Etiket arşivi: dağyenice

Mysia Bisiklet Turu 2. Gün

13 Mayıs 2017 Cumartesi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Kederlendiğim günler olmuş
Naçar dolaşmışım sokaklarında,
Sevinçli günlerim olmuş
Başım havalarda gezmişim.
Bağrımı açıp ılgın ılgın
Esen serin rüzgarlarına,
İlk defa kıyılarından
Denizi seyretmişim.
Issız çorak ovalarında
Günlerce yolculuk etmişim.

Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin.

Cahit Külebi

 

Öne çıkan görsel, Kartal tüyünün ucu ve meşe ormanında kıvrılarak giden yol.

Güzel bir uyku çekmek gibisi yok, günlerdir yolda olmamın ve çadırda uyumanın verdiği rahatlığı hiç bir yerde bulamadım. Artık vücut iyice alıştı erkenden uyanmaya. Sabahın körü oldu mu ister istemez uyku kendiliğinden bitiyor. Görülmesi gereken yerler görmenin huzuru var içimde. Asıl önemli olan yeni göreceklerim. Ben her zaman yeni göreceklerimin iyi olacağını düşünürüm. Ve her zaman iyi şeyler başıma gelmiştir. Belki de iyi şeyler düşünmenin getirdiği şeyler olabilir. Her zaman yaşama iyi gözle baktığımdan olacak yaşamayı sevmeyi öğrendim. Yaşarken de paylaşmayı, hem öğrenmeyi, hem de öğretmeyi. Yaşadığım tecrübeleri paylaşıyorum, bilmediğim konuları arkadaşlardan öğreniyorum. Bu sürekli olan şeyler ve sonu yok. “Öğrenmenin ve Öğretmenin yaşı yoktur” derim her zaman.

Erkenden kalkıp çadırımın kapısını açıp bir süre dışarısını izleyip bunları düşündüm. Solda bisikletim KUZ ön tekerleği ve gidon çantama bağlı katılımcı numaram. Mavi plakada 049 siyah rakamla yazılmış. Futbol sahasının yeşil çimen zemini. Karşıda toprak yükseltide çam ağaçları. Sahanın karşı tarafında, duvar dibinde kurulu çadırlar.

Eşyaları, çadırı toplayıp kamyona verdikten sonra kahvaltıyı yapıp karnımızı doyurduk. Bisikletlerimiz yola çıkmaya hazır durumda. Hareket saatini bekliyoruz.

Mysia Yolları Bisiklet Turu yazılı pankart önünde İzmir den buraya kadar pedal çeviren dostlar bir arada resim çekiliyoruz. Soldan; Mehmet Ali Akyüz, Cem Tabanlı, Urim Babacan, Nafiz Sağdur ve Ceyhun Altın.

Bizi çeken Özcan kendisi de kareye girsin diye elçek yapıyor kendini ve bizi çekiyor bir poz.

Başka bir pankartta ise “Mysia Yolları Bisiklet Turu Hatırası” yazısı altında biri kadın, biri erkek iki bisiklete binerken resmedilmiş. İki bisikletli birbirine doğru dönük durumda. Sadece kafa yerleri kesilmiş. Biz de yaramaz çocuklar gibi pankartı ele geçirip çeşitli resimler çekildik. Erkek kısmında Cem Tabanlı kafasını çıkarmış kameraya doğru bakıyor güneş gözlüğü ile. Kadında ise Nafiz Sağdur, Cem’in tarafına bakıyor kafasında kaskı ile. Ben sağda Ceyhun Altı solda sadece kafaları yandan dışarı çıkarmış durumdayız.

Cem çıkıyor, yerine ben giriyorum uzun saçlarım salık durumda. Nafiz kafasını bisikletlinin durumuna göre ters tarafa doğru çevirmiş. Cem yandan kafasını çıkarıp bize bakıyor.

Bu kez Cem kadın tarafından kafasını çıkarıp kollarımız da dışarıda sanki bisikletin gidonunu tutuyormuşuz gibi. İkimizin yüzleri birbirimize dönük.

Bu kez Mehmet Ali kadın yerinde, Ceyhun Altın erkek yerinden başını çıkardı. Ben ve Nafiz sağda, Cem solda öylece poz veriyoruz.

Sonunda hareket edip yola çıktık, dünkü geldiğimiz yolun tersine, gölete doğru diğer yoldan tırmanmaya başladık ve manzara yine karşıma çıktı. Ulubat gölü göründü.

Tırmanma devam ediyor ve yol sola dönerken yeni ufuklara doğru gidiyorum.

Yol kıyısında, ormanın içinde siyah – beyaz bir köpek durmuş geçen bisikletçilere bakarken fark ediyorum. Durup resmini çekiyorum. Yerleşim yerinden uzaktayız, ne işi var burada ormanın içinde. Sanırım bu sevimli köpek dişi ve yavruları var. Yavruları ormana gizlemiş, kendisi geçen bisikletçilerden zarar gelir mi gelmez mi diye tetikte. Sadece bizleri izliyor, ormana girersek harekete geçer sanırım ama bizler yoldan geçip gittiğimiz için oturmuş izlemekle yetiniyor. Kulakları ve sırtı siyah, yüzü ve göğsü beyaz renkte. Sol gözü siyah renk tarafında kalmış.

Geniş dallı servi ağacı yukarıya doğru dalları kısalarak üçgen olmuş. Ağacı daha da güzelleştiren mor çiçekler açmış otları dibinde barındırması.

Çay yoğun bitki örtüsü altında sakince akıyor kendini göstermeden. Sadece dikkatli dinlersen su sesini duyabilirsin.

Anlayacağınız her taraf yeşil bitki örtüsü etrafı sarmış durumda. İstanbul’dan sonra en yoğun araç trafiği olan Bursa yaklaşık 50 Kilometre ötede. İnsanlar beton yığınlarında yoğun trafik içinde cebelleşirken biz doğanın içinde Yeşil Bursa’ya yakışır durumda bisiklet sürme şansına sahibiz. Ve öyle yapıyoruz; bisiklet sürerken ormanın içinden kuş seslerini dinleyerek geçiyoruz. Etrafı kirletmeden, sessizce pedal basarak tırmanmaya devam ediyoruz. Yol kıvrılarak yukarı çıkıyor. Sağ ,sol ormanı oluşturan ağaçlarla kaplı.

Bisiklet sürdüğümüz yollar, yürüyüş yolu ve bisiklet yolu rotaları. Bazı rotalar çakışıyor. Hem yürüyüş, hem de bisiklet yolu. Gönüllülerin yaptığı çalışmalar ve Nilüfer belediyesinin katkıları ile kavşaklara rota tabelaları dikilmiş. Solu gösteren kahverengi boyalı yürüyüş yolu tabelasında Maksempınarı 3.5 Km, Sağı gösteren tabelada üstte yürüyüş rotası Akçalar 5.5 Km, altında sarı boyalı bisiklet rotası 5. 5 Km göstermekte.

Yeşil ağaçlar arasından Gölyazı ve Ulubat gölü. Yüksekten ve uzaktan görünümü harika. Daha dün sabah oradaydım ve şimdi uzaktan izliyorum. Manzara süper.

Diğer yönde ise sıradağlar ve meşe ormanları yeşil bir deniz gibi. Sadece yol kıyıları, bazı yerlerde biraz derinde tarla açılarak ekilip biçiliyor.

Ormanın içinde bol oksijen soluyup bisiklet sürmenin keyfini yaşıyoruz. Yolun iki tarafı meşe ağaçları ve bisiklet sürenler.

Buralara özgü şakayık çiçekleri yine karşıma çıktı. Ben de ormanın yeşil bitki örtüsünde kırmızı taç yaprakları ile desen yaparak sanki nakış işlenmiş yeşil atlasa.

Yeşil alanda bazı yerde yeşil yerine krem renginde taş ve toprak olan yerler var. Burası mermer ocağı, mermer bloklar kesilip alındıktan sonra atıkları gelişi güzel etrafa saçılıyor ve çirkin bir görüntü ile insanın zevkini bozuyor.

Üstteki resim ile alttaki resim arasında bir tezat oluşmuş durumda. Üstteki resimde mermer ocağından çıkan moloz yığınlarının çirkin görüntüsü alttaki resimde yok. Ormandan kesilen ağaçların gövdeleri istiflenmiş yol kıyısına. Odun istifi göze daha hoş geliyor ve beynimdeki algı beni rahatsız etmiyor bu görüntü. Bir metre boyundaki odunlar iki metre yüksekliğe kadar odundan bir duvar oluşturulmuş. Odun duvar da elli metreyi geçkin. Yeşillikler arasına gizlenmiş bir köy de görünüyor. Asfaltta bisikletliler için Mysia yazısı ve gidilecek yönü belirten ok işareti mavi renkli sprey boya ile belirtilmiş. Dün akşam turu düzenleyenlere yerlere işaret yaparsanız herkes yolu kolaylıkla takip edebilir diye tavsiyelerde bulunmuştum. Bu tavsiyelere uymaları hem beni hem de katılımcıları sevindirdi.

Uzaktan gördüğüm köye geldik. Köy evlerinden birinin önüne gelince durdum ve resmini çektim. Karkas olarak yapılmış evin dış görünümü ilgimi çekti. Köşede kalın dikme ve arada daha ince dikmeler, köşedeki dikmeye çapraz çakılmış kalaslar ve atkılarla iskeleti oluşturmuş. Araları da kerpiç örülüp duvarlar tamamlanarak çatıyı da üzerine kondurulmuş. Evin kapısı ve arka kısımda duvarın bir kısmı blok tuğla örülüp onarıldığı belli oluyor. Kapı demir saçtan yapılmış. Evin penceresi yok ve sadece yerden bir, bir buçuk metre kadar olan kısmı çamurla sıvalı. Kalaslar ve kerpiç duvar dış etkenlerden etkilenerek eskiyip dökülmek üzere.

Bir tarla, 30 yada 40 dönüm bayırda ekin ekilmiş yemyeşil. Tarla sınırı meşe ağaçları ile çevrelenmiş durumda. Bisikletimdeki kartal tüyü de görüntüye girmiş.

Arazide kayalıklı bir alana gelince şakayık çiçeklerinin o muhteşem kırmızı renkleri ile açıp görsel olarak bizlere sunmuş olarak görünce durup bisikletimden inerek yakından görmeye gittim.

Cep telefonumun kamerasına en yakın olan şakayık çiçeği ile bir çok şakayık çiçeğini birlikte çektim.

Şakayık tarlasında başka küçük çiçekler de var. Beyaza yakın pembe renkli, beş taç yapraklı küçük çiçekler şakayık çiçekleri altında halı deseni gibi olmuş.

Şakayık çiçekleri arasında daha açmamış tomurcuklar da var. Demek doğayı bir süre daha güzel görünümde tutacaklar.

Yeşilin coşmuş hali, meşe yaprakları ve şakayık çiçeklerinin yaprakları birbirine karışmış. Taze, canlı ve parlak yeşilinde şakayıkların kırmızı rengi, çiçeklerin içindeki sarı organları ile doğanın ne kadar muhteşem olduğunu gözlerimin önüne seriyor. Bir süre bu güzelliği seyre dalıyorum. Beni dinlendiriyor adeta. Ruhum orman derinliklerinde yeşil renge bürünüp huzura ermiş durumda.

Ortası delik bir kaya ilgimi çekiyor. Yakından çekiyorum arkada görünen ağaç ile beraber. Kayadaki delik yandan yarılmış, küp şeklinde. Yanları düz, sanki yontulmuş ama görünümü doğal.

Şakayık tarlasında benimle beraber dinlenen bir kaç bisikletli daha var. Onların bir kısmı bizi takip eden ambulanstaki görevliler. Koca gövdeli, büyük bir meşe ağacının gölgesinde dinleniyorlar.

Asfalt yoldan ormanın içinden geçen toprak yola saptık. Önümde iki bisikletli durmuş bir şeylere bakıyorlar. Orman meşe ağaçları içinden geçen toprak yol çok güzel. Yerde de Mysia ve ok işareti yazılıp gideceğimiz yönü belirtmişler. Artık kaybolmadan grubu takip edeceğim.

Ormanın içinden giden toprak yol biraz çukurda olan yere inip tekrar çıkarak uzayıp gidiyor. Solda ileride mermer ocağından çıkan atıklar bir tepe oluşturmuş. Yeşil meşe ormanı içinde krem rengi ile doğanın ahengini bozmuş sanki. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Meşe ağacının kabuklu gövdesinin yanından fışkırmış meşe dalları coşkulu yeşil ve iri yaprakları arasında kendini gösteren şakayık çiçekleri üç tane. Yeşil zemine üç kırmızı rengi kondurmuş ressam güneş ışıkları altında tablo yapmış gibi.

Hep şakayık çiçeklerini çekecek değilim ya. Diğer çiçekler de alınmasın diye onları da çekiyorum. Orman içinde birbirine karışmış bitkilerin olduğu yerde beyaza yakın pembe çiçekler açmış çalıyı çekiyorum.

Yabani gül filizi taze açmış, büyümekte ormanın içinde. Henüz çiçeklerini açmamış. Meşe yaprakları arasında boy göstererek büyümekte.

Daha önce uzaktan gördüğüm krem renkli yığına geldim. İşe yaramaz moloz taşlarını getirip buraya yığıyorlar ormanın içinde. Meşe ağaçları ve moloz yığınları yanına bir de doğaya atılmış karyola, çekyat atıkları manzarayı tamamlamış. Doğayı katletmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.

Biraz ileride, ağaçların arasına getirilip bırakılmış kırmızı renkli hurda bir araba sorumsuzluğun daniskasını oluşturmuş.

Mermer ocağını görüyorum sol tarafımda. Blok olarak kesilen mermer kayaları işe yararlar alınıp kenara istiflenmiş. İşe yaramaz molozlar da kenarda yığın tepeleri oluşturmaya başlamış.

Çıkarılan bloklar kenarda bir yerde konularak kesilmek üzere yüklenmeyi bekliyorlar. Buradan kamyonlarla alınıp mermer kesme atölyesinde 2 yada 3 santim kalınlığında plakalar halinde kesilecek.

Atlas köyüne geldik ve karşıma eski bir ev çıkıyor. Ev iki katlı, kagir olarak yapılmış. Alt kat taş duvar, çamur sıva ile kapatılmış. Sıvaların bir kısmı dökülerek taşlar görünüyor. Üst kat ise çoğu yer dikdörtgen çerçeve tahtalar içinde pişmiş tuğla ile duvarlar yapılmış. Üst kat hiç sıvanmamış, olduğu gibi sıvasız. Çatı kiremitli, omurga kalasları dışarıya taşmış durumda. Pencereler camsız, çeşitli malzemelerle örtülü. Evin tam köşesinde asma dikilmiş ve evin birinci katından itibaren köşeden iki yana doğru uzatılmış. Yeni yaprak açmış olan filizler az da olsa eve renk katmaya başlamış. Sağ arkada yeni evler görünüyor.

Başka bir eski evi de köşeden çekiyorum. Ev çamur ile sıvalı, pencereler perişan, kapısı gelişi güzel tahtalardan derme çatma. Eve güzellik katan pencerenin üstünden bağlanmış asma gövdesi ve yeni filizlenmiş yapraklar. Evin iki cephesinden dolaştırmışlar asmayı. Eski evleri görmek hoşuma gidiyor. Kim bilir neler yaşanmıştır, neler görmüştür tarih kokan ev. Sağda, karşıda görünen yeni yapılmış betonarme iki katlı ev aynı asma dikilse de pek sevimli değil.

Bahçede tavukları ve başlarında horozu görünce resim çekeyim derken cep telefonumu çıkarasıya kadar benden uzaklaştılar. Ama yine de görüntüye alabildim. Bahçe bitiminde meşe ormanı başlıyor.

Yürüyüş tabelalarını daha önce görmüştüm. Şimdi ise yürüyüşçülerin işareti olan kırmızı – beyaz boyalı şerit işareti kayada gördüm. Bisiklet ve yürüyüş rotası kesişiyor burada. İşaretli kaya yerde.

Ben habire resim çekmekle uğraşırken çok gerilerde kaldım. Grup haldır huldur gidince en arkada teknik destek aracını kullanan hemşerim Rıfat Küçükler bana “Urim Baba çok geride kaldın, öğle yemeğine yetişmek gerek. Hadi arabaya bin de öğle yemeğini kaçırmayalım” dedi. Ben de “İlk defa gördüğüm yerlerden bisikletle geçiyorum ve bu güzellikleri görüp te resimlerini çekmeden olmaz ki! Turun amacı hiç durmamak mı?” diyerek karşılık verdim. “Şimdi yemeğe başlamışlardır, yemeği dağıtan firma beklemez bizi” deyince  ben de “Eh ne yapalım grubu yakalayalım” diyerek bisikletimle arabaya binip kısa sürede gölete geldik. Göletin başlangıcında arabadan indim bisikletimle.

Burası Dağyenice göleti. Gölet’in başlangıç yerine yasakların bolca yazıldığı üç tabela dikkat çekici bir şekilde karşıma çıktı. Tabelalardaki yazılarda karar verilememiş. Baraj mı yoksa gölet mi? diye. Artık sizin yorumunuza kalmış bir şey. Arkada göletin suları, önde üç tabela. Soldaki tabela kırmızı zemine beyaz yazılarla “Baraja girmek tehlikeli ve yasaktır” Devlet su işlerinin etiketi DSİ amblemi var. Altına da brandaya elle yazılmış “Ördekleri avlamak yasaktır” yazısı yeşil renkte tazılı. Bence en doğru ve gerekli olan bu uyarı yazısı. Bilinçsiz avcılar yüzünden neredeyse yaban ördekleri bitmek üzere. Keklik kuşlarını bitirdikleri gibi. Soldaki tabelada “Gölete girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısı yeşil zemine beyaz yazı ile yazılmış. Üstte DSİ ve orman bakanlığının amblemi. Altta da dört uyarı işareti, mangal yakmak, balık tutmak, kayıkla gezmek ve yüzmek yasak ibareli işaret. Kırmızı daire içinde ve soldan kırmızı şeritle çizilmiş. Anlayacağınız her şey yasak, böyle yasakçı zihniyetle bir yere varılmaz. “Yasak” yazılacağına “Tehlikeli” yazılsa insanlar belki daha iyi algılar. Gerçi bizim toplumda pek okuma alışkanlığı yok denecek kadar az, neyse artık.

Yürüyüş yolu tabelaları burada var, bisiklet tabelası yok. Bizler bisikletle geldiğimize göre bisiklet yolu tabelası konulmalı. Sola Kadriye 8 Km, Misi 28 Km olduğunu belirtmiş. Sağa doğru ise Güngören 1 Km olduğunu belirtmiş. Biz Misi yazan yere doğru gideceğiz. Öğle yemeğini baraj göletinin yanında yiyoruz ve bir süre dinlendik. 28 Km yolumuz kalmış. Tabelanın arkasında toprak yol ve ağaçlar.

Meşe ormanı dibinde ve taze otlar çiçek açmak üzere, kimi açmış.

Göletin kıyısında öğle yemeği yedik, biraz dinlendik, yorgunluğumuzu aldık sohbet ederek. Harekete geçmeden önce topluca resim çekilelim deyip gölet arkada kalacak şekilde poz verdiler. Ben de karşıdan resimlerini çektim. Pankart önlerinde, birisi sağda bisikletini kaldırmış başının üzerinde. Soldaki de ön tekeri havada poz veriyor.

Yola çıkan grup ile beraber inmeye başladık orman içinde. Güzel bir alan görünce akan çayın dibinde durup kahve molası verdik arkadaşlarla. Kahve molası iyi geldi. Akan çayın berraklığı güneş ışıklarıyla parıldıyor. Yosun tutmuş taşların arasından usulca akıyor yolumuzla beraber. Su yüzeyine oturduğumuz ağaçların gölgeleri yansımış.

Akan çaya başka dereler de karışıyor. Çayın aktığı yerler yeşil bitkiler, ağaçlar ve her yerde olduğu gibi çınar ağaçları boy gösteriyor.

Görülmesi gereken yerlerde bisikletle dolaşmak ve durup ormanın bu güzelliğini içime sindire sindire izlemek gibisi yok. Toprak ve ağaç gövdeleri kahverengi – gri tonda, yapraklar ise yemyeşil. Suluboya tablosu gibi olmuş. Doğada gözümün önünde canlı izliyorum. Sanat galerisinde, dört duvar beton binada izlemeye gerek yok ressamın görüp te boyadığı hayalleri.

Kahve olayını çabuk halledip toplandık ve yolun akışına bıraktık kendimizi yokuş aşağıya. Etraf meşe ağaçları ile dolu ormanın yeşilliği büyülüyor adeta. Ve sarmaşıklar kalın ağaç gövdelerini sarmış yukarı doğru.

Akan bir çeşmenin başında durup su içiyorum biraz. Tüm şişelerimi de taze su ile dolduruyorum. Çeşmenin aynası yamaçta taş duvar olarak yapılmış, akan çeşme borusu ve üstünde kare bir boşluk bırakılmış. Yalak betondan dikdörtgen olarak ağzına kadar su dolu. Yalak tamamen yosunlarla kaplı. Duvarın etrafı yeşil bitkilerle renklendirilmiş doğal olarak. Yan orta solda kartal tüyüm de resme girmiş.

Dağların arasından iniyoruz. Açık alanda dağın tepesini ve yukarı doğru giden orman yolu hattını görüyorum.

Büyüleyici meşe ormanında sık gövdeler o kadar kalın değil. Çapları 25 – 30 santim kadar. Hemen hemen aynı kalınlıkta olmalarının nedeni belli bir kalınlığa geldi mi ağaç kesilip odun yapılıyor. Köylerde evi ısıtmak için sobalarda yakacak olarak kullanılıyor. Ayrıca taş fırınlarda odun ateşinde ekmek te pişirmek için meşe odunu kullanılıyor. Bunun yanında odun kömürü yapımında da kullanılmakta. Odun kömürü mangal yakılıyor. Meşe odununun sık dokusu köz ateşinin daha çok ısı ve yanma süresi, yavaş yanması nedeni ile tercih ediliyor. Ormanın zenginliklerinden insanlar faydalanıyor sürekli. Bu devinim içinde meşe ağaçları sürekli yenileniyor. Kesilenin yerine hemen yenisi filizlenmiş hazır bekliyor. Kendine yer buldu mu uzayıp gidiyor göğe doğru.

Biri kadın biri erkek bana poz veriyor bisikletlerle yanımdan geçerken. İkisi de az önce kahvemi içmişlerdi, selamları sol elleri ile verdiler.

Yolda giderken birden karşıma yolun yarısını kaplamış toprak yığını karşıma çıktı. Büyük bir olasılıkla gece döktüklerini zannediyorum. Karanlıkta öylece toprağı döküp kaçmış kimse görmeden. Büyük bir sorumsuzluk örneği olarak dökülen bu toprak yığını gece hızlı giden bir araç dönemeçten hemen sonra karşısına çıkınca ne olacağı belli değil. Ya direksiyonu ani reflekse kırıp uçuruma düşebilir. Ya da toprak yığınına çarpıp ters dönme olasılığı var. Gece karanlıkta ise direk toprak yığınına çarpar.

Ormanın bitki örtüsü meşe ağaçları yerini çam ağaçlarına bıraktı. Asfalt yola çıkıp göl seviyesine yaklaştık sayılır.

Asfalt yola çıkınca varacağımız yere az kaldı, Çalı ve Demirci köylerini geçip şimdiki adı Gümüştepe olan Misi’ye geldik. Burada Nilüfer belediyesinin kamp karavan tesislerinde çadırları kurduk. Hiç zaman geçirmeden daha aşağıda olan duş yerine gelip duşumuzu aldık. Çamaşırları terden arındırdıktan sonra çadırlara eşyaları yerleştirdik. Islak çamaşırları kurusun diye tellere astım. Kamp yeri çimenlik bir alan, ortalık curcuna yerine döndü birden bire. Herkes yerleşmeye çalışırken Keşan’dan gelen Muammer Taşkıran şortunu giyip üstü çıplak ısınma hareketleri yapıyor duş kuyruğuna girmeden önce.

Buradaki evler restore edilerek boyanmış. Mor renkli, iki katlı bir ev karşında. Pencereleri kahverengi renginde boyalı. Sola doğru giden sokağın başında Nilüfer Belediyesi yazılı branda iki direğin üstüne konulmuş. Yerler Arnavut kaldırımı taş döşeli. Köy turistlik olarak ziyarete gelenler var ve bütün evler restorasyondan geçirilip yenilenmiş. Köylere has ürünler sergilenip satılıyor. Bunlardan birisi ise tam buğday ekmek ve köy kahvesi yazılarından anlaşılıyor. Biz akşam yemeğini belediyenin tesislerinde yiyoruz. Köy kadınları burada nefis yemekler pişirip ikram ediyorlar.

Daha yeni hayata geçirilen Myisia Yolları yürüyüş ve bisiklet rotalarını ilk defa bizler bisiklet sürerek başlattık. Belediye kocaman bir tabelada büyük bir alanı gösterir coğrafi harita ve yolları gösterir biçimde köyün meydanına koymuş. Haritada rotalarda işaretler ve açıklamalarını yazıp gezginlere yollarının nereler olduğunu belirtmiş.

Akşam karanlığı çökünce müzik grubu gelip bizlere rock tarzında Türkçesi sert müzik çalmaya başladılar. Sert yokuşlara iyi oldu sert müzik. İki gitar, iki mikrofon ve arkalarında bateri. Buraya kadar beraber geldiğimiz Ceyhun, Mehmet Ali, Nafiz, Cem ve ben çadırlarımızın önünde oturup Nafiz’in 500 Kilometreden fazladır taşıdığı bir litrelik votkayı içmeye başladık. Bu bizim için ödül oldu sanki ve yarınki tura gitmeyip eve dönmeye karar verdik. Evlerimizin hasreti alkolle daha da belirginleşti. Uzaktan gelen sert müziğin etkisi de olabilir. Uzun süredir yollardayız ve artık yeter dedik bardaklarımızı tokuştururken. Önemli olan bir şey vardı; o da yaptığımız bu turdan hepimiz de memnunduk, mutluyduk ve çok güze zaman geçirdik birlikte. Hepimiz de uyumlu olunca bir daha yaparız böyle uzun turlar diye kararlaştırdık. Vedat Karakaya aramızda olmasa da onu da anarak yad ettik. Hiç program yapmadan anı yaşayarak yolun getirdiği güzelliklerle beraber yolun nasıl geçtiğini anlamadan 500 Kilometreden fazla birlikte bisiklet sürdük.

İki gitarcı ve bir baterist müzik yapıyor gecenin karanlığında.

İçkinin verdiği güzel kafa ile çadırlara çekilip ninni gibi gelen müzik eşliğinde yatıp uyudum bir güzel.

Ertesi gün çektiğim videoyu aşağıda izleyebilirsiniz. Bisikletçiler kamp alanından çıkıyor.

Bu gün yaptığımız tol yaklaşık olarak 46 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

 

Ertesi gün, eve dönüş;

Sabah erkenden uyanmadım bu gün, tembellik hakkımı kullanıyorum. Güneş çıkmış çoktan ve bisikletin gölgesi çadırıma vuruyor güneşle beraber. Yol bisikletinin boynuz gibi gidonu, üstte fren kolları ile şekil oluşturmuş. Ön tekerleğin bir kısmı da gölge olarak vuruyor. Böyle bir manzarada uyanıp tembellik yaptım bir süre. Çadırım iyice ısınmış güneş ışıkları altında.

20170514_085122_HDR

Fazla yanmadan çadırımdan çıkıp temiz havayı ciğerlerime çekiyorum. Dere kenarı, köyün yeşilliği, bozulmamış dokusu harika. Sabah kahvaltısını birlikte yapıyoruz. Turu düzenleyen arkadaşlara bizi otogara bırakmalarını rica ettik. Artık dönme zamanı deyip toplanmaya başladık. Sağ olsun arkadaşlar bizim için belediyeden bir kamyonet gelip otogara bırakacağını söyleyince içimiz ferahladı. Kalan arkadaşlarla vedalaştım görebildiğim kadarı ile. Kalanlar yapacakları tura başlarken vidosunu çekip uğurladım.

Aşağıda videosu var.

İçimiz ferahlayınca kamyoneti beklerken parkın girişinde köylü kadını dikkatimi çekti. Koyu renkli ve siyah çarşaf giymiş yaşlı kadın başına da siyah örtüyü bağlamadan atmış yerde oturmuş durumda topladığı kiraz ve erikleri satmaya çalışıyor. Kilosu kaça demeden bir kilo kiraz alıp parasını verdim. Halinden anladığım kadarı ile oturup pazarlık yapılacak durum yoktu. Sattığı kirazlar pahalı olsa da almak gerektiğini düşündüm.

Ağacın dibinde kaldırıma oturmuş kadın, kaldırımda iki kasa kiraz, yeşil erikler plastik kapaklı kaplarda sergilenmiş. Bez bir pazar çantası ve sepet ağacın dibinde. Parkın giriş kapısı çit olarak yapılmış.

20170514_111823_HDR

Uzun süredir yolda olduğumuzdan Cem Tabanlı’nın ayağı iyice kötüleşti. Pek bisiklete binemedi son gün, araçla kamp yerine geldi.  Kamyonet gelince bisikletleri ve çantaları kasaya yükleyip otogar yolunu tuttuk. Otogar Bursa’nın diğer yanında. Bursa’nın korkunç trafiğinde bisiklet sürmenin anlamı yok. Şehri boydan boya geçmek gerek otogara gidebilmek için. O yüzden araçla gitmek daha mantıklı. Kamyonet bizi otogara bıraktı, bisikletleri ve çantaları indirip yazıhanelerin olduğu yere geldik. Ben ve Cem İzmir için Kamil Koç firmasından biletleri aldık. Biletleri alırken bisikletli olduğumuzu belirttik özellikle. Şimdiye kadar hiç sorun çıkmamıştı, şimdi de sorun çıkarmadılar. Kamil Koç firması bisikletçi dostu oldu her zaman. Antalya’ya gidecek olan Ceyhun, Nafiz ve Mehmet Ali biletleri anca geceye bulabildiler. Bizim otobüs bir saat sonra kalkacak. İzmir’e saat başı araba kalkıyor o yüzden yer bulmakta sıkıntı çekmedik. Antalya’ya gidecek arkadaşlarla vedalaştık kucaklaşarak. Otobüs hareket saatinden önce perona gidip ön tekerlekleri söküp otobüsü bekledik bir süre. Otobüs gelince dikkatlice bisikletleri ve çantaları yerleştirip koltuklarımıza oturduk Cem ile birlikte. Otobüs hareket ettikten sonra hatıra olsun diye elçek resmini çekiyorum Cem ile.

20170514_154352

Yaklaşık 6 saat gibi bir zamanda rahat bir yolculukla İzmir’e vardık. Bisikletleri ve çantaları indirip ön tekerlekleri taktık. Cem’in ayağı kötü olduğundan bisikletini Uluğ Cem Balkanlı otogara geldi bisikleti almak için. Çantalarını da bir arkadaşı araba ile Cem ile birlikte alıp götürdü. Çantaları da bagaja yükleyip dosdoğru bir yol ve korkunç bir trafikte bisiklet sürüp Alsancak yeşil çimenlerine attık kendimizi. Oh dünya varmış deyip çimenlere yayıldık.  Çimlerde bizi Gülşah Ongun ve Habibe karşıladı. Avrupa şehirleri bisiklet yarışması için hazırlanan tabelanın dibinde oturduk. Tabelada yazan “Kendim için Kentim için Sürüyorum” ve #eccizmir yazısı, İzmir siuleti ile İzmir büyükşehir belediyesi saat kulesi logosu var. Avrupa şehirleri bisiklet sürme yarışları devam ediyor Mayıs ayı boyunca. Tabelanın dibinde yeşil çimenlere oturup yorgunluk kahvesi pişiriyorum. Hak ettik sayılır. Uzun bir turun sonunda eve kavuşmanın sevinci ve yaptığımız yolculuğun tadı henüz damağımda iken kahve ile birlikte arkadaşlarla paylaşıyorum.

Çimenlerin üzerine oturmuş kahve pişirirken yanımda iki güzel kadın da eşlik ediyor. Arkada belediyenin tabelası ve apartmanlar var. Kahve takımları önümde serili durumda. Sağ alt köşede bisiklet gidonu ve asılı sarı renkli bir kask var.

20170501_114612_HDR

Böylece 10 günlük bir turun daha sonuna geldik sevgili okurlar. Turda bir çok yer gördüm, yaşadım, yedik, içtik, yorulduk, terledik, kahve içtik, sohbet ettik, paylaştık, kavuştuk, ayrıldık. Bolca resim çektim tur boyunca, bunların hepsini sizlerle paylaştım, gördüklerimi anlattım. Herkes gittiğim yoldan gitme olanağını yakalamayabilir ama ben yolu açıyorum, bu yol hepimizin ve paylaşalım. Ben paylaşıyorum her zaman olduğu gibi. Paylaştıkça dostlarım artıyor sürekli. Hazine torbam dolmak bilmedi yol boyu. Dostlar, hikayeler doldukça sevindim. Mutlu bir duyguyla turu bitiriyorum ama başka turlarda yine görüşeceğiz. Durmak yok, yola devam derim her zaman. Bu yazı biraz geç oldu ama yazmak kolay değil, zaman yetmiyor.

Sağlıcakla kalın, başka turlarda görüşmek üzere

Otogar – Fahrettin Altay yaklaşık 17 Kilometre civarı.

Aşağıda haritası var

Powered by Wikiloc