Etiket arşivi: güvercin

Eşpedal EGE Turu 1. Gün

6 Ağustos 2017 Pazar

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır. )

 

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet RAN

 

Öne çıkan görsel, gece kamp alanı. U biçiminde 22 kişi sandalyelere oturmuş.

Cem Tabanlı ile Alsancak’taki bir etkinlikten dönüyoruz eve doğru. O gün Yanımızda bizle bisiklet süren Gündüz Atlı var. Sahildeki bisiklet yolunda sohbet ediyoruz üçümüz. Bir ara Gündüz bize “Urim Baba Pazar günü Eşpedal ile Ege bisiklet turuna gelsenize. Bize destek olursunuz.” dedi. Yaz aylarının sıcağında bisiklet turu pek olmadığı için Cem ve ben fazla düşünmeden muhabbetin getirdiği sakinlikle “Neden olmasın, elbette gelip destek oluruz” diye cevap verdik. Gündüz “Pazar günü Ören de olun, Pazartesi tura başlayacağız.” Bu ani gelişen olay karşısında nereye gideceğiz, neler olacak, kimler olacak diye düşünüp endişeye kapılmadan bu turu kolayca yaparım diye düşündüm.

Ertesi gün turda kullanacağım eşyaları çantalara yükleyip hazır durumda bekliyorum. Zaten bir gün sonra Pazar günü. Cem ile Pazar sabah saat 09:00 da buluşuruz diye sözleştik. Tüm yaz boyu havalar soğuyana kadar balkonda yatıyorum her gece. Az da olsa yıldızları seyrederek uykuya dalıyorum. Bazen denk geliyor kayan bir yıldız görüyorum birkaç saniye içinde. Dilek tutmaya fırsat vermeden kayıp gidiyor. Bunu görmek bile tatlı düşler görmeme yetiyor. Pazar sabahı güneş doğmadan uyanıyorum her sabah olduğu gibi. Sabah kahvemi yapıp balkonda benim yem atmamı bekleyen güvercinleri izleyerek içiyorum. Nereden kaçmışsa aralarında lekesiz, süt beyaz bir güvercin var. Diğerleri çarşı güvercini, kurşuni siyah, mor, alacalı renkteler. Elektrik tellerine ve direğe konmuş güvercinler ile kahvemi yudumluyorum birbirimize bakarak. Kahveyi içtikten sonra güvercinlere buğday atıyorum bir tas. Buğdaylar polyester eternitin üzerinde ses yapınca ilk önce güvercinlere fırsat vermeden serçeler dalıyor cıvıldayarak. Ardından hepsi birden buğdayları yemek için hücum ediyorlar. Polyester eternitin üzerinde çok ses yapıyorlar gagaları ile yemleri yerken. Bir türlü sakin yemelerini öğretemedim. Aralarında kumrular da var iki tane. Onlar çekingen ve sakin yiyorlar ürkerek. Kahvaltıyı yapıp hazırlıklarımı tamamlıyorum. Eşimi uyandırıp  “Ben gidiyorum” diye seslendim. O da ” Allaha emanet, hayırlı yolculuklar” dileğini gözleri yarı açık söyleyip uğurladı yattığı yerden.

Türk bayrağım en altta boruya asılmış durumda, Elektrik direği ve tellerine güvercinler konmuş yem atmamı bekliyorlar sabırla. Karşıda önümü tamamen kapatan beton binalar var. Beyaz güvercin en üst telde solda duruyor. Balkon perdesi sağda demire bağlı.

Akşamdan hazırladığım bisikletime sadece soğuk, taze su ile şişeleri doldurup bisikleti sokağa çıkardım. Evimin bahçe giriş kapısının önünde bisikletimi park edip resmini çekiyorum.

Bisikletim KUZ, bagajda turuncu çantalarım yüklü. Kendim taşları döküp ördüğüm kemerli taş desenli bahçe kapısı. Kemerin üzerinde kanatlarını yukarıya doğru açmış kartal heykeli. Kartalın altındaki kilit taşına gömülü kocaman bir nazar bocuğu. Evimin balkonu ve boruya asılı Türk bayrağım rüzgarda hafif sallanıyor. Kemerin solunda kapı zilleri ve üzerinde posta kutusu. Kutunun üzerinde 34 numara yazılı. Bahçenin içinde limon  ağacı ve kaldırıma ektiğim erguvan ağacı. Çiçekleri baharın ilk günlerinde açtığı için Ağustos ayında yeşil yaprakları ile doğaya ve bahçeme renk katıyor. Kapının önünde büyük saksıda salon bitkisi duruyor. Sabah güneşi bisikletime ve yola vurmuş durumda.

Üçkuyularda Cem ile buluştum. Oradan geçen birine ikimizin resmini çıkarsın diye cep telefonumu veriyorum. O da bisikletlerimiz yüklü durumda bizleri çekiyor bir poz. Henüz ortalarda kimseler yok, sabahın dokuzu şu an. Gidon çantalarımızda son olarak yaptığımız Suyun Kaynağına Yolculuk turundan kalan levhalar bağlı durumda.

Sahil yolundan Konak, Alsancak tarafına kadar bisiklet yolundan gidiyoruz. Alsancak’tan sonra trafiğe karışıp Kamil Tunca bulvarından dosdoğru otogara gidiyoruz. Edremit tarafına giden otobüslerden biletimizi alıp biniyoruz bisikletlerimiz bagaja yükledikten sonra.

Aşağıda Fahrettin Altay – otogara kadar yolun haritası yaklaşık 17 Kilometre civarı

Powered by Wikiloc

Bagaja bisikletleri yerleştirdikten sonra koltuklarımıza oturduk. Hazır oturmuşken Cem ile birlikte elçek bir resim çekiliyoruz. Burhaniye’ye doğru Çanakkale yolundan gitmeye başladı otobüsümüz.

İki saatlik rahat bir yolculuktan sonra Burhaniye de iniyoruz otobüsten. Bisikletlerin ön tekerleklerini takıp çantaları da bagaja yükledikten sonra deniz kıyısında olan Ören’e doğru pedalladık. Belediyeye ait park alanında kamp kurmuşlar Eşpedal ile tura katılanlar. Çadır alanında kimseler yok, millet denize gitmiş yüzmeye. Öğle zamanı geçtiğinden acıktık, büfeden birer sandviç ve ayranla karnımızı doyurduk. Karnımız doyunca çadırları kurup yerleşiyoruz. Yanımda taşıdığım hamağı biri kalın, biri ince iki ağaç gövdesine bağladım. Parkta hamak kurulacak sadece bu iki ağaç var yakın olarak.  Denizdekilerin gelmesini beklerken biraz şekerleme yapmak gerek. Hamağa uzanmışken Cem benim bir resmimi çekiyor. Arkada kurulu çadırlar yeşil renkte.

Güzel bir şekerleme iyi geldi, bir süre uyuyorum. Akşam üzeri denizdeki arkadaşlar gelince uyandım. İlk gelenlerden birisi Baattin Şimşek. Beni uyurken görünce “Hoş geldin Ustam” diye uyandırıyor. Hamaktan kalmadan “Hoş bulduk” diye karşılık verirken Baattinin resmini çekiyorum. Baattin şaka yollu ” Ustam beni yanına çıkar olarak alsana” dedi. Ben de “Çırağımın çırağı olduğun için olmaz, git Şafak ustana.” diye karşılık verdim. Arkada parkın ağaçları, Cem ve piknik masasında iç lastik. Beyaz plastik sandalyeler de masanın etrafına konulmuş.

Baattin benim yerime hamağa yatıyor bir süre. Hatta uyudu bile yorgunluktan. Denizde epey boğuşmuşlar, ayrıca güneşin sıcaklığı da yormuştur. Biri küçük gövdeli, diğeri kalın gövdeli iki çınar ağacına bağlı hamak. Yanında yeşil renkli bir çadır ve benim çadırım mavi renkli, solda kurulu.

Bir süre sonra diğerleri de geldi kamp alanına. Hepsi ile selamlaştık, kimisini tanıyorum kimisi ile yeni tanıştım. Aralarında biri vardı ki asık suratla gelir gelmez daha selam vermeden “Bu hamak kimin, hemen kaldırsın buradan. Çadırlara çok yakın” diyerek negatif enerjisini otama yaydı. Ben de bu enerjiyi yumuşatıp “Tamam kaldırırız, alt tarafı iple ağaca bağlı bir hamak” diyerek karşılık verdim. Adam esmer ten rengi, geniş yüzünde çatık kalın kaşları neredeyse birbirine değmiş durumda. Suratı hep asık olarak konuştuğu için bu adamdan acayip korkum. İçimden ” Ulan ne yapacağım yüzü gülmeyen bu adamla tur boyunca. Beraber yiyip içeceğiz, bisiklet süreceğiz. Bu böyle çekilmez ki'” diye düşündüm. Neyse yeni tanıştığım ve acayip korktuğum, yüzü gülmeyen, çatık kaşlı adamın ismini sonradan öğrendiğime göre Hakan Sevin. Adamın soyadı yüzü ile hiç uyumlu değil. İlk önce güldürmeli bu asık suratlı adamı. İçimde umut var. Soyadına yakışır biri olmalı. Birleşik kaşlarını birbirinden ayırmalı ilk önce. Zaten çatık kaşlar birbirine yakın olunca gözler de birbirine yakınlaşıyor. Böylece dar görüşlü olarak Dünya’nın güzelliklerini görmesini engelliyor bir derece. Kaşlar birbirinden ayrılınca gözler de normal yerine gelerek Dünya’yı geniş bir açıyla görerek ufku açılacak. Böylece çevresindekileri tanıyıp daha yeni tanıştığı biri ile iyi ilişkilerle ortamı germeden dost olacak. Bunu zamanla yapacağım. Aslında iyi bir insan ama çatık kaşları insanı korkutuyor, yanına yaklaşamıyorsun.

Neyse şimdilik bu adamı bir kenara bırakıp normal hayata dönelim. Akşam olmadan yeni tanıştığım arkadaşlarla sohbet eşliğinde bizleri misafir eden Burhaniye belediyesinin tesislerinde akşam yemeğini yiyoruz. Sonrasında iki piknik masasını yan yana ve plastik sandalyeleri de sıralayıp U düzeninde yapıp oturuyoruz. Böylece sohbetimizi yaparken birbirimizin sesini bağırarak değil de normal konuşarak dinleyebiliriz.

Hepimiz oturup sohbete başladık. Ben de kahve takımlarımı çıkarıp plastik bir masayı da önüme koyarak kahve pişirmeye başladım. İlk defa kahve pişiren birini görmüşler gibi merakla bana bakıyorlar. Görmeyenler de kahve kokusundan anlıyorlar kahve pişirdiğimi. Henüz birbirini tanımayanlar var. Sırayla söz alarak kendini tanıtmaya başladılar. Herkes kendini tanıttıktan sonra, yapılan turu, amacı, gideceğimiz rotayı konuşmaya başladık.

Toplam 22 kişiyiz, U düzeninde oturulmuş durumda sağ başta piknik masasını oturak olarak kullanıp plastik masada kahve takımları var. Tabelam da masanın üzerinde. Urim Baba’nın Kahvesi Maksat Muhabbet yazıyor tabelamda. Bir de benim kahve pişirirken bağdaş oturmuş durumda resmim basılı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Cezvem 4 kişilik olunca 5 kez kahve pişirdim. Fincanlar da 4 tane olunca çırağımın çırağı Baattin içilen fincanları lavaboya gidip yıkıyor. Ben de tekrar cezveye kahve koyup pişirmeye başlıyorum. Yeni tanıştığım Bursa’dan aramıza katılan Şevket Yiğit kahve pişirirken cezveyi ve fincanları yakından çekiyor. Cezvenin içindeki kahve köpürüp taşmaya hazır, kabarmış durumda.

Aramızda üç tane şevket var. Büyük Şevket Kaplan İzmir’den tanıyorum. Ortanca Şevket Bursa’dan katıldı. Aşağıdaki resmi de o çekiyor. Bir de küçük Şevket Akçahasan var. O daha genç, üniversitede öğrenci, hala okuyor. Masanın başında kahve pişiriyorum. Cezve ocağın üstünde, ocağın etrafında alüminyum rüzgarlık, yanında 4 fincan, Urim Baba’nın Kahvesi yazılı tabelam ve yanımda büyük Şevket oturuyor.

Ortanca Şevket elçek ile hepimizi birden otururken resmimizi çekiyor. Kendi kafası büyük ve çatık kaşlı Hakan bakıyor resim çeken Şevket’e.

Tanışma, sohbet iyice koyulaştı gecenin ilerleyen saatlerine kadar. Bu gün fazla yorulmadık, Pazar olması nedeni ile sanki hafta tatilinde dinlenmişim gibi. Artık uyku zamanı diyerek herkes çadırına çekilip yattı birer ikişer.

Bu gün yaptığım toplam yol 20 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritası Burhaniye – Ören arası 3.5 Kilometre

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 10. Gün

10 Ekim 2015 Cumartesi

10. Gün

Mersin Bisiklet Festivali 3. Gün

Taşucu Tekne Gezisi

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Biraz da serüvendi yaşamak

Belki yatkındı büyük yolculuklara

Ki serüvenler daima büyük aşklar

Ve büyük yolculuklarla başlar

Anıları aşkları ve bir kenti

Bırakıp gidebilirdi apansız

Apansız başlardı yolculuklar

Hangi saatinde olursa günün

Ve hep kar yağardı nedense

Durmadan kar yağardı yol boyunca

Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün

Kent görünmez olunca arkada

Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından

Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, elimde kahve fincanı, teknede deniz manzarasında içiyorum keyifle Başımda mavi buff var.

Sonbaharın ilk günlerinde Akdeniz ikliminin etkisi değişik. Ege’nin yaz ortası durumunda, o yüzden havalar sıcak olunca örtünmenin de anlamı yok. Güzel bir günün ardından mutlu olarak uykuya dalmak, tatlı düşler görerek bütün hücrelerim yenileniyor sanki. Bu da Astım mağarasından ikinci hayata başlamamız doğrultusunda tazelendim sanki. Mutlu olarak uyumak kabusları düşlerime girmesine engel her zaman. Astım mağarasındaki korkunç yüzleri andıran taşlaşmış kayıp ruhları görmem bile uykumda rüyalarıma girmedi. Kabuslar hiç bir zaman da girmeyecek düşlerime. Mutlu olmayı öğrendikten sonra gerisi vız gelir tırıs gider. Benim yaşantım böyle sürüp gidecek. Bu günümün daha güzel olacağına inancım daha yüksek.

Son dakikalarda gördüğüm düşleri anımsayarak uyanıyorum henüz gün ağarmadan. Lavaboda elimi yüzümü yıkadıktan sonra hemen kahve takımımı ve kitabımı alarak deniz kıyısında tezgahı açtım. Kitabımdan bir kaç sayfayı okuyarak zaman geçirdim. Güneşin doğmasına yakın kahvemi pişiriyorum. Bu sabah daha çok bulut var dünküne göre.

Deniz kıyısında önüm deniz, küçük limanın dalgakıranların iki ucu yanda görünüyor. Limanın açık olan ağzında güneş tam deniz seviyesinin üstünde. küçük bir tekne az açıkta çapayı atmış sakince duruyor. Güneş deniz üstünde silik görünüyor.

Kahvemi içerken bulutların altından güneş hayal meyal kendini gösteriyor bana. Kısacık bir görüntü bile bana yetiyor. Ne yapalım durum bu, bulutları dağıtmama olanak yok. Belki yarın hava bulutsuz olur, umudumu yitirmedim, yarına saklıyorum.

Aynı manzara. Güneş deniz seviyesinden bir boy yukarı çıkmış bulutun altına girmeye çalışıyor.

Kahvaltının ardından yola çıkmak için hazırlıklara başladık. Bu gün tekne turu var, Silifke Taşucu iskelesine kadar ana yoldan gideceğiz.

Sundurmanın altından okaliptüs ağaçlarına bakıyorum. Sundurmanın üç tane borudan direği ve korkuluk olarak tek parça profilden yapılmış tek parça. Aşağıda istinat duvarları kademe kademe sahile doğru iniyor.

Ana yoldan giderken çekilecek resim deniz kıyısını çekiyorum sadece. Yol deniz ile buluştuğu yerlerde harika koyları görüyorum. Turkuaz mavi renk dinginlik veriyor bana.

Turkuaz mavi, yeşil renkli küçük bir koy. Kıyılar kayalık, kenarları karo plaka döşeli, düzgün yürüme yolu. Karşı kıyıda ağaçlar denizi daha da güzel gösteriyor.

Yolun bazı kısımları yapım çalışmalarından dolayı tek şerit olması bizler için araçlar tehlikeli. O yüzden tek sıra gidiyoruz bir süre. Taşucu’na vardık sonunda. Bizi güvercin heykeli karşılıyor. Güvercinler barışı simgelese de bu heykel bana değişik anlamlar verdi sanki. Kişinin yorumuna göre barış ya da barışı engeller nitelikte. El sanki barışa dur der gibi. Ya da güvercini yakalayıp avucunun içine almak ister gibi. Artık kendi yorumunuzu yaparsınız.

Kocaman bir kaidenin üzerinde kol, avucunda kanatları açık bir güvercin.

İskelede bisikletleri park edip tekneye biniyoruz. Bisikletleri kamyona yükleyip kamp alanına götürecekler. Yanıma bagaj çantalarımı alıyorum sadece. İçinde deniz şortum, havlu ve kahve takımı var. Tekneye binme işi bittikten sonra hareket başladı. Kıyıdan giderek uzaklaşıp kıyıyı görecek biçimde gidiyoruz hafif sallantı ile. Hava mükemmel, deniz az çalkantılı. Durum böyle olunca kahve yapılmaz mı? Yapılır elbette. Denizin iyot kokusu kahve kokusu ile birleşti. Kahve kokusunu duyan yanıma geldi kahve içmek için. Ben de hepsine yaptım dörder dörder. Kahve içmek bana bu kadar keyif vermemişti hiç.

Teknenin kıyısında masada oturuyorum, turkuaz mavi renkli buff başımda. Saçlarım buff  ucundan çıkmış, yandan çekilmiş resimde elimde kahve fincanı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kahve keyfini yaptıktan sonra takımları toplayıp çantanın içine yerleştirdim. Tekne geniş ve büyük, oturacak masalar da çok. Masalarda üçer beşer oturmuş sohbet ediyorlar. Teknenin içini gezmeye başladım, hem selam veriyorum hem de resimlerini çekerek anılara kaydediyorum dijital olarak.

Teknenin üst tarafını ayakta tutan kalın direkler ortada iki yanda sıralı. Az ilerde alt kısma makine dairesine inen merdiven korkuluğu. Tavanda raflarda can yelekleri sıralanmış.

Tur teknelerinin vazgeçilmezi müzik. Müzik ise ne kadar yüksek perdede çalınmasına bağlı. Onun için kocaman hoparlörler konulmuş. Eğlence müzik ile yapıldığından oyun havaları ağırlıklı. Biraz disko, azıcık oryantal hareketli Arap müziği. Tur teknelerinin hemen hemen hepsinde var. 10. yıl marşı daha çok dönüşte iskeleye yakın hep birlikte 10. yıl marşını söylemek.

Üst güvertede kocaman bir hoparlörün üstüne birisi oturmuş ayağında terliklerle arkası dönük. Korkuluklara formalar asılmış, yerde ise ayakkabılar. Burada da kalın direkler üstü kapalı bölümü ayakta tutuyor.

Antalya bisiklet festivalini düzenleyen komite. Geçen hafta festivalde epey yorulmuşa benziyorlar. Bu tatil onlara iyi geldi sanki. Mersin festivalinden sonra Kıbrıs turu yapacaklarını söylediler. Hazır dinlenirken Kıbrıs tur programını detaylandırıyorlar.

Bunlar da diğer festival elemanları.

Kimisi orta uzun masaya oturup bisiklet ve donanım konusunda dertleşiyorlar. Arada turlar ve rotalar da konuşulmuyor değil. Geleceğin planları da şekilleniyor. Gerçi bu festival yılın son festivallerinden biri. Önümüz kış, festival ilk bahara kadar yapılmayacak. Planlar gelecek yıl için. Yani anlayacağınız muhabbet gırla gidiyor.

Herkes kendi havasında takılıyor.

Kimisi de suskun denizi dinliyor.

İzmir den arkadaşım Asuman Şen beni görünce ayağa kalkıp poz veriyor.

Üst güverteye çıktım, bir de ne göreyim! Titanik filmini çekiyorlar sanki. Filmin konusu rüzgara karşı durmak. Aşk maşk yok anlayacağınız. Monopol bir film.

Teknenin burnunda 3 metrelik kalın bir direk ileri doğru uzatılmış. Direği çelik halatlar tutuyor. Ortadaki ana direğe bağlı.. Zerrin ellerini açmış rüzgara karşı. Martı kuşu gibi uçacak sanki.

Geminin çatısında da oturulacak yerler var. Üzerinde yarı gölgelik tente var ama güneş bazı yerlerden oturanların üzerinde.

Üst güvertede insanlar oturmuş sohbet ediyor. Kaptan köşkünde kaptan dümeni elinde yol almaya çalışıyor.

Gemi kıyı boyunca gidiyor. Yalçın kayalar deniz kıyısına ulaşılması güç bir duvar gibi oluşmuş.

Akdeniz kıyısında pek ada olmaz Egedeki gibi. Kıtaların hareketinden dolayı Arap yarımadası plakası Anadolu’nun altına girdiğinden dağlar paralel yükselmesi nedeni ile kıyı şeridi dik yükselir. Onun için pek ada oluşacak dağ yükseltisi olmaz. Ender rastlanan adalardan birini görüyorum. O da kıyıya yakın.

Bilmediğimiz bir noktaya geldik ve tekne durdu. Demir atıldı, motorlar durunca sessizlik sardı. Motor gürültüsü rahatsız ediyormuş ta farkında değilim. Tekne durunca millet denize bıraktı kendini. Ben de şortumu giyip üst güverteye çıkarak oradan denize atlamayı deneyeceğim. Yukarı çıkınca epey yüksekte olduğumu gördüm. Neyse madem çıktım geri dönüş yok. Çivileme bıraktım kendimi denize kollarımı yana açarak. Denize çarpınca kollarımın altı sert darbe alarak biraz canımın yanmasına neden oldu. Demek ki yükseklerden atlarken hedef küçültmek gerek. Öyle kolları açmamak gerek, bunu öğrendim.

Denizde yüzenler, kimisi can yeleğini giymiş öyle yüzüyor. Can yelekleri turuncu renkte.

Kimisi de hem can yeleği hem de can simidi ile işi garantiye almış.

Denize giren girdi, girmeyen dinlenmeye devam etti. Yüzme bittikten sonra herkes tekneye binince dönüşe başladık. Bu arada öğle yemeği balık olarak yiyoruz. Yemek bittikten sonra müzik disko tarzı çalmaya başlayınca üst katta köpük partisi başladı. Başta başkan Zerrin olmak üzere diğerleri de çılgınlar gibi köpükle dans ederek eğlence had safhaya ulaştı.

Yerde köpükler beyaz ve dans edenler köpük içinde.

Dönüşte yine kıyıyı takip ediyor teknemiz.

Yol aldıkça kıyıda dağlar ve tepelerin manzarası sürekli değişmekte.

Dönüşte yorgunluk belirtileri görülmeye başlandı. Teknenin küçük dalgalarla yalpalaması ile beşik etkisi ile uyku bastırdı.  Dinlenmede şekerleme iyidir, uyku bastırınca fırsatı değerlendirenler çoktan dalıp gitmiş bile.

Kendine yer bulan iki seksen uzanmış uyuyor.

Geminin pervanesinin yarattığı köpüklü iz ardımızda kalıyor. Sanki denizde bir yol varmış gibi. O yol bildiğimiz yol değil. Kendi yolunu kendisi çiziyor kaptan. Ve o yol sadece yolu çizen gemiye ait, başkası  gidemez.

Teknenin arkasından köpüklü iz ardımız sıra.

Güneşin batışını tekne ile dönüş yolunda denk geldi. Ben de fırsatı kaçırmadan dağların ardında son ışıklarını izlemeye başladım. Denizin yüzeyinde sarı – bakır rengi karışımı ile yansıması bana mutluluk vererek yaşamımda güzel bir gün ışığı oldu.

Teknenin ahşap direkleri arasından bulutun altında dağın ucunda güneş batıyor.

Tekne iskeleye yanaştı, bizler indik ve hazır bekleyen belediye otobüslerine binerek kamp alanına geldik. Bisikletlerimiz kamyona yüklenip kamp alanına getirilip indirilmişti bile. Kendi bisikletimi bulup alınca arka jant tellerinden 4 tanesinin kopuk olduğunu gördüm. Eyvah ki eyvah, hadi bakalım ne olacak. Sele borusu içinde zincir sökmek için demire sardığım yedek jant tellerine bakıyorum 3 tane var. Yedek jant tellerini değiştiriyorum. Antalyalı arkadaşım Gökay Terzi, nam-ı diğer Android, Latince ismi ; Vulpes Vulpes. Türkçesi ; Kızıl Tilki. Varsa onda vardır diyerek Gökay’ı buluyorum. Onda da benim jant telinden 5 milim kısa, 5 milim uzun var. Artık yapacak bir şey olmadığından uzun olanını alıp takıyorum. Somunu sonuna kadar sıktığım halde tel gergin değil. Ayrıca somun ucundan da tel biraz çıkıntılık yapıyor. İç lastiği delmesin diye kalın zımpara kesip bantlıyorum ve lastiği şişirip olduğu kadar jant ayarını yaptım.

Jant tamiri epey oyalamıştı ama yapmam gerekti. İşim bittikten sonra aşağıda toplanan arkadaşların yanına giderek aralarına katılarak Aydan Çelik kendi kitabını imzalamalarını izliyorum. Devrim yanında nakit parası olmadığından kitabı almak istiyor ama benden borç almadı. Ona biraz kızdım doğrusu. Zorla verecek halim yok ki!

Aydan Çelik yanında imzalı kitabını elinde tutan Devrim ve ben uzun saçlarımla poz veriyoruz kameraya.

Neyse muhabbet, imza derken gece ağır basınca etraf yavaş yavaş dağılıp azalmaya başlayınca uykuyu kaçırmadan gidip çadırımda yatıyorum. Tekne, güneş ve deniz yormuştu ama güzel bir gün yaşadım. O yeter bana.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 43 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc