Etiket arşivi: gevrek

Kano Maceraları 2

18 Ekim 2022 Salı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bir hayalim olmalı

Öylesine değil

Yelkenleri açtın mı

Denizler neymiş, okyanusları aşmalı

Öylesine değil

Bir hayalim olmalı

Bir kürek, bir yelken

Açılmalıyım denizlere

Özgür bir denizci gibi

Rüzgarda saçları dalgalanan kız gibi olmalı

Yaptığım kano

Kız gibi olmalı

Urim Baba’CAN Mayıs 2023

 

Öne çıkmış olan görsel, Kanonun içinde Bacanağım Selahattin Kelmen oturduğu yerden bana doğru dönmüş, elinde kahve fincanı, başında siperli şapka. Gözleri gölgede kalmış. Mavi yelken öylece duruyor direkte, rüzgar yok. Koltuğun arkasında Gemisini yürüten kaptan yazıyor. Kanonun ortasında tahtalarla iki yana tutturulmuş dengelik plastik borular.

NOVATEK CAMERA

İlk kano maceramda görüldüğü üzere kano çok iyi ama dengede tutmak bir hayli zor. Kanoyu dengede tutmanın yolu iki yana denge boruları yapmak geldi aklıma. Kanocu arkadaşım Ersan Bekin bana elinde plastik boru olduğunu söyledi. Ben de getir bir bakayım dedim. Sağ olsun üşenmedi, getirdi. Kano arkadaşlığı böyle olmalı. Yanına da kendi kanosunda kullandığı tankı getirmesini söylemiştim incelemek için. Getirdiği boru 110 mm çapında 2 metre boyunda bir boru. Ağızları kapatılmış. İçine de köpür ve poliüretan ile doldurmuş. Tankı şöyle bir inceleyip gözden geçiriyorum. Hemen kafamda projelendirip bir kenara koyuyorum. İleride yapacağım aynılarından.

Gelelim boruya, 2 metre kano için çok büyük. Ersan tek olarak bir yana bağlamak için hazırlamış ama tankları yapınca bu boruya gerek kalmamış. Ben boruyu tam ortadan kesip, kesilen yerlere tapa yapıyorum. Elimde olan gürgen tahtadan da kalın çıtalar kesip plastik boruyu gövdeye tutturuyorum. Bunun için uygun cıvatalar kullandım. Ortaya da bir dikme, iki yandan gelen boruları tutturuyorum. Kano tezgahın üstünde, iki yana tutturulmuş mavi boyalı plastik boruları çekiyorum.

IMG_20221014_162915

Denge boruları hazır olunca uygun bir zamanda bacanağım Selahattin Kelmen yanıma geliyor. Kanoyu bulunduğu yerde, marangoz atölyesinde kano taşıyıcı arabasına yerleştirip bağladık. Yanımıza diğer malzemeleri ve kahve takımları olan çantayı da alıp İnciraltı kent ormanına kadar yürüyerek götürdük. Kıyıda yan boruları kanoya sabitliyoruz cıvatalarla. Ardından yelken direğini yerine taktık. Ve denizdeyiz. Havada rüzgar yok, durgun. O yüzden yelken pek işe yaramıyor. Yelken direğinin tepesinde küçük bir Türk bayrağı dalgalanıyor. Bacanağımı önde oturmuş olarak çekiyorum.

NOVATEK CAMERA

Kano denizde gayet düzgün ve dengeli duruyor. Kendime güven geldi, düşünüp tasarladığım denge boruları işe yaramıştı. Kanoda istediğim gibi hareket edip ayağa kalkabiliyorum. Dengede herhangi bir bozulma olmuyor. Neşem ve keyfim yerinde. Mutluyum. Kendimi bacanağım ile elçek resim çekiyorum. Resimleri su geçirmez kamera ile çekiyorum.

NOVATEK CAMERA

Kanoyu dükkandan alıp buraya gelmek, sonra boruları kanoya bağlamak bizi epey yordu ve acıktık. Havada hafif bir rüzgar esiyor, belli belirsiz. Kanoyu kürekle döndürmenin imkanı yok, dümen işe yarıyor burada. Yekeyi iskele yönüne çevirdin mi sancak tarafına hemen dönüyor. Bacanağım gevrek ve meyve suyu almış gelirken. Yemeye başlamadan önce rüzgarın estiği tarafa gidebildiğimiz kadar kürek çekip kanoyu serbest bırakıyoruz. Kanonun henüz çapası yok. Gevrek ve meyve suyunu acıkmış olarak afiyetle yiyoruz. Bu ilk defa oluyor. Kanoda öğle yemeği.

Yemeğin üstüne ne gider? Bu sorunun cevabını hepiniz verebilirsiniz; Kahve. Hemen çantamdan kahve takımlarımı çıkarıp kahve yapmaya başladım. Lagün ortasında Dünya tarihinde ilk defa kahve piştiğine tanık oluyorum. Kahvenin kokusu çarşaf gibi deniz yüzeyine yayılıyor. Kahve ocağım önümde kutunun üzerinde. Kahve fincanında köpüklü kahve dolu ayaklarımın ucunda.

NOVATEK CAMERA

Bir fincanı da önde oturan bacanağıma ikram ediyorum. Kahve fincanı elinde poz veriyor bana. Ben de çekiyorum mavi deniz, mavi yelken ve mavi gökyüzü ile birlikte. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

NOVATEK CAMERA

Ben de fincanımı öne uzatıp bacanağım ile birlikte çekiyorum.

NOVATEK CAMERA

İskele tarafındaki boru su içine iyice batmış durumda çekiyorum.

NOVATEK CAMERA

Sancak tarafındaki boru da biraz havada, pek dengeli bağlamasam da kanoyu dengede tutuyor.

NOVATEK CAMERA

Kanoda öğle yemeğimizi yedik, üstüne de keyif kahvelerini içtik. Neşem ve keyfim yerinde. İçimde inanılmaz duygular var. Heyecanlıyım anlayacağınız. İstediklerim yavaş yavaş gerçekleşiyor. Aşağıdan kanoyu ve yaptıklarımızı gösterir video var, İzleyebilirsiniz. Su geçirmez kamerayı istediğim gibi çekmiyor. Düğmelerinde biraz problem var. Bazen çekimde kalmış kendi kendine çekmiş durduğu yerde, ama fazlalıkları kesip attım.

Video aşağıda.

Bir süre lagün içinde dolaşıp durduk. Yeterince kano zevkimizi aldıktan sonra karaya çıkıp bağlantıları çözerek tüm malzemeleri kanonun içine yerleştirdik. Taşıyıcı araba üstüne kanoyu bağladıktan sonra yürüyerek marangoz dükkanına geldik. Kanoyu tezgahın üzerine koyup eşyaları alarak mutlu bir şekilde, yaşadığımız kısa kano macerasını düşünerek eve geldik. Şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Kano projeleri ve kano maceralarına devam edeceğim.

 

Suyun Kaynağına Yolculuk Gediz Nehri 8. Gün

1 Mayıs 2019 Çarşamba

Murat dağı – Gediz

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

İşitin ey yarenler
Aşk bir güneşe benzer
Aşk olmayan gönül
Misal-i taşa benzer
*** ***
Taş gönülde ne biter
Dilinde agu tüter
Nice yumuşak söylese
Sözü savaşa benzer
*** ***
Geç Yunus endişeden
Gerekse bu bişeden
Ere aşk gerek evvel
Ondan dervişe benzer

Yunus Emre

 

Öne çıkmış olan görsel, çadırımın yanında sandalyede oturmuş sabah kahvesini içerken. Önümde meyve kasası, çam ağaçlarına Suyun Kaynağına Yolculuk pankartı bağlı.

IMG_20190501_073215

1500 metrelik rakımda, 1 Mayıs günü de olsa Murat dağının karlı zirvesinden gelen soğuk hava bütün gece beni üşüttü desem yeridir. Altımda mat var, soğuk yerden gelmiyor, üs taraf buz gibi oluyor, üzerime polar, ceket ne varsa örtündüğüm halde  üşüdüm. Gece boyu sürekli döndüm durdum. O yüzden pek uyku uyuyamadım. Gün ağarınca kalkıp dışarı çıktım. Hava buz gibi ve üzerime kalın ceket ve pantolon giymiş halde ilk işim  kahve yapmak. Çadırımın önünde, meyve sandığı üzerinde kahve pişirirken otomatik olarak çekiyorum bir poz.

Yalnızım, yalnızken kalabalıkta olduğunu hissetmek, kalabalıkta yalnız kalmak

IMG_20190501_072948

Kahvemi içerken bir derece içim ısındı. Çadırımın yanında sandalyeye oturmuş halde, önümde meyve sandığı. Pankartım çam ağaçlarına bağlı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20190501_073215

Çayımı demliyorum, yumurtaları kaynatıp bir güzel kahvaltı yapıyorum. Çam ormanı içinde, dağ havası insanı acıktırıyor ve saf oksijen beni doyuruyor. Bu gün 8. gün, zorlu bir yolculuk sonunda Murat dağında bitti. Suyun Kaynağına Yolculuk pankartı önünde resim çekiliyorum. Kameram tripota takılı, otomatik çekiyorum. Ben pankartın sağındayım. Mavi çadırım solda duruyor.

DSCN7895

Pet şişede kalan son toprağı da küçük pınarlardan akan suya döküyorum elimle. Buralardan doğan nehir suyu getirdiğim kirli toprağı arındıra arındıra Gediz nehri ile Ege denize kavuşması dileğimi burada yineliyorum. Geleceğimize temiz bir dünya bırakalım. Murat dağındın bereketli pınarları her yerden fışkırıyor.

IMG_20190501_075909

Bir çok yerden fışkıran pınarları boru içinden geçirerek küçük bir yalağın içinden akıtıyorlar. Bazı yerde çam gövdesi içinden boru geçirilmiş. Burada betondan piknik masaları yapılmış.

DSCN6915

Çadırı, eşyaları toplayıp termal hamama geldim. Sabah ortalıkta pek kimse yok. Havlumu ve su donumu alıp içeriye giriyorum. Kapıda herhangi bir görevli yok, hamamda kimse yok, sakin ve temiz görünüyor. Yuvarlak havuz durgun, etrafında mermer sütunlar ve her taraf mermer kaplı. Karşıda kurnalar var. Havuzdaki suyun rengi yeşilimtırak.

IMG_20190501_101130

Su donumu giyip sıcak havuza dalıyorum. Bu turda şanslıyım, bu 2. termal havuza girişim. İlki Salihli deki Kurşunlu kaplıcaları. Burası da Murat dağı termal kaplıcası.

Kaplıca Murat Dağı’nın 1476 metresinde yer almaktadır. Sıcaklığı 37 ile 43 derece arasında olan sular Sodyum, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum, Bromür ve Sülfat içermektedir. Kaplıca başta romatizmal hastalıklar olmak üzere deri hastalıkları, kadın hastalıkları, sinir ve kas hastalıklarına iyi gelmektedir. Kaplıca suyunun toplam debisi 45 lt/sn civarındadır.

Burada çıkan sıcak suyun efsanesini şöyle anlatırlar,

Germiyanoğulları saflarında çeşitli savaşlarda çarpışan Gazi Murat ve kardeşi düşmanla savaşa savaşa bu dağa gelirler, yoğun çarpışmalarda Gazi Murat’ı ağır yaralarlar. Askerleri yaralarla uğraşırken dua etmişler tedavisini yapalım diye. Murat dağında normalde soğuk pınarların arasından sıcak su çıkmaya başlamış. Askerler de çıkan sıcak suda komutanları Gazi Murat’ı yıkayıp yarasını iyileştirmek için uğraşmışlar. Bu arada karşı taraftaki tepeden kellesi koltuğunun altında kardeşi gelmiş. Abisinin yanında şehit olmak istemiş ama Gazi Murat kardeşine “Bre hey fikirsiz, nerede şehit olduysan oraya git, senin makamın orasıdır” deyip kardeşini yollamış. Kardeşi de kelle koltukta karşı tepeye gidip yere düşerek şehit olmuş. O tepeye “Fikirsiz tepe” denilmiş. Gazi Murat sıcak suyun çıktığı yere, kardeşi de Fikirsiz tepe dağına gömülmüş.

Dağdan çıkan bu su kaynaklarının bir kısmı ile Gediz nehrine (Hermos), Porsuk çayı (Tembris) ile Sakarya (Sangarios) nehrine ve Banaz çayı (Senaros) ile Büyük Menderes (Maiandros) nehrine, Akarçay (Kaystros) ile Eber gölüne su sağlanmaktadır. Batı Anadolu’nun önemli havzalarını bu dağdan çıkan bu su kaynakları sulamaktadır.

Hamamın havuzundaki şifalı sularda yıkanıyorum, kimseler yok, henüz sabahın erken saatleri. Duvardaki aynada kendimi hamam içi ve havuzu çekiyorum.

IMG_20190501_103258

Hamamdan çıkıp kurulandım. Temiz eşyalarımı giyinerek dışarıya çıktım. Termal tesislere bakan arkadaşı buldum, hamam ücretini vereyim dedim o da bu da bizden olsun diyerek para almadı. Kendisine teşekkür ediyorum. Bu kez kirli çamaşırlarımı yıkamadım. Nasıl olsa bu gün eve döneceğim. Bulunduğum yere tabela konulmuş. Tabelada; Murat Dağı Rakım: 1453 yazılmış. Aslında rakım yazan metraj doğru değil. 1476 metre rakım olduğunu öğreniyorum. Bilerek İstanbul’un fetih yılı yazılmış aklı evvel birileri tarafından.

DSCN6882

Her kayanın altından su çıkıyor, iri bir kayanın üstünden sular akarak kaya dibindeki küçük havuza akıtıyorlar.

DSCN6894

Düz bir alanda küçük bir gölet yapmışlar. Göletin içine balık yetiştiriyor. Ördekler de göletin suyundan de yararlanıyor. Güzel bir alan oluşturulmuş.

DSCN6920

Artık yola çıkmaya hazırım, üzerimde deri ceket var. Sıkı giyindim çünkü önümde pedal çevirmeyeceğim uzun bir iniş var. Kendimi çam ormanı arasında giden yoldan aşağı bırakıyorum. Arada durup çam ormanını ve yolu çekiyorum kısa süreliğine, sonra yola devam.

DSCN7896

Hızlı bir şekilde aşağıya, düzlüğe iniyorum. Burada iki çayın sularının birleştiği yer. Soldan gelen çay Murat suyu, daha coşkun akıyor. Diğer çayın suyu daha az, adı sanı belli değil. İki çayın kenarları da çınar ağaçları ile kaplı. Çaylar çınar ağaçlarının gölgesine akıyorlar.

DSCN7898

Bent yapım alanına geldim. Yere büyük künkler döşenmiş.

DSCN7899

Bent duvarları da beton dökülerek yapılmaya başlanmış. Gölet yapıldıktan sonra bu yollar su altında kalacak.

DSCN7900

Bisikletle gezmenin nimetlerinden faydalanıyorum. Bu nimetlerin başında yolda hemen hemen her şeyi görmek. Onlardan birisi uzun zamandır istediğim bir şey; küçük kaplumbağa kabuğu. Kaplumbağalara zarar vermek istemediğimden bu hayalim gerçekleşmedi. Yol kıyısında gördüğüm küçük bir kaplumbağanın çoktan ölmüş olduğu, içini de kuşların yediğini gördüm. Artık istediğim bir kaplumbağa kabuğuna sahibin. Yerdeki kaplumbağa kabuğunu alıp çantama kırılmayacak biçimde sarıp yerleştirdim. Eve gidince içini doldurup bisikletimin gidonuna takacağım süs olarak. Neden böyle bir süs takıyorum? Nedeni kaplumbağa aynı benim gibi evini sırtında taşıyor. Nerde akşam orda sabah, yolda bulduğu kadar yiyecekle beslenip ağır adımlarla gideceği yere sonunda varmış oluyor. Kaplumbağanın hiç acelesi yok, gideceği yere yavaş varınca her şeyi yakından görüp hayatı yaşıyor. Hızlı gitmediği için ruhu geride kalmamış oluyor. Ruhu ile beraber, acele etmeden uzun yaşlara erişiyor.

DSCN7901

Kısa sürede Gediz’e vardım, hırdavatçı Ali’nin dükkanında öğle yemeğini birlikte yedik. Dükkanın karşısındaki oto gardan İzmir’e otobüs biletimi alıp öğle zamanında bisikletim KUZ ile birlikte biniyorum. Yaklaşık 6 saatlik bir yolculuk var önümde. Otobüs arada bir yerde mola verdi. Mola yerlerinde pek bir şey yemek, içmek istemem. Hem yemekler iyi değil hem de çayları güzel demlemiyorlar. Sadece para kazanma hırsı ile kalitesiz hizmet sunmaya devam ediyorlar. Otobüs firmaları buna pek dikkat etmiyor nedense. Şimdiye kadar tuvalete ödediğim paranın haddi hesabı yok. Zaten bu tesisler en çok tuvaletten para kazanıyorlar. Mola yerlerinde durunca sigara içenler otobüsten inince hemen bir cigara yakıp tüttürüyorlar. Sigarasızlık zor içenler için. Eskilerde otobüs içinde sigara içiliyordu, otobüs içi dumanaltı oluyordu yolculuk boyunca. Ben de sigara içtiğim zamanlarda otobüs içinde sigara içtim. Sigara içme yasağı başlayınca otobüsün içi temiz havaya kavuştu. Sigara içmeyenlere daha çok zararı oluyordu sigara dumanı. Büyük kötülük etmişiz bir zamanlar. Mola yerinde içilen sigara izmaritlerini atıldığı çöp tenekesine serçe kuşu gelip konunca bir poz yakalıyorum. Serçe her yerde yiyecek arıyor. Neyse ki izmaritler işine yaramıyor.

IMG_20190501_160829

Yaklaşık 6 saatlik rahat bir yolculuktan sonra akşam olmadan İzmir otogara ulaştık. Bagajdan bisikletim KUZ’u indirip ön tekerleğini takarak çantaları bagaja taktım. Ana yolu dümdüz takip ederek Alsancak bisiklet yoluna kalabalık araç trafiğinde bisiklet sürerek vardım. Bisiklet yoluna çıkınca denizden gelen iyot kokusunu içime çeke çeke Konak iskelesine geldim. İzmir’i, iyot kokusunu özlemişim. Bir de İzmir’in simgelerinden gevreğini. Bir gevrek alıp yemeğe başladım. Gevrek çıtır olunca katıksız yemenin tadına doyum olmaz. Konak iskelesinin önünde, artık her şehir ve kasabada olan mavi boncuklu İzmir yazısı önünde bu yolculukta beni ve çantalarımı taşıyan KUZ resim çekilmeyi hak etti.

DSCN7902

8 Gün önce başladığım Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunun sonuna geldik. Yaklaşık 438 Kilometrelik bisiklet yolculuğum sorunsuzca bitti. Yeni yerler gördüm, yeni yollar keşfettim, insanlarla tanıştım. İnsanların eliyle yapılan erozyon, çevre kirliliği, nehirleri pisletmelerine dikkat çekmek için yaptığım Suyun Kaynağına Yolculuk nehirlerimiz temiz aksın projesi şimdilik bitti. Ege bölgesindeki 4 büyük nehir; Küçük Menderes, Bakırçay, Büyük Menderes ve Gediz nehirlerinin rotaları çizildi, gidilecek yollar belirlendi. Nerede kamp yapılır, yaklaşık ne kadar zamanda gidilir hepsi buradaki yazılarda elimden geldiğince anlattım. Elde edilen bu verileri herkes kullanabilir. Hiç kimseden, yada sponsordan yardım almadan, kendi kesemden turları yaptım. Zaten amacım da bu; “Herkes kendi gücü ile tur yapabilir. Yeter ki yola çıksın, yollar hepimizin, paylaşalım” Temiz bir ulaşım aracı olan Bisiklet insanı her yere götürebilir.

Yazdığım yazılar yaklaşık 2 yıl önceden yaptığım turları anlatıyor. Bu tur 2019 yılında yaptım. Yıl olmuş 2021. Yazıları yazmak kolay değil ve zamana gereksinimim var. Ayrıca yaşanmış olayların biraz dinlenmesi gerek. Ben hep düşünmüşümdür; “Bir yolculuk yaptığım zaman hemen anlatmamalı. Üzerinden biraz zaman geçmeli ki taşlar yerine otursun. Soğumalı ve olgunlaşmalı. Anımsayıp yazmaya başladığımda ortaya daha güzel yazılar çıkıyor.” Bir de bu turda öğrendiğim bir şey var; “Ruhumu beklemek” İlk yaptığım tur tek başımaydı, son yaptığım bu tur da tek başımaydı. Tek başıma yaptığım turun avantajlarını kullandım.

İnsanoğlu yaşadığımız dönemde teknolojinin getirdiği olanaklarla çok hızlı ömrünü tüketiyor. Bunun farkında değil çoğu. Hep bir yere yetişme telaşı ile insanların ruhları geride kalıyor. Zaman beklemeyi de istemediğinden bir türlü rahat, huzurlu, sakin bir hayat yaşayamadan ömrünü tamamlıyorlar. Oysa dünya yaşanılacak bir yer ve güzellikleri görmek için biraz yavaşlamalı, yaşamalı anı ve zamanı. Ben de yazılarımı yazarken hep 2 yıl önceden gelmemin nedeni ruhumdan hızlı hareket etmemdi. 2 Yıldır ruhumun gelmesini bekledim bu yazıları yazmak için. Ruh olmadan bir şey olmuyor.

Son yaptığım turun ardından pek bisiklet turlarına çıkmadım. Yaklaşık 1.5 yıldır yaşadığımız Corona virüs salgını nedeni ile bir çok tur ve festival yapılmadı, hepsi iptal oldu. Ben de bu dönemde marangoz atölyesinde çalıştım. Aldığım ücret çok az olsa da bereketli oldu ve para bile biriktirmeye başladım. Kapitalizmin bize dayattığı resmi soyguncular olan bankalar bizi sürekli kredi, kredi kartı ile yapacağımız birikimleri sistematik biçime elimizden alıyor ve borçlandırıyorlar sürekli. Peşin para ile harcamalarımı yapmayı öğrendim. Kredi kartı kullanmıyorum. Şimdilerde rahatım ve böyle sürdüreceğim. Marangoz atölyesinde yeni şeyler öğrendim, kendimi geliştirdim. Yeni fikirler oluştu kafamda. Bunun hazırlığını yaptım ve yeni bir sayfa açacağım.

Yine de bisiklet turları yapacağım, bisiklete bineceğim, festivallere katılacağım elimden geldiğince.

Hayallerimde olan “Yelkenleri maviliklere açacağım” türküsünü mırıldanacağım önümüzdeki günlerde.

IMG_20200928_085833

El salla

Bak görüyor musun denizi

Deniz çalkalanıyor kımıl kımıl,

Şu an kano ile geçiyorum

Bana el salla

Yelken açık

İmbat rüzgarı esiyor efil efil

Elim yekeyi tutmuş

Gidiyorum

Bana el salla

El salladığını görürüm

El sallayalım kendimize

Bak önde sen oturuyorsun

El salla kendine

Bana da el salla, ikimize de

Kano ile buradan geçerken

Kendimizi göreceğiz

Bize el salladığımızı

Biz bize el sallıyoruz…

Hadi biz de el sallayalım

Kendimize

Urim Baba’CAN 29 Eylül 2021 Çarşamba

Dilim sürçtüyse affola. Sağlıcakla kalın

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 47 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritaları

Otogar – Üçkuyular 17 Km

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

Eskişehir Buluşmaları

31 Ekim 7 Kasım 2017

Eskişehir de Bisiklet Evi açılışı. Soğuk Eskişehir günlerinde sıcak dostluklar.

Öne çıkmış olan görsel Bisiklet evi tabelası, elips biçimde kesilen tahtanın çerçevesi mavi renge boyanmış. Tabelada “Eskişehir Bisiklet Derneği VELESBİT Bisiklet Evi” yazılmış. Altında da metal çubuklardan bir bisiklet maketi.

20171102_115051_HDR

Güneşte ısınmış üzüm taneleri

Yıldızlardan devşirilen sır

İksir küçük kalplerinde

Zaman döndürürken avuçlarında her şeyi

Kıyıdasın sen, deniz seni salmış

Gözlerin ağaç reçinesi

Kuşların dağarcığında adın var

Çiğdem Baydar

 

Merhaba sevgili dostlar, yeni bir yazı daha sizlerle. Keyifli okumalar. Hazine torbamda topladığım gerçek hikayeleri, anıları sizlere dilimin döndüğünce anlatacağım.

Sene 2017, kış ayına girmeye ramak var. İzmir’de ılık sonbaharı yaşıyoruz. Havalar fazla soğuk değil. Bizim düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turlarına katılıp tanıdığım Kübra Özen beni telefonla arayıp Eskişehir bisiklet buluşmalarına Bisiklet Evinin açılışında kahve yapmaya davet etti. Davet gelince katılmamak olmaz deyip kabul ettim. Ayrıca Bisiklet Evi açılışını da yapacağız. Kübra Eskişehir Bisiklet derneği VELESBİD başkanı. Sevgili dostum Hakan Sevin de beni arayıp nasıl gideceğimi sordu. Kendisi de katılacak. Ben Hakan’a İzmir’e gel trenle beraber Eskişehir’e gidelim önerisinde bulundum. O da kabul etti önerimi. Tren biletlerini aldım gardan, yerimiz hazır, Mavi Tren ile gideceğiz. Biraz fazla sürse de keyifli bir yolculuk olacak.

Yolculuk hazırlıklarına başladım, gündüz saatlerinde berberde saçlarımı düzelttirdim, sakal tıraşı oldum bir güzel. Berber koltuğuna oturmuş aynadaki görüntümü cep telefonumla çekiyorum. Üzerimde karadelik girdabı resmi olan tişörtüm var. Solda saç kurutma makinası duruyor kaidesinde. Sağ üst köşede Göztepe spor kulübünün amblemi var.

20171031_113403_HDR

Yanıma gerekli eşyaları aldım, daha çok kış şartlarına uygun olanları. Eskişehir’in çok soğuk bir yer olduğunu biliyorum. Hakan geliyor erkenden, Akşam üzeri kalkacak olan tren garına metro ile kolayca ve çabucak geldik. Trenin 1. vagonunda yerimiz. Tren vagonlarını yandan çekiyorum tabelası ile. Tabelada “İzmir mavi tren. İzmir – Manisa – Balıkesir – Kütahya – Eskişehir” yazıyor. Üstünde de 1 rakamı var. Mavi tren normalde beyaz boyalı, altta iki şerit  çekilmiş boydan boya. Üsteki şerit kırmızı, alttaki şerit ise mavi renge boyanmış. İşte bu mavi şeritten dolayı Mavi Tren deniyor.

20171031_185950_HDR

Tren vagonuna binip bavullarımızı üstteki rafa yerleştirdik. Geniş koltuklara oturup hatıra resmi çekiyorum elçek ile. Ben koridor tarafındayım, Hakan pencere tarafında. Kafamda tüylü şapkam var., kırmızı yelek ve saçlarım salınık. Hakan maviyi sever, onun üzerinde mavi tişört ve mavi eşofman giymiş. Dışarısı karanlık olduğu için içerideki lamba ışığı ile camda yansımalarımız var. Bu resmi çeken  cep telefonumun yansıması da cama vurmuş elimde.

20171031_190219

Tren yolculuğumuz başladı, canımız sıkıldıkça dolaşıp durduk tren içinde. Gecenin bir zamanında uyuduk, uyandık, tekrar uyuduk bir baktık ki Eskişehir’e varmışız bile. Toplam yolculuğumuz 12 saat sürdü. Nasıl geçti anlamadık bile. Normalde otobüsle gidip gelinecek biz zaman ama otobüse göre daha konforlu. Hem tren yolculuğunu seviyorum. Eskişehir’e iner inmez  soğuk ayaz kendini hissettirdi. Üzerime deri ceketi giydim soğuktan korunmak için. Trene İzmir’den binerken kontrol etmediler, Eskişehir’e indik kontrolden geçti bavullarımız. Korku her yeri sarmış buralarda.

Ben ilk defa geliyorum Eskişehir’e. Hakan Üniversiteyi burada okumuş, o yüzden her yeri biliyor. Tren garı şehir merkezine yakın bir yerlerde. Yürüyerek merkeze geldik ve Porsuk çayındaki köprülerden birine geldik. Köprü korkulukları dökümden yapılmış aydınlatma direkleri süslü püslü. Bir tane de Panflüt çalan çocuk heykeli kondurulmuş kaideni üzerine.

20171101_080845_HDR

İzmir’de gevrek olarak adlandırdığımız, Eskişehir’de simit denen gevrek alıp bir çay ocağında bol çayla karnımızı doyurduk. Kübra’yı telefon ile arayıp nerede kalacağımızı öğrendik. Belediyeye ait kültür tesisinde otelde yerimiz ayrılmış. Saat 10’a doğru otel odamıza yerleşip kahve takımlarımı çıkardım. Hemen kahve cezvesini ocağa sürdüm. Kahveyi pişirirken Hakan beni çekiyor. Masanın üzerinde kahve takımları, ocağın üzerinde cezve, kafamda tüylü şapka. Televizyon duvarda asılı. Solda boy aynası, yanında ceketim askıda asılı.

20171101_094134_HDR

Dört kişilik kahve pişiriyorum, ikisini Hakan, ikisini de ben içiyorum. Kardeş payı, yolculuğun yorgunluk kahvesi bol olmalı. Yatağa uzanmış olarak kahve fincanları elimizde içerken elçek resim çekiyorum Hakan ile. İki fincan dolu sehpanın üzerinde duruyor.

20171101_095019

Odada biraz dinlenip kestiriyoruz şekerleme yaparak. Eskişehir düz ayak bir yer, bize bisiklet gerek. Nereden bulacağız derken Hakan Eşpedal üyelerinden birisini tandem bisikletini ayarladı. Yürüyerek gidip bisikleti aldık evinden. Hakan pilot, ben copilot olarak Eskişehir’de tur atmaya başladık. Sırtımda kahve takımlarının olduğu mavi sırt çantası var. Porsuk çayının köprülerinin birinin üzerinden geçerken resim çekiliyoruz tandem bisikletini sürerken.

20171101_124353_HDR

Altımızda araç var, Eskişehir’de gidemeyeceğimiz yer yok gibi. Hakan kendine cura yaptıracak tanıdığı bir saz atölyesinde çalışan arkadaşına gidiyoruz. Dükkanı buluyoruz kısa sürede. İki katlı bir evin alt katı demir parmaklıklı camlı pencereleri olan bir yer. Üst katın balkonunda korkuluk demirlerine bağlanmış 7 tane saz var. Hakan dükkanın açılmış kapısında duruyor. Duvarına da siyah sprey boya ile “Sultan çalgı yapım” yazılmış.

20171101_142337_HDR

Hakan’ın Öğretmen arkadaşı Sedat Sümbül ile tanışıyorum. Kendisi emekli olmuş, atölyede kendine göre saz yapıyor. Sedat elinde saz sapı, gözünde gözlük. Arkada marangoz bıçkı makinesi.

IMG-20171101-WA0001

Esas saz ustası daha genç birisi. İsmi Sinan. Eski tip marangoz tezgahında mengeneye bağlı sazda işlem yaparken Hakan çekiyor resmini. Etrafta işlenmekte olan bir çok saz var. Saz ustası İzmir Karşıyaka’da oturmuş bir süre, hemşeri sayılırız.

IMG-20171101-WA0002

Çalışılmayan tezgahta ben de tezgahımı açıyorum. Kahve cezvesini ocağa sürüp kahve pişiriyorum. Duvarda kağıt üzerine saz çizim kağıtları asılmış. Bu arada Hakan saz ustası ile pazarlık yapıp bir tane cura yapımı için anlaşıp siparişini veriyor.

IMG-20171101-WA0003

Atölyeden ayrılıp Eskişehir’in merkezi olan odun pazarına geldik. Şimdilerde eskisi gibi odun pazarı kurulmasa da eskilerden kalmış ilginç bir resim görünce çekiyorum bir poz. Resmi ilginç yapan iki tekerlekli eşek arabasının kasasına odunları o kadar yüklemişler ki Eşeğin kayışlarla bağlı araba okları ile birlikte Eşek ayakları yeren kesilmiş olarak duruyor.

20171101_142601_HDR

Mumya müzesine gittik, Eskişehir’de meşhur bir yer. Ünlü insanların  mumyaları sergileniyor. İçeriye girmek ücretli, ücretleri ödeyip içeriye girdik. Ünlülerin benzerleri balmumu heykelleri yapılmış. Ben o kadar ünlü olmadığım için henüz balmumu heykelim yapılmamış. Her birinin resmini tek tek çekiyorum. Ta ki bu tabelanın olduğu yere kadar. Burada bir görevli “Resim çekmek yasak, ücret karşılığında ben çekiyorum” deyince “Nasıl yani, ne demek ücretli çekmek. İçeri girerken zaten ücret ödedim, niye bir daha ücret ödeyeyim” diyerek olayı protesto etmek icin çektiğim tüm resimleri tek tek cep telefonumdan sildim. Görevliye “Bu tabelayı çekmek ücretli mi?” diye sordum. Görevli “Ondan ücret almıyoruz” deyince müzede tek olarak çektiğim resim aşağıdaki tabela. Fotoğraf makinesi, kamera ve cep telefonu yuvarlak kırmızı daire içinde kırmızı çizgi çizilmiş. Altta da “Bu bölümde fotoğraf çekimi müze görevlisince ücretli olarak yapılmaktadır. Ziyaretçilerin fotoğraf çekmesine izin verilmemektir.” yazılmış. Her ne kadar yardım için para toplamak için olsa da, ben yardım etmek istemiyorumdur. Herkes te yardım etmek zorunda değil. Zaten girerken belli bir ücret ödüyoruz müzeye. Sonrasında müzede fazla kalmayıp dışarı çıktım. İştahım kapandı birden bire, müzeden soğudum.

20171101_155719_HDR

Odun pazarında her ne kadar at arabası ve atlar olmasa da heykeli yapılmış. İki güzel, koşumlu at odun arabası ile duruyor. Atlar kayışlarla  tahta bir kirişe bağlı, sağdaki atın ön ayağı kirişin bu tarafına atmış durumda. Hakan da tandem bisikleti ile atlarla poz veriyor. Solda da çöp kovasının içi çiçeklerle süslenmiş. Bir de “Yeryüzü çöp kovası değildir.” yazılmış.

20171101_162634_HDR

Kübra ile buluştuk ve bisiklet evine doğru pedal çevirmeye başladık. Kübra önde, biz onu takip ediyoruz Hakan ile birlikte tandem bisikletle. Kübra bir süre Porsuk çayının dibindeki bisiklet yolundan eşsiz güzellikte manzarası ile götürüyor. Rüzgarsız bir ortamda Porsuk çayı durgun görünüyor. Ağaçların gölgeleri suya yansımış çok net biçimde.

20171102_092538_HDR

Bir ara Kübra duruyor telefon çalınca. Biz de duruyoruz, ben bisikletten inip Kübra ve Hakan’ın resmini çekiyorum Porsuk çayı ile birlikte.

20171102_092549_HDR

Bir süre sonra Porsuk çayı bitiyor ve ana yolda gidiyoruz, Sazova parkını geçip şehir stadının dibindeki kanalın yanındaki yola girdik. Trafiğin olmadığı yerden gitmek güzel. Tarlaların olduğu yere gelince Kübra önden, biz arkasından giderken bir evin önünde bekleyen bir kaç köpek sürüsü havlamaya başlayıp üzerimize gelmeye başladı. Tam evin köşesini dönünce ben gelen köpekleri kovmak için tandemin arkasından yola atlayıverdim. Gelen köpekler evin köşesinden havlayarak çıkınca ben onlardan daha çok bağırdım. Köpekler ne olduğunu anlayamadan çil yavrusu gibi gerisin geri kaçtılar. Ne yaparsın en arkada ben varım, bir sürü köpekle anca böyle baş edebilirim. Hakan bisikletten atladığımı fark edince durdu. Zaten bu arada köpekler de kaçtığından tekrar bisiklete binip bisiklet evine geldik. İçeri girmeden bisiklet evinin şirinliğini çekiyorum. Bir tarafı tek katlı, üstü teras, yanında iki katlı, üzeri kiremitli bir bina. Duvarları beyaz badana ile, kapılar, korkuluklar ve parmaklıklar mavi renge boyanmış, pırıl pırıl şirin bir köy evine dönüşmüş durumda. Facebooktan takip ediyordum bu evin bu hale gelişini. Dernek elemanları el birliği ile çalışarak bu hale getirmiş. Geniş bir bahçesi var, bahçede saksılarda servi fidanları epey var.

20171102_100013_HDR

Evin içine giriyoruz, içerisi güzel badana ile boyanmış, yerde halılar, koltuk ve televizyon. Burası mutfak, bankosu, dolaplar, solda masa ve tahta katlanır sandalyeler. Duvarda tablolar asılmış.

20171102_100538_HDR

Yanda başka bir odaya açılan kapı, odada iki tane yatak var.

20171102_100549_HDR

Evin duvarında renkli yazılarla “I Feel good today” yazılmış. (Bugün iyi hissediyorum demek Türkçesi) Rengarenk bisiklet amblemleri ile süslenmiş.

20171102_100830_HDR

Evin arka tarafında oda, tuvalet ve üst kata çıkan beton merdivenler var. Üst katta gezgin bisikletçilerin kalacağı bir oda var. Duvara da bir tane lavabo kondurulmuş, üzeri boyalarla süslenmiş çatı gibi.

20171102_100835_HDR

Evde bir duvar saati var, hemen kapağını açıyorum ve kuruyorum. Saatin markası Nacar. Saat bir süre çalışıp durunca, sarkacından ayarlayıp çalıştırıyorum. Az çok anlıyorum saatten.

20171102_101324_HDR

Bisiklet evinin tabelası yapılmış ama henüz yerine asılmayı bekliyor. Elips bir tahta, kenarları maviye boyalı, yakma işi ile “Eskişehir bisiklet derneği VELESBİD Bisiklet Evi” yazılmış. Altına da metal çubuklardan bir bisiklet yapılmış, tekerlekleri sekiz köşeli. Gidonda sepeti bile yapılmış

20171102_115051_HDR

Ertesi gün Porsuk çayının kenarında dolaşıyoruz. Daha önceden bildiğim bir heykeli karşı kıyıdan görüyorum.

20171103_104918_HDR

Karşı kıyıya köprüden geçip heykelin yanına indim. Bu eşek heykeli meşhur, gazetelere, televizyonlara çıktı haber olarak. Eskişehir belediye başkanı insanlar örnek alsın diye bu heykeli Porsuk çayının kıyısına koymuş. Heykel yeşil boyalı bankta oturmuş İzmirlilerin dediği çiğdem (Başka yerlerde çekirdek diyorlar) çitliyor. Bir eli dişlerine götürmüş çiğdemi kocaman dişlerini göstererek çitliyor. Üzerine beyefendiler gibi takım elbise giymiş, uzun kulakları ile bronz heykel nehre doğru çiğdem kabuklarını atıyor. Ayakları taşın üzerinde. İnsanlar için ironi kokan bir heykelden örnek alırlarmı bilinmez ama insanlar pis olunca bu heykel orada durmakla iyi yapıyor.

20171103_105152_HDR

Bu gün belediyenin kültür evinde sunumlar yapılacak. Bisiklet çalıştayına çağrılan ünlü bisikletçiler bisikletle ilgili görüşlerini sunacaklar. Katılımcıların arasında Aydan Çelik var, iyi karikatür çiziyor, bisiklet turlarının yorumcusu aynı zamanda. Benim için bir şey çizmesini istiyorum. O da daha önce kahvemi içtiğinden bisiklet selesine oturttuğu kahve cezvesini çiziyor bir çırpıda. Çizdikten sonra farkına varıyor, “Sapını ters yere koymuşum.” Kendisi solak olduğu için olabilir dedim, önemli değil. Yanına da Urim Baba’ya Aydan diye mavi keçeli kalemle yazıyor. Ne de olsa karikatürü iyi çiziyor ve bu parçayı saklıyorum hatıra olarak.

20171103_110331_HDR

Sunumlar bitti, akşam üzeri Hakan İstanbul’a gideceğinden tandem bisiklet ile garaja bırakıyorum. Yolcu ettikten sonra ben tek başıma geri dönüyorum kültür evine. Murat Vurucu ile birlikte Eskişehir’de dolaşmaya başladık,  Murat iyi bir fotoğrafçı. Porsuk çayındaki köprülerde benim resimlerini çekiyor. Beni gayet net çekiyor, Porsuk çayı ve ağaçtaki yapraklar bulanık.

IMG_9205

Müzisyen heykellerin arasına girdim, solumdaki saksafon başında şapkası var, sağımdaki gitar çalıyor başı kel. Arkada tuğla örülü duvar var.

IMG_9206

Eskişehir’e ilk defa geldim, hava çok soğuk olmasına rağmen Şehir Eski olarak anılsa da bana çok sıcak geldi. İnsanları, şehrin dokusu, Porsuk çayı. Belediye başkanının başarılı çalışmaları ile parklar, bahçeler, hele hele Porsuk çayı temiz ve bakımlı. Porsuk çayının kenarları gezinti alanları, yeşillikler içinde ağaçlar, dinlenme yerleri, kafeler, barlar düzgün, insanları rahatsız etmeyecek düzeyde. Ayrıca sokaklarında pek park etmiş araba göremedim. Çoğu yere katlı otopark yapılmış. Mahalle sakinleri buraya arabalarını park ediyor ve şehir arabasız daha sıcak bir görünüme kavuşmuş. Hal böyle olunca bu güzel şehri dillendirmek zor benim için. Ellerimi yana açıp söz yerine selamlarımı sunuyorum bu güzelliği ortaya çıkaranlara ve yaşatanlara.

IMG_9219

Murat Porsuk çayının sayısız köprülerinden birinin üzerinde  yeşil boyalı korkuluğa dayanmış olarak çekiyor. Korkuluklardaki direklerde sokak aydınlatmaları yanıyor.

IMG_9227

Tam portrelik resmimi çekiyor alacak karanlıkta. Üzerimde deri kahverengi ceket, başımda turuncu buff. Arka fon bulanık, lambaların noktaları büyümüş olarak resrmi oluşturuyor.

IMG_9228

Kocaman bir Türk bayrağı altında bir poz çekiyor Murat.

IMG_9264

Parkın birinde havuzdan bolca fışkıran su fıskiyesini çekiyorum Sular beyaz ışıkta parıldayıp sütun gibi yukarı bir metre kadar çıkıp havuza düşüyor. Arkasında şapkalı bir heykel karanlıkta görünüyor.

20171103_184625_HDR

Resim çekmeye başladığımızda henüz hava kararmamıştı, epey dolaştık, bolca resmimi çekti Murat. Haliyle biraz yorulunca bir kahve pişirilen yere geldik. Murat kahve ısmarlıyor, ilk önce kahve fincanı ile bir poz beni tek başıma çekiyor. Divanda Türk motifli kilim desenli yastıklar var. Minderler de aynı desende.

IMG_9282

Garsona rica ediyoruz ikimizin resmini çekmesi için. O da Murat Vurucu ile birlikte resmimizi çekiyor divanda otururken köşede. Benimle zaman geçirip resimlerimi çeken Murat Vurucu’ya teşekkürlerimi sunarım.

20171103_185348_HDR

Ertesi sabah Belediyenin kültür evinde toplanmaya başlandı. Eskişehirli bisikletçilerle toplanıp bisikletlerle Bisiklet Evinin olduğu yere gideceğiz. Bu gün Bisiklet Evinin açılışını yapacağız. Kültür evinin bahçesinde bir bisiklet direğe kitlenmiş kimse almasın diye. Nedense bisikleti kilitleyen kişi direği kilitlemiş sadece. İsteyen kişi rahatlıkla kilitsiz bisikleti alıp gidebilir.

20171104_140708_HDR

Hareket zamanını beklerken kültür evinin bahçesinde yapılan sanat eserlerinin resimlerini çekiyorum. Bu eserler hurda demirlerden yapılmış. Bu heykel fil kafası, kocaman kulakları ve iki uzun dişi ile betimlenmiş Dibinde kesilmiş odunlar bırakılmış.

20171104_140726_HDR

Başka bir eser de geyik heykeli olarak tasarlanmış. Araba parçaları, borular şekline göre hepsi yerli yerine konulup kaynakla tutturulmuş birbirlerine. Başının üstünde çatal boynuzlar unutulmamış. Bu heykelin dibinde de odunlar konulmuş.

20171104_140741_HDR

Bir tane de kadın insan heykeli ustalıkla yapılmış. Siyah beyaz bir kedi de ayaklarının dibine çömelmiş sanki ilgi bekliyor heykelden. Heykel ağacın dibinde ve burada da odunlar var. Eskişehir’de odun bolluğu var herhalde. Heykeller boyalı değil, paslanmış ve eski boyanmış yerler duruyor parçalarda.

20171104_140750_HDR

Gelenler toplandı ve hareket edildi Bisiklet Evine doğru. Benim bisikletim yok, o yüzden Serpil’in arabası ile bisiklet evine geldik. Artık kültür evinde kalmayacağım, o yüzden eşyalarımı bavula koyup yanıma alıyorum. Gelen bisikletçileri tarlaların arasından gelirken resimlerini çekiyorum. Önde iki kişi, arkada kalabalık grup halinde gelenler var.

20171104_154113_HDR

Serpil de gelenleri videoya çekiyor cep telefonu ile. Yanında da iri bir çoban köpeği sakince durup gelen bisikletçileri gözlüyor dili bir karış dışarıda. Normalde bisikletçilere böyle sakin bakmaz saldırırdı ama kalabalık ve Serpil sayesinde sakin duruyor.

20171104_154121_HDR

Bisikletli grup yanıma gelince bir poz daha çektim. Bayağı katılımcı var.

20171104_154127_HDR

Gelenler Bisiklet Evinin bahçesine girip bisikletleri bırakıyorlar. Bahçenin giriş kapısı renkli kurdelelerle süslenmiş. Bisiklet Evi tabelası da kapının üstündeki demirlere bağlanmış.

20171104_154134_HDR

Eskişehir Tepebaşı belediyesinin hediye ettiği piknik masasının birini terasa çıkardık. Burada açılıştan sonra ikramlar yapılacak. Piknik masası kare, dört tarafında oturma yerleri var.

20171104_154603_HDR

Terastan bahçeyi çekiyorum, Bisikletler park edilmiş, insanlar konuşuyor kendi aralarında. Bahçeyi aydınlatmak için çapraz olarak karpuz lambalar çekilmiş. Terasın kıyısında renkli balonlarla süslenmiş.

20171104_154620_HDR

Bahçede park etmiş bisikletler, üstü kapalı tahta çardak ve banklar duruyor.

20171104_154726_HDR

Renkli kartonlardan kalp yapılıp çubuklara takılmış. Hepsi de toprağa saplanmış onlarca kalp.

20171104_154741_HDR

Bisiklet Evinin olduğu yer bal kabağı ile ünlü. Saman balyaları üzerine bir kaç kabak konulmuş, kimi üst üste, kimisi de içi oyulup canavar gibi kesilmiş. İki tane de kadın korkuluk, kolları açık, gömlek giydirilmiş, saçları kırmızı renkte.

20171104_155214_HDR

Kabağın birine göz çizilip tepesine de kocaman metal bir huni takılmış. Huniye “Hunili bisikletliler” yazılmış Saman balyaları yanında renkli bir şemsiye duvara dayalı.

20171104_155223_HDR

Başka bir kabak ise bisiklete binen bisikletçi olarak oyulmuş.

20171104_155231_HDR

Bir süre sonra beklenen an geldi. Tepebaşı belediye başkanı geldi. Herkes dışarıya çıktı, kapıya da kırmızı kurdele bağlandı. Eskişehir bisiklet derneği VELESBİD başkanı ve üyelerinin büyük çabaları, çalışması ile ortaya çıkardığı Bisiklet Evi açılışa hazır. Belediye başkanı, dernek başkanı Kübra ve fotoğrafçılar hazır bekliyor dışarıda. Çiçek kolyeleri asılıyor boyunlara. Bana da asıyorlar, ne de olsa kahve yapacağım.

20171104_161039_HDR

Belediye başkanı elinde makas beklerken Kübra da gözleriyle birini arıyor sanki.

20171104_161056_HDR

Meğerse beni arıyormuş o gözler. Yanıma gelerek “Urim Baba hadi gel Bisiklet Evinin açılışını yap bakalım” dedi. Şaşırdım, “Nasıl yani Belediye başkanı açmayacak mı?” desem de Belediye başkanı bisikletçilerden ünlü birisinin açması daha uygun olur deyince Başkan makası elime tutuşturdu. İlk defa bir yerin açılışında kurdele keseceğim. Daha çok şaşkınlıkla, henüz heyecan gelmeden makası elime alıp “Bisiklet camiasına ve Eskişehirlilere hayırlı olsun” dileklerimi söyleyerek kurdeleyi kesiyorum.

Aşağıda açılış videosu

Hayırlısıyla açılışı yapıp içeri giriyoruz. Terasa çıktık, Murat Vurucu Eskişehirli Öğretmen Rahime Çelen ile VELESBİD yazısı önünde resim çekiyor.

IMG_9325

Sonra Belediye Başkanı, Kübra, Erhan ve iki kişi ile birlikte resim çekiliyoruz.

IMG_9320

Öğle için ikramlar verilmeye başlandı. İkramları alıp piknik masasında afiyetle yedik. Ve bende kahve takımlarımı çıkarıp piknik masasına yayıyorum. Urim Baba’nın kahvesi tabelasını da öne koyup kahve cezvesini ocağa sürdüm. İlk olarak Belediye başkanına sunacağım kahveyi. Kahve pişerken  Yanıma da 5 Litrelik su şişesi aldım kahve yapmak için. Belediye başkanının eline kahve değirmenini tutuşturuyorum. Öyle beleşe içmek yok, kahveyi hak edeceksin.

22886212_10155939557707878_6909729216936878029_n

Akşama kadar sürekli kahve yaptım içmek isteyenlere. Bisikletçilerin kimi Eskişehir’e döndüler. Kalanlar da  akşam olanda Bisiklet Evinin üst katında büyük salona toplaştık. Eskişehir’in meşhur soğuğu kendini hissettirmeye başladı. Eskişehir’in etrafında pek yüksek dağ olmadığı için bozkırdan kopup gelen rüzgar ve soğuk engele karşılaşmadan direk şehrin üzerine çullanıyor. Biz de tam da bozkırın ortasındayız. Salonda niye toplandık? Burada Masalcı Esma bizlere masal anlatacak. Masala müzikleriyle eşlik edecek olan Öğretmenler Eser gitar, Burak ise yan flüt ile yerini aldı Esma’nın yanında. Salonda, köşedeki şömineye de kalın odunlar attık ısınmak için. Ben de en önde kahve tezgahımı açıp kahve pişirmeye başladım.

20171104_202344_HDR

Esmavi bizlere masalını anlatmaya başlıyor, masalın ismi “Yosma” Masal anlatılmaya başlarken video çekmeye başladım. Videoyu 27 dakika kesintisiz çektim. Sonlarda şarjı bitiyor dese de cep telefonum iyi dayandı ve pil bitmeden masalı çekmiş oldum. Videosu aşağıda, iyi seyirler.

Bizlere masal öncesi, masalın içinde ve sonrası büyük özveri ile şarkılar çalıp söyleyen Eser Öğretmenime ve Burak Öğretmenime teşekkür ederim. Beni ve izleyicileri mest ettiler. Şarkıları hem dinledik hem de hep birlikte söyledik. Her ne kadar şöminede kalın odunlar yansa da birbirimizin sıcaklığı, enerjisi ve coşkusu ortamı zaten ısıttı. Etkinlik boyunca tamı tamına 5 Litrelik su ile yaptığım sayısız kahveyi sade, şeker kullanmadan yaptım. Sadece Eser Öğretmenin kızı Ada şekerli kahve istedi. Bir tek özel olarak şekerli kahveyi Ada’ya yaptım. Bu arada Ada bizlere küçük gitarı ukulele ile kendi bestesi olan şarkısını ve başka şarkılar söyledi. Kendisi henüz 13 yaşında ve çok yetenekli, bir o kadar da güzel sesi var.

Açılışını yaptığım Bisiklet Evinin ilk misafiri olarak turculara ayrılan odada kaldım. Sabaha kadar hava pek soğuk olsa da yorganın altında üşmedim bile. Sabah kalkar kalkmaz ilk işim Bisiklet Evinin anı defterine ilk yazan olmak. Yazdığım şöyle;

“05 Kasım 2017

İzmir den bir karadeliğe girdim. Solucan beni başka bir evrene çıkardı. Havası soğuk olsada insanları sıcaktı. Yürekten emek verilerek yapılan VelESBİD konuk evinin ilk konuğu olarak açılışını yaparak Konukevi’nin içini kahve kokusunun muhabbeti sardı.

Hazinemde yeni dostlarla birlikte olmanın ilk masalını dinleyerek tatlı düşler içinde uyudum.

Teşekkürler VerESBİD

Urim Baba!CAN

Urim Baba’nın Kahvesi

İmzam”

DSCN4280

Burada kalanlar ile birlikte kahvaltıyı yapıyoruz. Bu arada sevgili Masalcımız Esma için yaptırdığım Urim Baba’nın kahvesi yazan logo baskılı tişötrü hediye ediyorum.  Ben de aynı tişörtü giydim. Sohbet ederken aklımıza uzaklarda olan dostumuz Feyyaz Alaçam geldi. Hadi birlikte resim çeklip Feyyaz’a gönderelim deyip resim çekiliyoruz. Serpil Koç, ben, Elena Damiani ve Esma Eser Açıkgöz ile sol yumrukları kaldırıp poz veriyoruz.

20171105_094241_HDR

Hediye verdiğim tişörtü üzerine giyip takım olarak birlikte resim çekiliyoruz Masalcı Esma ile.

23316296_10155758446580688_7191492226952273398_n

Arkadaşlarla ayrılık zamanı geldi, vedalaştık. Öğlen zamanı beni otogara bıraktı Serpil. Kafamda bazı projeler var. Eve dönmeden Kütahya’ya gidip fincan fiyatları, nasıl sipariş veririm, bunun araştırmasını yapacağım. Otobüs ile Eskişehir’den Kütahya’ya vardım. Beni garajdan akrabamız olan Oğuz karşıladı, alıp evine götürdü. Ertesi sabah Dayı ile çarşıya çıktık dolaşmaya. Herkes işte güçte. Dayı yaşlı olunca bir tek o uygun gezdirmeye. Kütahya’nın sembolü olan Vazo önündeyiz. Yaklaşık 6 metre yükseklikte, çini kaplı vazonun dibinde içi su dolu havuz var. Havuz yuvarlak kenarlı ve çini kaplı. Kütahya’nın taşı toprağı çini ve porselen yapmaya elverişli. O yüzden porselen ve çini fabrikaları çok. Aşağıdaki vazoyu da yapan Dayının abisi kendi elleri ile yapmış.

20171106_121948_HDR

Kütahya’nın bir de pınarları çoktur. Türküsü bile yakılmıştır hüzünlü olsa da

Kütahya’nın pınarları akışır
Zaptiyeler kol kol olmuş bakışır
Asalı’ya çuha şalvar yakışır
Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu

Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı
Salım geldi musallaya dayandı
Mor cepkenim al kanlara boyandı
Seni vuran zalim nasıl dayandı

Aman , aman Vehbi öylede böyle olur mu
Ah sen ölürsen Dünya bana kalır mı
Yöre: Kütahya

Şehrin her yerinde tarihi çeşmeler hala gürül gürül buz gibi su akıyor. Akan bir çeşme gördüm mü içmeden geçmem. Bir tas su içiyorum çeşmeden. Çeşme mermerden yapılmış, içi oyulup kenarları süslenmiş el işçiliği ile. Sarı pirinç bir borudan mermer bir yalağın içine akıyor. Yalağın içindeki su o kadar berrak ki insana temizliğin ruhunu anlatıyor. Zincire bağlı bir mavi plastik bir tas yukarılarda bir oyuğa asılmış. Hayırseverler tarafından yapılan bu çeşme hayır bilmeyenler de su içerek hıyanetlik yaptıklarından zincirle bağlanmış su tası.

20171106_122635_HDR

Kütahya her ne kadar Müslüman şehri olsa da geçmişte işgal edilmiş Yunan döneminde kiliseler yapılmış. Onlardan birisinin çan kulesi diğer binalardan yüksek. Kilise harap durumda ve bakımsız. Eskiden girebiliyordum ama şimdi tamamen kapatılmış. Herhangi bir onarım çalışması da yapılmamış hala.

20171106_130144_HDR

Kütahya’da çarşıyı dolaşırken aklıma Kübra’nın isteği geldi. Bana gittiğin yerlerden kart at demişti. Hemen kırtasiyeden Kütahya resimli kartını allıp postaneye geldim. Karta yazdıklarım;

“8 Kasım 2017 Pazartesi Sevgili Eskişehir Sevgili VelESBİD Tarlaların ortasında açan Konukevi. Sizlere yakınlardan Çini diyarından sevgiler Kahve tadında olun Urim Baba’CAN Urim Baba” imza

Bunları yazdıktan sonra Kübra’nın bana verdiği Bisiklet Evi adresini de zarfa yazarak postane görevlisine verdim. O da makineden geçirip pul yerine baskı yaptı zarfın üzerine. Ücretini ödeyip zarfı teslim ettim.

23517588_1963585237229734_7779806877646519520_n

Çarşıda fincan yapan kişilerle görüştüm, fiyat aldım. Kendime ve isteyene fincan bastıracağım Urim Baba’nın Kahvesi logosu ile.  Tanıdık birisi ile aşağı yukarı anlaştım sayılır. Artık eve gidince fincan siparişlerini alıp bastıracağım. Gece saatler on ikiyi vurunca Eskişehir’den kalkan Mavi trene biniyorum. Uzun bir yolculuk beni bekliyor. Yarı uyku, yarı uyanık olarak sabahın ilk Güneş ışıkları ile kalkıp doğruluyorum. Manisa ovasına, düzlüğe inince çamların ardında yükselmeye başlayan Güneşi camdan çekiyorum. Camda kocaman kumlama ile yapılmış Ay – Yıldız var.

20171107_080248_HDR

Güneş yükselmeye başlıyor Akhisar civarında. İstanbul – İzmir karayoluna paralel gidiyoruz. Karşıda dağlar silsilesi ve Güneşin parlak ışıkları ile daha da büyük görünüyor.

20171107_080541_HDR

Güzel bir maceranın daha sonuna geldik, yeni dostlar ile tanıştım,. Yeni yerler gördüm. Hele Eskişehir çok hoşuma gitti. Soğuk günler olsa da insanların sıcaklığı içimi ısıttı. Bir yeri ellerimle açtım ilk defa ve çok mutlu oldum. Bir günde 5 Litre kahve yaptım dostlarıma bıkmadan usanmadan. Kaç fincan kahve pişirdim sayısı belli değil, dostlarla olmak önemliydi benim için.

Teşekkürler Kübra Aşan, teşekkürler VELESBİD, teşekkürler Eskişehir

Sağlıcakla

Mysia Yolları 4. Gün

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Susurluk – Mustafakemalpaşa – Gölyazı

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

esrik kayıklar

güneş mi denizi baştan çıkarır

esrik olur kayıklar

hatıralar ağaçtır

hayat geçtikçe büyür

yüreğim kımıldanır

birazdan ne güzel insanım

geçmişimi geleceğimi

hepsini bir bir ararım

Agim Rıfat Yeşeren

 

Öne çıkan görsel, Bisikletim KUZ, gidon çantası arkasında batan Güneş manzarası.

Gece başlayan yağmurun sesi ile uyuduk, ama şiddetli değildi. Usul usul yağan yağmurun damlaları ninni gibi geldi bana. Çınar ağaçlarının sık olması, uzun gövdeleri ve yukarılarda dalları şemsiye gibi üzerimizi örtmesi nedeni ile çadırlara pek yağmur gelmedi. Dünkü yorgunluk, iyi bir uyku ile sabahın erken saatlerinde uyanmama neden oldu. Çadırda uyumanın rahatlığı hiç bir yerde yok. Günün ilk ışıkları ile çadırımın kapısını aralayıp dışarıya bakıyorum. Uzun çınar ağaçlarının gövdeleri, piknik masaları ve bir çadır gözüme ilişiyor.

Giyinip çadırımdan dışarı çıkıyorum. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra piknik masalarının birinde doğanın ilginç bir olayını gördüm. Kalın kalaslardan yapılmış masanın yarılmış yerinden ağaç mantarları yağmur suyunu görünce kendine yaşam alanı oluşturmuş. Artık yaşamı bitmiş ağacın işlenip kalas olarak masa yapılsa da başka canlılara yaşam sunuyor. Kalasın yarıklarında üç tane mantar çıkmış, gövdesi beyaz, şapkası kahverengi – siyah karışımı. Masanın üzeri yağmurdan dolayı ıslak.

Sabah kahvaltı hazırlıklarına başladık, semaver suyu ısınasıya kadar ben de etrafı şöyle bir dolaşıyorum. Çınar ağacının köklerine inen gövdesinin bir kolunu testere ile kesip gövdesi ile olan bağı kopartmışlar. Bunu neden yaptıklarını anlamak olanaksız. Ağaçtan ne istiyorsun, illa zarar vereceksin. Aslında bunu kesen hastalıklı insan bindiği dalı kesiyor ama bunu düşünecek kadar akıllı değil.

Bu arada bisikletim KUZ öylece park etmiş halde. Arka lastiğindeki iki lastik sargı yerinde duruyor.

Hava yağmurlu ve bulutlu olmasına rağmen güneş doğduğunu hissettiriyor parlak ışıkları ile. Çınar ağaçlarının arasından kendini gösterdi. Ben de bu anı yakalıyorum.

Çınar ağaçlarının sık gövdeleri yana yatmış durumda. Onlarca, belki yüz taneden fazla çınar ağacı bu kadar sık dikilmesi boylarının uzun olmasını sağlamış. Ağaç güneş ışığına gereksinimi var. Bunu sağlamak için devamlı yukarı büyüdüğünden boyu uzun. Diğer ağaçlar da aynı şekilde büyüyünce dalları yukarıda serpilmeye çalışıyor. Yana uzayan dalı yok hiç bir ağacın.

Kahvaltıyı yapıp hemen toparlanıyorum. Cem Tabanlı da benimle beraber toparlanıp erkenden yola çıktık. Diğerleri sonradan gelecekler. Susurluk’ta bisikletçi bulup arka lastiğimi değiştirmek zorundayım. Cem ile birlikte yağmur altında Susurluk’a vardık. Yaz – bahar yağmuru çabuk geçti ve yağmur durdu. Bisikletçiyi sora sora bulduk yerini. İnternetten baktığımıza göre bisiklet servisi görünüyor ama bisikletçiden çok motor ve araba parça satan bir dükkan. Neyse 28 inç lastik var mı diye sorduk, bir kaç tane var olduğunu söyledi. Uygun olan bir lastiği aldık. Bagajdaki yükleri indirip arka tekerleği çıkardım. Eski lastiği çıkarıp yenisini takmaya çalışırken dükkanın çırağı elinde tornavida ile dış lastiği takmaya çalışınca “Hop dur bakalım ne yapıyorsun? Tornavida ile lastiği mi parçalayacaksın? Levye yok mu?” Diye durdurduk yapacağı işi. Çırak elinde araba lastiklerinde kullanılan koca bir levye getirdi. “Bu ne? ” diye sordum. Koca levye ile lastiği takacak, olacak iş değil. Hemen tamir taklavat çantamdan kendi levyelerimi çıkarıp lastiği normal olarak takıyorum. Sonra hadi şişir bakalım deyip lastiği şişirmeye başladı kompresörle. Lastik basıncı istenilen seviyeye bir türlü çıkmıyor. Lastiğin neden şişmediğini anlıyorum. Kompresör basıncı 35 havaya göre ayarlanmış. Araba lastikleri en fazla 35 hava basılıyor. Benim lastik 60 – 65 hava basıncı istediğinden bırak öyle kalsın dile çırağı uzaklaştırıyorum. Lastiğin ücretini ödeyip tekerleği bisiklete takıp çantaları üzerine yerleştirip yakında benzinciye giderek 65 hava basarak olayı bitiriyorum. Yanda olan kahvede lastikçi çay ısmarlıyor esnaf olarak. Biz de çay teklifini geri çevirmeyip içiyoruz.

Lastik işi bitince yola çıktık. Hedefimiz Gölyazı’ya bu gün varmak. O yüzden hızlıca ana yoldan gideceğiz. Şansımıza İzmir’den çıktığımızdan beri rüzgar sürekli Lodos esti. Rüzgar hep arkadan eserek Susurluk’a kadar geldik. Bu gün ise rüzgar döndü ve hava Poyraz esmeye başladı. Yani tam karşıdan, gideceğimiz yönden esmeye başladı. Balıkesir il sınırından çıkıp Bursa il sınırına girdiğimizi karayolu tabelası bildiriyor. Yol kenarındaki tabelada Bursa il sınırı yazılmış, arkada tarlalar yemyeşil ve gökte üzerimizden geçen bulutlar.

Bu yoldan hep araçla geçtiğimden tabelaları pek göremiyordum doğru dürüst. Bisikletle her tabelayı, her ayrıntıyı görüyorum. İşte bunlardan biri ilgimi çekiyor. Kocaman tabelada yazan Kosova yazısı bana doğduğum yeri hatırlatıyor. Demek buralarda daha önce Kosova’dan göç edenlerin kurduğu bir yerleşim yeri varmış. Memleketimin ismini görmek beni sevindirdi.

Büyük bir tabelada, mavi zeminde beyaz boyalı alanda siyah yazı ile Kosova yazılmış. Altta ise beyaz boya ile Susurluk ve Balıkesir yazılarak sağ taraftaki yolu ok işareti ile gösterilmiş. Tabelanın altındaki tabelada Beyaz zemine siyah harflerle Kosova 2 ve Bostandere 7 kilometre olduğunu sağa ok işareti ile belirtilmiş. Beyaz zeminde yazan yerler köyleri belirtiyor. Mavi zeminde yazılanlar ise il ve ilçeleri belirtiyorlar. Ana yolda sağa giden bir yol, ileride görünen bir köprü üst geçitten hem köylere, hem de geriye dönmeyi sağlıyor.

Yol ana yol olunca kaymak gibi asfaltta, emniyet şeridinde rahat ve hızlı gidiyoruz köy yollarına göre. Bu yolda eğim fazla yok. Bizi zorlayan karşıdan esen Poyraz rüzgarı.

Yol tabelasında Mustafakemalpaşa’ya geldiğimizi belirtiyor. Nüfus : 100000 olarak yazılı. Tam rakam, ilk defa tam rakam yazan tabela gördüm. Mustafakemalpaşa’ya gireceğiz. Yol tabelası gidonumdaki tüylerle beraber resmini çekiyorum.

Cem ile birlikte Mustafakemalpaşa kasabasına giriyoruz. Diğer arkadaşlar geride kaldı biraz. Onları beklerken hadi buranın ünlü Mustafakemalpaşa tatlısı yiyelim deyip tatlıcıya oturduk. Taş yerinde ağırdır hesabı her yerde geçerli olmasına rağmen bu durumu göz önünde bulundurup ne kadar olursa olsun birer porsiyon yiyoruz Kemalpaşa tatlısından. Garson bizi tatlı yerken masada önümüzde tabaklar, elimizde çatal ile resmimizi çekiyor. Dörder tatlı bir porsiyon yapıyor, iki tane yemişiz, daha iki tane daha tabakta var. Tatlının üzerinde beyaz kaymak konulmuş. Masada dar ağızlı küçük beyaz porselen vazoda papatya çiçeği süslemiş olarak duruyor.

Diğer arkadaşlarla buluştuk meydanda. Tatlı yiyin ilk önce diyerek tatlıcıya gönderdik. Cem ile meydanda oturma yerinde bekledik bir süre. Arkadaşlar tatlılarını yedikten sonra yanımıza geldiler. Yakında olan çay ocağından çayları ısmarladık. Turda ortak bütçe yapıyoruz. Herkes eşit miktarda para veriyoruz kasaya. Kasa da tüm alış – verişleri bu paradan yapıyor. Kasamız da Ceyhun. Kasanın suyunu çektiğini belirtince elindeki son paralarla üç tane gevrek alıyor. (Buralarda gevreğe simit diyorlar) Elindeki para anca çaylarla beraber üç gevreğe yetince adam başı yarım gevrek bölüşerek çay ile birlikte yiyoruz. Bu bizim öğle yemeğimiz olacak. Bu durumu belgelemek için garsona cep telefonumu vererek resim çektiriyorum. Altı kişi elinde yarımşar gevrek, önümüzde plastik bir sehpada çay bardakları. Hepimizde kısa pantolon, üzerimizde formalar rengarenk, başımızda da üç turuncu renkli, bir mavi, bir de haki yeşili renkte buff var.

Mustafakemalpaşa kasabasındaki molayı bitirip yola çıkıyoruz. Rüzgar karşıdan esmeye devam ediyor. Yoldan geçen tırlar, kamyonlar ve diğer araçların gürültüleri eşliğinde yol alıyoruz. Bir ara kendimi kaptırıp yolun getirdiği ölçüde bastırdım. Diğer arkadaşlar da rüzgarıma girerek göçmen kuşlar misali tek sıra gitmeye başladık. Yaklaşık 10 kilometre civarı yüksek tempoda, rüzgara karşı ve hafif çıkışı ile Karacabey rampasını bir çırpıda çıktık. Ben de nasıl olduğunu anlamadım ama tempoyu tutturunca gidiverdik öylece. Karacabey rampasını çıkarken harcadığımız enerji bitmek üzere. Mehmetali’nin şekeri var, öyle olunca düşen şekeri nedeni ile bir benzinlikte durup elde ne varsa çıkarıp bereketli ve hala bitmeyen pişilerden yiyerek şekeri yükseltip enerji takviyesi yaptık. Yarım gevrekle pistonlar bir yere kadar gidebiliyor. Rüzgardan korunaklı bir yerde atıştırmanın üzerine birer kahve içerek molayı tamamladık. Bu kez daha düşük tempoda bisiklet sürmeye başladık ve sağımızda Uluabat gölü göründü. Araç ve tır trafiği fazla olunca dibimizden geçen tırların korkunç gürültüleri Cem Tabanlı’yı rahatsız ediyor. Bu tedirginliğini belirtiyor sık sık. Yapacak bir şey yok, böyle gideceğiz mecburen. Yola devam edip bir an önce hedefe  varmalı. Uluabat gölü görününce yaklaştık sayılır Gölyazı’ya. Ağaçların arasından yakında olan Uluabat gölünün bir parçası görünmekte.

Güneşin doğuşunu izledim, batışını da kaçırmamak gerek diyerek durdum yol kenarında. Bu an kaçmaz, küçük bir köyün kenarında, tepenin üzerinde iken bir resim alıyorum. Güneşin batışını izlemek için bisikletim KUZ’u park ettim yol kıyısında. Gidonumda ki çantam, önünde “Bakırçay Temiz Aksın” yazılı kart. Kelebek gidonuna asılı duran kaskım ve dikiz aynası. Güneş kelebek kısmının az üstünde son ışıklarını verirken izliyorum. Solda, arkada matın bir kısmı görünüyor.  Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Güneşi batırdıktan sonra, bir süre daha pedalladık ve hava henüz kararmadan, siyah beyaz ipliğin artık ayırt edilmediği anda Gölyazı yol ayrımına geldik. Yol kıyısında üç tabela bir direğe takılmış. Üstteki tabelada Gölyazı Mahallesi, ortadakinde Gölyazı Kültür Evi, alttakinde ise Göl Yazıevi yazılıp ok işareti ile sağa gidileceğini belirtmiş. Uluabat gölünün bir kısmı görünüyor, kıyısında ışıkları yanmaya başlamış köyler, tarla yeni sürülmüş hemen önümde. Bir iki ağaç ve düz bir arazi göle kadar gidiyor. Göl henüz uzakta.

Az ilerde yol ayrımı başlıyor ana yoldan. Burada da turistlik kahverengi tabelada Gölyazı (Apollonia) 5, alttaki tabelada da Ağlayan Çınar ve resmi yön tabelası olarak konulmuş. Kartal tüyü ile beraber henüz hava kararmadan Gölyazı’ya giden yolu çekiyorum. 5 Kilometre yolumuz kalmış. Karşıdan sürekli esen Poyraz rüzgarına karşı bisiklet sürmek pek kolay değil. Bizi bitirdi adeta ama sonunda ana yolun yoğun tır trafiğinden kurtulmanın sevinci ile köy yoluna girmek enerjimizi topluyoruz. Artık yol sağa döndüğünden rüzgarı arkamıza alacağız. Kısa kalan kilometreler biter rahatlıkla.

Antalya grubu da aynı yerde resim çekiliyor. Mehmetali, Nafiz, Ceyhun ve Vedat. Bisikletleri ile poz vermişler kameraya.

Artık hava karardı ama gökyüzünde dolunay dan yeni çıkmış Ay bulutların arasından kendini gösterip yolumuzu aydınlatıyor. Az biraz yüksekte Uluabat gölünü ve yüzeyine yansıyan Ay ışığını görünce durup gecenin az aydınlığında gidonumdaki farın aydınlattığı ağaçlarla beraber muhteşem manzarayı çekiyorum. Solda Göylazı ışıkları yanmış gecenin karanlığında.

Saat 21:00 gibi Gölyazı’ya vardık. Hava iyice karardı. Bizi davet eden Festival başkanı Ercan Hafız’ı telefon ile arayıp nereye kamp kuracağımızı öğrendik. Kamp yeri Gölyazı girişinde antik kentinde kazı yapan ekibin kazıevi’nin olduğu yerde. Hemen kamp alanına girip çadırları kurarak eşyaları yerleştiriyoruz. Ardından sıcak duş ile yorgunluğumuzu aldık. Bu gün zorlu bir yolculuk epey yordu bizi. Duş kendimize getirdi, misler gibiyiz. akşamın geç saatleri olsa da karnımız iyice acıktı. Hemen akşam yemeğini yapmaya koyuldu aşçı başımız Mehmetali. Kazıevi tesislerinden yararlanıyoruz. Gölyazı da oturan akrabalarım var, Hasan’ı telefon ile arayınca hemen gelerek aramıza katıldı. Arkadaşlarla tanıştırıp çay içerek hoş sohbete başladık. Hasan’a, arkadaşlara çaktırmadan, yarın bizlere ihaleden turna balığı almasını söyledim. Bize yetecek kadar alsa yeter. Gölde yetişen en lezzetli balık olan turna balığının tadı pek nefis. Daha önce geldiğimde bir çok kez yedim. Yarın kendimize dinlenme günü olarak belirledik. Hem dinleneceğiz hem de Gölyazı’yı gezeceğiz. Gecenin geç saatlerine kadar sohbet ederek zaman geçirdik. Artık yorgun bedenlerimizi dinlendirme zamanı geldi. Uyku bunu belirtiyor.  Göl kıyısında uyumanın tadını yaşayacağım.

Bu gün rüzgara karşı yol aldık, yoğun trafik ile epey yol geldik

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 88 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 2. Gün

3 Eylül 2013 Salı

Altınova – Burhaniye – Akçay – Kayalar köyü

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Deniz diye bir şey vardır insan

kardeşlerim”

Kara-2 suyun üzerinde 5 metrelik bir

takada, hüznümdeki yerini buldu yüzüm…”

Feyyaz Alaçam

 

Öne çıkmış olan görsel, Burhaniye kara yolunun kıyısında 5 bisikletli; Çağrı Aydınel, Can Küçükler, Adnan Barım, Burcu Kural ve ben. Arkamızdaki dağlarda Atatürk siuleti yatık durumda.

DSC05428

Bisiklet turlarında çadırda uyumak bir başka oluyor, artık mat, uyku tulumu ve sert zeminde vücudum alıştı. Bununla birlikte cep telefonumun alarmını saat 07:00 ‘ ye ayarlamama rağmen 7 den önce uyanıp kalkıyorum. Çadır konforuna alıştım gayri ne diyeyim. Hemen hemen 2 aydır doğru dürüst bisiklete binmedim, ilk gün fazla zorlanmadan 91 km yapmama rağmen güzel bir uykuyla sabah dinlenmiş bir halde kalktıktan sonra çadırımın fermuarını açınca Çağrı ile yüz yüze geliyorum. Çağrı beni çadırın içinde iken çekiyor. Arkada bisikletlerimiz park etmiş durumda.

2-1

Adnan da uyanıp günaydın seramonisine katılıyor. Bisikletler önde Adnan çadırlar arasında. Arkada kumsal voleybol sahası, file gerili durumda ve deniz.

2-2

Çadırlarımızı kurduğumuz yer ve bisikletlerimiz bizim biran önce yola çıkmamızı sabırsızlıkla beklerken.

2-3

Çadırdan çıkıp diğer arkadaşlara günaydın diyerek güne, güneşin doğuşunu seyretmeye hazırlanıyorum. Akşam güneşin batışını sevdiğim gibi ertesi sabah güneşin doğuşunu seyretmek ve parlak ışıklarının ilk pırıltılarıyla güne başlamak beni her gün sevince boğuyor. Çadır alanından az ilerde binanın yanından güneş ilk ışıklarını saçıyor.

2-4

Bu gün turumun ilk sabahı ve güneşin doğuşunu izleyerek çantalarıma güneşin ilk ışıltılarını bir güzel dolduruyorum. Bu çok önemli dostlar, Başmakçı dan güzel insan Esma Eser Açıkgöz’ ün dediği “kutsal hazinemin” ilk parçası güneşin ilk ışıkları ve çantam tıka basa ışıkla doluyor, yolumu her daim aydınlatsın diye. Ayrıca yolda arkadaşlarımla da paylaşınca kutsal hazinem gittikçe çoğalıyor. Güneşin doğuşunu büyük bir hazla seyrettikten sonra çadırları ve eşyalarımızı toplamaya başlıyoruz. Toplanıp bisikletlere eşyalarımızı yükledikten sonra sıra geldi deniz sefasına. Dün akşam üşengeçlik ve aç olmamızdan dolayı denize bakmamıştık bile. Şimdi yüzme zamanı, şortumu giyip havlumu aldıktan sonra hemen deniz kıyısına varıyorum. Deniz ve 300 metre açıkta adacık gibi mendirek.

2-5

Adnan ve Çağrı’ ya diyorum ki ben denize atlarken beni havada yakalayabilecek misiniz, bakalım parmaklarınız ne kadar hızlı, sizi test edeceğim. Onlara nerede duracaklarını söyleyip fotoğraf makinaları ile yerlerine geçip hazır hale gelince denize dalma hazırlığı yapıp kıyıdaki derinliği bakıp atlanacak derinlikte olduğunu gördükten sonra geriliyorum birazcık.

2-6

Ve koşarak zıplayıp denize balıklama atlıyorum. Yarışmayı Çağrı kazanıyor, resimde gördüğünüz gibi beni havada yakalayıp donduruyor adeta. Denize paralel olarak 50 santim yukarıda uçuyorum. Henüz ıslanmadım.

2-7

Maalesef Adnan ikinci oluyor, Adnan beni suya daldıktan sonra anca yakalayabiliyor. Ne yapalım biraz daha çalışması gerekiyor bu konuda, ben her zaman poz vermeye hazırım nasılsa. Böyle denize dalmayı çok seviyorum ve iyi de oluyor benim için.

2-8

Benim ardımdan Burcu, Can ve Adnan da dayanamayıp sabah seherinde denize giriyorlar ama benim gibi dalamıyorlar. Benim dalışım özel stil, bilmeyenler denemesin sakın, derinliği ve vücudunuzu iyi ayarlayamazsanız başınızı kuma çarpabilirsiniz yada göğsünüzü kuma zımpara gibi sürünüp yaralanmaya neden olabilirsiniz, deniz taşlıkta olabilir, aman ha ! Gözünüzü seveyim… Sabah banyomuzu denizde aldıktan sonra Cafenin duşunda durulanıp kurulanmaya başlıyoruz. Üzerimi tuvalette değişip giyindim. Cafenin ilginç süslemeleri, deniz kabukları, deniz feneri ve yengeçler duvara asılmış. Altında İlknur Cafe yazıyor.

2-9

Cafenin olduğu yer denize yakın bir baraka gibi bina. Gölgelik olarak brandadan uzunlamasına sundurma yapılmış, altında masalar kurulmuş.

2-10

Ayrılmadan önce Can poz veriyor samimiyetinle kumsalda. Bisikleti yüklü, yola çıkmaya hazır.

2-12

Adnan’ı da İlknur Cafenin sahibi Hasan ile resmini çekiyorum. Hasan bize her zaman gelip burada kamp yapabilirsiniz diye kapısını açık bırakıyor, ardımızda açık bir kapı bırakarak vedalaşıyoruz Hasanla.

2-11

Kahvaltıyı Altınova beldesinde çarşıda bir kahvede yapacağımızdan Altınova’ya pedal çevirmeye başlıyoruz. Buradan Altınova 10 km, sabah antrenman niyetiyle düz yolda giderken bizden yaşlı iki bisikletçi ile rastlaşıyoruz, biraz muhabbetten sonra bize çay ısmarlamak için kahveye davet ediyor. Adı Ayhan Arslancan. Caddede Ayhan Aslancan, ben ve Can Küçükler poz veriyoruz Çağrı’ya.

2-13

Biz de kahvaltımı yapacağız zaten diyerek teklifini kabul edip onları takip ederek belde merkezinde kahveye geliyoruz. Kendimize bir masa ayarlayıp oturduktan sonra, fırından gevrek, ekmek ve bakkaldan biraz peynir alıp bendeki zeytin, bal ve acı biber salçası ile sabah kahvaltısını duble çaylarımızı söyleyerek yapıyoruz. Bizi davet eden Ayhan beyle sohbet ederek bir güzel karnımızı doyurduk. Masada gazete kağıdı serili, üzerinde kahvaltılıklar. ben, Çağrı, Ayhan Aslancan, Can ve Adnan masa etrafına oturmuşuz. Bizi Burcu çekiyor.

2-14

Bu kez ben çekiyorum, Burcu kareye giriyor masa yanında.

2-15

Seyahat ederken yaşanan bazı önemli olayları yazımı yazarken hatırlamak için kırtasiyeden kırmızı kaplı bir not defteri alıyorum kendime. İyi de oluyor tur boyunca devamlı not tutuyorum, böylece yaşadıklarımı unutmayacağım. Kırmızı renkli kapağı olan not defteri elimde. Üzerine Urimbaba not defteri yazdım.

071020134225

Altınova’dan ana yola İzmir – Çanakkale yoluna çıkınca sağımızda tuz havuzlarını görüyoruz. Burada havuzları deniz suyu ile doldurup güneşin ısıttığı su buharlaştıktan sonra tuzları toplayıp işleyerek satışa sunuyorlar. Aynı zaman da deniz kuşları da buradan besleniyor, bilhassa flamingo kuşlarını görünce resimlerini çekiyorum.

2-16

Her ne kadar havuzlarda tuz üretimi yapıyorlarsa da su olunca doğal bir yaşam oluşmuş. Burcu bu doğal yaşam ve tuzladan geçerken şöyle diyor:

” Üzüldüm yoldan geçerken. Bir de etrafındaki yerleşim alanlarının arasına sıkışıp kalmış.. Oradan geçerken flamingolar seneye geldiklerinde de burayı bulsalar bari ”

” Burası tuzla tuz üretimi yapılıyor. Merak etme Burcu her sene gelirler buraya, seneye de gelirler. ”

” İşte, insanlar buraya da bina yapalım diye karar vermezler umarım! ”

” Temeller tuzlu ,olur yapamazlar. ”

” Aman tuzlu olsun, tuzlu kalsın ”

” Bence de… ” diye muhabbet edip flamingo kuşlarını seyrederek yolumuza devam ediyoruz. Çağrı ve Burcu’nun resmini çekiyorum flamingo kuşlarıyla beraber.

2-17

Çağrı durup bana poz veriyor tuz havuzunun önünde.

2-18

Çağrı da benim resmimi çekiyor, böylece ödeşiyoruz. Ben bisikleti sürerken.

2-19

Ayvalık’a uğramadan yola devam ederek fazla zaman geçirmiyoruz, bu gün yolumuz biraz uzun olacak. Denizi görünce aklıma deniz şortum geliyor, İlknur Cafenin tuvaletinde unutmuşum. Her turda bazı eşyalarımı böyle unutup bırakıyorum maalesef kötü bir huy unutkanlık.

Mısır tarlalarının yanından geçerken Çağrı Burcu ve beni çekiyor bisiklet üzerinde. Hava güzel olunca yeşil tarlalar, masmavi gökyüzü, güneş ışınlarını bolca üzerimize serpiyor. Asfalt kaymak gibi, bisikletlerimiz ses çıkarmadan süzülerek hızla gidiyor, daha ne ister ki insan.

2-21

İnek bizi katar halinde önünden geçince trene benzetti. Ama bacamız olmadığı için biraz şaşkınca bakıyordu. İnek Burcu ve bana bakıyor.

2-22

Uzakta otlayan inekler de aynı durumda bizleri tren gibi görüyorlar herhalde. Çağrı beni ve yeşil tarlada otlayan inekleri çekiyor.

2-23

Bazı yerlerde yol asfalt çalışmaları yapılınca tabi ki hemen kapalı tarafa geçip rahat bir halde bisikletlerimizi sürüyoruz trafik olmadan. Çağrı bizi arkamızdan çekiyor.

2-24

Bu kez önden dördümüzü çekiyor. Yolda araç olmayınca rahat sürüyoruz bisikletleri.

2-28

Adnan kollarını havaya açmış, ben de çekiyorum onu. Bu turda bisiklet sürdüğünden sevinçli.

2-30

Burcu’nun lastiği patlıyor, Adnan ile Burcu lastiği tamir ederken. Burcu lastik tamirini öğrenmiş oluyor böylece.

2-32

Hemen ocağı, cezve ve fincan takımını çıkarıp ocağa ispirto doldurup yakıyorum. Bir süre sonra ispirto ocağım tam yanmağa başlayınca cezveye kahve, şeker ve suyu koyup biraz kaşıkla karıştırdıktan sonra cezveyi ocağa sürüp pişiriyorum. Cezvem 4 kişilik biz 5 kişiyiz, Adnan ben kahve içmiyorum diyerek aradan gönüllü olarak çekilince  ben , Burcu, Can ve Çağrı ile 4 kişi afiyetle kahvelerimizi keyifle içiyoruz. Kahve ocağım, fincanlar önümde, su şişesi de yanımda. Bisikletim KUZ yanımda park etmiş duruyor.

2-33

Kahveyi pişirirken resmimi çekiyor arkadaşlar, bu poz kaçmaz diyerek. Ne de olsa kahve pişirip arkadaşlarımla paylaşarak içmeyi seviyorum. Kahve pişmiş, fincanlara doldururken.

2-34

Burcu lastiği yamadıktan sonra gidecek kadar pompa ile şişirip yola devam ettik. Bir benzin istasyonunda hava basıp lastiğin normal basıncına getiriyoruz. Benzinlikte pompa istasyonu, havanın basıncını ayarlamaya çalışıyorum.

2-35

Can  Küçükler bize Gömeçte Atatürk kayalığı var orada resim çekilelim diyerek bizi o noktaya götürüyor. Doğu tarafında dağların siuleti Atatürk’ün yüzünü yatık durumda görüyoruz. Fotoğraf makinemde optik zoom olmadığı için digital olarak yaklaştırıp çekmeye çalışıyorum. Bir gün bu tepelere çıkıp iyice dağları yakından inceleyeceğim.

2-37

Şimdi geldi optik zoomu olan makine ile topluca beşimiz birden resim çekmeye. Bizi çekecek kimse de yok, kendi kendimize çekebilmeliyiz. Benim bisikletin gidonunda tripod var, hemen araçları kontrol ederek sol şeridin karşısına geçip bisikletimi kaldırıma dayıyorum. Çağrı’nın fotoğraf makinasını tripoda bağlıyorum, ardından optik zoomu yakınlaştırıp dağlardaki Atatürk siuleti ile arkadaşların durumuna göre makinanın otomatik 10 saniyesini de ayarladım. Araçların olmadığı bir zamana denk getirip denklanşöre basıp hemen karşı tarafa geçtim. Arkadaşlarımın yanında pozumu verdikten sonra makine bizi harika bir pozla resmimizi ölümsüzleştiriyor. Biraz uzun ve zahmetli oldu ama böyle resim çekmek te bir başka oluyor.

DSC05428

Resmimizi çektikten sonra yola devam edip Burhaniye girişine gelip Burhaniye merkeze uğramadan yola devam ediyoruz. Yol tabelası üstte, Sola Sahil siteleri, düz Burhaniye, Balıkesir, Çanakkale. Sağa şehir merkezini gösteriyor.

2-39

Yol kenarında incir ağacını görünce dayanamayıp bir kaç incir koparıp yiyoruz, tabi ki sahibinden izin alarak. Bu incirler baldan tatlı oluyor Eylül ayında. Pedal basarak harcadığımız enerjilerin bir kısmını incir yiyerek tamamlamaya çalışıyorum. Tabi ki İzmir de pazardan fındık, ceviz, kuru üzüm, kuru kayası gibi enerji verecek atıştırmalık birer parça yiyorum yol boyunca. İncir ağacına çıkmış halde, incir toplarken beni Çağrı çekiyor.

2-40

Burhaniye girişindeki park alanında pervaneli uçak var. İki pervaneli uçağın önünde resim çektiriyorum, kim bilir ne kadar uçmuştur. Kuşlar gibi uçmak bambaşka olsa gerek.

2-46

Yine benim bisikletimdeki tripodu ayarlatıp topluca Kurtuluş savaşında Yunanlılarla çarpışan Kuvayı – Milliye askerlerin heykelleri önünde Burhaniye hatıra resmi çekiyoruz. At üstüne binmiş Efe heykeli önünde beş kişi.

2-48

Uygun bir kahve arayıp bularak biraz dinlenmemiz gerek. Tabi ki çay içerek dinlenmeye ve kendimizi toparlanmaya çalışıyoruz. Turlarda ekseriya 20 kilometrede bir çay ve dinlenme molası gerek. Kendimizi fazla zorlamaya gerek yok, sonuçta makine değiliz, acelemiz de yok. İlla hız yapacağız, bir an önce varayım telaşını da yapmıyoruz. Nereye kadar gidebilirsek gideceğiz. Ama belirli yerlerde konaklayacağız, bu gün ki kalacağımız yer Ayvacık olarak planlamıştım. Küçükkuyu – Ayvacık arasında ki yol tek şerit, tırmanma ve trafiği yoğun olduğundan değişik yoldan gideceğiz. Varabilirsek Ayvacık’a kadar gideceğiz, olmazsa Kayalar köyünde konaklayabiliriz. Can Küçükler ile daha önce Çanakkale den dönerken bu köyde kalmıştık. Burcu bizi masada oturuş çay içerken çekiyor. Kahveci çayları masa üzerine bırakırken kareye giriyor.

2-49

Burhaniye şehir merkezine varmadan sola Ören – Akçay yoluna saparak yolu kısaltıp yoğun ana yol trafiğinden de kurtulmuş olacağız. Daha önceki turumda buradan geçerken dinamodan cep telefonumu şarj edeceğim diyerekten kavşağı kaçırıp ta Edremit te durmuştum. Haliyle yolu 15 – 20 km civarı uzatmıştım. Ören tabelası ve Burcu önde giderken.

2-50

Burhaniye – Akçay arası kıyı şeridi komple yazlık ev ve sitelerden oluşmuş, haliyle bütün kıyı kocaman mahallelere dönüşmüş. Bir kısım yer bataklık olduğu için arsa simsarları bataklığı kurutup parselleyememişler. Doğa yağmacılara izin vermemiş, kuvvetli yağmurlarda büyük taşkınlarla bataklığı bir şekilde koruyor,  Doğayı seviyorum ve doğaya zarar vermeden bisiklete binebiliyorum ya bu bana yaşam katıyor. Yolda doğayı gözlemleyerek giderken, insanların yaptığı çirkin yerleşim yerleri ile kıyaslamaya çalışıyorum. İnsanlar ne yaparsa yapsın doğadaki yaşam gücü her zaman galip geleceğine inanıyorum. Yani her şey doğanın bir parçası olduğuna göre… 4 tane dereden geçiyoruz, bayağı geniş dereler. Aynı zamanda küçük kayıklar için doğal bir barınak olarak kullanılıyor. Tabi ki  aşırı yağmurlarda dere yatakları yetmeyip su taşkınlarına neden oluyor ara sıra. Mart ayında buralardan geçerken yakın zamanda meydana gelen sel izlerini görmüştüm. Dere üzerinde Burcu durmuş halde, köprü epey geniş ve uzun.

2-52

Dere yatağı deniz seviyesi ile aynı, iki kıyıda da tekneler bağlı duruyor.

2-53

Akçay’a varmadan Zeytinli mahallesinde öğle yemeği için mola veriyoruz. 50 Kilometreyi geçti ve bayağı acıktık. Ben  karpuz peynir ekmek yiyelim diye bir öneri getirdim arkadaşlara, onlar da olur deyince karpuzcudan bir karpuz alıyorum, Adnan’ın canı kavun istiyor yeriz diye onu da alıyorum, bakkaldan peynir ve ekmek alıp kahvenin birine oturuyoruz. Kahveci masaya eski gazete serip karpuzu beşe bölerek herkese birer dilim veriyorum. Karpuz mide de şişkinlik yapıyor ve kavuna sıra gelmiyor. Karnımız doyunca çay ve soda içerek molamızı sonlandırıyoruz. Kavunu taşımak Can’ a düşüyor, çünkü kavun yuvarlak olunca kancalı lastik file Can da var, o alıyor bagajına kavunu. Akçay dan ana yola tekrar çıkıyoruz, yine yoğun araç trafiği bizleri rahatsız ediyor ama yapacak bir şey yok, mecburen bu yolu kullanmamız gerek. Akçay dan Behramkale yol sapağına kadar böyle gideceğiz. Bazı yerlerde yol yapım çalışmaları var, biz de trafiğe kapalı yerlerden geçiyoruz. Altınoluk ve Küçükkuyu’yu çabucak geçip Behramkale yoluna sola giriyoruz. Çanakkale il sınırını geçmiş oluyoruz böylece. Tabelada öyle yazıyor. Altında karayolları 142 şube sınırı yazılmış. Tabela önünde, bisikletim KUZ ile birlikte resim çekiliyorum.

2-56

Büfenin önünde kavunu yemek istiyoruz ama büfe sahibi öyle şiddetle karşı çıkıyor ki anlayamadık. Adama tamam yemeyeceğiz diyoruz ama adam hala yemememiz konusunda ısrarını sürdürüyor, ne derdi varsa. Kalacağımız Kayalar köyünde kahveci Recep abi ile telefonda konuşup bakkalda bira var mı diye sorunca bira olmadığını söylüyor. Biz de her ihtimale karşı bu büfeden biraları alıp yola devam ediyoruz. Zaten gün devrildi birazdan güneş batacak. Bize kavun yedirmeyen büfenin tabelasında; Yeni Rakı, Okan büfe yazıyor Altında kahverengi tabela Behramkale (Assos) yönüne gidileceğini gösteriyor. Biz de o yöne gideceğiz.

2-57

Behramkale yolu sakin olunca keyifle bisikletlerimizi sürmeye başladık. Burcu Kayalar köyünde kalacağımızı kararlaştırınca duş konusunda sıkıntıya düşerim diye endişeye kapılıyor. Yolumuzun üzerinde çeşitli çadır kurulacak kamping alanları var, birisine soruyoruz Burcu rahatlasın diye çadır başı 25 lira olduğunu duyunca köyde kalırım deyip bir parça rahatlıyor ama hala endişeli olduğunun farkındayım. Neyse gidince nasıl olsa  köyü, ortamı görecek, böyle yerlere alışması gerek. Sahil şeridinden gidiyoruz ama arazinin yapısı gereği yol kısa inişli çıkışlı. Yol kenarında aniden bir köpeğin bize fırladığını görünce korkuyorum, fakat köpek ağaca bağlı olduğundan bize bir şey yapamıyor. Çağrı bizden biraz geride kalıyor ve onu beklemeye başladık, bir süre sonra köpek havlamasını duyunca Çağrının köpeğin yanından geçtiğini anlıyorum. Bu arada hava iyice karardığından ön ve arka aydınlatmalarımızı açıp ardından Çağrı da gelince yolumuza devam ediyoruz. Karanlıkta Kayalar yolu sapağına gelip orada bakkal olduğunu görünce o büfeden biraları aldığımıza pişman oluyoruz ama yapacak bir şey yok. Bundan sonra 4 kilometre tırmanacağız Kayalar köyüne kadar. Daha önce bu yokuşu çok zevkli ve çabuk inmiştik. Viteslerimizi iyice düşürerek yavaş yavaş tırmanmaya başladık, günün sonu olduğundan yokuş çıkmak biraz zorlamaya başlıyor. Havanın karanlık olması etkilemiyor ama eğim giderek daha da dikleştikçe sık sık mola verip nefesimiz ve nabzımızı normale getiriyoruz, yoksa düşüp kalacağız. Can, Adnan ve Çağrı önden gidiyorlar, gözden de kayboldular, ışıklarını bile göremiyorum. Burcu ile birlikte rampayı 1. vitesle çıkıyoruz sık molalarla.  Burcu’ ya köyü, kahveyi ve Recep abiyi anlatıyorum ki fazla tedirgin olmasın. İyice rahatlıyor kalacağı yeri öğrenince. Gece o kadar karanlık ki gökyüzündeki tüm yıldızlar muhteşem, uzaydan bizlere tüm parlaklığınla ışıldıyorlar. Samanyolu da gökyüzüne serpilmiş bize gideceğimiz yöne doğru yol gösterir gibi harika manzarasını bizlerden esirgemiyor. Böyle muhteşem manzarada Kaz dağlarına çıkarken Burcunun arka lastiği iniyor, pompa ile şişirerek tırmanmaya devam ediyoruz. Lastiğindeki kaçak küçük hemen inmiyor, böylece şişire şişire köye kadar gitmeyi düşündük. Lastiğin havası iyice inince duruyoruz, bu arada bir traktör aşağıdan gelerek yanımızda duruyor. Traktördeki köylü yardıma ihtiyacınız var mı diye sorunca, lastiğin patladığını söylüyorum. Bu arada köylü arkadaş beni tanıdı, Mart ayında Kayalar köyünde kaldığımızda kahvede sohbet etmiştik. Son 2 kilometre kalmıştı köye, lastikte patlak, saat gecenin 10 u olunca bisikletleri traktörün kasasına atarak köye varıyoruz. Diğer arkadaşlar varmışlar köye bizi merak etmişler. Traktörün kasasından bisikletleri indirip köylü arkadaşa teşekkür ederek kahveye giriyoruz. Kahveci Recep abi ile 40 yıllık dost gibi kucaklaşıyorum, özlemişim Recep abiyi 6 ayda. Adam bize kahvesini açıp sizindir diyerek rahatça evinde endişe etmeden uyuyabiliyorsa ne mutlu bize dostluğunu kazanmışız. O da bizden memnun kalmış ki hasretle kucaklaştık birbirimizi görünce. Hoş beşten ve hal hatır sorduktan sonra köyün bakkalından makarna, ton balığı, helva, yoğurt alıp makarna pişiriyoruz, makarnanın içine ton balığını boca edip yağınla beraber karıştırınca nefis oluyor. Ekmeği de kahvede Recep abi satıyor, ondan da ekmeği alıyoruz. Akşam yemeğini geç te olsa yiyerek karnımızı bir güzel doyuruyoruz. Masada Burcu, Adnan, Can ve ben oturmuş yemek yerken Çağrı bizi çekiyor bir poz. Masanın üzerinde tabaklar dolu.

2-58

Saat te gecenin 11’i, yemeğin ardından Zeytinlerde aldığımız kavunu kesip meyve faslını da geçiştiriyoruz. Sağ olasın dostum Can Küçükler kavunu Zeytinliden Kayalar köyüne kadar taşıdığın için. Bu kez Çağrı da yanımızda olmak üzere 6 kişiyiz. Masada kavun dilimleri yenmeye hazır.

2-60

Kahvedekiler evlerine gittikten sonra sıra geldi biralara, onları da içince yorgunluğumuz bitiyor. Kahvenin altındaki tuvalette elimizi, yüzümüzü, ayaklarımızı yıkayıp dişlerimizi fırçalıyoruz. Uyku tulumu ve matlarımızı bagajlarımızdan alıp sadece. Kahvenin içinde herkes kendi yatacak yerini hazırlıyor. Burcu aramızda tek bayan olduğu için divanı ona bırakıyoruz, diğerlerimiz kimimiz masaları birleştirip, kimimiz de tahta sandalyeleri birleştirip matları seriyoruz. Haliyle kahvede olduğumuzdan bol bol çay da içiyoruz. Çay ocağı bize ait. Gece köy üzerine çökmüş, sokak lambalarını ışığı altında köy meydanı sessiz ve sakin. Ortalarda kimseler yok, üç araba solda park etmiş. Sağda iki katlı bir ev, üst kata çıkmak için basamaklar yapılmış. Elektrik direğinde iki lamba yanıyor. Meydan parke taş döşeli.

2-61

Herkes uyku tulumuna girerek yatıyor. Köylerde gecelemek bir başka, direklerdeki lambaların ışıkları köyün meydanını sabaha kadar aydınlatarak herkesin köşesine çekilip gecenin yıldızlı karanlık yorganının altında sakin bir geceye başlıyoruz.

Bu günkü yolumuz genelde düz olmakla beraber son 4 km bizi zorladı. Altınova’dan Kayalar köyüne kadar 119 km yol yapmışız. Sabah 10:00 da Altınova’dan çıktık akşam 22:00 de kayalar köyüne ulaştık. 12 saat yolda geçen toplam süre ama biz bu turda keyfimizce yol aldığımızdan bu kadar sürdü, eh ne yapalım bizim turumuz böyle dostlar, insan varacağı yere varıyor sonunda.  Ama erken ama geç, önemli olan yolda olmaktır.

Bu yazıda kimi resimler Burcu , Çağrı ve Adnan’a aittir, resimlerini kullandım, kendilerine resimleri için teşekkür ederim

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 108 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc