26 Nisan 2015 Pazar
Dikili – Çandarlı – Aliağa – İzmir
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Kuşlar
“Ölümlülere mevsimleri biz bildiririz
Baharı, kışı, sonbaharı biz söyleriz onlara ekimi
Turna kuşu gagalayarak göç ederken Libya’ya;
Gemicileri de uyarır o
Seferi bıraksınlar, yatıp uyusunlar diye…
Sonra çaylak çıkar ortaya ve bildirir yeni mevsimi
ve baharla koyun kırpıcısı işe başlar
sonra kırlangıç, yeniden gelişiyle, yün paltonuzu satmanızı ve kendinize daha ince bir gömlek almanızı söyler.”
Aristophanes,
Öne çıkmış olan görsel, Düz yontulmuş kayalıkta seki tane küçük pencere, biraz üstünde daha büyük pencere açılmış.
Her sabah olduğu gibi kalk faslı zahmetli olsa da herkesi uyandırıyorum. Tüm gece boyu yağan yağmurun sesiyle uyumak nefisti. Epeyce eskimiş olan çadırım fermuar kısmından su almış. Uyku tulumunun ayak kısmı ıslandı sadece. Demek ki yeni bir çadır almanın zamanı geldi. Öyle ıslak topladım uyku tulumunu, çadırı ve matı. Nasıl olsa akşama evdeyim, asar kuruturum. Toparlandıktan sonra kahvaltı yapıyoruz hep birlikte. Kahvaltının ardından katılımcıların hazırlanıp yola çıkmaları için uyarmaya başladım. En son kişi yola çıkarıp, etrafta unutulan herhangi bir şey olup olmadığına baktıktan sonra ben de yola çıkıyorum. Dikili çıkışında rampa başlangıcında birisinin kenarda durduğunu görünce ne olduğunu sordum. Zincir kırılmış, aparatı da olmadığı için beni beklemiş. Hemen alet edevatı çıkarıp zinciri onardıktan sonra arkadaşı yola çıkardım. Az ilerde de arka aktarıcı kulağı kırık bir bisiklet daha bekliyordu. İzmir den Ata arkadaşımız, yol bisikleti arkasında römorku vardı. Zorlamış olacak ki aktarıcı kırılmış. Elde kulak olmadığı için yapacak bir şey yok. Ata dolmuşa binip Aliağa dan arabasını alıp bisikletini ardımızdan getirecek. Yanında bir kişi kaldı bisikletin. Sabah sabah iki arıza birden, umarım başka olmaz. Benim yapacak bir şeyim olmadığından yola çıkıyorum. Grubun iyice arkasında kaldım. Bakalım yetişebilecek miyim. Bastır bastır en arkada kalan bir kaç kişiye ulaştım sonunda.
İlk hedefimiz Deliktaş köyü ve bir süre sonra vardık köye. Köy yoldan 3 Kilometre yukarıda. Bakalım nasıl bir köy.
Köyün sol tarafında kayalık bir yerde arkadaşları görüyorum bir kayanın üzerinde. Bisikletleri köyün kıyısında yol kenarına bırakıyoruz. Bundan sonra yayan gideceğiz.
Yürüyerek kayaların dibine geldik, millet kayanın tepesinde oturmuş resim çektiriyor.
Burada her hangi bir arkeoloji çalışması yapılmadığından geçmiş tarihi pek bilinmiyor. Büyük kütleli kayalar oyulup tapınak ve Tanrılara kurban adamak için çeşitli yapılar yapılmış. Duvar gibi düz yontulmuş kayada sekiz tane küçük, bir tane daha yukarıda büyük pencere oyulmuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Kayalar düz duvar gibi oyulup işlenmiş.
Etrafı gezip incelemeye başlıyoruz.
Rehberimiz Taylan hoca bizlere burası ile ilgili kısa bilgi veriyor. Gerçi pek tarihi bilinmese de anlatılacak bir konu mutlaka vardır. Daha çok Tanrılara kurban kesme törenleri ve hangi hayvanlar Tanrılara kurban edilirdi.
Deliktaş Kutsal Alanı Yeri:
İzmir ili Dikili ilçesine bağlı olan Deliktaş Köyünün sırtında bulunan iki alana dağılmış olan kalıntılardır. Bu kutsal alanlar 1993 yılında İzmir 1 nolu Koruma Kurulu tarafından 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı ve 1. Derece Doğal Sit Alanı olarak tescil edilmiştir.
Deliktaş Köyünde iki grupta değerlendireceğimiz alanların birincisi köye de ismini veren Deliktaş mevkiidir. Burasının örneklerini Kuzey Batı Anadolu’da sıklıkla gördüğümüz kaya sunağıdır. Diğer alan ise yerel halkın “Zindancık” olarak adlandırdığı Deliktaş Kutsal Alanıdır.
Kuzey Batı Anadolu kaya sunaklarından birisi de Deliktaş Kaya Sunağıdır. Benzerine Balıkesir ili Burhaniye ilçesi Dutluca Köyünde de rastlanmaktadır. Doğal kayanın buradaki adı da Deliktaş’dır.
Deliktaş Kaya Sunağı ise Deliktaş Köyünde öncül kutsal alan olarak değerlendirilmiş olmalı. Daha erken dönemlerde ise Zindancık olarak anılan Kutsal Alanın kült merkezi olarak kullanıldığını düşünüyoruz.
Deliktaş’ın büyük deliğinin köyü, ovayı ve uzaklardan da olsa Çandarlı Körfezi’ni –Elaitikos Kolpos- gören manzarası bir harikadır. Yine bulunduğu yerden Kane –Kara Dağ’ın doruğu görülmektedir.
Deliktaş’ın iki ana oyuğu vardır. Doğal yoldan oluşmuş olan bu dehlizlerin sonradan tıraşlanarak genişletildiğini düşünüyoruz. Bu iki oyuk “İkili Taht” yani “Ana Tanrıça ve Erkeğinin” tahtlarıdır. Dikili Kaya Sunağında da farklı boyutta iki katlı dairesel oyuklar mevcuttu. Fark bu alanda deliğin nerede ise bir mağara boyutunda var olması veya açılmış olmasıdır. Delikler doğu yönüne doğru bakmaktadır.
Deliktaş Kayalarında değişik boyutlarda hediyelerin koyulması için delikler ve oyukların çeşitliliği de dikkat çekicidir.
Bu alanın Sit statüsünde olmasına rağmen araştırılmış olmaması ise ayrıca dikkatimizi çekmiştir. Tarihsel olarak Cilalı Taş Dönemine kadar giden bu Kutsal Alanlar detaylı araştırmaları hak etmektedirler.
Zindancık tam olarak olmasa da Phokaia (Foça) Yolu üzerinde bulunan bir Pers Mezarı olan Taşkule ile benzerlikler göstermektedir. Taşkule doğal bir kayaya oyulmuş olan mezar grubudur. Zindancık ise kapısı kuzey yönüne bakan bir “Karanlık Oda” ve onun etrafında basamaklardan, kuyulardan, nişlerden, adak çukurlarından ve yine etrafa dağılmış kaya lahitlerinden, yontulmuş ve malzeme alınmış kaya oluşumlarından meydana gelmektedir.
Orijinal kayaya oyulmuş olan mezar odasının Phokaia Pers Mezarından daha erken bir döneme tarihlenebileceğini düşünmekteyiz. Tabi son sözü burada detaylı araştırmalar yapacak olan değerli bilim adamları söyleyecektir.
Zindancık diğer kalıntıları ile dikkat çekici. Karanlık Odanın hemen yanında basamaklarla çıkılan farklı iki kot bulunmaktadır. Mezarın üstüne gelen kot alanın hem en yüksek noktası ve tam bir tapınım alanıdır. Burada dikdörtgen, kare ve dairesel sunak çukurları ve hemen hemen odanın üstüne denk gelen sunak kuyusu bulunmaktadır. Merdivenlerden çıkınca daha düşük seviyedeki ikinci kotta ise orijinal kayaya oyulmuş sunak çukurları ve belki de kanlı ritüeller için açılmış kanallar dikkat çekicidir.
Bu alanın arkasında iki grup halinde yine orijinal kayaya oyulmuş odalar bulunmaktadır. Bu odalar kutsal bir alanda bu alanla ilgili tapınakların izleri olmalıdır. Büyük olan odanın kenarında içinden başka bir sarnıca da bağlı olan kuyu ağzı dikkatimizi çekti. İçinde keramik kırıntıları bulunan sarnıç, kayada izleri bulunan bir kapak ile örtülmekteydi. Bu sarnıca bağlı olan diğer sarnıca yapılan bağlantıyı Deliktaş köylüleri Deliktaş Kaya Sunağına kadar uzanan bir geçit olduğunu iddia etmektedirler… Bu odadaki duvara açılmış olan büyük bir niş bulunmaktadır. Diğer odalar değişik kotlarda olup, bazı oda duvarlarının yıkılmış olduğunu tespit ettik.
Kaynak : http://arkeodenemeler.blogspot.com.tr/2012/11/deliktas-kutsal-alanlar-ii-izmir-aiolis.html
http://arkeodenemeler.blogspot.com.tr/2012/11/deliktas-kutsal-alanlar-i-izmir-aiolis.html
Yukarıdaki yazıyı Taylan hocanın blokspot sayfasından aldım. Aşağıda da beş resim de ona ait. Aşağıdaki resimde iki delik üst üste oyulmuş kaya kütlesi.
Diğer resimde daha geniş oyulmuş, yassı ve oval delik.
Kayaların üzerleri düzgünce oyulmuş.
Kayaya mezar biçiminde oyuk.
Yan yana iki mezar oyuğu, içi su dolu.
Kaya yarılmış, arasına taşlar düşüp sıkışmış durumda.
Buralarda zamanında birileri bir şeyler yapmış, yaşanmış ama nasıl, kimler, ne zaman bilinmiyor. Sadece oyulmuş kayalar var. Oda girişi düzgünce oyulmuş.
Ben altta dolanırken dengesizler kayanın tepesine çıkıp oturmuşlar kuş misali.
Benim resim çektiğimi görünce hemen de poz verip hareket yapıyorlar. Ben de kaçırmıyorum bu pozlarını.
Taylan hoca anlatmaya devam ediyor, bizler de oturup dinliyoruz. Eh bu fırsat kaçmaz diyerek dinlenmiş olduk böylece.
Deliktaş köyü Oğuzların Üçoklar boyunun sol kolundan Oğuz Kağan’nın oğlu Gök Han soyundan geldiklerine inanırlar. Alevi olan Çepniler Giresun dan buraya gelip yerleşmişler. Köy kendi içinde kapalı, dışarı kız vermez, dışarıdan kız alırlar. Düğünlerde yabancılar girip karışamaz, kendi aralarında eğlenirler. Bu köyde geleneksel bir adet var; Bellik diye. Oğlan gözüne kestirdiği kızı anasının yanında elinden tutup götürmeye kalkınca artık kız Bellik olmuştur. İlk başta kızın anasından ilk dayağını yer oğlan. Ama olan olmuştur. Köyde başka kimse artık kızı alamaz. Kız oğlanın olmuştur. Sonunda mecburen evlenirler çünkü başka türlü olamaz, adet yerini bulur. Kayaların üstünden Deliktaş köyü.
Yavaş yavaş Tanrılara kurban kesim alanına geldik. Daha önce kimsenin bilmediği bir şey yapacağız. Senaryo önceden hazır, adım adım uygulayacağız.
Her taraf delik deşik, adı üstünde Deliktaş. Feridun hoca bana poz veriyor deliğin diğer tarafından.
Kurban kesilen sunağın olduğu yerde kurban edilecek olan Fırat Okutucu’yu çaktırmadan sunağa getiriyor arkadaşlar. Fırat öncede habersiz olduğundan merakla Taylan hocanın anlattığı kurban kesme olaylarını dinlerken aniden çullanıp Fırat’ı yere yatırdılar. Doktor Serhat seramoniye başlıyor. Ben de resmi çektikten sonra çakımı çıkarıp Allah Allah sesleri ile kurbanın yanına gelerek törene katıldım. Dinimiz gereği ilk önce Allahuekber nidaları söylemeye başladık. Planımızı gayet başarılı bir şekilde yerine getirirken önce ne olduğunu anlamayanlar etrafımızda toplanıp kahkahalarla törene katıldılar. Güzel bir eğlence oldu bizler için.
Kurbanların kesilip kanlarını akıttıkları sunak. Kayanın altı oyulup bir oda meydana getirmişler. Bizim canavar Enes’i araştırsın diye aşağı indiriyoruz. Pek öyle bir şey bulamadı.
Buradaki ziyaret bitiyor ve yavaş yavaş bisikletlerin yanına doğru gitmeye başladı arkadaşlar.
Yukarıdan, aşağıdaki kaya geçidinde yürüyenleri çekiyorum.
Düzgün yontulmuş kayaların burada uygar ve sanatçı insanların yaşadığını gösteriyor. Sunak tek kaya kütlesinden oluşmuş.
Dağların şahı, dengesiz İrfan kayanın tepesine kartal gibi konmuş bizleri gözlemliyor.
O arada başka biri daha poz veriyor bizlere. Dayanamayıp Eskişehir den dün akşam aramıza katılan Esra. Kolunun birisi havada, diğeri yana açılmış.
Bakalım kim daha yukarı zıplayacak. Arkadaşın birisi biz zıplarken havada çekiyor. Esra ile havada asılı kalmış şekilde, kollar yana açık. Dizleri karnımıza çekili.
Kaplumbağalar
Olaylar, Ankara’ya 100, Kızılırmak’a 15 km uzaklıkta olan Tozak köyünde geçmektedir. Alevi geleneği ve kültürü bu fakir ve kıraç köyde halen sürmektedir. Fakat köy, her imkândan yoksun, susuz, karasal bir köydür. Üzüm yetişmemektedir. Bu olaylar gelişirken Eğitmen Rıza bir öneride bulunur. Tozak’ın kuzeyindeki düzlük alan bağ haline getirilebilir. Bütün köy halkı ve Rıza canla başla çalışarak verimsiz, taş dolu, susuz araziyi beş-altı ay içinde bağ haline getirirler. Bağ o kadar verimlidir ki köyün hem şarap hem de üzüm ihtiyacını karşılayabilir. Köy eski neşesinde geri kavuşur. Köylünün “Purluk” dediği bağa kaplumbağalar akın etmeye başlar. Çünkü hayvanlar güneşin yakıcılığından bu yeşilliğe sığınarak kurtulmaktadırlar. Kır Abbas, yaşına rağmen hiç para almadan bağın gelişmesi işlerinde çalışmaktadır.
Bir akşamüstü, köye havadan kara bir şey düşer. Düşen şey, meteoroloji gözlem aracıdır. Köylü, çekinir ve bu yabancı cisimden korkar. Bu cismi okulun bir odasına kapatırlar. Ertesi gün köye herkesin mülkünü ölçüp üzerine yazdırdıktan sonra gidecek olan kadastro komisyonu gelir. Köylü komisyon üyelerine temkinli davranır. Beklenmedik bir şey olur ve üyeler Purluk’taki bağın, devlete ait olduğuna karar verir. Köylü bağın kendilerine ait olduğunu ispatlamaya çalışsa da başaramaz ve komisyon üyeleri gerekli işlemleri yaparak tutanağı hükümete havale eder. Böylece devlet ile köylü arasında bir çekişme başlar. Köylü cahil ve zayıftır. Devlet ile başa çıkamaz. Devlet, Tozaklılara Purluk arazisi yüzünden ev başına yüklü bir kira yükler. Köylüler avukatlara, yargıçlara, memurlara gider fakat en sonunda zorluklarla yeşerttikleri tarlalarını bozarlar. Köydeki bütün sığırları tarlaya sürerler. Yeşil tarla eski haline döner. Kaplumbağalar eskisi gibi güneşin yakıcı alevleri altında kalmıştır. Onlar da köyü terk eder. Kır Abbas, yeni doğan torununa Yeşer ismini verir fakat devlete kırgındır. Rıza da köy okulunda yaşamına devam eder.
Fakir Baykurt
Doğanın bilge kaplumbağası karşımda. Tüm yaşamı boyunca hiç acele etmeden yavaş hareketlerle her zaman kazanıyor. Yavaş hareket etmesinden dolayı milyonlarca yıldır fazla evrim geçirmeden günümüze kadar gelmiştir. Doğada kimseye saldırmaz, kimseyle kavga etmez, hiç bir canlıya eziyet etmez. Evini sırtında taşıdığı için nerde akşam orda sabah, her gece istediği yerde kalıyor. Sürekli gezmesi, uzun yaşamı boyunca bir çok olay olup kendine zarar vermeden hayatta kalması nedeni ile bilgelik kazanmıştır. Yol ona her şeyi öğretmiştir ve tecrübe kazandırmıştır. Kendimi kaplumbağaya benzetirim. Bisikletim ile yola çıktığımda çadır, uyku tulumu, mat, eşyalarım ve yiyeceğim yanımda olduğu için nerde akşam orda sabah olur. Yol bana hayatta kalmayı ve sorunlarla baş etmeyi kazandırmıştır. Tıpkı kaplumbağa gibi.
Köy tepelerin yamacına kurulmuş bilinçli olarak ama sonradan arsızlar tarım arazisine evlerini yapmaya başlayınca köyün düzeni bozulmaya başlamış. Arazi ovadan ziyade dalgalı bir yapıda.
Doğal bir gölet, bu göletten tarım arazileri sulanmakta. Su her zaman her yerde önemli canlılar için. Aynı zamanda orman yangınlarında söndürme için su deposu hazırda bekliyor. Etrafta artık kimse kalmayınca ben de son olarak inişe başladım bisikletlerin olduğu yere.
Bisikletlere binip yola çıktık, Ana yola gelerek, Çandarlı yönünde bisikletleri sürüyoruz. Yol kıyısında ilginç bir ev çıkıyor karşıma. Durup resmini çekiyorum. Matematiğin bir dalı olan Geometri hayranı ve büyük olasılıkla Mimar birisi ilginç, değişik bir ev tasarlayıp yapmış. Duvarları alışık olmadığımız biçimde yamuk, düz olmayan biçimde.
Yalın Ayak dede türbesi, 1 Kilometre kadar toprak bir yoldan gitmek gerek. Türbede yatan dede hakkında pek bilgi yok. Anlatılanlara göre kuvvetli birisi imiş, ağaçları kökünden söküp tuttuğunu güreşte ala paça ederek yenmediği kimse kalmamış. Bir gün aniden ortadan kaybolmuş, kaybolduğu yere halk türbe yaparak ismini devam ettirmişler. Sadece tabelasının resmini çekmekle yetiniyorum.
Çandarlı’ya doğru hafif eğimli yolda ilerliyoruz.
Buralar da rüzgar aldığına göre rüzgar türbinleri kurulmaya başlamış.
Çandarlı sahile uzandık, burası güney sahili. Çandarlı’nın konumu her iki yönden esen rüzgarlardan kaçmak için iyi bir yer. Lodos bu kısma vuruyor, karşıdaki binaların arkasında da Karayel rüzgarlarını almaya uygun. Rüzgarın durumuna göre denize girebilirsiniz. Eğer dalgalı denizden hoşlanmıyorsanız. Şu an deniz çarşaf gibi düz, hiç rüzgar esmiyor.
Çandarlı burunda kurulmuş bir yerleşim yeri. Denizin her iki yöndeki kontrolü yapılıyor. Bu öneminden dolayı kaleyi tam buruna yapmışlar.
Çandarlı Kalesi, İzmir’in Dikili ilçesine bağlı Çandarlı mahallesindeki bir kale. İnşa edildiği yıl tam olarak bilinmeyen kale, Cenevizliler tarafından 14. yüzyılda restore edildi. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın emriyle 15. yüzyılda yeniden inşa edildi. 2009’da başlatılan son restorasyon çalışması ise 2014’te tamamlandı. UNESCO, Dünya mirası geçici listesine 2013’te kaleyi ekledi.
Kalenin içinde kale duvarları ve yüksek Burcu çekiyorum. Burç altı köşeli.
Kale içini gezmeye başladık. Diğer burç dört köşeli.
Kalenin ortasına kalın tahta döşeli, yarım metre duvar örülüp zemini yükseltmişler. Kimisi oturup dinleniyor duvar üstünde.
Kale burçlarındaki mevzi deliğinden dışarısını çekiyorum. Delikten deniz görünüyor.
Burcun tepesinden kalenin diğer burcunu çekiyorum. Daha ötede deniz ve yazlık evler var. Kıyı yay gibi kıvrılıyor sola doğru.
Denizin biraz açığında, biri küçük, diğeri büyük ada var.
Burçtan aşağı inerken merdivenleri çekiyorum. Taş merdiven dar
Solda alçak, sağda yüksek iki burç. Tepesinde Türk bayrağı dalgalanıyor.
Kalenin içini gezdikten sonra öğle yemeğini bir çırpıda yedik. Etnografya müzesine giderek Müzeyi de gezmeye başladık. Yöresel kıyafetle camekanda sergilenmiş.
Mankenlerle, köy hayatı canlandırılmış. İki kadın sofra başında oturmuş hamur açıyor, bir kadın köşe divanda oturmuş. Soldaki kadın omuzuna heybe ile poz vermiş. Siyah benekli, beyaz elbise giymiş kadın sağda duruyor.
Diğer taraftaki köşede kadınlar çalıp oynarken canlandırılmış, divanda oturan kadın ut çalıyor. Birisi de göbek atıyor. Diğer üç kadın kendi işlerine dalmış.
İplik eğirme çıkrığı, kırmızı, yeşil renkte.
Dibek ve çanaklar camekanda sergilenmiş.
Demirden yapılmış çeşitli alet, edevat.
Bakır kap ve sürahi.
Müze gezisinden arta kalan zamanda bir çırpıda şortumu giyip denize girerek serinliyorum. İki gün önce Yunt dağları Köseler köyünde gece sıcaklık sıfırın altına düşünce kırağı yağmıştı. Bu gün ise denize giriyorum. Böyle olaylar pek olmaz ama hava şartları ne olacak belli değil. Yüzme bitince kurulanıp giyinerek hazırlandım. Artık yola çıkma zamanı diyerek hep birlikte hareket ederek yola çıktık.
Çandarlı dan çıkıyoruz, 35 Kilometre sonra Aliağa’dayız. Önümde gidenleri çekiyorum.
Tempolu bir sürüşten sonra molamızı daha önce mola verdiğimiz Çaltıdere de verdik. Ama tam karşısındaki işletmede. Molanın ardından tekrar yola çıktık ve Aliağa da ikinci bir mola verdik. Aracı olanlar aracına binip kentten ayrıldılar. Biz ise bir kaç kişi kaldık. Balıkçı barınağında oturup herkese birer kahve pişirip sundum. Akşam 20:00 olmadan metro istasyonuna hareket edip istasyonda trene binerek Alsancak istasyonunda indik. Herkes orada dağıldı. Ben de fazla oyalanmadan evin yolunu tuttum. Bir tur daha bitmişti ve ben mutluydum, tur pek sorunsuz güzel insanlarla güzel günler geçirdik.
Her turda olduğu gibi heybemdeki hazinem çoğalmıştı. Yeni dostlar edindim, dostlarım benim en büyük hazinem. Yaptığımız Az bilinen antik kentler turunun haberi gazeteye çıkmış. Gazete haberini çekiyorum.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 61 Kilometre civarında.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda