Etiket arşivi: düden

5. Antalya Kemer Bisiklet Festivali 3. Gün

2 Ekim 2016 Pazar

Tekirova – Kemer – Kesme boğazı – Tekirova

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Ahmed Arif

 

Öne çıkan görsel, tarihi su kemeri, biraz büyük, sağında daha küçük bir kemer. Kemerin ardında tahtalı dağının çıplak zirvesi.

Bu sabah güneş henüz doğmadan, çok erkenden uyandık. Uyanır uyanmaz kahve takımlarımı alıp doğru sahilde soluğu alıyorum. Güneşin doğumunu kaçırmamak gerek. Yanımda da kahve sever Dilek Koçyiğit, Doktor Umur Gürsoy, Adnan Özzaim, Gözde Emine. Kumsalda oturup kahveyi pişirdim, kahveler fincanlarda beklerken elçek sopası ile yandan resmimizi çekiyorum.

Kahvelerimizi içerken güneşin doğuşunu bekliyoruz. Doğuş eli kulağında. Bu arada sevgili edebiyatçımız Gözde Emine’yi tek olarak deniz arkada olacak şekilde resmini çekiyorum. Bir çok festivalde beraber pedalladık. Edebiyat ve tarih konularında akıcı anlatımıyla bizleri geçmişe götürdü her zaman. Tatlı dili, güler yüzü ile edebiyat ve tarih konularını anlatan Öğretmen edası ile kendini dinletmesini bilir. Ben de hep can kulağı ile dinlerim Öğretmenimi.

Güneş doğmadığı için kurşuni renk tonu resmin her tarafına eşit olarak dağılmış durumda. Gökyüzü, deniz, kayıklar, kumsaldaki çakıl taşları ve bana poz veren Gözde Emine. Sadece Gözde Emine’nin yüzündeki ten rengi ve kıyıya vuran dip dalgasının beyaz köpüğü kontrast oluşturmuş. Bir de güneşin doğacağı yerde gökyüzü biraz kızıla boyanmış.

Kahve fincanları elinde Dilek ve Doktor Umur resimlerini yandan çekerken bana gülümsüyorlar. Ne de olsa sabahın köründe kahve içiyorlar.

Kahveler içilirken tan yeri kızıla boyanmaya başladı. Uçsuz bucaksız Akdeniz gök ile birleştiği yerde güneş ilk ışıklarını bize gösterdi. Sanki sudan çıkar gibi. Güneşin çıktığı yerin yanında demirlemiş küçük bir tekne duruyor. Deniz sakin, dalga yok ve gökyüzü açık.

Güneş tepesinde üstü geniş beyaz bir uçan daire gibi ışık demeti ile denizden tamamen çıktı.

Daha yakından çekebilmek için dijital zom yaparak güneşe iyice yaklaştım. Tam su yüzeyinde tepsi gibi sarı rengi ve etrafı kızıla boyanmış olarak karşımda. Birazdan içimizi ısıtacak. Yerde çakıl taşları, deniz ve güneş, sağda tekne manzarayı oluşturuyor.

Güneşe doğduğundan yüzeye iyice çıkasıya kadar çıplak gözle bakabiliyorum. Biraz yükselmeye başlayınca parlaklığı iyice artıyor ve sarıdan beyaza dönüşerek gözle bakılamayacak kadar çok ışık vermeye başlıyor.

Güneş parlak olarak deniz yüzeyinden çıkmış bana doğru ışıktan bir yol yaparak yansıtmış altın rengini. Hafifçe vuran dip dalgaları kumu ıslatıp güneşin yansımasını az da olsa görebiliyorum.

İkinci defa kahve pişiriyorum çünkü yeni gelenler oluyor. Bir araya toplaşınca denizden yeni çıkmış Seçil elinde kahve fincanı olarak resimde çıkıyor. Resimde sekiz kişi varız, ayakta Seçil, yerde oturmuş ben, Dilek, Ayşe Kuş, Gözde Emine ve Adnan. Diğer iki kişinin isimlerini bilmiyorum.

Güneş ışınlarını yatay olarak kumsalın ince kumlarına vurunca yerden ışık – gölge olarak resim çektim. Kumsalın bitiminde ağaçlık başlıyor.

Kahve takımlarını toplayıp çadırların yanına geliyorum. Bisikletimi hazırlayıp uzun kuyruk olmuş sabah kahvaltısı için sıraya girdim. Kahvaltıyı yaptıktan sonra bisiklete binerek çıkışa doğru gittim. Herkes toplandıktan sonra  hareket verildi ve yola çıktık. Yolda resim çekmeye gerek yok deyip yeni yola, Phaselis yoluna sapınca resim çekmeye başladım. Çam ormanı içinden geçen yol deniz kıyısına kadar gidiyor.

Phaselis Antik kentine ücret ödemeden giriş yaptık. Gerçi müze kartım var her zaman yanımda taşırım ama önceden izin alındığı için bisikletlilere serbest giriş. Giriş kapısında kaskımı çıkarıp gidona asıyorum Beni böyle bisiklete binerken resmimi İlker çekiyor yanımda da Dilek olduğu halde. Dilek dün akşam kamp alanına hızla girerken mıcırda kayıp düşmüş. Kolunda biraz zedelenme ve ağrıları vardı. Ben de bu gün yanımdan ayrılmayacaksın ve beni geçmeyeceksin diye sıkı tehdit ve tembih edince yanımda sakin olarak bisiklet sürüyor. Bıraksan deli gibi basıyor ve karbon olan yol bisikleti olunca arkasından yetişmek imkansız. Sonra da düşüyor durduk yerde yaramaz kız çocukları gibi.

Antik kentin girişinde kale duvarı olduğunu tahmin ettiğim yeri çekiyorum. Yanımdan ayrılmayan Dilek bisikletiyle duvarın dibine oturmuş uslu çocuklar gibi bana poz veriyor. Duvar düzgün yontulmuş blok taşlardan örülmüş, yüksekliği 4 metre civarında. Üstü düz arazi ve çam ağaçlarının gövdeleri görünüyor.

Yıkıntılar içinde çam ağaçları çıkmış  gelişi güzel. Sadece bir kısa duvar ayakta, geri kalan taşlar, sütun parçaları yerlerde. Burası mezarlık yani nekropolis.

Başka bir duvar kalıntısı ve yanı deniz.

Dilek yontulmuş kaya bloğunun yanında poz veriyor.

Kentin girişinde bisikletleri park ediyoruz. Yanımda festival görevlilerinden türkücü Nevzat ile oynadığı tek ayak üzerinde durma oyununu oynarken resimlerini çekiyorum. Pembe taytı, uzun kollu siyah beyaz benekli elbisesini giymiş kız çocuğu bir eliyle Nevzat’a  tutunmuş. Diğer elinin üç parmağı ile işaret yaparak bana poz veriyor.

Kız çocuğu tek ayak üzerinde dururken iki kolunu yana açarak poz veriyor.

Ben de onların oyununa katılıp tek ayağımın üzerinde durarak parmaklarımla üç işaretini yaptım. Beni de cep telefonumdan küçük kız çocuğu çekiyor.

Kemerli yüksek bir duvar var önümde. Kemer gözlerinin altından geçebiliyoruz. Yer yer yıkılmış kısımları ve ayakta kalan kısımları uzayıp gidiyor. Gördüğüm kemer şehrin su ihtiyacını karşılayan su kemerleri.

Taş kemerin gözünden tahtalı dağının resmini çekiyorum. Bulunduğum yer ve kemerin iki ayağı ve kemeri gölgede ışık vurmuyor. Gözün arkası ve Tahtalı dağı eski adıyla Olimpos dağı aydınlık içinde. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Su kemerleri kentin içine kadar gidiyor ama pek çoğu yok. Çam ağaçları ile bütünleşmiş sanki antik kent.

Kimi yerde sadece birer taş blok olarak kalmış. Sanırım taş blokların çoğunu yapılarda kullanmak için alınıp götürülmüş. Bunlar da geriye kalanlar.

Antik kent büyük olunca yoruluyor insan bir süre sonra. Yanımdan ayrılmayan Dilek ile gölge bir yerde antik taşın üzerine oturup resim çekiliyoruz elçek ile. Dilek güneş gözlüklerini çıkarmıyor çünkü gözlükleri numaralı. Gözlük takmazsa önünü göremez.

Kimisi de gezmek yerine denize girmeyi tercih ediyor. Elbiselerini kıyıya koymuş havlusu ile beraber.

Kentin ortasında antik bir cadde boydan boya gidiyor. Caddenin kıyılarında taş bloklardan yapılmış dört basamak. Zemin zamanında taş döşeliymiş ama sökülüp alınmış.

Roma hamamı yıkıntıları, sadece bir kaç duvar ayakta.

Duvarda taş kapı çerçevesi ve içeride yine kapılar. İç içe geçmiş odalar.

Sadece yüksek duvarları kalmış hamamın.

İlginç bir duvar örneği, taş bloklar aynı boyutta ve küçük çukurlar açılmış tam ortalarında. Bu oyuklar taşları birbirine bağlamak için kurşun döktükleri boşluklar.

Hamamın ocak kısmı, odunları burada yakıp suyu ısıtıyorlar. Taş bloklar arasında pişmiş tuğla ile ocaklar örülmüş.

Kayanın içi oyularak derin bir çanak yapılmış.

Her tarafı taş örülü duvarları olan binalar. Bir zamanlarda burada zengin ve hareketli bir yaşam olduğunu belirtiyor.

Küçük bir tepeye yamaç evler yapılmış. Sonradan çıkan çam ağaçlarının gölgesinde kalmış yapılar.

Pişmiş yassı tuğla örülerek yapılmış ocaklar hamamın an altında, binanın temeline yapılmış. Taş duvarlar yükselip hamamın üst tarafına çıkıyor. Zeminde tuğla parçaları dağınık durumda.

Yan tarafta hamam odaları dört tarafında dört kapısı. Tuğla parçaları üst üste bir kaç tane konulmuş gelişi güzel. Bazı taş bloklarda oyuklar var.

Tahta bir tabelaya PHASELİS yazısı üstte yazılmış, altta ise denize çıkıntısı olan yarımada şeklinde haritası boyanarak çizilmiş. Yarımada ayağımıza giydiğimiz bot şeklinde.

Phaselis

Bey Dağları-Olympos Milli parkının çam ve sedir ormanları arasında yer alan Kemer İlçesi, Phaselis Antik Kentine, Antalya-Kumluca karayolunun 57. km’sinden güneye dönüldüğünde yaklaşık 1 kilometre sonra  ulaşılır. Kentin Akdeniz’e uzanan küçük bir yarımada üzerinde MÖ 7. YY’da Rodoslu kolonistlerce  kurulduğu söylenir. Kuruluş efsanesinde kolonistlerin yöre halkına mısır ekmeği veya kurutulmuş balık önerilerine, arpa ekmeği ve tuzlu balık isteği ile cevap verildiği anlatılır.  Coğrafi konumu ile önemli bir liman kenti olan Phaselis, 3 limana sahiptir. Bu limalar  yarımadanın kuzeyinde, diğeri kuzeydoğuda, üçüncüsü ise güneybatı kıyısında yer alır.  Limanları, agoraları ve şehir sikkeleri üzerindeki gemi betimlemeleri Phaselis’in ticari liman hüviyetini vurgular. Phaselis bazen Likya bazen Pamfilya bölgesi şehri olarak gösterilir. Gerçekte her iki bölgenin sınırları arasında yer almaktadır.

MÖ 6. y.y. ortalarından itibaren sikke darbeden kent, Pers Kralı Kyros’un Lydia Krallığı’na son verip tüm Küçük Asya’yı ele geçirmesinin ardından, M.Ö. 546 yılında komutanı Harpagos tarafından Lykia Bölgesi’yle birlikte Pers egemenliği altına alınmıştır. Klasik Dönem’le birlikte M.Ö. 469 yılında Atinalı komutan Kimon tarafından Delos-Attika Deniz Birliği’ne dahil edillmiş ve bu durum MÖ 411 yılına kadar devam etmiştir.  Lykia, MÖ 360 yılında, Pers kralına gösterdiği sadakatinden dolayı Satrap Mausollos’a ödül olarak verilirken, Phaselis bu dönemde otonomisini korumuştur.

MÖ 333’de Büyük İskender’i altın taçla karşılamaları şehir tarihinin en renkli sayfalarından biridir. İskender’den sonra bir çok kere el değiştiren Phaselis, MÖ 167’de Likya Birliği’ne üye olup birlik sikkelerini basar. Bir süre komşu kent Olympos ile korsanların talanına maruz kalmasının ardından İ.Ö. 43’de Roma egemenliğine girer ki, bu dönem şehirde yeniden yapılanma ve en az 300 yıl sürecek refahın başlangıcıdır. Şehir 129’da İmparator Hadrian tarafından ziyaret edilir.  Güney limandan başlayan ana caddenin girişindeki tek kemerli anıtsal tak bu ziyaretin anısına dikilmiştir. 5. ve 6. yüzyıllar Bizans egemenliğindeki yüzyıllardır ki, Phaselis 451’de Kadıköy Konsülüne katılan şehirler arasında yer alır. 7. YY’da Arap akınlarından sonra 8.YY’da yeni bir refah dönemi başlar. Phaselis 1158’deki Selçuklu kuşatmasından sonra gerek depremler ve gerekse limanının işlevselliğini kaybetmesi ardından önemini kaybedip 13. YY başlarından itibaren tamamen terk edilir.

Günümüze çoğunlukla Roma ve Bizans dönemi kalıntıları ulaşmıştır. Bunlar şehrin ana aksını oluşturan ve Kuzey-Güney limanlarını birleştiren ana caddenin iki yanında sıralanır. Cadde, agora ile tiyatro arasında genişleyerek küçük bir meydan oluşturur. Meydanın güneydoğu köşesinde basamaklar tiyatro ve akropolise ulaşımı sağlar. Tiyatro küçük boyutlu tipik bir Hellenistik dönem tiyatrosudur. Roma döneminde sahne binasının eklendiği, Geç Bizans’ta ise sahne binası duvarının kısmen şehri koruyan yeni surların bir parçası olduğu kalıntılarından anlaşılır. Ören yerinin girişindeki virajın sağında şehrin eski surlarıyla (MÖ 3. YY), tapınak veya anıtsal mezar olabilecek temel kalıntılarına rastlanır. Kuzey limanı arkasındaki yamaç ise nekropolüdür.   Günümüze ulaşan en anıtsal yapı ise su kemerleridir. Şehrin ihtiyacı olan su, kuzeydeki tepede yer alan kaynaktan getirilmekteydi. Biri tiyatro karşısında, diğer ikisi güney limana giden ana caddenin sağında olmak üzere 3 agora bulunmaktadır. Tiyatronun karşısındaki agoranın içinde bugün Bizans dönemine ait küçük bir bazilikanın kalıntıları yer alır. Şehrin diğer iki önemli kalıntısı ise şehir meydanındaki biri küçük diğeri büyük iki hamam kalıntısıdır. Özellikle küçük hamam kalıntıları Roma hamamının ısıtma sistemi hakkında bilgiler verir. Tarihçiler şehrin baş tanrıçasının savaşın ve bilgeliğin tanrıçası Athena olduğunu yazarlar. Henüz bulunamamış olan Athena tapınağı ve diğer önemli yapıların bugün ormanla kaplı akropol tepesinde yer aldığı düşünülmektedir.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/phaselis-orenyeri

Tiyatronun olduğu yere geldik. Seyirci oturma yerleri yamaca yapılmış fazla büyük olmayan tiyatroya tahtalardan yürüme platformu yapılarak girebiliyoruz.

Tiyatronu sahne duvarlarından ayakta kalan duvarın dibinde resim çekiliyoruz. Resmi çeken de Ömer. Resimde Dilek, ben, Seçil ve adını bilmediğim bir kadın, bir erkek.

Büyük taş bloklardan örülmüş, giriş kapısı dar ve yüksek olan bir binanın ayakta kalmış sağlam kısmı. Kapının üst kısmında tek parça yapım yuvarlak oyulmuş kemer blok. Binanın iç kısmına doğru giden duvarların taşları düzgün değil ve düzensiz örülmüş.

Çam ağaçları içinde kalmış tek tük binaların kalıntılarını da görüyorum.

Yamaçta başka bir duvar kalıntısı.

Ana cadde yarımadanın iki limanını da birbirine bağlıyor. Dört basamaklı yol kıyısı devam etmiş buraya kadar.

Cadde burada bitmiş ve sütun, kiriş kalıntıları sıralı dizilmiş yerde. Çam ağaçları ve az ileride denizin mavisi.

Yerdeki taş blokları yakından çekiyorum. İki sıra yontulmuş figürler ile süslenmiş. Kiriş taşı olabilir.

Her taş blok ayrı ayrı işlenmiş.

Kuzey batı limanı burası, limanın bir kaç taş kalıntısı kalmış sadece. Rüzgar ve dalgalardan korunaklı doğal bir liman denizde bir kaç kayık demirlemiş sakin sularda. Yarımadanın burnu geniş olunca dalgaların önünü kesmiş. Karşıda kayalıklı bir tepe görünüyor denizin ötesinde.

Olimpos yada tahtalı dağının yalçın çıplak tepeleri boz rengi ile karşımda tüm azameti ile duruyor.

Her taşta ayrı bir figür, ayrı bir işleme. Ağaç dalları, yapraklar ve çiçekler.

Elips çıkıntılar oyularak içine iki ayrı ağacın yaprakları işlenmiş. Biri ıhlamur, biri meşe yaprağı. Taş blokta iki tane olarak işlenmiş.

Ana caddenin başlangıç yada bitim yeri. Köşe taşları burada dönüyor 90 derece. Dört basamaklı olarak yapılı yol kıyısı diğer limana kadar devam ediyor. Burada biten cadde taş merdivenlerle basamak olarak limana iniyor.

Phaselis antik gezimiz bitince tekrar yola çıktık. Şimdi biraz yokuş çıkacağız ana yola kadar. Çam ağaçları arasındaki yolda bisikletliler gidiyor. Bisikletinden inmiş birisi elinde fotoğraf makinesi ile bekliyor gelenleri.

Resimleri çeken Mustafa Gültekin. Beni görünce resmimi çekerken ben de onun resmini çekiyorum.

Ana caddeden fazla gitmeden Çamyuva içine sapıp kestirme orman yolundan Kemer içine ineceğiz. Yol kestirme, çam ormanı ama biraz sert yokuş. Arada dinlenmek gerek deyip biraz nefesleniyoruz. Dinlenenlerden Dilek Ve Gözde Emine bana poz veriyorlar çam ağaçları gölgesi altında.

Mustafa da Gözde Emine ve beni yokuşu çıkarken resmimizi çekiyor. Arkamda da Dilek var sadece bir kısmı çıkmış.

Kemer kasabasına geldik, sıkıştığımdan doğru tuvalete koştum. Tuvalette pisuvarın içinde kocaman çakıl taşlarını görünce resmini çekiyorum. Biri böbrek taşlarını düşürmüş sanki.

Öğle yemeğini burada yiyeceğiz ama henüz yemek arabası gelmediğinden kahvenin birine oturup çay içiyoruz. Yanımda oturanların çoğu çadır komşularım. Masada boş çay bardakları, su şişeleri ve kahve fincanları. Dağıtılan mavi renkli içecek şişeleri de var masada. Aramızda bazıları sigara içiyor, paketi de masada.

Öğle yemeğini pazar yerinde kurulan masalarda yedik. Yemekten sonra son kalanlar ve festival görevlileri ile birlikte resim çekiliyoruz.

Yemekten sonra Kuzdere yatağından Kesme boğazına doğru yola çıktık. Haliyle bazı yokuşlarda yok değil. Hal böyle olunca yerlere yine yazılıp çizilmiş. Bunlardan birisinde HA GAYRET yazısı, altına da yuvarlak beyaz çizgili daire, daire içinde Güneş, deniz ve bisiklet çizili Antalya bisiklet festival derneğinin amblemi. Güneş ve bisiklet sarı renkte, deniz mavi renkte.

Bir tarafı duvar gibi kayalık, bir tarafı dere yatağı ve ağaçların arasında yukarı doğru tırmanıyoruz.

Yalçın kayalıklı dağların yarılmış kanyonundayız. Dere yatağında iri dere taşları ağaçların arasından görünüyor.

Kanyonun bazı yeri dar bir geçitten oluşmuş. Yamaçlar kayalık ve dik. Yukarıya doğru bakınca V biçiminde bir görüntüsü ve ardı Toros dağlarının yüksek tepeleri.

Kayalıkların dibinden tamamını çekmek biraz zor olsa da tepesine kadar çekiyorum.

En dar yere yaklaştım, yol sağa doğru döndüğünden kayalıklar birleşmiş gibi duruyor. Asfalt kaymak gibi ve yolda giden bisikletçiler resme giriyor.

Dere yatağı derinde, sert granit kayalıkların arasında akıyor denize doğru.

Kanyonun en dar yeri 20 metre civarında karşımda duruyor. Yol 10 metre dere yatağından yukarıda. Yolun sağında dere yatağı, kimi yürüyüşçüler yürüyüş yapıyor derenin içinde.

Dere yatağında yürüyenler küçücük görünüyor baktığım yerden.

En dar geçitte suyun gücünü görüyorum. Sert granit kayaları öyle bir oymuş ki duvarları pürüzsüz yapmış. Su şimdilik sakin akıyor ama kuvvetli bir yağmurda sel sularının sürüklediği taşlar kayalara çarpınca oluşan korkunç sesleri duymak insanı korkutur. Böyle bir anda burada olmak isterim.

Hazır resim çekerken geliş yolunu da çekeyim dedim Üç kişi yan yana yokuşu çıkarken görüntüledim.

Yerde, kuru dalların arasında mor çiçekler inadına açmış kendini gösteriyor.

İki derenin birleştiği yer, sağdakinden su akmıyor. Dere yatağına kadar çam ormanı girmiş ama dere yatağının hakimi hep çınar ağaçları oluyor. Neden derseniz çınar ağaçları kolay tutuşmayan bir ağaç. O yüzden orman yangınında en az zararla kurtulan çınar ağacı yüzyıllar ayakta kalabiliyor. Çam ağaçları öyle değil, insanlar haricinde doğal olarak ta yangın çıkabilir. Örneğin yıldırım düşebilir ve orman yanmaya başlar. Çam ağaçları çıralı olduğundan kolayca tutuşup tamamen sönesiye kadar yanar. Çam ağaçları yangından bir kaç yıl sonra araziyi tekrar kaplamaya başlar. Yüz yıldan fazla ayakta kalan çam ağacı pek göremezsiniz. Nadiren bazı yerlerde, yangın görmediğinden ayakta kalabilir. Resimde görünen çam ağaçları da genç, 30 yıllık ya var ya yok.

Az ileride taş köprü görüyorum tek gözlü. Köprü dere yatağından epey yüksek. Köprü ağaçlar arasında kaybolmuş gibi, pek az kısmı görünüyor.

Köprüye gelince burada işletme olduğunu görüyorum ve bisikletçiler mola vermiş. Dere yatağında sırıklar üzerinde çardaklar yapılmış, birbirine tahta köprülerle geçiş sağlanmış. Akan dere yatağının üzerinde de tahta bir merdiven yol var yürümek için. Tahtalar sık çakılmış. Dere yatağında iri taşlar arasında su akıyor az bir miktar.

Su donumu giyip derede yıkanıyorum. Beni uzun saçlarım dağınık olarak resmimi çekiyor İlker. Arkamda kayalıklar olduğu halde. Orman kaçkını Tarzan gibiyim.

Bir süre oyalandıktan sonra geri dönüşe geçtik. Çıkarken bir çok resim çektiğimden ve aynı yerden geçtiğim için resim çekmedim. Ana yola çabuk indik. Profesyonel fotoğraf makinesi ile Ömer geniş açıdan, uzun olmuş bisiklet konvoyunu çekiyor. En önde ben varım, ardımda onlarca bisikletli beni takip ediyor. Duble karayolu sakin, tek tük arabalar var.

Kamp alanına döndüğümüz yere geldik. Kavşakta parkın içinde yeşil alan ve çiçeklerle süslenmiş kocaman yazısı ile “TEKİROVA KEMER” ve bisikletim KUZ birlikte resim çekiyorum

Kamp alanına geldik, ilk önce denize girip yüzdükten sonra duşu alıp temiz elbiseleri giyiyorum. Bu gün festivalin son günü ve ayrılıklar başlıyor. Gidenlerle vedalaşıyorum birer ikişer. Bunlardan birisi de çadır komşularım İzmir den arkadaşlarım Engin ve Enis Ünalmış. Mavi Vosvos minibüs yüklenmiş durumda elçek resim çekerek anılara kaydediyoruz bu anı. Festival komitesinden Işıl Tutucu da aramızda, toplam yedi kişiyiz.

Giden gitti kalan sağlar bizimdir deyip bu akşamı kutlayalım dedik. Bir şişe şarap masada ve yiyecekler önümüzde kutluyoruz birlikteliğimizi. Masa etrafında İlker, ben, Dilek, Gülin ve bir kişi daha var. Akşam neşesi üzerimizde.

Gece yatasıya kadar oturup şarap içtik ama o kadar değil, benim alkolden ertesi gün başımı ağrılar tuttuğundan fazla içmedim. Muhabbet desen hiç bitmez. Gecenin geç saatlerine  kadar sohbet ettik. Bir zaman uykumuz gelince herkes birbirine iyi uykular dilekleriyle çadırına çekildi.

Ertesi sabah, erkenden kalkıyoruz, çadırları topladık. Ayrılmadan önce Antalyalı dostlarla kahve içiyoruz. Aramıza ünlü bisikletçi Ahmet Mumcu da katılıyor.

Kahvaltıdan sonra Dilek, ben Gökay ve Mehmet Dilek’in arabasına bisikletleri yükleyip Antalya’ya gittik. Antalya da gezilecek yerleri dolaşmaya başladık. Manzara terasına çıkıp Antalya’yı komple gördük. Manzara süper, Antalya şehri ve Beydağları.

Mermerde yazıldığına göre Derviş Türküm çeşmesi. Yaptırandan Allah razı olsun, fakat önemli bir şey var. bu güzelim çeşmeden su içilemiyor maalesef. Nedenini bilmiyorum ama, çeşmenin solunda “Su içmek yasaktır. İt is forbidden to dring water. (Turistler için İngilizce yazılmış) Anlamak mümkün değil, insanların su içmesi engellenmiş, bir şekilde plastik şişelere mahkum edilmiş. O da parayla!

Ardından Düden şelalelerine gidip gezdik. Su çok az akıyor, neredeyse yok denecek kadar. Pek yağmur yağmadığından baraj boş olunca pek su vermiyorlar Düden şelalelerine. Dilek ile birlikte resim çekiliyoruz şelaleyle birlikte. Bizi Gökay çekiyor.

Akşam olmadan İlkay Celal’in evine kadar gelip beni bıraktılar. Antalya içinde arabayı ben kullandım akşama kadar. İlkay Celal ve Gülin Sevi’nin ailesiyle akşam yemeği yedik. Ailecek elçek resim çekiyorum

Sohbet, çay, kahve derken 12 sıraları İlkay Celal beni garaja götürdü. Biletimi önceden aldığımdan bisikleti bagaja yerleştirip gece yolculuk ederek sabah erkenden İzmir’e vardım. Alsancak iskelesinin karşısında İzmir yazısı, büyük nazar boncuklu. Mavi renkli yazı önünde bisikletim KUZ’u çekiyorum.

Bir tur, bir festivalin sonuna geldik sevgili okurlar. Antalyalı dostlarımın daveti ile ilk defa görmediğim yerleri görüp harika yerlerde bisiklet sürdüm. Yeni kişilerle tanışıp yeni dostlar edindim. Dolmak bilmeyen hazinem yine dolmadı. Zaten torbalarım o kadar büyük ki hiç bir zaman dolmaz. Bazı yerlerde çok resim ve yazı olması gördüğüm güzellikleri sizlere, henüz gidemeyenlere bir kısmını göstermek. Umarım fırsatını bulup gezdiğim yerleri kendi gözlerinizle görüp yaşarsınız. Ne demek istediğimi o zaman anlarsınız.

Bir sonraki turda görüşme dileği ile

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 52 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Simav Eynal Bisiklet Festivali 1. Gün

2 Eylül 2016 Cuma

Simav Eynal – Efir – Eynal

( Kör arkadaşlar için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Yazdan kalma günler getirirsin kara kış içinde
Bir serçe dala konar gibi güzel her söylediğin
Don vurur kırağı çalar evrenimi
Yüz güvercin pırr demiş uçmuş gibi ürkerim her gidişinde

Kulağımı çınlatan, aşımı kotaran, söküğümü diken
Od düşer su serpersin içime
Şaşırsam seni duyarım
Deniz kıyılarısın ağustos güneşinde

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Beş çocuk çakıl tepesinde gülerek el sallıyorlar. Dört kız bir oğlan.

Hayallerinin peşinde koşmalı, her sabah kalktığımda hayaller kurarım. Hayallerim bisiklet turları. Kış aylarında kurduğum hayallerde yıl içinde yapacağım bisiklet turlarını üç aşağı beş yukarı belirlerim. O yıl ona göre turlara katılmaya çalışırım. Bazen evdeki hesap çarşıya uymuyor. Ya da olmadık zamanda beklenmedik festivaller de olmuyor değil. Yine beklenmedik bir festival haberini alır almaz festivali düzenleyen Simavlı Öğretmenlerimizden Şeref Aldemir ile iletişime geçerek Simav Eynal Bisiklet Festivaline katılmaya hak kazandım. Bu olay kısa sürede oldu ve gelişti. Hemen hazırlıkları yaptım. Bu kez kendi arabamla gideceğim. Festivale katılacak olan İzmir den sevgili arkadaşlarımdan Baattin Şimşek ve Atilla Özakdağ ile birlikte üç bisikleti bisiklet taşıyıcısına  bağlayıp yola çıktık. Ankara yolundan gitmeyi planlıyordum ama sohbet sırasında bir baktım İstanbul yoluna girmişiz. Eh ne yapalım artık gitmediğimiz yollardan Simav’a  gideceğiz. Akhisar’dan sağa köy yollarından sakince giderek Simav’a vardık.

Akşam olmadan bizi Şeref Öğretmenim karşıladı kamp alanında. Kamp alanı Simav dışında belediyenin işlettiği Eynal kaplıcaları. Çadır alanı olarak futbol sahasının yeşil çimenleri. Arabadan bisikletleri indirip Çadırları kuruyoruz. İlk gelen biz olduğumuz için en uygun yere konuşlanıyoruz.

Tel çitlerle çevrili futbol sahası, iki çadır kurulu. Biri daha çadırını kuruyor. Pembe boyalı büyük bir depo gibi bina ve ardı alçak tepeler. Futbol sahası çimen ekili, saha etrafı kırmızı topraklı koşu yolu.

Simav da ilk defa düzenlenen bisiklet festivalini Öğretmen Şeref Aldemir organize ediyor. Tüm hazırlıkları, rotaları kendisi yapıp Simav belediyesinden de desteğini alarak ücretsiz yapıyor. Hem Simav’ı hem de Eynal kaplıcalarını tanıtım amaçlı yapılarak turistleri buraya çekme gayreti var. Eynal kaplıcaları ve tesislerini Belediye kendi işletiyor. Kaplıcaların yanı sıra spor sahaları da var. Tenis kortları, basketbol, voleybol ve futbol sahaları yapılıp çeşitli spor karşılaşmaları yapılmakta. Çevre, sahalar ve termal hamamlar gayet temiz ve bakımlı. Bu festivali hazırlayan Şeref Aldemir’e ve  destekleyen Simav belediye başkanı Süleyman Özkan’a teşekkür ederim.

Tenis kortunun tel çitlerine pankart asılmış. Pankartta yazan; Simav Eynal Bisiklet Festivaline Hoş Geldiniz Süleyman Özkan Simav Belediye Başkanı. Pankartın kıyılarında belediye logosu ve bisiklet resmi.

Kampımızı kurduktan sonra karnımızı doyurmak için Simav merkeze gideceğiz. Merkeze giderken ilk lastik patlağını görünce durup resmini çekiyorum. Lastiği patlayan pek anlamadığından Atilla Özakdağ lastiği onarıyor. Atilla elinde tekerlek kaldırımda bana bakarken.

Simav merkeze geldik, kocaman bir ağaç bizi karşılıyor. Boyu 20 metreyi aşmış bu güzel ağacı kadraja sığdırabilmek için biraz gerilerden çekmek zorunda kaldım. Araya görüntü kirliliği yapan bir kaç araba da giriyor ama yapacak bir şey yok.

Çarşıyı bisikletle şöyle bir dolaştık. Tarihi çeşme sokak arasından altın rengiyle ışıldıyor.

Başka bir yerde dış kısmı 8 kenarlı, içinde camekanlı şadırvan, üstündeki çatı çıkıntısından dolayı abdest alırken yağmurdan ıslanmazsın. Çeşmelerin olduğu kısım mermer, su deposu camekandan yapılmış.

Üstünde konik çatı ile örtülmüş, şadırvan kısmı ise süslemeli cam ile kaplanmış. Saymadım ama 16 tane çeşme olabilir. Çeşmeli kısım mermer kaplı. Etrafta ağaç gövdeleri ve bir salkım söğüt çarşıyı süslüyor.

Çarşıda sokaklar trafiğe kapalı, dar ve zemin Arnavut kaldırım taşı döşeli. Binalar ikişer katlı, altta dükkanlar.

Çınar ağacı çarşıya sığmamış caminin üstü ve sokakları kaplamış. Dört bisiklet tekerlekli çerçi arabasında yok yok, her şeyi sığdırmış. Arabanın üzerine de naylon kaplayıp ani bastıran yağmura karşı koruyor mallarını.

Karnımızı bir lokantada doyurduktan sonra kamp alanına döndük. Çadırların önünde oturup sohbet ederek zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Rakımın 800 metrelerin üzerinde olması gecenin serinliğini fazlasıyla getiriyor. Üzerimize kalın bir şeyler giyerek iyice serinleyen havada üşütmeden oturduk. Uyku kapıya gelmiyor çadırlarda, gözlerin ağırlaşıp kısılmasından anlıyoruz uykunun geldiğini. Çadıra girip bir güzel uyudum sabaha kadar. İlkbahar dan beri çadırda kalmadım yaz boyu. Özlemişim düz yerde yatmayı.

Sabah erkenden kalkıyorum, etrafta gece çadır kuran ve yeni gelenlerle saha dolmaya başlamış bile. Her sabah olduğu gibi elimi yüzümü yıkadıktan sonra ilk işim kahve pişirmek. Kahve içmeden güne başlamamalı. Yanımda olanlar kahveden faydalanıyor. Kimisi aç karnına kahve içemiyor. Saat 08 civarı kahvaltı başladı. Kahvaltının ardından açılış konuşması ve katılımcılara sertifikalar verilmeye başladı Şeref Aldemir tarafından.

Masalara katılımcılar oturmuş isminin okunmasını bekliyor. Şeref Aldemir de elinde mikrofon ile isimleri tek tek okuyor.

Belediye başkanı Süleyman Özkan gelip konuşmasını yapıyor bizlere. Ardından Şeref Aldemir de desteklerinden dolayı teşekkür edip sertifikasını sunuyor belediye başkanına.

Konuşmalar, sertifikalar faslı bittikten sonra bisikletlere binip şehir merkezinde doğru gitmeye başladık. Yaklaşık 100 bisikletçiyi gören Simavlılar meraklı bakışları arasında yanlarından geçip merkezdeki meydana geldik. Caminin önünde  topluca resim çekiliyoruz. Meydanda ipe asılı kocaman bir Türk bayrağı ve Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazılı bayrak ta asılı. Caminin bir köşesinde de büyük bir Türk bayrağı var.

Ben de çekilenler arasına oturup yandan katılımcıların resimlerini çekiyorum çaktırmadan. Bir sıra yere çömelmiş, bir sıra ayakta.

Resim çekildikten sonra şehirden ayrılıp köy yoluna saptık. Köy yolları genellikle sakindir pek araba geçmez. Ayrıca  bolca ağaç görmek olası. Geçtiğimiz yolda kocaman kavak ağaçları yolu tamamen gölgede bırakmış.

Simav’ı çıktıktan sonra yakın ilk köy olan Yeşilköy’e geldik. Köyde kış hazırlıklarına başlanmış. Evlerin önünde, yol kıyısında güneşte kurumaya bırakılmış tarım ürünleri yere serilerek kurutuluyor. Kurutulanlardan birisi de mısır. Sarı koçanlar kaldırım ve parke taşlarına gelişigüzel serilmiş.. Sanırım 60 Litrelik, beyaz boş bidon mısırların yanında duruyor. Yeşil beyaz bir basketbol topu da arkadaki eşyaların yanına konulmuş.

İncir meyveleri de kaldırıma serilip kurumaya bırakılmış.

Mor mürdüm erikleri de öyle serili. Kış aylarında meyve yemek için kurutulup saklanıyor kaplarda. Sert geçen kış aylarında pek iş olmaz, etrafı kar kapatmış. İş olmasa da enerjiye vitamine ihtiyaç var. Tazesi çıkasıya kadar kuru meyvelerle idare edilecek kış boyu. Görüntüde ters çevrilmiş meyve kasasının üzerine oturmak için minder konulmuş. Sağ tarafta da el arabası dikine duruyor.

Az ilerde iki borusu olan kuzine duruyor. Sanırım yemek yapmak ve kış için reçel kaynatmak için kullanıyorlar. Yakacak sıkıntısı yok buralarda. Dağlar odun dolu ve bedava. O yüzden her şeyi odun ateşinde kuzinede yapıyorlar kış hazırlıklarını.

Köyün içinden geçen yolda iki bisikletçi bisiklet sürüyor. Yolun kıyısında tek tük evler dağınık ve bahçeli. Her evin bahçesinde meyve ağaçları var. Meyve ağaçları evlerin beton kısımlarını örttüğü için çirkin görünmüyorlar. Evler en çok iki katlı.

Kimi ev tarihi, taş duvarlar ve kalın ağaç kütüklerden iki katlı olarak yapılmış. Eski bir ev olmasına karşı ustalıkla yapılmış düzgün bir ev. Alt kat ahır yada depo, kapısının geniş ve kanatlı olmasından belli.

Köyün başka bir evin avlusunda açıkta bir ocak görüyorum. Kalın demirden yapılmış büyük bir sacayağı. Sacayağının üzerinde alüminyum büyük bir kapağı kapalı kazan. Kazan kaynıyor anlayacağınız odun ateşiyle. Kazanın alt ve yanları isten kararmış. Kapağına alev ve duman gelmediğinden kararmamış kendi renginde. Kazanın hemen yanında 18 Litrelik yağ tenekesi ateşin ısısından faydalanıyor gibi konulmuş. İçinde ısınsın diye su konmuş olabilir. Ateşe yakın olan yüzey isten kararmış. Diğer yan çamurlu ve rengi solmuş durumda. Sacayağının altında üç dal parçası yanıyor ağır ağır. Dalların uçları köz olmuş, yanlarda küller. Yandıkça dal parçaları ileri sürülerek ateşi devamlı besliyorlar. Ocağın yanında da ayçiçeği yağ tenekesi 18 Litrelik. Markası Kula ve ayçiçeği resimli. Solda plastik mavi leğen.

Herkes kendi temposunda gittiğinden grupta kopmalar oluyor. Grubu toplamak için ara sıra bekliyorlar. Ağaçların gölgesinde bekleyen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yol kıyısında olgunlaşmış erik ağaçları görünce durup bir kaç tane yiyorum. Kırmızı erikler nefis. Dalında yeşil yapraklar arasında kırmızı erik meyveleri.

Düzlük bitti, sıra geldi yokuşlara. Önde yokuşu çıkmaya başlayan bisikletçileri resmediyorum. Tam karşıda bir tepe görünüyor.

Yol kıyısında böğürtlenleri görünce duruyorum. Buraların böğürtlenleri iri ve lezzetli olur. Böğürtlenlerin kimisi yeşil, kimi kırmızı renge dönüşmüş. Kimisi de olgunlaşıp kararmış yenmek için. Doğadaki canlılar bu olgunlaşmış böğürtlenleri yiyorlar. Yakından dalındaki böğürtlenlerin resmini çekiyorum.

Ben de nasibimi alıyorum böğürtlenlerden. Avucumda birkaç tane siyah böğürtlen meyvesi. Böğürtlen tadı nefis, vitamin ve enerji deposu. Dalından taze koparılmış ve iri.

Yokuşu bir çırpıda çıkıyoruz, etraf ağaçlarla kaplı. Yüksek bir dağ var önümde. Ağaçların arasında kavaklar uzun boyları ile dikkati çekiyor.

Hava sıcak, mola yerinde bir parça karpuz bizleri serinletiyor. Belediye görevlilerinden birisi elinde yarım dilim karpuzu bana uzatıyor yiyeyim diye. Teşekkür edip karpuzu alırken resmini de çekiyorum.

Dağların engebeli yerlerinde bir çıkıyoruz bir iniyoruz. Çam ormanı içinden geçen yolda bisikletlerle çıkıyoruz yokuşu.

Yokuşu çıkarken durup arkadan gelenleri de çekeyim dedim bir poz. Yokuşta zorlananlar bisikletten inip yürüyerek çıkıyorlar. Yol kıyısında dikdörtgen küçük bir yol tabelasında kırmızı renkte sağa ok ucu işareti yapılmış ama yol düz gidiyor. Neden konmuş anlamadım bu işareti.

Kalem gibi düz çam ağacı gövdeleri ormanın derinliklerine doğru gidiyor.

Biraz yükseklere çıkmışız, manzaradan belli oluyor. Dalgalı tepeler geniş bir alanda uzaklara kadar sıralanmış.

Yaz aylarının son günlerinde meyvelerin tümü olgunlaşmış. Bunlardan birisi de elma. Bir tarafı kızarmış elma dalında beni ye diyor. Ben de tabiat ananın sunduğu bu elmanın isteğini yerine getiriyorum.  Sert sulu, nefis tadıyla afiyetle yiyorum.

Hafif iniş ve çıkışlar devam ediyor. Burada tarlalar ve meyve bahçeleri var.

Bu meyve bahçelerinden birisi de elma ağacı bahçesi. Dallarında bir çok elmalar olgunlaşmış toplanmayı bekliyor.

Küplüce köyüne geldik. Adından da anlaşılacağı üzerine kocaman bir küp köyün meydanına konulmuş. Küp devasa boyutta. Kalın borulardan ayak yapılıp üzerine konulmuş.

Eski kerpiç köy evleri tek katlı ve şirin görünüyor çatıdaki kiremitlerle. Evin arkasında da kısa minareli küçük bir cami. Caminin kubbesi yok, normal kiremitli çatı yapılmış.

Yol kıyısında kum yığınının üzerine çıkmış dört kız bir oğlan geçen bisikletlere el sallayıp selam veriyorlar. Ben de durup selam vererek resimlerini çekiyorum. Onlar da bana ellerini sallayıp bağıra çağıra selam veriyorlar. Çocukların neşesi o kadar candan ki imreniyorum onlara ve bağıra çağıra karşılıklı el sallıyoruz. Soldaki çocuğun üzerinde pembe tişört, yeşil eşofman, yanındaki oğlan çocuğu mavi uzun kollu tişört, siyah pantolon, ortadaki kızın pembe tişört, siyah don, diğer kızın enine kırmızı çizgili beyaz tişört, gri don, en sağdaki kız da yeşil uzun kollu tişört sarı renkli çiçekli don. Çocukların elbiseleri rengarenk. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

En yüksek tepeye çıkınca manzarayı ve etrafı seyrediyorum. Bisikletim KUZ ve aşağıda birazı görünen gölet manzarası.

Sert iklim ve yüksek rakımlı yerlerin meyveleri başka olur. Deniz seviyesinde göremezsin. Bunlardan birisi MUŞMULA. Çoktandır, neredeyse çocukluğumdan beri muşmula ağacı görmedim desem yeridir. Muşmula ağacını görünce seviniyorum, hele dalında olgunlaşmak üzere olması. Biraz daha zaman geçmesi gerekiyor olgunlaşması için. Ama tadını almak için bir tane koparıp yiyorum. Sert ve tadı yerinde değil. Olgunlaşınca tadı nefis oluyor muşmulanın.

Düden mesire yerine geldik, burası bir gölet. İnsanlar piknik yapmaya geliyorlar. Devlet su işleri ve orman bakanlığı ortaklaşa yaptığı mesire giriş yeri yuvarlak ağaçlardan yapılmış. İki yanda dörder dikme odun yan ve çapraz çakılarak üstte çatı kısmı tutuyor.  Ağaç tahtalara sarı renkte Düden mesire yeri yazısı yazılmış. Mesire yeri ama üç katlı beton bina ormana ve mesire yerine hiç yakışmamış.

Göletin gökyüzünden aldığı mavi renge yosunların yeşil rengi karışarak turkuaz rengi ile harika görünüyor. Göletin kıyılarında sazlıklar kaplamış. Etraf ağaçlı tepeler sarmış durumda. Mavi gökyüzünde bir kaç beyaz bulut manzarayı tamamlamış.

Göletin etrafı çam ağaçları ve biz bu çam ağaçlarının arasında toprak yolda göleti dolanıyoruz. İçimize taze çam kokusu ile birlikte bol oksijen çekiyoruz.

Sazlıkların arasından göletin durgun suyunun resmini çektim.

Bisikletim KUZ da resim çekilmeyi hak ediyor. Gölet manzaralı onun da resmi oluyor böylece.

Göletin etrafını tavaf ettikten sonra yemek arabası buraya kadar geldiği için acıkan karnımızı doyuruyoruz. Derin dikdörtgen büyük kaplarda yemeğimizi kepçelerle veriyorlar bolca. Kimse karnım doymadı diyemedi, yemek bol ve dağıtan aşçı da sevimli olunca.

Yemek arası bitip dinlendikten sonra Simav’a doğru dönüşe geçtik. Grup fazla dağılmadan ara sıra bekleyip yola öyle devam ediyoruz. Bir grup bisikletçi beklerken görünüyor.

Pazarlar ilçesine geldik, tabelada yazdığı kadarı ile 3300 nüfusu var. Küçük bir ilçe.

Pazarları geçtikten sonra ana yola çıktık. Simav’a 25 Kilometre var. Yol kıyısında aralıklı ikişer, üçer uzun kavaklar eşliğinde gidiyoruz.

Ana yolda araç trafiği fazla olunca hızlı yol alıp kısa sürede Simav’a geldik. Evler, apartmanlar giriş tabelası ile başlıyor. Tabelada yazan 25500 nüfus Simav’ın fazla kalabalık olmadığını gösteriyor.

Merkeze girmeden doğruca kamp alanına gidiyoruz. İlk önce Eynal köyüne geldik. Tabela öyle gösteriyor. İlerde daha büyük bir tabelada ise Hız sınırı bölgesi 50 kırmızı daire içinde yazılmış. Uyarı bizler için değil, arabalar için.

Çadırların yanına gelip terli olan çamaşırları çıkararak su donumu ve peştemalimi alarak doğru hamama giderek sıcak su içinde tüm kirlerim den arınıyorum. Hamamın suyu çok sıcak ve içerisi buhardan nem oranı fazla olunca içeride çok kalamadan çıkıyorum. Terli çamaşırları da yıkıyorum. Temiz elbiselerimi giyiyorum. Buraları geceleri serin olduğundan ceket, pantolon giydim. Fazla zaman kaybetmeden arabaya binip yakın olan Gediz’e geldim. Gediz de sevgili halam oturuyor. Az kalan büyüklerimden birisi olan halama bu kadar yakın olmam onu ziyaret edip sevindirmeliyim. Beni karşısında görünce çok sevindi. Hasretle kucaklaştık sevgili halamla. Sık sık görüşemediğimizden hatır sormalar, evdekiler nasıl, neler oldu, ne yapıyorsun birbirimize anlattık. Konuşmasak ta yanında durmak bile benim içim çok değerli. Beraber bir resim çekiliyoruz halam ile birlikte.

Kuzenim ve oğlu da yanımıza gelip resim çekiliyoruz birlikte. Kuzenim de geldiğimden dolayı çok sevindi.

Akşam yemeğini kamp alanında yemeden çıktığım için kuzenim bir şeyler hazırlayıp sofrayı hazırladı. Yemeği yerken bol bol sohbet ederek zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik bile. Kahve, çay derken gece ilerledi, izin isteyerek arabaya binip Simav’a kamp alanına geldim. Çoğu arkadaş uyumuş bile. Gecenin serinliği çadırların üstüne çökmüş. Ben de fazla ses çıkarmadan çadırıma girip mutlu bir durumda uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 62 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc