Etiket arşivi: edirne

Keşan Trakya Bisiklet Turu 10. Gün

11 Eylül 2013 Çarşamba

Edirne – Lalapaşa – Kofçaz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Sana.

sıkı

sıkı

sarıldıktan

sonra

 İlk öpücükle yitirdi

 aklım

 düşüncesini …

 her yerin dudak…

2010 – Feyyaz Alaçam

 

Öne çıkmış olan görsel, Önde iki kaya üzerine konulmuş düz kaya sundurmayı oluşturuyor. Arkada mezar odası.
10-22
Sabah 07:00 de uyanıyorum 08:00 de Can küçüklerin kaldığı tesislerde buluşacağım. Edirne’de  okuyan öğrenci arkadaşlarım Emre Ata ve Selim Karagözler beni çok güzel ağırladılar. Kendilerine yüksek teşekkürler. Kısa süren birlikteliğimiz ömür boyu unutulmayacak, iyi ki tanıştım. Onlar da erkenden uyanıyorlar. Kahvaltı yapmadan hazırlanıyorum. 2 gün yol arkadaşım Orhan Şentürk seninle çok güzel yolculuk ettim. Uyumlu, sakin, her zaman beraber yol yapabileceğim bir insanla tanıştım.
Emre Ata da bana bir tane suluk hediye etti. Bisiklet dostluğu başka bir şey canım. Artık bir de suluğum oldu. Teşekkürler Emre Ata, yolda her su içişimde seni anacağım. Bisiklet suluğu çantamın üzerinde, rengi sarı.
200320145287
Sevgili Selim Karagözler, bizim Edirne de kalacağımızı öğrendikten sonra İstanbul’a gitmekten vaz geçip aramıza katıldı, çok güzel bir akşamın ardından evinde misafir etti. Böyle duygularla arkadaşlarımla vedalaşıyorum. İyi ki sizleri tanıdım. Apartmanın dışına el birliği ile bisikletimi çıkarıyoruz. Bana İl Gençlik spor misafirhanesini tarif ediyorlar. Misafirhane kolay yerde ana cadde üzerinde ve yakın. Yol kıyısında dört kare sütunlu, üzerinde kubbesi olan mezar boş arsada öylece duruyor. Arkasında büyük bir otel var.
10-1
Kısa sürede misafirhaneye varıyorum. Ardından Can’ı telefonla arayıp aşağı inmesini söyleyerek beklemeye koyuldum. Can biraz yavaş hazırlandığından azıcık bekliyorum. Aşağı inince ana yola çıkıp Selimiye camisini bulunduğu yere varıyoruz. Uzaktan Selimiye camisinin resmini çekiyorum. Dört minaresi ile muhteşem yapı.
10-2
Mimar Sinan’ın heykeli Selimiye camisinin  kuzey doğusunda, sabah güneşi arkadan geldiği için resim biraz gölgeli çıkmış. Heykel geniş bir kaidenin üzerinde.
10-3
Caminin bir çok kapısı var, biz bahçenin sol yanındaki kapıdan giriş yapıyoruz. Kapı da kapı hani, devasa boyutu var. Bekçi kulübesi de kapının ardında bisikletler emin ellere bırakıyoruz.
10-4
Caminin içine girip muhteşem yapıyı incelemeye koyuluyorum ve bir kaç resim çekmek gerek. Camiler içinde gördüğüm en devasa cami. Mimar Sinan’ın ustalık eseri, burada oturup saatlerce etrafı seyredebilirim. Ama yolumuz uzun. Tam ortada tavandan sarkan geniş avizede yüzlerce ampul yanıyor.
10-5
Kubbenin iç kısmını alttan çekiyorum. Kubbeye Arapça yazılar yazılmış daireler içine. Sekiz daire kenarlarda, ortada mavi çinili hat yazısı yazılmış. Kubbenin çapı 31.25 metredir. Kubbenin altında çepeçevre pencereler içeriyi aydınlatıyor.
10-6
Kısaca etrafı dolaştıktan sonra Ters Laleyi aramaya koyuluyoruz. Can bildiğinden hemen bularak hikayesini de Ters Lalenin olduğu yerde anlatıyor. Mimar Sinan camiyi yaparken ihtiyar birisi evini vermemiş. Vermeyince de cami inşaatı biraz beklemiş. İhtiyar öldükten sonra cami bitirilip ihtiyarın arsası üzerinde müezzinlerin oturduğu bölümün sütunların birine ihtiyarın tersliğinin işareti olarak Ters lale figürü yapmış. Mermer sütunda kabartma ters lale silik olarak görülüyor.
10-7
Caminin diğer taraflarını sessizce dolaşıyoruz, namaz kılanlar var.
10-9
Caninin minberi süslü korkuluklarla merdiven yukarı çıkıyor. İmam hutbeyi burada veriyor Cuma günleri. Merdiven başında kapı, kapı yeşil perde ile kapatılmış.
10-10
Geniş kubbeyi ayakta tutan dört tane devasa sütun var. Sütunlardan birinin resmini çekiyorum Her tarafta aydınlatma lambaları sarkıtılmış. Lambalardan kimisi yanıyor.
10-11
İçeride resim çekme işi bittiğinden dışarı çıkıyoruz. Devasa caminin devasa uzunluktaki minareyi alttan çekiyorum. Minarede üç tane şerefe yapılmış.
10-12
Caminin içine girilen ana kapısı üç kemerli, iki sütunlu yapılmış. Kemerdeki taşlar kırmızı beyaz. Giriş altı basamak ile çıkılıyor.
10-13
Cami avlusunda bazı yerler onarım çalışmaları yapılıyor.
10-14
Caminin avlusunda yerde kestaneleri görünce toplamaya başlıyorum. Can bana kestaneleri yiyemezsin diyor. Çünkü bunlar at kestanesi imiş ve tadı da acı mı acı. Topladığım kestaneleri usulca yere bırakıyorum. Nerden bilebilirdim ki? Zaten normal yenilen kestanedeki gibi ince dikenleri yok. Kaba dikenli ve ele batmıyor.
10-15
Bu da ağacı, bayağı büyük.
10-16
İpsala da gecelediğimiz petrol istasyonunun sahibi Güray İşbaşaran’ın selamını iletmek için caminin imamını bekçiye soruyorum. İmam camide değilmiş, imamı göremeyince bir kağıda not yazarak selamı imama iletip görevimi tamamlıyorum. Bekçi de notu imama vereceğini söyleyince bisikletlerimizi alarak yolumuza koyuluyoruz Can ile birlikte.
Caminin çevresinde hotelleri taştan yaparak güzel mimari örnekler yapmışlar. Taş odada kalmak güzel olurdu da herhalde tuzludur diye düşünmeden kendimi  alamıyorum.
10-17
Bakkalın birinden kahvaltı için ekmek ve biraz kahvaltılık bir şeyler alıp kahvenin birine oturup güzelce kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra İğneada’ya doğru yola çıkıyoruz. İlk kasaba Lalapaşa, Edirne’ye yakın. Bulgaristan sınırına yakın yol yapıyoruz. Tabelada; Lalapaşa 21, Süloğlu 29, Hamzabeyli (Bulgaristan) 39 Kilometre kaldığını söylüyor.
10-18
Lalapaşa’ya kısa sürede vararak ilk molamızı burada veriyoruz. Kasabanın nüfusu tabelada 1.900 olarak yazılmış, bana bayağı az geliyor 1.900 rakamı.
10-19
Lalapaşa da çay molasından sonra yolumuza devam ederek Dolmen ( taş mezar anıtı ) görerek duruyoruz. Trakya’nın bu bölgesinde geniş bir alanda bir çok Dolmen görmek mümkün. Açıklama tabelasını çekiyorum yakından. Tabelada yazanlar;
Dolmen
Dolmen kelimesi Keltçe olup “Tolmen” anlamına gelmektedir. Genel düşünce, Trakya dolmenlerinin son tunç çağı bitimiyle ilk demir çağı başlarına tarihlendiği, ancak bunlardan bazılarının kullanımının M. Ö. 8 – 7 y.y’a kadar sürdüğü şeklindedir.
Yörede “Kapalıkaya” olarak tanınan dolmenler, anıtsal mezar yapılarıdır. Mezar üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey – Güney yönünde, en arkada hücre şeklinde ana oda, bundan biraz daha küçük bir ön oda ile geçit yada giriş kısmı bulunur. Her üç bölüm yapı olarak birbirine benzer. Boyutları 2 – 3 m. kadar olan tonlarca ağırlıktaki iri taş blokların, bağlayıcı harç kullanılmadan üst üste bindirilmesiyle yapılmıştır. Bunlar odanın dört yanına dik olarak yerleştirildikten sonra üzerlerine yine iri taş bir blokun kapak gibi oturtulmasıyla yapılmış hücre şeklinde odalardan oluşmuştur. Plan özellikleri bakımından Trakya dolmenleri tek odalı ve iki odalı olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Her iki grubun da önünde dromos şeklinde bir giriş bölümü bulunmaktadır.
Dolmenler yöresel taşlarda yapılmış olup, üzerleri çoğunlukla bir tümülüsle örtülmektedir. Dolmenleri örten tümülüsler zamanımıza dek kendilerini koruyamamıştır. Dolmenlerin daha büyük boyutta olanları ve iki odalı kompleks şeklinde inşa edilenleri, mezar sahibinin sosyal konumu yansıtmaktadır.
10-20
İlk defa bu tür kaya mezarı görüyorum. Bana ilginç geliyor. İnsanlar gömülmek için çeşit çeşit mezarlar yapmışlar. Böyle büyük taşları getirip mezar yaptırmak herkesin harcı olmasa gerek. Biraz zenginlerin yada ünlü komutan askerler yaptırabilir ancak. İki dolmen yan yana, üzeri kaya ile kapatılmış.
10-21
Büyük taşlardan yapılsa da mezarların ta o zamanda ölülerle gömülen hazinelerin çalındığını biliyorum. Şimdiki mezar soyguncularına pek bir şey bırakmamışlar anlaşılan. İki yanda, üzeri kaya ile örtülmüş giriş bölümü, Arka odaya geçiş kaya ile kapatılmış, içeriye girmek için delik olarak kaya oyulmuş kapı. Arkası yine taş kayalarla yapılmış mezar kısmı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
10-22
Resimleri benim cep telefonumdan çektiğimiz için Can ile teker teker resim çekiyoruz mecburen. Aslında bisikletin gidonuna özel bir aparat yapmak lazımmış cep telefonu için. Pozu ayarlayıp 10 saniyede kendi kendimizi çekebilirdik. Dolmen önünde Can beni çekiyor.
10-24
 Bu kez Ben Can’ı çekiyorum. Can kayanın dibine çömelmiş durumda.
10-25
Yol kenarında Dolmen taşlarını, mezar taşlarını görmeye devam ederek ilerliyoruz.
10-27
Ufukta bir Dolmen görüyorum, uzak olduğu için ve yol olmadığından uzaktan sadece resmini çekmekle yetiniyorum. Bir tanesini yol kenarında zaten yakından incelediğimden diğerlerini ziyaret etmenin anlamı yok.
10-28
Yolda ilerlerken nedense Edirne’den sonra asfaltın kıyısında çekirgelerin sıçradığını görüyorum. Çevrede daha çok buğday tarlaları mevcut. Öyle bir iki tane değil bisikletimin önünden onlarcası birden zıplayıp duruyorlar. Bisikletle gezerken yolun kıyısında değişik yeni şeyler görüyorum. Bisikletle gezmenin nimetlerinden bolca faydalanıyorum ben de. Önüme kayaya oyulmuş mezarlar çıkıyor.
10-23
Bazen etrafta ilginç mezar taşları çıkıyor. Resimdeki sanki dikili taş gibi, gibisi fazla gerçek dikili taş. Dolmenler bitti şimdi Dikilitaş bölgesine girmiş oluyoruz böylece.

Menhirler (Dikili Taş)Megalit (büyük taş), dikili anıtsal mezar taşlarıdır. Kırklareli ve yakın çevresinde çok sayıda görülmektedir. Çoğunlukla yakın dönem mezarlık alanlarında da benzer dikili mezar taşları görülmekte ise de esas kullanım süreci Erken Demir Çağı’dır. Yükseklikleri ortalama 3 m’ye varan dikit örnekleri Kırklareli merkez ilçe, Erikler, Değirmencik, Ahmetçe köyleri ile Lüleburgaz ilçesinde görülmektedir. Ancak, Kırklareli merkezi de dahil olmak üzere, çoğu ilçe ve köylerdeki Müslüman mezarlarında bulunan dikili taşların bir bölümünün orijinal yerlerinden sökülerek getirilen menhirler olduğu düşünülmektedir.

10-29
Hacıdanışment köyüne geldik. Köyden biraz büyükçe. Biraz acıktık, burada mola verip karnımızı doyurmalıyız. Ve öyle de yapıyoruz Can ile birlikte. Can önümde, köye girerken.
10-30
Büyük taşı oyup kuyunun ağzına yerleştirmişler. Kuyu var ama kovası yok, yanımızda da kovayı taşıyacak halimiz yok.
10-31
Yolumuz üzerinde köylere denk geliyoruz, kimisi yoldan biraz içeride. Zamanım biraz olsaydı bütün köylere uğramak, orada biraz zaman geçirmek isterdim. Kahvesinde bir çay, çay içerken köylülerle sohbet etmek daha anlamlı olurdu. Her köyde yaşam var, her birinde ayrı ayrı insanlar. Keşan bisiklet festivali bittikten sonra İzmir’e doğru dönüş yolundayım. Gerçi İzmir ters yönde ama şöyle bir İğneada’yı görüp İzmir’e gideceğiz. Evdekilere dönüş yolundayım diyorum ama biraz uzun olacağını da söylemeyi ihmal etmiyorum.
10-32
Trakya’nın güney tarafı daha çok düz bir arazi olarak hafif eğimli halde. Neredeyse hiç ormanlık arazi göremedik. Ağaçlar daha çok köy ve kasabalarda görülüyor. Nehir kenarları ise sulu olduğundan zaten mevcut. Arazinin düz olması tarım için elverişli hale getiriyor ve işlenmemiş boş alan bulmak neredeyse imkansız. Karadeniz’e yaklaştıkça arazi yapısı değişmeye başlıyor. Meşe ağaçları yavaş yavaş belirmeye başladı. Düz tarım arazileri azalıyor. Yokuşlar beliriyor yolumuzda.
10-33
Havada şahinleri görüyorum. durup resmini çekesiye kadar biraz uzaklaşıyorlar. Ancak bu kadarını yakalayabiliyorum. Seyretmesi bile çok hoş. Güçlü kanatlarını açıp esen yele karşı süzülmeleri insana yetiyor. Bu arada bulutlar artmaya devam ediyor. Umarım yağmura denk gelmeyiz. Yol boyunca dünyadan ilişkimi kopardım sayılır. Ne bir televizyon nede internet. Dünyadan bir haberiz yani. Hava durumunu da bilemiyorum.
10-34
Bulutların altında süzülen şahin.
10-35
Hala taş mezarları görmeye devam ediyorum, tabi ki yol kıyısında denk geldiklerimize. Maalesef kayanın üzerinde boş bira şişeleri vardı, başkaları kırmasın diye alıp kenara bıraktım. Resim çekerken iyi bir görüntü olsun diye etrafı temizliyorum elimden geldiği kadar.
10-36
Önümüze bir gölet çıkıyor. Can aşağıdaki gölete bakıyor.
10-37
Göletin kıyısında piknik alanı yapmışlar. Fakat ortalıkta kimseler görünmüyor. Hafta için olması nedeniyle olabilir. Yalnız harika bir yer, çevre tertemiz, ağaçların gövdeleri kireç sürülmüş. Masalar ağaçların altında. Burada bir süre hem dinleniyoruz, hem de etrafı kolaçan ederek ne var diye merak ediyoruz.
10-38
Piknik alanına meşe ağaçları dikilmiş. Burada kamp yapılabilir, Can etrafı dolaşırken çekiyorum.
10-39
Yol genelde sakin, inişler çıkışlarla yolculuğumuz devam ediyor. Hava sakin, yol sakin daha ne olsun. Bulutlar gökyüzünden eksik olmuyor. Yağmur yağma ihtimali az.
10-40
Yollar genellikle asfalt stabilize, normal sayılır. Bazı yerde bir köyden diğerine yol toprak. Sanki orman yoluna girmişsin gibi. Resimde görüldüğü gibi. Gerçi köyler arası fazla mesafe yok, en fazla 12 km sonra başka bir köye varıyoruz.
10-41
Yol kıyıları ağaçlık, Can toprak olan yolda gidiyor.
10-42
Arada kendimi çekiyorum ormanın içinde elçek yaparak.
10-43
Çam ormanları yol kıyısı boyunca bizi bırakmıyor.
10-44
Kavşakta yol tabelaları bize yönümüzü gösteriyor. Vaysal köyünü 9 km geçmişiz Devletliağaç köyüne 3 km yolumuz kalmış. Köyde çay molası vermek gerek diyerek basıyoruz pedallara.
10-45
Bulutlar yavaş yavaş toplanıyor ama yağacak gibi değil hava. Trakya’nın bozkırlarında pedallarımız dönmeye devam ediyor, keyfimiz yerinde.
10-46
Yol toprak olmasına rağmen sorunsuz ilerliyoruz.
10-47
Devletliağaç köyünde kısa bir mola veriyoruz. Bir zamanlar köyde benzin istasyonu varmış. Pompası hala duruyor. Neyse ki benzinle gitmiyor bisikletlerimiz, yoksa yolda kalmıştık resmen. Bisikletim KUZ eski, dağınık ve içi görünen benzin pompasının yanında duruyor.
10-48
Köyde kel Fatma’yı görüyorum. Kabaramazsın kel Fatma demeden kendisi kabarmış olarak bizi karşılıyor. Tamamen kabarmış, beyaz renkli hindi çimenlerin üstünde bana hava atıyor.
10-49
Harbiden baba hindi yani, sahibinin anlattığına göre hayvanın ağırlığından dişi hindiler telef oluyormuş. Bir de tam göğsünde siyah bir sakalı var ki baba hindi olduğunu kanıtlıyor. Sahibinde bir tane tüyünü istiyorum, o da verince tüyü bisikletimin fenerine takıp gidonuma ayrı bir güzellik katıyorum. Hindiyi önden çekiyorum. Kırmızı ibiği şişmiş kabarmaktan. Kuyruk tüyleri kocaman yelpaze gibi açılmış. Göğsündeki tüyler öne doğru kabararak şişmiş.
10-50
Köyün çıkışında bir eşek görünce bisikletimde olan eşek nalı ile bir poz çekiyorum. Bu eşek nalını İzmir de en yüksek dağı olan Nif dağının zirvesine yakın yerde bulup bisikletime takmıştım. Ön tekerlek ile aşağı inen kadro demiri arasından eşek nalı arasından otlayan eşeği çekiyorum.
10-51
Yoldan geçerken bazı köyleri görüyorum. Sadece resmini çekmekle yetiniyorum, köye girip çıkmak zamanımızı alacağından uzaktan seyredip yolumuza devam ediyorum. Arazı ağaçsız çıplak, sadece köy evlerinde ağaçlar görünüyor.
10-53
Başka bir köy daha da kıraç ve çıplak.
10-54
Giderek yükseldiğimizi hissediyorum. Yol kenarlarındaki kar çubukları burada çok miktarda kar yağışı olduğunu belirtiyor.
10-55
Gök yüzü bulutlu, fakat ufuk çizgisi açık görünüyor. Güneş batmak üzere, ben de güneşin batışını seyretmek üzere bisikleti park ederek Güneşin batışını seyre dalıyorum. Bu günü de yaşamanın keyfini epey yüksek bir noktadan günbatımını seyrederek zamanı değerlendiriyorum. KUZ ve Güneş…
10-56
Gerçekten görülmesi mükemmel bir gün batımını izliyorum. Sadece ufukta bulut yok. Güneşin son ışıkları ışıl ışıl yüreğimi aydınlatarak batıyor.
10-57 (1)
Az ötede, üzerimize yağmasa da yağmur damlaları gökkuşağını bize sunuyor yedi rengi ile. Güneş bize her türlü güzelliğini değişik yerlerde bize sunmaya devam ediyor. Trakya’nın bu güzel yerinde mükemmel anları yaşıyoruz ve mutluluğum kat be kat artıyor. Gökkuşağı sağ tarafta yere doğru daha belirgin.
10-58
Sol taraf ta aynı, yere yakın yeri daha belirgin renkte. Önümde sararmış tarla.
10-59
Güneş ufukta dağların ardına girmeye başladı.
10-60
Ve ufukta kayboluyor ama alttan bulutlara hala ışıltılarını vermeye devam ediyor.
10-61
Ortalık kararmaya başladı ama güneş ışımaya devam ederek gücünü bize hissettiriyor. Ufukta bulutlar alaca karanlıkta siyaha yakın kurşuni renginde.
10-62
Güneşin batışını seyrederken hava karardı. Işıklarımızı yakarak Kofçaz’a doğru karanlıkta ilerliyoruz Can ile. Bir süre karanlıkta ilerleyip Kofçaz kasabasına giriş yaparak karnımızı doyurmak ve çadır kuracak yer bulmak gerek. Kasabanın girişinde kaymakamlık binasını görünce içeri girerek nöbetçi polislerden yardım istiyoruz. Fakat polisler bize yardım edecek kadar bilgili ve yetkili değiller. Elimiz boş olarak çıkarken Can kaymakamlık kapısında sivil bir polis ile sohbet ediyordu. Nerden gelip nereye gidiyorsunuz gibi basit sorulardan sonra yolda kendimizi korumak için neler yaptığımızı soruyor. Biz de yolda ne olabilir ki diyerek cevap veriyoruz. Silah gibi şeylerle kendimizi korumamızı söylüyor. Adam silahsız kendini çıplak olarak hissediyor anlaşılan. Silahsız bir hiç olduğunu anlıyorum polisin. Polis sadece kasabada yemek yiyecek bir yeri tarif ederek bize yardımcı oluyor. Misafir pervmezimişler. Akşam saatleri ilerlediğinden ilk önce karnımızı doyurmak üzere kasabanın merkezine gelerek tek yiyecek yeri olan bir birahaneye kapağı atıyoruz.
Birahane de öyle bildiğimiz birahanelerden değil. İçeride  bildiğimiz lokanta masaları, profil sandalyeler. İçeride iki ayrı masada iki müşteri biralarını yudumluyor. Sadece köfte var ve hemen ısmarlayıp pişesiye kadar birer bira söylüyoruz. Mekan sahibi iki tane bira şişesini masamıza getirip kapaklarını açarak bırakıyor. Bardak yok, birayı şişeden içiyoruz. Köfteleri yerken diğer müşterilerle sohbet ediyoruz. Sohbet biraz diğer iki müşterinin birbirleri ile azıcık tartışmalı bir şekilde ilerledi. İkinci adam birinciye biraz sataşarak saldırıya geçiyor ama birinci adam her ne kadar bira içmişse de daha sakin ve kendini savunarak geçiştirmeye çalışıyor. Kasabada eski arkadaşlar anlaşılan, tartışmayı fazla uzatmadan ikinci adam birasını bitirerek birahaneden çıkarak evine gidiyor.
Köftelerin sonuna doğru yağları donmaya başlıyor. Donuk yağlı yiyoruz artık, ısıtmaya gerek kalmadan. Birinci adam ile sohbete devam ediyoruz. Adam bizimle konuşuyor ama gözleri sonuna kadar açık ve sabit bir noktaya bakarak konuşuyor. Sanki Levent Kırca ile konuşuyorum. Aynı Levent Kırca’nın sarhoş taklidi yaparken yüzüne verdiği şekilde adamın yüzü aynı şekil. Adamın İsmi Fevzi Ali, emekli öğretmen. Aydın birisi, konuşması gayet düzgün ve sohbeti gayet iyi. Biraz alkolle başı dertte o kadar. Kalacak yerimiz olmadığını öğrenince teklifsiz bizi kendi arsasına davet ederek oraya doğru gidiyoruz hep birlikte. Arsa 500 metre ileride ve bayağı dik bir yokuştan bisikletleri iterek varıyoruz. Fevzi Ali arsasına profil ve kontraplak’tan kendine bir baraka yapıyor. Yarısı bitmiş vaziyette malzemeler dağınık, öylece bitmeyi bekler halde. Düzgün bir yere çadırlarımızı kurup hazırlığımızı tamamlayıp Fevzi Ali ile sohbete devam ediyoruz. İstanbul da oturuyor, Kofçaz doğduğu ve öğretmenlik yaptığı yer. 12 Eylül den önce siyasetten başı dertten kurtulmadığı gibi 12 Eylülde bayağı çekmiş. Yarın da 12 Eylül darbesinin yıl dönümü. Biz de 12 Eylül darbesinin getirdiği yıkımı konuşuyoruz. Ama yılmadan eğitime katkısını sürdürmüş ve bir çok öğrenci yetiştirmiş. Emekli olduktan sonra Kofçaz da bir arsa alarak kendine prefabrik bir ev yapmaya başlamış. Şimdilik kendine yatacak kadar yarı kapalı bir yer yapmış bile. Hiç acelesi yok, aynı benim gibi. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince kendisinden izin isteyerek çadırlarımıza girip güzel bir günün ardından yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 82 Kilometre civarı.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 9. Gün

10 Eylül 2014 Salı

Uzunköprü – Edirne

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Tahammül gerek, özlem iyice arsızlaştı.”

Turgut Uyar

 

Kulağımda hep, bir piyanistin ‘ortanca yağmur’ ezgileri…

Dışarısı bakıyor, sıcak içeriye… El ediyor ezgi, ‘dokun bana yağmur’ diyor, bak ayaklarım bembeyaz…

Feyyaz Alaçam

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ tren raylarında park etmiş, raylar düz ve uzun.

9-33

 

İyi bir uykunun ardından sabahın ilk ışıklarında uyanıyorum. Yağmurun küçük damlaları çadırımın üstüne hafiften tıkırdayarak yağıyor. İnsanı ıslatacak kadar değil yağmurun yağışı. Çadırımın içinden çıkıp etrafıma bakıyorum. Yağmur atıştırıyor ama ardı görünmüyor, hava yükseliyor. Tuvalette elimi yüzümü yıkadıktan sonra çadırıma gelip eşyalarım ve çadırımı toplayıp bisikletime yüklüyorum. Orhan da kalkıp toparlanıyor. Benzinliğin sahibi Güray İşbaşaran Edirne’ye gideceğimizi söyleyince Selimiye camisinin imamı arkadaşı olduğunu söylüyor. Selamımı iletirsiniz diye bana tembih ediyor. Ardından benzinlik çalışanlarına veda edip Uzun köprüye doğru pedallıyoruz. Birkaç resim çekmemiz gerek tarihi taş köprüde. Geriye gelip Uzunköprü’ye geldik. Nehre doğru olan yere gireceğiz.  Uzunköprü’nün kemerlerini çekiyorum. Tamamı kadraja girmiyor.

9-1

Dünyanın en uzun taş köprüsündeyiz ; Uzunköprü. Fotoğraf makinasının kadrajına sığamayacak kadar uzun. O derecede yani. Tabelasını çekiyorum tarihi köprünün.

Uzun Köprü, Edirne’de,  Ergene nehri üzerinde,  Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek köprü ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi köprüdür. Eski adı Ergene Köprüsü idi. Köprü, Edirne’nin Uzunköprü ilçesine ismini vermiştir.

Uzunköprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat tarafından, dönemin başmimarı Müslihiddin’e yaptırıldı. Köprünün yapımında başmimar Usta Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte çalıştı.

1.392 metre uzunluğunda, 6,80 metre genişliğindeki köprünün 174 kemeri vardır. Kemerlerinin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır. Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir. Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır. Taş ayaklar arasında fil, aslan, kuş figürleri dikkat çeker.

Köprü, Osmanlı’nın Balkanlar’a yapacağı fetihlerde doğal bir engel olarak karşılarına çıkan Ergene Nehri’ni aşmak için kurulmuştu. Daha önce yapılan tahta köprülerin nehrin suları ile yıkılması üzerine yapılan taş köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı. Uzun Köprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ile imaret yapılmış ve Ergene Şehri adıyla bir ilçe inşa edilmiştir.

Köprü, en son 1963’te onarıldı. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiştir. Tarihi köprü üzerinden Edirne-İzmir Devlet karayolu geçmekteydi. Bu yol 2015 yılında yapılan yeni köprüye aktarılarak köprü üzerinden ağır vasıtaların geçişi yasaklanmıştır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzun_K%C3%B6pr%C3%BC

9-5

Ergene nehri iki geniş kemerin içinden akıyor. Nehir çok kirli ve fena kokusu var. Rengi simsiyah.

9-3

Köprü altında barınan köpekte kadraja girdi tüm yılışığıyla. Böyle yerde yaşayan sokak köpekleri her zaman sevilmeye muhtaç. Köpeğe yiyecek bir şeyler vermemize rağmen o kendini sevdirmeye uğraşıyor. Tabi ki biz de ona gereken sevgiyi gösteriyoruz. Bisikletimin tripoduna Orhan’ın kamerasını takıp otomatik resmimizi çekiyoruz. Ergene nehri ve Uzunköprü’nün ortasındaki kemerler.

9-4-1

Kokudan fazla duramadık, hemen terk etmek gerek diye yola doğru çıkmaya başladık. Taş köprünün yola doğru olan kısmı. Kemerler giderek simetri olarak küçülüyor.

9-4

Resimleri çektikten sonra fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ova boyunca Ergene nehrinin bereketli toprakları çeltik tarlalarıyla coşmuş, hasat gününü beklemeye koyulmuşlar. Elbette çeltik tarlaları olur da sivri sinek olmaz mı ? Bilhassa gece ortaya çıkan bu kan emiciler bizi denediler. Ama kendimizi onlardan korumasını bildik. Bir kaç ısırık dışında fazla etkilenmedim. Aşağıda ki resimde Ergene nehri üzerine yapılmış yeni köprü. Araçlar oradan geçiyor. Uzaktan bayağı uzun görünüyor. İleride en uzun beton köprü olarak tarihe geçmeye adaydır.

9-6

Ben pirinci iki çeşit bilirdim; pilavlık ve dolmalık diye. Meğerse çeşit çeşit pirinç cinsi varmış. Nerden bileyim, bir aralar Menemen ovasında çeltik tarlaları vardı ama epeydir ekim yapılmıyor. Her tarlada değişik cins pirinç var, aşağıda Hamzadere pirinç tarlası görünüyor.

9-7

Burası da Nembo pirinç tarlası.

9-8

Ronaldo çeşidi de varmış, İlginç..! Adam hem gol atıyor hem de çeltik tarlası var.

9-9

Pirinç isimlerinden anlaşılacağı üzere bu isimleri sömürgeci diller vermiş. Artık sömürgeciler kim siz tahmin edin? Bu tarlada Galileo pirinci ekilmiş.

9-10

Yeşil çeltik tarlaları arasında ilerlerken Orhan’ın lastiği  patladı. Hemen lastiği onarmaya başladık. Jantın geti olmadığını fark ediyorum. Yanımda elektrik bandı var hemen jantın iç kısmını bantla get yaparak lastiğin tekrar patlamasını önlüyorum. Orhan yere çömelmiş, iç lastik ve dış lastik sökülü. İç lastikteki deliği bulmaya çalışıyor. Bisikletim KUZ arkada duruyor.

9-11

Lastiği tamir ediyoruz birlikte. Orhan çantadan küçük kahverengi bir kutuyu çıkarınca ne olduğunu anlıyorum içindekinin. Orhan da bana Çin’den aldığını ama hiç kullanmadığını söylüyor. Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;

– Orhan kaça aldın ocak kafasını?

– 7 Dolara aldım Urim Baba

– Türk parası ile ne eder? 3, 5 12.

Cebimden cüzdanı çıkarıp içinden 15 Lirayı Orhan’a uzatıyorum.

– Al sana 15 Lira, kendine yeniden ısmarlarsın Çin’den

– Olmaz sana hediye edeyim

-Artık hediye edemezsin, ben böyle bir ocak kafası almayı düşünüyordum, sende kullanmamışsın. Ben de el koyuyorum ve parasını veriyorum. Eğer haberim olmadan verseydin hediye olarak kabul ederdim.

Böylece tam da istediğim ocak kafasını almış oldum tesadüfen. Çantamın içine özenle yerleştiriyorum. Turda kendi yaptığım ispirto ocağını kullanıyorum. İspirto hem pahalı hem de her yerde bulmak olanaksız. Anca büyük şehirlerde bulabiliyorum. İzmir’e gidince tüpünü alacağım yeri biliyorum. Turuncu renkli kutu ve ocak kafasının resmi aşağıda.

200320145288

Bu da çırağımız. Lastiği tamir ederken bize yardım ediyor sevimli çırak. Bu da sevilmek istiyor diğer köpekler gibi, yılışık şey. Başı ve üst kısmı kahverengi, bacakları ve karnı beyaz renkte. Kuyruğunun yarısı kahverengi, yarısı beyaz.

9-12

Asfaltın kıyısında Ayçiçeği çıkmış. Boyu küçük olsa da sarı taç yaprakları ile insanı büyülüyor adeta. İnadına yaşamak için başı dimdik, tek başına  ve hür Olarak yolun kıyısında.

9-13

Ayçiçeği tarlaları da isimlendirilmiş, May cinsi ayçiçeği. Bu tarladakiler yağ için üretiliyorlar, çitlemek için henüz bir çiğdem tarlasına rastlayamadık hala. Umudumuzu kaybetmedik, çiğdem tarlasını aramaya devam edeceğim tur boyunca. Burada Ayçiçeği kafaları olgunlaşıp kurumaya başlamış. Hasadı bekliyor boynu bükük.

9-14

Henüz çevrede herhangi bir ceylana rastlamadık ama ceylan çıkabilir levhasını görüyorum. Ne yapsın hayvanlar insanlara pek yaklaşmıyorlar. Haklılar da, ceylanların güzelliği değil de yiyecek et olarak gördüğümüz sürece karşımıza çıkmamaya karar vermişler.

9-15

Harbiden  de banket düşmüş görüldüğü üzere. Demir direkte olan tabela 45 derece sağa doğru duruyor. Üzerinde; “Dikkat düşük banket” yazılmış.

9-16

Yol bize bereketini cömertçe sunuyor; kara incirler. Tam bir enerji deposu. Haliyle dalından taze koparıp yemek bir başka oluyor. Tabi ki yeteri miktarda yiyorum, her şeyin fazlası zarar. Bir de motoru bozmak ta var fazla yersen…

9-17

Karşısı Meriç nehri ve ötesi Yunanistan. Bazen cep telefonuma  mesaj geliyor ” Yunanistan’a hoş geldiniz” diye.

9-18

Daha önce bahsetmiştim Trakya hep tarla düzlük diye. Doğru dürüst ağaç yok diye. Bir tane ağaç buluyoruz nihayet. Ama gölgesi yoktu, ağaç kurumuş. Maalesef gölgesinde dinlenemiyoruz. Allahtan hava biraz bulutlu, fazla güneş gözükmüyor. Sıcaktan bunalmadan yol alıyoruz.

9-19

Yol genelde sakin, hemen hemen hiç araç geçmiyor desem yeridir. Orhan ile ben gayet memnunuz bu durumdan. Elçek ile ikimizi bisiklet sürerken çekiyorum.

9-20

Yol kıyısında tarlanın birinde bir çardak görüyoruz. Çardakta kara üzümler olmuş bizleri bekliyor. Buradan da nasibimizi yiyoruz bize düşen. Kara üzümler de balmış gerçekten.

9-21

Resimde, bagajın üstünde gördüğünüz elma ve üzümler buradan kopardık. Kavunu parayla köyden aldık. Kısa molalarla iyi gidiyoruz Edirne’ye doğru. Zaten bu gün fazla bir yolumuz yok 50 km civarında. Onun için oyalana oyalana gidiyoruz kendimizi zorlamadan.

9-22-1

Çeltik tarlasında çeltikler yani pirinç başaklarını yakından çekiyorum. Taneleri olgunlaşmış hemen hemen hasadı bekler vaziyete gelmiş. Boynu bükük biçerdöveri hazince bekliyor, yelin hafif dokunuşuyla başlarını bir o yana bir bu yana sallıyorlar.

9-23

Bazı yerlerde küçük tepeciklere rastlıyoruz. Burada da su birikintisi ayrı bir güzellik katıyor yolumuza.

9-24

Orhaniye köyünde çay molası veriyoruz Orhan’la birlikte. Kahveye oturup çayları ısmarlıyoruz. Köylüler, iki tane uzun saçlı adam, hem de bisikletlerle buralarda ne işiniz var der gibi meraklı sorularla sohbetimize başladık. Onlar sordu biz cevapladık. Masamızda bir de dede vardı 80 kusur yaşında. Gün geçirmiş misali soruyor.

“Ne iş yapıyorsun beaa?”

“Emekliyim dede, bisikletle dolaşıyorum”

Dede etrafındakilere dönerek ;

” Bunlar aylakçı, aylakçı beaa ”

Deyince hep beraber kahkahayı koyuveriyoruz.

Çaylarımızı içerken bizlere  çocukluğunda başından geçmiş bir olayı anlatıyor. Belinde bir yara çıkmış. O zamanlarda hastane, doktor ne gezer. Bunu hocaya götürüyorlar, hoca okuyor üflüyor, yarasına iyi gelecek bazı ilaçlar veriyor ama fayda etmiyor. Hocaya kızgın sövüp sayıyor dede. Derken başka bir köyde hastalara şifa dağıtan bir hocaya götürüyor annesi. Hoca yarasına bakıp yanmakta olan ocakta tahta bir kaşığı ısıtıp yarasına koyuyor kaşığı. Böylece iyileşiyor dede. O hocayı öve öve bitiremiyor. Bunu anlatırken Trakya şivesiyle öyle bir anlatıyor ki çok hoşuma gidiyor. Çayların biri gidiyor biri geliyor sohbet esnasında. Hikayenin sonunda çayların parasını biz ödüyoruz. Allahtan köy yerlerinde çay ucuz, yoksa batmıştık. Masada oturmuş dedeyi dinliyoruz. Masada dede ve Orhan çayları içerken.

9-25

Köye satıcılar geliyor. Bir satıcı zeytin getirmiş kahvedekilere satmaya uğraşırken bize de tattırıyor zeytinlerini. Zeytinler güzel, hemen bagajımdan zeytin kabımı çıkarıp zeytinciye doldurmasını söylüyorum. Kapta da zeytin kalmamıştı. Yarım kilo kadar zeytin koydu zeytinci. Borcumuz ne kadar deyince bu da benden yolda katık olsun diyerek para almıyor. Allah razı olsun, yolda gönlü zengin insanlarla da karşılaşıyor  insan. Dede masada oturmuş bana başından geçen hikayesini anlatırken Orhan bizi çekiyor kamerası ile. Arkada zeytinci arabasından zeytin tartarken.

9-25-1

Kahvenin bahçesinde muşmula ağacı görünce hemen resmini çekiyorum Bu meyveyi çok severim. İzmir civarında ağacı yoktur, epeydir de muşmula ağacını görmemiştim. Ama henüz olgunlaşmamış daha. Ne yapalım, dalından yemek güzel olurdu.

9-26

Köy evleri de bir güze olur bahçeli, ağaçlar ve çimen. Bahçede bir divan duruyor. Böyle divanın üstüne serilip bir güzel uyku çekeceksin. Dünyalara bedel olur sanırım. evin duvar tarafında çiçekler açmış renkli.

1294445_10201062794385796_465434149_o

Köy çeşmesinden suları tazeliyorum. Buz gibi akıyor su zaten. Çeşmenin başında kocaman bir dut ağacı, gölgesi yeter. Ağaçlar sadece köylerde var, gölgeler de köylerde olunca biraz gölgeden faydalanmak gerek. Orhan şişesini çeşmeden doldururken.

9-27

Trakya neredeyse düz ve alabildiğine geniş. Arazi düz olunca her taraf tarla, uçsuz bucaksız.

9-28

Yol kıyısında çalılar daha önce yanmış. Yangın sonrası yaşam yeniden başlıyor doğal olarak. Yanıp siyahlaşmış olan manzara yeşilin ortaya çıkmasıyla renk değiştiriyor.

9-30

Yol önümüzde uzayıp gidiyor alabildiğine, sessiz, biz de buna uyarak sessiz ilerliyoruz. Sanki etrafımızda hiç hareket yok, sadece lastiklerin asfalta değdiğinde çıkardığı ses var.

9-31

İnekleri otlatan çobanlarla sohbet ediyoruz. Hep tarla olacak değil ya burada hayvancılık yapıyorlar. Sohbetimiz de nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun ve bisiklet ile hareketimizi merak ediyorlar. Üç çobanla sohbet ederken Orhan bizi çekiyor. Sürüde inekler var.

9-31-1

Geze oynaya yolda ilerlerken birden ufukta Edirne’yi görüyorum. Arkadaşım Can küçüklerle sürekli olarak cep telefonunla haberleşiyorum. Can Kırklareli’nden hareket etti. Edirne’de buluşuruz diyerek kararlaştırıyoruz. Selimiye camisinde  buluşacağız.

9-32

Tren yoluna geldik, İstanbul Edirne kara yoluna yaklaştık. Bu tren yolu bana 44 yıl önce Yugoslavya’dan göç ederken buharlı trenle buradan geçmiştik. O zamanlar 9 yaşımda idim, hayal meyal hatırlıyorum. Aralık ayında soğuk kış gününde 3 günde İstanbul a gelmiştik. Benim bu tren yoluna bisikletle gelmem hem de İzmir’den ta buralara kadar, hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Bunları düşünerek KUZ’u tren yolunda bir resim çekerek bu anı ölümsüzleştiriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

9-33

Tren yolundan hemen sonra D 100 ana yoluna çıkıyoruz ve Edirne’ye çok az kaldı. Yolun üstündeki tabelada Edirne – Pazarkule düz olarak, sağa ise Otogar – Kapıkule – Hamzabeyli kahverengi, İstanbul yeşil otoban rengi ile işaret edilmiş. Burada Pazarkule, Kapıkule, Hamzabeyli kahverengi olarak yapılmış. Bunlar sınır kapılarını belirtiyor.

9-34

Yol kıyısında mazgallara her zaman dikkat etmek gerek. Bazıları tehlike yaratacak kadar sakıncalı. Neme lazım kendime dikkat ediyorum. Belediyedeki fen memurları herhalde bizim gibi bisikletçilerin buralara kadar geleceğimizi tahmin etmediklerinden mazgalları gelişi güzel yapmışlar. Bizim geleceğimizi bilselerdi daha dikkatli yapacaklarından eminim. Mazgal delikleri yola paralel, lastikler içine girebilir. Mazgal ve bisikletim KUZ.

9-35

Yine sınıra yaklaştık, elbette bize geçiş izni vermeyecekler her zaman olduğu gibi. Vizeler kalkmadan şimdilik yurt dışına bisikletle çıkmaya niyetim yok. Tabelada Pazarkule (Yunanistan) 14 – Kapıkule (Bulgaristan) 23 kilometre kaldığını belirtiyor. Yurt dışı olan Yunanistan ve Bulgaristan Sarı zemine yazılmış. Bisikletim KUZ kaldırıma dayalı, Orhan da bisikleti ile kaldırıma çıkmış çimenlerin üzerinde.

9-36

Pehlivanların baş şehrine geldik. Tarihi Kırkpınar güreşleri Edirne de yapılınca heykelini de dikmişler yağlı güreşçilerin.  İki güreşçi kolları ile birbirlerine kafadan kenetlenmiş durumda. Çiçeklerle bezeli yeşil alan ortasına fıskiye içinde heykeller.

9-37

Edirne’nin girişi gayet güzel yapmışlar. Yeşil çimenler, ağaçlar ve renkli çiçeklerle yol kıyılarını ve yolun orta bölümünü gayet iyi süslemişler. Bakmayın resme, aslında işlek bir cadde, boş bir anında orta bölüme geçerek fazla araç olmadan bir anda resim çekiyorum.

9-38

Yol kıyıları bakımlı ve güzel olmasına karşın bazı yerlerde eksikler gözüme çarpıyor. Engelli bir vatandaş bu kaldırıma tekerlekli sandalyesiyle nasıl çıkacak, merak ediyorum. Kaldırım taşları yatık yapılmış ama yüksek, tekerlekler çıkamaz kaldırımı.

9-39

Osmanlıya 2. başkentlik yapmış şehirde tarihi yapılar belirmeye başlıyor. Burası aynı zamanda mezarlık olduğunu fark ediyorum. Dört sütun, üzeri kemerli olarak kapatılmış bir bölüm. Uzun sütun şeklinde mezar taşları tahta çitle kapatılmış.

9-40

Ve camiler belirmeye başlıyor. En çok ta Selimiye camisini merak ediyorum. Can ile telefonla nerede olduğunu sorunca o da Selimiye camisinde beklediğini söylüyor.

9-41

İşte Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye camisi. Tüm muhteşemliği ile karşımda duruyor. Usta işi, Selimiye camisi dört minareli.

9-42

Benim cep telefonumun kadrajına sığmayan cami Orhan’ın Fotoğraf makinasına anca sığıyor. Selimiye cami çok geniş bir alana yapılmış. Avlu duvarları yüksek ve avlu da geniş.

1172728_10201062802105989_6089453_o

Selimiye caminin yan tarafında Can Küçükler ile buluşuyoruz. Henüz öğle yemeği de yememiştik. Can buraları iyi biliyor. Bizi Edirne’nin meşhur yemeği ciğer tava yedirecek. Çarşıya giderek ciğerciye varıyoruz ama o da ne yer yok ve millet oturmak için sıra bekliyor. Neyse Can sahibini tanıyormuş, bize boşalan bir masaya hemen oturtuyor garsonlar. Ne de olsa ta İzmir’den gelmişiz. Gerçekten yediğim en güzel ciğer diyebilirim, değişik pişirmişler ve tadı nefisti.

9-43

Ciğerleri yerken birden bisikletimin düştüğünü görüyorum. Bisikletimi kurcalayan çocuk üzerine düşürmüş elleyince. Annesi de hemen araya giriyor, Çocukta bir şey yok ana anası başlıyor söylenmeye. Bizden para koparma niyetinde olduğu belli. Garsonlar durumu anlıyor, kadını susturup işi hallediyorlar. Kadın ve yanındakiler çingene, adamın başını belaya sokarlar. Neyse nefis ciğerleri yedikten sonra Keşan’da bana telefonunu veren Emrah Tokdemir’i arıyorum. Buluşacağımız yeri söyleyerek oraya doğru hareket ediyoruz. Çarşı temiz ve bakımlı, çok beğendim doğrusu. Buraları yayan dolaşacaksın tadına vara vara. Çarşı Arnavut kaldırım taşı ile döşeli yürüme ve gezinti yolu. Araçlar giremiyor buraya. Kıyılarda dükkanlar var.

9-44

Bazı yerlere heykeller konulmuş ve fıskiyelerle suları akıtarak görsel anlamda daha güzel olmuş.

9-46

Keşan da tanıştığımız Emrah Tokdemir ile buluştuk. Yanında da Timukan Karaca. Şaşırıyorum birden bire karşımda görünce. Keşan’dan araçla gelmiş, birkaç gün sonra Ahmet Mumcu, Mehmet Değirmenci ve diğer arkadaşlarını bekliyor. Onlarla birlikte Bulgaristan’a tur yapacaklar. Vakit henüz erken, Emrah bizleri  şöyle bir gezdirecek Edirne’yi. Edirne’nin her tarafı da tarihi yapılar. Bak bak bitmiyor. İlk önce bir sinagoga varıyoruz. Sinagog tadilatta olduğundan dışarıdan resim çekiyorum. Dış cephesi demir iskele ile kaplanmış çatıya kadar.

9-47

Caminin etrafı da yemyeşil, bir de ağaçları şekillendirmişler vida gibi budanmış, o da ayrı bir güzellik katıyor doğal olarak.

9-48

Tarihi bir hamama denk geliyoruz, aslında şöyle güzel bir keselenmek vardı ya. Bunu maalesef gerçekleştiremeden gezimize devam ediyoruz.

9-49

Meriç nehri çok geniş olduğundan her tarafa taş köprü yapmışlar.

9-50

Nehir taşmasın diye topraktan set yapmışlar. Yanda asfalt yol olmasına rağmen Emrah rehberimiz olduğundan biz de onu takip ederek peşinden setin üzerinden gidiyoruz. Hedefte Osmanlıdan kalma tarihi sağlık müzesini gezmek var. Çevremize bakınarak set üstünde gayet güzel gidiyoruz. Ama otlara hiç mi hiç bakmadık! nedense… İleride iki minareli cami var. (Yerdeki otlar pıtrak dikenli otlar olduğunu sonradan öğreniyorum)

9-51

Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yapmış bir şehirde  Padişahlar, vezirler, paşalar, yani önüne gelen 4 minareli cami yaptırmış. Gördüğünüz gibi yan yana iki cami.

9-52

Diğer yanda taş köprü ve cami. Bunlar Meriç kıyısının dibinde.

9-53

Tarihi taş köprüler bu günde hala ayakta ve kullanılıyor. Biraz dar ama sağlam yapılmış. Biz de taş köprünün üzerinden bisikletlerimizle geçiyoruz karşı kıyıya.

9-54

Su var ama pis akıyor ve akış hızı düşük. Haliyle biraz da koku var.

9-55

Nihayet sağlık müzesine geliyoruz. Müzenin yanına da kocaman bir cami yapılmış.

9-56

Sağlık müzesinin dış avlu kapısına gelince duruyoruz ve süprizler gözümüze çarpıyor. Emrah daha geride olduğunu ve lastiğinin patladığını telefonla öğreniyorum. Tamir ediyormuş. Ben de lastiğime bakınca üzeri dikenlerle kaplanmış.  Burada durunca lastiklerimin ikisi de hemen iniyor. Meğerse setin üzerinde pıtrak otları varmış, biz de görmeden pıtrak dikenlerini lastiklerimizle toplamışız. Bu kadar yol geldik sadece Çanakkale Gelibolu tarafında bir kez lastiğim patlamıştı. Böyle olacağını tahmin etmiştim. Keşan’da festival boyunca ormanların içinden onca toprak ve taşlı yollardan geçtim bir kez bile lastiğim patlamadı. Orada bir çok kişinin lastiği patlamış yama yaparken görüyordum. Uzun süredir lastiğimin patlamamasından endişe ederken dikenlerin intikamı korkunç olmuştu. Müzenin avlusunda bisikletlerin tekerleklerini tek tek söküp ilk önce dış lastiğimdeki bütün dikenleri teker teker çıkararak temizliyorum. Ardından yedek iç lastikleri takıyorum ve şişiriyorum. Bahçede temizlik kovasına su doldurup iç lastikleri kontrol edince her taraftan kaçak olduğunu görünce doğru çöpe. Diğer lastikte 5 tane delik var. Yamamadan çantama koyuyorum ne olur ne olmaz diye. Yine patlarsa artık 5 yama yapar kullanırım. Edirne’de bisikletçi bulup yedek iç lastik alırım diye düşünüyorum. Can ve Timukan da zırhlı lastik olduğundan lastiklerine dikenler bir şey yapamıyor. Ama ben ve Orhan’ın lastikleri içler acısı. Emrah zaten Sağlık müzesine gelmeden lastikleri gümletmiş. 8 tane yama yaptığını söyledi. Lastik patlakları zamanımızı epey aldığından sağlık müzesini gezemiyoruz. Çünkü saat 17:00 oldu ve müze kapandı. Yerde ön tekerleğim, iç lastik dışarıda. Lastik tamir kiti yere saçılmış durumda.

9-57

Müze yanında cami var. Mezarlar cami avlusunda görüyorum.

9-58

Lastik tamiri bittikten sonra Karaağaç mesire yerine gitmeye karar veriyoruz. Bu arada Selim Karagözler ve Emre Ata bizlere katılıyor. Hep beraber Karaağaç’a doğru pedallıyoruz. Meriç kıyısından taş köprüye varınca bir kaç resim çekiyoruz. Taş köprü, kemerleri ve yansıması Meriç nehrine vurmuş.

9-59

Taşköprü manzarasında bisikletlerimizle poz veriyoruz hep birlikte. Orhan Şentürk, Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Timukan Karaca, Ben ve Can Küçükler. Resmi Emre Ata çekiyor, kendisi biraz çekingendir. Ama gölgesini saklayamıyor.

9-60

Taşköprü gayet sağlam ve üzerinden arabalar da geçiyor.  Arabasız anını zar zor yakalıyorum.

9-61

Timukan ile beraber köprünün üstünde resim çekiliyorum.

9-62

Bir çok kare sütun üzerine kaide oturtulmuş balkon. Balkon beyaz mermerden yapılmış. Balkondan nehri seyredebiliyorsun. Balkonun içinde resim çekiliyorum.

9-64

Akşam güneşinin ışıkları kemerlerin üzerine vuruyor.

9-65

Yel Değirmen heykeli ama dönüyor. Güneş arka tarafta olduğu için ışıktan tam net çekemiyorum. Güneşi kanatların arkasında yakalamaya çalışıyorum.

9-66

Nihayet denk getirebiliyorum değirmenin kanadının birini güneşin önüne.

9-67

Güneşi arkaya alınca haliyle yel değirmeni tüm ayrıntılarıyla gözler önüne çıkıyor. Yalnız ortadaki dur tabelası manzarayı bozuyor. Değirmen yuvarlak bahçe içinde, yeşil çalı bitkileri ile süslenmiş.

9-68

Edirne Üniversitesine geliyoruz. Burası Üniversite arazisi ve tarihi yapılar onarılarak açık hava müzesi görünümüne getirmişler. İki katlı bina, giriş bölümünde iki kule yapılmış.

9-69

Burada Lozan antlaşması için bir anıt yapılmış.

9-70

Daha önce buralarda tren istasyonu, Postane gibi yapılar varmış. Kocaman bir buharlı lokomotif sergilenmek üzere buraya getirilmiş. İlk önce buharlı lokomotifi inceliyoruz hep birlikte. Sonra trenin etrafında resimler çekildik. Can ile birlikte tren önünde resim çekiliyoruz.

9-73

Elçek olarak Emre, ben, Emrah ve can çekiliyoruz.

9-74

Emre, ve Emrah ile lokomotifin önünde resim çekilirken Tümukan yere oturmuş telefon ile görüşme yapıyor. Orhan da trenin üstüne çıkmış.

9-75

Treni görünce içimizdeki çocuklar ortaya çıkıyor. Başlıyoruz lokomotifin üzerinde oynamaya. Çocukluk olmasa bu hayat çekilmezdi sanırım. Selim buhar kazanının yanında, Orhan tepesinde dolaşıyor.

9-77

Laz olunca Trabzon havaları başlıyor ve başlıyoruz horon tepmeye, hem de lokomotifin üzerinde. Emrah ve Orhan Laz.

9-79

Tarihi Edirne tren istasyonu. Bir zamanlar burası tren istasyonuymuş. 44 yıl önce buradan geçmiş olabilirim, bilinmez.

9-80

Lozan antlaşması için buraya bir anıt dikmişler. Anıtın olduğu yere geldik

9-81

Çocukluğumuz hala devam ediyor. Anıtın yarı beline kadar çıkıyoruz, ardından aşağıya hooop kayıyoruz. Bu kadar büyük kaydırakta kaymamıştım doğrusu. Bayağı eğleniyoruz.

9-82

Hep beraber tepede elçek bir resim çekiliyoruz. Emre, Timukan, Selim, ben ve Orhan.

9-83

Üniversite içi tam bir açık hava müzesi. Her tarafta tarihi yapılar mevcut, ahşap bir bina restore edilerek insanlara görsel anlamda huzur veriyor. Birinci kat tuğladan, üzerinde çatı ile beraber iki kat tahtadan yapılmış. Üst katlarda balkon var.

9-84

Daha sonra kahve içmeye Meriç kıyısına doğru hep birlikte pedal çeviriyoruz. Edirne de yemyeşil ve burası cennet gibi. Her taraf ağaçlarla kaplanmış.

9-85

Meriç kıyısına Edirne kent ormanından giriyoruz.

9-87

Akşam üzeri, karşıda Meriç köprüsü, Meriç usul usul akıyor. Ben de ispirto ocağımı çıkarıp bu güzel ortamda kahve pişiriyorum. Piknik alanını birden kahve kokusu sarıyor. Cezvem 4 kişilik olunca iki kez pişirmek zorunda kalıyorum. Ama zevkle pişiriyorum. Kahve cezvesi ocakta pişerken Orhan ile çekiliyoruz bir poz nehir ile birlikte, Uzakta taş köprü görünüyor.

9-89-1

Fotoğrafçımız Emre bizi kahve içerken şöyle bir çekiyor piknik masasına sıralanmışız.

9-89

Gerçekten güzel bir manzarada keyfimiz yerine geliyor. Bu gün az yol yapmamıza rağmen patlak lastikler epey yordu. İnanılmaz bir gün yaşadık dostlarla birlikte. Ve hala devam ediyor. Meriç nehri ve ileride taş köprü.

9-90

Derken akşam karanlığı basıyor. Biz de Edirne’ye doğru pedallıyoruz. Karaağaç parkı çok geniş bir alana yayılmış, Edirne’den 5 km mesafede ve harika bir gezi, spor, piknik alanı. Ayrıca sakin dinlenme alanı, insan burada kendini gayet huzurlu hissediyor. Süslü aydınlatmalar mavi, sarı ve kırmızı renkte yanıyor gece karanlığında.

9-91

Edirne de ilk önce bisikletçiye gidiyoruz. Yedek iç lastik almam lazım. Beraberce bisiklet dükkanına gidiyoruz. Trakya bisiklet, Engin abi dükkanda bizi ağırlıyor. Ondan 28 jant iç lastik istiyorum 2 tane. Engin abi dükkanı ve depoyu alt üst ediyor. Ama bir tane bile bulamadı, onun için mecburen bisikletin birinden iç lastikleri söküp bana veriyor. Lastikleri yedeğe alıyorum neme lazım yolum uzun. Ardından Can Küçükler Gençlik ve spor il müdürlüğü tesislerine kalmaya gidiyor. Can ile İğneada’ya pedallayacağız, sabah 08:00 de buluşmak üzere sözleşiyorum. Timukan Karaca arkadaşının evine gidiyor. Ben de Orhan Şentürk ile daha önce haberleştiğim Emrah Tokdemir’in evine gidiyoruz. Ellerine sağlık çok leziz yemekler yapmış. Yemekleri iştahla yedikten sonra Selim Karagözler ve Emre Ata’nın evine gidiyoruz. Öğrenci evi, azıcık dağınık, ne yapalım olacak o kadar. Hep beraber sohbet ederek vakit geçirdikten sonra 9 gündür girmediğim internete girerek şöyle bir bakayım dedim. Amanın facebook dolmuş, mesajları sadece kontrol ederek hemen kapatıyorum. Telefonumdaki resimlerin hepsini USB flaş belleğe yedekliyorum, ne olur ne olmaz. İşim bitince yatıyoruz hep birlikte. Bu gün epey yorulduk, derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 73 kilometre civarı.

Resimlerin bir kısmı Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Keşan Trakya Bisiklet Turu 8. Gün

9 Eylül 2013 Pazartesi

Keşan – İpsala – Uzunköprü

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir

Cahit Zarifoğlu

 

Öne çıkmış olan görsel, Rahman Karataş ile haritayı yere serip üzerinde rota çalışıyoruz çömelmiş olarak. Bisikletim KUZ yüklü olarak park halinde.

8-1-1

Kuşların cıvıltılarıyla güzel bir güne dinlenmiş olarak uyanıyorum. Hava masmavi, sonbaharın hafif serinliği beni hala üşütmüyor. Bisikletin getirdiği enerjiden dolayı üşümeyi unuttum diyebilirim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra İspirto ocağında çay demleyip kahvaltımı yapıyorum Orhan’la beraber. Derken geçmişten gelen bir akrep zehrini bırakıp gidiyor. Eh ne yapalım kahvaltım da zehir olsa da bağışıklık sistemim bunu hazmediyor. Üstüne bir acı kahve iyi gidiyor zehrin.

“Eğer birisi sizin hakkınızda kötü bir şey söylüyorsa, Emin olun kendileri hakkında söyleyecekleri iyi şeyleri yoktur.”

Can YÜCEL

Yerde kahve takımları, küçük tabureme oturmuş olarak kameraya bakıyorum.

5-2-1

Parkta kalan diğer arkadaşlar da uyanıyor. Muammer Kızak ve İDA bisiklet grubu ile vedalaşıp yolcu ediyorum. Rahman ve Başak ta burada gecelemişler. Kahvemi içtikten sonra kurumuş olan çantaları bisikletin bagajına bağlayıp eşyalarımı yerleştiriyorum. Ardından çadırı söküp mat ve uyku tulumunla birlikte bagaja bağlayıp yola çıkmaya hazır hale geliyorum. Keşan – Edirne 112 kilometre civarında. Bu yolu bir günde yaparız diye Orhan ile konuşuyorum. Ama Rahman işin içine girince iş değişiyor. Bir dünya gezgininden feyz almak bir başka. DOÇEK’in verdiği Trakya haritasını yere serip gideceğimiz yolu bize çiziyor. Nerelerden gidileceğini, nerede konaklayacağımızı, görülecek güzel yerleri bir bir anlatıp bize önemli bilgiler aktarıyor. Benim rotam İğneada’ya kadar gidip oradan Tekirdağ yapmak. Rahman İğneada’ya kadar harita üzerinde işaretliyor. İpsala’dan Yunanistan sınırından Edirne, oradan Bulgaristan sınırından İğneada’ya. Harita üstünde bile harika bir tur olacağa benziyor. Can Küçükler ile telefonla konuşarak nerede olduğunu öğreniyorum.

Rahman ile harita üzerine çömelip çalışırken, KUZ yüklü durumda yola hazır sakince beni bekliyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

8-1-1

Bisikletimin kilometre kablosu biraz gevşek idi, kabloda bollaşınca sabahın süprizi kabloya geliyor. Bollaşıp sarkan kablo ön bagajımın ağır olmasından gidon  ani hareketle kilometre kablosu kökünden kopuyor. Hadi buyur buradan yak. Elbette bir gün kilometreden kurtulacağım ama henüz bağımı koparamadığımdan biraz üzülüyorum. İzmir den buraya kadar 547 kilometre yapmışım. Kablo dipten koptuğundan ek yapamıyorum. Aklıma da bir çözüm gelmiyor şimdilik. Yola böyle devam edeceğim mecburen. Arkadaşlarla vedalaşıyorum, Okan Tuztaş, Rahman ile Başak Bulut ve diğer arkadaşlarla vedalaşıp Orhan ile yola çıkıyorum. Keşan’dan çıkışımız biraz geç oluyor haliyle. Orhan uyumlu birisi, iyi anlaşıyorum onunla. İlk hedefimiz İpsala, pedallar dönmeye başlıyor. Üç gündür sanki tatil yapmışım gibi geldi bana. Kendimi dinlenmiş ve zinde hissediyorum. Ama yola çıkmakla içim başka bir duyguyla kaplanıyor. Serkan Taşdelen’in dediği gibi “Önemli olan yolda olmaktır”.  Yola çıkınca dünyam değişti, yola ve yolculuğa çabuk adapte oluyorum. Ova düz olunca yol altımızdan akıp gidiyor. İpsala’ya 20 Km kalmış. Hudut ise 20 Km olduğunu tabelada yazan yazıdan anlıyorum.

8-1

Kısa sürede İpsala’ya vardık. Tabelada önemli kavşakta olduğumuzu belirtiyor. Sola Karpuzlu – Enez, sağa İpsala, düz ise kahverengi yazılmış Yunanistan – Gümrük (Douane) yazılmış.

8-3

İpsala kasabasına giriyoruz. Burası sınırdan önce son yerleşim yeri. Burada kilometre kablosunu lehimlemek için elektronik tamircisini arıyorum. Sora sora tamirciyi bularak kabloyu lehimlettiriyorum. Elektronik tamircisine nasıl yapacağını tarif ediyorum. Büyük bir ihtimalle fazla tecrübesi yok ve böyle kilometre kablosu hiç lehimlememiş. Bu ilk tecrübesi olacak. Kabloyu lehimledikten sonra test yaparak çalışıp çalışmadığını kontrol ediyorum. Çalıştığını gördükten sonra yerine takıp kablonun tekrar kopmaması için güzelce ve dikkatlice klipsle bağlıyorum. Ayrıca kabloyu da göstergenin kaidesine Japon yapıştırıcı ile sabitliyorum çıkıntılık yapmasın diye.

Sınıra 6 km kalmış, Selanik’e iyice yaklaşmışım, şunun şurasında Selanik’e 355 km kalmış, 3 günlük yol. Elbet bir gün Selanik’ten geçeceğim. Edirne yoluna girmeden hazır buraya kadar gelmişken sınır kapısını bir görelim diyerek sınıra pedallıyoruz. Tabelada Yeşil E-90, D-110 yolun olduğunu belirtmişler. Hudut (Yunanistan) 6, Selanik 355 Kilometre olduğu yazılmış.

8-4

Sınır kapısına geliyorum. Pasaportum yok diye geçiş izni vermiyorlar. İnsanların özgürlüğünü kısıtlayan şu sınırları hiç sevmiyorum. Ülkemizde çifte standart var, vatandaşları iki sınıfa ayırmışlar. Birisine kırmızı pasaport veriyorlar, paran varsa pasaport alıp bir de vize almak için ülkelerin elçiliklerinden eziyet çekmek var. O da elçinin o günkü ruh haline göre vizeyi ya alırsın yada alamazsın. Diğerlerine yani devlet memurlarına yeşil pasaport veriyorlar, onlara vize sormuyorlar, elini kolunu sallaya sallaya sınırdan sorgusuz sulalsiz geçiyorlar. Ben de çalıştım vergi ödedim bu ülkeye, hatta memurlardan daha fazla vergi kesildi benden. Ama nedense bize geçiş yok bu sınırlardan. Nefret ediyorum bu durumdan, sınırlar kalksın… Bisikletim KUZ üzerindeyim, arkamda sınır kapısı gişeleri.

8-5

Elbet bir gün delip geçeceğim bu sınırdan, açılsın kapılar. Sınırdan geriye döndüğümüzde yol üzerindeki tabelada Türk bayrağı ve Türkiye’ye Hoşgeldiniz Welcomw to Turkey yazılmış. Orhan ile beraber hatıra resmi çekiliyorum elçek ile..

8-7

Türkiye’den çıkamadık ama hoş bulduk dedikten sonra yolcu yolunda diyerek yolumuza dönüyorum yol arkadaşım Orhan Şentürk ile birlikte. Bizi sınırdan geçirmediklerine göre geriye dönüyoruz mecburen. 110 numaralı kara yolunun 1. parseli 2. km tabelasında bir resim çekerek İpsala’ya doğru yolumuza devam ediyoruz.

8-8

Dedim ya çifte standart,  Keşan turundan sonra Yunanistan’a bir grup bisikletçi karşı yönde sınır kapısına giderken karşılaşıyoruz. Karşılıklı selamlaşıyoruz. Karşı karşıya gelince Orhan ile benim resmimi çekerek yollarına devam ediyorlar.

8-7-1

İpsala küçük bir sınır kasabası, canlı ve hareketli. Bu hareketlilik elbette sınırdan önceki son yerleşim yeri olmasından dolayı. Bizim gibi bisikletçi gezginler hariç diğerleri araçlarla buralardan geçiyorlar. Her taraf araba dolu, daha çok tırlar mevcut. Bu şirin sınır kasabasında fazla oyalanmak istemiyoruz. Ama öğlen vakti olduğundan karnımız da acıktığından karnımızı doyurup hemen yola çıkıyoruz. Yolumuz uzun. Kısa minareli cami ve İpsala’nın ana caddesi, cadde girişine demir borulardan tak yapılmış, Ortasında Atatürk portresi, altına Welcome, Hoşgeldiniz yazılmış.

8-9

Resimde görüldüğü üzere bayağı geniş bir alanda toprak taşımışlar. Geniş bir çukur oluşmuş. Buradan çıkarılan toprakların nereye götürüldüğünü anlayamadım. Belki de yol yapımında kullanmış olabilirler. Bilmem ne demeli…

8-10

İpsala Edirne arası yol sınıra yakın ve yolda fazla araç görünmüyor. Bu bizim için iyi, tenhada keyifle pedal çeviriyoruz Orhan ile. Sohbet ederek, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Orhan tam bir yol adamı, birlikte uyumlu bir şekilde pedal çeviriyorum. Birbirimizle çabuk kaynaşıp yolun getirdiği dostluk gelişiyor ikimiz arasında, bu uzayıp giden yolda. Edirne ye kadar yolculuğumuz iyi geçecek, bunu hissediyorum. Etrafı tarla olan sakin ve uzayıp giden yolu çekiyorum.

8-11

Yol arkadaşım Orhan Şentürk, kendisi Trabzonlu. Dağcılık ve bisikletle haşır neşir. O da benim gibi saçlarını özgürce uzatıyor. Yakışıyor uzun saç. Saçlarımın bakımını nasıl yaptığını soruyor bana. Ben de ona saçlarımı serbest bırakıyorum, istedikleri biçimde uzuyorlar. Sadece sabun ile yıkadığımı, şampuan kullanmadığımı anlatıyorum. Orhan bisikletinin yanında resmini çekiyorum.

8-12

Biraz da Ergene nehrine yakın olmamızdan dolayı arazi düz. Hafif iniş çıkışlar var ama o kadar da fazla değiller. Orhan önümde bisiklet sürerken.

8-13

Güne bakan Ayçiçeği tarlaları Trakya’nın ana tarım ürünü. Dolayısıyla her tarafta Ayçiçeği tarlaları mevcut. Bu Ayçiçeği güneşi izlemeyi bırakmış, çoğalmaya başlayan bulutlara yönünü çevirmiş sanki susamış gibi sonbahar yağmurlarını bekliyor. Güneş diğer yönde.

8-14

Yolda sık sık molalar vererek hem resim çekiyorum, hem de bu güzel tarlalarda kendimi eğlendiriyorum. Her tarafta Ayçiçeği tarlaları olmasına rağmen her ayçiçeği ayrı bir güzel görünüyor bana nedense. Şöyle bir şey aklıma geliyor, hani bizler Çinlilerin hepsini birbirine benzetiriz ya ayır edemeyiz. Ama Çine gittiğimizde aslında birbirine hiç benzemediklerini görerek yanıldığımızı anlıyoruz. Tarlanın içinde binlerce ayçiçeği birbirine benzemiyor. Tarlanın içinde gezinirken bunu fark ediyorum. Tarlanın içinden Ayçiçeği ve yolda park ettiğim bisikletim KUZ.

8-15

İbriktepe baraj göletinde resim çekiyorum. Tarlaları sulama amaçlı olduğunu biliyorum ve göletin fazla derin olacağını zannetmiyorum. Öyle derin vadi olacakmış gibi görünmüyor zaten. Tabelada; DSİ Sultanköy (İbriktepe) barajı yazılmış.

8-16

Yolda gördüğünüz gibi hiç araç yok. Motor gürültüsü yok, daha ne olsun ki. Sen çok yaşa Rahman Karataş bize bu yolları çizdiğin için. Benim de gönlümde böyle yerlerden geçmek vardı ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu. Karşımıza ilk önce Sultanköy çıkıyor, burada mola vermeden geçiyoruz. Düz giden yolda yolumuza devam ediyoruz. Baraj göleti sağımızda.

8-17

Ufukta Balaban köyü görünüyor, burada mola vermek gerekiyor. Suyumuz var ama takviye etmemiz gerek. Bas pedala, uç, yollarda demir atım KUZ. Balaban köyünde mola veriyoruz. Duble çaylar pistonlara iyi geliyor. Biraz da atıştırıyoruz aperatif olarak. Yolda sık sık mola ve atıştırmak gerek, yoksa enerji takviyesi almazsak şekeri düşürmek an meselesi. Daha önce yolda başıma geldiğinden bu sefer işi sıkıya bağladım, neme lazım.

8-19

İlk defa sürülmüş bir tarla görünce durup resmini çekiyorum. Şimdiye kadar tarlalar yeşil, yada sarı renkte ve çoğunda ürünler henüz toplanmamıştı. Yeni sürülmüş toprağın rengi beni cezbediyor. Bu da ayrı bir güzellik katıyor doğaya. Aynı zamanda gözlerim rengini topraktan almış doğal olarak.

8-20

Kurtbey köyünden geçiyoruz durmadan, daha yeni mola vermiştik. İleride köy görünüyor.

8-21

Bazı yerlerde duble yol yapım çalışmaları var. Bizler her ne kadar fark etmesek de bayağı hızlı çalışıyorlar. Yollar düzgün ve geniş oluyor. Asfalt yeni dökülmüş ve ardından silindirler iyice eziyor. Yol kaymak gibi oluyor. 3 tane silindirin artarda gelişi güzel bir görüntü oluşturuyor.

8-22

Ve Uzunköprü’ye varıyoruz, benim için yeni bir yeri keşfetme heyecanı her tarafımı kaplıyor. Yeni insanlar göreceğim yeni sokaklar, değişik yapılar ve en önemlisi tarihi uzun köprü burada. Tabelada Uzunköprü, Nüfus: 40600 yazılmış.

8-23

Kasabanın içinde köprünün maketini yapmışlar. Maket bana biraz küçük geldi, zira bildiğim kadarıyla adı üstünde uzun köprü, 174 kemerden yapılmış bir köprü. Kim yaptırdıysa maketi 5 tane kemerle geçiştirmiş laf olsun diye. Uzun köprüye akşam üzeri vardık ama havanın kararmasına var daha. Karnımız da acıktı, kasabanın merkezine varıp sulu yemek yapan bir lokanta aradık. Lokantalara gelince adamlar öyle bir davet ediyor ki içeri sanki bedava yemek vereceklermiş gibi yaka paça lokantaya buyur ediyorlar. Zaten karnımız öyle bir açtı ki fazla önemsemeden lokantanın birine oturup siparişleri veriyoruz. Karnımızı doyururken gece nerede çadır atabiliriz diye lokantanın sahibiyle konuşuyoruz. Lokantacı bize köprüyü geçtikten sonra benzinlikte kalabilirsiniz diyor. Yemekten sonra bir de kahve içince kendimize geliyoruz. Beş kemerli taş köprü, arkasında 1 metre yüksekliğinde kayalık. Buradan aşağı su dökülüyor ama havuzda su yok. Kasabanın simgesi olarak süs havuzu yapmışlar. Etrafına sarı çiçekler dikilmiş.

8-24

Yemekten sonra sabah kahvaltısı için alışveriş yaparak yola çıkıyoruz. Güneş batığı için hava kararmadan çadırı kurabileceğimiz bir yer bulmak için tarihi Uzun köprüyü geçiyoruz Orhan ile birlikte. Hava kararmadan köprünün kemerlerinde son bir resim çekiyorum KUZ ile birlikte.

8-25

Uzun köprü çıkışında bir resim çekildikten sonra yola devam ediyoruz. Yarın sabah gelip aydınlıkta resim çekeriz nasıl olsa. Keşan’dan geç çıkmamız, İpsala’dan sınıra gidip gelmek ve yolda sallana sallana gelmemizden dolayı akşamı Uzun köprüde konaklamamıza neden  oldu. Hava da kararmaya başladı. Lokantacının bahsettiği benzinliği ararken birden karşımıza çıkıyor, İşbaşaranlar Petrol. Benzinlik görevlisine burada uygun bir yerde kalabilir miyiz diye soruyorum. O da benzinliğin yanında ağaçlık yerde kurup tuvaletten yararlanabilirsiniz deyince rahatlıyorum. Lavaboya girip elimi yüzümü yıkayıp kendime gelerek görevliyle sohbete devam ediyorum. Benzinlik zemininde kilitli taş döşeme çalışması yapılıyor. Yarısı döşenmiş, diğer yarısı döşenecek. Biz görevli ile sohbet ederken kilitli taş döşenmemiş tarafta kaldırımda oturan orta yaşlı birisi bize sesleniyor.

“Nereden geliyorsun?”

“İzmir’den”

“Nereye gidiyorsunuz?”

“Edirne’ye”

“Memleket nere?”

Ben ” Kosova” diyorum

Orhan da ” Trabzon” diyor

Bana “Kosova’nın neresindensin”

“Prizren” deyince sohbet bir anda değişiyor. Bizi yanına çağırarak görevliye kahve yapması için talimat veriyor. Arkadaşın ismi Güray İşbaşaran. Benzinliğin sahibi, babası kurmuş şimdi kendisi işletiyor. Güray Balkanları, Kosova’yı ve Prizren’i gezmiş. Hele Prizren’e bayılmış. Bu aralar kahveler, çaylar ardı ardına geliyor. Bize benzinlik sizin, nereye canınız isterse çadır kurabilirsiniz diyerek gönlümüzü fethediyor. Teşekkürler Güray İşbaşaran, misafirperverliğin için ve bizi ağırladığın için. Elemanlarına bizlere her türlü konuda isteklerimizi yerine getirmelerini iyice tembih ediyor. Orhan’la uygun bir yere çadırları kurup lavaboda elimizi ayağımızı yıkayıp uyumak üzere  çadırlara giriyoruz. Benzinliğin aydınlatmaları bize yetiyor, buralar sivrisinek dolu. O yüzden el fenerleri yanmadan çadırın içine giriyorum. Yoksa tüm gece sivrisineklerle savaşmak zorunda kalırım. Gerçi sivrisineklerle aram iyidir, beni değil de Orhan’ın bacaklarını bir kaçı şişledi bile.

Resimlerin bazıları yol arkadaşım Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 95 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc