Etiket arşivi: çiğdem baydar

Eskişehir Buluşmaları

31 Ekim 7 Kasım 2017

Eskişehir de Bisiklet Evi açılışı. Soğuk Eskişehir günlerinde sıcak dostluklar.

Öne çıkmış olan görsel Bisiklet evi tabelası, elips biçimde kesilen tahtanın çerçevesi mavi renge boyanmış. Tabelada “Eskişehir Bisiklet Derneği VELESBİT Bisiklet Evi” yazılmış. Altında da metal çubuklardan bir bisiklet maketi.

20171102_115051_HDR

Güneşte ısınmış üzüm taneleri

Yıldızlardan devşirilen sır

İksir küçük kalplerinde

Zaman döndürürken avuçlarında her şeyi

Kıyıdasın sen, deniz seni salmış

Gözlerin ağaç reçinesi

Kuşların dağarcığında adın var

Çiğdem Baydar

 

Merhaba sevgili dostlar, yeni bir yazı daha sizlerle. Keyifli okumalar. Hazine torbamda topladığım gerçek hikayeleri, anıları sizlere dilimin döndüğünce anlatacağım.

Sene 2017, kış ayına girmeye ramak var. İzmir’de ılık sonbaharı yaşıyoruz. Havalar fazla soğuk değil. Bizim düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turlarına katılıp tanıdığım Kübra Özen beni telefonla arayıp Eskişehir bisiklet buluşmalarına Bisiklet Evinin açılışında kahve yapmaya davet etti. Davet gelince katılmamak olmaz deyip kabul ettim. Ayrıca Bisiklet Evi açılışını da yapacağız. Kübra Eskişehir Bisiklet derneği VELESBİD başkanı. Sevgili dostum Hakan Sevin de beni arayıp nasıl gideceğimi sordu. Kendisi de katılacak. Ben Hakan’a İzmir’e gel trenle beraber Eskişehir’e gidelim önerisinde bulundum. O da kabul etti önerimi. Tren biletlerini aldım gardan, yerimiz hazır, Mavi Tren ile gideceğiz. Biraz fazla sürse de keyifli bir yolculuk olacak.

Yolculuk hazırlıklarına başladım, gündüz saatlerinde berberde saçlarımı düzelttirdim, sakal tıraşı oldum bir güzel. Berber koltuğuna oturmuş aynadaki görüntümü cep telefonumla çekiyorum. Üzerimde karadelik girdabı resmi olan tişörtüm var. Solda saç kurutma makinası duruyor kaidesinde. Sağ üst köşede Göztepe spor kulübünün amblemi var.

20171031_113403_HDR

Yanıma gerekli eşyaları aldım, daha çok kış şartlarına uygun olanları. Eskişehir’in çok soğuk bir yer olduğunu biliyorum. Hakan geliyor erkenden, Akşam üzeri kalkacak olan tren garına metro ile kolayca ve çabucak geldik. Trenin 1. vagonunda yerimiz. Tren vagonlarını yandan çekiyorum tabelası ile. Tabelada “İzmir mavi tren. İzmir – Manisa – Balıkesir – Kütahya – Eskişehir” yazıyor. Üstünde de 1 rakamı var. Mavi tren normalde beyaz boyalı, altta iki şerit  çekilmiş boydan boya. Üsteki şerit kırmızı, alttaki şerit ise mavi renge boyanmış. İşte bu mavi şeritten dolayı Mavi Tren deniyor.

20171031_185950_HDR

Tren vagonuna binip bavullarımızı üstteki rafa yerleştirdik. Geniş koltuklara oturup hatıra resmi çekiyorum elçek ile. Ben koridor tarafındayım, Hakan pencere tarafında. Kafamda tüylü şapkam var., kırmızı yelek ve saçlarım salınık. Hakan maviyi sever, onun üzerinde mavi tişört ve mavi eşofman giymiş. Dışarısı karanlık olduğu için içerideki lamba ışığı ile camda yansımalarımız var. Bu resmi çeken  cep telefonumun yansıması da cama vurmuş elimde.

20171031_190219

Tren yolculuğumuz başladı, canımız sıkıldıkça dolaşıp durduk tren içinde. Gecenin bir zamanında uyuduk, uyandık, tekrar uyuduk bir baktık ki Eskişehir’e varmışız bile. Toplam yolculuğumuz 12 saat sürdü. Nasıl geçti anlamadık bile. Normalde otobüsle gidip gelinecek biz zaman ama otobüse göre daha konforlu. Hem tren yolculuğunu seviyorum. Eskişehir’e iner inmez  soğuk ayaz kendini hissettirdi. Üzerime deri ceketi giydim soğuktan korunmak için. Trene İzmir’den binerken kontrol etmediler, Eskişehir’e indik kontrolden geçti bavullarımız. Korku her yeri sarmış buralarda.

Ben ilk defa geliyorum Eskişehir’e. Hakan Üniversiteyi burada okumuş, o yüzden her yeri biliyor. Tren garı şehir merkezine yakın bir yerlerde. Yürüyerek merkeze geldik ve Porsuk çayındaki köprülerden birine geldik. Köprü korkulukları dökümden yapılmış aydınlatma direkleri süslü püslü. Bir tane de Panflüt çalan çocuk heykeli kondurulmuş kaideni üzerine.

20171101_080845_HDR

İzmir’de gevrek olarak adlandırdığımız, Eskişehir’de simit denen gevrek alıp bir çay ocağında bol çayla karnımızı doyurduk. Kübra’yı telefon ile arayıp nerede kalacağımızı öğrendik. Belediyeye ait kültür tesisinde otelde yerimiz ayrılmış. Saat 10’a doğru otel odamıza yerleşip kahve takımlarımı çıkardım. Hemen kahve cezvesini ocağa sürdüm. Kahveyi pişirirken Hakan beni çekiyor. Masanın üzerinde kahve takımları, ocağın üzerinde cezve, kafamda tüylü şapka. Televizyon duvarda asılı. Solda boy aynası, yanında ceketim askıda asılı.

20171101_094134_HDR

Dört kişilik kahve pişiriyorum, ikisini Hakan, ikisini de ben içiyorum. Kardeş payı, yolculuğun yorgunluk kahvesi bol olmalı. Yatağa uzanmış olarak kahve fincanları elimizde içerken elçek resim çekiyorum Hakan ile. İki fincan dolu sehpanın üzerinde duruyor.

20171101_095019

Odada biraz dinlenip kestiriyoruz şekerleme yaparak. Eskişehir düz ayak bir yer, bize bisiklet gerek. Nereden bulacağız derken Hakan Eşpedal üyelerinden birisini tandem bisikletini ayarladı. Yürüyerek gidip bisikleti aldık evinden. Hakan pilot, ben copilot olarak Eskişehir’de tur atmaya başladık. Sırtımda kahve takımlarının olduğu mavi sırt çantası var. Porsuk çayının köprülerinin birinin üzerinden geçerken resim çekiliyoruz tandem bisikletini sürerken.

20171101_124353_HDR

Altımızda araç var, Eskişehir’de gidemeyeceğimiz yer yok gibi. Hakan kendine cura yaptıracak tanıdığı bir saz atölyesinde çalışan arkadaşına gidiyoruz. Dükkanı buluyoruz kısa sürede. İki katlı bir evin alt katı demir parmaklıklı camlı pencereleri olan bir yer. Üst katın balkonunda korkuluk demirlerine bağlanmış 7 tane saz var. Hakan dükkanın açılmış kapısında duruyor. Duvarına da siyah sprey boya ile “Sultan çalgı yapım” yazılmış.

20171101_142337_HDR

Hakan’ın Öğretmen arkadaşı Sedat Sümbül ile tanışıyorum. Kendisi emekli olmuş, atölyede kendine göre saz yapıyor. Sedat elinde saz sapı, gözünde gözlük. Arkada marangoz bıçkı makinesi.

IMG-20171101-WA0001

Esas saz ustası daha genç birisi. İsmi Sinan. Eski tip marangoz tezgahında mengeneye bağlı sazda işlem yaparken Hakan çekiyor resmini. Etrafta işlenmekte olan bir çok saz var. Saz ustası İzmir Karşıyaka’da oturmuş bir süre, hemşeri sayılırız.

IMG-20171101-WA0002

Çalışılmayan tezgahta ben de tezgahımı açıyorum. Kahve cezvesini ocağa sürüp kahve pişiriyorum. Duvarda kağıt üzerine saz çizim kağıtları asılmış. Bu arada Hakan saz ustası ile pazarlık yapıp bir tane cura yapımı için anlaşıp siparişini veriyor.

IMG-20171101-WA0003

Atölyeden ayrılıp Eskişehir’in merkezi olan odun pazarına geldik. Şimdilerde eskisi gibi odun pazarı kurulmasa da eskilerden kalmış ilginç bir resim görünce çekiyorum bir poz. Resmi ilginç yapan iki tekerlekli eşek arabasının kasasına odunları o kadar yüklemişler ki Eşeğin kayışlarla bağlı araba okları ile birlikte Eşek ayakları yeren kesilmiş olarak duruyor.

20171101_142601_HDR

Mumya müzesine gittik, Eskişehir’de meşhur bir yer. Ünlü insanların  mumyaları sergileniyor. İçeriye girmek ücretli, ücretleri ödeyip içeriye girdik. Ünlülerin benzerleri balmumu heykelleri yapılmış. Ben o kadar ünlü olmadığım için henüz balmumu heykelim yapılmamış. Her birinin resmini tek tek çekiyorum. Ta ki bu tabelanın olduğu yere kadar. Burada bir görevli “Resim çekmek yasak, ücret karşılığında ben çekiyorum” deyince “Nasıl yani, ne demek ücretli çekmek. İçeri girerken zaten ücret ödedim, niye bir daha ücret ödeyeyim” diyerek olayı protesto etmek icin çektiğim tüm resimleri tek tek cep telefonumdan sildim. Görevliye “Bu tabelayı çekmek ücretli mi?” diye sordum. Görevli “Ondan ücret almıyoruz” deyince müzede tek olarak çektiğim resim aşağıdaki tabela. Fotoğraf makinesi, kamera ve cep telefonu yuvarlak kırmızı daire içinde kırmızı çizgi çizilmiş. Altta da “Bu bölümde fotoğraf çekimi müze görevlisince ücretli olarak yapılmaktadır. Ziyaretçilerin fotoğraf çekmesine izin verilmemektir.” yazılmış. Her ne kadar yardım için para toplamak için olsa da, ben yardım etmek istemiyorumdur. Herkes te yardım etmek zorunda değil. Zaten girerken belli bir ücret ödüyoruz müzeye. Sonrasında müzede fazla kalmayıp dışarı çıktım. İştahım kapandı birden bire, müzeden soğudum.

20171101_155719_HDR

Odun pazarında her ne kadar at arabası ve atlar olmasa da heykeli yapılmış. İki güzel, koşumlu at odun arabası ile duruyor. Atlar kayışlarla  tahta bir kirişe bağlı, sağdaki atın ön ayağı kirişin bu tarafına atmış durumda. Hakan da tandem bisikleti ile atlarla poz veriyor. Solda da çöp kovasının içi çiçeklerle süslenmiş. Bir de “Yeryüzü çöp kovası değildir.” yazılmış.

20171101_162634_HDR

Kübra ile buluştuk ve bisiklet evine doğru pedal çevirmeye başladık. Kübra önde, biz onu takip ediyoruz Hakan ile birlikte tandem bisikletle. Kübra bir süre Porsuk çayının dibindeki bisiklet yolundan eşsiz güzellikte manzarası ile götürüyor. Rüzgarsız bir ortamda Porsuk çayı durgun görünüyor. Ağaçların gölgeleri suya yansımış çok net biçimde.

20171102_092538_HDR

Bir ara Kübra duruyor telefon çalınca. Biz de duruyoruz, ben bisikletten inip Kübra ve Hakan’ın resmini çekiyorum Porsuk çayı ile birlikte.

20171102_092549_HDR

Bir süre sonra Porsuk çayı bitiyor ve ana yolda gidiyoruz, Sazova parkını geçip şehir stadının dibindeki kanalın yanındaki yola girdik. Trafiğin olmadığı yerden gitmek güzel. Tarlaların olduğu yere gelince Kübra önden, biz arkasından giderken bir evin önünde bekleyen bir kaç köpek sürüsü havlamaya başlayıp üzerimize gelmeye başladı. Tam evin köşesini dönünce ben gelen köpekleri kovmak için tandemin arkasından yola atlayıverdim. Gelen köpekler evin köşesinden havlayarak çıkınca ben onlardan daha çok bağırdım. Köpekler ne olduğunu anlayamadan çil yavrusu gibi gerisin geri kaçtılar. Ne yaparsın en arkada ben varım, bir sürü köpekle anca böyle baş edebilirim. Hakan bisikletten atladığımı fark edince durdu. Zaten bu arada köpekler de kaçtığından tekrar bisiklete binip bisiklet evine geldik. İçeri girmeden bisiklet evinin şirinliğini çekiyorum. Bir tarafı tek katlı, üstü teras, yanında iki katlı, üzeri kiremitli bir bina. Duvarları beyaz badana ile, kapılar, korkuluklar ve parmaklıklar mavi renge boyanmış, pırıl pırıl şirin bir köy evine dönüşmüş durumda. Facebooktan takip ediyordum bu evin bu hale gelişini. Dernek elemanları el birliği ile çalışarak bu hale getirmiş. Geniş bir bahçesi var, bahçede saksılarda servi fidanları epey var.

20171102_100013_HDR

Evin içine giriyoruz, içerisi güzel badana ile boyanmış, yerde halılar, koltuk ve televizyon. Burası mutfak, bankosu, dolaplar, solda masa ve tahta katlanır sandalyeler. Duvarda tablolar asılmış.

20171102_100538_HDR

Yanda başka bir odaya açılan kapı, odada iki tane yatak var.

20171102_100549_HDR

Evin duvarında renkli yazılarla “I Feel good today” yazılmış. (Bugün iyi hissediyorum demek Türkçesi) Rengarenk bisiklet amblemleri ile süslenmiş.

20171102_100830_HDR

Evin arka tarafında oda, tuvalet ve üst kata çıkan beton merdivenler var. Üst katta gezgin bisikletçilerin kalacağı bir oda var. Duvara da bir tane lavabo kondurulmuş, üzeri boyalarla süslenmiş çatı gibi.

20171102_100835_HDR

Evde bir duvar saati var, hemen kapağını açıyorum ve kuruyorum. Saatin markası Nacar. Saat bir süre çalışıp durunca, sarkacından ayarlayıp çalıştırıyorum. Az çok anlıyorum saatten.

20171102_101324_HDR

Bisiklet evinin tabelası yapılmış ama henüz yerine asılmayı bekliyor. Elips bir tahta, kenarları maviye boyalı, yakma işi ile “Eskişehir bisiklet derneği VELESBİD Bisiklet Evi” yazılmış. Altına da metal çubuklardan bir bisiklet yapılmış, tekerlekleri sekiz köşeli. Gidonda sepeti bile yapılmış

20171102_115051_HDR

Ertesi gün Porsuk çayının kenarında dolaşıyoruz. Daha önceden bildiğim bir heykeli karşı kıyıdan görüyorum.

20171103_104918_HDR

Karşı kıyıya köprüden geçip heykelin yanına indim. Bu eşek heykeli meşhur, gazetelere, televizyonlara çıktı haber olarak. Eskişehir belediye başkanı insanlar örnek alsın diye bu heykeli Porsuk çayının kıyısına koymuş. Heykel yeşil boyalı bankta oturmuş İzmirlilerin dediği çiğdem (Başka yerlerde çekirdek diyorlar) çitliyor. Bir eli dişlerine götürmüş çiğdemi kocaman dişlerini göstererek çitliyor. Üzerine beyefendiler gibi takım elbise giymiş, uzun kulakları ile bronz heykel nehre doğru çiğdem kabuklarını atıyor. Ayakları taşın üzerinde. İnsanlar için ironi kokan bir heykelden örnek alırlarmı bilinmez ama insanlar pis olunca bu heykel orada durmakla iyi yapıyor.

20171103_105152_HDR

Bu gün belediyenin kültür evinde sunumlar yapılacak. Bisiklet çalıştayına çağrılan ünlü bisikletçiler bisikletle ilgili görüşlerini sunacaklar. Katılımcıların arasında Aydan Çelik var, iyi karikatür çiziyor, bisiklet turlarının yorumcusu aynı zamanda. Benim için bir şey çizmesini istiyorum. O da daha önce kahvemi içtiğinden bisiklet selesine oturttuğu kahve cezvesini çiziyor bir çırpıda. Çizdikten sonra farkına varıyor, “Sapını ters yere koymuşum.” Kendisi solak olduğu için olabilir dedim, önemli değil. Yanına da Urim Baba’ya Aydan diye mavi keçeli kalemle yazıyor. Ne de olsa karikatürü iyi çiziyor ve bu parçayı saklıyorum hatıra olarak.

20171103_110331_HDR

Sunumlar bitti, akşam üzeri Hakan İstanbul’a gideceğinden tandem bisiklet ile garaja bırakıyorum. Yolcu ettikten sonra ben tek başıma geri dönüyorum kültür evine. Murat Vurucu ile birlikte Eskişehir’de dolaşmaya başladık,  Murat iyi bir fotoğrafçı. Porsuk çayındaki köprülerde benim resimlerini çekiyor. Beni gayet net çekiyor, Porsuk çayı ve ağaçtaki yapraklar bulanık.

IMG_9205

Müzisyen heykellerin arasına girdim, solumdaki saksafon başında şapkası var, sağımdaki gitar çalıyor başı kel. Arkada tuğla örülü duvar var.

IMG_9206

Eskişehir’e ilk defa geldim, hava çok soğuk olmasına rağmen Şehir Eski olarak anılsa da bana çok sıcak geldi. İnsanları, şehrin dokusu, Porsuk çayı. Belediye başkanının başarılı çalışmaları ile parklar, bahçeler, hele hele Porsuk çayı temiz ve bakımlı. Porsuk çayının kenarları gezinti alanları, yeşillikler içinde ağaçlar, dinlenme yerleri, kafeler, barlar düzgün, insanları rahatsız etmeyecek düzeyde. Ayrıca sokaklarında pek park etmiş araba göremedim. Çoğu yere katlı otopark yapılmış. Mahalle sakinleri buraya arabalarını park ediyor ve şehir arabasız daha sıcak bir görünüme kavuşmuş. Hal böyle olunca bu güzel şehri dillendirmek zor benim için. Ellerimi yana açıp söz yerine selamlarımı sunuyorum bu güzelliği ortaya çıkaranlara ve yaşatanlara.

IMG_9219

Murat Porsuk çayının sayısız köprülerinden birinin üzerinde  yeşil boyalı korkuluğa dayanmış olarak çekiyor. Korkuluklardaki direklerde sokak aydınlatmaları yanıyor.

IMG_9227

Tam portrelik resmimi çekiyor alacak karanlıkta. Üzerimde deri kahverengi ceket, başımda turuncu buff. Arka fon bulanık, lambaların noktaları büyümüş olarak resrmi oluşturuyor.

IMG_9228

Kocaman bir Türk bayrağı altında bir poz çekiyor Murat.

IMG_9264

Parkın birinde havuzdan bolca fışkıran su fıskiyesini çekiyorum Sular beyaz ışıkta parıldayıp sütun gibi yukarı bir metre kadar çıkıp havuza düşüyor. Arkasında şapkalı bir heykel karanlıkta görünüyor.

20171103_184625_HDR

Resim çekmeye başladığımızda henüz hava kararmamıştı, epey dolaştık, bolca resmimi çekti Murat. Haliyle biraz yorulunca bir kahve pişirilen yere geldik. Murat kahve ısmarlıyor, ilk önce kahve fincanı ile bir poz beni tek başıma çekiyor. Divanda Türk motifli kilim desenli yastıklar var. Minderler de aynı desende.

IMG_9282

Garsona rica ediyoruz ikimizin resmini çekmesi için. O da Murat Vurucu ile birlikte resmimizi çekiyor divanda otururken köşede. Benimle zaman geçirip resimlerimi çeken Murat Vurucu’ya teşekkürlerimi sunarım.

20171103_185348_HDR

Ertesi sabah Belediyenin kültür evinde toplanmaya başlandı. Eskişehirli bisikletçilerle toplanıp bisikletlerle Bisiklet Evinin olduğu yere gideceğiz. Bu gün Bisiklet Evinin açılışını yapacağız. Kültür evinin bahçesinde bir bisiklet direğe kitlenmiş kimse almasın diye. Nedense bisikleti kilitleyen kişi direği kilitlemiş sadece. İsteyen kişi rahatlıkla kilitsiz bisikleti alıp gidebilir.

20171104_140708_HDR

Hareket zamanını beklerken kültür evinin bahçesinde yapılan sanat eserlerinin resimlerini çekiyorum. Bu eserler hurda demirlerden yapılmış. Bu heykel fil kafası, kocaman kulakları ve iki uzun dişi ile betimlenmiş Dibinde kesilmiş odunlar bırakılmış.

20171104_140726_HDR

Başka bir eser de geyik heykeli olarak tasarlanmış. Araba parçaları, borular şekline göre hepsi yerli yerine konulup kaynakla tutturulmuş birbirlerine. Başının üstünde çatal boynuzlar unutulmamış. Bu heykelin dibinde de odunlar konulmuş.

20171104_140741_HDR

Bir tane de kadın insan heykeli ustalıkla yapılmış. Siyah beyaz bir kedi de ayaklarının dibine çömelmiş sanki ilgi bekliyor heykelden. Heykel ağacın dibinde ve burada da odunlar var. Eskişehir’de odun bolluğu var herhalde. Heykeller boyalı değil, paslanmış ve eski boyanmış yerler duruyor parçalarda.

20171104_140750_HDR

Gelenler toplandı ve hareket edildi Bisiklet Evine doğru. Benim bisikletim yok, o yüzden Serpil’in arabası ile bisiklet evine geldik. Artık kültür evinde kalmayacağım, o yüzden eşyalarımı bavula koyup yanıma alıyorum. Gelen bisikletçileri tarlaların arasından gelirken resimlerini çekiyorum. Önde iki kişi, arkada kalabalık grup halinde gelenler var.

20171104_154113_HDR

Serpil de gelenleri videoya çekiyor cep telefonu ile. Yanında da iri bir çoban köpeği sakince durup gelen bisikletçileri gözlüyor dili bir karış dışarıda. Normalde bisikletçilere böyle sakin bakmaz saldırırdı ama kalabalık ve Serpil sayesinde sakin duruyor.

20171104_154121_HDR

Bisikletli grup yanıma gelince bir poz daha çektim. Bayağı katılımcı var.

20171104_154127_HDR

Gelenler Bisiklet Evinin bahçesine girip bisikletleri bırakıyorlar. Bahçenin giriş kapısı renkli kurdelelerle süslenmiş. Bisiklet Evi tabelası da kapının üstündeki demirlere bağlanmış.

20171104_154134_HDR

Eskişehir Tepebaşı belediyesinin hediye ettiği piknik masasının birini terasa çıkardık. Burada açılıştan sonra ikramlar yapılacak. Piknik masası kare, dört tarafında oturma yerleri var.

20171104_154603_HDR

Terastan bahçeyi çekiyorum, Bisikletler park edilmiş, insanlar konuşuyor kendi aralarında. Bahçeyi aydınlatmak için çapraz olarak karpuz lambalar çekilmiş. Terasın kıyısında renkli balonlarla süslenmiş.

20171104_154620_HDR

Bahçede park etmiş bisikletler, üstü kapalı tahta çardak ve banklar duruyor.

20171104_154726_HDR

Renkli kartonlardan kalp yapılıp çubuklara takılmış. Hepsi de toprağa saplanmış onlarca kalp.

20171104_154741_HDR

Bisiklet Evinin olduğu yer bal kabağı ile ünlü. Saman balyaları üzerine bir kaç kabak konulmuş, kimi üst üste, kimisi de içi oyulup canavar gibi kesilmiş. İki tane de kadın korkuluk, kolları açık, gömlek giydirilmiş, saçları kırmızı renkte.

20171104_155214_HDR

Kabağın birine göz çizilip tepesine de kocaman metal bir huni takılmış. Huniye “Hunili bisikletliler” yazılmış Saman balyaları yanında renkli bir şemsiye duvara dayalı.

20171104_155223_HDR

Başka bir kabak ise bisiklete binen bisikletçi olarak oyulmuş.

20171104_155231_HDR

Bir süre sonra beklenen an geldi. Tepebaşı belediye başkanı geldi. Herkes dışarıya çıktı, kapıya da kırmızı kurdele bağlandı. Eskişehir bisiklet derneği VELESBİD başkanı ve üyelerinin büyük çabaları, çalışması ile ortaya çıkardığı Bisiklet Evi açılışa hazır. Belediye başkanı, dernek başkanı Kübra ve fotoğrafçılar hazır bekliyor dışarıda. Çiçek kolyeleri asılıyor boyunlara. Bana da asıyorlar, ne de olsa kahve yapacağım.

20171104_161039_HDR

Belediye başkanı elinde makas beklerken Kübra da gözleriyle birini arıyor sanki.

20171104_161056_HDR

Meğerse beni arıyormuş o gözler. Yanıma gelerek “Urim Baba hadi gel Bisiklet Evinin açılışını yap bakalım” dedi. Şaşırdım, “Nasıl yani Belediye başkanı açmayacak mı?” desem de Belediye başkanı bisikletçilerden ünlü birisinin açması daha uygun olur deyince Başkan makası elime tutuşturdu. İlk defa bir yerin açılışında kurdele keseceğim. Daha çok şaşkınlıkla, henüz heyecan gelmeden makası elime alıp “Bisiklet camiasına ve Eskişehirlilere hayırlı olsun” dileklerimi söyleyerek kurdeleyi kesiyorum.

Aşağıda açılış videosu

Hayırlısıyla açılışı yapıp içeri giriyoruz. Terasa çıktık, Murat Vurucu Eskişehirli Öğretmen Rahime Çelen ile VELESBİD yazısı önünde resim çekiyor.

IMG_9325

Sonra Belediye Başkanı, Kübra, Erhan ve iki kişi ile birlikte resim çekiliyoruz.

IMG_9320

Öğle için ikramlar verilmeye başlandı. İkramları alıp piknik masasında afiyetle yedik. Ve bende kahve takımlarımı çıkarıp piknik masasına yayıyorum. Urim Baba’nın kahvesi tabelasını da öne koyup kahve cezvesini ocağa sürdüm. İlk olarak Belediye başkanına sunacağım kahveyi. Kahve pişerken  Yanıma da 5 Litrelik su şişesi aldım kahve yapmak için. Belediye başkanının eline kahve değirmenini tutuşturuyorum. Öyle beleşe içmek yok, kahveyi hak edeceksin.

22886212_10155939557707878_6909729216936878029_n

Akşama kadar sürekli kahve yaptım içmek isteyenlere. Bisikletçilerin kimi Eskişehir’e döndüler. Kalanlar da  akşam olanda Bisiklet Evinin üst katında büyük salona toplaştık. Eskişehir’in meşhur soğuğu kendini hissettirmeye başladı. Eskişehir’in etrafında pek yüksek dağ olmadığı için bozkırdan kopup gelen rüzgar ve soğuk engele karşılaşmadan direk şehrin üzerine çullanıyor. Biz de tam da bozkırın ortasındayız. Salonda niye toplandık? Burada Masalcı Esma bizlere masal anlatacak. Masala müzikleriyle eşlik edecek olan Öğretmenler Eser gitar, Burak ise yan flüt ile yerini aldı Esma’nın yanında. Salonda, köşedeki şömineye de kalın odunlar attık ısınmak için. Ben de en önde kahve tezgahımı açıp kahve pişirmeye başladım.

20171104_202344_HDR

Esmavi bizlere masalını anlatmaya başlıyor, masalın ismi “Yosma” Masal anlatılmaya başlarken video çekmeye başladım. Videoyu 27 dakika kesintisiz çektim. Sonlarda şarjı bitiyor dese de cep telefonum iyi dayandı ve pil bitmeden masalı çekmiş oldum. Videosu aşağıda, iyi seyirler.

Bizlere masal öncesi, masalın içinde ve sonrası büyük özveri ile şarkılar çalıp söyleyen Eser Öğretmenime ve Burak Öğretmenime teşekkür ederim. Beni ve izleyicileri mest ettiler. Şarkıları hem dinledik hem de hep birlikte söyledik. Her ne kadar şöminede kalın odunlar yansa da birbirimizin sıcaklığı, enerjisi ve coşkusu ortamı zaten ısıttı. Etkinlik boyunca tamı tamına 5 Litrelik su ile yaptığım sayısız kahveyi sade, şeker kullanmadan yaptım. Sadece Eser Öğretmenin kızı Ada şekerli kahve istedi. Bir tek özel olarak şekerli kahveyi Ada’ya yaptım. Bu arada Ada bizlere küçük gitarı ukulele ile kendi bestesi olan şarkısını ve başka şarkılar söyledi. Kendisi henüz 13 yaşında ve çok yetenekli, bir o kadar da güzel sesi var.

Açılışını yaptığım Bisiklet Evinin ilk misafiri olarak turculara ayrılan odada kaldım. Sabaha kadar hava pek soğuk olsa da yorganın altında üşmedim bile. Sabah kalkar kalkmaz ilk işim Bisiklet Evinin anı defterine ilk yazan olmak. Yazdığım şöyle;

“05 Kasım 2017

İzmir den bir karadeliğe girdim. Solucan beni başka bir evrene çıkardı. Havası soğuk olsada insanları sıcaktı. Yürekten emek verilerek yapılan VelESBİD konuk evinin ilk konuğu olarak açılışını yaparak Konukevi’nin içini kahve kokusunun muhabbeti sardı.

Hazinemde yeni dostlarla birlikte olmanın ilk masalını dinleyerek tatlı düşler içinde uyudum.

Teşekkürler VerESBİD

Urim Baba!CAN

Urim Baba’nın Kahvesi

İmzam”

DSCN4280

Burada kalanlar ile birlikte kahvaltıyı yapıyoruz. Bu arada sevgili Masalcımız Esma için yaptırdığım Urim Baba’nın kahvesi yazan logo baskılı tişötrü hediye ediyorum.  Ben de aynı tişörtü giydim. Sohbet ederken aklımıza uzaklarda olan dostumuz Feyyaz Alaçam geldi. Hadi birlikte resim çeklip Feyyaz’a gönderelim deyip resim çekiliyoruz. Serpil Koç, ben, Elena Damiani ve Esma Eser Açıkgöz ile sol yumrukları kaldırıp poz veriyoruz.

20171105_094241_HDR

Hediye verdiğim tişörtü üzerine giyip takım olarak birlikte resim çekiliyoruz Masalcı Esma ile.

23316296_10155758446580688_7191492226952273398_n

Arkadaşlarla ayrılık zamanı geldi, vedalaştık. Öğlen zamanı beni otogara bıraktı Serpil. Kafamda bazı projeler var. Eve dönmeden Kütahya’ya gidip fincan fiyatları, nasıl sipariş veririm, bunun araştırmasını yapacağım. Otobüs ile Eskişehir’den Kütahya’ya vardım. Beni garajdan akrabamız olan Oğuz karşıladı, alıp evine götürdü. Ertesi sabah Dayı ile çarşıya çıktık dolaşmaya. Herkes işte güçte. Dayı yaşlı olunca bir tek o uygun gezdirmeye. Kütahya’nın sembolü olan Vazo önündeyiz. Yaklaşık 6 metre yükseklikte, çini kaplı vazonun dibinde içi su dolu havuz var. Havuz yuvarlak kenarlı ve çini kaplı. Kütahya’nın taşı toprağı çini ve porselen yapmaya elverişli. O yüzden porselen ve çini fabrikaları çok. Aşağıdaki vazoyu da yapan Dayının abisi kendi elleri ile yapmış.

20171106_121948_HDR

Kütahya’nın bir de pınarları çoktur. Türküsü bile yakılmıştır hüzünlü olsa da

Kütahya’nın pınarları akışır
Zaptiyeler kol kol olmuş bakışır
Asalı’ya çuha şalvar yakışır
Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu

Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı
Salım geldi musallaya dayandı
Mor cepkenim al kanlara boyandı
Seni vuran zalim nasıl dayandı

Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu
Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı
Yöre: Kütahya

Şehrin her yerinde tarihi çeşmeler hala gürül gürül buz gibi su akıyor. Akan bir çeşme gördüm mü içmeden geçmem. Bir tas su içiyorum çeşmeden. Çeşme mermerden yapılmış, içi oyulup kenarları süslenmiş el işçiliği ile. Sarı pirinç bir borudan mermer bir yalağın içine akıyor. Yalağın içindeki su o kadar berrak ki insana temizliğin ruhunu anlatıyor. Zincire bağlı bir mavi plastik bir tas yukarılarda bir oyuğa asılmış. Hayırseverler tarafından yapılan bu çeşme hayır bilmeyenler de su içerek hıyanetlik yaptıklarından zincirle bağlanmış su tası.

20171106_122635_HDR

Kütahya her ne kadar Müslüman şehri olsa da geçmişte işgal edilmiş Yunan döneminde kiliseler yapılmış. Onlardan birisinin çan kulesi diğer binalardan yüksek. Kilise harap durumda ve bakımsız. Eskiden girebiliyordum ama şimdi tamamen kapatılmış. Herhangi bir onarım çalışması da yapılmamış hala.

20171106_130144_HDR

Kütahya’da çarşıyı dolaşırken aklıma Kübra’nın isteği geldi. Bana gittiğin yerlerden kart at demişti. Hemen kırtasiyeden Kütahya resimli kartını allıp postaneye geldim. Karta yazdıklarım;

“8 Kasım 2017 Pazartesi Sevgili Eskişehir Sevgili VelESBİD Tarlaların ortasında açan Konukevi. Sizlere yakınlardan Çini diyarından sevgiler Kahve tadında olun Urim Baba’CAN Urim Baba” imza

Bunları yazdıktan sonra Kübra’nın bana verdiği Bisiklet Evi adresini de zarfa yazarak postane görevlisine verdim. O da makineden geçirip pul yerine baskı yaptı zarfın üzerine. Ücretini ödeyip zarfı teslim ettim.

23517588_1963585237229734_7779806877646519520_n

Çarşıda fincan yapan kişilerle görüştüm, fiyat aldım. Kendime ve isteyene fincan bastıracağım Urim Baba’nın Kahvesi logosu ile.  Tanıdık birisi ile aşağı yukarı anlaştım sayılır. Artık eve gidince fincan siparişlerini alıp bastıracağım. Gece saatler on ikiyi vurunca Eskişehir’den kalkan Mavi trene biniyorum. Uzun bir yolculuk beni bekliyor. Yarı uyku, yarı uyanık olarak sabahın ilk Güneş ışıkları ile kalkıp doğruluyorum. Manisa ovasına, düzlüğe inince çamların ardında yükselmeye başlayan Güneşi camdan çekiyorum. Camda kocaman kumlama ile yapılmış Ay – Yıldız var.

20171107_080248_HDR

Güneş yükselmeye başlıyor Akhisar civarında. İstanbul – İzmir karayoluna paralel gidiyoruz. Karşıda dağlar silsilesi ve Güneşin parlak ışıkları ile daha da büyük görünüyor.

20171107_080541_HDR

Güzel bir maceranın daha sonuna geldik, yeni dostlar ile tanıştım,. Yeni yerler gördüm. Hele Eskişehir çok hoşuma gitti. Soğuk günler olsa da insanların sıcaklığı içimi ısıttı. Bir yeri ellerimle açtım ilk defa ve çok mutlu oldum. Bir günde 5 Litre kahve yaptım dostlarıma bıkmadan usanmadan. Kaç fincan kahve pişirdim sayısı belli değil, dostlarla olmak önemliydi benim için.

Teşekkürler Kübra Aşan, teşekkürler VELESBİD, teşekkürler Eskişehir

Sağlıcakla

Mysia Yolları 5. Gün

11 Mayıs 2017 Perşembe

Gölyazı 1 Günlük Tatil

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya’ya aittir)

 

Kumsal olurum denizi duymak için

bir türkü söyler radyo

giderim uzak

tarih odur ki

atılır üstüne

o en güzeli

olsa olsa hepimizin olacak

toprak varken

hiç bir şeye benimdir diyemem

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, kıyıdakı kayıkların altı ve göl yüzüne vuran yansımaları. Evler ve tarihi duvar da yansımalar içinde.

Gece boyu göl sakinlerinin sesi ninni gibi geldi. Arada ördek ve karameke kuşların sesi dışında en kapsamlı sesleri kurbağalar çıkardı. Doğada uyumanın getirdiği rahatlık ve çadırda uyumanın zevki anlatılmaz yaşanır. Dünkü rüzgara karşı pedal çevirmek, hele hele 80 kusur Kilometre biraz yordu. Sıcak duşun etkisi olsa gerek güzel bir uyku çektim. Öyle erkenden de kalkmayıp tembellik hakkımı çadırımda kullanıyorum. Tembellik gibisi yok, gerine gerine çadırımın kapısını açıp içeriden dışarıdaki gölü, sazlıkları ve ördeklerin sazlıklar arasında görünmeden çıkardıkları ötüşü dinleyip hayaller kuruyorum. Tembellik yaparken hayal kurmak daha da güzel kılıyor hayatımı. Buraya kadar 500 Kilometre den fazla yol yaptım, yaşadıklarım, gördüklerim, geçtiğim yerleri düşünüyorum. Ve kendi gücümle, kendi bisikletim ile daha önce arabam ile geldiğim yoldan değil de aykırı yollardan geldim buralara kadar. Kısacası dere tepe düz geldik desem yeridir. Köyler, rüzgar türbinleri dibinden geçerken “iyi ki bisikletle buralardan geçiyorum” düşüncesiyle hareket halindeyim. Zaten hareket halinde olmalı insan. Durdun mu çürümeye başlarsın. Sonra çok güzel bir yere geldik, tarihi, doğal güzellikleri iç içe geçmiş Gölyazı da bu gün güzel zaman geçireceğimize eminim. Sonra en lezzetli balıklardan yiyeceğiz. Bu gün tatil yapacağız ve iyi değerlendirmek gerek. Tembellik hakkımı kullanırken bu düşüncelerle zaman geçiriyorum.

Çadırımın kapısının fermuarı açık, dışarısı görünüyor. İki ayağım ve göldeki sazlıklar manzaramı oluşturuyor.

Sabah kahvaltısını hep beraber kazıevi’nin mutfağından faydalanarak güzelce yaptık. Hiç acelemiz yok, kahvaltıdan sonra bisiklete binip köyün merkezine köprüden geçerek adaya geldik. Henüz ihale başlamadı, çınarların altına çay bahçesinde oturduk. Burada birer çay içerek ihale saatini bekledik. Çınarların altında oturduğumuz kahvenin içinden mezat tellalı çıktı. Bu adamı yıllardır tanırım, bir çok kez de mezatta gördüm. Siyah takım elbise giyer sürekli. Bu gün sarı gömlek ve kırmızı ağırlıklı kravat takmış boynuna. Seyrelmiş saçlarını arkaya doğru taramış büyük bir ciddiyetle işine doğru gitmeye başladı. Elinde el çantasını sallaması tam olarak devlet memuru görüntüsünü veriyor.

Kahvenin kapalı kısmı camekan, mezat memuru üç merdiven başında durmuş, solda su buzdolabı, dondurma dolabı, Güneş şemsiyesi. Dolabın üzerinde Gölyazı’yı havadan çekilmiş tanıtım resimleri. Sundurmada oturan dört kişi ve bir kaç boş kırmızı döşemeli sandalye. Sağda yukarı çıkan merdivenler. Üst kat Gölyazı Mahalle muhtarlığı. Daha önce belediye binası olarak kullanılmaktaydı.

Gölyazı balıkçı kasabası, burada Uluabat gölünde yetişen balıklar sürekli avlanıp geçimlerini balıkçılıktan sağlıyorlar. Kendilerine kooperatif kurmuşlar, devlete belli bir ücret ödüyorlar. Gölde tutulacak balıkları, av yasağı, kuralları kooperatif belirliyor ve kontrol ediyor. Daha önce üstü kapalı mezat yeri vardı. Burada balıklar satılırken belediye orayı balıkçılardan alıp işletmeye vermiş. O yüzden mezat gölün kıyısında bir yerde kilitli beton taşların üzerinde, yerde yapılıyor. Henüz mezat başlamadı.

Yerde, mavi, kırmızı ve beyaz renkli büyük leğenler sıralanmış. Balıkçılar balıkları bu leğenlere koyup sırayla balıkları mezat usulü satılacak. Kim daha çok, kim daha az verecek satış anında belli olacak. Karaya çekilmiş kayıkların küpeştelerine insanlar oturmuş. Bir kaç kişi ayakta mezat saatini bekliyorlar.

Bizler de bisikletçi altı kişi ve akrabamız Hasan’ın abisi Malik te aramızda bekliyoruz. Arkadaşlar merakla mezat saatini bekliyor. Ben de onların resmini çekiyorum. Arkadaşlara çaktırmadan balıkçılık yapan ve mezatta adamları olan Hasan’a bize yetecek miktarda balık almasını söyledim. 7 yada 8 tane turna balığı bize yeter. Hasan da “Tamam enişte” diyerek ihaleden balıkları alacağını belirtti.

Vedat’ın çektiği resimlerden biri. Balıkçılar kayıkların küreklerini çekerek kıyıya yanaşıyor. Kürekleri çeken de bir kadın. Burada ailecek balıkçılık yapılıyor. Kadın, erkek fark etmiyor. Bahar ayında yağan yağmurlardan dolayı gölün seviyesi yükselmiş durumda. O yüzden söğüt ağaçları suyun içinde kalmış. Sular çekilince söğüt ağaçları karada kalıyor.

Başka balıkçılar da kıyıya teknesi ile yanaşırken resmini çekiyorum. Tuttuğu balıkları mezata getirirken ağ sepetin içinde, teknenin kenarına bağlayıp suda duruyor. Kıyıda iki ağ sepet daha var. İçinde balıklar kıpır kıpır oynuyor canlı olarak. Burada turna balıkları ağ sepetlerde yakalanıyor. Ağ sepetler demir helezon biçiminde solucan gibi yapılmış. Etrafı ağla kapatılıp ağzı açık kalacak şekilde suya bırakıyor. Göl fazla derin değil. Sepetin başına da uzun bir sırık çakıp yerini belirliyorlar. Ağ sepet tuzaklı, içine giren balığın bir daha çıkmasına olanak yok. Her balıkçı kendi avlanma bölgesinde, kendi sırıkları ile avlanıyor. Kimse kimsenin avını ellemiyor. Her balıkçı kendi kısmetine ne gelirse “Allah bereket versin” diyerek tuttuğu balığı mezata getirip satıyor. O gün kısmetinde ne varsa duruma göre 50, 100, 300 TL kazanırken bazen de hiç balık tutamıyor. Kısmet ne diyelim.

Bir balıkçı teknesi ile kıyıya yanaşmış inmek üzere. Teknenin baş kısmında kırmızı – sarı renkli bez bohça konulmuş. Sağda ağ sepeti suya sarkık durumda. yanda başka bir tekneye ip ile bağlı iki ağ sepet suyun içinde. Sahipleri de çizmeleri giymiş kayığına yaslanıp yeni gelen balıkçıyı ve sepetlerini gözlüyorlar. Sepetin içinde canlı turna balıkları var.

Yolun ortasında plastik leğenler dizilmiş, piknik masasını da satış komisyonu için hazırlamışlar. Masanın üzerine iki kişi oturmuş ayakları oturulacak yere koymuşlar. Satış takip defteri elinde son hazırlıklar yapılıyor. Birisi piknik masasına oturmuş, elini çenesine dayayıp düşünüyor satacağı balıklardan elde edeceği parayı nasıl harcayacağım diye. Kimisi de cep telefonu kulağında habire konuşuyor karşısındaki ile. Ne kadar balık alayım, kaça alayım gibi. Daha arkada Apolyont antik kentinden kalan kale duvarları. Üzerine ev yapılıp içinde oturanlar var.

Yeri ilk başta göl suyu ile bir kaç kova su dökerek tozu toprağı temizliyorlar. Ve mezat başlıyor, ilk olarak tutulması pek kolay olmayan yılan balıkları satışa çıktı. Yılan balıklarını tutan Hasan’ın amcası. Ederi yüksek olan yılan balıkları epey pahalı bir fiyata artırmayla satılıyor. Başka yılan balığı tutan da yok. Sonrasında turna balıklarına geliyor, ağ sepetten balıklar yere dökülüyor.

Mezatta balık satışı o günkü durumuna, balıkların canlılığına ya da balığın büyüklüğüne göre değişebiliyor. Balığın sayısı ve boyutlarına göre kilosu belli. Ona göre fiyatı da üç aşağı beş yukarı belli. Açık arttırma ya da eksiltme usulüne göre  mezat tellalı yürütüyor. Yerde yatan turna balıkları, ağ sepetler ve leğenler duruyor. Balıkları döküp toplatan çizmeli bir görevli var.

Satışı yapılan balıklar leğene konulup alan kişi arabasına götürüyor. Balıkları toplayan görevli leğene koyuyor ama canlı olan turna balıkları zıplayıp leğenden dışarıya çıkıyor.

Mezatta satış şöyle oluyor; balıkların sahibi bir fiyat belirtip mezat tellalına söylüyor. Tellal da balığın durumuna göre fiyatı uygun bulursa fiyatı açıklıyor sesli olarak. Fiyat 70 Liradan açıyor tellal. Çember oluşturmuş alıcılar da tellalın söylediği fiyatı arttırıyor elini kaldırıp alacağı fiyatı belirtiyor. Tellal cin gibi, alıcıların hepsini tanıyor ve kim ne istiyor, ne kadar verdiğini takip edip idare ediyor.

Tellal; “70” diyerek arttırmayı başlatıyor. Arttırmayı yapan;

“1” deyince tellal;

“2” deyip arttırıyor. “3” “5” “80” “90” diye gidiyor fiyat. En son fiyatı kabul eden balıkları almış oluyor. Sonra diğer balıklar yere dökülüp satış devam ediyor. Piknik masasında defteri tutan yazıcı da kimin balığını kim aldı diye yazıyor. Satıştan da kooperatif adına komisyon kesiliyor her satışta. Bazen çekişmeli arttırma oluyor, bazen de kısa sürüyor. Bu mezata katılıp satışları, arttırmayı, çekişmeyi izlemenizi isterim. Yerde 20 tane turna balığı var hepsi de canlı ve zıplayıp duruyorlar sürekli olarak. Balıkları toplayan görevli yere eğilmiş balığı tutmaya çalışırken etrafta toplanmış alıcılar çember oluşturmuş. Sağda iki boş plastik leğen var.

Bazı balıklar da canlılığını kaybetmiş, hareketsiz ve solgun görünümünde. Bu balıklara biçilen fiyat alıcı bulmayınca tellal birer, ikişer fiyat düşürmeye başlıyor. Alıcılar da söylenen fiyatı daha da düşürerek en son veren alıyor balığı. Bazen arttırma, bazen de eksiltme ile mezat yarım yada bir saatte bitiyor. Her şey çarçabuk hızlı biçiminde olup bitiyor. Satışı takip etmek epey zor.

Amcamın elini havaya kaldırıp aldığı turna balığını gösteriyor. Turna balığı iri, 8 Kilo civarı. Epey iri ve uzun bir balık, fiyatı yaklaşık 80 – 90 Lira arasında eder. Kamyonetindeki buzluğa koyup müşterilerine porsiyon porsiyon satıp para kazanacak. Ticaret böyle, al sat. Resmi Vedat çekiyor.

Gölyazı turistlik bir yer, hem antik kent, hem de evleri tarihi. Evler tek tek restore edilerek yenilenip boyanıyor. İşte bunlardan birisi, ev duvarları tamamen kırmızı renge boyalı. Pencerelerin çerçeveleri kahverengi ahşap kaplayarak dekoru tamamlamışlar. Ev iki katlı, yanında yeşil boyalı, onun yanında da sarı boyanmış evler dizili durumda. Solda duvarları taş örülü hamam var. Bu hamam da restore edilerek ziyarete açılmış.

Bu da Ağlayan Çınar. Yaklaşık 750 yaşında olan tarihi çınar geniş gövdesi ile muhteşem görünüyor. Alt kısmında yana doğru uzamış kalın dalı kol gibi duruyor. Dirsek yapmış olan yerden sonra dal yukarıya doğru uzamış. Tam dirseğin olduğu yerin altına destek olarak beton taş yapılmış. Dal böylece sağlam duruyor.. Çınar ağacının içi çürüyüp oyuk olmuş. Ağlayan çınarın hikayesi de şöyle;

Adını gövdesinden akan suyundan alan çınarın efsanesi, eski adıyla Apolyont şimdiki adıyla Gölyazı’da yüzyıllar önce Rumlar ve Türkler birlikte yaşadığı yıllara dayanıyor.

Çınarın arkalarından gözyaşı döktüğü aşıklar, yakışıklı Türk genci Mehmet ve güzeller güzeli Rum kızı Eleni bu barış dolu ortamda, çocukluklarından itibaren hiç ayrılmadan büyüdüler. Ancak bu iki millet arasında başlayan düşmanlık aralarına girdi. Rum köyleri boşaltıldı ve burada bulunan Rumlar ile Selanik’te bulunan Türklerin yer değiştirmesine karar verildi.

Mehmet, göç için yola çıkan Rumlar arasında sevgilisi Eleni’nin de olduğunu öğrenince kendini yollara vurdu ve onu aramaya başladı. Eleni’nin ağabeyi Yorgi, Mehmet’in yolunu kesip artık kardeşliğin bittiğini, sonsuza kadar sürecek bir düşmanlığın başladığını söyleyerek, Eleni’ye ulaşmasına engel olmak istedi. Mehmet sözünden dönmeyi, aşkından vazgeçmeyi kabul etmedi. Bir anlık öfkesine yenilen Yorgi, Mehmet’i öldürerek kanlar içinde olduğu yerde bıraktı. Mehmet son gücünü, Eleni’siyle gizli gizli buluştuğu çınara varmak için kullandı ve çınarın oyuğuna sevgilisi için bir not yazdı. Kanıyla yazdığı notta “Canım sevdiğim, sonsuza dek seni burada bekleyeceğim” diyordu. Eleni olanlardan habersiz konvoyda ailesiyle birlikte ilerlerken, sırdaşı Penelopi’den olanları öğrendi. Konvoydan ayrılıp Mehmet’i bulmak için ilk aklına gelen yer olan çınarın yanına gitti. Mehmet’in ölü bedenine son kez sarıldı, notunu okudu ve gizli buluşma yerleri, aşklarını şahidi olan bu çınarın altında canına kıydı. Çınara ise onların hikâyesini geleceğe taşımak ve sonsuza dek onlar için gözyaşı dökmek kalmıştı.

Hasan bize 7 tane turna balığı almış. Parasını verip balıkları alıyorum. Arkadaşlar ne zaman, nasıl alındı şaşırıyorlar. Ben de “Merak etmeyin Hasan hepsini halletti, balıklar elimizde.” Dedikten sonra salata için malzeme ve ekmeği de fırından taze, sıcak alarak Malik ile birlikte evlerinin olduğu yere geldik. Salatalık malzeme, irmik helvası ve balıklar dahil adam başı 12.5 Lira tuttu. Evleri göl kıyısında, bahçeli. Malik balıkları alıp bizim için kesip temizlemeye başladı. Bizler de onu izliyoruz, elinde keskin bıçak, masanın üstünde balıklar.

Malik balıklarla uğraşa dursun göl kıyısında kayıkların arasında dolanan leylek kadrajıma giriyor. Ürkütmeden yaklaşıp resmini çekiyorum. Yeşil ve açık mavi iki kayık, altları beyaz renge boyalı. Mavi kayığın küpeştelerinde dört tane direk üzerine kırmızı tente takılmış. Solda söğüt ağaçları, sağda sazlar gölün içinde.

Leyleğe yaklaşınca ürküp havalanıyor. Elimde cep telefonu, kamera açık bekliyordum havalanmasını. Tam kanatlarını açıp havalanırken kırmızı tenteli kayığın arkasında kanatlarını açmış uçarken bir poz yakaladım.

Bir iki kanat çırptıktan sonra kanatları iyice gererek süzülmeye başladı biraz ileride gölün üzerinde.

Bu fırsattan istifade eden Cem mavi kayığın oturma yerine uzanıyor. Başını küpeşteye koymuş yastık olarak. Ayakları da diğer taraftaki küpeşteye uzatmış şekerleme yapıyor.

Malik ustalıkla ilk önce başını ve kuyruğunu kesiyor, ardından yüzgeçlerini. Karnını yarıp iç organlarını çekip alıyor. Turna balığını yanlamasına omurga kemiğinin üzerinden fileto olarak boydan boya kesiyor. Omurganın diğer tarafından da kesip aldıktan sonra löp et çıkıyor ortaya. Etleri dört parçaya ayırıp karın kısmına gelen yerlerdeki kılçıkları bıçakla ince ince değdirip kesiyor. Böylece pişen balığın kılçıkları zarar vermiyor yerken. Parça olarak kesilen löp etler leğene konuluyor.

Balık temizlenirken etrafta kediler bir parça kapabilmek için miyavlayıp dolanıyorlar. İç organlarını atıyoruz kedilere. Parçayı kapan alıp kenarda bir yerde yemeye başlıyor.

Malik sağ olsun, ellerine sağlık balıkları kesip hazırladı. Sonrası aşçıbaşımız Mehmetali işe el atıyor. Leğendeki parça etleri çeşmede tek tek yıkıyor elleriyle.

Balıklar temizlendikten sonra dolaba koyuyoruz. Yemek için henüz erken. Yeşil kayık Malik’in, bizi gezdirecek. Kayığı hemen hazırlamaya başladık, küpeşteye direkleri takıp gölgelik tenteyi de üzerine çekip iplerle sıkıca bağladıktan sonra kayığı göle salıyoruz. Motoru çalıştırıp gölde dolaşmaya başladık. Göl suları bahar yağmurlarından dolayı yükselmiş. O yüzden Gölyazı’nın bir tarafı ada olmuş. Adaya köprüden geçiş sağlıyorlar. Sol taraf ana kara parçası, ortada köprü, sağda ada olan yer. Evler iki tarafta, birer ikişer katlı. Fazla yüksek bina yok ve yapılmasına izin verilmiyor. Doğal ve tarihi sit alanı. Adada bir tane cami var. Minaresi göğe yükselmiş.

Kayık suları yararken köpüklü dalgalar saçıyor durgun sularda.

Gölde bir kaç ada var, bunlar yassı adalar. Fazla yükseltileri yok.

Adanın kenarına yakın çevresini dolanmaya başladık. Ana karadan uzaklaştık.

Adada en fazla iki katlı evler var. Evler yapıldığı zamanlarda sit alanı, tarihi değer varmış yokmuş kimse bakmadığı için gelişi güzel binalar konmuş. Sanki gecekondu mahallesi gibi. Kıyıya yakın yerde kale kalıntılarının yüksek duvarları görünüyor.

Gölün durgun sularında yansıyan görüntüler muhteşem. Beyaz badanalı ev, ters dönmüş ağaç ve tarihi duvar kalıntıları suya yansımış.

Kıyıya çekilmiş kayıklar da tarihi duvarla beraber yansımış sulara. Kayıkların alt kısmı su yüzeyine yansımış, sanki dünya tersine dönmüş gibi. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kıyılarda söğüt ağaçları hakim, evlerin bahçelerinde meyve ağaçları ile birlikte daha çok incir ağacı göze çarpıyor.

Yüksek ve geniş duvar Roma döneminden kalma olduğu gibi sağlam ayakta kalmış. Önündeki söğüt ağacının gövdesi ile birlikte komple suya yansımasını çekiyorum.

Tarihi kale duvarları kıyıda düz olarak devam ediyor. Burada köşede burç kalıntısından sonra 90 derece dönüyor. Burç’un üzerinde bir kaç kişi çıkmış.

Normalde adanın etrafını dolanan yol var ama sular yükseldiği için çoğu yerde yol sular altında kalmış. Kıyıya çekilmiş iki kayık, zeytin bahçesi, arkasında evler.

Ada küçük bir tepe, tepeye çıkmak için bazı yerde merdiven yapılmış. O merdivenlerden birisi ise 7 renge boyanmış basamakları. Merdivenin suya değdiği yerde tekne bağlı duruyor. Tekne gezinti teknesi, üzerinde gölgelik tente var. Bizim gezdiğimiz tekne de gezinti teknesi. Cumartesi – Pazar tatil günlerinde Gölyazı aşırı kalabalık oluyor. Bir çoğu da teknelerle gezi yapıyor gölde.

Adada yaşayan balıkçıların tekneleri kıyıda yan yana bağlı duruyor. Karede 10 tane tekne var.

Evlerin şekli şemali yok, herkes imkanlarına göre kendi kafası nasıl basmışsa öyle yapmış evini. Evler yamaçta olduğu için bahçelerin aşağı kısmına taş duvar örerek teras yapılmış. Hiç bir ev ötekine benzemiyor. Arabesk olarak yapılmış evler. Kıyıda tekneler bağlı.

Bazı evler iki katı geçmiş, üç hata dört katlı olanlar var. Bunlar kaçak olduğunu sanıyorum. Belediyeye gerekli rüşveti verdikleri kesin. Karaya çekilmiş tekneler ve söğüt ağaçları.

Durgun sularda yolculuğumuz devam ediyor, neredeyse tüm adanın etrafı kayıklarla dolu. Gezenler hariç kıyıda bağlı olan yüzlerce tekne gördüm. Balık avlama işi daha çok akşam bırakılan ağ sepetler, sabah gidip alınıyor. İhalede satılarak kazancını cebine indirdikten sonra akşama kadar dinleniyorlar. Öğle zamanında kimseler yok ortalıkta, herkes teknesini kıyıya çekip bağlamış.

Güneşte ısınmış üzüm taneleri

Yıldızlardan devşirilen sır

İksir küçük kalplerinde

Zaman döndürürken avuçlarında her şeyi

Kıyıdasın sen, deniz seni salmış

Gözlerin ağaç reçinesi

Kuşların dağarcığında adın var

 Çiğdem Baydar

 

Durgun suda kayığın dalgaları geriye doğru kabarırken güneş te solda yansımış dalgalarda.

Adanın etrafını tamamen döndük ve ana kara ile adayı birbirine bağlayan köprüye geldik. Ana kara kısmı sağ taraf. Burada asırlık ağlayan çınar ağacı var.

Hep köprünün üstünden geçecek değiliz ya, bu kez altından geçeceğiz. Hem de kayıkla. Köprünün ortada iki ayağı kalın taş duvar ile yapılmış. Taş duvar ayaklarındaki izlere bakılırsa gölün seviyesi 1 metre kadar daha yükselmiş daha önce. Kayığın başını iki ayağı ortalamış durumda, hızı da iyice düşürdük. Köprünün altından yavaş geçeceğiz.

Köprünün altından geçip geldiğimiz yere çıkmış olduk. Adanın başlangıç yeri, çınarların olduğu kahveler, cami ve kıyıda bağlı kayıklar. Normalde köprünün dibinden yol var. Belediye otobüsü ve araçlar su altında kalmış olan yoldan adaya geçiyor. Şimdi ise yol sular altında. Daha önce kayıkla bir kaç kez dolaşmıştık adanın etrafını ama göl ilk defa bu kadar yüksek seviyede ve adanın etrafını gerisin geri dolaşmayıp kestirmeden eve döneceğiz.

Kıyıların çoğu yerinde sazlıklar kaplamış durumda. Burada yaşayan su kuşlarına yuva olarak korunaklı bir alan oluşturmuş.

Toplam yedi kişiyiz, iki önde, iki ortada, iki kişi arkada oturmuş durumda ağırlık dengede. Kaptanımız Malik en arkada dümenin başında tek olarak kayığı idare ediyor. Arkada oturan üç kişi, Vedat, Ceyhun ve Malik. Üstümüzde beyaz tente gölgelik yapıyor. Mehmetali’nin sadece kafasının bir kısmı çıkmış sağ alt köşede.

Kıyıya yakın, sazlıkları ve tek tük evleri seyrederek gidiyoruz.

Sazlıkların olmadığı yerler de var. Kıyıda söğüt ağaçları yeni yeni yaprak açmakta.

Sonunda eve gelerek kayığı karaya el birliği ile çektik. Sevgili malik bize zaman ayırdığı için ve bizi tekne ile Gölyazı adasının etrafını kayıkla gezdirdiği için çok teşekkür ediyorum kendisine. Artık bir kahveyi hak etti sanırım. Hemen kahve takımlarını çıkarıp Malik’e özel kahve pişiriyorum. Masanın başında Malik ile yan yana durup resim çekiliyorum. Kahve ocağımın üzerinde cezve, koruyucu teneke rüzgardan ocağı koruyor. Önünde tabelam, su şişesi masanın üzerinde. Arkada büyük yağ tenekelerinde çiçekler ekilip sıralanmış.

Kuşluk vakti, saat üç sıraları iyice acıkmaya başladık. Hazır mutfak bulmuşken Mehmetali tavada balıkları pişiriyor. Bu arada Cem de salatayı yaptı. Balıklar pişti, tepsi yığın balık dolu. İki küçük tepside de salata masada. Fırından aldığımız taze ekmeği de dilimleyip hepimiz masaya oturup yemeğe başladık.

Masada ekmek var ama o kadar çok balık var ki ekmeksiz yemeğe başladık. Yedi kişi tıka basa yedik löp etli turna balıklarını. Salata da nefis olmuş. Artık gık dedik ve tepside bayağı balık kaldı. Artan balıkları Malik’e verip evdekilere götürmesini söyledim. Aramızda doymak bilmeyen Nafiz de artık yiyecek durumda değil. Nafiz’i doyuramayız dedik ama o da doyduğuna göre bizler halyi doymuşuz demektir. Turna balığının tadı nefisti. Malik tepsiyi olduğu gibi eve götürdü. Sonrasında bisikletlere binip kamp alanına gelerek yemeğin ağırlığı üzerimize çökmüşken biraz kestirelim dedik. Hamağımı çıkarıp iki ağacın gövdesine bağlayıp yatıyorum. Bu şekerleme iyi geldi kuşluktan sonra. Güneş batasıya kadar hamakta uyudum. Tam güneş batarken uyandım. Güneş tepelerin ardında batmadan önce resim çekiyorum. Güneş son ışıklarını saçarken göl, sazlıklar, hamağın ipini bağladığım ağacın gövdesi, hamak ve ayaklarım.

Hamağın mavi renkli kumaşından görünen Güneşi çekiyorum. Güneşin kızıllığı belli oluyor.

Güneş tam tepenin üzerinde batmak üzere.

Dijital zom yaparak tüm kareyi kızıla boyayacak kadar yaklaştırdım.

Güneş batıp akşam karanlığı çökmeden son kez hamakta yattığım yerden ufku çekiyorum. Gökte iki bulut üst üste okey işareti gibi asılı kalmış.

Kuşlukta o kadar balık yedik ki akşam yemeğini yemeye gerek kalmadı. Yemek yerine gündüz kararlaştırdığımız Cem Tabanlı’nın isteği üzerine irmik tatlısı yapmaya koyulduk. Malzemeleri gündüz almıştık. Hava karardıktan sonra Mehmetali aşçımız olarak tatlıyı yapmaya başladı. Geniş tencerede süt, irmik ve şeker ile ocakta karıştırarak pişirme aşamasındayız. Tatlının pişmesi yaklaşık bir saat kadar sürecek. O yüzden sırayla karıştırma işini de yapıyoruz. Başında aydınlatma feneri olan Nafiz tenceredeki pişen tatlıyı tahta kaşıkla karıştırırken. Başındaki fenerin ışığı parlak.

Daha çok Mehmetali, biraz da Nafiz sürekli karıştırıyor tatlının dibi tutmasın diye.

Bir saat civarı karıştırarak koyulaşmaya başlayan helva kıvama gelince ocak kapatıldı. Kokusu bile ne kadar leziz olduğunu belirtiyor. İrmik helvası hazırdı yemeye. Hasan ve Malik’i çağırdık yemesi için. Onlar gelince hep beraber helvanın başına çöreklenip çala kaşık yemeğe başladık. Bu kadar zahmetle pişen bir şeyin tadı da mükemmel oluyor. Tenceredeki helva sıcak sıcak bir çırpıda bitti. Çayı da demledik bu arada. Çay içerek sohbetimiz geç saatlere kadar sürdü. Akşam olunca festivale katılacaklar da birer ikişer gelmeye başladı kamp alanına. Gelen çadırı kurunca ortalık kalabalıklaştı.

Artık yatma zamanı diyerek herkes çadırına çekildi. Ben bu gece hamakta uyuyacağım. Uyku tulumunun içine girerek hamakta yatmanın zevkini tatlı düşlerle uyumaya başladım. Düş görme zamanı.