Etiket arşivi: cem

İki Garip Bir Akdeniz 5. Gün

2 Ekim 2017 Pazartesi

Tekirova – Adrasan – Kumluca Sahil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Artık hiç olmasa da sonbahar penceresinde o
Camların buğulanması her akşam nefesinden

Kimsesiz bahçelerde besbelli yalnız dolaştığı

Rüzgârsız akşamüstleri yaprakların ürpermesinden

Duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü
Sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, güneş yolun ucunda, çamların ardında batarken.

Bu gece daha rahat uyudum. Kamptakilerin çoğu gitmiş ve ortalık sessizliğe bürünmüştü. O yüzden fazla gürültü olmadı gece boyu. Uyandığımda etraf sessiz, bizim gibi bir kaç çadır haricinde kimse yoktu. Elimi yüzümü yıkayıp zaman geçirmeden çadırı topluyorum. 4 Gündür çadır sabit olarak durduğundan altı ıslanmıştı. Kuruması için ipe asıyorum hem çadırı hem de altına serdiğim brandayı. Yerde kırmızı şeritli yol kalmış, bisikletim KUZ, yanında topladığım eşyalar, Cem’in bisikleti solda, KUZ sağda, yerde eşyalarım ve ipe asılmış çadır ve branda.

Bizim gibi festivali düzenleyen Antalyalı Perşembe akşamı bisikletçileri ekibi de bu gece buradaydı. Hep birlikte kahvaltıyı yaptık, ardından veda kahvesini içtik. Beni festivale davet ettikleri için hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Birlikte olmasak ta güzel bir kaç gün yaşadık. Onlar görevleri icabı festivale katılanları yönlendirip, yeme, içme, yol, konaklama, eğlence işleri ile uğraştıkları için pek bir arada olma fırsatı olmamıştı. Bu eksikliği kahvaltıda ve kahve içerken sohbet ederek giderdik sayılır. Festival ekibi gayet başarılı bir şekilde sorunsuz olarak bitirmenin yorgunluğu ve sonrasında rahatlamanın etkisi yüzlerine yansımış. Hepsi de arkadaşım, birlikte bir çok yerde beraber bisiklet sürdük. Akdeniz’in sıcakkanlılığı hepsinin içinde. Bizler de bunun etkisini festivalde yaşadık. Güleç yüzleri hiç eksik olmadı. Teşekkürler, iyi ki sizin gibi dostlarım var.

Cem ile uzun bir yolculuğumuz var. Buradan İzmir’e kadar bisikletle gitme planımızı gerçekleştireceğiz. İkimizin bisikletleri yüklü durumda. Antalyalı arkadaşlarla vedalaşıp birlikte hatıra resmi çekiliyoruz. Önde iki bisiklet yüklü  ve 11 kişi ve solda resmi çeken kişinin parmağının bir kısmı.

Bisiklete başladığım ilk zamanlarda işim olmamasına rağmen katıldığım festivallerden hep eve dönme telaşı yaşamıştım. Festivalden sonra yola devam eden arkadaşları imrenmişimdir her zaman. Şimdi ise festival sonrası tura devam etmenin sevincini yaşıyorum. Bu heyecanla kamp alanından arkadaşla vedalaşıp yola çıktık. Henüz Tekirova içine olduğumuzdan yolluk olarak marketten alış verişi yapıyoruz Cem ile. Gerekli olanları alıp paylaşarak çantalara yerleştirdik. Ara sokaklarda ilerlerken karşıma bir ağaç çıktı. Bu ağacı sarmaşıklar öyle bir sarmıştı ki aklıma Yunan mitolojisindeki yarı tanrı Herakles geldi.

Herakles’in o muhteşem gücü olmasına rağmen ölümüne bir şey yapamaması, sonu bu ağaç gibi hüzün ve acıyla bitmesi beni çok etkilemişti. Olay mitlerde şöyle yazar;

Herakles’in kıskanç karısı Deianeira kocasının metresi İole ile aldatmasına karşın Nessos’un kendisine aşk iksiri diye verdiği iksiri kullanmaya karar verir. Herakles Zeus için adadığı kurban kesme törenlerinde giyeceği kazağı alması için elçisini gönderir. Deianeira Aşk iksiri diye bildiği şeyi yün ile kazağa sürer. Ardından bir sandığa kilitleyip elçiye bunu açmamasını ve güneş görmemesi için sıkı sıkıya tembih eder ve gönderir. Elçi yoldayken iksiri bulaştırdığı yünü güneş altında bir kayanın üzerine koyar. Güneş ışığı altında olan yün parçası kayayı eritip toz haline getirmişti çoktan. Bunu gören Deianeira iksir konusunda aldatıldığını anlar ve pişman olur. Arkasından haberci gönderse de Herakles kazağı çoktan giymiş ve sunağa döktüğü şarabı alevlendirdikten sonra ışığı gören zehirli iksir etkisini göstermeye başlar. Kazak ışık altında Herakles’in vücuduna yapışıp etlerini eritmeye başlar. İş işten geçmiş acı ve ıstırap içinde ölür Herakles. Bilmeyerek yaptığı şeyden dolayı Deianeira intihar eder. Zeus oğlunu tanrılar katına alıp ölümsüzleştirir.

Çam ağacını kaplayan sarmaşık aynı Herakles’in giydiği kazağa benzettim. Tüm gövdeyi kaplamış durumda ve çam ağacını yavaş yavaş yok ediyor.

Çiçeklerle bezenmiş Tekirova girişindeki kavşağa geldik. Pembe çiçekler açmış begonvil, ana yola çıkan Cem. Kumluca, Finike, Muğla tabelası solu işaret etmiş. Sağı ise Kemer, Antalya olarak belirtilmiş. Biz Kumluca tarafına doğru gideceğiz. Cem de o yöne doğru yönelmiş.

Ana yola çıkınca yokuş başladı, ağır tempoda daha önce çıktığımız yeri tekrar çıkmaya başladık. Yalnız bu kez yüklü olarak. Yarıkpınar dinlenme yerine geldik. Burada daha önce durmadığımdan çeşmeden sularımı tazeliyorum. Çeşme mermer kaplı, çatısının solunda Yarıkpınar içme suyudur. Sağında da araç yıkamak yasaktır yazısı yazılmış büyük harflerle. Aynasında çeşmeyi yaptıranın ismi; Gülüzar ve Münir Solumaz hayratı yazılı.

Burada araçlar mola veriyor, çeşmede su akıyor bedava. Dinlenme tesisleri çınar ağaçları altında gölgelik yerde. Burayı Orman bakanlığı yaptırmış. İki oduna tabelasını yerleştirerek burasının Beydağları sahil milli parkı Yarıkpınar mola noktası olarak yazıp belirtmişler.

Yola yeni çıktığımızdan burada mola vermiyoruz. Sadece suları çeşmeden doldurdum. Ardından yokuşu tırmanmaya devam ederken yerde gördüğüm arabalar tarafından ezilmiş bir yengeç görünce duruyorum. Yakınlarda akan bir çay olmalı. Bu cesur yengeç macera aramak için çaydan uzaklaşıp asfalta çıkınca beklenmedik son ile hayatı bitiyor. Macera arayan cesur yengeci saygı ile selamlayıp elimle yerden alarak çalılıkların içine doğaya karışması için bırakıyorum.

Çay boyu yukarı çıkıyoruz, daha önce mola verdiğimiz yerde duruyorum. Burada da küçük bir çeşme var. Bisikletim KUZ ile birlikte resmini çekiyorum çeşmenin. Çınar ağaçları arkada ve yürüyüş rotalarını belirten tabela direği solda.

İkinci mola yerine geldik. Yerde sağa ok işareti, bisiklet figürü ve Mola yazısını asfaltta görünce biraz dinlenmek için duruyorum. Cem benden önde olduğu için burada durup bisikletini park etmiş.

Bu dinlenme yerinde mavi boyalı bir tabela var. Yapıştırma harfler güneşin etkisi ile kalkıp bozulmaya başlamış. Tabelada yazan; Beycik köyü ( 6 km ) 6 Rakamı yerinden kalkmış, sadece güneşten dolayı izi kalmış. Tahtalı ( Olimpos ) dağı ( 2366 m ) Laodikeia, Likya yolu, Üç oluk yaylası. Altta yemek, yatak, kahve, market ve antik olduğunu belirtir işaretler yapılmış her biri ayrı kare içinde.

Burada çeşme var ama suyu akmıyor. Havuzunun duvarında bisiklet figürü yapılmış. Etrafta geçen günde su molası verdiğimizde dağıtılan plastik su şişelerini görüp üzülüyorum. Bisikletçi olsak ta bazı arkadaşlar nedense doğayı sevmiyorlar. Bu şişeleri atanlar eğer tekrar buraya gelseler gördükleri manzara karşısında ne diyeceklerini biliyorum. “İnsanlar niye bu şişeleri buraya atmış?” diye söyleneceklerini gayet iyi biliyorum. Kendi pisliklerini tanımazlar ve ukalalık yapmaktan da çekinmezler. Su şişeleri sararmış çınar yaprakları üzerinde. Yapraklar bir yıla kalmaz çürüyüp gider de plastik şişeler ne kadar zamanda yok olacak? Kim bilir?

Ağır tempo olsa da tırmanışı bitirip zirveye vardık. Ana yol düz devam ediyor Kumluca’ya doğru. Biz Çıralı’ya doğru gideceğiz ama buradan değil az ileriden sola sapacağız. Gerçi Kumluca tarafına doğru gitmemiz gerek ama sahilden gideceğimizden bu yolu tercih ettik. Hem sahilde Adrasan var görülmesi gereken yer. Tabelada düz olarak Kumluca, Muğla yönü belirtilmiş. Sağa ise Çıralı, Yanartaş (Chimaera) kahverengi olarak tarihi yer olduğunu belirtmiş. Bu yol karayollarının D 400 olarak numaralandırdığı yol olarak belirtilmiş.

Sola gireceğimiz az ilerdeki kavşağa geldik Tabelada kahverengi olarak Olimpos 11 (Antik kenti) yazan yerden sola sapıyoruz.

Buradan sıkı bir iniş yapacağız 7 Kilometre civarı. 394 metrelik yüksekteyiz. Altımızda dağlar ve Akdeniz lacivert olarak görünüyor manzarada.

İniş başlar başlamaz daha önce ana yola çıkmak için kestirme dediğimiz toprak yolu görünce durup resmini çektim. Kestirme diye saptığımız yol çok dik, ellerimizle kan ter içinde çıkmıştık bir zamanlar. Aslında böyle kestirme yol diye bir kaç kez girmiştim ama çok zorluklar yaşamıştım çıkarken. Atalarımızın dediği “Bildiğin yol en kestirme yoldur” sözü kulağıma küpe olmasını diliyorum burayı görünce. (Gerçi zorlukları, bilinmeyenleri keşfetme arzusu beni yine böyle yollara sokacağına eminim. Huy değişmez.) Yolun üstünde tek katlı bir ev var. Ardında kayalıklı dağlar.

İnişte gözlemecide duruyoruz. Çay içeceğiz ama önceden pazarlık yapıyoruz yörüklerle çay kaç para diye. Daha önce bisikletçilere verdikleri fiyatta anlaşıp oturduk. Bir tane de gözleme yap dedik peynirli, otlu. Cem ile yarı yarıya bölüşeceğiz. Bisikletim KUZ önde park etmiş, arkada bölümlü oturma yerleri. Minderler, yastıklar yörük işi. Cem minderlere oturmuş ayakkabılarını çıkarıyor. Solda bir adam heykeli, üzerine uzun kollu kareli mintan giydirilmiş. Yörük evi gözleme pankartı asılmış. Pankartta burada gözleme yemiş ünlülerin resimleri basılı.

Minderlere oturup semaverde odun ateşinde demlenen çayları içiyoruz afiyetle. Elçek resim çekiyorum Cem ile beraber. Tepside iki çay duruyor. Arkada bisikletim KUZ ve semaver. Semaverin üzerinde iki mavi renkli emaye çaydanlık var.

Yorgunluğumuzu çay , atıştırmalık bir şeyler ve bir gözlemeyi ikiye bölerek giderdikten sonra kendimizi yokuşun inen kısmında bırakıyoruz aşağıya doğru. Neredeyse hiç pedal çevirmedik desem yeridir. Düzlüğe inince karşıma evini sürekli taşıyan kaplumbağa çıktı. Yolun karşı tarafına doğru seyahat ediyor. Yeni yerler görecek, oradaki otların tadına bakacak. Hiç acelesi yok, karnını doyurmak için her taraf yiyecek dolu. Öyle bizim gibi marketten alış veriş yapmasına gerek yok. Dünyanın en yavaş hayvanı en uzun yaşayan hayvanı olmasını insanlar bir türlü kavrayamadan hızlı biçimde yaşıyorlar. Her şey bir an önce olsun, hemen varayım. Tokyo da kahvaltı, öğlen Paris te ıstakoz yemeğine yetişmeli. Akşam da New York ta baloya katılmak gibi hızlı yaşamaya çalışmak ömrü kısaltır. O kadar hızlı yaşarlar ki! Ömürlerinin nasıl bittiğini anlamadan ölüp gider. Kaplumbağanın öyle bir derdi olmadığı için acele etmeden hedefine varır. Nerde akşam orda sabah yaşayıp gider. Tıpkı bizim şu an yaptığımız tur gibi. Evimiz bagajda yolculuk yapıyoruz. Nerde akşam orda sabah yapa yapa gideceğiz.

Kaplumbağa emin adımlarla asfaltta karşı tarafa doğru gidiyor.

Düzlüğe çabucak indik sayılır, sürekli yokuş inersen böyle olur. Olimpos antik kentine doğru giden kavşaktayız. Burada Yamaç köyü var. Kavşağın köşesinde de camisi çam ağaçları içinde kalmış. Burada caminin tuvaletinde ihtiyaçlarımızı karşıladık. Caminin avlusu çok geniş, taş duvar örülmüş çepeçevre. Minare görünüyor ama binasını çamlar örtmüş pek görünmüyor. Tuvalet binası küçük, sarı boyalı. Avluda çocukların oyun parkında kaydırak, salıncak gibi renkli aletler var.

Yola çıkıyoruz kavşaktan, hedefimiz Adrasan. Tabela yönü gösteriyor. 7 Kilometre yolumuz kaldığını yazıyor. Sağ tarafa ise Kumluca ve Yazır tarafına gidileceğini oklarla belirtilmiş. Cem bisikleti ile yolda tek başına giderken bir kare çekiyorum. Etraf çam ormanı.

Yolun sağında bir çiftlik görüyorum. Çiftlik bildiğiniz gibi değil. Amerikan özentisi yaşatılmaya çalışılmış. İçeride sundurmanın altında Amerikan arabaları, tır çekicileri ve bir pervaneli uçak. Uçak sarı boyalı. Çiftlik sahibi özentili olmasına karşı meraklı olmalı.

Yol eğimi pek yok, düz devam ediyor. Yakın zamanda yolun sol tarafında yangın çam ağaçlarını yakıp geçmiş. Sağdaki çamlar yeşil rengi ve soldaki ağaçların kapkara rengi birbirine uymuyor. Orman yangınlarının çoğu insan eliyle çıktığı kesin. Kimi bilmeyerek, kimi de bilerek ormanı yakıyor. Manzara üzücü. Cem önümdeki manzarada bisiklet sürerken.

Kavşağın birine geldik. İki tabela zıt yönü gösteriyor. Sol tarafta Olimpos 10, sağ tarafta Adrasan yazılı tabelalar kahverengi boyalı. Arkada sararmış otların olduğu yamaç. Solda tel çitle ayrılmış zeytin ağaçları.

Adrasan içinde bisiklet sürüyoruz. Karşımda koca bir dağ var. Buralarda kıyılar engebeli ve dağlık. Köyün tek katlı evleri bahçelerindeki meyve ağaçları ile daha şirin görünüyor.

Meşhur Adrasan sahiline geldik. Burası doğal bir liman gibi. Tekneler kıyıya kadar getirilip demir atmışlar kıçtankara biçiminde. Kumsalda şezlong ve şemsiyeler düzgün, sıralı konulmuş. Koyun karşı tarafındaki burun kısmı çam ormanı ile kaplı. Kumu çok güzel görünüyor, denizi de öyle. Burası bulunduğumun yerin sağ tarafı.

Koyun sol tarafını da çekiyorum bir poz. Burada da tekneler kıyıda bağlı, kumsalda şemsiye ve bir kaç şezlong duruyor. Koy küçük, dip tarafı kumsal. Kenarlar kayalık ve dağlık. Sol taraftaki dağ sivri ve yüksek.

Adrasan bu güzel denizin tadına bakmak gerek diyerek su donumu giyip denize dalıyorum. Etrafta kimseler yok. Sadece ben denizdeyim. Bir süre yüzüp çıkarak kurulandıktan sonra öğle yemeğini yiyoruz. Taksi durağının çardağında taksicilerle muhabbet edip kahve içtik. Bizleri bisikletli görünce nerden nereye? Nasıl? Bisikletle mi? Bu kadar yolu bir milyar versen hayatta gitmem! Lastiğiniz patlamıyor mu? Nerde kalıyorsunuz? Çadırda mı? Yok artık gibi soru cevap şeklinde oluyor. Muhabbet meraklı ve hararetli olunca çay ısmarlıyorlar bize. Cem ve ben sıkılmadan her soruya gerekli cevabı verdik. Çaylar bitince artık yola çıkmamız gerektiğini, bize izin deyip yola çıktık. Akdeniz’in narenciyeden sonra en çok yetişen narları meşhur. Her bahçede bir iki nar ağacı görmemiz mümkün. Ekim ayında olmamızdan dolayı tam da olgunlaşmış meyveleri insanı cezbediyor. Narın kırmızı rengi közleşmiş ateşin kor rengine benziyor. Hani derler ya “Nar gibi kızarmış” diye işte tam da öyle narlar. Bahçeni kenarında nar ağaçları, üzeri nar dolu ve olgunlaşmış. Aynı zamanda kocaman nar meyveleri ağırlıktan dolayı dalların altlarına ağaç destek koymuşlar. İncecik dallar koca narları taşıyacak güçte değil.

En sevdiğim evlerden birisi olan bahçe duvarı olmayan ev. İki de nar ağacı dikilmiş. Üzerinde kızarmış narlar al beni diyor. Daha önce iki nar koparmıştım bahçenin birinden, onlar hala çantamda duruyor.

Adrasan köyünün merkezinden geçiyoruz. Köyün meydanında Atatürk heykeli var. İki direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. İleride Cem yol tabelalarına bakıyor nereye doğru gideceğiz diye.

Demin Cem’in olduğu yerdeki tabelaların önündeyim. Köşede, elektrik direğinin dibine konan tabelada düz ok işareti ile Karaöz, Mavikent, Beykonak yönlerine giden yolu gösteriyor.

Yola girer girmez bizi takip etmeye başlayan tarçın renginde bir köpek önümde gidiyor. Köyün çıkışında yokuş başladı, önümde azametli dağ bize geçit vermiş ama ne kadar belli değil. Yokuşun sonunda belli olacak. Solda çoğu yerini ağaçlar kaplamış bir ev var.

Yokuşu çıkmaya devam ediyoruz, köydeki inşaatların molozları yol kıyısına dökmüş kamyonun birisi. İnsanların vurdumduymazlığının bir örneği. Benden öte olsun da nerede olursa olsun. Gören, duyan, karışan da yok. Ceza yazan olmuyor, çünkü tenha yol. Görmesinler diye ortada kimseler olmadığından rahatça molozları döküyorlar. Dökende vicdan olmayınca elden ne gelir ki. Güzel çam ormanının manzarasını çirkinleştirmiş moloz yığını.

Yokuşta Cem önde, köpek onu takip ediyor koşturarak.

Yokuş devam ettiği için arada durup resim çekiyorum, hem dinleniyorum hem de etrafı, manzarayı izliyorum. Epe yükselmişiz, bulunduğum yerden Adrasan köyünü kuş bakışı izliyorum. Karşıda Toros dağlarının tüm heybeti göğe yükselmiş.

Yokuş nereye kadar devam ediyor bilmiyorum. Çık çık bitmiyor, Yeşilköy sapağında durup tabelasını çekiyorum. Yukarıya doğru bakınca yokuşun az kaldığını tahmin ediyorum.

Artık yokuşun sonuna geldiğimi önümde başka yükselti olmadığını görünce anladım. Son yokuştayım, Cem önümde tıngır mıngır çıkıyor. Yokuşlarda Cem’in avantajı var bana göre. Onda kilitli pedal var, bir ayağı ile pedala basarken diğer ayağı ile çekerek daha verimli bisikleti kullanıyor. Yokuşta bu fark ediliyor. Bende ise burunluk var ve yarım pedal güç verebiliyorum.

Az ileride gördüğüm beyaz toprağın içinde kırmızı toprağın olduğu yerde durup inceliyorum. İki farklı toprak yapısı acaba nasıl bir araya geldi? İlginç!

Yolda değişik manzaralar görmek olası. Bu manzara kötü olabilir, hep iyi olacak değil ya. Dünyada yaşıyoruz ve üzerinde milyarlarca insan var. Bu insanların bir kısmının yarattığı pislik karşımda duruyor. Yol kenarına atılan bu çöpler doğaya karışasıya kadar çok uzun zaman geçecek. Bir insan ömründen daha çok. Çok yazık!

Yaklaşık 5 Kilometre bir tırmanış yaptık. Tarçın rengindeki köpek te bizi takip etti tepeye kadar. O kadar kovalamamıza rağmen peşimizi bırakmadı. Bir ara nerden bulduysa keçi ayağı bulup ağzıyla taşıdı bir süre. Sonra keçi ayağını bıraktı bir yerlerde ya da sakladı daha sonra yemek için. Tepeyi çıkıp inişe başladığımızda hızımız arttı, köpek takibi bırakmış olmalı. Yetişmesi olanaksız bizim hızımıza. Güneş bu arada ufka iyice yaklaştı. Durup batmasını bekliyorum bir kaç dakika. Cem önde, bulunduğum yerden az yüksek tepelerin üzerinde Güneş son ışıklarını çam ağaçlarının arasından bana sunuyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Adrasan yarımadasının diğer tarafına geçtik, deniz kendini gösteriyor. Yarımadanın burnuna doğru dağ kütlesinin yalçın kıyıları güzel girinti – çıkıntı ve sivri tepeli küçük bir ada yüksekten güzel görünüyor. Önümde dikenli sararmış otlar, arkasında yeşil ağaçlar da manzaramda.

Zayıf saplı, narin görünümünde sarı çiçeklerin boyu epey uzun. Önceden açıp kurumaya durmuş çiçeklerle beraber yeni açmış sarı çiçeklerin rengi görülmeye değer. Ben de olduğu gibi resmediyorum.

Yol asfalt olsa da tam bir orman yolundayız sanki. Koca çam ağaçları, çalılarla kaplı dipleri ve çam ağaçlarından düşen iğne yapraklar yerde kahverengi halı  oluşturmuş durumda. Yolun üzeri çam dalları ile çatı olmuş, Cem de durup yanlamasına bana poz veriyor bu güzel tablonun içinde. Bu yoldan pek araç geçmiyor, sakin yolda rahat sürüş yapıyoruz. Güneş çoktan battı, hedefimiz Kumluca sahili.

Çam ormanı içinde giden yolun bir bölümünde sazlık görüyorum. Bu demektir ki yakınlarda sıcak su kaynağı var. Orman yoluna ayrı bir güzellik katmış sazlar. Yolun iki tarafında var.

Deniz seviyesinde bisiklet sürüyoruz, kıyıda piknik alanında iki çadır kurulmuş. Aslında burada kamp atılabilir, piknik masaları, deniz kıyısında. Alan düz, tuvalet ve çeşme var. Denize küçük bir çıkıntı yapmış olan yerde kocaman bir kaya kütlesi toparlak olarak duruyor. Henüz aydınlık olduğundan gidebildiğimiz kadar gidip Kumluca sahilinde kamp atacağız.

Güneş battı, yerine yolumuzu aydınlatacak olan ay çıktı. Karşıdaki yarımadanın dağlarının üzerinde ay parlıyor. Henüz hava kararmadığı için gökyüzü mavi hala. Denizin maviliği biraz daha koyu gökyüzünden.

Deniz kıyısında dönemeçli yoldan gidiyoruz. Henüz ortalık aydınlık.

Güzel koylar görüyorum çam ağaçlarının denize ulaştığı yerde. Alaca karanlıkta görebiliyorum denizi.

Orman yolu tam alacakaranlık zamanında bir poz çekiyorum. Çam ağaçları solgun görünmeye başladı. Tam da beyaz iplikle siyah ipliğin ayırt edilemeyeceği andayız.

Bisikleti KUZ ile Ay bir arada resim çekeyim dedim. Ay parlak olduğu için görünüyor ama KUZ kararmış ayırt edilmiyor.

Kameranın flaşını açıp çekiyorum bir poz. Ay yine aynı parlaklığında. KUZ olduğu gibi aydınlandı. Turuncu çantalarım, kadronun siyah rengi, beyaz yazılı URİMBABA’CAN yazısı, kelebek gidonum kahverengi sargı ile sarılı. Gidon çantam ve aydınlatma lambasının yanında duran tüy. Flaşın patlaması ile arka tekerleğimde bulunan şerit fosfor çok parlak görünüyor çember şeklinde. Koyu lacivert gökyüzü ile flaşın aydınlattığı bisikletim uyum içinde.

Hava iyice karardı, aydınlatma lambaları ışığında gecenin serinliğinde yol alıyoruz. Kampı Cem’in bildiği Kumluca sahilinde, ağaçların olduğu yerde kuracağız. Kumluca seraları bol bir yer, seraların arasından ilerlerken Cem paniklemeye başladı. Acaba doğru yolda mıyız diye. Karşıdan gelen bir dolmuşta yazan Kumluca yazısı yüzünden bana ters yöne gidiyoruz deyince ben de haritayı açıp gideceğimiz yolu gösterdim. Doğru yoldayız diye de sakin olmasını, yola devam etmesini söyledim. Ama Cem ısrarla daha önce araba ile geçtiğinden hatırladığı biçimde yolu göremeyince hayır, yol böyle değildi, yok Kumluca’dan aşağı düz bir yol vardı diye saçmalamaya başladı. Bir insan panikledi mi sakinleşmesi zorlaşıyor. Haritada konumumuzu gösterip yolu da, gideceğimiz yönü de gösterdim zar zor ikna oldu. Kumluca dan inen yola çıkıp bir süre düz yolda giderek piknik alanı olarak kullanılan ağaçlı yere gelince durduk. Cem panik halini atlatmıştı şükür. Daha önce arabayla geçtiği yerlerden ilk defa kendi gücü ile ve bisikletle seyahat etmesi kafasının karışmasına neden oldu. Neyse ki fazla uzatmadı da normale döndü ana yola çıkınca.

Okaliptüs ağaçlarından oluşan piknik alanına girip kendimize uygun bir yerde kampı attık. Çadırları kurup yerleştikten sonra akşam yemeği için hazırlıklara başladık. Neşesi yerine gelen Cem aşçı olarak yemek yapma görevini başarıyla yerine getirdi. Yemek yapmaktan zevk alıyor ve güzel yemekler de yapıyor. Bana yemek düşüyor sadece. Bulaşıkları da ben yıkıyorum. Kumların üzerinde serdiğimiz brandanın üzerinde oturmuş Cem yemek yaparken elçek resim çekiyorum. Cem’in önünde ocakta tencere var, elinde kaşıkla yemeği karıştırıyor.

Akşam saat 21:00 gibi kamp attığımızdan epey acıkmışız. Bir çırpıda yemeği yedik, ardından kahve ve çay ile keyfimizi sürdük. Buraya Kumluca demelerinin nedeni yaklaşık 12 kilometre kadar bir sahil ve tamamen kumlu olması. Çadırları da ılgın ağaçlarının dibinde, kumların üzerine kurduk. Buraya gelmek, çadır kurmak, yemek yapmak, kahve, çay derken zaman epey ilerledi. Zaten yorgunuz, o yüzden fazla geç olmadan çadıra giriyorum. Çadırın içinden dışarıdaki Aydede’yi çekiyorum, Aydede her yerde.

Güzel bir günün sonunda tatlı bir yorgunlukla çadırın içinde yatıp uykuya daldım.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 72 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 4. Gün

28 Nisan 2016 Perşembe

Çatak vadisi – Bayındır Ergenli köyü

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır.)

 

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, Bisikletim KUZ ve kıytırık. Bu kez arkadaşım Gürel Gürselp üzerinde.

Çayın kıyısında uyumak iyi değilmiş.  Bunu gece çaydan buharlaşan nem, üşümeme neden olunca anladım ama gece vakti çadırın yerini değiştirmek benim için uygun olmadı. Hava o kadar soğuk olmasa da nem üşütüyor. Pek iyi uyudum sayılmaz. Yarım yamalak bir uyku ile uyandım. Çay doğal olarak tüm gece aktı ve hala akmaya devam ediyor. Sadece bu sabah ben varım burada. Yattığım yerden doğrulunca çadırın fermuarını açtım. Şarıl şarıl akan çayı görüyorum ilk önce. Karşı kıyıda ağaçlar ve çalılar.

Kalkar kalkmaz elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve yapmak oldu. Hemen piknik masasında kahveyi cezveye sürüyorum ocağa. Ocakta kahve pişerken gözüm pembe açmış güllere takıldı. Ne de güzel görünüyorlar. Kokusu burnuma gelmeye başladı, mis gibi. Gül kokusunu ciğerlerime çekiyorum burnumdan, ohhh dünya varmış, sanki cennetteyim.

Pembe güller açmış, cezve ocağın üzerinde pişiyor, yanında da kahve fincanı boş.

Sabah kahvaltısını birlikte yapıyoruz çay kıyısında. Ben, Gürel, Sevil ve Şafak piknik masasında el birliği ile güzel bir kahvaltı sofrası.

Kızlar buluştu sabah sabah, ikisi de sarışın. Buranın işletmecisini kızı, o da erkenden uyanmış bizlerle beraber. Sevil ile beraber resim çekiliyorlar. Arkada yeşil ağaçlar arasında akan çay.

Minik ilk okul öğrencisi sarışın kız Sevil için peçeteye kırmızı kalemle bir şeyler karalamış;

SEVİL ABA Seni

ÇOOOOOOOOOK

SEVİYORUM

Size İYİ Yolculukla

R DiLiyorum

Sevil ABa cım

Gürel profesyonel makinası ile küçük kızın yüzünün resmini çekiyor. Saf temiz ve güzel bir yüzü var. İri gözleri yeşile çalan bir rengi var.

Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra çadırları ve eşyalarımızı toplayıp bisikletlere yükledik. Artık dönüş yoluna çıkma zamanı. Yola çıkmadan önce işletmeci aile ve iki kızı ile birlikte topluca bir resmimizi çekiyor Gürel. Bizleri ağırladıkları için kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Yemyeşil Çatak vadisinden aşağıya doğru görünümü. Birazdan inişe başlayacağız. Çayın yanlarında düz olan küçük tarlalar sürülmüş, kimisi de yonca ekilmiş hayvanlar için.

Dün çıkarken gördüğümüz bentleri tekrar görüyoruz. Çayın sağından gidiyoruz.

Şimdi de yol sol tarafa geçti. Neredeyse pedal çevirmeden inişteyiz bir süre ve çabuk iniyoruz.

Saçlı köyü kavşağında duruyoruz. Buradan bazı arkadaşlar aramızdan ayrılacak. Düz yoldan Ödemiş’e daha çabuk varıp İzmir’e gidecekler.

Aramızdan ayrılacaklardan birisi Ahmet Nail Yavuz. Beraber resim çekiliyorum ayrılmadan önce. Tura katıldığı için kendisine teşekkür edip vedalaşıyorum tekrar görüşme dileği ile.

Sonra Sadi Abi ile kucaklaşıp veda ediyorum. Bu benim için çok değerli bir an olarak kaldı. Bu son kucaklaşmamız oldu Sadi Bilguvar ile. Geçtiğimiz yıl amansız kanser hastalığına yenik düşüp aramızdan ayrıldı. Kendisini epeydir tanıyorum ve bir kaç turu beraber yaptık. Sessiz, sakin, mütevazi bir insandı, ben öyle tanıdım ve sonsuza kadar öyle kalacak. Kahve içmesini severdi ve kahve cezvesini ocağa her sürüşümde yanımdan ayrılmaz pişene kadar sabırla beklerdi. Pişince de fincandan zevkle içer, kahve için teşekkür ederdi. Nur içinde yatsın, toprağı bol olsun……

Sadi abi ile yan yana son resmimizi de çekildik bir anı olsun diye ve anılarda kaldı. Aramızdan ayrılan biri daha var ; Hüseyin Dölçek. Sadi abiyi yalnız bırakmıyor.

Aramızdan ayrılan arkadaşlarla vedalaştıktan sonra biz sağa doğru döndük dönmesine de birden bire karşımıza ucu bucağı görünmeyen bir yokuşa sardık. Ne güzel de iniyorduk değil mi?

Neyse taktık birinci vitese ağır ağır çıkmaya başladık. Zorlandığım yerde merkep vitesi otomatik olarak devreye giriyor. Ferdimen beni yokuşu çıkarken çekiyor bir kare. Bisikletim KUZ ve kıytırık ile beraber. Şafak ta ABAK’tan kalan sarı sprey boya ile gideceğimiz yönü ok ile belirtmiş asfaltta.

Çık, çık, çık sonunda bitti 5 kilometrelik yokuş Bu zaferi kutlamalıydık KUZ ve kıytırık ile. Aşağılarda Ödemiş kasabası ve ovası hayal meyal görünüyor.

Arkamdan gelen Ferdimen’i aynı yerde resmini çekiyorum.

Aşağılarda bir yerlerde düzlükten önce. yamaçta yangın göleti yusyuvarlak içi su dolu görünüyor. Orman yangınlarında kullanmak için yangın ekibi bazı yerlerde böyle göletler yapmış. Yangın sırasında helikopter ile su alıp yangına müdahale ediliyor. Yamaçlarda tarlalar, bahçeler çitlerle birbirinden ayrılmış.

Sol tarafımda ise tarla ve meyve bahçeleri kare çit ile birbirinden ayrılmış dağın dik yamaçlarına kadar. Yamaçlarda ise paralel olarak düzeltilmiş ağaç dikim yerleri yapılmış ormancılar tarafından.

Dönemeçten aşağıya doğru biri geliyor.

Yakınlaşınca bizim Ferdi Kızıl olduğunu görüyorum, nam-ı diğer Ferdimen. Kahramanımız.

Yolun biraz üstünde simsiyah bir at görüyorum. Durup resmini çektim. At lekesiz siyah, değerli bir cins olabilir. İncir ağaçları arasında otluyor kendi haliyle.

Kemal Lale de aramızdan ayrılıyor, biz Birgi’ye doğru gideceğiz o düz Ödemiş’e doğru devam ediyor. Katıldığı için teşekkür edip vedalaşıyoruz.

Hazır durmuşken Cem Koç’u yakalayıp beraber bir resim çekiliyorum. Bir daha nerde bulacağım bu fırsatı.

Bir zamanlar deniz kıyısı olan bu yerlerde şimdi asırlık zeytin ağaçları var. Yerlerde ise papatyalar coşup coşup açmış bahar halısı gibi papatya desenli. Sadece iki tane gelincik kırmızı renkte açmış papatyalar arasında.

Bu güzelim yeşil cennette olumsuz olanlar hemen göze çarpıyor. Bunlardan birisi gözümün önünde yol kıyısına dökülmüş çöpler, atıklar. Kendine ihanet eden bazı insanlar geleceğine zarar vermekten başka bir şey yapmıyorlar.

Papatyalar yol kıyısında, asfaltın bittiği yerde açıvermiş bir kaç tane. Bıraksalar bir kaç yıl içinde tüm asfaltı kaplayabilir.

Birgi’ye doğru tırmanıştayız, yukarıda Birgi’ye has evler görülüyor yeşillikler arasından.

Biraz tırmanış ve Birgi’deyiz. Tırmanışın getirdiği yorgunluğu atmak için kahve olan bir yere konuşlanıyoruz. Çay, soğuk soda içerek bir sürre dinleniyoruz.

Hazır dinlenmekte iken yanıma gelen Gökay Terzi nam-ı diğer Android ile bir resim çekiliyorum. Daha önce planladığımız ama yokuşu zorlu olduğundan vaz geçtiğimiz Yılanlı köy yolundan bizim Android geldi. Ona bu yokuşlar vız gelir, adı üstünde Android. Bisiklet üzerinde gitmediği yol yok gibi. Belki de kendi deyimi ile bir milyon kilometreden fazla yol yapmış. Ben ona inanıyorum. Güçlü bir yapısı var ve kansere dur diyerek ölüme meydan okudu.

Madem resim çekiliyoruz diğerleri kıskanmasın diye diğer arkadaşlarla da resim çekileyim dedim. Hasan Ata ile bir resim çekildim, sessiz sakin, pek konuşmaz. Sadece bisiklet sürer.

Kardeşim Gürel Gürselp ile yan yana hiç resmimiz olmamıştı. Şimdi ise yan yana anca gelebildik. Bir çok turda beraberiz ve ABAK turunu beraber yapıyoruz diğer gönüllülerle birlikte. İznini ona göre almış, ABAK turundan hemen sonra Suyun Kaynağına Yolculuk turunda bizimle beraber. Her konuda anlaşırım kendisi ile.

Şimdiye kadar katıldığı en uzun soluklu bir tur gerçekleştiren Sevil Gülgün biraz şikayet etse de başlarda şimdi alıştı ve keyifle bisiklet sürüyor. Yıllardır beraber günü birlik turlar yaptık. İlk zamanlarda biraz zorlansa da cesaretlendirerek turları tamamlattım. Şimdi ise günlerdir kamplı tur yapıyor ve halinden gayet memnun.

Figen Gülgör, Laz bisikletçi. Hem de kadın. Sayısını hatırlayamadığım tur yaptık beraber. Turlarda uyumludur, sadece bahçelerden meyve araklamasını sever küçük çocuklar gibi. Yolda bir meyve ağacı görmeye görsün.

Ankara dan katılan Kaya Palancılar. Büyük bir turcu, kendi blok sayfası var oradan gezdiği yerleri paylaşıyor. Örnek bir insan. http://kayapalancilar.blogspot.com ta HAYATIM İKİ TEKER olarak yazılarını yazıyor.

Birgi tarihi bir yer, kendine has taş evleri, yapıları ve camileri ile.

Kasabanın ortasında dere yatağı var ama dere çok az akıyor. Dere yatağını ot bürümüş.

Kargalar toplantısı başlamış, bu kargalar bildiğiniz kargalar gibi değil. Ağaçtan oyulup yapılmış, bir de siyaha boyanmış sanırsın ki kargalar demirlere tünemiş. Yanına yaklaşınca kaçmıyorlar, kaçmayınca ağaç olduğunu anlıyorsunuz.

Ümmü Sultan Türbesi.

Tarihi doku bozulmadan tarihi taş binalar onarılarak müzeye dönüşmüş durumda. Bunlardan birisi de yöresel el yapımı ipek dokumaları işliği.

İşliğin içine giriyoruz, içeride dokuma tezgahları sergilenmiş. Tezgahlar tahtadan yapılmış, renkli ipliklerle dokuma yapıyorlar tezgahta.

Dokuma tezgahının yandan görünüşü. Sık olarak yatay çekilmiş iplikler, dikine gerilmiş iplikler. Yatay ipliklerde ileri geri hareket eden mekik geçtikçe dokuma yapılmış oluyor.

Dokunan tarafın tersinde iki boru konulmuş. 1. borunun altından gelen iplik 2. borunun üstünden geçmiş. Yanındaki iplikte bunun tersi. Böylece sıralı bir ters bir düz gitmiş. Ne olduğunu anlayamadım doğrusu. Tam önde de demir bir zincir sarkıtılmış yukarıdan aşağıya.

Birgi’nin tarih kokan sokaklarında dolanıyoruz. Sokaklar Arnavut kaldırımı taş döşeli. Evler taş bina, en fazla iki katlı ve üzerinde kiremit döşeli çatı var.

Kimi sokak daralarak gidiyor. Evlerin avluya giriş kapıları kocaman çift kanalı ahşaptan yapılmış. Kapının üstüne küçük bir çatı yapılıp üzeri kiremit döşeli.

Ana cadde kıyısında boydan boya fıstık çamı dikili. Kaldırımda da çit ile yoldan ayrılmış.

Birgi

İzmir İli, Ödemiş İlçesinde yer alan Birgi, sırasıyla Frig Uygarlığı (MÖ 750-680), Lydia Uygarlığı (MÖ 680-546), Pers Krallığı, Bergama Krallığı, Roma ve Bizans İmparatorluğu hakimiyeti altında bulunmuştur. Kent Anadolu Beylikler döneminde, 13. ve 14. yüzyılda Aydınoğlu Beyliği’ne başkentlik yapmıştır. 1426 yılında ise kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Birgi, kendine has geleneksel mimari dokusunu günümüze kadar koruyabilmiş ender yerleşim yerlerinden biridir. Konakları, camileri, türbeleri, medreseleri, hamamları, çeşmeleri ve daha birçok eseriyle, beylikler döneminden başlayıp günümüze ulaşmış çok sayıda tescilli yapıya sahiptir. Beldede geleneksel mimari dokuyu en iyi biçimde yansıtan iki mimari yapı; ahşap süsleme ağırlıklı mihrabı ve minberiyle döneminin en başarılı örneklerden biri olan Ulu Cami ile ahşap işçiliği ile dikkat çeken Çakırağa Konağı’dır. UNESKO Dünya mirası geçici listesine eklenmiştir.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,45343/birgi-tarihi-kenti-izmir.html

Kadıoğlu camisi.

Üst katta tahta kanatları açık bir pencere. Demir parmaklık kaynak görmemiş geçme olarak yapılmış. Pencerenin olduğu yer cumba, altında destek ağaçları tahta ile kaplanmış. Taş bina eski bir yapıyı oluşturmuş, altta giriş kapısı ile binaya giriyorlar.

Binanın ön kısmı ise harabeye dönmüş, kaplama tahtaları zamanla çürüyüp dağılmış. Sıvası çoktan dökülü. Burada iki tane pencere, birinde soba borusu çıkmış. Büyük bir olasılıkla onarımı bekliyor gibi.

Taş duvarla örülü avlular, duvarların üzeri kiremit ile korunmuş yağmura karşı.

Çakırağa konakları o kadar meşhur olmuş ki içeriye girmek için para ödemek gerekiyor. Haliyle girmiyorum, zaten ilgimi çekecek bir şey olduğunu sanmıyorum.

Birgi’nin sokaklarını gezmeye devam ediyoruz. Birgi yamaçta kurulu olduğundan bir yukarı çıkıyoruz bir aşağı iniyoruz.

Bıçakçı Çeşmesi (Koca Çeşme)  yazıtı siyah bir mermere yazılmış;

Bıçakçı Esseyyid Hacı Ali Ağa tarafından 1807-8 yılında yaptırılmıştır. Tuğla ile yapılmış köşe silmeleri üstte kirpi saçağa dönüşür. Çökertme içme alınan cephesinde oluşturulan sivri kemerli yüzeyi çökertilmiş olup, kabartma bezemeli mermer çeşme aynası vardır ve üzerinde lüle deliği yer alır. Yapı kitabesi vardır. Roma döneminden kalma, girlandlı boğa başlı mermer lahit taslağı da köşesinde delinerek yalak olarak kullanılmıştır. Pişmiş topraktan su künkleri ise çeşme duvarı içindedir.

Çeşme de aşağıdaki resimde. Şimdi yukarıdaki yazıtı niye yazdım onu anlatayım size ; Bıçakçı Hacı Ali hayrına çeşme yaptırmış, Allah kabul etsin, çeşme yaptırmak iyidir de Roma döneminden kalan, o zamanlarda mezar olarak kullanılan Lahit neden yalak olarak kullanılmış bu kafama takıldı. Bir zamanlar içinde ölmüş bir insanın yattığı mermer taş sandukayı kullanırken dini inancı gereği hiç mi Allahtan korkmamış. Bir yalak yaptıracak usta bulamamış mı? yoksa parası mı bitmiş. Büyük bir olasılıkla hazıra konma, beleş işçilik. Zaten binlerce yıl önceki işçiliği beceremeyeceklerinden olsa gerek hali hazırda sandukayı yalak yapmışlar. Yazık…

Onarım çalışmaları yapılan taş binada yenileme çalışmaları yapılıyor. Çıtalardan perdeler yapılmış, çatıya tahta iskelet çakılmış öyle duruyor, henüz kaplanmamış. Bina iki katlı, yukarıya eski bir tahta merdiven ile çıkılıyor.

Taş binalar kademe kademe yukarıya doğru odalar şeklinde kiremit kaplı olarak yapılmış. Bu görünümü ile ayrı bir görsellik meydana çıkarmışlar.

Tarihi doku içinde yaşayan güller kırmızı açmış, ayrı bir renk katmış tarihin içine.

Tarihi dokuyu bozan yeni yapılmış yamaçtaki binalar. Bunlar betonarme, bir de sokaklardaki arabalar. Bence arabaları kasabanın içine sokmamak gerek. Sokakların görüntüsünü bozuyor. Resim çekerken bunu daha iyi görüyorum.

Kimi bina metruk kalmış bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş. Evin duvarları yok olmuş odaların içi görünüyor.

20160428_130030_HDR

Bir duvarda gördüğüm ilgin örnekler dikkatimi çekti. Örülmüş taşların içinde bir taş farklı, bu taş yontulu olduğu belli. Belki de antik bir kentten sökülüp getirilmiştir. Bir de duvarın içinden pişmiş topraktan yapılmış künk çıkmış, ne olduğu belli değil. Künk yarım yuvarlak bir taşın ortasından geçirilmiş. Taşın üzerine de pişmiş kiremit ile kemer biçiminde duvarın içinde.

Gezmekten yorulanlar dinlenmeleri için kahveler var. Dut ağaçları gölgesi altında oturup çay, kahve yada soğuk bir şeyler içebilirsiniz.

Aydınoğlu Mehmet Bey cami girişi.

Cami girişinde tabela yazılmış ; Aydınoğlu Mehmet Bey cami, altında İngilizce ve Fransızca dillerinde de yazılmış. En altta Y. Tarihi H. 412 (Miladi 1312 Yılı)

Caminin kapısından içerisinin resmini çekiyoruz. .Görünen 6 tane sütun, toplam 15 sütun ile yapılmış. Üstüm başım ve ayaklarım pis olduğundan içeriye girmiyorum.

Caminin yanında Birgi tarihini yazan tabela konulmuş. Tabelada yazan;

BİRGİ TARİHİ

Birgi M.Ö. 3000 Yıllarına dayanan bir tarihe sahiptir. Bölgede zamanla Frig, Lidya, Pers, Bergama Krallığı ve Roma dönemlerini yaşadıktan sonra Bizans imparatorluğu idaresine geçmiştir. Bölgeye ilk Türk akınları XI. Yüzyılda Selçuklular tarafından gerçekleştirilmiştir. Selçukluların dağılışından sonra ortaya çıkan Beylikler döneminde Menteşoğlu Sasa Bey tarafından Türk hakimiyetine giren Birgi 1307 yılında Aydınoğlu Mehmet Bey tarafında Aydınoğullarının merkezi yapılmıştır. Aydınoğlu Mehmet Bey 1312 yılında kendi adıyla bu camii inşaa ettirilmiştir. Camii kare planlı olup 15 sütun üzerine konmuş ahşap tavanı, turkuaz çinili mihrabı ve Muzafferuddin usta tarafından yapılan minber Türk İslam sanatının en güzel örneklerinden olup hiç çivi ve tutkal kullanılmadan geçme (Kündekari) tekniği ile yapılmış ağaç oymacılığının en güzel örneklerindendir. Ayrıca pencere kanatlarında da aynı sanat görülmektedir. Bu caminin en öneml,i özelliklerinden birisi ise emsallerine göre minaresinin sağ arka köşede değil, sağ ön köşesinde yer almaktadır. Beldemizde bir çok tarihi eser vardır. Bunlar arasında Birgivi Mehmet Efendi merdesesi, Sultan Şah türbesi, Birgivi hamamı, Çakırağa konağı, Karaoğlu camii, Kütüphane binası, Aydınoğulları türbesi, Çukur medrese ve Güdük camii sayılabilir.

Birgi’nin dar sokaklarını gezmeye başladım. Her köşesi, her bina ayrı özellikte. Hepsinin resmini çekiyorum.

İki ev neredeyse birbirine değecek kadar yakın. Binanın birisi düz duvar, diğeri cumbalı çıkıntısı kiremitleri aynı hizaya getirmiş.

Sokaklar dar ve kısa.

Kimi sokakta bahçeli evler de var. Bahçe duvarının ardında meyve ağaçları dikili.

Evlerin çoğu iki katlı.

Evler taş bina olsa da güneş ısıtma sistemi de kurulmuş kimi çatıya.

Sokakları dolaştıktan sonra meydana tekrar geliyorum. Aydınoğlu Mehmet bey camisinin aykırı minaresi. Caminin köşe taşları arasına aslan kabartmalı bir taş yerleştirilmiş.

Aydınoğlu Mehmet Bey heykeli. Savaş zırhları giymiş, başında başlığı, sağ eli ile kılıcını yarım çekmiş kınından. Göğsünün tam ortasında kocaman çift başlı kartal kabartması yerleştirilmiş. Artuklu sikkelerinde ve Anadolu’daki Selçuklu yapılarında kullanılan çift başlı kartal simgesi surlarda, cami ve medreselerde, saraylarda; koruyucu ve hakimiyet sembolü olarak ve kötü güçlerden koruyucu olarak kullanılmıştır. Bu arada; çift başlı kartal motifinin, Bizanslılar tarafından da kullanıldığını görüyoruz. Heykelin yanında da Kocaman gemi çapası zinciri ile birlikte. Aydınoğlu Mehmet Beyin denizcilikle bir ilgisi olmalı.

Aydınoğlu Mehmet Bey

Aydınoğulları Beyliği’nin kurucusudur. Aydınoğlu Mehmed Bey ilk zamanlarında Germiyan ordusu subaşısı, yani ordu komutanı idi. Bizans İmparatorluğu’nun taht ve taç kavgaları sebebi ile çöküntüsünden istifade ederek Germiyan Hükümdarı I. Yakup Bey’in emriyle Ege denizi’ne inerek elde ettiği yerlerde babası adına bir beylik kurmuştur.
Mehmet Bey, 1310 tarihinde Müslüman İzmir’ini ve daha sonra da Ayaslug ( Selçuk) , Tire, Sultan Hisarı ve Bodemya’yı ve 1326 da Gavur İzmir’i denilen sahil İzmir’i almıştır.
Kendisine Mübarizüddin lakabı verilen Mehmed Bey ele geçirdiği yerlerden ; Ayaslug ( Efes – Selçuk ) ile Sultan Hisar’ının büyük oğlu Hızır Bey’e; İzmir’i ikinci oğlu Umur Bey’e ; Bodemya (Ödemiş) ise Üçüncü oğlu İbrahim Bahadır Bey’e ; Tire’yi de dördüncü oğlu Süleyman Bey’e verip en küçük oğlu İsa Bey’i yanında bulunduruyordu.
Deniz sahillerine sahip olan Mehmed Bey, İzmir’i henüz almadan önce donanmasını Ayaslug’da yaparak denizciliğe başladı; fakat Rumlardan Cenevizlilere geçmiş olan İzmir’i aldıktan sonra burada da ayrıca bir donanma meydana getirdi.
Mehmed Bey, 1334 de bir av esnasında suya düşüp hastalandı ve sonra vefat etti. Yerine diğer kardeşinin ittifak ve ısrarı ile İkinci oğlu Umur Bey , Aydınoğlu beyliğinin başına geçti.
Mehmed Bey Birgi’de cami ve medrese yaptırmıştır. Beşinci asrın alimlerinden Saa’lebi’nin ” Arais-ül Mecalis” adlı ” Peygamberler Tarihi ” Mehmed Bey adına tercüme ve ithaf edilmiştir. Yine Mehmed Bey’in emriyle aynı kişi farsça ” Tezkire-i Evliya” yı Türkçeye çevirmiştir.
Mesalik-ül-ebsar Aydınoğlu’nun 60 şehri ve 300’Den fazla kalesi ve 70.000 süvarisi olduğunu, donaması ile rum ve Frenklerle devamlı olarak savaştığını yazmaktadır.

http://www.evliyalar.net/aydinoglu-mehmet-bey/

Birgi yerleşim haritası. Haritada tarihi yerler işaretlenip numaralandırılmış. Mavi numaralar tarihi yapıları, kırmızı çizgi yürüme rotası, yeşil renk ise yeme içme yerlerini haritada belirtilmiş. Numaraya göre; 1- Çakırağa konağı, 2- Aydınoğlu Mehmet Bey camii 8Ulu cami), 3- Aydınoğlu türbesi, 4- Küp uçuranlar kulesi, 5- İmam-ı Birgivi, 6- Kadıoğlu cami ve şadırvanı, 7- Aydınoğlu hamamı (Osmanlı hamamı), 8- Dervişağa merdesesi, 8- Dervişağa Cami, 10- Dervişağa hamamı, 11- Sasallı (Kırkızlar) hamamı, 12- Ümmü sultan türbesi (Sultan Şah),13- Kerimağa konağı, 14- Su terazisi, 15- Güdük minare mescidi, 16- Bıçakçı Esseyit Ali ağa çeşmesi, 17- İmam-ı Birgivi medresesi (Ataullah efendi medresesi), 18- Sandıkoğlu konağı, 19- Sarı berber medresesi, 20- Gazi Umurbey anıtı, 21- Çekül evi, 22- Demirli mağaza, 23- Taşpazar çeşmesi, 24- Demir baba çeşmesi, 25- Kazım Dirik (Paşa) çemesi, 26- Çarşı çeşmesi, 27- Kale medresesi, 28- Akmescit çeşmesi.

Birgi’nin ana caddesi, yolun yarısı kazılıp toprak ile kapatıldıktan sonra öyle duruyor. Caddenin iki kaldırımında fıstık çam ağaçları dikilmiş.

Onarılmış örnek taş bina, iki katlı. Girişi yan tarafta bahçeli. Bahçe kapısı aralıklı tahta çit şeklinde yapılı.

Organik ürünler satılıyor gelen turistlere, alacaklı olmadığım için ne kadar ediyor bilmiyorum ama pahalı olduğunu tahmin ediyorum.

Benim olmayan lokantada ucuz yollu yemek yiyoruz. Fiyatları gayet uygun, sulu sebze ve et yemekleri nefis. Baba Lokantası’nın girişinde resim çekiliyorum, arkamda da sevil peydah oluyor resim çekildiğimi görünce.

Yemek sonrası bisikletleri bıraktığımız kahveye geldik. Kahvenin camında daha önce görmediğimiz, şimdi ise farkına vardığımız bir yazı dikkatimizi çekti. Resmi Sevil çekiyor. Yazıda ise şöyle yazıyor;

Bu gavede dedikodu

yapmak, mişli muşlu

gonuşmak yasaktır.

Yemekte sonra bisikletlere binip yola çıkıyoruz, Birgi yüksekte olduğundan hızla düzlüğe indik. Arkadaşlar bir benzinlikte mola vermişler. Fazla yemiş olmalıyım, bir soda hazmı kolaylaştırır umudu ile içiyorum. Karşımda Gürel yemek sonrası mahmurluğu çökmüş şekerleme yapıyor. Gökay da diğer masada olmasına rağmen kareye girmiş.

İnsanlar yiyor içiyor, devamlı tüketiyor. O kadar çok tüketiyorlar ki çöplerini atacak yer bulmakta zorlanıyorlar. İşte çöplerini attıkları yer. Kocaman asırlık bir ağacın çürümüş gövdesinin içi. Bekli de utanmışlardır, yere atmamak için kimse görmesin diye ağacın kovuğuna bırakıvermişler. Yazık, bu görgüsüzlüğü ne zaman bitireceğiz bilemiyorum.

Biraz dinlenme yetiyor, yola çıkıyoruz. Ödemiş’e geldik bile, Ödemiş tabelası önündeyim. Nüfus 132000 yazıyor tabelada.

Rüzgara karşı gidiyoruz, Sevil 8 gündür yolda, yorulmuş olmalı ki bizim Android Gökay eliyle götürmeye çalışıyor Sevil’i.

Ferdimen benim resmimi çekiyor ama bisiklet benim değil.

Benim bisiklette de Gürel binmiş gidiyor. Yolda giderken Gürel bana “Urimbaba biraz süreyim senin bisikleti. Römorklu hiç kullanmadım şimdiye kadar.” Ben de “Olur” deyip bisikletleri değişip bir süreliğine sürüyoruz. Gürel gayet başarılı sürüyor KUZ ve kıytırığı, huysuzluk yapmıyorlar anlayacağınız. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yine bir mola veriyoruz kahvenin  birinde bu kez katılımcılardan Bahadır Özer ile resim çekiliyoruz, sessiz sakin kendi halinde bir vegan olan Bahadır hayvansal besinleri yemediğinden karnı bir türlü doymuyor.

Bayındıra gelmeden kamp yapacağımız Ergenli kaplıcalar yoluna saptık. Yolumuz hafif rampa.

Bu gün biraz fazla yol yapmamız nedeni ile yorgunluk baş göstermeye başlayınca hemen yol kıyısına oturup yorgunluk kahvesi pişirmeye başladım. Gelen geçen arabalar yol kıyısında oturmuş bu insanlar ne yapıyor diye merakla baka dursun biz keyfimizi sürüyoruz. Kahveler pişti, şanslı olan 3 kişi yanımda kahvesini içecek. Bunlardan biri Sevil, biri Ferdimen biri de Gökay. 4 Fincan olunca böyle oluyor mecburen, kahveler pişti, nefis görünüyor.

 

Kahve molası iyi geldi, güneş henüz batmamış. son ışıklarını çam ağaçlarının üzerine vurmakta. Geride kalan 4 kişi tekrar yola çıktık kamp yerine doğru.

Güneş dağların ardında batıyor. Biz daha yoldayız ama az kaldı.

Daha önce Bayındırdan tanıdığımız Spor ilçe müdürü Erdal İnce sayesinde Bayındır belediyesi ile görüşmelerimizde bize konaklayacağımız yer olarak Ergenli köyü, ılıcaları verdiler. Köye vardık sonunda güneş batmadan.

Köyün girişinde uzun ve dar bir tabelaya Ergenli Köyü’ne ve Ilıcalara Hoş Geldiniz yazısı yazılmış. Gökay ve Sevil önde köye doğru çıkarken.

Belediyenin tesisleri olan yerde duruyoruz. Geniş bir avlusu ve çevresinde banyo odaları var. Avluda ağaçlar dikilmiş zamanında, gölge yapıyor. Bu tesislere bakan görevli geleceğimizden haberi var. Bize 2 tane odayı açıyor yıkanabilmemiz için. Avludaki masaları birleştirdik, burada yemeğimizi yiyeceğiz.

Tesisin yanından küçük bir çay akıyor. Kıyılarda çınar ağaçları var.

Banyo odalarında bol sıcak su ile yıkanıp rahatlıyoruz sırayla. Sonra oturup kendi hazırladığımız yemekleri yedikten sonra günün yorgunluğunu masalarda oturup şarabı yudumlayarak, sohbetimizi koyulaştırıyoruz. Bir tarafta Sevil ile beni çekiyor Ferdimen.

Diğer tarafta Gökay ve Şafak.

Gecenin fazla ilerlemesine izin vermedik, yoksa muhabbet bitmez sabaha kadar. Hem uyku kapı arkasına gelmedi, çünkü kapımız yok ki! Ama uykunun geldiği doğru. Sıcak suda yıkanmanın rehaveti üzerime çökünce çadırıma çekilip derin bir uykuya daldım

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 71 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc