştuk. Biraz sohbet etmek için üniversite bahçesindeki parka giderek göletin yanında oturduk. Özlemişim arkadaşımı, sohbet ederek kahvelerimizi içtik.

Bankta oturmuşuz, solumuzda göletin suları. Arkada yapma taşlardan yapılmış mağara. Mağaranın üzerinden gölete sular akıyor şelale gibi. İlkay ile elçek resim çekiyorum.

Öğle yemeğini İlkay Celal’in bildiği yerde yedikten sonra Konyaaltı falezlerin sonunda olan seyir tepesine geldik. Solum yemyeşil ağaçların kapladığı alan deniz manzaralı.

Sağım da aynı şekilde ve Beydağlarının muhteşem yalçın tepeleri. Manzarayı bozan ise büyük bir otel, hiç yakışmamış bu manzaranın içine ama yapanlar, yaptıranlar, izin verenlerin umurunda değil. Onların derdi manzara değil ceplerini dolduracak para.

Cep telefonumu birine vererek bizi seyir tepesinde çekmesini söyledik. O da resmimizi arkamızda deniz, Beydağları ve Konyaaltı sahili ile çekiyor. Bisikletlerimiz de yanımızda. Benim turuncu çantalarım bagajda bağlı. Aşağıya bakarken düşülmesin diye demir parmaklık yapılmış.

İlkay Celal’in kız kardeşi Gülin Sevi festivale arabası ile gideceğini öğrenince Kemer yolundaki tünellerden kurtulmuş olacağından sevindim. O yüzden geleceği saate kadar İzmir den tanıdığım arkadaşım Ümit’i aradım. İlkay Celal işine gitti. Ümit ile buluşup zaman geçirdik biraz. Gülin Sevi gelince bisikletleri arabaya yükletip kamp alanına geldim. Bisikletleri ve çantaları indirip kendime yer ararken Simav dönüşü Büyük Taarruz turunda tanıdığım  Dilek ile karşılaştım. Bana yanında çadırımı kurabileceğini söyleyince hemen yerden yüksek çardak tahtaları üzerine çadırı kurdum. Tanıdık bir çok dost ile karşılaştım. Festivali düzenleyen arkadaşlarla buluşup kaydımı yaptım festival için.

Akşam yemeğini yiyip artık Türkiye’nin bir çok yerinde gelenekselleşmiş Perşembe akşamı bisiklet turu için kamp yerinde toplaştık. İzmir de başlayan Perşembe akşamı bisikletçileri ikinci olarak Antalya da kurulup yapılmaya başladı desem yeridir. Perşembe akşamı turunu yapanların hepsi de arkadaşım. Birlikte bu akşam da pedallayacağız. Her zaman yapıldığı gibi saat 20:00 de Perşembe akşamı bisiklet turu başladı. Tekirova şehir içinde turu yapacağız.

Önü açık bir alanda topluca resim çekileceğiz. Bisikletlerin aydınlatma ışıkları altında resim için dizelendik.

Herkes bisikleti yanında yan yana dizelenmiş.

Ben de bölüm bölüm çekiyorum bisikletlileri.

Bazı kuvvetli bisiklet fenerleri insanları aydınlatmaya yetiyor.

Bir kısmını da arkadan çekiyorum. Bisikletin önünde beyaz ışıklar var. Arkada ise kırmızı ışıklar ayrı bir güzellik katıyor gecenin karanlığına. Kimisini kaskında var kırmızı ışıklar.

Arkada kırmızı ışıklar, önde beyaz ışıklar insanın gözünü alıyor. Uzaktan yüksekçe bir yerden meydandaki bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yaklaşık 350 bisikletli Tekirova sokaklarını aydınlatarak turumuzu yaptık. Kamp alanına dönüp çadırların yanında oturup bir süre sohbet ettik. Gerisi malum! mat, uyku tulumu ve yat. Sonrası rüyalar. Sabahın köründe uyanıyorum. İzmir’e göre biraz erken doğan güneş uyanmama neden oluyor. Perşembe akşamı bisikletçileri Antalya pankartının resmini çekiyorum ilk önce. Pankartta araçların çıkardığı egzoz gazları ve bisikletten hiç bir gaz çıkmadan resmedilmiş. Arabalar ve bisiklet siyah renkli, altta kırmızı üzerine beyaz renkli Perşembe Akşamı Bisikletçileri yazısı.

Çadırlar ağaçların altında kurulmuş.

Çadırlar düzgün kurulsun diye yere şeritler çekilerek kamp düzeni yapılmış. Ortada şeritli yol, kenarlarında çadırlar kurulu.

Ben ve Dilek çardakta çadırlarımızı kurduk. Yanımızda kocaman bir çam ağacı gövdesi. Urim Baba’nın Kahvesi tabelamı da çardağın girişinde merdivenin yanına asıyorum. Sabah kahvesini pişirip şanslı olan iki kişiye de veriyorum içsin diye. İkinci fincan ise doğal olarak çadır komşum Dilek.

Sabah kahvaltısı kuyruğu bir hayli uzun, o yüzden herkesin kahvaltıyı alıp yemesi geç oluyor. Bu kadar kalabalığa tek yerden kahvaltı dağıtılması sıkıntı. Neyse kahvaltıyı yapıp kamp alanının çıkışında toplanıyoruz hareket için. Hazır toplanmışken topluca bir resim çekilirken ben de kareye girmeden bir resim çekiyorum.

Tekirova’nın çiçekli caddesinden, yeşillikler içinde yukarıya, ana yola doğru çıkıyoruz. Karşımızda sivri tepesi ile Tahtalı dağı, kaldırımda çiçekler coşmuş kırmızı, beyaz renkleriyle.

Çam orman denizi yeşil ve Mavi Akdeniz. Çam ormanının az yukarısından resim çekiyorum.

İlk başta tırmanış yapıyoruz Ana yoldayız, önümde bir kaç bisikletli tırmanmaya çalışıyor.

Tırmanış bitti, inişe geçtik. Tam da inişin zevkini çıkaralım derken birden bire sağa dönmemizi istediler. Hem de iki kişi birden. Bunlardan biri de başkan Şirin Baba. Alacasu koyuna gideceğiz. Asfalta da ok işareti yapılmış sağa gidelim diye.

Sağa girer girmez de keskin bir dönemeçte elinde bayrağı sallayıp uyaran Meral yavaş ve dikkatli olmamızı sağlıyor.

Sağa girince topraklı, taşlı orman yolunda bisiklet sürmeye başladık. Dilek yol bisikletinin ince lastikleri ile gitmeye çalışıyor ama biraz zorlanıyor doğrusu. Çam ağaçlarının yapraklarından güneş ışıklarının hüzmesi yere vuruyor ince bir perde gibi.

Dilek gibi bir kaç tane bisikletin de lastikleri ince. İri taşlardan kaçmaya çalışıyorlar orman yolunda.

Kısa sürede Ilıcasu koyuna geldik. Bisikletçiler önceden gelip bir küme halinde bisikletleri çam ağaçlarının altına park etmişler.

Bu koya Ilıcasu adını veren küçük bir azmak ve tatlı su denize kavuşmadan küçük teknelerin sığınabileceği bir yer olmuş. Bisikletim KUZ ile azmak ve tekneleri çekiyorum. Etraf çalılar ve ağaçlardan yemyeşil.

Aynı yerde Dilek ve turuncu bisikleti ile çekiyorum.

Burada denize gireceğiz, hemen su donumu giyip havlumu alarak cup denize. Denizde bir süre yüzdükten sonra çıkarken denizin içinde 1 Euro buldum. Parlak rengi ile suyun içinde ışıl ışıldı. 2016 yılının Eylül sonunda 1 Euro 3.46 Türk Lirasına denk geliyordu. Şimdiye bakarak bayağı zengin oldum. Bulduğum Euro’yu hala saklıyorum, bozdurmadım yani. Bulduğum 1 Euro’yu yollarda bulup biriktirdiğim keseme koydum. Bir gün bozdurup çocuklara dondurma alırım. Şimdilik yollarda bulduklarım yetiyor, 1 Euro’yu bozmama gerek yok, nasıl olsa değeri artıyor. Yoksa Türk Lirası değer mi kaybediyor.

Deniz keyfimden sonra kahve keyfi için cezveyi ocağa sürüyorum. Yanımda beni tanımayanların meraklı bakışları arasında kahvemi pişirip şanslı üç kişiye daha ikram ederek içiyoruz kahveleri. Kahve içilip takımları topladıktan sonra geldiğimiz yoldan geri dönerek ana yola çıkacağız. Ana yola çıkarken yere işaretler, yazılar yazılmış. Sağa ok yönü işareti, bisiklet resmi ve Şirin Baba yazısı dikkati çekiyor. Şirin Baba dedikleri Perşembe Akşamı Bisikletçileri ve Antalya Bisiklet Festivali başkanı Ceyhun Altın. Bu benzetme tam yerine oturmuş sanırım. Kısa boyu, tombik yanaklı, beyazlaşmış sakalı ve kırmızı buffu ile tam da şirinlerin Şirin Babası olmuş.

Resimde bir katlanır bisikletli, bagajında tek bir çantası ile ok ile gösterilen yere doğru gidiyor.

Sol yanımız Bey dağlarının sivri tepeleri, sağımız ağaçlar yolda keyifle bisiklet sürüyoruz. Solda meyve bahçeleri var az da olsa.

Asfaltta bisiklet resmi ve ok işareti gideceğimiz yönü belirtiyor. Şimdilik düz gideceğiz.

Az ilerde yine yerde bisiklet resmi ve üstünde “Ha böyle dümdük” yazısı komik olmuş. Bisiklet gidonumdaki lamba, tüyler ve korna görünüyor.

Beydağları sahil milli parkına doğru gidiyoruz. Göynük kanyonuna doğru ana yoldan saptık sola doğru. Kanyonun akmayan çayının üzerinden köprü geçişi sırasında dere yatağına dökülen molozlar canımı sıktı. Adaletin olmadığı yerde bazı kişiler her türlü şeyi yapmakta çok, ama çok özgürler. Görüntü ve çevre kirliliği yapmakta Dünyada birinciyiz. Birinciliği kaptırmamak için sürekli kötüye giden bir çevre yaratıyorlar. Buna dur diyecek bir yetkili de yok, ceza yazan memur da. Hal böyle olunca temizleyeni de bulamazsın. Kuvvetli bir yağışta set oluşturup aşağılarda sele neden olur bu molozlar. İnsanlar bunun farkında değiller. Doğa kendi kendine yok ederse ne ala. Uzun yıllar bu manzarayı göreceğiz anlaşılan.

Dere yatağına dökülmüş molozlar, bunların içinde beton eternit parçaları dikkati çekiyor.

İkişer tarafta ikişer odun yere çakılarak, yanlamasına tahta tabela yapılmış. Tabelada yazan ise ; “TC Orman ve su işleri bakanlığı doğa koruma ve milli parklar genel müdürlüğü Beydağları sahil milli parkı. Beydağları coasta national park. (İngilizcesi de yazılmış yabancılar anlasın diye). Doğa koruma yazsa da pek doğayı koruduklarına inanmıyorum aşağıda gördüğüm dere yatağındaki molozlardan.

Parkın başlangıcına kadar asfalt olan yol toprak yola dönüşüyor. Yukarıya doğru çıkıyoruz ağır ağır. Toprak yolun tozları ağaçların üzerine tabaka halinde yapışmış.

Burada da ağaçtan bir tabela, aynı yazı. İlave olarak Olimpos Beydağları sahil milli parkı Göynük kanyonu yazısı var. Bu tabela iki tane tek direkli.

Sağ yanı dik kayalık, sol tarafta çam ağaçları yeşil bir tünel oluşturmuş. Tünelin ucunda da mavi yeşil bir ışık. Işık dediğim yerde su birikintisi var. Yani bir gölet. Sağda ağaç telefon direği yukarılara medeniyeti bağlıyor tellerle.

Tünelden ışığa doğru gidince nefis bir gölet çıkıyor karşıma. İşte bu harika, su hayat demek, serinlik demek.

Gölet kanyonun içinde dik kayalıkların arasına sıkışmış dibi. Yokuş biraz terletti o yüzden su donumu giyerek buz gibi sulara daldım. Denizdeki tuzlu su üzerimdeydi. Şimdi tatlı su ile duş alıyorum. Benim gibi suya girenler de çok. Aramızda çılgın birisi var. Hatay dan Ali, yüksek kayalıklara çıkıp yüksek sesle dualar eşliğinde gölete atlıyor. Suyun dibi görünmüyor o yüzden atladıktan sonra su yüzeyine çıkmadığından endişeleniyoruz. Acaba dibe mi çakıldı diye. Ali su dibinde görünmeden ta ilerilerden çıkıyor. İçimize su serpiliyor ama çok korkuttu. Meğerse Ali usta bir atlayıcı ve yüzücüymüş. Atlamasını bildiğinden dibe çakılmadan ustalıkla dalıyor. Ben o kadar cesaret edemezdim.

Karşımda yüksek, duvar gibi kayalık, gölet ve kıyısında gezen insanlar.

Kanyon burada ikiye ayrılıyor, yani iki kanyon birleşiyor. Biz soldakinin az yukarısına çıktık. Burada tesisler var. Öğle yemeğini yiyoruz. Çay yatağı üzerinde çardaklar yapılmış, çardağın altından sular akıp gidiyor.

Tesislerde bazlama teşkilatı kurulmuş bir çardağın altına. Üç tarafı divanlarla kaplı, yerde sofra bezi, üstüne sofra. Hamur açmak için oklava sofranın üzerinde. Bazlama ocağı LPG’li, üzerine başka bir sofra konulmuş ters olarak. Ocak çalışmıyor sanırım. Divanın altında biri kırmızı, biri beyaz iki leğen, beyaz leğenin içinde un. Kırmızı leğene de bazlama harcı konuyor. Kıyıda ayçiçeği yağ şişesi dolu. Bir de ot süpürgesi öylece duruyor. Bazlama yapan bu gün tezgahı açmamış anlaşılan, ortalıkta görünmüyor.

Çay yatağında iki tane kocaman kaya kütlesi, biri sağda, biri solda. İki kaya arasındaki geçit yarım metre civarında. İşte bu geçitten akan su dar yerde sıkışıp hızla gölete karışıyor. Göletten seviye biraz yukarıda. Suyun berraklığı da göz alıcı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Akan çayın üzerinde bir çok çardak yapılmış. Üzerinde de beyaz bir tente örtülerek gölge yapması sağlanmış. Ben de kendime kahve yapmak için yer ararken kalabalık çardağın birine konuşlanıyorum. Başladım kahve yapmaya. Yanımda olan şanslı kişiler kahvemi içmek için bekliyor. Çardakta divanlarda on kişi oturmuşuz. Ortada ben kahve yaparken.

Yanımda şanslı kişilerden biri de edebiyatçı Gözde Emine. Uzun saçlarını omuzların aşağısına kadar salınık, kocaman kol saati ve renkli bileklikli elinde kahve fincanı ile poz veriyor. Baş parmağını okey işareti yapmış durumda. Baş parmak, işaret parmağı ve orta parmakta birer yüzük takı olarak parmaklarda. Kahve kutusu ve cezvesi de önümdeki masanın üzerinde.

Yüzdük, yemek yedik, kahve içtik ve iyice dinlendik. Uzun sürmesinin nedeni kanyon derinliklerine giden yürüyüşçülerin dönmesini beklemek oldu. Onlar gelince yola çıkıyoruz hep birlikte. Geldiğimiz yoldan dönüyoruz. Önümde bir kaç bisikletli gidiyor. Duvar gibi dik yamaç ve sağda çınar ağaçları.

Yolun sağında akan bir çeşme başında susayanlar toplaşmış. Ben de durup resimlerini çekiyorum su içerken. Çeşme borusu yukarıda, dört tane yalak kademe kademe. Her yalaktan su aşağıdaki yalağa akıyor ve en altta betondan yapılmış yalakta son buluyor. Çeşmeden sularımı tazeliyorum. Biraz da su içiyorum..

Bir yerde bisikletçileri durdurmuşlar arkadan gelenleri bekliyorlar. Ben beklemeden yola devam ederken durup arkamdakilerin resmini çekiyorum vadinin içinde.

Ana yola çıkıp kıyıda bisiklet sürerek gidiyoruz. Kemer ilçesine geldik, giriş tabelasında; Nüfus: 42800 yazıyor.

Buralarda ilginç yüzey yapısı var, dağlar sağ tarafta, aşağısı düzlük. Fazla engebeli değil. Sadece bir tepe sanki kumsalda ıslak kum kovası ters çevrilip öyle bir yapı oluşmuş. Durduğum yer viyadük üstü, yanda korkuluklar var.

Yolda fazla resim çekmedim, ilginç bir şey yok ana yolda. Kamp alanına gelip denizde teri atıp duş aldıktan sonra  temiz elbiseleri giyerek uzun yemek kuyruğunda beklerken arkadaşlarla sohbet ettik. Yemekten sonra kumsalda varilin içinde ateş yanmaya başladı. Kendi oturağımı alıp ateşin başında toplanan arkadaşlarla birlikte türküler söylemeye başladık.

Sazı çalan da Nevzat Özdemir. O çaldıkça bizler söyledik, biz söyledikçe o çaldı alevlerin ışığı yansıyarak. Odun bittikçe ateşi sürekli besledik.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateş başında türküler söyledik. Uykular gelmeye başlayınca birer ikişer ateşin etrafı seyrelirken ben de çadırıma gidip yatıyorum tatlı düşler eşliğinde.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 2. Gün

2 Ekim 2015 Cuma

2. Gün

Manavgat – Oymapınar Barajı – Manavgat

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

bir başka bakışında da gökyüzleri vardır, düz

kuş sürüleri vardır, eğri

bir sana bir ayak bileklerine bakanların dünyası da vardır ki

ister kıyıları çekine çekine döven sulara benzet

ister ağır ağır yanan yaprak kümelerine

anlıyor musun

anlıyorsun elbette

ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, durgun akan çayın etrafı ağaçlarla kaplı. Üç gözlü kemer ağaçlarla beraber.

Nefis bir uykunun ardından erkenden, daha güneş doğmadan önce uyanıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahve takımımı hazırlayıp Manavgat çayının kenarına konuşlanıyorum. Cezveyi ocağa sürüp güneşin görsel olarak ağır devinimi ile doğuşunu izlemeye başladım. Harika bir güne güneşin ilk ışıkları ile başlamak bulunmaz bir fırsat benim için. Sadece anı yaşıyorum kahvemi yudumlarken güneşe bakarak. Güneş gözlerimi yakmıyor, çıplak gözle rahatça bakabiliyorum. Manavgat çayı da Akdeniz’e Aşk ile karışmaya az kalmış, hasreti bitiyor uzun yolculuğun son noktasında.

Güneş dağların ardından ilk ışıklarını göstermiş, sakin akan Manavgat çayına yansıyor. Ufukta dağların üzerinde bir parça bulut serpiştirilmiş. Önümde tel çit Manavgat çayını kare kare gösteriyor.

Çitin ardından Güneşin doğuşunu pürüzsüz resmini çekiyorum.

Uzaklarda Toros dağları tüm azametiyle muhteşem görünüyor kendi gölgesiyle.

Kahvemi içtikten sonra güneş iyice yükseldi. Kahve takımlarımı toplayıp bisikletimin çantasında yerini alıyor. Kamp alanında gece ve sabah gelenlerle epey kalabalık oluyor. Kalabalık olunca da kahvaltı kuyruğu da uzayıp gitmiş. Ben de sıraya girip beklemeye başladım. Ünlü fotoğrafçı Mustafa Gültekin habire durmadan resim çekip duruyor. Ben de çaktırmadan onun çekerken resmini çekiyorum

Uzunca bir süre kuyrukta bekledim, az kaldı sayılır. Bu arada beni gören selam verip selam alıyor. Tanıyan çok olunca selam devamlı geliyor sağdan soldan. Çoğunu tanımıyorum bile ama onlar beni tanıyor ve benim tanımamamı hoş görüyorlar. Sohbetimiz daha sıcak oluyor böylece. Sıram gelince kahvaltımı alıp boş masalardan birine oturup afiyetle yiyorum.

Kahvaltı bittikten sonra kamp alanı çıkışında toplanıp başlangıç verilince yola çıkıyoruz. Bir süre Manavgat sokaklarında gittikten sonra sonunda şehirden çıkıyoruz. Artık doğanın içinde köy yollarında Manavgat barajı ve Oymapınar barajına doğru pedal basacağız.

Manavgat çayının üzerinden köprüden geçenlerin resmini çektim. Kıyılarda köprünün korkuluk demirleri, çayın kıyısında söğüt ağaçları ve ardında çam ağaçlarının yeşil rengi.

Gizli kalmış çayın eski mi eski taş köprüsü. Yeni köprü yapılınca eskinin hükmü kalmamış ama asaletiyle görüntüsü yetiyor bana. Taş köprünün yansıması durgun akan Manavgat çayının suyuna aksettirmiş. Kıyılarda söğüt, kavak ağaçları ve sazlıklar bulunmakta. Bu resmi öne çıkan görsel olarak çekiyorum

Hala gelenler oluyor ve köprünün üzerinde resim çekiyorum.

Çay durgun görünüyor, sanki akmıyormuş gibi. Suyun üzerindeki yansımalar kıpırtısız.

Köprü üzerinde resim çekmeye devam ediyorum beş bisikletçiyi.

Kavşaktan sola Manavgat barajına doğru yöneliyoruz. Yöneldiğimiz yerde tabelalar yönleri belirtmiş. En üstte büyük kahverengi boyalı Erymna Antik Kenti ve Düğmeli evleri. Antik kenti anladım ama Düğmeli evlerini aynı yere yazmaları biraz garip. Antik kentlerin tabelaları her yerde kahverengi zemine yazılır. Böylece ne olduğunu herkes anlar. Belki de Düğmeli evler antik bir değer taşıyordur. Altta beyaz zemine siyah yazı ile Dikmen mahallesi, Sevinç mahallesi yazılarak ok ile yönleri belirtilmiş. Onun da altında mavi zemine beyaz yazıyla Yayla Alan, Ürünlü, Kahverengi zemin boyalı Altınbeşik mağarası, Ormana ve İbradı yönünü gösterir ok işareti tabela.

Köy yolları hep sakin ve ormanın içinden geçtiğinden gayet rahat gidiyorum. Tabelalardan sonra gideceğimiz yönün resmini çekiyorum iki bisikletçi ile.

Uzaktan bir kemer kalıntısı görüyorum, yoldan uzakta olduğundan ne olduğunu anlayamadım. Belki antik bir kent kalıntısı olabilir. Ya da su kemeri. Erymna Antik Kenti olasılığı yüksek. Kalıntılar taşlık, biraz yüksekçe eğimli bir tepede. Çalılar ve çam ağaçları arasında.

Manavgat çayı sakince akıp gidiyor. Ses çıkarmadan usul usul. Sanki çok uzun yoldan gelmiş te denize kavuşmadan dinginliğe erişerek yorgunluğunu çıkarırcasına. Bisikletim KUZ park etmiş.

Manavgat çayının tersine, yukarıya doğru akan bisikletçiler de aynı devinim içinde sanki. Sessiz ve sakin.

Resmini çektiğim iki bisikletçiden kırmızı kıyafet giymiş, önde olan resim çekerken kolunu kaldırarak selam veriyor bana.

İlginç kaya yapıları ilgimi çekmiş durumda. Kayalar plakalar halinde katmalara bölünmüş. Bitkiler de yavaş yavaş kayalıkları kaplamak üzere.

Yolda boyanmış işaretler bize nereye gideceğimizi göstermiş. Kaybolmanın olanağı yok. Beyaz tekerlekli kadrosu kırmızı renkte sprey boya ile boyanmış asfalt üzerine. Ok işareti sağa gideceğimizi belirtiyor.

Çam ormanın içinde gölgelerin gücü ile gidiyoruz.

Manavgat çayının üzerinden bir daha karşı tarafa geçiyoruz. Geçerken durup bir kaç resim çekmeden olmaz. Paslanmış köprü korkuluğu, ardında Manavgat çayı Çam ağaçları arasında. Bisikleti KUZ da bana poz vermiş.

Manavgat çayının aşağıya akan kısmı köprü üzerinden çekilmiş resmi. Buradan çayın hafif akıntısının izlerini görmekteyim.

İlk önce Manavgat barajın olduğu yere geldik. Çam ağaçlarının arasından ara sıra kendini gösteriyor.

Biraz çıkmak gerekse yapacak bir şey yok çıkıyoruz 1. vitese takarak. Önüm yokuş, iki bisikletçinin ardındayım.

Yol kıvrımlarından yolun sonu görünmüyor. Çam ağaçları ormanın ana ağacını oluşturmakta.

Çeşme olur da suyu içilmez mi? elbette içilir. Yolda her çeşmeden su içmezsen yolculuk yapmamış olursun. Hiç bir şey görmemişsin demektir. Çeşme çamların gölgesinde kalsa da ışık hüzmeleri yine kendine yol buluyor. Bunu görmek bile yola değer kattığına inanıyorum. Çeşmenin yapısı tuğla gibi dikdörtgen kahverengi fayanslar ile döşenmiş yatay olarak. Yanları ise üç sıra dikine döşenmiş ayrı bir görünüm oluşturmuş. Fayans araları beyaz derz çekilerek dikdörtgenleri meydana çıkarmış. Bisikletim KUZ ve çeşme.

Yokuşun sonuna vardık sayılır, son yokuş diyoruz ya bisikletçiler arasında işte burası da öyle. Son yokuş.

Sonrasında iniş başlıyor, kendimizi salıyoruz yokuş aşağı. İki bisikletçinin resmini çekiyorum. Birisinin kadrosunda çocuk var. Baba oğul bisiklete binmiş.

Yeryüzü yapısı gereği buralarda da kat kat kaya tabakalarını görüyorum. Böyle katlı kayalıkların arasından yağmur sularının sızması olanaksız gibi. Yolun sağ tarafı 2 metre yüksekliğinde kaya katmanları gölgede kalmış. Sol tarafta çam ağaçlarına güneş ışınları ile aydınlık içinde.

Hava sıcak olunca gölgede dinlenmeler başlıyor. Yamacın gölgesi altında bisikletçiler durmuş, dinleniyorlar.

Baraj göletinin kıyısında inişli çıkışlı çam ormanı içinde yol almaktayız.

Baraj göletini besleyen çaylardan biri, gerçi çay akmıyor ama yağmur yağdığı zaman bolca aktığı belli yatağından. 50 metre ötesi gölet suyunun başladığı yer.

Yemek zamanı yaklaşıyor, bir de işaretini de görünce iyice acıktığımı hissediyorum. Asfaltın üzerine beyaz sprey boya ile iki gözü ve ağzı olan yuvarlak yüz. Altında yemek yazısı.

Yemek yenecek yer yolun aşağısında. İnerken ilginç bir incir ağacı dikkatimi çekti. Ağaçta incir var ama hiç yaprağı yok. Buna bir anlam veremedim doğrusu. Diğer incir ağaçlarında yaprak var normal olarak. Bu ağaç kelaynak gibi kalmış.

Grubun sonlarında olduğum için geç gelince yemeğin sonlarına yetişebildim. Öyle olduğu halde kalabalık olunca hala kuyruk vardı ve bir süre kuyrukta beklemem gerekti. Çoğunluğu yemeğini yemiş, bitirmiş sohbet ediyordu.

Gölet manzarasında yemeğimi yiyorum, ağaç gölgeleri altında.

Masalcımız Esmavi ile yemek sonrası sohbetimiz iyi oluyor. Antalya dan Devrim’i çağırmaya karar verdik. Gerçi sonradan katılımcı kabul etmiyorlar ama katılması için Esma komiteyi ikna edecek.

Yemek arasından sonra tekrar yola çıkıyoruz, bir tarafımız gölet.

Diğer tarafımız ise yalçın kayalıklarla kaplı dağlar.

Yolumuzun üstünde küçük yerleşim birimleri, bağ bahçe evleri var. Köy olacak kadar toplu değiller. Elektrik direkleri evlere enerji getirmiş.

Gölet bitti, Manavgat çayı buralardaki eğimden dolayı akıntısı kuvvetli.

Akıntı kuvvetli olduğu iyice belli buradan. Rengi de yeşilimtırak, maviye kaçar bir tonda.

Mola yerindeyiz, burada su ve meyve takviyesi alıyoruz. Asfalta mola yazısı beyaz, kıyıları ince kırmızı renkte. O harfi de beyaz, sadece alt kısmı kırmızı yarım olarak boyanmış tıpkı sakal gibi. İçinde de güleç iki göz ve ağız. Altta ise bisiklet çizilmiş. Beyaz tekerlekli kırmızı gövdeli bisiklet. Gidon, sele ve pedal sarı renkte.

Oymapınar barajının gövdesinin olduğu yerdeyiz. Yol oraya doğru gidiyor.

Çay gürül gürül akıyor yeşilimtırak, buz gibi.

Vadi burada daralıyor ve baraj gövdesi en dar yerde yapılmış. Doğal kayalıklar set halinde. Yer seçimi güzel yapılmış. Bendin sağında su seviyesinde bir tünel ağzı kayalıklara oyulmuş durumda. Sol tarafta ise eğer su seviyesi bendi aşarsa boşa aksın diye betondan dikine iki kanal yapılmış. Yol yukarı doğru sağdan gidiyor.

İşte böyle sular beni cezbediyor, kendine çekiyor adeta. Ama zamanımız yok girip yıkanmaya. Gövdenin yukarısına çıkmam gerek buraya kadar gelmişken.

Gövdenin yukarısına çıkmak biraz sert olmuş ama yılmak yok. Çıktıkça güzellikler artmaya başlıyor. Manzara muhteşem.

Yukarı azimle çıkan bir bisikletçinin resmini çekiyorum.

Yol virajlı, tatlı bir eğim olmasa da arada sert çıkışlar var. Dönüşler U şeklinde.

Yamaçlar öylesine dik ki yol gölgede kalmış. Devamında yamaç güneş ile aydınlık yeşil çam ağaçları tepeye kadar.

Yavaş pedallarla çıkıyoruz yukarıya doğru.

Ve yukarıdayım sonunda, yaşasın düzlüğe geldim.

Eh pistonlar ısındı, yatak sarmadan soğutma çalışmaları başladı. Soğuk su kaslarıma iyi geliyor, sanki masaj yapmışlar gibi. Kırmızı tuğla ile yapılmış borudan devamlı akan bir çeşme. Önünde 40 cm küçük bir havuz. Dizlerime kadar su içindeyim. Üzerimde elbise yok sadece şortum var. Öylece poz verdim kamera karşısında.

Buraya bir tünel yapmışlar, gölet tarafına gidiyor. Tünelin önünde Bisikletim KUZ, güneş tünelin ağzını aydınlatmış. İçerisi karanlık ve tünelin ağzı masmavi göletin suyu aydınlık içinde.

Baraj gövdesinin en yukarısına çıkıyorum, burada pek tahmin edemediğim hayvanları görüyorum birden bire. Develer! buraya nasıl çıkarmışlar zavallı hayvanları. Para kazanmak için açgözlü insanların yapamayacağı şey yoktur. Bu kadarı da olmaz dedirttiler bana. Deve sakin bekliyor müşterilerini hiç bir şeyin farkında olmadan.

Baraj göleti buradan harika görünüyor. Derin ve geniş bir havzası var. Karşıda daha yüksek dağlar görünüyor.

Yalçın tepeler daha da yüksekte.

Baraj gövdesi büyük su kütlesini tutacak şekilde içe doğru kavisli  beton duvar ile yapılmış. Karşıda elektrik santralına su alınan bölüm yer alıyor. Elektrik santralinin kurulu gücü : 540 MWe, yılda yaklaşık olarak 1207 GWh elektrik üretmekte.

Sivri yükselen yalçın kayalıklar, kayalarda çam ağaçları tek tük, baraj gövdesinin içe dönük beton bloğu muazzam. Gövdenin yanında yukarıdan aşağı taşkın kanalı yapılmış.

Aşağısı geldiğimiz yer 25 metre denizden yüksekliği. Bulunduğum yer ise 190 metre. Azıcık kuş bakışı ile Manavgat çayının aktığı vadiyi izliyorum.

Benim gibi resim çekmek için çıkanlar habire resim çekmekten kendini alamıyorlar. Eee manzara güzel olunca çekmeye doyamıyor insan.

Baraj bendinin diğer tarafı da kayalık tepeye doğru gidiyor. Burası çıktığım yer. Develer sakince oturmuş geviş getiriyorlar.

Beni de çekenler oluyor. Arkamda baraj göleti ve dağlar.

Gölet manzarası her yerden değişik olunca bana da resmetmek düşüyor. Burası tünelin diğer yanı, yol buradan devam ediyor.

Tünelin ucunda ışık göründü, ışığa doğru gitmeli. Tünelin içi karalık yine, sol tarafta kayalara birisi kırmızı sprey boya ile UNUTAM diye yazmış. Yazıyı yazarken ya boyası bitmiş yada görevliler tarafından yakalanmış yazıyı tamamlayamadan. Yazıyı yazan sevdiğine UNUTAMAM SENİ diye belirtmek istemiş herhalde.

Tünelin ortasında karanlık içindeyim ama tünelin ucu aydınlık.

Baraj gövdesinden aşağı iniyorum. Aynı yoldan dönmüyoruz, köprüden geçip diğer yoldan Manavgat’a ineceğiz.

İniş çabuk oluyor düzlüğe. Köyün birinde çay molası verdik. Üstü kapalı bir mekanda plastik masa sandalyelerde oturup çay, soda, ayran içerek dinleniyoruz.

Burada ayrıca köylüler bazlama da açıyor. Acıkanlar birer bazlama ısmarlayıp yiyor. İki kadın, önündeki kare sofrada oklava ile hamur açıyor. Kadınlardan birisi ocakta odun ateşinde sacı üzerinde bazlama pişiriyor.  Dördüncü kadın da servis ediyor pişen bazlamaları. Yörük köylü kadınları işletmeyi çekip çeviriyor bazlama pişirerek. Köylü kadıların üzerinde penye uzun kollu tişört, altlarında çiçekli donlar, başlarında da türban değil baş örtüsü.

Lybre yada Seleukeia Antik kente giden bir tabela görüyoruz ama yolumuzun ters yönünde olduğundan gitmeye niyetimiz yok.

Manavgat belediyesi henüz bisikletçilere alışkın olmadığı için mazgallar tehlike yaratıyor bizler için. Gerçi Türkiye genelinde mazgalların çoğu bunun gibi yada buna benzer şekilde. Yollar daha çok otomobiller için yapıldığından henüz bisikletçiler için yol ve mazgallar yapılmıyor. Daha çok anlatmamız gerek belediyeye bisikletlilerin de trafikte olduğunu. Mazgalda ön tekerlek girecek kadar aralık var.

Yolda güneş batmaya başladı, durup izliyorum batasıya kadar. Kamp alanına yaklaştık sayılır. Güneş ile sabah kahvesinde buluşacağım. Güneş tam ufuk çizgisinde değdiği anda resim çekiyorum.

Kısa sürede kamp alanına geliyorum. Sevimli işaretler kamp alanına gelişimizi daha neşeli yapıyor. Yuvarlak sevimli yüz işaretinde bu kez kulaklar ilave edilmiş.

Kamp alanına geliyoruz ve hemen çeşmedeki hortum ile duşumu alıyorum. Sıcak su var ama sıra beklemektense soğuk çeşme suyu daha iyi geliyor. Hem sıra beklemek te yok. Sonrasında terli olan çamaşırları durulayıp kuruması için asıyorum ipe. Yemekten sonra sahilde ateş yanıyor. Ateş severler ateşin başında toplaşıyoruz. Esma bu arada Devrim’in kamp alanına davet ettirmeye çalışıyor festival yönetimine. Bakalım yarın ne olacak. Kamp ateşi kızıl alevler yalım yalım ortalığı aydınlatıyor.

Neşeli şarkılar, oyunlar oynanıyor. Laz horonlarını Karadeniz den gelen arkadaşlar oynuyor. Ben sadece izlemekle yetiniyorum, izlerken de nasıl oynadıklarını bilahsa ayak hareketlerini öğrenmeye çalışıyorum. Elbet bir gün Karadeniz horonlarını öğrenip oynayacağım. Önde ateş alevli, içinde odunlar, ardında horon tepen Karadenizli gençler.

Halil şenel beni koltuğa oturtarak değişik bir oyun oynadılar. Halil ne yaparsa diğerleri aynısını yapıyorlar. Eh benim elimi de öptüler sırayla. Güzel bir oyun ve neşeli, güle oynaya oynandı. Ateşin başında olanlar eğlendi, çoğu kişi katılmadığından eğlenemedi. Ne yapalım eğlenmek istemeyenin kendi tercihi. Bence böyle festivallerde hep birlikte eğlenmeli. O ayrı, bunlar ayrı yerde gruplaşmaları insanların birbirini tanımama, birlikte zaman geçirmeme sonucu oluşan durum. Biraz da bencillik sonucu olsa gerek. Festivallerin bir amacı da insanların kaynaşması olmalı. Ateş son demlerinde yanarken birer ikişer sayımız azaldı. Fazla geç olmadan ben de gidip yatıyorum.

Bu gün yaptığımız yol toplam 72 kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc