Etiket arşivi: cemal süreyya

Keşan Trakya Bisiklet Turu 3. Gün

4 Eylül 2013 Çarşamba

Kayalar köyü – Ayvacık – Ezine – Çanakkale

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“gitmekle gidilmiyor ki.
gitmekle gitmiş olamazsın;
gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır.”

Cemal Süreya

Öne çıkmış olan görsel, Bisikletinin ön tekerleğini kaldırmış bir genç bize hava atıyor.

3-34

İyi bir uyku, güvenli bir yer. Sabahın 5’inde ekmekçi kahvenin kapısından içeri girip ekmekleri ekmek dolabına dizerken uyanıyorum. “Günaydın” diyerek kalkıyorum yattığım masanın üzerinden. Ekmekçi de “günaydın” diyerek ekmekleri dizmeye devam ediyor. Hava henüz karanlık, aşağıdaki tuvalete giderek gece içtiğim çay ve biraları boşaltıyorum. Ortalık sessiz, ekmekçi işini bitirmiş, kamyonetine binip diğer köylere ekmeklerini dağıtmak için gidiyor. Kayalar köyünde ekmeği Recep dayı kahvede satıyor, bakkalda bulamazsın. Saat henüz 5 olduğundan diğer arkadaşlar uyuyorlar. Ben de uyku tulumuna girip biraz daha kestiriyorum. Hava ışımaya başlayınca kalkıyorum, daha fazla uyumanın anlamı yok. Gün güzel olacağa benziyor. Elimi yüzümü yıkamaya giderken köydeki taş evin resmini çekiyorum. Eve giriş düz olarak duvar çekilip yapılmış. Bahçe duvarı da yüksek taşla örülerek giriş kapısı kondurulmuş. Yol aşağı eğimli, eve giriş yukarıya eğimli. Evin üç penceresi var.

3-3

Kahvenin dışında köyün ihtiyarları camiden çıkmış dolanıp duruyorlar. Kahvede bizleri görünce kahve açık zannedip içeri girmeye hazırlanırken onlara; “Daha kahve hazır değil biraz bekleyin, arkadaşlar toparlansın, çayı demledikten sonra sizi çağırırım” deyip kahveye girmelerine engel oluyorum. Normalde Recep dayı kahveyi 9 civarında açıyor. Arkadaşları uyandırıp toplanmalarını söylüyorum. Eşyaları masanın üzerinden toplarken. Ben iki masayı birleştirip üzerinde yattım.

3-1

Can 8 tane sandalyeyi yan yana karşılıklı olarak dizip tahta divan gibi yapmış. Gece matı serip sandalyelerin üzerinde yatmış.

3-2

Çay ocağının termostatını 100 dereceye getirip suyun kaynamasını sağlıyorum. Ardından çayı demleyip oturmasını beklerken masaları ve sandalyeleri yerlerine yerleştirip bir de içerisini süpürdükten sonra kahveyi açıyoruz. Köyün ihtiyarlarına çay doldurup veriyorum, ardından çaylarımızı terasın köşesinde masaya oturup Kayalar köyünden güzel manzara ile içmeye başlıyoruz. Manzara harika, deniz mavisiyle yeşil ağaçların arasından, ufukta Midilli adasının puslu, bulanık dağları, tavşan kanı çaylar.  Burcu manzarayı görünce nasıl ve nereye geldiğimizi anlıyor, manzaraya bayılıyor. Sabah güneşi yüzüne vurmuş öylece bir resmini teras manzarasında çekiyorum.  Burcu duş olmadan geçen bir gecenin ardından yoldaki birinci sınavı geçmiş oluyor.

3-9-1

Karşımızda ege denizi masmavi sularıyla günün ilk ışıklarıyla muhteşem görünüyor. Kayalar köyü 324 metre yükseklikte. Gece bayağı zorladı bizleri. Bu güzel manzarada çaylarımızı içiyoruz, ve sabah keyfini yaşıyoruz resmen. Nasıl olsa kahve bizim, kahveye gelenlere çay ısmarlıyoruz. Neyse ki Recep dayının oğlu gelince kahvecilik işini ona devrederek sabah kahvaltısını hazırlamaya başlıyoruz. Çayları ocakta Can dolduruyor. Adnan da divana oturmuş durumda.

3-13

Kahvede domates var, bir kaç domates doğruyoruz tabağa. Ardından doğal köy zeytinyağını bolca domateslerin üzerine döküyoruz. Midemize kolayca  girsin diye. Bakkaldan biraz peynir alıp çantamdaki kahvaltılıkları çıkarıp terasta  sofrayı hazırlıyoruz. Kocaman nefis taze köy ekmeğini dolaptan alıp dilimliyorum. İsteyene iki yumurta isteyene bir yumurta haşlayıp soframızı zenginleştirdikten sonra kahvaltımızı terasın köşesinde güzel manzara eşliğinde yapmaya başladık. Cemal Süreya herhalde ünlü şiirini burada yazmış diye düşünmeden kendimi alamadım.

“Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”

Cemal Süreya

Masada manzara eşliğinde Adnan, Burcu, ben ve Cem oturmuşuz. Bizi Çağrı çekiyor.

3-11

Kahvaltıdan sonra Recep dayı geliyor, beraber birer sabah kahvesi içiyoruz. Bizlere köyü anlatıyor, köyde hırsızlar barınamadığından hırsızlık olmuyor. Bisikletlerimizi kilitlememiştik bile gece. Köydeki evlerin hepsi taş ev, kendim her şeyiyle bir taş ev yapmak istiyorum ama ilk önce taş ev yapan birisinin yanında çalışmalıyım. Burada zeytincilik, bal ve hayvancılık yapıp geçimini sağlıyor köylüler. Taylar başı boş dolaşıyor köyün içinde. Biri siyah, biri kahverengi donlu. (Don atların rengine deniyor)

3-5

Güzel bir tay görüyorum incir ağacının altında, hemen resmini çekiyorum çaktırmadan.

SAN

Kırmızı bir kuştur soluğum kumral

Göklerinde saçlarının

Seni kucağıma alıyorum

Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor

Soluğum

Yüzümün yanmasından anlıyorum

Yoksuluz gecelerimiz çok kısa

Dörtnala sevişmek lazım

Cemal Süreya

Duvarın dibinde, incir ağacının altında kahverengi donu olan at. Alın kısmında dar bir yer, kulakları hizasından burnuna kadar beyaz renkli.

3-5-1

Bu da benim tayım; KUZ.  Uzaklara, denizler ötesinde ki  Midilli adasına bir gün mutlaka gideceğini bilerek gidonu dik, hadi desen pedalına basıp buradan karşıdaki Midilli adasına atlayacakmış gibi duruyor. Bir gün mutlaka… KUZ balkonda park etmiş durumda. Aşağılarda deniz ve Midilli adası.

3-6

Recep dayı ile birlikte resim çekiliyorum. Kahvesini bizlere açan ve kahve sizindir deyip evinde rahat yatan, teklifsiz buzdolabındaki yiyecekleri bizlerle paylaşan, sınırsız çay içtiğimiz, zeytin domates ve ekmeğini yediğimiz Recep dayı sana sonsuz teşekkürler. Bizleri kahvesinde ağırlayan büyük insan.

3-8

Köyde herkes işinle uğraşıyor, Amcam baltasını, nacağını yüklemiş atın sırtına kışlık odun kesmeye ormana gidiyor. Kahvenin terasında Burcunun kelebek gidonlu bisikleti, açık olan pencereden köylü atı ile birlikte yürüyor. Parmaklıklar yanında küçük sehpa ve iki sandalye.

3-4

Sıra geldi burcunun patlamış lastiğine. Lastiği hemen onarıp şişiriyoruz. Aramızda para toplayıp Recep dayıya her şey için teşekkür ederek parayı veriyorum. Almak istemese de zorla vererek yediğimiz içtiğimiz şeylerin karşılığını veriyorum. O da bizden çok memnun olduğunu belirterek her zaman bizleri misafir edeceğini söyleyerek vedalaşıyoruz. Akamızda sağlam bir kapı bırakarak yola çıkıyoruz. Köy yamaçta kurulu olduğundan pistonlar ısınmadan rampaya sarıyoruz yavaş yavaş. İlk metreler zorluyor.

3-151

Köy yollarından giderek ne kadar güzel yollardan geçtiğimizin farkına varıyoruz. Kavşaktaki tabela köy yollarını belirtmiş. Can tabelanın yanında çekiyorum. Sola, Kayalar 2, Hüseyinfakı 4. Sola Sazlı 2, Koclu 4, By. Hüsün 5 yazılmış.( By. Hüsün yazan yer Büyükhüsün köyü.)

3-18

Hiç bir araç geçmiyor, ormanın içi, çam ağaçlarının verdiği bol oksijen bizleri gayet memnun ediyor. Burcu panoramik resim çekiyor ormanı ve yolu. Sağda Can duruyor.

3-19

Ormanın içinden bir kısımda deniz manzarasında KUZ ‘un resmini çekiyorum.

3-21

Yolda sık sık çeşmelere rastlıyoruz, aklıma İrfan Özden geliyor. O der ki ” Her çeşmeden su içeceksin” ben de onun sözünü her zaman yerine getiriyorum her çeşmede. Demek ki bir bildiği var öyle söylüyor, ne de olsa 40 yıllık dağcı. Çam ormanı içinde giden yolda iki bisikletçi.

3-22

Köyden çıkarak orman içinde dik yokuşta Burcu vites düşüreyim derken arka dişlide zinciri atıyor. Uğraşıp kurtarmaya çalışıyor ama yapamayınca bisikletimden inip yardım ediyorum. Zincir arka büyük dişliden çıkmış jant telleri arasına girerek sıkışmış, bir türlü çıkmıyor. Baktım olacak gibi değil pense ve tornavida gerekli. Hemen ileride park ettiğim bisikletimden takımları alıp geliyorum. İleri geri pense ve tornavida yardımıyla epey uğraşarak zinciri aradan çıkarıp dişliye takıyorum. Zincir yağı ile yağlanan ellerimizi ıslak mendil ile siliyoruz. Bu ıslak mendiller her yerde çok işimize yarıyor. Arka aktarıcı vites sonlandırıcı vidaları ayarlayıp işimi bitiriyorum. Öndekiler epey arayı açıyor, Burcu’yla yola devam ederek ilerliyoruz. Bir yol sapağına gelince ne tarafa gideceğimizi kestiremeyince Burcu telefondaki haritaya bakarak hangi yola sapacağımızı görerek soldaki yola sapıyoruz. Diğer bir sapağa gelince arkadaşlar bizi beklerken görüyoruz. Neden geç kaldığımızı anlatıyorum, onlar da merak etmişler bizleri.

3-23

Buluştuğumuz yer dağın zirvesi, bundan sonra iniş başlıyor. İnişler de ne çabuk bitiyor anlamıyorum. Hemen  düzlük araziye varıyoruz. Karşımıza Ayvacık çayı çıkıyor. Köprü başı ve akan çay yeşillikler içinde.

3-25

Yine benim üçayak ile beşimiz de resim çekiliyoruz zaman ayarlı. Ayvacık çayının üzerindeki köprüdeyiz.

3-25-1

Öğlen yemeğini Ezine’de yemeyi planladıktan sonra Ayvacık’a pedallamaya başlıyoruz. Düzlüğe inince yol genişliyor ve turistlik Asos kentine bağlantısı olduğu için trafik artmaya başlıyor. Yol kıyısında bir çiftlikte deve ve at yan yana görünce burada durup bir resim çekiliyorum. Deve çömelmiş geviş getirmekle meşgul. Bisikletim KUZ’un yanında ayaktayım.

3-26

Çanakkale’yi gösterir yol tabelası kavşakta. Biz sola, yani Çanakkale’ye doğru gideceğiz.

3-27

Ayvacık şehir meydanında kahvede oturarak soda ve çaylarımızı içiyoruz afiyetle. Meydan dediğim, bir metrelik daire duvar içine çiçekler dikilmiş. Ortasında uzun demir direk konulmuş.

3-27-4

Kahvede çayları içerken Adnan Serkan Taşdelen’i telefonla arıyor, konuştuktan sonra telefonu bana verdi. Serkan’la hal hatır muhabbetten sonra neler yaptığını sorunca Kaunos bisiklet festivalinin hazırlıklarını yaptığını söylüyor. Kolay gelsin diyerek telefonu Adnan’a geri veriyorum. Ayvacık ta bir süre dinlendikten sonra yola çıktık. Ana yolda araç trafiğinde ilerlemeye başladık, yol tek şerit gidiş geliş olunca dikkatli ilerliyoruz. Benim düşüncem Çanakkale ye vardıktan sonra karşıya Gelibolu tarafına geçip nereye kadar gidebilirsek orada kamp atmak, belki Gelibolu ya kadar gitmek. Şöyle bir şık ta vardı Çanakkale’den Lapseki yapmak, oradan karşıya Gelibolu’ya geçmek. Bakalım Çanakkale’ye bir varalım da duruma göre hareket ederiz. Adnan ve Çağrı önden gidiyorlar, Çağrı Ezine’ye  gelmeden Bozcaada’ya gidecek, onunla yolumuz buraya kadar.  Bir tepede su molası verirken Çağrı beni arıyor telefonla. Vapura yetişmesi gerekli olduğundan bizi beklemeden yola devam edeceğini söylüyor. Ben de olur tabi ki diyerek iyi yolculuklar diyerek vedalaşıyorum telefonda. Su molası verdiğimiz yer ile Bozcaada kavşağı hemen aşağımızdaymış, bunu tepeden aşağı inince anlıyoruz ama Çağrı gitmiş Adnan’ı bizi beklerken buluyoruz tabelaların yanında. Tabelada Bozcaada 18, kahverengi tabelada Gülpınar (Apollon Smintheus) 50 yazıyor.

3-56

Adnan bize katıldıktan sonra Ezine’ye çabuk varıyoruz. Ezine Tabelası önünde Burcu bisikletinin üzerinden dönüp arkaya, bana bakıyor. Tabelada Ezine Nüfus 13.600 yazıyor.

3-28

Az daha yol aldıktan sonra önümüze kavşak tabelası çıkıyor. Düz olarak Çanakkale, Sağa Bayramiç, sola şehir merkezine gidileceğini belirtmiş.

3-30

Ezine’de yemek yiyeceğimizden şehir merkezine sapıyoruz, burası küçük şirin bir kasaba. Daha öce Çanakkale ye giderken buradan geçmemiştim. Buraya uğramamız iyi oldu. Şehrin sokaklarında ilerlerken genç bir bisikletçi  bizleri görünce ön tekerleğini kaldırarak bizlere hava atmaya çalışıyor. Ben de cep telefonumu hazır ederek bir daha ön tekerleğini kaldırmasını söyleyerek hazır beklerken o da ön tekerleğini kaldırınca anında resmini çekiyorum. İlerde iyi bisikletçi olacağa benziyor delikanlı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

3-34

Derken şehir merkezine varıyoruz. Kaide üstünde bronz üç heykel, ellerinde bayrakla. Yanlarda iki direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Sağda iki minare, ikişer şerefeli cami.

3-35

Karnımız da iyice acıktı yani, sulu yemek yiyeceğimiz bir lokanta arıyoruz. Uygun bir yer bulunca hemen kuru, pilav ve yoğurt siparişlerini vererek yemeğimizi yiyoruz. Yerken daha çok acıktığımı hissediyorum nedense. Bisiklet üzerinde olunca harcadığımız enerji normal günlerimden fazla olunca hücrelerim bile acıkıyor demek ki. Yemeğimizi yedikten sonra üstüne birer kahve ısmarlayıp içerken içeriye iyi giyimli biri girerek bize selam veriyor. Biz de selam vererek yanımıza oturuyor ve kendini tanıtıyor. İsmi Levent Çakıcı, kendisinin bizim gibi bisikletçi olduğunu, bizleri kasabada görünce arabasıyla takip ederek nereye girdiğimizi gördükten sonra arabasını park edip yanımıza gelip bizlerle tanışmak istemiş. Bunları konuşurken öyle heyecanlı, gözleri ışıl ışıl parıltılarla anlattı ki. 7 aydır bisikletçi olduğunu, Çanakkale 18 Mart bisikletçi grubu ile birlikte pedal çevirdiğini anlattı. Biz de bu ara kahvelerimizi içtik. Çalıştığı bankaya bizleri davet ederek birer kahve ısmarlamak istediğini söyleyince onun heyecanına kapılarak davetini kabul ediyoruz. Lokantaya hesabı ödeyip Levent beyi takip ederek bankaya varıyoruz. Bizi üst kata kendi odasına çıkarıp kahveleri ısmarlıyor. Levent bey bankanın müdürü. Sohbetimizde nereye gittiğimizi öğrenince kendisinin de Keşan dağ bisiklet festivaline katılacağını söylüyor. Kahveleri içip hoş sohbetten sonra izin isteyerek aşağıya iniyoruz. Bisikletlerimizi bankanın güvenlik görevlisi bakıyor bu arada, aşağı inince topluca bir resim çekiliyoruz Levent beyle birlikte. Resmi de güvenlik görevlisi çekiyor. Solda Can, Levent Çakıcı, ben, Adnan ve Burcu.

3-36-1

Bisikletçi olmasak üst üste iki kahve ağır gelebilirdi ama nasıl olsa yolda kahve mahve kalmaz hepsini eritiriz. Levent beyle vedalaşıp Keşan’da görüşme dileği ile ayrılıyoruz. Yine Çanakkale yoluna çıkarak gürültülü trafikte yol almaya başladık. Bundan her ne kadar hoşlanmasak ta gideceğimiz başka yol olmadığından kıyıdan ilerliyoruz. Bir süre gittikten sonra Sarımsakçı nehrine vardık.

3-37

Köprü üstünde durup arkadan gelen Burcu ve Cem’i çekiyorum.

3-38

Köprünün altına bent yapmışlar, nehrin geldiği taraf göl gibi. Köprüden sonra su akıntısı çok az. Herhalde sulama amaçlı yapılmış, tarım bölgesindeyiz. Etrafımızda tarlalar ekili biçili.

3-39

Yine ormanlık alanda kazı çalışmaları yapıyorlar çamların arasında çirkin bir görüntü oluşturmuş. Umarım doğayı katletme sevdasına girip bütün ormanı işgal etmezler. Böyle ortam görünce üzülüyorum. Yeşil orman içinde krem rengi taş ocağı.

3-41

Yol kıyısında bir çeşme görünce her çeşmeden su içme sevdasıyla çeşmeye yanaşıyorum. Fakat çeşmenin yazısında belirttiği gibi çeşmenin haline sadece baka kalıyorum.

3-43

Çeşmede mermerde yazan yazı :

Şu çeşmenin

haline bak

su içecek

tası yok

kırma kimsenin

kalbini

yapacak

ustası yok

Çeşmenin yerine kör tapa ve biz su içemiyoruz iyi mi. Usta güzel bir çeşme yapmış ama usta olmayanlar çeşmenin suyunu kesmiş. Kare gövdeli çeşme, 2 santimlik kare seramik ile kaplanmış.

3-44

Hayal kırıklığı ile çeşmenin başından ayrılıyorum. Yanımda yeterli su var ama ya olmasa idi ne yapardım bilmem. Bu yüzden ana yollarda fazla çeşme yok ve böyle su olmayan çeşmelerden karşımıza çıkabileceğini düşünerek he zaman çantamda 1.5 litrelik bir şişe su taşırım. Biraz ağırlık artıyor ama yolda susuz kalmaktan iyidir değil mi ? Bunları düşünerek ilerlerken yolun kıyısında hendeğin içinde karpuzu görünce hemen duruyorum. Bakıyorum karpuz tarla tel örgüsü ile yolun arasında kendiliğinden çıkmış. Karpuzu anca yayan yada benim gibi bisikletçi görebilir. En büyüğünü koparıp alarak yolun kıyısında kesip afiyetle yiyoruz. Karpuzu yediğimiz yerin yanında üzüm bağını görünce bir salkım kopararak karpuzun üstüne cila niyetine yiyoruz. Üzümü yıkamadan hem de. Ben ve Can elimde üzüm yerken Burcu bizi çekiyor.

3-48

Bu dinlenmenin ardından yola devam ediyoruz, yolumuz inişli çıkışlı. Çıkarken yavaş çıksak ta inerken hızla indiğimizden ortalamamız gayet iyi. Yol kıyısında fazla benzin istasyonlarına rastlamadığımızdan ilk gördüğümüz istasyona girerek birer soda içiyoruz. Hazır durmuşken hepimiz zincirleri yağlıyoruz, Can da bisikletini yağlarken bir poz yakalıyorum.

3-49

Bazı yerlerde yol yapım çalışmaları devam ediyor, buralardan geçerken dikkatli geçiyoruz. Araçların çoğu bizi geçerken yavaş, açıktan ve dikkatli geçtiklerini gözlemliyorum. Duble yol olsa da emniyet şeridinden giderken tırlar orta yada sol şeritten geçiyorlar. Aralarında tek tük te olsa dibimizden geçenler de olmuyor değil ama çok az böyle durumda karşılaşıyoruz. Cem bisikletin üzerinde.

3-51

Adnan yine kopup gidiyor ve gözden kaybediyorum. Biz resim çekerek, sık sık küçük molalar vererek gittiğimizden bize ayak uyduramıyor. Yavaş gitmeyi sevmiyor anlaşılan, ama böyle gidince beraber yolda paylaştığımız şeylerden nasibini alamıyor. Yine de aramızda olmasından mutluluk duydum. Adnan’la pedallemek güzeldi, her zaman pedalleriz birlikte. Adnan’ı Çanakkal’ye kadar bir daha göremiyorum. Burcu ayağını yere sağlam basanlardan. Kendi bacağını çekiyor, ayağında spor ayakkabısı.

3-54

Böyle durunca hadi kendi gölgemi de çekeyim diyerek bir kaç resim çekiyor Burcu. Ön tekerleğinin gölgesi.

Adnan yine kopup gidiyor ve gözden kaybediyorum. Biz resim çekerek, sık sık küçük molalar vererek gittiğimizden bize ayak uyduramıyor. Yavaş gitmeyi sevmiyor anlaşılan, ama böyle gidince beraber yolda paylaştığımız şeylerden nasibini alamıyor. Yine de aramızda olmasından mutluluk duydum. Adnan’la pedallemek güzeldi, her zaman pedalleriz birlikte. Adnan’ı Çanakkal’ye kadar bir daha göremiyorum. Burcu ayağını yere sağlam basanlardan. Kendi bacağını çekiyor, ayağında spor ayakkabısı.3-53

Kendini ve bisikletinin gölgesini çekiyor.

3-58

Yolda bir su birikintisinin yanından geçiyoruz.

3-57

Tarihi Troya antik kentine giden kavşağa gelince sadece tabelasının resmini çekiyorum. Troya antik kentine girmeye zamanımız yok, akşam olmak üzere ve yolumuz epey var. Başka bir zamanda gelip görmem gerekli diye düşünerek burayı ileri bir tarihe erteliyorum. Tabela sola Troia (Troya) 5 Kilometre gidileceğini belirtmiş. Üstünde kare tabelada Troia Dünya kültür mirasıdır yazılmış.

3-59

Nihayet Çanakkale boğazını uzaktan gördük, yüksekteyiz, demek ki  epey iniş bizi bekliyor. Ortada kavşağın yuvarlak kısmı, arkada deniz.

3-60

Güneş batıya iyice yaklaşmaya başladı, gölgelerimiz de bunu doğruluyor. Burcu ve benim gölgemi taş duvara vurmuş şekilde çekiyorum.

3-61

Biraz daha iyi manzaralı yere gelince yol kenarından resim çekiyorum Çanakkale boğazını Gelibolu yarımadası ile birlikte. Ege denizi de tüm muhteşemliği ile göz alabildiğine önümüzde. Güneş parıldıyor. Ortada demir bariyerler var.

3-62

Gelibolu yarımadasında yarımadanın ucuna doğru ufukta Çanakkale Şehitleri Abidesini görünce daha güzel resim çekmek için yolun karşı tarafına geçiyorum. Yarımada ve şehitlik abidesi siulet olarak görünüyor.

3-64-1

Bazı yerde yol deniz kıyısına yakınlaşmış. Kıyıda yazlık sitelerle dolmaya başlamış bile.

3-63

Resimleri çektikten sonra bisikletimin olduğu tarafa dönünce bisikletimin yerinde olmadığını görüyorum. Ardından Can bisikletimi aşağıdan yola çıkarmaya çalışırken görünce yoldaki araçları kontrol ederek karşıya Can’a yardım etmeye koşuyorum. Çünkü bisikletim yüklü ve ağır. Bisikleti yukarı yola çıkarınca ne olduğunu Can anlatıyor. Ben karşıya geçince yoldan geçen kamyonun rüzgarıyla bisikletim üç takla atarak hendeğe yuvarlanıyor. Bisikletimi kontrol ediyorum, herhangi bir şey görünmüyor. Ön ve arka bagaj çantalarım bisiklete zarar vermesini önlemiş, şanslıyım! Boş bırakmaya gelmiyor KUZ ‘u. Yola devam ediyoruz hep birlikte. Ana yolda az rastladığımız çeşmelerden bir tane görünce boşalan su şişelerimi doldurmak amacı ile duruyorum.

3-65

Çeşmenin yanına gelince çeşmenin açık olduğunu ve aktığını görüyorum. Çeşmenin ağzında onlarca bal arısını toplanmış. Etraf çam ormanı olunca demek ki yakınlarda kovan var ve akşam olmadan işçi bal arıları su taşıma görevini yerine getirmek için suyu akan çeşmenin temiz suyundan alıyorlar. Arıları rahatsız etmeden çeşmeyi biraz daha açarak sularımı dolduruyorum. Doldururken de arıları inceliyorum bir yandan. Çeşmenin ağzına gelip ters dönerek akan sudan suyunu dolduruyor. Suyunu dolduran arı gidiyor, yerine diğer arı gelip aynı şekilde su alıyor. Müthiş bir çalışma içinde işlerini yapıyorlar, bıkmadan usanmadan. Balda su oranı çok olunca kovana sürekli su taşımak zorunda arılar.

Çocukluğum aklıma geliyor,” Balçova da ilk yıllarımızda baraj yokken kuyulardan gelen su yetmediğinden bütün yaz boyunca çeşmelerimizden hiç akmazdı. Biz de suyumuzu belediyenin mahallemize getirdiği su tankerinden kullanma suyunu bidonlarla, kap kaçakları doldurarak temin ediyorduk. Bazı zaman su bittiğinde Annem aşağı sokakta komşunun evinde bulunan tulumbadan su almamı isterdi. Bazen su almak istemezdim, Annem yalvar yakar yada zorla su almaya yollardı”. O zaman zoruma giderdi su taşımak ama arıları görünce… Nur içinde uyu Anam.

3-66

Onlarca arının arasında suyumu doldurduktan sonra çeşmeyi açık bırakarak yola iniyorum. Ben arıları rahatsız etmedim, arılar beni rahatsız etmedi. Durup dururken dalaşmanın anlamı yok. Yolumuz bundan sonra iniş olduğundan Çanakkale ye çabucak varıyoruz. Çanakkale tabelasında Burcu beni çekiyor. Tabelada; Çanakkale, Nüfus: 104.000, Rakım: 2. Altında da Kepez’den çıktığımızı belirtir tabela var. Üzeri çapraz kırmızı şerit çekilmiş.

3-67

Şehir merkezine yaklaştıkça trafik iyicene artıyor. Belediye yol kenarına sözde yayalar için kaldırım yapmış ama nedense karayollarının yaptığı gibi emniyet şeridi bırakmamış. Böylece bizim gibi bisikletçiler için yolda herhangi bir boşluk bırakmamış. Trafiğin içinde ilerlemek zorunda kalıyoruz. Bir de mazgallar var evlere şenlik, zeminden 5 cm yukarıda. Yağmur yağdığında yağmur suları mazgaldan içeriye dökülebilmesi için yolun göl olması gerekiyor. Yağmurda buradan geçmek istemem doğrusu. Yolun en sağından giderken mazgal yüksek olduğundan bisikletle mecburen solundan geçmemiz gerektiğinden tehlike artıyor.

3-68

Nihayet Çanakkale iskelesine sora sora varıyoruz. Adnan’ı arıyorum telefonla ;

” Neredesin Adnan?”

“Aynalı çarşıdayım urimbaba”

“Ne yapıyorsun Aynalı çarşıda?”

“Sizleri bekliyorum”

“Neden Aynalı çarşıda bekliyorsun?”

“Sen demedin mi Aynalı çarşıda diye”

“Hemen iskeleye gel seni bekliyoruz”

diyerek Adnan’ı beklemeye başladık iskeleye yakın. Bisikletler park edilmiş, ileride vapur iskelesinde vapur var. Arabalar sırayla vapura biniyorlar.

3-69

Tarihi Truva filminde kullanılan modern Truva atı. Bizim öğrendiğimiz tahta at tipinde değil, biraz fantastik bir at yapmış filmin yapımcısı. Ne demeli.

3-68-1

Vapur saatlerini soruyoruz gişeden, saat 21:00 de olduğunu öğrendik. Adnan’ı beklerken bisikletli biri yaklaşıyor yanımıza. Adını hatırlayamıyorum, biraz sohbet ettikten sonra nerede yemek yiyebiliriz diye soruyoruz, o da karşıda pizzacı var diyor. Pizza yeme fikri hoşumuza gitmediğinden başka yerleri sorunca arkadaş bize çarşıda çorbacılar, lokantalar var diyerek tarif ediyor. Adnan geldikten sonra yemek için çarşıya gidiyoruz. Lokantaların olduğu yere giderken Çanakkale’nin saat kulesini görünce resmini çekiyorum. Kule dört katlı ve üzerinde pencereli kubbe var. İçi lambalarla aydınlatılmış.

3-72

Saat kulesini bu kez Burcu çekiyor. Onun cep telefonu daha iyi çekiyor benim telefonuma kıyasla.

3-73

Bir lokantaya oturup siparişlerimizi veriyoruz. Siparişleri beklerken Burcu etrafı dolaşıyor ve çektiği resimler. Çarşıdan estantaneler. Dükkanlar yan yana iki yanda, vitrinler lambalarla aydınlatılmış ışıl ışıl. Çarşının üstü kapalı.

3-71

Burcu tiyatro simgesi olan maskeleri çekiyor. Soldaki maske ağlayan, sağdaki gülen yüz. İkisini gözleri kapalı, yüzleri beyaza boyalı. Dudakları kırmızıya boyanmış. Ağlaya yüzde kaşlar yok, göz kapakları mavi boyalı.

3-75

Yemeğimizi yedikten sonra iskelede  biletleri alıp vapura biniyoruz,. Bisikletleri uygun bir yere bırakarak yukarı kata kapalı bölümde oturuyoruz. Vapur Eceabat iskelesine yaklaşırken bisikletlerin yanına inip karaya çıkmak için hazırlanıyoruz.

3-76

Eceabat’a vapur yanaşınca bisikletlerin alıp vapuru terk ediyoruz. Karaya çıkınca hemen yola çıkarak zaman kaybetmiyoruz. Hava karardı, ön arka ışıklarımızı takıyoruz. Burcu’nun ön lambası kötü, kendini bile aydınlatmıyor.  Ona benim önümde git lambamın ışığında gidelim diyerek önüme katıyorum. Burcu’nun telefonunda benzin istasyonlarını da gösteriyor, nede olsa akıllı telefon. En yakın istasyon 10 km ileride, istasyonda  gecelemeyi karar verip yolumuza devam ediyoruz. İstasyona varınca görevlilerden burada çadır kurup burada kalabilir miyiz diye izin istiyorum. Aldığımız cevap “Burada kalmak yasak!” oldu. Oped benzin istasyonları ağız birliği yapmışçasına bisikletçilere hiç yardımcı olmuyorlar nedense. Hele “YASAK” kelimesi akşam saatinde canımızı sıkıyor. Opedin ikinci ayıbı.  Biz de yolumuza devam ederek önümüzde başka bir istasyona varıyoruz. Burası da kalınacak uygun bir yer olmadığından yolumuza durmadan devam ediyoruz. Gece sürüşü çok hoş oluyor, Avrupa kıtasına geçtiğimizden Akdeniz iklimi değişip serin Balkan ikliminde pedallıyoruz. Haliyle hava serin, rüzgarlığımı giyiyorum. Yarım saat arayla bir grup araba yanımızdan geçiyor eşek arısı sürüsü gibi. Bunlar Eceabat’a arabalı vapurla geçenler. Çoğu da gurbetçi arabaları, yıllık izinleri bitmiş çalıştıkları ülkelere geri dönüş yapıyorlar. Bunları sığırcık kuşlarına benzetiyorum. Yazın sıcak ülkelere göç ediyorlar, kışında soğuk ülkelere. Her yıl bu tekrarlanıyor. Araba grubu gittikten sonra yol sessizleşiyor.

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur

Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi

Şu son dönemecini de aşınca gecenin

Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil

Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir

Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil

Tutsaksan ellerini sıyırır gibi zincirlerinden

Ve balyozla vursalar mısralarına

Soylu bir demir sesi yükselir

Soylu büyük ve mavi bir demir sesi

Ellerim gece yatısına çağrılmış

Ve

Telaşsız görünmeye çalışan bir

Kafka gibi

Yüzüm giyotine abone

 

Cemal Süreya

Burcu önümde giderken, çantalarındaki fosforlar parlıyor. Arka stop lambası kırmızı. Gece zifiri karanlık.

3-77

Hava iyice karardı ve hala kalacak bir yer bulamamıştık. Ama uygun bir yer bulacağımdan eminim. Ve yolun sağında büyük çınar ağaçlarının olduğu bir alandan geçerken duruyorum. Fenerlerin ışığında inceleyince burasının  piknik alanı olduğunu görüyoruz. Bir de tulumba var, burada kamp yapılabilir. Burası Bigalı kalesi olduğunu fenerlerimizin ışığıyla tabelayı okuyunca anlıyoruz. Çınarların altına çadırlarımızı kurduk. Burcu yine huzursuz, böyle bir ortamda ilk defa kalıyor. Onu rahatlatmaya  çalışıyorum, kolay değil tabi ki. Duş haricinde tuvalet de yok, ama böyle doğanın içinde alışması gerek. Bu saatten sonra yapacak bir şeyi  olmadığından mecburen katlanıyor,  Burcunun ikinci sınavı. Çadırları kurup yerleştikten sonra kahve yapıp içiyoruz. Deniz kıyısındayız ama  etraf karanlık olduğundan nasıl bir yerdeyiz tam olarak anlamıyorum. Sadece yağmurun yağmayacağını  biliyorum ve tulumbada suyumuz var,  bunu kullanma suyu olarak kullanabiliriz. Yanımızda bol miktarda içme suyu var. Bundan iyisi can sağlığı diyerek güzel bir geceye yavaş yavaş giriyoruz. Yorgunluk uykumuzu getirince iyi geceler diyerek herkes çadırına girip yatıyor yeni bir güne uyanmak üzere.

Fotoğrafların Bir kısmı Burcu, Adnan ve Çağrı’ya aittir.

Kayalar köyünden Bigalı kalesine kadar toplam 92 km yapmışız Kilometre saatime göre.

Süre : sabah 09:00 , akşam 22:00  yolda 13 saat olmuş

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 93 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc