Etiket arşivi: gürkan genç

VI. Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turu 2. Gün

23 Nisan 2017 Pazar

Yuntdağı Köseler – İsmailler köyü – Bergama

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, On çocuk bisikletleriyle sıralanmış bahçede, sağda köy kadınları oturmuş izliyorlar. Arkada okul binası, bayrak direği ve cami minaresi.

Gece hava sıcaklığı sıfırın altına düşmese de yine de sıfıra yakın derecelerde olduğundan gece biraz üşüdük. Havanın soğuk olması beni pek etkilemedi. Güzel bir uykunun ardından henüz güneş doğmadan uyanıyorum. Çadırımın fermuarını açınca güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm ilk olarak. Çadırın kapısı her zaman güneşin doğacağı yere doğru kurmaya çalışırım. Önümde kazıevi binasının köşesi, okulun bahçe duvarı, daha ileride bir ağaç. Ağacın arkasında güneşin doğmadan önceki kızıllığı bulut parçasını ve ağacı kızıla boyamış. Bir kişide elinde telefona bakıp sosyal medyaya bakmaya çalışıyor balkonda. Buralarda telefonlar pek çekmiyor.

Herkes uyanıp hazırlandıktan sonra kahvaltı zamanı geldi çattı. Yine kazıevi’nin avlusunda görev dağılımı yaparak kahvaltı dağıtılıp yendi. Kahvaltı bitiminde masalar silindi, çöpler toplandı ve tertemiz olarak bırakıldı. Sundurmanın altında kahvaltı dağıtanlar ve kahvaltılık alanlar. Masalarda da kahvaltısını yiyenler görünüyor.

Bu gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. 23 Nisan Çocuk bayramını burada kutlayacağız her yıl olduğu gibi. Çadırlar toplandı, eşyalar bisikletlere yüklenerek etraf temizlendi. Elektrik kabloları, boya kutuları ne varsa ortalıktan kaldırılıp okul bahçesini tertemiz hale getirdi. Güneş iyice yükseldi ve hava ısındı. Mavi ve turuncu renge boyanmış ilkokul binası, ABAK katılımcıları ve köylüler yavaş yavaş okulun bahçesinde toplanmaya başladılar. Okulun bahçe duvarından, geniş bir alanı görecek şekilde çekiyorum.

Güneş ışıklarının vurduğu ABAK hatıra pankartı pırıl pırıl parlıyor. Etrafını da sarı, mavi, turuncu, kırmızı, yeşil renkli balonlarla süsledik.

Ve 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik bayram kutlamaları başladı. Okul öğretmeni ve çocuklar hazırladıkları programa göre çıkıp şiirler okuyarak bayramı havasına büründü ilkokul bahçesi.

Köylü kadınları bizler için ikramlar hazırlamışlar sağ olsun. Okul binasının önünde ikramlarını dağıtıyorlar. İzleyiciler için sandalyeler dizelenmiş. Kimileri sandalyede oturmuş. Bir kaç sandalye henüz boş.

Köyün ihtiyar delikanlıları da balkonda yerini almış sandalyede oturuyorlar. Önlerinde balkonun betonuna oturmuş olanlar var, kimisi ayakta. Başlarında takkesi olan ve birisi poşu bağlamış başına. Renkleri siyah beyaz desenli.

Biraz matematik yapalım; Yuntdağı Köseler köyü ilk okulunda okuyan 12 öğrenci var.  8 Kız Öğrenci, 4 Erkek Öğrenci. Bu yıl 4 öğrenci okulu bitirecek. Kaldı 8 öğrenci. Köydeki çocuklardan 1 kişi ilkokul 1. sınıfa başlayacak. Toplam 9 öğrenci olacak. 10 Öğrenci olmayınca milli eğitim okulu kapatıp öğrencileri başka okula taşımalı sisteme geçecekler. Yani işin özü bu yıl son defa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız bu köyde. Ama içimiz buruk bir şekilde. Köseler köy ilkokulu bizim okulumuz olmuştu adeta. Çocuklar bizi sevmişti, biz de çocukları. Köylüler de öyle. Okulun ihtiyaçları ve çocuklar için elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Çok üzücü bir durum.

Aslında başka bir üzücü durum daha var. O da henüz ilkokul çağında olan 6 öğrencinin hepsi de türbanlı olması. Öğretmen de her ne kadar kravat taksa da çocuklara dersten başka şeyleri de öğrettiği kesin. Duyumlarımız öyle. Aydın diye nitelendirdiğimiz Öğretmenler iyi maaş, büyükşehir, rahatlık, (sözde) huzur ortamda okulda görev almak istemesi öğretimin bu duruma gelmesine neden. 2012 Yılından beri her yıl gidip geldiğimiz bu okulda gözlemlediğim kadarıyla daha henüz okuma yazmayı sökememiş çocukları türbanla kapatıp erkek öğrencilerden ayırarak büyük bir felakete gideceğimiz kesin. Geleceğimiz tehlikede. Aydınlarımızın tembel tutumu, hiç çaba harcamaması sonucu köyler maalesef din tüccarlarının elinde kalmış. Aydınlar aydın olmayınca çağdaş eğitim nasıl olacak, geleceğimiz nasıl şekillenecek. Bilimden, teknolojiden uzak bir eğitim din yobazlarının elinde kendilerine kul olacak bir toplum yetiştiriyorlar. Cahil köylü de bilinçten yoksun olarak Tanrıdan sadece korkmayı öğrenmiş ve öğretilmiş. Din yobazları kendilerinden başkasını dinlememek için insanların yüreklerine sürekli korkuyu pompalamışlar. Aslında Tanrıdan korkmak yerine Tanrıyı sevmeyi deneseler din yobazları yok olup gider, geleceğimizi karartan bu insanlardan kurtulurduk. Sadece Tanrıyı sevmek yeter. Tanrıyı sevmek insanları sevmeyi gerektirir. Kavgalar, savaşlar biter, dostluk ve kardeşlik başlar. Kardeşini seven birisi niye kavga etsin ki? İnsanlar barış ve huzur içinde yaşayıp gider. İşte aydın olmayan Öğretmenlerimiz bunları anlatamıyorlar çocuklara, insanlara, geleceğe. Daha 2 yıl önceki Az bilinen Antik Kentler Turunda bizlere gösteri sunan kız öğrencilerin hepsi de başı açıktı. Güzel elbiseler ve renkli etekler giymişlerdi. Şimdi mat renkli uzun kollu elbise ve başlarında türban var.

(Aşağıdaki 23 Nisan kutlamaları, şiirler, deyişler, oyunlar tamamen okul Öğretmeninin hazırladığı basılı programa göre bire bir yazılmıştır)

Kız Öğrenciler şiir okumak için hazırlık yapıyorlar. Sunucu eline mikrofonu alıp ilk olarak İstiklal Marşını okuyup saygı duruşunu yaptırıyor.

Ardından;

“Dalgalan dalgalan şanlı bayrağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün

 Ufuklar gül açsın gülsün toprağım

 Yurdumun en büyük bayramı bu gün”

Şiirinle başlayıp açılış konuşmasını yapıyor.

Sunucu;

“Çocukla! Bayram yapın, sevinin ve haykırın,

 Engel denen her şeyi gücünüzle kırın!

 Çocuklar bilin ki siz koca  bir cihansınız.

 Vatanın her yerinde fışkıran volkansınız.

_ “Şimdi Okulun 1/A sınıfı öğrencilerinden Saliha ALTANAY’ı “23 Nisan” adlı şiirini okuması için davet ediyorum.”

Minik kız öğrenci mikrofonu eline alarak heyecanla şiirini okuyor.

23 NİSAN

Ne mutlu bu gün,

Çünkü 23 Nisan.

Hiç bitmesin bu düğün

Çünkü 23 Nisan.

Her yerler süsleniyor,

Dünya hevesleniyor,

Çocuklar eğleniyor,

Çünkü 23 Nisan.

Ay yıldızlı bayrak elde,

Şarkı söylenir dilde,

Mutluluk var her ilde,

Çünkü 23 Nisan

Şair : İsmail Sağır

Şiiri okuyan öğrenci elinde mikrofonu tutuyor, üzerinde Türk bayrağı olan masanın ardında Öğretmen. Diğer çocuklar sağda sıralarını bekliyor.

Sunucu;

“Bu gün bir başka aydınlık yeryüzü,

 Bir başka ağaçların, evleri yüzü,

 Bu gün çocuklar güzel.

 Bu gün sokaklar güzel…”

_ “Şimdi okulumuzun 1/A sınıfı öğrencilerinden Betül ASLI’yı “ÇOCUKLAR” adlı şiiri okumak için sahneye davet ediyorum.”

ÇOCUKLAR

23 Nisan diye sevinir,

Oynar, koşar çocuklar.

Doyasıya eğlenir,

Zıplar, coşar çocuklar.

Bu gün size bayramdır,

Atamdan armağandır,

Eğlenecek zamandır,

Mutlu yaşar çocuklar.

Şair : İsmail Sağır

Şiirin sonunda minik öğrenciyi seyirciler coşkuyla alkışlıyor.

Sunucu;

“Bayrağın altında yürüyen yiğit

 Bastığın toprağı tanıyor musun?

 Altında yatıyor binlerce şehit

 Onların sesini duyuyormusun?”

Dedikten sonra

_ “Şimdi Öğrencilerden Canan OĞUZ ve Zeynep ALTANAY “Anne ve Kızı” adlı oyunu oynamak için sahneye davet ediyorum.”

Anne sandalyede oturuyor, kızı da ayakta oyunu oynuyorlar başarılı bir şekilde.

Sunucu;

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

 Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.

 Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

 Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.”

_ “Şimdi okulun 2/A sınıfı öğrencilerinden Betül ŞEN’i “HOŞ GELDİN 23 NİSAN” adlı şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

HOŞ GELDİN 23 NİSAN

Günlerdir yolunu bekledik durduk.

Sen geleceksin diye çiçek açtı.

Bahçelerdeki bütün ağaçlar.

Leylekler yuvalarına döndü.

Toprak ısındı, uyandı karıncalar.

Çoluk çocuk yollara döküldü.

Bu gün sevinç içindeyiz hepimiz,

Bayraklarla süsleniyor balkonlar.

Caddelere taklar kuruluyor,

Bizim marşı çalıyor bandolar.

Nasıl sevinmeyelim geldiğine?

Okulda bayram, evde bayram, sokakta bayram…

Hoş geldin 23 Nisan!

Sana gözlerimizden sevinç,

Bahçelerimizden bahar getirdik.

Bari bitivermese bu yolculuk…

Seni kucaklamaya geliyor bu gün

Köyler, şehirler dolusu çocuk

Şükrü Enis Regü

Betül ŞEN başarıyla okuyor şiirini. Öğrenciler sırasını bekliyor, arkada okul binası, bayrak direğinde Türk bayrağı dalgalanıyor. Seyirciler de şiiri dinliyorlar can kulağı ile.

Sunucu;

“Dalgalandığın yerden ne korku, ne keder!

 Gölgende bana da bana da yer ver.

 Sabah olmasın, güneş doğmasın ne çıkar?

 Yurda ay yıldızın ışığı yeter.”

Dedikten sonra

_ “Okulumuzun 2/A sınıf öğrencisi Barış ŞENOL’u “ÖZLÜ SÖZLER” söylemesi için sahneye davet ediyorum, buyurun dinleyin.”

* Milletin istikbali gelecek nesillere bağlıdır.

* Bu günün küçüğü yarının büyüğüdür.

* Evlatlarınızı kendi devriniz için değil, onların devirleri için yetiştiriniz.

* Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

* Her çocuk bir dünyadır.

* Çocuk demek yarın demektir.

* Çocuğunu iyi yetiştir, dünyanı güzelleştir.

Barış biraz heyecanlanıyor, ara sıra teklemesi hiç önemli değil. Ne de olsa büyükleri karşısında elinde mikrofonla konuşmak o kadar kolay değil.

Sunucu;

“Biz biliriz bizim işlerimizi

 İşimiz kimseden sorulmamıştır.

 Topla, tüfekle, mızrakla,

 Başımız bir kere eğilmemiştir.”

_ “Okulumuzun 4/A sınıf öğrencisi Erdem AKBAY’ı “MEMLEKET İSTERİM” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Şiiri okuyan Erdem büyük alkış alıyor dinleyicilerden. Sunucu, Öğretmen ve bekleyen öğrenciler.

Sunucu;

“Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,

 Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir,

 Yazımız var, pehlivanlar güreşir,

 Bu toprağa kimse girememiştir.”

_ “Şimde okulun 2/A sınıfı öğrencisi Fatma AKCAN’ı “ÇOCUKLAR KARDEŞ OLDU MU” şiirini okuması için sahneye davet ediyorum.”

Çocuklar Kardeş Oldu mu

Daha bir ballanır uyku
Çocuklar kardeş oldu mu.
Barışır artık kurt, kuzu
Çocuklar kardeş oldu mu.

Düşler denizine doğru
Mutluluk, bir yelken açar.
Her yürek bir altın pınar,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Dah bir ışıldar akarsu
Çocuklar kardeş oldu mu.
Kucaklaşır batıyla doğu,
Çocuklar kardeş oldu mu.

Ne açlık kalır, ne korku,
Korudaki fidanlar gibi,
Sevip sevip birbirini
Çocuklar kardeş oldu mu.

Tahsin SARAÇ

Fatma güzel sesiyle şiirini okuyor.

Sunucu;

“O kadar dolu ki toprağın şanla,

 Bir değil, sanki bin vatan gibisin.

 Yüce dağlarına çöken dumanla

 Göklere yazılı destan gibisin.

Girişini yaptıktan sonra”

_ “Şimdi okulumuzun 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere bilmeceler soracak. Cevaplamaya hazır mıyız?”

BİLMECELER

Atatürk’ten armağan bize,

Coşku verdi gönlümüze.

Çocuk bayramı o gün,

Söyleyin bakalı hangi gün?

( Cevap ; 23 Nisan )

Çocuk bayramı olan Dünyanın tek ülkesi neresidir?

( Cevap ; Türkiye )

Her ülkeden çocuk gelmiş,

Evlere konuk edilmiş, 23,

Nisan’ı çocuklara kim armağan etmiş?

(Cevap ; Atatürk)

Sunucu;

“Arkadaşlar sevinelim,

 Hep gülelim eğlenelim,

 Sıkılmasın canımız,

 Çünkü bu gün bayramımız…”

_”Şimdi ise okulun 4/A sınıfı öğrencilerinden İlknur BAŞOL sizlere fıkra anlatacak. Hep birlikte dinliyoruz.”

FIKRA

23 Nisan’da ablasının eve misafir getirdiği siyah tenli yabancı çocuğu gören Zehra:

_ Anne, bu çocuk niçin kapkara? Diye sorar. Anne:

_ Çok çikolata yemiş kızım, der. Zehra :

_ Ama ben de çok çikolata yiyorum, kara olmuyorum. Anne durumu kurtarmak için:

_ Kızım, o çocuk kara inek sütünden yapılmış çikolatalardan yemiş, oysa bizim inekler sarıdır.

Kendisi de sarışın olan Zehra, şimdilik bu cevapla tatmin olmuş. Bakalım anlayınca ne olacak. İlknur elinde mikrofon fıkrayı anlatırken çocuklar ve dinleyiciler pür dikkat dinliyorlar fıkrayı.

Sunucu;

“Korur Serhatları her Türk canıyla,

 Sulanmış bu toprak şehit kanıyla.

 Edirne’den Kars’a dört bir yanıyla,

 Anadolu, Türk’ün Vatanıdır hey!”

_ “Şimdi okulun 4/A sınıfı öğrencisi Erdem AKBAY ve 2/A sınıfı öğrencisi Eyüp İNCE sizlere “ISPANAKLI YUMURTA” tarifi verecekler.”

İki öğrenci okul sırasının önüne geldiler. İkisinin başında beyaz aşçı şapkası takılı. Sıranın üzerinde bir piknik tüpü, bir tava, yumurta, kuru soğan ve bir demet ıspanak var. Komik bir şekilde aşçı ve yapacağı ıspanaklı yumurta tarifini görsel olarak anlatmaya başlıyorlar.

Aşçı yamağa şunu yap diyor, yamak tersini yaparak aşçıyı kızdırıyor. Sonrası da yamak önde kaçarken aşçı da ardından koşarak yakalamaya çalışıyor sıranın etrafında müzik eşliğinde. Bu komik duruma hepimiz neşe içinde gülüyoruz. Çocuklar çok iyi hazırlanmışlar ve saf, temiz duygularla bizlere bir şeyler sunmaya çalışmaları bizleri duygulandırıyor. Bu çocuklar harika.

Sıranın üzerinde piknik tüpü, tüpün üzerinde tava. İçinde kuru soğan, ıspanak ve sırada yumurtalar. Sıranın etrafında dönen aşçı ve yamağı. Uzun, boru şeklinde aşçı şapkaları kartondan yapılmış.

Sunucu;

_ “Sıra geldi yarışmalara. İlk olarak “BALON PATLATMA” yarışını izleyelim.”

Okulun öğrencileri alana çıkıyorlar. Her öğrencinin bir ayağında iple balon bağlanmış. Öğrenciler arkadaşlarının balonlarını ayakları ile basıp patlatmaya çalışıyor. Bu arada kendi balonunu da korumak zorunda.

En son bir kız ve bir erkek çocuk kalıyor, ikisi de zorlu rakip. Birbirlerinin balonunu patlatmak için çok çaba sarf ediyorlar.

Sonunda fırsatını bulan erkek öğrenci kız öğrencinin balonunu patlatıyor ve yarışmanın galibi belli oluyor. Alkışlarla yarışmanın galibini kutluyoruz.

Tura ailecek katılan Aykut Erken, eşi ve minik oğlu kucağında ile yarışmaları heyecanla izliyorlar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımız “YUMURTA TAŞIMA” yarışması yapacaklar. Hep birlikte izleyelim.”

Öğrenciler bu kez ağızlarına tahta kaşık sıkıştırarak üzerine konan yumurtaları taşımaya başladılar. Yumurtaları bitiş yerine kadar kim yere düşürmeden götürürse yarışmanın galibi olacak.

Çok eğlenceli ve komik bir yarışma. Yumurta çabuk kırılan bir yiyecek, bir de pişmemiş olması işi daha da zorlaştırıyor. Bir kız çocuğu yumurtasını kaşıktan düşürmüş, yumurta yere değmeden resim çekiyorum. Kız öğrenci de üzülerek yumurtaya bakıyor.

Yarışmayı iki kız öğrenci kazanıyor. Olcay ORMANKIRAN da öğrencilere ödül olarak madalya takıyor boyunlarına. Çocuklar buna çok sevindi, artık bir madalyaları oldu. belki de ilk defa madalya kazandılar.

Sunucu;

_ “Şimdi de arkadaşlarımızın “SANDALYE KAPMA” yarışmasını izleyelim.”

Yarışmaya katılan öğrenci sayısından bir eksik sandalye ortada duruyor. Çocuklar da müzik eşliğinde etrafında dönmeye başlıyorlar.

Balkon duvarında oturan çocuklar yarışmaları heyecanla izliyorlar. Geçmiş yıllarda kendileri bu okulda okurken böyle yarışmalara katılmışlardı. Şimdi ise geçmiş anılarınla beraber kendilerinden küçük çocukları izliyorlar. Artık abileri olarak ortaokulda okumanın keyfi de var.

Sandalye kapma yarışmasında müzik durunca herkes sandalyeye oturuyor. Oturamayan yarışma dışı kalıyor ve her seferinde bir sandalyede alınarak tekrar müzik eşliğinde sandalyelerin etrafında dönmeye başlıyorlar.

Bazen kendine yer bulamayan sandalyenin kıyısına oturmaya çalışsa da kaybettiğini kabul etmek zorunda. Sandalyede tam oturmuş erkek öğrenci, diğer öğrenci de sandalyenin kıyısında.

Elene elene iki kız öğrenci kalıyor, biri mavi türbanlı, diğeri yeşil türbanlı.

Balkondan seyreden mezun olmuş, ortaokula giden çocuklara Az bilinen Antik Kentler Turu pankartımızı tutmaları için ellerine veriyoruz. Pankartın iki tarafında solda erkek, sağda kadın, taş tekerlekli bisiklete binmiş, ortada sütunlu antik kent binası ve Az Bilinen Antik Kentler Turu yazısı. Yazı mavi zeminde yeşil renkte yazılmış.

Sandalye kapma yarışmasını yeşil türbanlı öğrenci kazanıyor

Araya bizim turda olmayan yürüyüşçülerden birisinin kızı “İSTİKLAL MARŞI” nın 10 kıtasını ezbere okuyor.

Sunucu;

_ “Geldik en son yarışmaya. Şimdi tüm arkadaşlarımızı bisikletleriyle “DÜŞMEDEN BİSİKLETE BİNME” yarışmasını için buraya davet ediyorum. İzliyoruz.”

Okulun tüm öğrencileri bisikletleri ile yan yana alanda diziliyorlar. Başla deyince bisikletleri ile düşmeden en yavaş sürecekler. Kim düşmeden en son olarak bitiş çizgisine varırsa yarışmayı o kazanacak. Köyün kadınları da sağ tarafta sandalyelere oturmuş çocuklarını izlemeye başladılar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Düşmeden en son olarak Erdem AKBAY kalıyor ve yarışmanın galibi Erdem.

Yarışmanın galibi olarak Erdal AKBAY’ya madalyasını Şeyma ORMANKIRAN takıyor.

Sunucu;

“Değerli misafirlerimiz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programımız burada sona ermiştir. Hepinize geldiğiniz için teşekkür ediyor bir kez daha iyi bayramlar diliyoruz. Daha nice güzel bayramlarda buluşmak ümidiyle;

Hoşçakalın…”

Diyerek bayram kutlamasını bitiriyor.

23 Nisan kutlamaları bitiminde köyün ilkokulunda okuyan çocuklara aldığımız hediyeleri bez çantalar içinde veriyoruz tek tek. Hediyeleri tura katılan kadınlar veriyor. Hediyesini alan erkek öğrenci torbayı omuzuna asıyor. Diğer öğrenciler de sırasını bekliyor hediyelerini almak için.

Doktorumuz Burcu da hediyesini verip kız öğrencinin yanaklarından öpüyor.

Kırmızı montunu giymiş, başında şapkası, elinde hediye torbasını havaya kaldırmış vereceği öğrenciyi bekliyor öylece. Arkasında da ABAK gönüllülerinden Zeynep Nuray Oymak elinde çanta sırasını bekliyor. Şeyma elinde mikrofon kız öğrencilere bakıp durur.

Zeynep Nuray Oymak ta hediyesini kız öğrenciye verip yanaklarından öpüyor.

Eskişehir den katılan Serpil Koç omuzlarından sarkmış kıvırcık saçları ile erkek öğrenciye hediyesini veriyor. Etrafındakiler de izleyerek alkış tutuyor.

Kadınlarımız tek tek vermeye devam ediyor hediye torbalarını.

Hediye verildikten sonra kız öğrenciyi öpenin yüzü görülmüyor.

ABAK gönüllüsü arkeolog öğrencisi Selen Kanat hediyesini veriyor kız  öğrenciye.

Abak katılımcısı hediyeyi erkek çocuğa verilirken.

Eskişehir’den Çiğdem Suzan hediyesini kız öğrenciye verirken.

Eskişehir den Emine de veriyor torbayı ve yanaklarından öpüyor kız öğrencinin.

Hediyeler verildikten sonra mikrofonu Olcay alıyor eline. Yuntdağı Köseler köyüne, köylülere bizleri ağırladıkları için, ilkokulun öğretmenine, kazı ekibine teşekkürlerini sunuyor.

Kazı ekibinin başkanı Doç. Dr. Yusuf Sezgin hocayı sahneye davet ederek ABAK buflarından birini hediye veriyor.

İlkokul öğretmenine de öğrencilerle beraber hazırladıkları tören için teşekkür edip bir tane buff hediye veriyor Olcay.

En son olarak ta köyün muhtarına sunuyor buflardan birini ve köylülere teşekkürlerini sunması için muhtara teşekkürlerini bildiriyor.

Köyün öğretmeni, Olcay Ormankıran, Doç. Dr. Yusuf Sezgin ve köy muhtarı birlikte resim çekiyorum son olarak.

2012 Yılında sevgili Gürkan Genç Dünya turuna başlarken beraber keşfettiğimiz Yuntdağı Köseler köyü, ilkokulu ve sevimli öğrencilerini çok sevmiştik. O zaman ilkokulda öğretmen yoktu ama biz köyden ayrıldıktan hemen sonra öğretmen atanarak öğrenciler öğretmenine kavuşmuştu. Keşif sonrası ABAK rotasını buraya çevirmiştik. 2013 yılında ikincisini gerçekleştirdiğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turu için 23 Nisan çocuk bayramını köyün öğrencilerinle beraber ilk defa kutlamıştık. Hatice Öğretmen göreve başladıktan sonra öğrenciler başörtüsü takmıyordu. Aslında takması da uygun değildi ilkokul öğrencileri için. Ama Hatice Öğretmen kolay yolu seçti, rahat şehir olanaklarına esir düşüp Manisa’da göreve başladı ve öğrenciler tarikatların, din yobazlarının elinde kötü bir eğitim, daha çok din hurafelerine inanarak büyüyorlar. Böyle yetişen kız çocukları türbanla kapalı olarak çocuk gelin bile oluyor sonunda. İşte en çok canımı sıkan da bu durum. Kız öğrencilerini okulda türbanlı olarak ilk gördüğümde şok olmuştum. Yazık, geleceğimiz aydınlanmıyor. O da kendini aydın sananların hiç bir şey yapmaması. Zaten okulda yeteri derecede öğrenci kalmadığından okul kapanacak, son defa köyde 23 Nisan’ı kutladık. Seneye öğrenciler taşımalı sistemle başka köydeki okula gidecekler. İçimde küçük bir umut kaldı. Belki de gidecekleri okulun öğretmeni idealist, çağdaş bir öğretmen çıkar da öğrenciler bir şeyler öğrenebilir. Küçük bir umut olsa da umudu yitirmemek gerek.

Bu duygularla köyden ayrılıyorum. Herkes çoktan hazırdı, o yüzden törenler biter bitmez hızlıca yola koyulduk. En arkada kalanları toparladıktan sonra ben de yola çıkıyorum. İlk olarak yokuş aşağıya iniyoruz dere yatağına kadar. Sonrası yine yokuşlar çıkacak önümüze.

Biraz yüksekteyim, yolun inişi aşağı doğru gidiyor. Aşağısı görünmüyor ama karşı yamaçta görünen yol ve yolda tırmanan bisikletler de görünüyor bulunduğum yerden. Önümde iki kişi var.

Kendimi yokuş aşağı salmadan dönüp arkada kalan Köseler köyünü son defa bakıp resmini çekiyorum. Ağaçların arasında tek tük köy evleri, cami ve gölet in bir kısmı görünüyor. Sağda daha ileride Aigai antik kentinin olduğu tepe tamamen görüntüde. Ortada solda bir tane ağaç telefon direği ve kalın telefon teli.

Dere yatağına inip köprüden geçtikten sonra biraz sert yokuş başladı. Gidonumda üç martı tüyü ve yokuş çıkan bisikletliler.

Manisa tarafına giden yol ve Bergama tarafına giden yol çatağına geldik. Yere beyaz sprey boya ile sola kıvrık ok işareti ve SOLA ABAK yazısı bizleri uyarıyor sola dönün diye.

Yolumuz üzerinde olan ilk köy Seklik köyü. Burada durmadan geçip gidiyoruz. Köyün eşeklerinden birisi sağda otlarken horoz da tavukların başında yemlendiriyor yerleri eşeleyerek. Resim çekmek için durunca horoz hemen dikleniyor bana bakarak. Tavuklara yaklaştırmayacak öyle anlaşılıyor. Zaten tavuklara kışt demeyeceğimden sadece tezek kokan köyün hayvanlarının resmini çekeceğim. Köyde olduğumuzu belirtmek için. Yol yukarı doğru gitmekte, bir kaç bisikleti yokuşta bisiklet sürüyor.

Yunt dağlarının sırt tarafına çok yakın olarak giden yoldayız. Tepeler sol tarafımızda biraz yukarılarda kalıyor. Tepelerde bir çok rüzgar değirmeni görünmekte. Rüzgarın esintisiyle durmadan dönen pervaneler sürekli olarak elektrik üretmekte. Rüzgarın kinetik enerjisi bedava olarak kullanılıyor. Sadece üretim maliyeti ile bir kaç yılda kendini amorti eder rüzgar türbinleri. Uzun zamandır teknolojiyi takip etmediğimden son okuduğum bilgiler ışığında rüzgar türbinlerinin kanatları 24 metre olarak biliyordum. Aradan geçen zamanda teknoloji durmamış gelişmiş olduğunu bu türbinlerde mühendislik yapan Cihat bana kanat boyunun sadece bir tanesinin 60 metre olduğunu söyleyince şaşırdım. Mühendis Cihat bisikletiyle turda beraber sürüyoruz. Elektrik jeneratörü de 650 KW olarak bildiğim bilgi 3.000 KW olarak elektrik üretiyor. İş daha da büyüyecek anlaşılan.

İsmailler köyü girişine vardık, arkada kalan yok. Bahçe duvarı taşları üst üste koyarak harç kullanmadan örülmüş. Bahçe duvarın üstünde kalmış. Duvar ile beraber düzgün dikdörtgen taş ile kocaman bir çeşme yapılmış. İki tane çeşme, bir tane de boru var ama çeşmelerin kafaları sökülüp alınmış ve bir damla bile su akmıyor. Bahçede ağaçlar var, zeminde yeşil çimenler. Duvar ve çeşme beyaz kireç badana ile boyanmış.

Köyün meydanında da büyük bir çeşme yapılmış düzgün taşlardan. Buradaki çeşme sağlam ve akıyor. Yer yer boyaları dökülmüş taş çeşme nedense beyaz kireç ile boyanmış. Taş bej renginde güzel görünüyor. Doğal rengini bozmuşlar çeşmenin. Çeşmenin ön tarafında da genç bir çınar ağacı var. Genç dediğime bakmayın , en az 100 yıllık var gövdesine bakarak. Çeşmenin önünde bisikletler park edilmiş, bir kişi çeşmenin duvarına yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturarak oturuyor, kim bilir neler hayal ediyordur?

Öğlen için kumanyaları burada, bize yemek sağlayan ketring Ayşe’nin kendi köyü İsmailler köyü olunca kumanyanın yanında bol ayran da dağıtıyorlar. Kahveden alınan bir masa ve tahta sandalyeler üzerinde kumanya kolisi, plastik kovalarda ayran ve kuyrukta bekleyen bisikletçiler.

İsmailler köyünde verilen kumanyalar ve ayran ile karnımızı doyurduk. Köyün kahvesinde çay, soda, kahve içerek biraz dinlendik. Belirli saatte yola çıkarak son kalan yokuşu çıkmaya başladık. İri gövdeyi çitlembik ağacının gölgesinden yolda gelen bisikletçileri Ferdimen çekiyor. Sağda kendi bisikleti de park etmiş olarak. Çitlembik ağacının yaprakları taze ve canlı görünüyor. Çünkü bahar ayındayız ve yapraklar yeni açıldı her baharda olduğu gibi.

Artık yokuş bitti, her zaman dediğimiz gibi son yokuştu  ve zirvedeyiz. Burada arazi kayalık, taşlık. Tarım yapılmaya uygun değil. Doğal olarak çıkmış çitlembik ağaçları gelişi güzel araziye yayılmış durumda. Denizden 488 metre yüksekteyiz rakım olarak.

Çukur bir yeri bir tarafını kapatarak minik bir gölete dönüştürmüşler. İlkbahar da yağan yağmurlar göleti ağzına kadar doldurmuş. Gölet bisikletim KUZ ile birlikte güzel bir manzara oluşturuyor. Arkada görünen Yunt dağları ve rüzgar türbinleri manzaranın fonunu oluşturmuş.

Ferdimenin çektiği başka bir resim daha. Yeşil çimenlerin ortasında minik, bir o kadar şirin bir gölet daha var. Arka tarafta henüz açmamış bir ağaç ve yeni yaprak açmış başka bir ağaç baharı müjdeliyor yeşil otlak ile.

Karşıma ilginç bir çam ağacı çıkıyor. Çam ağacı sanki büyümek istemeyen çocuklar gibi yaramazlık yaparak yukarı doğru büyümesi gerekirken yere paralel olarak büyümüş. Gövde 2 metre civarında sağa doğru 90 derecelik bir açıyla gövde öylece dönmüş. Hani derler ya “Ağaç yaşken eğilir” atasözü burada kendini göstermiş bize örnek olarak. Yaramaz ağaç yukarıya doğru değil de yana doğru büyümüş.

Biraz gittikten sonra karşıma genç çam ağaçlarının yaz ayında başına gelen felaketi görünce içim cızz etti. Ağaçların bir kısmı yanmış ve yangın sonunda ateş gören yerler kurumuş. Neyse ki az bir alan yangından etkilenmiş ve hemen söndürüldüğü anlaşılıyor fazla yayılmadan. Yanık izleri üzüyor beni. Yeşil olarak görmem gereken çam ağaçları, çalılar, makiler kahverengi ve siyah renklerin kasveti beynimdeki nöronları etkiliyor.

Henüz tepelerde bisiklet sürmekteyim, iniş başlamadı daha. Karşıma kocaman çitlembik ağacı çıktı. Yeni açmış taze yaprakların rengi beynimdeki nöronları sakinleştiriyor. Az önce gördüğüm yangın manzarasını siliyor bu görüntü. Yol hafif bir çıkışla tepeye kısa bir mesafe olduğunu gösteriyor. Sağdaki tabela sa sola dönemeç olduğunu işaret etmiş.

Tüm grup önümde, ben de arkalarından salıyorum kendimi yokuş aşağı. Sağda ağaçlar, solda da tek katlı, kiremitli bir ev.

Yıllardır yollarda giderken ara sıra karşıma çıkan “Ceylan çıkabilir” uyarı levhası yine karşıma çıktı. Bakalım ne zaman bir ceylan göreceğim, kısmet. Üçgen bir tabelada kırmızı şerit içinde ön ayakları kıvrık, yukarı doğru zıplayan siyah boyalı ceylan resmi beyaz zemin üzerine kondurulmuş.

Önümde güzel bir inişin olacağını yol gösteriyor. Etraf çalılar ve ağaçlarla kaplı yeşillikler içindeyim. İnişin başladığı yerden Bergama’nın bir kısmı ve Bakırçay havzası görünmekte.

Düzlüğe, Bakırçay havzasına, ovaya indik. Bakırçay nehrinin olduğu yerde, köprüye gelmeden aşağıya akan kısmın resmini çekiyorum. Bir hafta sonra Suyun Kaynağına Yolculuk bisiklet turunda Bakırçay nehrini işleyeceğiz. Durup şöyle akan nehre baktım, temiz akmadığı belli. Nehrin kıyılarında çalılar ve söğüt ağaçları var. Uzaklarda bir kaç kavak ağaçları göğe yükselmiş. Sağ alt köşede üç martı tüyünün uçları görünüyor.

Yolu uzatmadan, kestirme olan dar bir köprüden karşıya geçeceğiz. Köprüden arabalar geçemiyor. Önümde iki bisikletçi köprüden geçerken sadece bir bisikletçinin geçeceği kadar geniş olduğunu rahatça görebiliyorum. Köprünün korkulukları demirden yapılı. Bir araba nehir kıyısında durmuş, sahibi bedava nehir suyu ile arabasını yıkıyor. Nehrin karşı tarafına iki ayrı elektrik hattı direklerle geçiş yapılmış.

Köprüden karşıya geçip yola çıkınca yol kıyısındaki beton kaldırım bloklarda kırmızı sprey boya ile sola ok işareti ve ABAK yazısı bize gideceğimiz yönü gösteriyor. Kaldırım tarafına cılız görünümlü ağaçlar dikilmiş. Soldaki tepe Bergama antik kentinin olduğu yer olan Akropol olduğu gibi görünüyor.

Bergama kentinin kıyısından Akropol’un olduğu yere geldik. Teleferik ile yukarı çıkacağız. Ücretini herkes kendisi ödeyerek binecek. Her gondola 8 kişi binerek yukarıya doğru çıkmaya başladık. Benim olduğum gondolda karşımda, İlknur Sözündeduran, Ferdimen, Cem Balkanlı ve Gürel Gürselp var.

Bizim tarafta ise Cem Tabanlı, ben Doktorumuz Burcu Koçay ve Hüseyin Engindeniz var.

Akropol’un kuzey tarafında Kestel baraj göleti görünmekte.

Teleferik ile yukarı çıkınca Akropol’e giriş gişelerinde beklenmedik bir durumdan haberimiz oldu. Bizler Az Bilinen Antik Kentler Turu olarak Turizm bakanlığında ören ve müzelere giriş için gerekli izinleri almıştık resmi olarak. Girişte ücret ödemeden misafir kartı ile geçiş yapacağız. Ama görevliler bizden önce gelen bir bisikletçi grubunu bizim turdan olduğunu zannedip adımızı da kullanarak giriş yapmışlar. Görevlilere biz daha yeni geldik, bizden önce girenlerin turumuza dahil olmadığını belirttik. Sonra sayımız belli 120 Kişiyiz, izinleri de ona göre aldık. O grup ile alakamız yok diyerek içeri girdik. Daha sonra adımızı kullanarak içeri giren gruptakilerle yaptığımız görüşmelerde her ne kadar durumu inkar etseler de olan olmuş. Bisiklet adına üzücü bir durum.

Her neyse içeri girip hızlıca dolaşmaya başladım antik kenti, Yamaçta yıkıntı kalıntıları, taş bloklar yerlerde. Burası sarayların olduğu bölüm.

Akropol antik kentinin camekan içine yapılmış maket kentinin resmini çekiyorum. Kentin yapısına uygun olarak binaların yerlerinde teraslar ve tiyatro maket olarak yapılmış. Yapılmış yapılmasına ama kötü bir şekilde. Antik döneme ait hiç bir benzeme yok. Sanki Laz bir müteahhit betondan sütunlar üzerine kiremitten çatılar yaparak binaları gelişi güzel kondurmuş. Maketi yapan usta ve sanatçı olmayınca böyle çirkin bir kent ortaya çıkmış.

Kazı ekibinden birisi bizlere antik kent hakkında bilgiler anlatıyor. Her mekanda durup etrafında toplanarak pür dikkat dinliyoruz genç kocamızı. İnce sesi ile üzerimizden geçen bulutların altında daha önce yaşanmış olan kentin bilinmeyenlerini anlatıyor. Akada taş duvarlar, kimisi düzgün, kimisi de yığma taşlardan yapılmış.

Athena tapınağının olduğu teras geniş bir alanı kapsıyor. Taban düz taş plakalar döşeli, Kıyılarda sütun kalıntıları kalmış sadece.

Kestel barajının göletini arka taraftan görüntüledim. Tepeleri doruk kısımları yarımada ve ada olarak kalmış su yüzeyinde.

Genç hocanın etrafında dinleyiciler yüzünü dönmüş anlatılanları dinliyor. Ferdimen yere oturmuş fotoğraf makinesi ile resim çekmeye çalışırken Mert ise resim çekilen yöne doğru ayakta bakıyor.

Antik kenti dolaşmaya devam ediyoruz. Bir kısım sütunlar, üzerine kirişler konulmuş olarak ayakta duruyor. Böylece görsel olarak antik kentin bir kısmı ayakta kalarak daha güzel görülmesini sağlamış. Yapılar tam olarak restore edilip yapılsa açık havada böyle albenisi olmaz. Yürüme yollarında kalın kalaslar yere döşenmiş. Üzerinde insanlar yürüyüp bir yerden bir yere gidiyorlar.

Dört sütun üzerine L biçiminde kirişler konulmuş yapının köşesinin bir parçası ayakta. Kirişin üzerinde çatı aynasının başladığı yer var sadece. Arada bir sütun yok, devamında iki sütun var ama sütunların boyu biri kısa diğeri tam olarak duruyor. Üzerinde bir şey yok. Burası Trajanium tapınağı, Almanlar tapınaktaki değerli eserleri, heykelleri Almanya’ya kaçırarak Berlin Bergama müzesinde sergilemektedir.

Trajanium Tapınağının dış sütunlu duvarları ve avlu kısmı, Düz bir duvar üzerine sütunlar ve kirişlerin bir kısmı sütunların üzerinde. Solda tapınağın 4 sütunu.

Athena tapınağının alanında yürüyoruz. Burada kocaman bir çitlembik ağacı meydanı kaplamış durumda.

Tapınağın sütunlarını daha yakından çekiyorum.

Sütun başlıkları ince işçilik örnekleri ile bezenmiş. Büyük bir ustalık ve sabır işi ile muhteşem sütunlar. Yuvarlak taş bloklar beş parmak genişliğinde niş olarak oyulmuş yukarıdan aşağıya doğru bir kanal gibi. Sütunlar 1.5 metre taş bloklar üst üste konularak yapılmış. Sütun boyları 9.80 metre uzunluğunda. Alttaki kirişlerde ise yumurta biçiminde içe oyulmuş niş süslemeler ile bezenmiş. Harika bir işçilik. Resmi aşağıdan yukarı doğru sütun tamamen görülecek şekilde çektim.

Çatıya konulan köşe taşları süslemeleri ise bambaşka işçilik örneği. 5 Metrelik çatı aynasının köşe kısmı, girintili çıkıntılı ince işçilikle her taş blokta iki sütunlu küçük bir tapınak örneklemesi yapılmış.

Trajanium Tapınağını komple çekiyorum. Taş duvardaki süslemeli kiriş yıkıntılardan toplanıp bir araya getirilmiş. 4 Sütun üzerinde ki kiriş aynı orijinal biçimindeki gibi konularak antik kent görünümüne bürünmüş. Depremler sonucu tamamen yıkılıp yerde bulunan mermer blok parçalar birleştirilip sütunlar üzerine konulmuş arkeologlar tarafından. Tek yada bir kaç sütün kirişi ile beraber ayakta durması tekrar edecek bir depreme dayanıklı olarak yapılmış. Öyle kolay yıkılacak bir yapı değil.

Dünya’nın en dik tiyatrosu Bergama’da Akropol de bulunuyor. Tiyatronun tamamını yandan kareye sığdırıyorum. Tiyatronun ardındaki tepeden Bergama kasabasının evleri ve Bakırçay havzası görünmekte.

Yüksek bir tepenin üzerinde olmak manzaranın güzel olmasını kaçınılmaz kılıyor. Düzlükte kurulu olan Bergama’nın evleri, kenar mahallesi ve Kozak yaylasına çıkan yolun kıvrımları görünüyor. Bakırçay havzası Bergama tarafında geniş bir düzlük oluşturmuş. Denize doğru olan kısım küçük tepelerden iyice daralmış.

Trajanium Tapınağının alt kısmı 7 metrelik taş galerilerle teras kısmı genişletilip tapınağı sağlama almış. Galeriler kemer biçiminde yapılarak üstü kapatılıp korunaklı bir alan meydana getirilmiş. Duvarlar ve kemerler yüksek.

Aynı kemerli örtü iç kısma doğru yapılarak kocaman bir yer, yüksek tavanlı olarak yapılmış. En dipte bir kapı var. Kapıdan sonra devam ediyor ama nereye kadar belli değil. Hem odanın girişi hem de arkadaki kapının girişi demir parmaklıklarla kapatılmış girilmesin diye.

Galerinin sonunda bir geçit çıkıyor karşıma, merdivenlerden aşağıya gidiyor.

Geçidin içindeyim, sağa doğru çıkışı var, gün ışığı geliyor sağdan geçidin içine. Kimi yer kayalar oyularak, kimi yer de taş bloklarla örülmüş geçidin duvarları. Aynı zamanda merdiven basamakları da sağa aşağıya doğru eğimli iniş var.

Geçit tiyatroya doğru çıkıyor. İlk başta kapıda görünen epey aşağılarda Kozak yaylasına giden vadinin manzarası.

Tiyatronun üst kısmından sola doğru giderek Zeus sunağının olduğu yere gidiyorum. Daha önceden gidip görmediğim ve daha yakından bakmalıyım Zeus sunağının boş olan yeri. Tabelada yazılı olan Zeus sunağı yazısı ok ile gidilecek yeri gösteriyor.

Zeus sunağı sadece zeminde beş basamak olarak biraz yükselti olarak kalmış. Basamakların toplamı 20’dir. Sunağı olduğu gibi kaçıran Alman basamakları kaçırmaya gerek görmemiş. Hırsızların 150 yıl önce kaçırdığı Zeus sunağı II. Dünya savaşında Ruslar sunağı sökerek Rusya’ya taşımış. Savaştan sonra geri vermişler ama en değerli parçalar hala Rusya’da. Almanya hukuk davaları açmış kendine ait olmayan tarihi eserler için ama hırsız hırsızla baş edememiş. Sunağın olduğu yerde bir çitlembik, iki de çam fıstığı ağacı var. Ağaçlar da epey büyük. İnsanlar o yöne doğru gidiyor birer ikişer.

Hırsız mühendis karl human ölünce Zeus sunağının olduğu yere gömülmüş. Ruhuna dua yerine sömürgeci zihniyete sahip hırsız olan birine bedduadan başka ne okunabilir ki! Vatanını seven büyük şair Nazım Hikmet RAN kendi memleketinden uzakta vatan haini diye yatarken, soyguncu birisinin mezarı vatanımızda soyduğu yerde yatması ne garip bir durum. Özellikle mezarın olduğu yere gelip gerekli bedduayı evrene gönderdim. Nasıl olsa bir yerlerde olan ruhuna gitmiştir.

Mezar taş bir blok ve başında servi ağacı.

Akropol ziyaretimiz bitiyor ve teleferiğe binmeye başladık. Keşan grubu gondola binmiş, henüz kapısı otomatik kapanmadan resimlerini çekiyorum.

Aşağı indikten sonra bisikletlerle Kızılavlu (Bazilika) ören yerine geldik. Ayakta kalan devasa kalın duvarın 19 metrelik kısmının yandan çekilmiş resmi. Ağacın dalları görüntüyü biraz etkilese de duvarın kırmızı tuğlaları görünmekte. Ben daha önce gezdiğimden içeri girmeyip dinleniyorum bir köşede. Resimleri içeri girip çeken Ferdimene aittir.

Rehber hoca bazilika hakkında bilgi veriyor devasa duvarın dibinde. Etrafında dinleyiciler onu dinliyorlar.

Duvar o kadar yüksek ki yakından kareye almak olanaksız. Ancak bir kısmını çekebiliyor Ferdimen. Çünkü burada tapınılmış Mısır tanrılarından Serapis ve İsis heykelleri var. İlk önce sağdaki heykel.

Sonra diğer heykelin olduğu tarafı çekiyor Ferdimen. Heykeller yeni yapılmış mermerden.

Duvarın ön kısmında ayrı bir yapı daha var. O da duvarları yüksek bir bina.

Yüksek tavanlı binanın içine giriyorum. İç kısmında kemerli duvarlar o kadar yüksek ki kareye sığdırmak olanaksız. Kemerin altında ayakları tamamen kırılmış bir aslan heykeli konulmuş.

Geniş kubbesi de pişmiş tuğlalardan yuvarlak biçimde her sıra daralarak kubbe biçiminde örülerek en uçta sadece ışık alsın diye boşluk bırakılmış. Tepedeki boşluktan gün ışığı içerideki loş ortam dolayısıyla parlak görünüyor.

Tavandan gelen ışık içerisini insan gözünün görebileceği kadar içerisini aydınlatıyor. İçeride kalabalık bisikletçi grup rehber hocanın anlattıklarını dinliyor.

Tabanda ayrıca derin bir bodrum katı daha var. İçeriye konulan lambanın aydınlatması yeterli miktarda duvarların görünmesini sağlamış.

Kızıl avludan tepenin üzerinde bulunan Akropol antik kentinin görünümü. Eteklerde kale olarak kullanıldığında yapılan surlar da rahatlıkla görülüyor.

Kızılavlu (Bazilika) ziyaretimiz bitince hep birlikte şehrin içinden bisikletlerimizle geçerek şehir dışındaki belediyenin sosyal tesislerindeki Kleopatra güzellik ılıcalarının olduğu yere geldik. Zaman yetmediğinden Asklepieion antik sağlık merkezini gezemedik. Yeşil alanda çadırlar kurulmaya başlandı. Orta alan boş, kıyılarda çadırlar kurulu ve gezinen insanlar. Hava kararmaya başladığından sokak lambaları yanıp parlamaya başladı.

Akşam yemeği yendikten sonra sıcak sohbetler başladı serinleyen gecede. Sohbete kahve pişirerek katılıyorum. Pişirdikçe ikram ediyorum içenlere. İçilen kahvelerden boşalan fincanlar yıkanıp tekrar pişirerek ikram devam ediyor. Ta ki herkes içene kadar.

Masanın etrafında toplanmış insanlar sohbet ediyor. Ön masada siperliği olan ocağımın üstünde cezvede kahve pişiyor. Aydınlatma lambası solda parlak ışığı ile bizleri aydınlatıyor gecenin koyu karanlığında. Hava soğudu iyice, ateşi yakamadık yasak olduğu için. O yüzden herkes kalın bir şeyler giymiş üzerlerine.

Gecenin ilerleyen saatlerini beklemeden günün yorgunluğunu atmak için herkes çadırlarına çekilip yattı.

Daha detaylı yazı dizisi 2 yıl önce yazmıştım, ilgilenenler okuyabilir. http://www.urimbaba.net/?cat=520

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Denizli Salda Gerisi Antalya Mersin 19. Gün

6 Haziran 2015 Cumartesi

19. Gün

Manavgat – Alanya – Kuzkaya

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Kalmak Türküsü

Daha gidilecek yerlerimiz var

Şu sohbetini dinler gideriz

Coştukça şarkılar, türküler, sazlar

Rakı mı, şarap mı, içer gideriz

Geçse de umudun baharı yazı

Gözlerde kalıyor yaşanmış izi

Kimseler kınamaz burada bizi

Ne varsa hesabı öder gideriz

Söyleyecek sözü olan anlatsın

İsterse içine yalan da katsın

Yeter ki kendinden, bizden söz etsin

Yalanı doğruyu sezer gideriz

Neler gördük neler bu güne kadar

Daha gidilecek yerlerimiz var

Bizi buralarda unutamazlar

Kalacak bir türkü söyler gideriz

Sevgiye var olduk sevdik sevildik

Kavgalara girdik olduk dirildik

Bir anlam fırını içinde piştik

Anlamlı güzeli sever gideriz.

Özdemir Asaf

 

Öne çıkmış olan görsel, yol kıyısında KUZ ve kıytırık park etmiş. Ferdimen yaya kaldırımın kenarında, demir korkuluklara dayanmış mavi Akdeniz’e bakıyor. Bisikleti yanında.

20150606_142530

Artık uzun günlerdeyiz ve Güneş erken doğunca yaza girerken düşlerden erken kalkıyorsun ister istemez. Eşyaları toparlayıp bisiklete yüklüyorum. Mustafa, Eşi Ayşegül ve iki oğlu ile birlikte kahvaltımızı ailecek bir güzel yaptık. Evin yaşlı köpeği gece boyu bahçede duruyor. Artık iyice yaşlanmış, havlaması bile zorla ve isteksiz. Ama Sivas Kangal cinsi olması nedeni ile ve iri cüssesi ile tanımayanları korkutuyor. Bahçede durması kötü insanların eve yanaşmasını önlüyor ne de olsa. İlk olarak Mustafa bahçeye inip köpeği yerine götürüp bağlıyor. Her ne kadar sakin ve ağır başlı olsa da pek yanaşmayı düşünmedim. Biraz genç olsaydı sevebilirdim. Yaşlı olunca ne yapacağı belli olmaz. Son dönemlerini yaşıyor belli. Sonradan Mustafa dan öğrendiğime göre yaşlılıktan ölmüş. Kısa olsa da onu görmem bana yetti ve ölümüne üzüldüm. Mustafa ve köpek bahçede.

20150606_072007

İyi bir tatil de böylece sona erdi, artık yola çıkma zamanı. Mustafa ve ailesine bizleri ağırladıkları için teşekkür ediyoruz Ferdi ile birlikte. Tekrar görüşme dilekleri ile Mustafa dan ayrılıp yola çıkıyoruz. Ben, Ferdimen ve Mustafa vedalaşırken çekiliyoruz.

20150606_085422

Buralara ismini veren Manavgat çayından bir kez daha geçtik. Eski kağıt 5 Lirasının arkasındaki Manavgat şelalesini göremedik ama bir dahaki sefere bırakıyorum. Bir seferde her tarafı görmek olmaz değil mi? KUZ ve kıytırık köprü başında. Sağda mor çiçekler.

20150606_091036

Manavgat çayı deniyor ama çaydan öte bir nehir gibi akıyor. Suyu bol anlaşılan. Kıyıda gezinti tekneleri bağlı.

20150606_091153

Daha önce buradan Akseki yönünden Karaman tarafına gitmeyi düşünüyordum. Ama yeni rotamızı Alanya tarafından çizdik. O yüzden yola devam. Tabela; Gündoğmuş, Akseki, Konya, İbradı yönünü gösteriyor.

20150606_095705

Toros dağlarının bereketli su kaynakları o kadar çok ki çaylar dolu dolu akıyor denize doğru. Karpuzçay köprüsünden geçerken.

20150606_100142_HDR

Arada denizi kısa olsa da gözüme ilişiyor Makilerin arasından.

20150606_101250

Akdeniz kıyısının yapısı olsa gerek Toros dağları etekleri yalçın ve yüksek. Düz arazi pek yok gibi, olan yerleri de yerleşim yerleri olarak kullanılmakta. Kıyı şeridinde bir köy bitiyor bir köy başlıyor. Köyler bitişik art arda geliyor. Böylece tek tabelada iki köy ismi birden yazılmış. Örenşehir köyüne girerken Çenger köyünden çıkmış oluyoruz.

20150606_103844

Okurcalar köyüne girerken bu kez Örenşehir köyünden çıkıyoruz.

20150606_104551

Meşhur Alara çayına geldik. Alara köyü yukarılarda, çay ile beraber akıyor. Denize kavuştuğu yer ise oteller tarafından işgal edilmiş durumda. Deniz manzarasını bozuyor otel binaları. Maviyi betonla kapatmış kendini turizmci sanan şahıslar.

20150606_104619

Alara çayının denize kavuştuğu yer. Bir tek orası oteller tarafından işgal edilmemiş. Kenarları sazlık ve yeşil.

20150606_104702

Toros dağlarından gelen çay Alara köyünden geçerek tarım arazilerine bereket sunmakta. Çayın kenarında söğüt ağaçları yemyeşil.

20150606_104748

Güneşin en yüksek olduğu aydayız, Haziran ayı. Akdeniz’in bunaltıcı sıcakları başlamasa da güneş ortalığı iyice ısıttı. Bir mola vermeli derken karşımıza bir dondurmacı dükkanı denk geldi. Hemen durup bisikletleri park ederek gölgede dinlenmeye başladık. Bisikletler park etmiş, ben dondurmacı dükkanının masasında otururken.

IMG_0029

Burayı işleten Torosların yürüklerinden olduğu kesin. Astığı çanlardan belli.

20150606_115026

Dükkanın önündeki çardakta asma iyi bir gölge yapıyor. Gölgenin yanında henüz koruk durumunda kocaman salkımlar aşağıya doğru sarkmış zamanla olgunlaşmayı bekliyor.

20150606_115048

Pek te sevdiğim kağıt helva içinde dondurma. Kağıt helvanın tadı dondurma ile ayrı bir lezzet bırakıyor dilimde. Afiyetle yiyoruz dondurma sandviçleri. Dondurmacı Ferdimen ile beni dondurma yerken çekiyor.

20150606_115347

Bir süre dinlenip pistonlar iyice soğuttuktan sonra tekrar yola çıktık. Yol bildiğiniz düz, deniz seviyesinde. Kıyı şeridine paralel, otellerin kıyıları parsellemeleri buralara yazlıkların artmasına neden olmuş. Köyler yukarılarda kalsa da tabelaları aşağılara kadar inmiş. Birbiri ardına sıralanmış köy tabelalarından başka resim çekecek bir manzara yok. İncekum köyüne giriş yaparken Okurcalar köyünden çıkmış oluyoruz.

20150606_120854_HDR

Arada denizin maviliği işe karışıyor.

20150606_121337

Köy tabelaları ardı sıra geliyor. Zaten bir köy ne kadar büyük olabilir ki? Avsalar köyüne girdik, İncekum köyünden çıktık.

20150606_122845

Türkler köyü girişi ve Avsallar köyü çıkış tabelası.

20150606_124102

Bir tek dişe dokunur değişik bir yer görebildim. Biraz sanat katılmış gibi. Düz duvar arasından kaya parçaları sanki yola akar gibi. Ama akan sadece su.

20150606_124557

Neyse ki bazı yerlerde yol kıyıya yakın geçtiği için buralara otel yapılmamış. Mavi ile bağım kopmuyor.

20150606_130132

Payallar köyü girişi, Türkler köy çıkışı.

20150606_130303

Kısa sürede Konaklı köyüne geldik, haliyle Payallar köyünden de çıkmış olduk.

20150606_131838

Solumda bir kale suru görüyorum, pek te eski görünmüyor. O yüzden girip bakmadan yola devam ediyorum. Sur duvarı yüksek, üstünde burçlar yapılmış sırayla.

20150606_132745

Bir petrol istasyonunda lastiklere hava basma aleti eski ve kullanılamaz durumda. Hava da yok zaten, lastiklere hava basmak istersen havanı alırsın. Hava bedava nasıl olsa. Hava basma aletinde büyük manometre var.

20150606_133859

Deniz kıyılarını oteller kendilerine parsellemiş durumda. Bir kaç şemsiye ile bir kaç şezlong ile müşterilerine hizmet etmeye çalışıyorlar. Yabancılara nasıl davranırlar bilemem ama Side de bize davrandıkları gibi davranacakları kesin.

20150606_135045

Gezinti tekneleri de müşterilerini almış koyları, kumsalları gezip duruyorlar kıyı boyunca. Gezinti teknesi korsan gemisine benzetilmiş, üç tane direkte yelken atkıları üçer tane.

20150606_135306

Ufukta Alanya kalesinin olduğu yarımada göründü.

20150606_135645

Akdeniz de pek ada olmaz, ender görünen adalardan birine denk geldik. Gerçi ada çok küçük ama olsun bununla idare edelim. İzmir de yaşayanlar olarak karşımızda kara parçası görmemiz gerek. Manzara böyle olmalı, uçsuz bucaksız denize gerek yok. Ada kıyıya çok yakın, iki gezinti teknesi demirlemiş adanın yanında.

20150606_135908

Akdeniz de buharlaşan deniz toplaşarak bulutları oluşturmuş. Bulut olunca da Toros dağları da mıknatıs gibi bulutları çekip tepesinde şapka gibi tutuyor.

20150606_141134

Alanya İlçesine giriş yapıyoruz. Nüfusu bir çok ilimizden daha kalabalık. Daha önce Alanya’ya gelmiştim 70 li yılların sonlarında. O zamanki gezgin ruhum ve gençliğim tecrübesizdi. Şimdi ise hiç bir araç kullanmadan kendi gücüm ile bisiklet sürerek geldim. O zamandan bu zamana kadar çok şeyler değişti, sadece gezgin ruhum hala gençliğimdeki gibi. Buraları yeniden görmenin heyecanı içindeyim. Tabelada yazan; Alanya, Nüfus: 285000.

20150606_141234

Yolun deniz tarafında kalan, bizim gidiş yönümüz normal yol. Karşı yönden gelen yol ise tünelden geçiyor. Tünellerde emniyet şeridi olmadığından bisikletler için tehlikeli. Ülkemizde bilinçsiz sürücüler sadece arabaya binince yol kendinin zannediyor ve basıyor gaza. Pek te caydırıcı ceza ve uygulayan olmadığı için kendimize dikkat etmeliyiz.

20150606_141726

Buraların jeolojik yapısı ilginç, solumda mağaralarda görünen bir oluşum gözüme ilişince dikiz aynamdan araba gelmediği bir anda yolun soluna geçiveriyorum bir anda.

20150606_141907

Mağara gibi kapalı olmasa da yağmur suları mineralleri eritip sızıntılarla sarkıtlar ve dikitler oluşturmuş durumda. Karşıdan bakınca sızan su o kadar tavanı yüksek olmayan bir yerden akarak bu doğal güzelliği binlerce yılda oluşturarak bizlere sunuyor. Alanya da ünlü Damlataş mağarası var. Gençliğimde girip gezmiştim bedava olarak. O zamanlarda giriş ücreti alınmıyordu, sadece bir tane bekçi vardı. O da göz kulak olmak için. Şimdi ise mutlaka giriş ücretlidir ve ne kadar olduğunu bilmiyorum. Hazır beleş bir Damlataş bulunca iyice incelemeye başladım zamanın yavaş aktığı sızıntılardan oluşan bu güzelliği yakından.

20150606_142001

Bir süre sarkıtları izledikten sonra yolu kontrol ederek karşıya geçtim. Az ilerde yol yapımı için kayaları kırdıklarında başka bir mağaraya rastladım. Burada sarkıtlar oluşmamış öyle boş bir mağara.

20150606_142210

Kasabadan çok şehir olmuş Alanya’ya giriş yaptık ama şehir merkezine daha çok yolumuz var. Alanya yarımadasında bir dağ var denize uzanmış.

20150606_142318

Yol kıyısında seyir terasında durup Alanya’yı uzaktan denizin mavisiyle seyrediyoruz. Kalabalıklaşmış bu şehir sanki bizi istemiyor gibi geldi bana. Fazla kalmaya gelmez, biran önce geçip gitmeli. Bisikletim KUZ kaldırım kenarında park etmiş. Ferdimen’in bisikleti demir korkuluklara dayalı. Ferdimen Alanya yarımadasına bakıyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150606_142530

Bisikletimde ki tripoda Ferdimen’in kamerasını takıp birlikte Alanya manzarası ile resim çekiliyoruz iki uzun saçlı adam olarak. Ferdimen’in bisikleti önümüzde.

IMG_0063

Nihayet Alanya’ya giriş yaptık sonunda, hemen araçlardan kurtulup sahili takip eden yaya yolunda gitmeye başladık. Yalnızlık hisseden erkekler için yoldaş olabilecek, sessiz, dırdır etmeyen, arkadaş olabilecek bir kadınla beraber oturmak güzel olsa gerek. Kadın koltuğa oturmuş, bir kolunu yana atmış, Yan tarafı boş, isteyen oturup kadına dertlerini anlatabilir.

IMG_0067

Sahil düzenlemesi gayet başarılı, Dut ağaçları, çeşit çeşit çiçekler, bitkiler tasarlanış yapılmış. Aralarında geçmek bile hayat veriyor ruhuma.

20150606_143335

Manavgat’tan çıkalı epey oldu ve karnımız acıktı. Şöyle ucuz bir şeyler yiyebileceğimiz bir yer arayıp tavuk döner yapan büfe bulduk, Fiyatı da uygun 4 Lira gibi bir rakam. Yarımşar ekmek döner ısmarladık, gelince de bir kola istedim büfeciden. Adamın dolabı yok ve kolası da yok. Gidip bakkaldan aldı kolayı. Neyse artık bir kere oturduk ve karnımızı doyurduk bir güzel. Hesap deyince 8 Lira dedi. Hani tavuk döner 4 Lira idi kola kaç para deyince 4 Lira demez mi! Hayret! soygun mu yapıyorsunuz diyerek verdiğim parayı helal etmedim açıkça büfeciye söyleyerek. Yediklerim mideme oturdu sanki öyle ağırlaştım. Yazıklar olsun, zaten uzaktan bu şehrin bizleri sevmediğimi anlamıştım.

Neyse hazır gelmişken sahile gidip Damlataş mağarasını bir görelim deyip bulunduğu yere geldik. Tahmin ettiğim gibi kapıya gişe koyup ücretlendirmişler girişi. Müze kart geçip geçmediğini sorduk geçmiyormuş. Biz de girmeyiz deyip kumsala gelerek dağlara tırmanmadan önce şöyle bir denize dalmalı. Büfecinin üzerimde bıraktığı negatif enerjiyi Akdeniz’e bırakmalıyım. Aynı zamanda arınmalıyım Akdeniz’in tuzlu deniz suyu ile. Denize balıklama atlarken Ferdimen beni çekiyor.

20150606_154152

Bir süre, fazla uzatmadan yüzdükten sonra kurulanıp giyindim. Alanya antik yerlerini dolaşmaya fırsatımız olmadığından hazır olan, hepsini görebileceğimiz müzeye girip görelim bakalım neler varmış. Müze bina girişini çekiyorum.

IMG_0124

Müzeye müze kartı ile giriş yaptık. Bahçesinde mezar lahitlerini sergilemişler.

20150606_162155_HDR

Lahitlerin çoğu çocuk mezarı, mermer oyulup süslenmiş. Kötü ruhlardan korumak için de bakışları ile her şeyi taşa çeviren Gorgonun başı yapılmış. Hem de üç tane, büyük bir ihtimalle zengin birinin oğlu olsa gerek. Bu kadar süslü püslü olduğuna bakılırsa.

20150606_162224

Lahitler çok küçük, neredeyse minyatür denecek kadar. Bebek mezarı olabilir ve öyle.

20150606_162243

Romalıların yollara yapıp diktiği kilometre taşı da sergilenmiş.

20150606_162319

Oturup dinlenmek için kalın kalaslardan bank yapılmış. Değişik oluşu ilgimi çekti. Yanlardan kayık burnu gibi çıkıntılar yapılmış.

20150606_162401

Kazılarda bulunup müzede korunan epey miktarda eser var. Bunlardan biri zeytin ezme presi ve zeytin işliği. Zeytin taneleri ezilerek sızan zeytin yağlarını küplere dolduruyorlarmış geçmiş zamanlarda. Uzun bir kalas, başladığı yerde pres var, zeytinler burada eziliyor. Kalasın ucunda iplerle çark döndürülüp basit pres olarak kullanılıyormuş. Büyük zeytin yağı küpler de yanında duruyor.

20150606_162440

Yakın zaman tarihlerde kullanılan öküz arabaları, at arabaları da sergilenmiş müzenin bahçesinde.

20150606_162445

Bunlar bir sundurmanın altında sergileniyorlar. Odunlardan yapılmış kuyu.

20150606_162513

Kağnı tekerlek dingili. Yanında da Tavus kuşu dolanıp durmakta. Pek se süslü olan kuyruğu gövdesinden uzun. Kur yapma anı değil yoksa kuyruğunu açtı mı renkleri dişisinin ilgisini çekiyor. Elbette bizlerin de ilgisini çekiyor. Yeşil ve mor saten renkler parlak ve ışıltılı olarak büyüler insanı.

20150606_162530

Çocuk mezarı o kadar çok ki binanın yanında da, sundurmanın altında sergilenmiş, koyacak ter bulamamışlar anlaşılan.

20150606_162554

Bir yerde çeşitli sütun başları sergileniyor.

20150606_162558

Osmanlı mezar taşları da buraya alınıp korunuyor.

20150606_162612

Arkeolojik ve etnografik eserlerin korunmasına ve sergilenmesine yönelik olarak 1967 yılında iki seksiyon halinde ziyarete açılmıştır. Bölgedeki antik kentlerde bulunan eserlerin artması ve depolanması, zaman içinde bir müze açma gerekliliğini doğurmuş ve bugünkü Arkeoloji Müzesi açılmıştır. Müzenin ilk açılışında, bölgede henüz kalıntılarına rastlamadığımız ancak, Anadolu kronolojisini tamamlaması bakımından gerekli olan Eski Tunç, Urartu, Frig ve Lidya dönemine ait eserler, Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesinden getirilerek Arkeoloji seksiyonunda sergiye sunulmuştur. Alanya çevresinde bulunan ve İ.Ö. 625 yılına tarihlenen Fenike dilindeki yazıt da bölgede bulunan en erken eser olarak müzemizde sergilenmektedir. Bunların yanı sıra Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait, bronz, mermer, pişmiş toprak, cam ve mozaik buluntular ile Karamanlıca dilindeki iki adet yazıt ve arkaik, (İ.Ö.7-5yy)Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerine ait sikkeler de yine Arkeoloji seksiyonunda ayrı bir bölüm halinde yer almaktadır. Büyük salonun doğusunda bulunan açık alan, kapalı bir salon şekline dönüştürülmüş ve bir kapı ile Arkeoloji salonundan geçiş sağlanmıştır. Herakles heykeli ile Hylas mozaiğinin sergilendiği bu mekanda Herakles heykelinin bulunuş öyküsü ve mitolojideki yeri resimlerle anlatılmaktadır. Etnoğrafya seksiyonunda ise Türk İslam eserleri ve dönemin ilköğretim müdürlüğünden devredilen eserler ile Alanya çevresinden derlenen ve bölgenin etnografik özelliklerini yansıtan, giysiler, işleme örnekleri, silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı takımları gibi objeler ile bir Alanya evine ait günlük oda bölümü oluşturularak sergilenmektedir. Ayrıca müze bahçesinde de Roma, Bizans ve İslami dönemlere ait taş eserler (mezar taşları ve yazıtlar) mozaik ve Anadolu’da tarım sergisi vardır.

http://www.muze.gov.tr/tr/muzeler/alanya-arkeoloji-muzesi

Kapalı olan bölüme girip hızlıca ve hepsinin resimlerini tek tek çekerek dolaştım bir çırpıda. Yola devam edeceğimizden fazla oyalanmaya gerek yok. Üzerinde elbisenin kıvrımları oyulmuş kadın heykeli bir tarafta, Diğer tarafta çıplak erkek heykeli. İkisisin de kafaları yok.

20150606_162656

Müze ziyaretini bitirip dışarıya çıkıyorum. Bisikletler de müze bahçesinde, bekçi kulübesinin yanına kilitlemiştik. Bisikletleri çözüp yola çıktık. Şehirden çıkmak için cep telefonundaki haritayı bir süreliğine açarak yolu bulduk. Belediye bir yuvarlak kavşakta yeşil çimlerin üzerine bir kadın ve bir erkek bisiklet süren demirden maket yapmış. Kadının bisikletinin önünde ve arkasında çiçek saksısı yerleştirilmiş.

20150606_170157

Erkeğin bagajına çanta ve çantanın içine de çiçekler dikmiş. Gayet hoş olmuş demirden bisikletliler.

20150606_170206

Harita yardımı ile Dim çayını bulduk. Dim çayını bulduktan sonra haritaya gerek yok diyerek telefonların şarjı bitmesin diye uygulamayı kapattık. Yolumuz Toros dağlarını aşacak. Ne kadar süreceği belli değil. O yüzden marketten 4 – 5 günlük yiyecek olacak şekilde alış verişimizi yaptık. Fırının birinden de yeterli miktarda ekmeği de alarak yola çıktık. Su belli miktarda yanımızda var, yolda çeşme bulma olasılığımız yüksek. Köy yollarında akan bir dere ve çeşme her zaman vardır. Manavgat tan Alanya’ya kadar geldiğimiz yolda bir tane bile çeşme yoktu. Dimçay köprüsü ve çirkin beton aparman binaları.

20150606_180551

Aşırı kalabalık sevimsiz şehirden sonunda çıkabildik. Etrafta binaların yerini yeşillik ve ağaçlar aldı. Artık bir kaç gün zorlu ve çetin geçecek günlerimiz. Antalya ve Manavgat tatilimiz bitti. Ferdimen önde gidiyor, sağ taraf ağaçlarla kaplı.

20150606_181233

Dim mağarasını gösteren tabela karşıma çıkıyor. Ama biraz yüksekte ve yolun ne kadar olduğunu gösterir bir rakam olmadığı için girmeden yolumuza devam ettik.

20150606_182802

Dim barajının elektrik üretim santraline inen borular.

20150606_185529

Araçların pek geçmediği yolda ilerlemek harika. Sıkıcı sahil yolu, oteller, binalar ve arabalardan kurtulduk. Tırmanışa başlasak ta sorun değil, ağır ağır kendi tempomda çıkıyorum Dim çayın vadisinden.

20150606_185834

Dağ yollarında manzara sürekli değişiyor ve her dönemeçte gözüm gönlüm kendine geliyor. Böylece negatif enerji kalmamış oldu. Her dönemeçte pozitif enerji doluyor içime. Bol oksijenle ciğerlerime. Yalçın kayalıklarda çam ağaçları kendine yer bulmuş.

20150606_185950_HDR

Eski yol Dim çayının tabanında, burası yeni yol. O yüzden müşteri çekmek için değişik yollara baş vurulmuş. İşte onlardan birisi; Penguen! Gözle görülebilecek kadar da büyük. Neyi çağrıştırıyor bilmiyorum ama arabalardan bile görülebilecek kadar ilginç.

20150606_190059

Kimisi de aşağıda balık var buyur gel diyor kocaman balık plakası. Bisikletim KUZ ve kıytırık ile birlikte çekiyorum.

20150606_190326

Şimdi tabeladaki yazılarda “Doğal yüzme alanı” diye yazılmış. Yani yüzebilirsiniz çaydaki suda.

20150606_190532

Peki DSİ ne demek istiyor “Suya girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısı ile! Acaba biri açıklayabilir mi bu tezatı?

20150606_190557

Bazı yerlere giriş yasak, demir kapı ile kapatılmış. Gerçi yolumuz üzeri değil.

20150606_190644

Yolumuz tırmanış, Toros dağlarına doğru.

20150606_190859_HDR

Bazı yerlerde yamaçlar o kadar dik ki neredeyse 90 derece. Yamaç böyle olunca tünelle aşılmış yalçın yamaçlar. Başka yol olmadığı için mecburen tünelden geçeceğiz. Tünelin ağzında Ferdimen beni beklerken çekiyorum.

20150606_191122

Tünelin içi aydınlanmış o yüzden önümüzü rahatlıkla görüyorum. Bizler de görünür durumdayız.

20150606_191257

Fazla uzun olmayan tünelin ucunda gün ışığı göründü.

20150606_191407

Geriye baktığımda da girişte gün ışığı görünmekte. Biz geçerken bir tane bile araba geçmedi. O yüzden rahat ve tehlikesiz geçtik sakince. Kapalı dar yerde araçların motor gürültüleri yankılardan dolayı korkunç derecede oluyor.

20150606_191426

Yalçın dağların doruklarını görmek beton binaları görmekten bin kat daha güzel. Burada kalıplaşmış şehir yaşamı yok. Her şey doğal oluşmuş.

20150606_192247_HDR

Dim çayı barajının gövdesi göründü çam ağaçları arasından.

20150606_193659

Geldiğimiz tarafta bulutlar toplanmaya başlamış. Artık denizi göremiyorum.

20150606_195211

Arkamda kıytırık olunca biraz ağır çıkıyorum. Ama henüz zorlanmadım şimdiye kadar. Ferdimen beni çekiyor.

IMG_0148

Tam Kuzyaka köyüne geldik ki bisikletin arkası oturdu birden bire. Bisikletten inerken arka lastiğin üzerinde parlak metal bir tel gözüme çarptı. Sakince kıytırığı KUZ dan ayırdım. Bagaj çantamı indirip bisikleti ters çevirerek tekerleği söktüm. İlginç olan bisikletimin ismi KUZ, lastiğin patladığı yer ise KUZyaka. KUZ’lar buluştu. Tekerlekteki lastiği sökerken Ferdimen beni çekiyor.

20150606_202055

Lastiğe batıp tekerleği indiren teli çıkardıktan sonra yedek iç lastiği takarak şişirdim. Lastiklerim patlamaz kalın etli lastik. Taktığımdan beri ilk defa patladı. O da tel uzun olunca iç lastiğe ulaşmış. Şans işte, gel ön lastiğe dokunma, arka lastiğe gir. Arada böyle şeylerin olması normal. Daha kalın ve kaliteli lastiği olan Dünya gezgini Gürkan Genç ile Dünya gezisine İzmir den başladığında lastiği patlamıştı. Bende ise normal lastik vardı. Dedim ya şans işte. Ferdimen beni lastikle birlikte çekiyor.

20150606_202102

İşim bittikten sonra Tekerleği yerine takıp bisikleti ayağa kaldırdım. Kıytırığı da yerine takıp bagaj çantalarını da yerleştirdikten sonra yola çıkmaya hazırlanırken artık akşam saatlerinin yaklaştığını fark ettim. Dağlarda gün çabuk biter hava birden kararır. O yüzden gideceğimiz yönde yerleşim yeri olmadığından hazır bir köyde iken burada kalalım dedik. Bazlama, çay yapan bir yere girdik. Birer çay ısmarladık bazlamacı kadına. Bu arada da dışarıda çeşme ve çadır kurabileceğimiz bir küçük alan var. Kadına dışarıda çadır kurabilir miyiz diye sorunca kadın da telefonla kocasını arayıp sordu. Pek yabancıları sevmedikleri belli. Kadın bize kalamazsınız diye cevap verince çay parasını verip dışarı çıktık. Az ilerde çadır kurabileceğimiz bir yer bakarken köyün camisinin karşısında üstü kapalı tabanı beton bir yer gördük. Buraya çadır kurabiliriz deyip durduk. Yanımıza gelen köylülere burada kalabilir miyiz diye sorunca Muhtar izin vermiyor yabancıların kalmasına diye cevap verdiler. Muhtarın cep telefon numarasını alıp aradım ama telefonuna ulaşamadım. Çayın dibinde işletmesi varmış, kendisi de orada olduğundan telefonu çekmiyor anlaşılan. Artık yapacak bir şey yok, gidecek durumumuz da yok. İyi bir yer bulmuşuz, karşıda cami var. Su var, tuvalet var. Köylülere Muhtara ulaşamıyorum, biz burada kalacağız, isterseniz jandarmaya haber verin gelip kontrol etsinler dedik. Ardından çadırları kurup yerleştik.

Köylülerin anlattığına göre daha önceleri araba ile birileri gelmiş bu köye. Onlar da gecelemeye karar verip köyde kalmışlar. Sabahında ise köyü soyup soğana çevirerek toz olmuşlar. Durum böyle olunca köyde yabancıların kalmalarına izin vermiyorlarmış. Zaten ertesi gün seçim var, mutlaka jandarma gelir sandık başına. Bir şey varsa bizi de araştırırlar, sorarlar. Gizlimiz saklımız yok ki, kimden korkacağız.

Hava karardı, hemen yemeğimizi yapmaya başladık benim ocakta. Bizi gören caminin imamı da bize yemek getireyim diye teklif etti. Teşekkür edip her şeyimiz var, istersen yemekten sonra kahve içebiliriz diye davet ettim. İmam dayanamayıp evden bir tabak pilav ile çıka geldi. Tabi ki geri çevirmedik. Zaten yol yorgunuyuz ve açız, her şeyi yiyebiliriz. Yemekten sonra birer kahve içtik imam ile. Bu arada daha çok imam soru sorarak nereden gelip nereye gittiğimizi sordu. Biz de nereden çıktığımızı, nerelerden geçip buraya kadar geldiğimizi kısaca anlattık. Bize tuvaleti ve çeşmeyi kullanabileceğimizi söyledi. Yatsı vakti gelince camiye gidip yatsı ezanını okumaya başladı. Köyün bir kaç ihtiyarı camiye gelerek namazını kıldı.

Fazla geç olmadan çadırlara çekilip yattık. 4 gecedir evlerde yatıyoruz. Bu gece ise çadırda ama üstümüz kapalı.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 79 kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

III. AzBilinenAntikKentlerBisikletTuru 2. Gün

20 Nisan 2014 Pazar

Malkoç – Balıklıova – Ildır – Barbaros – Malkoç

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

kuşlar göç zamanı geldiğinde

k

u

ş

l

a

r

yürek atışı gibi kanat çırpar

özlem nereye, kiminle

ya

gittiğin yerde de

aşk

varsa

…..

 

Öne çıkmış olan görsel, seyirci oturma yerinin alt kısımları içe doğru yontulmuş.

200420146780

Gece yatmadan önce hava açık ve yıldızlı olmasına rağmen yağmurun çadırımın üstüne vuran damlaları beni uyandırıyor gecenin geç zamanında. Çadırın havalandırma örtüsünü takmamıştım. Hemen çıkıp takıyorum örtüyü yoksa çadırın içi epey ıslanacak. Bir süre yağmur yağdı gece boyu. Yağmurun sesiyle güzel bir uyku çekiyorum sabaha kadar. Saat 07:00 de uyanıp dışarıya çıkıyorum. Yerler ıslanmış gece yağan yağmurla. Çadırımın altında branda su toplamış azıcık uyku tulumum ıslanmıştı. Neyse yapacak bir şey yok, ıslaklığın kuruması için uyku tulumunu seriyorum matın üstüne. Akşama kadar kurur. Kalkıp hazırlanmaları için diğer çadırda yatanları kaldırıyorum. Gece bizimle kalan Ketring Osman eşi ve turumuzun şef garsonu Selahattin usta ile birlikte bizlere sabah kahvaltısı hazırlıyorlar. Bizlere kahvaltıyı verdikten sonra Osman arabasıyla Bergama’nın İsmailler köyüne gidecek. Akşama yemekle beraber geriye buraya dönecek. Masa üstünde domates, salatalık, tepsiler.

200420146725

Hava parçalı bulutlu, yağmur görünmüyor ufukta. Ördeklerin denizde yüzüşünden anlıyorum bu gün yağmur yağmayacağını. Akşama ne olur belli olmaz. Ördekler neşe içinde denizde yüzüyorlar.

200420146726

12 Gün boyunca  Çanakkale’ye birlikte pedal bastığım arkadaşım Mustafa deniz kıyısında sandalyeye oturmuş, evini özlemiş bir halde düşüncelere dalmış. 3 haftadır evden uzak ve hala gezmeye devam edecek.

200420146727

Kahvaltının ardından telsizleri açıp hazır hale getiriyoruz. Ardından grup yola çıkıyor, ben, Ahmet Mumcu ve Doktorumuz Burcu kampta kalanları yola çıkarıyoruz. Dün bir türlü gidemeyen Burcu Uçurum arkadaşımız bana ön tekerleğinin dönmediğini söylüyor. Bakıyorum bisikletin ön tekerleği sıkışmış dönmüyor. Fren ayarı bozuk olduğundan fren papucu  janta sürttüğünden tekerlek sıkışmış. Hemen fren ayarını yapıp tekerleğin sürtmemesini sağlıyorum. Kızcağız ta Konaktan buraya kadar böyle sürterek pedal basmış. Biz de söylenince bozulmuştu biraz. Kendi de görünce tekerleğin zor döndüğünü ve hemen hallettiğimizi bizlerden özür diliyor. Önemli olmadığını söylüyorum, eğer dün farkına varsaydı zorlanmazdı şimdiye kadar. İşimiz bittikten sonra herkesi yola çıkarıp ben de en son çıkıyorum kamp alanından. Kamp alanında çadırlarımız duruyor, çünkü tekrar buraya geleceğiz. Önümde Doktor Burcu ve Ahmet mumcu gidiyor.

200420146728

Grup önde olduğu için henüz yetişemiyorum, Karaburun kavşağına geldim. Buradan Balıklıova’ya doğru gideceğiz. Balıklıova da çay molamız var orada toplanacağız. Tabelada Alaçatı ,Çeşme düz olarak devam ettiğini, sağa doğru ise İ.Y.T.E kampüsü, Mordoğan ve Karaburun gittiğini gösteriyor.

200420146729

Grubun arkasında kalan bir kaç kişiye Gülbahçe köyüne girerken yakalıyorum. Karaburun kavşağından sonra hemen ilk köy Gülbahçe yazan tabela ve köy.

200420146731

Ardından Gümüşkoy köyüne varıyorum. Buralar daha çok yazlıkçıların oluşturdukları köyler. Yolumuz boyunca bir çok girinti çıkıntı arasında güzel koylara denk geleceğiz. Ve her koyda insanların yaptığı yazlıkların giderek çoğalan bir yapılaşmanın içinde kalması beni hep üzmüştür. Koy manzarası resmi çekeyim diyorum her birinde bir kaç yazlık yüzünden manzaranın bozulduğunu görüyorum. Tabelada Gümüşköy yazıyor, önümde bir bisikletçi gidiyor.

200420146732

Karapınar köyüne varıyorum, burası da yazlıkçıların kalabalıklaştırdıkları köylerden biri. Yalnız daha önce geçtim buralardan araba ile, bu kadar köy gördüğümü hatırlamıyorum. Amma da çok köy varmış art arda.

200420146733

Köyde genç delikanlı bizleri görünce çeşitli hareketler yapmaya başlıyor. Bizlere özendiğinden köyün çıkışına kadar eşlik ediyor bize.

200420146734

Bakir demeyelim de yazlık yapılmamış ender koylardan biri. Bir kaç baraka türü yapı var sadece. Üst tarafta gördüğünüz yol yeni yapıldı ve fazla olmadı açılalı araç trafiğine. Bizim gittiğimiz yol eski yol, gidiş geliş, dar ve çok virajlı yol. Yeni yapılan yol duble ve virajı olmayan yol. Bir kaç yıla kalmaz buraların bakirliği kalmaz. Yol güzel olmadığından insanlar arabalarını böyle yollara sürmek istemiyordu. Şimdi ise yeni yolda güzel olunca araba trafiği artacak ve buralardan rant elde edecek emlakçılar talan edecek ta Karaburun’a kadar tüm kıyıyı. Biz şanslıyız, henüz doğal haliyle güzel koyların yanında bisikletlerimizle gezip görüyoruz.

200420146735

Güzel deniz manzaralı yolda kıvrıla kıvrıla gidiyoruz. Önümde Gözde ve Abdurrahman gidiyor bisikletleriyle. Yol denizden biraz yüksekte.

200420146736

Ve ilk lastik patlağına geliyoruz. Hemen teknik ekip olarak Ahmet Mumcu patlağa girişerek çarçabuk hallediyoruz.

200420146737

Patlak yamandıktan sonra iç lastik yerine takılıyor. Tamir işinden anlamayanlar Ahmet Mumcu’ya bakıyorlar öylece.

200420146738

Biz lastik tamiri ile uğraşırken Devrim de kamerası ile hepimizi çekiyor. Yerde bir kişi, beş kişi de ayakta toplam altı kişi varız.

10252120_10152403548082369_1615348403924880920_n

Patlak işini hallettikten sonra yola devam ediyoruz. Mola yeri olan Balıklıova uzaktan görününce daha hızlı pedala basıyoruz. Bir an önce çay içmeli.

200420146739

İşte Balıklıova köyü, deniz kıyısında, güzel ve geniş bir koyda kurulmuş eski bir köy. Adından da anlaşılacağı gibi eskiden balık kaynıyormuş burası. Bilinçsiz balık avlanma balıklar büyümeden, üremeden avlandıkları için balık bulmak mucizelere kalmış durumda. Balıklıova Köyü’nün tarihteki ilk ismi Polikhne dir. Yerleşim yerinin ismi tarihte komşuları Klazomenai’nin MÖ 413’deki istila girişiminde geçmektedir. Yakın tarihte, Osmanlı zamanında da bu isimle anılagelmiş bir Rum köyüdür. Cumhuriyet sonrası Rumların göce zorlanması ve mübadele ile köy boşalmış, köyün eski yerleşim yeri terk edilmiştir. Şu anki ismi Polikne den Türkçe ye Balıklı ve Balıklıova olarak geçmiştir.

200420146740

Balıklıova böyle kalabalık bisikletli grubu 2 yıl önce görmüştü. Bu yıl da aynı bisikletli kalabalığı görünce pek şaşırmamışlardır. Köyün kahveleri bisikletçiler tarafından işgal edilmiş durumda. Ben de arkayı toplayıp geldikten sonra grup tamamlanmış oluyor. Önde bisikletler park etmiş, arkada kahvede kalabalık bisikletçiler masalara oturmuş.

200420146743

Balıklıova da balık kalmazsa bile esas ünlü olanı Un Kurabiyesi. Her yerde Un Kurabiyesi yapılır ama buranın Un Kurabiyelerinin tadı bir başka oluyor. Her zaman gelip yiyebilirsiniz. Un Kurabiyesinin tadı eskiden Rumlar tarafından yapıldığından şimdiki ustalar Rumların tarifi ile yaptıklarından bu kadar lezzetli oluyor. Fırınlar sürekli pişiriyor Un Kurabiyesi taze taze her zaman yiyebilirsiniz.

1-1

Un Kurabiyesi canavarları ortaya çıkarmış durumda. Enes’i zaten canavar olarak biliyorduk. Doktor Serhat, Burcu ve Onur’un Kurabiye canavarı olduklarını bilmiyorduk. Kurabiyeleri görünce asıl kimlikleri ortaya çıkmış oldu böylece. Bundan sonra kendimizi bu arkadaşlardan sakınacağız, demedi demeyin. Gerçi beni de davet ettiler ama sadece 2 tane yedim. Daha fazla aralarında bulunmak hayati tehlike yaratabilir.

1-3

Yol kıyısında enginar satıcısı  amcam kavalı almış eline öttürüyor kimseye beş para vermeden. Kendi havasında kendi havalarını çalıyor.

200420146742

Kaval sesinden yayılan türküler Ahmet Mumcu’yu türkü sever olarak enginar satıcısı amcanın yanına gelerek türkü çığırmaya başlıyor. Bizlere bir türkü söyleyerek kulaklarımızın pasını biraz olsun silinmesine neden oluyor.

200420146741

Mola yeter deyip grubu Doktor Serhat yola çıkarıyor. Yolumuz Balıklıova dan sola doğru Ildır da bulunan Eritrai antik kentine. En sonda olarak herkesi yola çıkardıktan sonra tam köyden çıkacağım ki cep telefonum çalıyor. Telefonda kahvede şarjda bir telefon unutulmuş olduğunu söylüyorlar. Geri dönüp telefonu şarj aletiyle birlikten kahveciden alıyorum. Ardından yola tekrar çıkıyorum.

Dağın yamacında gördüğünüz eski Polikne köyü. Evlerin tamamı taştan yapılmış eski bir Rum köyü. Mübadelede Rumlar gidince köy terkedilip deniz kıyısına taşınmış. Kim bilir taş evlerde ne anılar yaşanmıştır. Acı, tatlı ve hüzünlü hikayeler.

200420146744

Balıklıova’nın bir diğer ünlüsü de Enginar. Tam mevsimindeyiz Enginarın, tarlalarda Enginar başları yeni olgunlaşmış toplanmayı bekliyor. İnsanların sağlıklı besinlerinden olan Enginar Ege bölgesi kıyı şeridine ait bir bitki. Doktorların yalancısıyım her derde deva hatta kanseri bile önlüyormuş. Yalnız Enginarı yerken başındaki taç yaprakları yemeyin yoksa boğazınızda kalır. Taç yaprakları gayet sert, taç yaprağının iç kısmında dibinde beyaz olan kısmı yeniyor. Enginarın esas yenen kısmı göbeği. Zeytinyağlı dolması çok lezzetli olur. İnsanın ömrüne ömür katar.

200420146745

Az bilinen antik kentler turunda bisikletçileri serbest bırakıyoruz. Buraları ve yolu bilmeyenleri kaybolmasınlar diye  önemli yerlerde yola işaretler yaparak doğru yola gitmelerini sağlıyoruz. Bu işaretleme işini dünya turunu yapan arkadaşımız Gürkan Genç ile 3 ay boyunca pedalladıktan sonra yeni Türkiye ye gelmiş Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’a vermiştik. Enes 3 ay boyunca Gürkan Genç’in ekipmanlarını ve kendi ekipmanlarını mahvettikten sonra daha fazla zarar olmasın diye Türkiye ye gelerek Gürkan’ın rahat nefes almasını sağlamış oldu. Yoksa Gürkan dünya turunu yarıda kesmek zorunda kalacaktı. Enes canavarı motorlu olarak önden gidip sprey boya ile yola gideceğimiz işaretleri yaparak bize yardımcı oluyor. Enes ile birlikte ekibimizde Emin Mengüaslan da motorlu olarak gruba yardımcı oluyor. İkisinde de sprey boya olunca iki tane ok değişik renkte görüyoruz asfaltta.

200420146746

Enes canavarı kurabiyeleri fazlasıyla yedi herhalde yolda garip yönlendirme ok işaretlerini görüyorum. Acaba yediği Un Kurabiyesi canavara ters etki mi yaptı, yoksa kafayı mı buldu bunu anlayamadık. Doktor Serhat hocaya bu durumu sormak gerek. Böyle işaret dünyada ilk defa görünüyor. Sarı renkte olan çizgi alttan yukarı düz gidiyor biraz. Sola dönüp yuvarlak çizdikten sonra sağa çiziyor. Orda da bir yuvarlak çizdikten sonra ileri doğru ok işareti ile bitiyor.

200420146747

Karaburun yarım adasının tam ortasında, en dar yerinde, doğu yönünden batı yönüne doğru gidiyoruz. Burası yarım adanın en alçak geçiş yeri. Yarım adanın diğer yerleri yüksek dağlar geçit vermiyor.

200420146748

Zeytin ağaçları altında kocaman bir boğayı görüyorum otlarken. Etrafında inekler usul usul otluyorlar. Boğanın azameti ineklerde güven oluşturmuş durumda. Taze yeşil çimenler leziz olmalı ki bizlere bakmıyorlar bile. Daha önce ineklerin önünden sırayla bisikletlerle geçerken nedense trene benzetip bize bakıyorlardı. Bu boğa hiç tren görmemiş anlaşılan.

200420146749

İnekler da sakin sakin boğanın gözetiminde otluyorlar. Kimisi genç boğa, yani dana.

200420146750

Yolun sağ tarafında mermer ocağı var. Buradan önemli miktarda mermer blok kesip işlenmek üzere fabrikalara götürülüyorlar devamlı olarak.

200420146751

Nihayet yarımadanın sırtına varıyorum, bundan sonrası iniş. En son süpürücü olarak en arkada geldiğimden tek başıma ilerliyorum. Ahmet Mumcu ve Doktor Burcu görünürde yoklar.

200420146752

Yol kıyısında çeşme görüyorum, mataralarımı tazeliyorum burada. Çeşmenin taşlarına yazı yazmasalar daha güzel görünecekti. Nedense insanlar mağara duvarlarına yazı yazar gibi yazı yazıyorlar. Sanki önemli bir şey yazmışlar gibi. Görüntü kirliliği yaptıklarının farkında olamayacaklar hiç bir zaman.

200420146753

Asfaltta yazı yazmaya başladı Enes canavarı, Un kurabiyeleri insanlaştırmış canavarı. İşaretlerden yazıya geçmiş baksanıza. Yerde Alayına gider yazılmış.

200420146754

Deniz kıyısına gelmeden yol ikiye ayrılıyor. Tabela nereye gideceğimizi gösteriyor, sola doğru. Yardımcılarım Ahmet Mumcu ve Doktor Burcu burada beni bekliyorlardı. Ben geldikten sonra hareket etik Ildır’a doğru. Tabelalarda; Küçükbahçe ve Karaburun sağ tarafa, Ildır ve Çeşme sol tarafa gidileceğini ok işareti ile belirtmişler.

200420146755

Artık yarım adanın diğer tarafında, batı kısmındayım. Deniz ve Ildır’ın koyu göründü. Resimde gördüğünüz gibi her koyda siteler oluşturmuşlar. Beton yığınına dönüşmüş güzelim koy, yazık buraya ve yatırılan paraya.

200420146756

Idırı köyüne az kaldı, karşıda göründü alçak tepeler arasından.

200420146757

Tepelerden sahile iniyoruz, sahil yolu denize sıfır. Bu yolda bisiklet sürmenin keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Her yerde böyle deniz kıyısında, yeşillikler içinde temiz hava ve iyot kokusunda bulamazsınız. Sağda deniz, önümde üç kişi gidiyor bisikletleriyle.

200420146758

Artçı olarak geride kalanları süpürerek ilerliyorum. Solumuzda bir yel değirmeni, biz de Don Kişot’luk yapıyoruz yel değirmenine karşı bisiklet sürerek. Önümde Gözde, Esma ve Apo var.

200420146759

İzmir dışından gelenler resim çeke çeke bisiklet sürüyorlar. Buraları ilk defa gördükleri için hem manzaraları seyrediyorlar hem de resim çekiyorlar. Bunlardan biri de Devrim, Antalya’dan geldi ve buralara hayran kaldı. Kamerası elinde habire resim çeke çeke grubun en arkasında gidiyor. Arada benim de resmimi çekiyor bir kaç poz. Bisikletim KUZ ve ben üstündeyim.

2-1

Devrim beni bisiklet sürerken deniz ve kayıkların manzarasında çekiyor. Bagajda sarı yelek dikkat çekmek için.

2-2

Yolda bisikletle gelirken Devrim beni ve Ahmet Mumcu’yu çekiyor. Arkamızda birisi daha var.

2-3

Köyde taş evler güzel yapılmış, fakat bazı taşların antik kentten olduğu görülüyor. Her antik kentin yanında olan yerleşim yerlerinde olduğu gibi hazır yontulmuş bir kaç taşı evlerin duvarlarında görüyoruz.

200420146762

Evlerin bahçeleri, duvarları rengarenk çiçekler ve güllerle donatılmış. Baharın coşkusunu yaşıyor taş evler. Evin sahibi olan kadın güllerin altında çekiyorum bir poz.

200420146763

Devrim’i kendi kamerası ile çekiyorum güllerin önünde. Güller kırmızı, duvar dibinde sarı çiçekler var.

2-5

Devrim bu kez beni çekiyor çiçekler arasında.

2-8

Köyün merkezi azıcık yukarıda, biraz tırmanıyoruz haliyle. Tırmanırken Devrim beni çekiyor. Yokuş bayağı sert.

2-10

Köylü amca dağlardan topladığı şifalı otları satmaya çalışıyor. Ildırı köyünde öğle yemeği yiyoruz. Telefonunu unutan Esra’ya telefonunu veriyorum bu arada.  Bir süre dinlendikten sonra Antik kente doğru yürümeye başlıyoruz hep birlikte. Yaşlı adam başında kırmızı başörtüsü takmış, önündeki kasada taze kekik demetleri var.

200420146765

Eritrai köyün yukarısında, bisikletleri aşağıda yemek yediğimiz alanda bırakıyoruz. Kahverengi tabelada Ildırı (Erythrai) yazılarak gideceğimiz yönü belirtiyor. Sola doğru gideceğiz.

200420146768

Antik kente tırmanırken köyün duvarlarındaki mor çiçekleri çekmeden edemiyorum.  Katırtırnağı mor çiçekler açarak yüksek duvardan aşağı sarkmış.

200420146766

Köyde eski taş evler görmek mümkün. Yüksek tavanlı, düzgün taşlardan olan evler Rumlardan kalma.

200420146767

Ildırı köyünün genç muhtarı antik kentin girişinde bizlere hem köy hakkında bilgi veriyor hem de antik kenti anlatıyor. Muhtar genç, dinamik, köye bir şeyler yapmaya çalışan biri. Konaklamalı turizm, olta balıkçılığı ve zeytinciliği anlatıyor heyecanla.

200420146771

Muhtarın konuşması bittikten sonra antik kenti dolaşmaya başlıyoruz. Tabelada sola doğru; Akropol, Tiyatro (Theater) yazılmış.

200420146769

Daha çok turistlere gezilecek yerleri yazan tabelada; Tiyatro The Theatre, Agora, Akropol Acropole, Athena tapınağı Temple Of Athena, Matrone  Kilisesi The Matrone Church yazılmış Bizlerin pek yazılanlara dikkat ettiğimizi zannetmiyorum. (Örnek olarak tabelada yazdığı halde okumayan birisi “Tiyatro ne tarafta? diye sorması gibi) Gidilecek yön sağ tarafı işaret ediyor.

200420146772

Erythrai

Ildırı köyünün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai sözcüğünün Yunanca’da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmaktadır. Bir başka varsayıma göre ise kent adını ilk kurucu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros’tan almıştır.

Kentte ele geçen bulgular, bu yörede ilk Tunç Çağ’ından bu yana yerleşimin olduğunu göstermiştir. İkinci kolonileşme döneminde kent, Atina Kralı Kadros soyundan gelen Knopos yönetimindeydi. Başlangıçta krallık ile yönetilen kent sonraları yine kral soyundan olan ancak halkın seçtiği Basileuslar tarafından yönetildi. Ion kentlerinin aralarında kurdukları Panionion dinsel ve siyasal birliğe katıldılar. Kent Pythagoras’la birlikte kısa süreli tiranlık dönemi yaşamış, bu dönemde üreterek dışarı sattığı değirmen taşlarıyla önem kazanmıştır.

Erythrai, Lidya ve daha sonra da Persler’in eline geçer. Pers boyunduruğuna karşı diğer Ion kentleri gibi ayaklanmaya katılan kente, bütün Ion kentleriyle birlikte M.Ö. 334’te İskender, bağımsızlığını kazandırır. İskender’in ölümünden sonra çıkan kargaşalar sonucu birçok el değiştiren Erythrai Pergamon (Bergama) Krallığı’nın eline geçer. M.Ö.133′ te Roma İmparatorluğu içinde özgür bir kent statüsü kazanır. Bu dönemde şarabı, keçileri, değirmen taşları ve kadın kahinleri Sibyl ile Herophile ile ün kazandı.

M.Ö.1 yy.’da depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden büyük yıkıma uğrayan yöre; 16.yy’dan sonra Ilderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başladı.

Şehirde 1963-1966 yılları arasında Prof.Hakkı Gültekin ve sonraları Prof. Ekrem Akurgal tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır. İlk önce M.Ö. 3.yy. sonlarında yapıldığı sanılan akrapolün kuzey yamaçlarındaki antik tiyatro toprak altından çıkarıldı. Akrapol’ün en yüksek düzlüğünde yapılan araştırmalarda da Athena tapınağına ait kalıntılar bulundu. Şehrin etrafının 5 km. uzunluğunda surla çevrili olduğu anlaşıldı. Tiyatro kısmen açığa çıkarıldı ve restorasyon çalışmaları yarım kaldı. Araştırmalarda akrapolde M.Ö. 6. ve 7.yy’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulundu. Bunlar Erythrai şehrinin en eski tarihi buluntularıdır.

Erythrai harabelerinin bulunduğu bölgede, tarlalarda bulunan eserler, ören yeri bekçisi Hüseyin Yavuz tarafından toplanarak, orada bulunan bir bina da muhafaza edilmeye çalışılmaktadır. Hüseyin Yavuz bu yıl aramızdan ayrılmıştır, Nur içinde yatsın. Kapı içinde, elinde şapkası ile yaslanmış Hüseyin Yavuz.

575945_10150764519966170_191596698_n

Zeytin’in Masalı

I

Tek göz taş evin kapısını buruşmuş elleriyle açtı yaşlanmış parlak zeytin yeşili gözlü kadın. Yine sabah olmuş yine yine, lakin gelmemişti yıllar yıllar sabahı beklediği. “Bekle…” demişti bekliyordu, “Gelecem…” demişti inanıyordu, “Seviyom…” demişti daha çok seviyordu. Kapının hemen yanında koca bir zeytin ağacı dibinde çeşmeye gitti yüzünü yıkadı sarıdan Beyaza dönmüş saçlarını boynunun kıvrımlarını yıkadı baharın yağmuruyla gecede yıkanmış bahçesi esintiyle hışırdadı yıkanan yüzünü dondurdu. Omzundaki şalına sarındı. Kapının önündeki sekide kurulmuş beyaz ferfoje küçük masa iki sandalyeden birine oturdu. Kahvaltısını dışarıda yapacaktı içeri girmeye niyeti yoktu “hayat dışarıda” idi –hayatı dışarıda idi- küçük evinde asma katının altında kurduğu mutfağında çayını demledi yaptığı ekmeği zeytini çıkardı dışarıya masaya yerleştirdi. Yıllardır yemeği buydu sabah akşam. Zeytin, ekmek, çay… hiç değişmedi, beklemek gibi… Kapının önünde üşüyen kuru bedenini sıcak çay ile ısıttı içinin üşümesine çare değildi. Neydi çay, sevdiğinin muhabbeti, kapkara gözleri, dem-di dem kokusu sevdiğinin kokusu. Neydi ekmek? Kavuşturandı umuttu elleri bir gün evet bir gün tutuşturan-dı. Sabır dı yoğrulmaktı, pişmekti, kıvamdı… Neydi zeytin? Bakmaktı o tepeye, Gözdü gönüldü kutsanmaktı aşk ile…

 

Demir atlar yükünü tutmuş geliyordu, aramaktaydı taşın sütunun altında… Geçmişten geleceğe şahitlik eden taş şehirlerde gömütleri, dikitleri limanları dolaşarak araya araya geldiler. Kâh dedesinden öğrendiğini anlattırdı köyün yaşlısına, ya da muhtarına bildiklerini saydırdı. Demir atlılar geliyordu şarkılarla türkülerle, Aradıkları- anlam – dı. Yaşamanın anlamı, çiçeğin böceğin, mavinin yeşilin anlamı. Her iklimden her satıhtan basıp pedala gelmiş birlikte bilmek istemişler.”

Lider Serhat sürati dengeleyerek ekibi dağıtmıyor, en süratli süvarileri bakışlarıyla yönetip yol açtırıyor. Akşamları onları ödüllendirip onurlandırıyor yiğitliklerini ilan ediyordu. Olcay ise iletişimi ile önü arkayı araları kontrol edip ekip birliği sağlıyor. En geç yatıp en erken kalkıyor. Bazen türküler söylüyor dolunaya, bazen susuyor denizin dibine…

Urim Baba ise ardını toplayandı demir atlıların geride bıraktıklarını toparlayıp, yorulanı bekliyor “aartık aydeee” diye en geride yol alıyordu. Grubun hekimi Burcu ve tekniği Ahmet Urim Baba ile aynı hareket edip grubun ihtiyaçlarını yerinde görüp inceleyip raporluyorlardı. Akşamları grup toplanıp aradıklarının peşine düşüp gördüklerini anlatıyor, Ateşin başında türküler söylenip ozan gibi atışılıyordu.

Grup gene koca sütunların başına gelmiş antik devirin masallarını genç Arkeolog Ali Burak paylaşırken sütuna dayanmış yalın ayak başı kaçak bir adam bilmediğiniz masalların peşine düştünüz bunca insan dedi. Doğruldu dinlendiği taştan ağarmış saçları dağınıktı, kararmış gözlerini kapatmadan. Karanlık bir mağara gibi açtı  ağzını yaşlı adam.

Hüseyin Yavuz yakından yüzü görünüyor.

548335_10150764519746170_176263664_n

Bu kadar insan düşmüşsünüz yola bir nedeni olmalı. Kızlı erkekli, genci yaşlısı nedir aradığınız.

“Bir derdimiz var” dedi sözü aldı Lider Serhat. “Paylaşmak!” Biz bildiklerimizi gördüklerimizi paylaşırız dedi”

Olcay. “Senin paylaşacağın var mıdır? desen, dinlesek ?” dedi, artçı Urim Baba. “Nedir Senin yaşamanın anlamı” diye sordular.

Urim Baba; “ Biz bu kaa insan sözü paylaşmaya geldik. Bilirsin masallar söz ilen paylaşılır bu güne gelir. Bu koca taşlarda şahittir zamana karşı.”

Peşimden gelirsiniz benim yol hikaye mi, benim yaşamımın anlamını görürsünüz dedi yolcu ihtiyar.

Devam edecek…

 

Esma Eser Açıkgöz

 

Amfi tiyatrodayız, tiyatronun seyircilerin oturduğu taşların çoğu yerinden sökülüp alınmış. Çok az taş var, merdiven olan yerde ve üst kısımlarda. Taş merdivenin solunda otların içinde iz var, işte orada demir raylar var. Büyük bir ihtimalle taşları raylardan aşağıya taşıyıp götürmüşler. Antik kentlerde korumasız olduğundan bu kadar büyük yağmalara rağmen yine de hepsini götürememişler. Bizlerin görebileceği kadar taş eserler var.

200420146779

Amfi tiyatronun seyirci oturma yerlerindeki yontulmuş taşlar bir sanat eseri gerçekten. Adamlar sanata, estetiğe, güzelliğe önem vermişler ta o zamanlarda. Bir tiyatro eserini seyretmek için oturulan yerin alt tarafı. Ama insan otururken ayakları alta sallamak için taşları içe doğru yontmuşlar. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

200420146780

Tiyatronun en üstüne çıkıp Akropol, Athena Tapınağı ve Matrone Kilisesini dolaşacağız. Bu yapılar antik kentin en tepesindeler. Tabelalar gideceğimiz yönü belirtiyor sağa doğru.

200420146781

Bahar ayında olmamızdan dolayı tabiat yeşil elbisesini giymiş, en güzel çiçeklerle başına taç yapmış, arılar ve böceklerin vızıltıları içinde bizi karşılıyor. Otların ve çiçeklerin yaydığı kokular, havada uçuşan polenler insanın aklının bir karış havada olmasına neden oluyor. Hele gençleri bir başka yapıyor bahar ayları. Soludukları havada bolca olan polenler kana karıştıktan sonra beyne ulaşınca akıl bir karış havaya çıkarak yerine AŞK nöronları doluyor beyinde. Sadece AŞK’ı düşünmekten kan dolaşımı yavaşlayıp tembelliğe doğru giderek bahar yorgunluğu yaşıyorlar. Ama suçları yok ki! doğa zaten AŞK tan oluşmuş. Doğa bütün canlılara bunu aşılamış, kaçacak yerimiz yok AŞK tan yana. Mor çiçekler açmış otlar yeşillik içinde.

200420146782

Sarı çiçekler de insanları Aşk’a davet ediyor. Patikada yürüyenlerin ayakları.

200420146783

Papatya gibisin beyaz ve ince,

Deli oluyorum seni böyle görünce,

İsmin dudaklarımı yakıyor, neden ?

Papatyam seni özlüyorum…

Bahar aylarında açan iri papatyalar içinde bir adam.

200420146784

Kilisenin iki duvarı hariç diğer yerleri yıkılmış. Burası Matrone kilisesi.

200420146785

Athena tapınağının temel duvarları kalmış sadece.

200420146786

Antik kent yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş. Körfezin manzarası harika. Batı, Güney ve kuzey rüzgarlarına açık olduğu için devamlı olarak esinti var. Yükseklikten dolayı da biraz sert esiyor rüzgar. Hani aşağıda rüzgar ekersen burada fırtına biçersin o derece yani. Tepenin batı kısmı yamacı dik bir uçurumla oluşmuş. Denizde bir çok irili ufaklı ada görünüyor buradan.

200420146789

Körfezde 12 ada var irili ufaklı, üzerinde yapı yapılmamış olması çok güzel görünmelerine neden oluyor. Umarım bundan sonra turizm diye adaların doğal güzelliklerini bozmazlar. Sağ tarafımda Ildırı köyü ve büyük bir ada var.

200420146790

Duvarların görünen yüzlerini Poligonal (Beşgen) şekilde yontulup örmüşler taşlardan. Böyle taş örme biçimi diğer İyon kentlerinde görmek mümkün. Bu duvar biçimi saraylar ya da zenginlerin evinde oluyor.

200420146787

Papatya çiçekleri ile adalardan oluşmuş körfez manzarası, daha ne olsun ki. Hele bahar ayında iseniz !

Seviyor,

Sevmiyor!

Papatya fallarında…

200420146788

Uçurumun kenarında oturup hem dinleniyoruz hem de manzaranın tadına doyum olmaz seyrini gerçekleştiriyoruz hep birlikte.

200420146794

Rüzgar bayağı kuvvetli esiyor, insanı üşütecek serinlikte.

Yorulmuş pistonları dinlendiren Abdullah keyfini çıkarıyor manzaranın.

200420146795

Bulunduğum tepede düşüncelere dalıyorum. Martı kuşu olmak istiyorum, şöyle kanatlarımı açıp kendimi rüzgara bırakmak, hiç kanat çırpmadan rüzgara karşı durdukça beni havada tutmasını istiyorum. Hayat ta böyle sanki, nasıl kuşlar rüzgara karşı kanatlarını açıp durdukça havada kalıyorlarsa, yaşamda da zorluklara karşı durdukça ayakta kalabiliyoruz. Zorluklara karşı durmazsak bir anda yere düşer yaşamdan koparız. Bisiklete binmek gibi devamlı pedala basmak gerek gidebilmen için. Kendimi bir an kollarımı açıp uçurumdan aşağıya bırakmak geçiyor, sadece bir an öyle düşünüyorum. Bıraksam kuşlar gibi rüzgara karşı süzülsem. Ta bulutlara çıkıp körfezi baştan başa dolaşsam, engin denizlerin üzerinde uçsam, uçsam. Sınırlar olmadan, pasaportsuz diğer ülkeleri gezsem. Hem de vize parası ödemeden! Bu düşüncelerden sıyrılıp kendime geliyorum. Demek ki bir an düşüncelerde kalsam kendimi uçurumdan boşluğa bırakacaktım. Yaşam bu mudur, pamuk ipliğine bağlı…

2-4

Bisikletçilerin ağır topları Ahmet Mumcu, Hakan Kayışlıgil, Bekir Kocamaz ve ben. Bekir Kocamaz açmış ellerini kocaman soyadı gibi. Doktor Burcu arada kalmış garibim.

2-6

Erytrai antik kentini bitirip bisikletlerin yanına dönmeye başlıyoruz. Elimde pankart katlanmış olarak önde ben, Arkamda Hakan Kayışlıgil, ve Ahmet Mumcu adalar manzarasında yürüyoruz.

2-9

Balıkçıların demirledikleri kayıklara selam verip aşağıya, sahile inmeye başlıyoruz. Denizde bir çok tekne demirlemiş, karada ise yazlık evler kaplamış yamacı.

548558_10150764532971170_2054027807_n

Köyden bisikletleri aldıktan sonra yola çıkıyoruz. Elinde fotoğraf makinesi ile habire resim çeken Devrim artık artçı fotoğrafçı olarak görevlendiriyorum. Zaten resim çekmekten hep geride kalıyor bari bir ünvanı olsun turumuzda. Devrim’e Barbaros köyünde bir süprizim olduğunu söylüyorum. Herkes yola çıktıktan sonra ben de yola çıkarak grubun en arkasında yol alıyorum. Kıyıda balıkçı tekneleri eşliğinde gidiyorum. Kayıklara ulaşmak için küçük iskeleler yapmışlar aralıklı. Kıyıda ters olarak konmuş polyester kayıklar duruyor üç tane.

200420146797

Yolumuz bundan sonrası biraz tırmanış olacak. En sert tırmanışlar ve en çok bu gün yol alacağız. Çadırlarımız kamp alanında olduğu için yüksüz daha hızlı hareket ediyor grubumuz. Arkada kalanları toplaya toplaya ilerliyorum. Önümde iki kişi tırmanırken yokuşu çekiyorum.

200420146798

Aslında çıktığımız yokuş %10 eğimden fazla ama moralimiz bozulmasın diye %10 yazmış sevimli canavarımız. Böyle yazmazsan turu yarım bırakanlar bile olabilirdi. Bizim canavar Enes normale döndü anlaşılan. yediği Un Kurabiyelerin etkisi geçmiş olmalı. Baksanıza yere sevimli 🙂 işaretleri yapmaya başlamış.

200420146800

Nihayet yokuş bitiyor ve tepedeyiz, aşağıda Kadıovacık köyü görünüyor. Barbaros köyüne kadar iniş olacak. Daha sonra biraz rampa var ama çıkacağız. Burada biraz soluklanıyorum, Henüz gelmemiş bir kaç kişi var. Onları da bekliyorum, ağır aksak çıkıyorlardı yokuşu. Geride kalanlar geldikten sonra terli gövdem rüzgar almasın diye yeleğimin fermuarını yukarı çekiyorum. Siz siz olun ne kadar terli olursanız olun yokuşun sonunda durup rüzgarlık yada yeleğinizi giyin. Terli bölgeniz rüzgar almasın yeter. Fermuarı da çektikten sonra kendinizi yokuş aşağıya rahatça bırakabilirsiniz. Hiç bir şey olmaz. Ben turlarımda böyle yapıyorum ve hiç bir zaman üşütmedim, hasta olmadım bisiklet üzerinde. Termal içliğim de yok, her zaman pamuklu atlet giyerim.

200420146801

Köye gelince yavaşlamamız konusunda uyarı yazısını canavarımız yazmış “Yavaş” diye. Onu dikkate almak gerek. Tabi ki ben durup resim çekiyorum. Gölgem yere düşmüş.

200420146802

Grubun en arkasında teknik eleman Ahmet Mumcu ile birlikte gidiyoruz.

200420146803

Barbaros köyü göründü ufukta. Dağın yamacında, en altta kurulmuş köy.

200420146804

Köy de yaşayan insan az. Köyün girişinde kültür evi var, burada sanatçı biri bir kültür sanat evi yapmış taş bina olarak. Doğada topladığı renkli taşları kum haline getirip resim üzerine yapıştırarak harika resimler yapıyor. Yalnız bu gün açık değil, o yüzden ziyaret edemiyoruz. Urla belediyesi tarafından yapılmış tabela köyün girişine dikilmiş. Tabelaya; Urla belediyesi Barbaros köyü, Nüfus 555, Hane 260 olarak yazılmış. İki yanda yeşil çam ağacı, sol üst köşede Türk bayrağı var.

200420146805

Yokuşlar yordu bizi çay molası vermek gerek. Köyün içinde kahvelerde çay molası vereceğiz. Canavar Enes yere Çay ve ok işareti çizmiş sarı boya ile.

200420146806

Enes Çalışkan kapmış çocuğun elinden bisikleti kendi binmeye çalışıyor. Köyün meydanında bir kaç tur atıyor en sevimli haliyle.

200420146807

Köyün meydanında kaldırımda gölgelik ağacın altına oturup kahve takımını, ocağı çıkarıp kuruluyorum. Cezveye kahveyi koyup ocağın üstünde pişirmeye başladım. Diğerleri kahvede oturmuş, kimi köfte ekmek yiyor, kimi çay içiyor. Benim kahvem var ve kahve içme zamanım geldi. Kahve takımlarım ve ocak kaldırımda. Ben de oturmuş kahve pişirmek için hazırlık yapıyorum.

3-6

Devrimi yanıma çağırıyorum, kahveyi, cezveyi görünce hem şaşırıyor hem de seviniyor. Süprizimi görünce ne diyeceğini bilemiyor. Canı kahve istemiş ama içememiş, şimdi ise sokakta, kaldırımda kahvenin pişmesini bekliyor. Cezvem ve fincanım 4 kişilik olunca bizimle beraber Olcay ve Emin de kahve içmeye hakketti. Onlara da veriyorum birer fincan kahve. Devrim karşımda oturmuş sohbet ederken cezvede kahve pişiriyorum.

3-3

Çay, kahve molasının ardından grubu yola çıkarıyorum, yol biraz yokuş. Çeşme İzmir yol ayrımına kadar çıkacağız, ondan sonra uzun bir iniş bizleri bekliyor. Devrim bizi çekiyor, ben ve önümde dört bisikletçi yokuşu çıkarken.

10294375_10152403673877369_3552891525844951191_n

Yol ayrımlarında işaretler bizi gideceğimi yeri belirtiyor “Düz” olarak. Canavar Enes iyi çalışıyor grubun önünde. Kutlamayı hak etti bu gün.

200420146808

Nihayet yokuşun sonuna Çeşme İzmir yol ayırımına varıyoruz. Burası manzarası olan bir yer ve adı manzara kahvesi. Aşağıda göletler var ve manzarayı daha görsel yapıyor.

200420146812

Yokuşun bittiğini söylüyor yer işaretleri, yaşasın…

200420146810

Ve sola dönüş ok işareti yere çizilmiş.

200420146811

Yol tabelaları nereye gideceğimizi belirtiyor. Biz İzmir yönüne gideceğiz. Bu yol D300 karayolu. Çeşmeden başlıyor Van’ın Saray ilçesine İran sınırına kadar gidiyor. 2000 km kadar bir karayolu. Bu yolu www.pedalla.com da Serkan Taşdelen ve Feyyaz Alaçam beraber D300 karayolunda yaptıkları turun hikayesini okumuştum. Bu yazıdan sonra bisikletçi olmuştum tam anlamıyla Serkan Taşdelen bu turda beraber pedallıyoruz aynı zamanda. Sağa Çeşme, sola İzmir yönünü gösteriyor tabelalar.

200420146813

Geldiğimiz yönü belirtir tabelalarda; Kahverengi tabelada Ildırı (Erythraı) Beyaz tabelaya Barbaros ve Kadıovacık yazılmış. Tabelalar sol tarafı gösteriyor. Tabelaların üstündeki yüksek yerde mavi tabelada ise; İzmir teknoloji geliştirme bölgesi. Burası İzmir yüksek teknoloji üniversitesinin arazisi başlıyor. Yaklaşık 7 Kilometre uzunluğunda bir arazi.

200420146814

Yaklaşık 7 km yokuş aşağı iniyoruz, bayağı uzun bir iniş oldu bizim için. Sadece iniş olduğu için İçmeler kamp alanına çabucak varıyoruz. Solda deniz görünüyor.

200420146815

Arka kadro oluşmaya başlıyor yavaş yavaş. Afyon Başmakçıdan  Esma Eser Açıkgöz, acele etmeden beraber kamp alanına varıyoruz. Çok güzel türkü de söyler, sesi kadife gibi. Türküler söyleyerek bisiklet sürüyoruz. Geçen yıl Az bilinen antik kentler turunda Küçük Yamanlar dağında gençlik kampında tanışmıştık. Tanışmamız da ilginç olmuştu doğrusu. 2013 yılının Az bilinen antik kentler turunun ilk gününde yaklaşık 22 km tırmanışlı günün ardından 1000 metre yükseklikte yemeği yedikten sonra buz gibi esen deli poyrazdan kaçarak gençlik merkezinin barakaların birinde sıcak çaylarımızı içerek muhabbet ediyorduk. Arkadaşlarla Afyon Başmakçı bisiklet festivalinden bahsederken Esma da oradaymış. Başmakçı sözünü duyunca heyecandan oturduğu tahta sandalyeden düşüverdi. Biz de tabi bu düşüşe anlam veremedik, ne oluyor diyerekten Esma’yı yerde görünce kahkahayı basıverdik hep birlikte. Meğerse Başmakçı bisiklet festivalini düzenleyen Esma imiş. Biz tabi bunu bilmeden öylesine nasıl gideceğimizi konuşuyorduk. Tanışmamız böyle oldu Esma ile ve güzel bir dostluğun temeli atıldı böylece. Başka festivallerde de beraber bisiklet sürdük. Esma bisiklet üzerinde çekiyorum bir poz.

200420146816

Kamp alanına geldik, herkes akşam yemeğine kadar serbest dolaşıp hazırlıklarını yapıyor çadırlarında. Bu akşamdan itibaren her akşam bir olay için kutlama yapacağız. Bu gün grubun artçıları ödüllendirildi, şerefine kadeh kaldırıldı. Yaşasın artçılar Doktor Burcu Koçay, Teknik destek Ahmet Mumcu ve süpürücü olarak ben. Resimde Burcu Koçay, Ahmet Mumcu, Olcay Ormankıran, Ben, Doktor Serhat Ferahi Değimli, Ahmet Yıldırım ve Berna Külahçı var. Elimizde kırmızı şarap kadehlerini tokuşturuyoruz.

1897817_10152403675417369_1502793782226024624_n

Akşam yemeğinde Ketring Osman’ın getirdiği nefis yemeklerle karnımızı doyuruyoruz. Yemekten sonra sınırsız çay eşliğinde gece sunumunda sevimli canavarımız Enes Şensoy bize anılarını resimlerle sunarak anlatıyor. Enes dünyayı dolaşmakta olan arkadaşımız Gürkan Genç ile İspanyada buluşup Cebelitarık boğazını geçerek Fas ta 3 ay kadar beraber bisiklet sürdüler. Çöllerde, okyanus kıyısında yaşadıkları maceraları bizlere anlattı. Bu turunda bisikletinde, notbook’unda ve telefonun da olmadık arızalar meydana gelmiş. Çölde gezen bahtsız Bedevi gibi bir macera yaşamışlar. Çektiği resimler çok olunca ve kamp ateşi yanmaya başlayınca çoğu resmi geç geç diye geçiştirdi sadece.

200420146819

Sunumun ardından şaraplarımızı alıp sahilde kamp ateşi etrafında toplanıyoruz. Karşılıklı iki grup oluşturduk, şarkılar türküler söyleyerek kahkahalar içinde gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam ediyor eğlencemiz. Ateşin kızıl rengi şarabın kırmızı rengine karışıyor.

10177432_10152263781143046_1677443648840957073_n

Artık ateşin üstünden atlamaya başlıyoruz. Şarabın verdiği coşkuyla bağıra bağıra türküler söylüyoruz. Ben ateşin üzerinden atlarken Cem Yatman beni çekiyor gecenin karanlığında.

10270561_10152263781013046_8807135107348367130_n

Gece epey ilerledi, uyku uyumak gerek, yarın erkenden kalkacağız. Yavaş yavaş sesimiz azalıyor, birer ikişer yatmaya gidiyorlar. Ben de uykum iyice gelince çadırıma yatmaya giderek derin bir uykuya dalıyorum.

Resimlerin bir kısmı Devrim Dağ’a aittir.

Bu gün yaptığımız yol 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

III. AzBilinenAntikKentlerBisikletTuru 1. Gün

19 Nisan 2014 Cumartesi

Konak – İnciraltı – İskele – Urla – Malkoç

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

ACI ÇEKMİŞ AĞAÇ

 

Acı bir burgaçtı

Yüreğime doğru bitimsiz bir sarnıç

Sökülse de yabani otlar

Kapanmadı inatçı yol

 

Döndürdüm gözlerimi karanlıkta

Adımı saydım kaç kez

Nar değildi dilimdeki

Sokağın sesi sesime karışmış

Bağırdım bağırdım

İmdat umanlarla gözü dönmüşler arasında

 

Çocuklar yetişti

Yetişti boy boy

Var olsunlar gün gibi

Soysuz zebanilerin çatallı dilleri

Kesse de yolumuzu

Çırpınıyoruz burgacın debisine inat

Ama gözlerimiz yıldızlarda !

 

Ağır kanlı salınır şimdi bahçemdeki ağaç

Acıyla cenk etmiş biri gibi

 

Çiğdem BAYDAR                    8 Mayıs 2014

 

Öne çıkmış olan görsel, 2014 yılında yaptığımız Az bilinen antik kentler turunun afişi. Afişte; Az bilinen antik kentler turu, yazının üstünde üçgen antik kiriş. Yanında 19 ve 23 rakamı, yan olarak nisan, onun yanında yan olarak 2014 ve iki tane antik sütun. Solda, altta IONIA, altında Alper Güngör anısına yazılmış. Biri erkek, biri kadın tekerlekleri taştan, kadrosu odundan yapılmış bisiklete biniyorlar. Bisikletlerin pedalları yok, ayaklar yerde yürütüyorlar bisikletleri. Afişin zemini mavi renkte.

1909234_10152158967542529_1674789463_o

Bu yıl Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turunun III. turunu yapacağız. Az bilinen antik kentler turunun yaratıcısı, fikir babası Kahramanımız H. Olcay Ormankıran. Kendisi bisiklete binmeyi sevdiği için herkesin bisiklete binmesini ister. Azıcıkta tarihe merakı vardır. Tarihi kentler de zaten doğanın içinde ayrı gezilebilecek bir yer. Bir de işin içine bisiklet girince daha bir başka oluyor bu tarihi yolculuk. İzmir ve çevresi tarihi antik kentler bakımından zengin bir yerde bulunuyor. Bu zenginliği herkes göremediğinden adı az bilinmekte antik kentler. Bu antik kentler arasındaki mesafeler arabayla 15 bilemediniz 30 dakikada gidilebilir. Bisiklette bir ulaşım aracı ve bizde binebildiğimize göre Az bilinen antik kentleri bisikletle dolaşmak niye olmasın diyerek Olcay’ın kafasına bir şimşek çakıyor ve az bilinen antik kentler turunu yapmaya karar veriyor. Aşağıda ilk yaptığımız az bilinen antik kentler turu yazılı tişört. Ayrıca tekerlekleri taştan, kadrosu odundan yapılmış bisiklete binen bir erkek. Yaptığımız turun günleri olan 21 22 23 Nisan yazılı.

180420146659

İlk tur deneme amaçlı olarak yapılıyor. Bu ilk tur 6 kişi ile yapıldıktan sonra 2012 yılında 1. Az bilinen antik kentler turunu hep beraber yapıyoruz. 100 kişiyi geçmeyecek sayıda katılımcı ile turu başarılı bir biçimde tamamlıyoruz. Turumuz 23 Nisanın resmi tatil olması nedeniyle 23 nisan içinde olacak tarihlerde Cumartesi Pazarı da içinde olacak zamanda yapıyoruz.

1 Az bilinen antik kentler turu toplanma yerimiz Konak meydanı Tarihi saat kulesinin önünden başladık. Sahil yolundan ilk antik kent Urla İskelede Klazonamei, İskender köprüsü, Urla İçmeler Roma hamamı, Çeşme Ildır Erythrai, Seferihisar Teos, Özdere Lebedos, Ahmetbeyli Claros, Selçuk Efes, Torbalı Meropolis Antik kentlerini 4 günde tamamladık. 5. gün tatil olmadığı için turu Selçuk ta bitirdik. İşe gitmeyen 8 kişi  Metropolis antik kenti turunu tamamladı. (Bu kişilerden birisi 10 şu an Dünyayı gezmekte olan Gürkan Genç) Bu turda yardımlaşmayı, paylaşmayı ve tur boyunca grubu gönüllü bir şekilde götüren arkadaşlar sayesinde çok güzel geçti. 2. Turun daha iyi olması için çalışma grubu bu turda oluştu. Aşağıda kendim tasarladığım görseli tişörte bastırıyorum. Tişörtte yazanlar; Klazomenai, Erythrai, Teos Lebedos, Klaros, Efes, Metropolis düzensiz olarak basılı. Fonda İzmir saat kulesi var. En alt sağda urimbaba yazılı. Bu tişörtün örneği yok, bir tane basıldı.

180420146656

1 Az bilinen  antik kentler turunun videosunu buradan izleyebilirsiniz

azbilinenantikkentler paylaşan: urimbaba

2. Az bilinen antik kentler turu daha sıkı çalışıp keşif turları yapılarak ve süprizler ile gerçekleştirdik. Doktor Serhat Ferahi Değimli de aramıza katılarak 23 Nisan günü bir köy ilk okulunda çocuklarla birlikte 23 Nisan gününü kutladık. Tur rotası biraz zorlu idi. Başlangıç Konak saat kulesi oldu yine, tarihi Kemeraltı çarşısını boydan boya geçerek Agora, Altın park kazı yeri, Fuar alanından Smyrna, Yamanlar dağı Karagöl 22 km tırmanış, toprak yoldan Emiralem, Buruncuk Larissa, Maltepe köyü Panaztepe, Pers mezarı, Foça Phokai, Aliağa Kyme, Yuntdağı Köseler köyü Aigai ( 15 km dik yokuş ), Bergama Bergammon. Bu turda Yuntdağı Köseler köyünde ki ilk okulda hayatımın en güzel 23 nisan bayramını köyün çocukları ile birlikte kutladık. Tüm katılımcılar harika bir tarih, doğa ve bisiklet turunu 4 gün boyunca turladı. Herkes turdan memnun olarak evlerine döndü. Aşağıda kendim bastırdığım tişört. Yıkandığı için rengi biraz solmuş, Antik sütunlu tapınak, Az bilinen antik kentler turu yazısı. Biri kadın, biri erkek taş tekerlekli bisiklete binmiş. Resmin sağ üstünde küçük bir Türk bayrağı.

180420146658

2 Az bilinen antik kentler turunun videosu

2. Azbilinen Antik Kentler Turu Nisan 2013 paylaşan: urimbaba

Bu yıl 3. turda 23 nisan hafta ortası Çarşambaya denk geldiğinden turu 5 gün olarak planladık. 23 nisan yine bir ilk okulda kutlanacaktı. Turun organizasyonunda  olduğum için toplantıda turda herkesin kendi eşyasını taşıması yönünde karar aldık. Ben zaten hiç bir turda eşyalarımı araca vermeden kendim taşımıştım. Diğer katılımcılar ne yapar bilmem. Böyle Türkiye de ilk defa olacaktı. Önemli kurallarımızdan biri de 2 kez üst üste tura katılan 3. tura katılamazdı. Katılımcı sayısı 100 kişi ile sınırlı olduğundan daha önce katılamayanlara hak tanıdık. 3. az bilinen antik kentler turu 1. turun aynısı olacaktı. Organizasyonda olan arkadaşımız Alper Güngör, ne demeli bilmem aramızdan istemediğimiz biçimde ayrıldığından bu turu onun adına yapmaya karar verdik. Alper Güngör ile Aigai antik kentine keşfe giderken çekilen son resimlerden birisi. Üzerinde kırmızı renkli bir yağmurluk var. Arkada dağlar, tepeler var, yokuş çıkıyor bisikleti ile.

Alper Güngör anısına.

857180_523966570986840_1269209914_o

Bu tur için keşif çalışmalarına katılamadım ama daha önce toplantılarda görev dağılımı yaptığımızdan sorun olmadı benim için. Turun rotasını biliyordum, görevim de arkadan süpürücü olarak en sonda tüm turcuları yolda bırakmadan kamp alanına götürmek. Bu sefer yanımda bana teknik konularda yardımcı olarak dünyayı gezmiş olan Ahmet Mumcu ve Doktor olarak ta Burcu Koçay her hangi bir yaralanmada bana yardımcı olacak. Süpürücü olarak bir de yedek parça olarak yama takımı, iç lastik, jant teli gibi bisiklette oluşabilecek parçaları bir çanta benim bagajımda devamlı olarak taşıyacaktım. Yanımda doktor olunca sağlık malzemeleri olan ilk yardım çantası da bendeydi. Yüküm çoktu ama benim için sorun oluşturmayacaktı bu kadar yük. Alışkındım yüklü tur yapmaya.

Bu turda yeni insanlar tanıyacaktım, yeni dostlar edinecektim. Ben üzerime düşen görev gereği sağlık malzemelerini Doktor Serhat tan alarak çantaya yedekliyorum. Bisiklet yedek parçalarını da Parkur Bisikletten, Ali den alıyorum. Parçaları da sırt çantasına yerleştiriyorum. Telefonumun şarj olması için şarj doğrultucu devresini çantama yerleştiriyorum. Can Küçükler’den USB’li şarj bataryasını daha önceden alıp tamamen doldurmuştum. Böylece hazırlıklarımı tamamlamış olarak 18 Nisan Cuma akşamı teknik toplantıya katılmak üzere Cin Atına gidiyorum.

Cin Atına giderken Kemeraltı çarşısına uğrayıp çakmak gazı tankı almam gerekti. Ocağımın gazı azdı ve tur esnasında kahve pişirecektim. Akşam üzeri olduğundan dükkanlar kapanmak üzereydi. Kemeraltı çarşısına girmeden 2 bisikletçiye denk geliyorum. Tanışıyoruz, Ankara’dan gelmişler. Biri Gözde Emine, Diğeri Enes Çalışkan. İkisini daha önce facebooktan tanıyordum ve resimlerini görmüştüm. Ayak üstü biraz sohbet edip Cin Atının yerini tarif ederek dükkanlar kapanmadan yanlarından ayrılıyorum. Cin Atı adlı kafenin sahibi, aynı zamanda organizasyonda olan Ahmet Yıldırım bizleri kapıda karşılıyor sevimli yüzüyle. Şehir dışından gelen bir kısım katılımcı toplantıya geliyor. Bir çoğunu tanıyorum, uzun zamandır görüşmediğimizden dostça kucaklıyoruz birbirimizi. Diğer katılımcılar yarın sabah saat kulesine gelecekler. Katılımcıların kaydını yapıp turun buufunu, yemek fişlerini ve gezeceğimiz rotaları gösteren haritaları veriyoruz. Bir kısmı Cin Atında kalacak bu gece. Kimisi arkadaşların evine yönlendiriyoruz kalması için. Teknik toplantının ardından eve doğru gidiyorum, yağmur başlıyor atıştırmaya. Yağmurluğu giyiyorum ama ıslatacak kadar yağmıyor. Yanımda İzmir de oturan Asuman Şen var. Onun evinde kalacak Esma, Gözde ve Enes ile birlikte pedallıyoruz. Mithat Paşa da benden ayrılıyorlar, ben Balçova da oturduğum için yoluma devam ediyorum.

Yarın başlayacak olan turda giyeceğim tişörtü bastırıyorum. Tişörtte bu yılki afişimiz basılı.

180420146660

Sabah erkenden kalkıyorum, hava kapalı ve yağmur yağıyor. Yapacak bir şey yok, artık bu tur yapılacak. Kahvaltımı yaparak Bagajımı yükleyip çöp poşetleri ile sarmalıyorum. Yağmurluğumu giyerek yola çıktım. Görevli olduğumdan erken varmak zorundayım Konağa. Yağmurun dinmeye niyeti yok gibi. Evden Konak arası 7 km, yağmur altında Konağa varıyorum. Bir kısım katılımcı gelmiş saçak altında yağmurdan ıslanmamak için sığınmışlar. Yağmur yağıyor hala, batı – güney batı yönüne bakıyorum. Oralarda bulutlar yüksek, bir kısım yerler mavi görünüyor. Demek ki birazdan yağmur dinecek. Katılımcıları kapalı bir yer olan çay bahçesine almaya karar veriyoruz. 1 saat kadar bekleyeceğiz. Çay bahçesinde çay ve kahvaltı etmeyenler kahvaltılıklarını yiyor. Bu arada Kumanya dağıtıyoruz. İçinde soğuk sandviç, meyve suyu 0.5 L su ve gofret var. Yeni gelen Katılımcıların kayıtlarını yapıp yemek fişleri ve malzemelerini veriyoruz bu arada. Ekipte görev alanlara telsiz dağıtılıyor, birbirimiz ile devamlı iletişim halinde olacağız.

İzmir Saat Kulesi

II. Abdülhamit’in (hükümdarlığı: 1876-1909) tahta çıkışının 25. yılı için 1901’de Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan mimar Raymond Charles Péré tarafından yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi vardır ve kolonlar Kuzey Afrika temasını esinlendirir. Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhem’in (hükümdarlığı:1888-1918) hediyesidir. Saat kurulduğu günden bu yana yalnızca bir kere durmuştur. 5.2 şiddetindeki 1974 İzmir Depremi sırasında hasar alan kulenin saat kadranları üzerindeki son kat yıkılmış ve saat depremin oluş saati olan 02:04’te durmuştur. İki yıl içerisindeyse kule onarılmış ve saat tekrar çalışır vaziyete getirilmiştir.

Kulenin üzerindeki Osmanlı tuğrası ve Osmanlı’ya ait işaretler daha sonra kaldırılmıştır. Verilmek istenen mesaj sanatın genç Cumhuriyet ile başladığı hissini vermektir.

Aşağıdaki resim 2002 yılında nadir de olsa kar yağarken Saat Kulesi ve meydan.

545598_360751537308345_2037277030_n

Yağmur devam ettiğinden pasajın içince çay bahçesine girip yağmurun dinmesini beklemeye başlıyoruz. Çay bahçesinden saat kulesi görünümü, şemsiye ile işe giden yayalar önümüzden geçiyor. Sağda büyükşehir belediye binası.

10288051_10152378879057661_82478678_o

Yağmur azalınca Saat Kulesinin yanına gelerek Az Bilinen Antik Kentler Turunu başlatıyoruz. Yerler ıslak, bisikletçiler saat kulesi etrafında üç tur atıyor ve antik kentlerin hacısı oluyor.

10298757_10152209040737529_9109802026875004936_n

Bu da videosu.

abak1 paylaşan: urimbaba
Saat kulesinin çevresinde 3 tur attıktan sonra yola çıkıyor grup. Ben süpürücü olduğumdan tüm bisikletlilerin yola çıkmasını bekliyorum. Herkes yola çıktıktan sonra telsizle hareket ettiğimi bildiriyorum arkadaşlara. Tur hafif yağmur altında başlıyor ama bir süre sonra yağmur duruyor. Yağmurlukları çıkarıyorum, yoksa terden sırılsıklam olacağım. Ana yolda, ıslak asfaltta giden bisikletçiler.

10168114_10152208697097529_6630007113446618012_n

Grubun arkasından gidiyorum ama gruba 6 km sonra anca Göztepe vapur iskelesinde yetişebiliyorum. Yüklü olarak iyi gidiyorlar sanırım, pek arkada kalan olmadı. Bakalım sonlara doğru ne olacak. Ufukta bulutlar aralanmış mavi gökyüzü kendini gösteriyor. Demek ki yağmur bitti sayılır, hava bir süre sonra açacak. Göztepe iskelesi ve asma köprüsü. Bu köprü yayalara ait. Köprü Göztepe spor kulübünün renkleri olan sarı – kırmızı renge boyalı. Sağ tarafta yeşil çim alan, yürüme yolu ve deniz. Yeşil alanda hurma ağaçları dikili.

190420146665

İzmir’in en güzel yerlerinden geçiyoruz, Üçkuyular kent ormanından İnciraltı’na. Burası araç trafiğine kapalı, sadece yaya ve bisikletçiler geçebiliyor. İzmir’in en büyük yeşil alanı. Sol tarafta gördüğünüz deniz eskiden dalyan olarak kullanılıyordu. Şimdi ise göçmen kuşların barınma yeri. Dalyana deniz suyu bağlantısı iki tane var. Birisi daha geniş, üstüne büyük bir köprü yapılmış. Adı Barış Manço köprüsü. Resimde Barış Manço köprüsü üzerindeyiz. Karşı yamaçtaki evler Narlıdere ilçesi. Burası Balçova ilçesi. İzmir dışından gelenler anı resmi çekiyor köprünün üzerinde. Resimler çekildikten sonra yola çıkmalarını söyleyerek gruptan oldukça kopmamalarını söylüyorum.

190420146666

Video çekmek için grubun önüne geçip çekim yapıyorum.

abak2 paylaşan: urimbaba
İlk molamızı Uğur Mumcu parkında veriyoruz. Uğur Mumcu heykeli önünde yüklü bir bisiklet. Çantalar çöp poşeti ile sarılmış.

10262175_10152403210712369_5043415654907453798_n

Grup bazı yerlerde toplanmak için durunca öne geçip resim çekiyorum. Yoksa önde olmam imkansız, grubu kim toplayacak benden başka.

190420146668

Grubun artçıları olarak Ahmet Mumcu ve Doktor civanım Burcu Koçay ile gayet iyi götürüyoruz grubu. Zeytinalanı’na kadar sorun yaşanmadı ve ben hayret ediyorum. Umarım tur böyle gider sorunsuz. Zeytinalanı’ndan sonra hafif rampalar başlıyor,300 – 500 metre ama o kadar sert değil. Vitesler düşüyor haliyle. Grupta bazıları yanlış viteste kullanıyor bisikletleri, onları uyararak vitesleri doğru kullanması yönünde telkin ediyorum. Urla İskeleye dönmeden Ebru Uçurum artık yoruldu mu ne iyice yavaşladı. Ahmet Mumcu hızlanması için uyardı, daha sonra ben de uyardım ama Ebru iyice yavaşladı. Ona vitesi büyüt daha hızlı gidersin diyorum, vites büyütüyor ama bir türlü hızlanmıyor. Hızımız saatte 12 km/h civarında. Ebru da benim performansım bu kadar diyerek böylece gidiyor. Grubun gerisinde kaldık iyicene. Ebru da uyarılarımızdan iyice gerginleşti. Bunun farkına vardıktan sonra artık uyarmadım bir daha yoksa oturup ağlayacak dereceye geldi. Yavaş gitmesinin nedenini ertesi gün anlayacaktım.  Ebru’ya artık ne olursa olsun seni bırakmayacağımı ve turu bitireceğimizi söylemeye başladım. Acele etmemesini, istediği biçimde gitmesini söyleyerek peşi sıra Urla iskeleye kadar beraber gittik.

190420146669

Urla İskeleye varıyoruz, herkes balık ekmeğini yiyordu daha önce anlaştığımız lokantada. Herkes fişini veriyor balık ekmeğini alıyor. Fiş sayısına göre lokantacıya para vereceğiz. Ben de fişimi vererek balık ekmeğimi alıp karnımı doyuruyorum. Öğle yemeğinden sonra Uluburun batığının olduğu yere geliyoruz. Uluburun batığının bire bir kopyasını yapmışlar burada. Önde de küçük bir kayık yan duruyor.

190420146670

Burada tarihi antik gemiler kayıklar bire bir yapımı yapılmış. Savaş gemileri, ticaret gemileri var. Kırmızı renge boyalı gövdeye iki yana da balık biçiminde göz yapılmış beyaz renkli.

190420146671

Bu gördüğünüz gemi hiç çivi çakılmadan yapılmış. Aynısından bir tane daha yapılıp Yunanistan’a hediye edilmiş. Yan tahtaların birleşim yerinde çapraz ipler geçirilip birleştirilmiş. Kayığın önünde öne doğru 1 metre kadar kılavuz takılmış.

190420146673

Başka bir kayığın arka kısmı, önden arkaya doğru kıvrılmış. yanda da dümen yekesi.

190420146675

İlginç tarihi gemiler var burada. Saz çubuklarından yapılma kayık bile yapılmış. Yelken direği uzun, üstten aşağıya iple gerilmiş.

190420146676

Burada bu tarihi gemileri araştırıp aynısının yapıldığı atölye var. Ticaret gemilerinde korsanları def etmek için odundan yapılmış çeşitli toplar görmek mümkün. Bunu gören korsanlar gemilere fazla yanaşamıyormuş. İlginç bir hile ama o zamanlarda geçerli oluyormuş.

190420146678

Bize buradaki yapılan çalışmalar üzerine Osman Erkut hoca anlatarak bilgilendiriyor.

190420146679

Gemiye çıkarak içinin resimlerini çekiyorum. Burada kürek çekiliyormuş bir zamanlar.

190420146680

İç kısma hamak şeklinde raflar yapılmış ip örgülü. İki tane olta kasnak konulmuş rafa.

190420146681

Gemiden aşağıdaki uzun kayığı, tente örtülü yapım atölyesi,, dolaşan bisikletçiler etrafı inceliyorlar.

190420146682

Kürek çekenlerin oturma yerleri ve kürekler.

190420146683

Nil nehrinde kullanılmış saz kayıklardan birisi yanında resim çekiliyorum. Arkada ağaçlar ve parçalı bulutlar üzerimizden geçiyor.

10317729_10152326421067088_4167728342334159933_o

Yunanlı yazar Yorgo Seferis’in müze olarak kullanılan evine geliyoruz. Ev taş bina, iki katlı. Üstte iki pencere var, tahta panjurlu. Pencere altına uzun demir saksılar konmuş.

190420146684

Gözde Emine Özgürel bize Yorgo Seferis’i anlatıyor edebiyatçı olarak. Kendisi Ankara üniversitesi edebiyat fakültesinde öğretim görevlisi. Emine’nin etrafında dinleyiciler pür dikkat dinliyor anlatılanları.

10177255_10152403255657369_6937552452003623891_n

Liman yaşlıdır, artık bekleyemem
Çamlı adalar için çekip giden arkadaşları
Çınarlı adalar için çekip giden arkadaşları
Açık deniz için çekip giden arkadaşları.
Okşarım paslı gemileri, kürekleri okşarım
Ki bedenim canlansın ve güçlensin.
Yelkenler tuz kokusu verir yalnız
Öteki fırtınadan.

Yalnız kalmak isteseydim, sessizlik
Olurdu aradığım, yoksul ufukta
Bu çizgilerin, bu renklerin, bu suskunluğun
Ruhumu parça parça edeceği umudu değil.

Gecenin yıldızları yeniden getirdi bana
Ölümü bekleyen Odysseus’un güvenini, çiriş otları arasında.
Burda çiriş otları arasında demirlediğimiz zaman
Adonis’in yaralandığını bilen boğazı bulalım istedik.

Yorgo Seferis

Çeviri : Melih Cevdet ANDAY

Binanın iç kısmı, yüksek tavanlı, kirişler kalın kalaslardan yapılmış.

190420146685

Urla İskeleli olan sanatçı Tanju Okan’ı da unutmuyoruz. Şarkılarını söyleyerek Tanju Okan parkında anıyoruz.

Kadınım

Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen
Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
Ne olur terketme yalnızlık çok acı
Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte

Sen kadınım

Hatırla o günü karşıki sokakta 
Seni öptüğümü ilk defa hayatta
Kollarımda benim ilkbahar sabahım
Sen
Sönmüş bak ışıklar ev nasıl karanlık
O ılık aydınlık yuvamız soğumuş
Geceler bitmiyor ağlıyorum artık

Sen kadınım

Tanju Okan

Tanju Okan park girişinde ismi yazılmış, Selahattin Tavkaya’yı girişte çekiyorum.

190420146686

Tanju Okan’ın heykeli kahverengi renkli mermer kaide üzerinde.

190420146687

Resim çekilmek için Tanju Okan parkına gelin ve damat gelmiş. Damat beyaz ceket giymiş.

190420146688

İlk antik kentimize geliyoruz ; Klazomenai

KLAZOMENAI
Oniki İon kenti arasında anılan Klazomenai, Urla-Çeşme yarımadasının kuzey kıyısında, İzmir Körfezi’nin ortalarında yer almaktadır. Klazomenai arazisinin (khora) doğuda Smyrna yakınlarına dek uzandığı sanılmaktadır. Balçova yakınlarındaki Agamemnon Kaplıcaları’nın civarında yer aldığı bilinen Apollon tapınağı kent arazisi içinde kabul edilmektedir. Batıda Erythrai ile sınırının Hypokremnos (İçmeler) civarında olduğu, olasılıkla Gülbahçe Köyü’nün Klazomenai’nin batı sınırını oluşturduğu, güneyde de kent arazisinin Sığacık Körfezi’ne dek uzandığı anlaşılmaktadır.
Daha ayrıntılı bilgi ; http://www.izmirmuzesi.gov.tr/antik-yerlesim-alanlari-klazomenai.aspx İzmir müzesi sitesinden elde edebilirsiniz.
Aşağıda Klazomenai antik kentinin kazı alan tabelası.
190420146689

Girişte Roma dönemine ait buluntular sergilenmiş. Sütun parçaları, başlıkları ve mermer sandukalar.

190420146690

Yakın döneme ait bir yağhane, hep beraber yağhane ve çevresinde ki tarihi yapıları 2 grup olarak dolaşıyoruz. Taş bina, çatısı ince sazlarla kaplanmış.

190420146691

Bu yağhanede ezme ve sıkma yöntemi ile yağ üretimi yapılmış. Kazılarda elde edilen bilgiler doğrultusunda yağ çıkarma aletleri yeniden yapılarak sergileniyor. Zeytin zamanında bir miktar zeytin yağı elde ediliyor. Kazıda bulunan dev küplerde elde edilen yağları depoluyorlar. Bu bölgede halen kazılar devam ediyor. Yağhane binasına girmeyi bekleyen arkadaşlar. Çatıdaki sazlar çok düzgün tıraşlanmış.

190420146692

Yarıdan fazları gömülü dev yağ saklama küpü. Ağzı kapalı yuvarlak tahta ile.

190420146693

Kazılarda ortaya çıkan üç tane küp, üçünün de kapakları var. Yanında taş örülü kuyu var. Kuyu ağzı demir örgü ile kapatılmış. Küplerin olduğu yer yağmur  suyu ile dolmuş.

190420146694

Bina içine giriyorum. İçeride döner taş göze çarpıyor. İki tane tekerlek taş yanda kalas ile birbirine bağlı, İki taşın ortasında kalın bir kalas göbekten yukarıya doğru çıkmış. Kalın kalas yukarıdan döndürülünce taş yatakta tekerlekler dönerek zeytin tanelerini eziyor.

190420146695

Kaldıracı kaldırmak için manivela mekanizması. Altta çapraz kalaslara tutturulmuş milde delikler var. Sırıklar bu deliğe sokulup mil döndürülüyor. Milin ortasında dolanan ip var.

190420146696

Böylece büyük blok yaş yerinden kaldırılıp altına zeytin tanelerini koyuyorlar. Sonra ağır taş blok zeytinleri eziyor ve yağ çıkıyor. Taş zincirli kancalarla bağlı.

190420146698

Bu da keçeli presleme kaldıraçlı sıkma kalasları. Zeytin taneleri keçelerin arasına konuyor. Uzun ağaçlarla preslenip yağ çıkarıyorlar.

190420146699

Diğer binada elde edilen yağları amfora testilerde toplanıp gemilerle dışsatım yapılmış. Yağhanede sıkılan yağlar şişelerde sergileniyor. Amfora testilerinin dibi sivri, o yüzden tahta kafes içinde dik duruyorlar.

190420146700

Yağhane binanın küçük bit maketi, çatının ve binanın ön kısmına cam konmuş içerisi görünsün diye.

190420146701

Cam raflarda çeşitli ebatlarda cam şişelerde zeytin yağları sergilenmiş. Bu yağlar buradaki ilkel aletlerle sıkılan yağ örnekleri.

190420146702

Urla İskele Klazonamei antik turumuz bittikten sonra Urla merkeze doğru yola çıkıyoruz.

10168035_10152403300032369_247368971625431357_n

Urla belediye başkanı Sibel Uyar hanımefendi bizlere çay ve su ikramında bulunarak misafirperverliğini gösteriyor. Urla merkezdeki meydanda, Atatürk heykeli önünde tüm bisikletçiler kameraya poz veriyor.

10152450_10152403308237369_8689002348183890503_n

Ardından Urla’nın yetiştirdiği ünlü romancımız Necati Cumalı’nın evini geziyoruz. İki katlı taş bina, bahçede direkte Türk bayrağı dalgalanıyor.

190420146703

Edebiyatçımız Gözde Emine bize Necati Cumalı’yı anlatıyor güzel sesiyle ;

“Serap Akçaoğlu’nun  Necati Cumalı’nın Hikaye ve Romancılığı adlı doktora tezinden
edindiğimiz bilgiye göre, Cumalı 13 Ocak 1921 de Yunanistan’ın Florina şehrinde
doğdu. Asıl adı Ahmet Necati Acar’dır. Ünlü bir yazar olmayı istediği an,
babasının izni ve mahkeme kararıyla soyadını Cumalı olarak değiştirir. “Cuma”,
Necati Cumalı’nın annesi ve babasının sahip olduğu büyük topraklar üzerinde
Kaylar köyünde yaşayan bir köylü kadının adıdır. Yazar, bu isimden etkilenir ve
Cumalı soyadını alır. Yine de ilk şiirini 1939 yılında, o dönem Urla Halk Evi’nin yayın organı olan Ocak dergisinde, ‘A.N. Acar’ ismiyle yayımlar.

Cumalı henüz iki yaşındayken ailesi, İstiklal Savaşı’ndan sonra yapılan mübadele sonucunda İzmir’in Urla ilçesine göç eder. Dedesi için büyük bir üzüntü kaynağı olur bu karar. Lozan Antlaşması imzalanıp da Batı Trakya Türklerinin Batı Anadolu Rumlarıyla yer değiştirecekleri kararı açıklanınca inanmak istemez. “Benim yerim Florina, ölülerimi yalnız bırakmam!” Der. Cumalı Makedonya 1900 adlı eserinde anlatır dedesinin bu tepkisini. Florina’dan onları ayıracak vapur kalktı kalkacaktır; fakat yaşlı adam evinin demir parmaklıklarını iki eliyle kavramış bırakmamaktadır. Sonunda üç kişi onu koltuğu ile yerden havalandırıp parmaklıklardan ayırırlar; ama yaşlı adam vapura, koltuğunda, elden ayaktan kesilmiş olarak biner. Ayaklarına felç inmiştir. Üç yıl boyunca Urla’da sıla hasreti çeker ve yaşama gözlerini bu yeni topraklarda yumar. Necati Cumalı’nın babası tarım işleriyle uğraşan toprak sahibi bir kişidir. Kendini “Florina mübadillerinden Mustafa Acar” olarak takdim eder. Bağı arazisi olan, varlıklı, kültürlü, beyefendi ve Urla’nın en şık giyinen kişilerindendir. Kolalı yakası, altın kol düğmeleri ve siyah tivit paltosu içinde ve başındaki röleve şapkası ile resim ve filmlerde gördüğümüz bir Avrupalı gibidir o ve Urla kültür ve sosyal hayatında rol almış, uzun yıllar belediye meclis üyeliği yanında Ziraat Odası kuruculuğu yapmıştır.  (Uysal, A. Besim. Urla ve Nostalji, Eğitsel Yayımlar, 2000.) Cumalı’nın annesi Fitnat Hanım ise çalışkanlığıyla bilinen, Cumalı’nın hayranlık duyduğu, kişiliğinde çok olumlu etkileri ve katkıları olduğunu söylediği, kocasına tarla işlerinde yardım eden altı çocuklu bir kadındır. Necati Cumalı, altı kardeşin en büyüğüdür. Orta öğrenimini İzmir Erkek Muallim Mektebi’nde (1932-1935), lise öğrenimini ise İzmir Atatürk Lisesi’nde yapar. (1935-1938). Okulda son derece başarılıdır ama yatılı okuldan kaçıp Kordon’da dolaşmadan da edemez. 1938’de İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydolur oradan ise Ankara Hukuk Fakültesi’ne geçerek mezun olur. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin muhasebe bölümünde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Yayın Müdürlüğü’nde ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünde Devlet Tiyatrosu Operasının Yayın İşleri’nde görev yapar. 1949 yılı başında ise Urla’ya döner ve burada avukatlık stajını tamamlar. Urla ve İzmir’de avukatlık yapmaya başlar. Bu arada İzmir’de Ara Tiyatro’yu kurar ve yöneticiliğini üstlenir. 1958 yılında Paris’e gider; ancak hem maddi yönden sıkıntıya düştüğü ve hem de

umduğunu bulamadığından hayal kırıklığına uğrar. Parasal sıkıntıları Paris Basın Ataşeliği’nde radyo dinleme görevlisi olarak çalışmaya başlamasıyla sona ere ve Paris’te bir yıl daha kalır. 1959’da İstanbul’a döndüğünde artık hayatını kendi deyimiyle “edebiyat adamı” olarak kazanmak kararını almıştır. İstanbul Radyosunda Tiyatro bölümü yöneticisi olarak çalışırken aynı iş yerinde Dış Basın Bürosu Şefi olarak çalışan Berin Teksoy ile tanışır ve evlenir. Aldığı son nefesine kadar eşi Berin Hanım’ı sever ve onunla mutlu bir yaşam sürer. Eşinin görevlendirilmeleri nedeniyle İsrail ve Paris’te bulunur. 1966 yılından itibaren ise meslekî olarak yalnızca yazarlıkla ilgilenmeye başlar.

“Edebiyat doğuşumda var benim” der Cumalı, edebiyata olan ilgisini ifade ederken. Edebiyatımızın pek çok sahasında eser veren Cumalı yazar ve şairdir; ama şairlik yönü, diğer yönlerine göre daha önceliklidir. Yazarın tiyatro ile tanışması ise Urla’ya gelen gezici tiyatro, cambaz kumpanyaları ve karagözcülerle olur. Hatta henüz beş, altı yaşındayken Urla’daki evlerinin boş ahırında Karagöz odası yapar ve mahalle arkadaşlarına Karagöz oynatır.  Her gün evlerine düzenli olarak alınan, tefrika olarak yayınlanan roman ve öykülerin sıkı takipçisidir; fakat evlerinde kitap okuma alışkanlığının olmadığını bu nedenle şiirle tanışmasının çok geç dönemlere rast geldiğini de söyler. Ortaokul yıllarında dayısının yanında kaldığı dönemlerde ise ders kitaplarından başka kitap okuması  hoş karşılanmamaktadır. Buna rağmen Cumalı okumaya devam edecek ve ilk eserlerini de bu ilk okumalarının ışığında kaleme almaya başlayacaktır. Sait Faik’e büyük hayranlık duyar. Cumalı’nın sanatsal olarak olgunlaşmasında Sait Faik’in eserlerinin rolü büyüktür. Yazarın “dostum, ağabeyim” diye tanımlayıp görüşlerine önem verdiği bir diğer şair Orhan Veli’dir. Cumalı 20 yaşındayken Orhan Veli 27 yaşındadır ve Cumalı’nın yazdıklarını okur, onu yazma konusunda cesaretlendirir. Ayrıca Dıranas’ın, Yahya Kemal’in ve Ahmet Haşim’in şiirini de beğenir ve bir şairin yetişmesi için özümsemesi gereken metinler olarak görür. Nazım Hikmet’ten de etkilenmiştir o ve hem de Nazım’ın yeni yetişen şairler arasında en çok beğendiği bir şair haline gelmiştir sonraki yıllarda. Sonuçta Cumalı şiirinde kendi yolunu açabilmiş, pek çok şairden etkilenmiş; fakat yine de bu şairlerden uzak, kendine özgü bir üslûp oluşturabilmiştir.

1939 yılından itibaren roman, hikâye ve tiyatroları pek çok gazete ve dergilerde tefrika edilen; şiirleri yayımlanan edebiyatçı kırkı

aşkın eseriyle edebiyatımızın en üretken ve değerli yazarlarından olmuştur. Eserleri pek çok dile çevrilmiş ve ödüllerle taçlandırılmıştır. 1957 yılında Değişik Göze adlı hikâye kitabıyla, 1977’de ise Makedonya 1900 ile Sait Faik Hikâye Ödülü’nü; 1969 yılında Yağmurlu Deniz adlı şiir kitabıyla Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü; 1978 yılında Yaralı Geyik adlı tiyatro eseriyle Ertuğrul Muhsin Tiyatro Ödülü’nü; 1984’te Tufandan Önce (Bütün Şiirleri) ile Yeditepe Şiir Armağanı’nı; 1995’te Viran Dağlar adlı romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, Orhan Kemal Roman Ödülü’nü ve I. Ömer Asım Aksoy Ödülü’nü kazanır.

Yazarın Susuz Yaz adlı hikâye kitabından Metin Erksan tarafından uyarlanarak yapılan film de 1964 yılında Berlin Film Festivali Altın Ayı Ödülüne lâyık görülür.

Necati Cumalı İzmir için ne düşünür peki? Edebiyatımıza inci gibi saçtığı eserlerinde o hep biraz da İzmir’i yazmıştır. Kendi ağzından dinleyelim edebiyatımızın ulu çınarını: “ İzmir’de yaşadığım ilişkiler, anıların hepsi yazdıklarımda yankılarını buldu. Ben İzmir’i senelerce yazdım. Yine de tüketemedim. Galiba İzmir’in bana verdiklerini tüketemeden ayrılacağım bu dünyadan. Bu şehre gelince kendimi suyuna kavuşmuş balık gibi hissediyorum.”

Urla’da yetişmiş ve edebiyatımıza çok yönlü, değerli edebî metinler armağan etmiş olan Necati Cumalı’yı saygıyla anıyoruz. Binanın içinde ahşap üzerine metal harflerle; Necati Cumalı anı ve kültür evine hoş geldiniz yazılmış.

190420146704

Necati Cumalı’nın portre resmi, yanında da kitap ismi; Güneş Çizgisi olarak tabloda yazılmış.

190420146705

Necati Cumalı’nın çalışma masası, üzerinde daktilo, dik konulmuş çini cam kavanoz, küçük metal kutu, kalemlik var. Oturduğu koltuk masa arkasında.

190420146706

Bir yazarın en önemli parçası daktilo, okuyanlar bilir bir çok roman bu daktiloda yazılmıştır. İşte hayalimdeki çalışma masası ve daktilo. İleride mutlaka yapacağım böyle bir masa.

190420146707

Boy aynasında kendimi görünce bir resmimi çekeyim dedim. Devrim’in fotoğraf makinası ile kendi resmimi çekiyorum.

1622150_10152403340357369_1034436490717203969_n

Urla’nın tarihi çarşısını geziyoruz, El yapımı bir çok ürün bulabilirsiniz çarşıda. Çarşı insanı eski çağlara götürüyor sanki. Zamanın içinde kaybolmuş gibi el emeği ile göz nuru büyülüyor, kırık  parçaların içinde dolaşıyormuş gibi bir o dükkanda bir bu dükkanda kayboluyoruz. Zamanın çarkları yavaş dönmeye başladı sanki. Rengarenk boncuklar sıra sıra dizilmiş, çanlar, koyun çanı, keçi çanı, deve çanı, inek çanı, boğa çanı hepsi ayrı ayrı. Binek hayvanları için çeşitli nal, kolan, semer, üzengi, kayışlar, tekerlek çeşitleri, hepsi bin bir çeşit. Süs eşyaları, kap kacak, kimi bakırdan kimi kalaylı. Tahta masalar, yanında tahta sandalyeler. Kısa bir anda uzun bir zaman geçti sanki.

10268679_10152403322112369_1838416756465189137_n

İki direk arasına teller gerilmiş üst üste. Tellerde bakır eşyalar, terazi, makas, keçi -koyun çanları, anahtarlar, süs eşyaları asılmış. Altta iki tane at arabası tekerleği. Biri küçük, diğeri büyük.

10250320_10152403321487369_4211474976877472453_n

Urla ovanın ortasında kurulmuş, denizden uzak biraz. Ova olunca ulaşımda at çok işe yarıyor. Her tarafı arabalar kaplasa da at binenleri görmek olası. Urla sokaklarında dolaşan iki atlı.

1505434_10152403328827369_6281005619116480385_n

Sundurması tahta kaplı olan kahvenin iç kısmından dış mekan görüntüsü. Masa ve sandalyeler ahşap, sundurmanın altına tel gerilip eski eşyalar asılmış. Bunlar, bakraç, sürahi, çaydanlık yem torbası ve çeşitli eşyalar. Ortama otantik bir hava vermiş.

1512409_10152403320222369_8840673868782356829_n

Urla belediyesi kadınlara kendi ürünlerini yapıp satacakları kapalı bir yer açmış. Kadınlar tezgahlarda kendi ürettikleri reçel, şarap, yaprak sarması, börek, çörek, incik boncuk takılar gibi ürünleri satıyorlar.

190420146708

Sergi alanı büyük taş bina içinde, binanın diğer yanı. İçerisini geziyoruz.

190420146709

Resim çekilince hemen toplaşıyoruz birden bire. 13 kişi poz veriyoruz kameraya.

10325653_10152409485407369_8103525802919265488_n

Urla da ki gezintimiz bittiğinden yola çıkarak Tarihi İskender köprüsüne geliyoruz. Her gelen köprünün üzerine çıkıp resim çektiriyor. Tüm grup geldikten sonra ben de çıkıp resim çektiriyorum. Nasıl olsa çok az kaldı kamp yapacağımız yere. Onun için bolca resim çekmelerine ses çıkarmıyorum. Turumuzun pankartı her gelenle çekildiği için bize kadar kaldı. En son olarak pankartı toplayıp Mert’e veriyorum. Pankartı iki kişi tutmuş, toplam altı kişi var köprü üzerinde.

190420146710

İskender Köprüsü

İzmir ili, Urla ilçesi, İzmir Çeşme eski yol üzeri, Urla içmeleri mevkiindedir.

Tarihin en eski dönemlerinden beri insanoğluna kucak açan Urla’nın bilinen en eski adı Klazomenaidir. Sekiz bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu İskele Mahallesi, Limantepe Höyüğünde yürütülen arkeolojik çalışmalar kanıtlar. Limantepeliler ve yeni gelen İonlar denizcilik faaliyetlerine uygun şartlar sunan kıyılarda yeni yerleşimler kurarlar. Antik kaynaklar, Klazomenai ana kentine bağlı sekiz yerleşim yeri sayarlar.

Birçoğu henüz gün ışığına çıkmamış bu yerleşim yerlerinden Hypokremnos isimli yerleşimin ise İçmeler ve Gülbahçe arasında olduğu ileri sürülür uzmanlarca. Yine bazı antik kaynaklar Büyük İskender onuruna Aleksandria Oyunları düzenlendiğini aktarır bu civarda. Büyük İskender den sonra bağımsız yaşamına devam eden Klazomenliler de Roma hâkimiyetini tanırlar. Onların tüm Anadoluya hâkim olması ile başlayan  Roma Barışı süreciyle, pek çok kentte olduğu gibi, daha önce korunaklı merkezlerde yaşayanlar, kırsal alanlara dağılmaya başlarlar. Bizans döneminde ise, bu dağılışlar hızla sürer ve yerleşimler eski önemleriyle büyüklüklerini yitirirler. Bizans Dönemlerinde Urla da, pek çok yerde olduğu gibi, Bizansın mor salkımlı üzümlerinin geliştiği yerler arasında sayılır Hypokremnos da.

Yedi yüzyıl önce bu coğrafyaya gelen Türkler, kıyılara yerleşmek yerine denizden içeride kurarlar ve yeni bir isimle Urla diye adlandırırlar ana kentlerini. Urla çevresinde tıpkı Klazomenlilerin yaptığı gibi, kısa zaman içerisinde birçok köyler kurarlar. İşte bu köylerden birisi de, XV. yüzyıl içerisinde ortaya çıkan ve Malgaca Ovasında kurulan, Malkoç Köyü dür. Bu tarihten sonradır ki, bölge Malgaca Ovası adını almış ve bu isimle günümüzde de anılır olmuştur.

XV. ve XVI. yüzyıllar boyunca Anadolu’nun batıya açılan kapısı olan Çeşme Limanı sayesinde, önemli bir noktada yer alan Malkoç Köyü; bu önemini, deniz içerisinde dalgalara karşı direnmeye çalışan iki kervan köprüsü de göstermektedir. 1519 tarihli Piri Reis haritasında Çarpan Derbendi adıyla işaretlenen bu köprüler, Çeşme-Urla canlı ticaret yolunu koruyan bir derbent teşkilatının da varlığına işaret eder. Aynı haritada İçmeler sahili yakınına işaretlenen Samut Baba Tekkesi ise, XV. yüzyılda inşa edilmiş Derbent de görevli askerlerin konuşlandığı bir yerleşime dönüşmüştür.

Malkoç Köyünün tarih sahnesinden çekilmesiyle, İzmir’in, Levanten parlayan yıldızı olması aynı döneme rastlar neredeyse. Bu bir tesadüf değildir aslında. Sakız adasının 1566 yılında fethedilmesiyle, Çeşme Limanı önemini kaybedince; Anadoluya daha yakın korunaklı bir liman ihtiyacı ortaya çıkar. İzmir bu ihtiyacı karşılayan liman olunca gemilere, Malgaca derbendi köprülerinden geçmez olur yüklü deve kervanları. XVII. yüzyılın başlarında Çarpan derbendi dağılır, Malkoç Köyü söner. Fakat Malkoç ovasında yüzyıllar boyunca zirai faaliyetler devam eder gider. Bu verimli kıyı ovasında üretilen ürünler de iner Urla pazarına. Malkoç ovasından gelen ürünlerin çeşitliliğinden mi, yoksa bolluğundan mıdır, bilinmez; Urla içerisindeki pazarın adı olur Malgaca.

Zaman içinde Malgaca da sıcak kükürtlü suyun varlığı ortaya çıkar. Buraya herkesin faydalanacağı bir tesis yapılır. Bu aslında aynı zamanda şimdiye kadar bilinen bölgedeki ilk turizm faaliyetidir. Tesis; Ilıca etrafında bulunan kamping ve kiralık odalardan oluşur. İçmeler, zaman içerisinde o kadar tanınır ki, Malgaca yerine, bölge günümüzde olduğu gibi İçmeler adıyla anılır.

Sanat Tarihçisi Ferhan Erim’in değerli katkılarıyla…

Resimde 37 kişi köprü üzerinde pankart açmış halde. Köprüde üç tane göz var.

10298765_10152403399352369_8923406623574709122_n

Resim çekildikten sonra kalanların yola çıkmasını beklerken Devrim güzel pozumuzu yakalayıp resmi çekiyor. Bulunduğu yer aşağıda olduğu için ufuk çizgisinde yakalıyor o anı. Ben ve yanımda iki kişi ile birlikte bisiklet üzerindeyiz.

10255282_10152403409407369_5316935687437268338_n

Bir de beni bisikletim KUZ üzerinde çekiyor Devrim. Ön ve arka bagajda çantalar yüklü.

1238329_10152403409312369_1171509502050620278_n

Resim çekilme olayı bitince son kalan arkadaşlarla kamp yerine güneş batmadan ulaşıyoruz. Önde iki kişi gidiyor, sağda deniz. Hava parçalı bulutlu, Güneş ufka yaklaşmış tüm parlaklığı ile parıldıyor.

10299076_10152403376687369_5912903142656269385_n

Kamp yerimiz Davut’un Yeri, işletme sahibi ile marketten alışveriş yapacağımızdan kamp yeri için para ödemeyeceğiz. Kamp yerini daha önce ayarladığımızdan önce gelenler çadırlarını plajda kurmuşlar bile. Güneş tam batarken resmini çekiyorum ertesi gün karşılamak için.

190420146711

Çadır kentimizi kumsalın üzerine kurduk. Düz şeritler çekerek çadırları ikişerli kuracak şekilde planladık. Kamp yeri sokaklara bölünmüş küçük bir oba oldu. Ben de çadırımı arkadaşların ayırdığı yere kurup eşyalarımı ve ön bagaj çantamı çadırın içine yerleştiriyorum.

190420146712

Çadırlar arasına ip gerilerek yıkanmış çamaşırlar asıldı kuruması için.

190420146713

Gerçi geldiğimiz yol kısa ve hemen hemen deniz seviyesinde düz bir yol. Ama yüklü olarak bisikleti sürmek pistonları yoruyor haliyle. Isınmış pistonları soğutma çalışmaları yemekten önce yapılıyor. Yemeği üstü kapalı olan yerde yiyeceğiz. Masalar ve sandalyeler önceden hazırlandı. Ketring Osman’ı bekliyoruz akşam yemeği için. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısını 5 gün boyunca Osman Duman bize verecek. Osman’ın yemek şirketi Bergama’nın İsmailler köyünde. Her akşam arabası ile kamp yerine gelip bizi leziz yemekleri ile doyurup bizimle geceleyecek. Sabah kahvaltısını verdikten sonra köyüne gidip akşam yemeğini hazırlayacak. Az bilinen antik kentler turumuzun en önemli destekçisi. Geçen yıl bize lezzetli yemeklerini tattırmıştı. Ketring Osman’ın arabası geldi. Yemekler hazırlanırken bir kişi pistonlara germe hareketi yapıyor.

190420146714

Osman Duman, eşi ve Can Çıtak elçek ile sevimli canavar velosipetçisi Enes’i çekiyor. (Can Çıtak genç yaşına doyamadan trafik canavarının kurbanı oldu ve aramızdan ayrıldı)

10275957_305042302978573_7718546877439732239_n

Doktor civanım, turumuzun doktoru Burcu çadırını kurmuş deniz kıyısına, manzarası süper. Bir de onca yükü benimle beraber taşıyan KUZ.

190420146715

Akşam yemeğinin ardından Projeksiyon cihazını kurarak bisikletle dünyayı altı kez dolaşmış ünlü gezgin Ahmet Mumcu bize dünyada dolaştığı yerlerin sunumunu yaptı. Bu turları kendi imkanları ile tek başına gerçekleştirmiş. Osman Duman’ın sınırsız çayları ile Ahmet Mumcu’nun güzel anılarını dinledik.

10314543_10152403433597369_6759210170505388086_n

Sunumun ardından bizlere kapılarını açan Davut’un Yerini işleten Mehmet abiye hediyemizi Doktor Serhat Ferahi Değimli sunuyor. Tahta üzerine el emeği ile özenerek boyanmış bisikletçi paketini Hakan Karahan arkadaşımız hazırladı. Kamp yaptığımız yerlerin güzel insanlarına vererek oranın Bisikletçi Dostu olarak ödüllendiriyoruz. Resimde; ben Ahmet Mumcu, Olcay, Mehmet Abi ve Serhat var. Bisiklete binmiş taş devri adamı plaketi elde tutuluyor.

10259874_10152403431002369_7830936323966710296_n

Sunum ve plaket töreninden sonra kıyıda ateş yakarak etrafında toplandık. Hava serin olmasına rağmen güzel sesli arkadaşlarımızın şarkılarına eşlik ederek ısındık.

190420146720

Antalya’dan katılan Devrim Dağ bizlere içinden gelen en güzel sesi ile türküler söyleyerek kulaklarımızın pasını siliverdi bir anda. Daha bu gün yolda tanışmamıza rağmen sevecen ve dost tavırlarıyla gönlümüzü kazandı. Bir de üstüne kadife sesiyle söylediği türküler yok mu içmeden sarhoş etti bizleri. Masalcı  Esma Eser Açıkgöz de sesini dinletti bize. Yusuf Ünlü, Enes Çalışkan, Abdurrahman Yurduseven de şarkılara eşlik etti. Olcay’ın şiirleri bizleri alıp uzaklara götürdü. Aramızda bir de Türkiye’nin tüm il ve hemen hemen bütün ilçelerini bisikleti ile aşmış Serkan Taşdelen vardı. Serkan’ın türküleri ile daha da coştuk. Şarkıların, türkülerin çoğunu ezbere bilemiyorduk. Sadece ilk mısralarını söyleyerek diğer sözlerini bilmediğimizden şarkılar hep yarım kalıyordu. Ama Serdar Aydıngüler arkadaşımızın parlak zekası ile bu soruna çare bulduk. Akıllı telefondan internete girip şarkı sözleri anında önümüze gelince ortam daha da neşelendi. Karşılıklı gruplar oluşturarak şarkılar, türküler ardı arkasına söylenmeye başlandı. Serdar kırolar grubunu kuruverdi bir anda. Daha çok doğu şivesi ile türküler söylediler. Bir grup ta biz kurduk Pedal sesi korosu. Karşılıklı türküler söyledik birbirimize.

190420146721

İşletme sahibi Mehmet abinin yeğeni Emre bize buralarda olmuş bir hikayeyi anlatıyor. Bulunduğumuz yer Urla içmeler, buradan çıkan bir su şifalı olarak içiliyor. Bu sudan içenlerin tüm bağırsakları boşalarak ne var ne yok temizleniyor.

Emre başlıyor bize hikayeyi anlatmaya. Sarı kızın hikayesi ;

Sarı Kız

“Bir zamanlar buralarda bir sarı kız yaşarmış ailesi ile birlikte. Sarı kızın saçları sapsarı imiş. Güzel mi güzel, hele sarı saçları dillere destan olmuş. Günlerden bir gün Sarı Kızın karnı şişmeye başlamış. Ailesi bunu görünce hamile olduğunu zannetmişler. Sarı kızın ailesi olay duyulmasın diye oğlan kardeşine Sarı Kızı bir yerlere götürüp öldürmesini söylemişler. Sarı Kızı alan kardeşi dağa kaynağın başına götürmüş. Sarı Kızın kardeşi son dileğin ne diye sormuş. Sarı Kız da su içmek istemiş. Kaynaktan su içmiş Sarı kız. Sarı Kızın kardeşi  ailesinden aldığı emri yerine getirmiş. Sarı Kız öldükten sonra içtiği suyun şifalı etkisiyle yılan karnından çıkmış. Bunu görünce yaptığına pişman olmuş ama iş işten geçmiş. O günden sonra bu şifalı sulardan içen derman bulmuş. ”

Diye sözünü bitiriyor Emre.

Araştırmalarımda Sarı Kızın başka bir hikayesine rastladım

http://www.pencerehaber.com/eski/koseyazisi-57-URLADA-IZ-BIRAKANLAR.html

Buradaki hikaye değişik

Tarihin  engin derinliklerinde çok önemli yerleşim birimlerinden olan Özbek Akkum mevkiinde bulunan beyliğin yöneticisi olan Bey’in üç oğlu bir de kızı ve eşi ile mutlu olarak yaşamaktadır. Bey’in kızı çok güzel ve alımlıdır. Altın sarısı saçları ile yöresel adı “Sarı Kız” olarak anılmaktadır. Her gencin gönlünde yeri olan Sarı Kız’ı ağabeyleri bile kıskanırlar. Fakat bu güzel ve mutlu günler bir gün gelir son bulur. Sarı Kız hastalanır, karnı şişmeye başlar. Kardeşleri şüphe ile Sarı Kız’ın karnı daha çok büyümeden halkın duymasını önlemek için aile meclisinde bey olan babalarının başkanlığında bir karar alırlar. Karar Sarı Kız’ın öldürülmesi yönünde olur. Bu karar üzerine anneleri Sarı Kız’ı öldürmeyip ıssız bir adada doğurmasını ister oğullarından. Annelerinin yakarmalarına dayanamayan üç oğlan Sarı Kız’ı içmelerin karşısında bulunan ıssız adaya yelkenli bir kayıkla getirip bırakırlar.

“Sarı kız ağabeylerinin bıraktığı azıkla yapayalnız kalır. Korku ve endişe içindedir. Karnındaki ıstırabın acısı ile gözyaşları sel olmuşken iki tavşan gelir yanına… Sarı Kız tavşanları sever okşar derdini unutur. Bunlarla geçen zaman su gibi akıp gider. Sarı Kız’ın karnı iyice şişer, bir gün deniz kıyısında tavşanları ile otururken bir yonuş balığı gelir yanlarına. Sarı Kız yunusla beraber yüzerken yunus  Sarı Kız’ı sırtına alıp denize açılır. Tavşanlar adada kalmıştır ve bu adanın ismi o günden sonra tavşan adası olarak anılır. Sarı Kız’ı sırtına alan yunus, İçmeler sahilindeki azmakları geçerek şimdiki sıtma suyu olarak bilinen kaynağın başına kadar getirip bırakır. Sarı Kız çok susamıştır ve kaynaktan su içerek susuzluğunu giderir. Suyu içtikten sonra karnında ki ağrılar azalmaya başlar. Üç beş gün sonra su içe içe karnı inmeye başlar. Ağrıları geçmiştir. Sarı Kızın ağabeyleri yiyecek getirmek için adaya vardıklarında Sarı Kız adada yoktur. Telaşa düşerler, üzüntü ile sahilde dolaşırlarken yunus yanaşıp onlara bir şeyler anlatmaya çalışır. Sarı Kız’ın ağabeyleri kayıklarına binerek yunusu takip ederler. Yunus bunları kaynağa Sarı Kız’ın yanına getirir. Sarı Kız’ı bulan ağabeyleri sevinçle kız kardeşine sarılırlar. Bakarlar ki Sarı Kız’ın karnı normal, şişliği inmiştir. Kardeşleri ne oldu diye merakla sorarlar Sarı Kız’a. Sarı Kız da başından geçen olayı anlatır. Sarı Kız’ı yanlarına alarak adaya gelirler. Adadan tavşanları alarak Özbek köyünün kum burnuna gelerek ailesine kavuşurlar.”

O günden sonra burası şifalı içmeler olarak insanlar şifa bulmaya başlarlar.

Ali Rıza Duran

Yanan ateş kor halinde, ben de yakından çekiyorum kor halindeki ateşi.

190420146724

Gecenin geç saatlerine kadar şarkılar sohbetler devam etti. Hava açık gökte yıldızlar pırıl pırıldı, ay kendini göstermişti. Uykum gelince çadırıma girip yatıyorum.

Resimlerden bir kısmı Devrim Dağ’a aittir.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 52 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc