Etiket arşivi: hermes

Aliağa 2 Teker Bisiklet Festivali 2. Gün

4 Haziran 2022 Cumartesi

Ağapark – Yenişakran – Yuntdağı Köseler köyü – Aigai – Ağapark

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalara

Cemal Süreya

 

Öne çıkmış olan görsel, Aigai antik kentindeki agora binasının ön duvarı. Blok taşlardan örülmüş bina üç katlı. Alt katta dükkan kapıları ve yanında birer pencere var. İlerde duvarın bir kısmı yıkık durumda. Sağda ise dört basamaklı, daire biçiminde balık satış yeri.

DSCN4462

Sürekli ve biraz şiddetli esen rüzgar nedeni ile dalgalanan bayraktan gelen pat pat sesleri sabah henüz güneş doğmadan, erken saatlerde uyandırıyor. Kalkar kalmaz hemen fazla kalabalık olmadan tuvalete gidiyorum. Sabahın köründe benim gibi uyananlara “Günaydın” diyerek selam veriyorum. İşim bitince çadırıma gelerek kahvemi pişirdim. Afiyetle içiyorum Güneşin doğuşunu izleyerek. Kahvemi içerken bir kelebek gelip etrafımda uçmaya başladı. Sonra çimenlere kondu. Hemen kameramı alıp kelebeğin muhteşem desen ve renkteki kanatlarını çekiyorum.

DSCN4395

Etrafta kamera ile dolaşırken arkadaşların resmini çekiyorum yan yana.

DSCN4396

Kahvaltımızı yapıp hazırlandım. Bu gün Muhlis Dilmaç’tan aldığım cararro bisikletle gideceğimden arka bagaja bir çantayı taktım. Önde gidon çantası aparatı olunca gidon çantamı da taktım. Bisikletim KUZ dinlenecek yattığı yerde. Yere yatırmamın nedeni rüzgar devirmesin diye. Bu gün bisikletçilerin yola çıkış videosunu çekmeye karar verdim. Hareket saatinden önce bisikletle gölet kenarına gidip hazırlandım video çekmek için. Kamerayı hazırlayıp açmam için bacanağıma harekete başlayınca bana haber vermesini söyledim. Grup kamp yerinden harekete geçtiğinde bacanağım telefon ile haber verdikten sonra yola çıkınca Muhlis Dilmaç resmini çekmiş bacanağımın.

DSCF3820

Ben haber beklerken, flamingo kuşlarını çekmeye başladım. Uzun bacaklı, kafası su içinde çamurda yiyecek ararken çekiyorum flamingonun birini. Sazlık arkada yeşil fon oluşturmuş.

DSCN4398

Ara sıra kafasını dışarı çıkarıp nefes alıyor ve etrafını gözlemliyor herhangi bir tehlike var mı diye. Aynı zamanda uzun bacakları ile de yürüyor su içinde. Bir bacağı su içinde düz, diğer bacağı geriye doğru kıvrık ve su dışında. Gagası tam suya değmiş durumda. Bacağın alt kısmı, ayak bileğinden aşağısı siyah renkte.

DSCN4400

Sazların içindeki martıyı fark edince başını iyice uzatıp martıya bakıyor flamingo. Martı sazların içinde yuvasını yapmış.

DSCN4401

Ara sıra gagası ile kuyruğundaki yağdan alıp tüylerini yağlıyor sudan ıslanmasın diye.

DSCN4402

Uzun süredir yem yediklerinden olacak ara sıra kanadını ve bacağını gerip açma hareketi yapıyor. Bu anı yakalamak çok zor. Bu gün şansıma tam gerinirken yakalıyorum bir poz. Böylece kanadındaki muhteşem renkleri ortaya çıkıyor; Turuncu ve siyah renkleri. Flamingo kuşunun tüyleri beyaz renkte. Sadece kanatlarının üst ve yarısına kadar turuncu, diğer yarısı uçlara kadar siyah renkte. Bacakları da turuncu renkte. Bu üç renk; Beyaz, turuncu ve siyah birbirine o kadar uyumlu ki bu anı yaşıyorum kısa olsa da. Kanadı kapalı olunca turuncu ve siyah tüyleri görünmüyor. Arkada üç tane flamingo kuşu, başları su içinde. Arkada sazlıklar.

DSCN4404

Çok uzaklarda flamingo kuşları grup halinde resmi geçit töreni gibi uzun bacakları ile adımlar atarak yürüyorlar. Ben de onları iyice yakınlaştırıp çekiyorum.

DSCN4408

Kamp alanındaki dev direkte dalgalanan Türk bayrağını çekiyorum okaliptus ağaçları arasından.

DSCN4414

Grup kamp alanından harekete geçerken gelen haberle kamerayı hazırladım. Kameramın bir huyu var. Video çekerken optik zoom yapınca görüntü bulanık çıkıp netleşmiyor bir türlü. Zamanla çözümünü keşfettim. Video çekmeye başlamadan önce optik zoomu iyice yakınlaştırıp denklanşöre hafifçe basıp netleştiriyorum. Ardından video kayıt düğmesine basıp çekmeye başlayınca optik zoomu geri çekip yakından çekmeye başlıyorum. Ne kadar optik zoom yaparsam yapayım netlik bozulmuyor. Ne yapayım başka çaresi yok. Videoyu işlerken baştaki görüntüleri kesiyorum. Aşağıda linkten kamp alanından çıkıp dönemeçten çıkan bisikletçilerin videosunu izleyebilirsiniz.

Video 1

Video 2

Videonun tamamını youtube den izleyebilirsiniz. Videonun linki aşağıda

https://youtu.be/DuKvTpdj07g

Grubun tamamını videoya kaydettikten sonra ben de peşlerine takıldım arkalarından. Altımdaki yeşil tur bisikleti iyi gidiyor doğrusu. Gruba yetiştim. Birlikte trafik polislerinin eskortluğunda sağ şeritten gidiyoruz. 15 Kilometre sonra sağa doğru dönüp yokuşu çıkmaya başladık. Yokuşun başlarında S biçimindeki kıvrılan yolda çıkan bisikletçileri çekiyorum arkalarından.

DSCN4417

Yokuş olunca pek deneyimsiz ve benim gibi ham olanlar geride kalıyor haliyle. İleride geride kalanları bekleyenleri uzaktan çekiyorum. Yol kıyısında kimisi oturmuş, kimisi ayakta, meşe ağaçları arasında beklerken.

DSCN4419

Buradaki düzlükte cezaevi var. Karşısında da büyükçe bir su göleti. Yukarıdan göleti çekiyorum.

DSCN4420

Mola verenlere katılmayıp yokuşu çıkmaya devam ediyorum. Artık sıkça görmeye başladığım Güneş tarlaları yamaçta kurulmuş elektrik enerjisi üretiyor gün boyu. Tarıma elverişli olmayan yamaçlarda iyi bir uygulama. Burada üretilen enerji elektrik şebekesine bağlı. Enterkonnekte sistemi besliyor.

DSCN4421

Başka yerde de daha geniş bir yeri kaplayan Güneş panelleri elektrik üretiyor.

DSCN4422

Güneş tarlaları daha yeni yapılıp üretime başlamışlar. Bunlardan daha eski olanlar rüzgar türbinleri. Yunt dağlarının tepelerini kaplamış onlarca rüzgar türbini. Türbinlerin altındaki yamaçta da Güneş panelleri görünüyor. Biri rüzgardan, birisi Güneşten elektrik üretiyorlar.

DSCN4424

Aşağıda bekleten grup hareket edince yakınlaştırıp çekiyorum. Ardından tekrar yola çıktım. Önümde daha da çıkacağım yokuş daha çok. Arkada gölet görünüyor.

DSCN4425

Daha önceki turlarımda buralarda bir kuyu olduğunu görmüştüm. Kuyuyu bulup duruyorum. Eskiden ipe bağlı kova olurdu kuyu başında. Şimdi ise ne kova var ne de ipi. Kuyunun ağzını çekiyorum. İçinde su var ama su alacak bir tas yok. Festivalde tanıştığım Arif Dağlıoğlu, bana ünlü düşünür Romen Diyojen’in tasını hatırlattı. Rivayete göre bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu gördüğünde “Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti” diyerek elindeki tası da atmıştı.

DSCN4426

Elimde optik zoom olan kamera olunca istediğim görüntüyü çekmek zor değil. Kuyunun dibindeki suda yansıtan görüntümü yakınlaştırıp çekiyorum. Suda yansıyan başımdaki siperlikli şapka ve sakallı yüzüm görünüyor gökyüzü ile birlikte.

DSCN4427

Kuyunun olduğu yere grup gelince geride kalanları tekrar beklemeye başladılar. Ben de onlar beklerken bindiğim yeşil bisikleti çekiyorum. Bize eşlik eden jandarma arabaları da görüntüye giriyor.

DSCN4428

Daha önceleri geldiğimde optik zoomlu kamera olmayınca çektiğim resimler sınırlıydı. Şimdi ise istediğim kadar yakınlaştırıp çekiyorum. Dik olarak oluşmuş kayalık kısmı çekiyorum yakınlaştırıp. Bir kaya ana kayadan ayrı duruyor.

DSCN4429

Ana kaya epey büyük bir kütle ve kayalar dikine oluşmuş. Aralarında ağaçlar çıkmış seyrek te olsa.

DSCN4430

Kayalığı geçip ileride duruyorum. Geçtiğim kayalık arasından bir geçit var. Yol oradan yapılmış. Kameramı hazırlayıp arkadan gelecek olan bisikletçilerin videosunu çekeceğim. İlk bisikletçi görününce video kaydına başladım. Videonun linki aşağıda, izleyebilirsiniz.

Video 3

Video 4

Video5

Videonun tamamını youtube den izleyebilrsiniz. Videonun linki aşağıda

https://youtu.be/OX6QNisQKYA

Grubun tamamını videoya çekince en arkadakilerin resmini çektim. Böylece grubun en arkasında kaldım.

DSCN4432

Önümüzdeki yokuşu çıkan bisikletçileri çekiyorum.

DSCN4433

Yol S biçiminde ve bisikletçilerin yokuşu çıkma çabaları.

DSCN4434

Karşıma ilk köy olan Kapıkaya köyü çıktı. Bu köyde daha çok hayvancılık yapılıyor. O yüzden hayvanlara su vermek için kayalık zeminde su göletleri yapılmış yer yer. İşte bir inek tam da göletin önünde bana poz veriyor.

DSCN4435

Köydeki bakkaldan soğuk gazoz alıp içiyorum. Bir derece serinletiyor, biraz da şeker takviyesi iyi geldi. Köyün çeşmesinden sularımı tazeleyip dolduruyorum. Köyde fazla oyalanmayıp yoluma devam ediyorum. Önümde sert bir iniş ve devamında aynı sertlikle çıkış var. Yokuşun tepesinde de Karaahmetli köyü görünüyor. Aşağıdaki dere İzmir – Manisa sınırını oluşturuyor.

DSCN4436

Kocaman gövdesi ile çitlembik ağacı, tamamen kadraja alıyorum.

DSCN4437

Yüz yıldan fazladır burada olan çitlembik ağacı kim bilir neler görmüş, neler yaşamıştır. Kalın gövdesinde oluşmuş şekiller büyük olayları yaşadığı belli. Hani ileri yaşlardaki ihtiyarların yüzlerinde oluşan derin çizgiler gibi. Gövdenin altında oyuktan anlaşılacağı üzere çürümüş iç kısmı ama dışı sağlam görünüyor.

DSCN4438

Ağacın diğer yanında ise gövdedeki çürükler meydana çıkmış tamamen. Kalın gövdenin bitimindeki oluşan dalların kalınlığına bakarsak sürekli dalları kesilip odun yapıldığı anlaşılıyor. Her ne yapmışlarsa ağaç yaşama sarılıp hayatta kalmış. Kimseye de boyun eğmeden dalları dik olarak yükselmiş gök yüzüne.

DSCN4439

Dağlardaki arazi tarıma pek uygun değil. O yüzden hayvancılık yapılıyor. aşağılarda bir yere küçük bir gölet yapılmış.

DSCN4440

Dedim ya arazi tarıma pek elverişli değil ama hayvanlar için yem gerek. Malum yem fiyatlarını devlet değil de tüccarların inisiyatifine kalmış. Yemleri istediği fiyata alıp fahiş fiyata satmaktan çekinmiyorlar. Buna dur diyecek kimse de yok. Çünkü tüccarlar iktidarda olunca istediği biçimde at koşturuyorlar. Oy isterken Vatan – Millet – Sakarya – din – iman – kitap. Yem fiyatlarına gelince hepsi unutuluyor. Köylünün biri araziyi taşlardan temizletip ortaya bir tarla çıkarıp ekmiş. Tarladaki ürün sararmış. Çıkan taşları da tarlanın sınırına duvar örmüş.

DSCN4441

Karşıma yine bir çitlembik ağacı çıktı. Epey kalın gövdesine karşılık ince dalları dikkat çekiyor.

DSCN4442

Daha genç bir çitlembik ağacı karşımda. Aslında bu çitlembik ağacı değişime uğramış. Yani Antep fıstığı aşılanmış. Yapraklarından belli, geniş yapraklı bir ağaca dönüşmüş.

DSCN4443

Neyse ki kameram optik zoomlu. Olduğum yerden yakınlaştırıp yeni olmaya başlamış Antep fıstıklarını yakından çekiyorum Fıstıklar üzüm salkımı gibi bir arada ama seyrek biraz. Yeşil kabuğunun uç kısımları kızarmaya başlamış. Olgunlaşması için biraz daha zaman geçmesi gerek, henüz taze durumdalar. Hani halk dilinde derler ya “Fıstık yeşili” işte yeşilin bu tonu fıstıklardan almış. Yani fıstık gibi yeşil. Birde güzel ve alımlı kadınlar için de “Fıstık gibi kadın” deseler de bu konumuzla alakalı değil.

DSCN4444

Çitlembik ağacı yol kıyısında, yanında yağmur sularının aktığı kanal var. Bu kanal toprağı aşındırarak çitlembik ağacını köklerini ortaya çıkarmış. Toprak altından çıkan bu kökler zamanla kabuk bağlayıp dış ortamlardan kendini korumuş. Köklerin yapısına bakılırsa toprağa sağlam biçimde tutunarak koca gövdesini ayakta tutuyor.

DSCN4445

Grubun önlerindeyim, daha önce gördüğünüz dereye inip yokuşu çıktım. Karaahmetli köyüne gelince arkamdan gelen bisikletçileri yokuş aşağı inerken çekiyorum uzaklardan. Yol S biçiminde kıvrımlı.

DSCN4447

Karaahmetli köyünde karşıma çocuklar çıkıyor. Çocukları yanıma çağırıyorum. Onlar da koşarak yanıma geliyorlar. Çocuklara bakkalın yerini soruyorum. Çocuklar da bana bu köyde bakkal olmadığını söylüyorlar. Amacım çocuklara bakkaldan bir şeyler ısmarlamak ama kısmet değilmiş. Bana doğru koşarak gelen üç çocuk.

DSCN4448

Çocuklar neşeyle köyün sokaklarında oynuyorlar. Bu oyuna üstü kahverengi, altı beyaz bir köpek te eşlik ediyor. Yılışık köpek benim üzerime de atlıyor. Biraz başını okşuyorum köpeğin, hoşuna gidiyor sevilmek. Her canlı sevilmek istiyor. Köpeklerin başını okşarken bir yılanı okşayamazsın. O yüzden yılanı uzaktan seveceksin. Neme lazım yılanlar okşanmaktan hoşlanmazlar hart diye ısırırlar. Ondan sonra hastaneye koş.

DSCN4450

Köyde bakkal olmamasının nedeni köy ilkokulunun öğrencilerinin olmayışı. Köy okulu tek sınıflık küçük bir bina. Her ne kadar kullanılmasa da bina sağlam görünüyor. Giriş kapısı, iki penceresi ve kiremitli çatısı ile iyi durumda. Okulun geniş bahçesi de duvar örülerek çevrelenmiş. Okulda çocuk olmayınca bir ağaç ta okulun kaderini paylaşıp yaşama veda etmiş. Ağaç kurumuş halde okul binası ile kaderine terk edilmiş. Hüzünlü bir durum.

DSCN4451

18. Yüzyılda bulunan Paskalya adasında insanların ilkel ve vahşi yaşadıklarını gördüler. Aslında adada dev heykeller yapılmış, taş ocağından adanın diğer yerlerine taşınıp konmuş. Bu ileri bir medeniyet gerektirir. Adadaki kısıtlı kaynaklar nedeni ile ve sürekli ağaç kesimi adada av hayvanı ve yiyecek sıkıntısı baş gösterince birbirlerini öldürüp yamyamlık başlamış. Zamanla bildiklerini unutup vahşileşmişler. Kabileler de küçülmüş yiyecek sıkıntısından.

Ağaçların kesilmesi ve çevreyi kirletmek toplumu geriye götürür, ilkelleşir. İşte bunun örneği karşımda duruyor. İleride gördüğünüz dağ Aigai antik kentinin olduğu yer. Geçmişte buraların pazarına ve yöreye hakim olan medeniyet yok olunca başka toplumlar gelmiş. Bunlar da ağaçları sürekli kesip çevreye de çöplerini bırakınca geri kalmış. Daha önce gördüğünüz terk edilmiş okul binasında öğrenciler olmayınca ortalık tarikatlara, din yobazlarına kalmış. Böylece çöplerini gelişi güzel yol kenarlarına bırakır olmuşlar. Böyle giderse etraf çöp ve çorak olacağa benzer. Yol kıyısında çöpler ve Aigai dağı.

DSCN4453

Uzaktan Yuntdağı Köseler köyü göründü.

DSCN4454

Köye varır varmaz yeni yapılmış köy meydanındaki sundurmada yemeğimizi yiyoruz. Ayrıca bol su tüketiyorum. Hava sıcak, bir o kadar da terledim. Bir de yaklaşık 10 Kilometreden fazla yokuş çıktım, haliyle su kaybı çok oldu. Yemekten sonra araçlarla Aigai antik kentine çıktık. Kimisi bisikletle çıkmayı tercih etti. Ben de zorlamanın anlamı yok, hem hava da sıcak mı sıcak. Kalabalık olunca iki gruba ayrıldık. 1. Grup önceden rehber eşliğinde dolaşmaya başladı. Ben 2. Gruba kaldım. Rehberimiz kazı ekibinden genç bir kız. Daha önceleri görmemiştim, yeni başlamış kazı çalışmalarına. İlk başta bizlere Aigai kentinin tarihini anlatıyor girişteki tabelanın önünde.

DSCN4455

Rehberimiz kısaca anlattıktan sonra kenti dolaşmaya başladık. Her kentte olduğu gibi girişte mezarlık var. Daha önce geldiğimde bu kadar mezar yoktu. Yeni kaya mezarları yan yana dokuz tane var. Mezar sandukaları tamamen granit taştan, düzgünce yontulmuş. İşçilik mükemmel.

DSCN4456

Kente giden yolu bitirip girişteki ilk yapıya geldik. Buradaki tapınakta yolcuların koruyucu tanrısı Hermes’e adaklar adıyormuş yolcular. Bizler adak adamadık ama Hermes bizleri koruduğu şüphe götürmez. 1 metreden biraz yüksek temel duvarları, içinde blok taşlar ve küçük sütunlar var.

DSCN4457

Meclis amfisi ve işliklerin olduğu yapı.

DSCN4458

Aigai antik kentinin ayakta kalmış en önemli yapısı agora binasının duvarı. Üç katlı olarak yapılmış agora binasının arkadan görünümü. Arkasındaki yamaçta binanın dükkanları bölüm bölüm.

DSCN4459

Agora binasının ön kısmına geldik. Burada en önemli yer olan balık satılan yuvarlak yapılı, dört basamaklı havuz. Yenişakran denizinde yakalanan balıklar buraya getirilip satılıyormuş. Yuvarlak havuzun tabanı da taş döşeli. Daha önceleri bu alana giriyorduk ama tel örgü çekilerek insanların girmesi engellenmiş.

DSCN4461

Agora binasının yüksek duvarı. Dükkan giriş kapıları ve yanlarında birer pencere. üst katlarda pencere yok. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN4462

Duvarı büyük blok taşlardan, düzgün yontularak mükemmel bir işçilikle örülmüş. Kapı ve pencere arasında iki blok taş üstteki kirişi tutuyor. Dükkanın iç kısımları yıkılmış moloz taşlarla kaplı.

DSCN4463

Duvarın üst kısımlarında küçük bir pencere ve üstüne taş blok çıkıntı olarak dışarıya taşırmışlar. Yağmur yağdığında pencereye su gelmesin diye yapılmış olmalı.

DSCN4464

Genç rehberimiz bizlere bilgiler veriyor ama biraz acemi olmalı. Ben bir çok defa gelip bilgi aldığımdan anlatılanları pek dinlemeye gerek görmedim. Zaten fazla da dolaşmıyoruz antik kenti. Önemli olan meclis binası ve agora binası. Aslında bir çok yer daha var ama henüz kazısı bitmediğinden oraları gezmiyoruz. Böylece dönüşe geçtik antik kentin taş döşeli yollarından.

DSCN4466

Sevgili bacanağım taş bloklardan yapılmış koltuk gibi yere oturup poz veriyor bana. Oturduğu yeri gölgede bırakan çitlembik ağacı var.

DSCN4467

Bisikletleri bıraktığımız yere minibüslerle vardık. Bisikletlere binen yola çıktı. Ben de yola çıkıyorum. 2012 yılından beri bir çok defa bu köye geldim. O yıllardan kalan tabelası paslanmış, yazılar silinmeye başlamış durumda. Tabelada; Köseler Hane 60 Nüfus 270 olarak yazılmış

DSCN4468

Yola çıktık çıkmasına da hemen sert bir yokuş var önümde. Ağır tempoda çıkıyorum yokuşu. Karaahmetli köyünde su molası veriyorum. Mola verdiğim yerin karşısında künk boruları ile donatılmış duvarla çevrili bir bahçe görünce merak edip bakıyorum. Onlarca yuvarlak boru gibi beton ile yapılmış kuyu ağızları serpiştirilmiş bahçeye. Ortada geniş bir kuyu ağzı var.

DSCN4471

Geniş kuyu ağzının içinden bakıyorum. İçi taş duvar örülmüş kuyunun ağzı tuğla örülerek bitirilmiş. Kuyunun içinde su var.

DSCN4469

Beton kuyuların içinde de su var. Burası köyün içme su deposu olmalı. Bu kuyulardan çok var ve toplam kapasite epey tutuyor.

DSCN4470

Bundan sonrası kolay ve iniş olduğundan kendi halimde, fazla hız yapmadan inmeye başladım. Yanımda bacanağım var. Bacanağıma gölge bir yerde kahve içelim deyince daha önce durduğum kuyunun başındaki dut ağacının altına oturduk. Gölgede kahveyi pişirip afiyetle içiyoruz. Kahvenin tadına varıyoruz doğrusu. En güzel yerde kahve içmeli. Kahve molasını yaparken bütün bisikletçiler bizi geçti. En son kalan artçıya da gitmesini söyledim. Onlar gittikten sonra kahve takımlarını toplayıp yola çıktım. Güneş hala yukarıda ve parıldıyor tüm sıcaklığı ile. Deniz de ufukta göründü. Artık kıyıya kadar iniş bekliyor.

DSCN4472

Kamp alanına kadar rahatça ve resim çekmeden geldim. Yemek zamanına epey var o yüzden üzerime ağırlık olan uykuyu def etmek için matı çimenlere, gölgelik bir yere serdim. Uyku tulumunu da üzerime örttüm. Rüzgar şiddeti devam ediyor ve üşütüyor hala. Böylece şekerlemeyi de yapıyorum. Bu şekerleme kısa olsa da en tatlı uyku bence. Dünyada hiç bir şeye değişilmez. Ben uyurken Mehmet Cingıl telefonu ile çekiyor boylu buyunca uyurken.

WhatsApp Image 2022-06-18 at 09.37.35

Akşam yemeğine yan bacanağım Tanju da geliyor. Hep birlikte, üç bacanak yemeği yerken Mehmet bizi çekiyor. Üç bacanak olunca çekiniyor biraz bizden ama kaçacak yeri yok. Mecbur çekecek resmimizi.

DSCF3926

Akşam olanda muhabbet başlıyor, hikayeler, anılar, kahkahalar gırla. Mehmet Cingıl’ın bir huyu var, kendi yaptığı espriye bizlerden çok kahkaha ile gülmesi. Kampın her yerinde kahkahası duyuluyor. Ben alıştım artık kahkahalarına. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar muhabbetimiz şarap eşliğinde sürüyor. Fazla geç olmadan Tanju evine dönüyor, bizler de fazla zaman geçirmeden çadıra girip yatıyoruz.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 53 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

99. Çanakkale Şehitlere Saygı Turu 9. Gün

9 Nisan 2014 Çarşamba

Ayazma da bir günlük dinlenme

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

SOLUK SOLUĞA-2

Büyük aşklar yolculuklarla başlar

ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu

soyları tükenen birer çılgındırlar

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında

Ölümle alay ederler sanki

Nerde beklenirse ordaydılar

bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Neydi onları ordan oraya

savurup duran şey

Onları daima yalnız kılan

neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların

ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Sarışındılar belki de esmer

yani birçok yüzün bileşkesi

Ne altın arayıcısıydılar

ne de aylak bir gezgin

Vurulup düşseler de her kuşatmada

serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa

Bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki bu dünyada

kahraman olmaya mahkumdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan

renkleri bozulup duran solgun anılar

Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin

bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı

onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi

vurulup düştükçe ışığını karartan

O serüvenlerin günlüğü tutulmadı

yazılmadı o insanların destan şiiri

Parça parça ettirilseler bir kartala

(ki sanırım böyle oldu sonları)

Fışkırır yüreklerinden

başarısız ihtilallerin yangınları

Ahmet TELLİ

 

Öne çıkmış olan görsel, Dar bir yerde akan suyun içinde iki elim yandaki kayalara tutmuşum. Soğuk sular üzerimden köpürerek akıp gidiyor.

10151299_10152333382159861_3903726615810480825_n

Her yerde böyle güzel uyunmaz, sabah uyansan da ormanın şarkıları seni rüyalarına karıştırmaz. Tembelce yatıp kuş seslerini dinleyemezsin her yerde. Ancak ormanın içinde sabahın erken saatlerinde uykunu almış olarak benden önce uyanmış doğa huzur veriyor çadırımın içinde. Güneş bile doğmuş, bu sabah seyredemedim. Tembelliğime verin artık. Bu günü tatil ilan ettik, erken kalkmak yok, canın ne zaman isterse. Çadırımın tepesi açık, öyle uyudum öyle uyandım güneşle beraber. Hava güneşli ve sakin, ismini bilmediğim kuşlar ötüp duruyor ağaçların arasında. Bir zaman yattığım yerden dinliyorum ormanın sesini. En güzel terapi olsa gerek, insanın ömrü de uzar, boyu da. Çadırımın içinden tepesini yattığım yerden çekiyorum. İki üçken tülden çam ağaçları görünüyor.

090420146415

Gece karanlıkta geldiğim için nasıl bir yer olduğunu sabah çadırımdan çıkınca görüyorum. Çadırları kurduğumuz yer düz, etraf uzun çam ağaçları ile kaplı. Küçük bir bina gördüm, bina tuvalet olarak kullanılıyor. Elimi yüzümü yıkamak için biraz aşağıda akan çay kenarına inmeye başladım. Üç çadır yan yana, üç bisiklet park edilmiş kenarda.

090420146416

Uzun çam ağaçları arasından çaya doğru gidiyorum.

090420146418

Çay küçük şarıltılarla akıyor taşların arasından.

090420146419

Çay yosun tutmuş kayalarında şarıldayarak akıyor. Buz gibi akan su ile elimi yüzümü yıkıyorum. Güne böyle başlamak güzel dostlar. Çay dibinde kalın gövdeli çınar ağaçları da yosun tutmuş.

090420146421

Mustafa da yok yok, piknik için 4 köşe tavada sucuklu yumurta pişiriyor. Kahvaltılık malzemeleri çıkarıp masaya seriyoruz güzelce. Mutluluğun kahvaltı ile olan ilişkisini bildiğimizden güzelce kahvaltı yapacağız güneşin altında.

090420146423

Sucuklu yumurta nefis olmuş, afiyetle yiyoruz. Sıra kahve pişirmeye geldi. Kahve işi bende, takımlarımı çıkarıyorum masa üstüne. Üçümüzü masada elçek resim çekiyorum.

090420146424

Kahvaltıdan sonra kahyamızı da çağırıp kahve keyfini yapıyoruz üçümüz. Çanakkale şehitlere saygı turunda beraber pedalladığımız İrfan’ın arkadaşları turdan sonra Gökçeada’ya gitmişlerdi. Onlar da bu akşam aramıza katılacaklarını bildirdiler İrfan’a. Masanın üzerinde köpüklü kahve üç fincanda.

090420146425

Kahve keyfi bittikten sonra İrfan’ın rehberliğinde Ayazma mesire yerini dolaşmaya başladık. Patikada İrfan gidiyor önden.

090420146426

Burada iki çay birleşiyor, çadırlar diğer çay kenarında. Gezimiz daha ilginç ve gür akan çayı gezeceğiz. Tahta yürüme yolları, köprüler çayın üzerinde.

090420146427

Tahta köprünün altından çay köpürerek dökülüyor aşağıya doğru.

090420146428

Çay bazı iri kayalar arasından akıyor. Kayalar yosun tutmuş.

090420146430

Ayazma çayının sağ kolundan yukarısını dolaşıyoruz. Çay şarıldayıp akıyor uzun, iri, gövdesi yosun tutmuş çınar ağaçların gölgesinde.

090420146429

Yosun tutmuş çınar ağacının gövdesi sağda, ileride kademeden dökülen çay ve tahta köprü.

090420146432

Çay yatağında bir sağdan, bir soldan yukarı çıkmaktayız. Bazı çınar ağaçlarının gövde içleri çürüyüp oyuk açılmış.

090420146433

Kayaların arasından köpürerek akan çay kenarında Mustafa yere oturmuş cep telefonu ile resim çekiyor.

090420146434

Dere bazen iki iri kayanın arasında sıkışıp kendine daracık ta olsa bir yer bulup küçük çağlayan oluşturmuş. Aşağı dökülürken çıkardığı ses ilk önce beyaz köpüklerin içinde hapis oluyor. Ancak köpük patladıktan sonra sesi duyabiliyorum. Bu ses olayını öyle kolay duyamazsınız. Oturup dinlemek gerek köpüğün içinde hapis olmuş sesleri.

090420146436

İrfan da çınar ağacının altında çömelmiş resim çekiyor kendi gördüğü yerleri. İleride yüksekten dökülen çay köpürmüş.

090420146435

Yaşamın izlerini suda aramak gerek. Su varsa yaşam da vardır. Önce yosunlar, küçük çalılar ardından ağaçlar dere kenarında. Sonra böcekler, kuşlar ve diğer hayvanlar sudan faydalanıyor. Oturup köpüklerde saklı olan sesi dinlerken bunları düşünmeden edemiyorum. Çağlayıp dökülen sular köpürüyor.

090420146437

Bir ağaç devrilmiş ve çay üzerinde doğal bir köprü oluşturmuş.

090420146438

Bazen de dere dinginleşiyor bir süre. O zaman berrak suda tüm renkleriyle çakıl taşları büyülüyor adeta. Su o kadar berrak ki seyrederken en ince ayrıntısına kadar suya, ağaçlara, kuşlara aşık olmayı düşünüyorsun birden bire. Derenin içinde çakıl taşı olmayı düşlüyorsun, renkli çakıl taşı. Güneşin ışıklarını bakanları kendine aşık edecek kadar renkli.

090420146439

Öyle ilginç ağaçlar görüyorum ki durup resmini çekmeden edemiyorum. Ağacın gövdesinden başka yerler görünüyor. Benim gördüklerim sadece birazı, kim bilir daha ne kadar değişik ilginç resimler vardır doğada.

090420146440

İşte burası efsanede anlatılan ilk güzellik yarışmasında Hera, Athena ve Aphrodit altın elmayı alabilmek için havuzda buz gibi suda yıkanarak vücutlarını dirileştirip Paris’in karşısına tek tek çıktıkları havuz. Köprü altından, yüksek kayadan köpürerek havuza akan çay.

090420146441

Demin gördüğüm çağlayanı yakından ve yandan çekiyorum.

090420146442

Derede akan suyun yanı sıra çeşmelerden de sular akmakta. Ardından dereye kavuşup çılgınca çağlayıp denize kadar yolculuğuna devam ediyor. İki borudan dökülen su ve arkada çağlayandan köpürerek dökülen su aynı karede.

090420146443

Yürüyüşçüler için patikalar oluşturulmuş ormanın içinde. Ormanı dinleyerek yürüyüş yapabilirsiniz çam ağaçlarının gölgesinde.

090420146444

Devasa kayalıklar da dik olarak karşımıza çıkıyor. Tıpkı çam gövdeleri gibi.

090420146445

Dün gördüğümüz su türbinine giden boruyu görüyorum. Boru delinmiş, suyun basıncından metrelerce yukarı fışkırıyor.

090420146446

Yanlardan gelen küçük dereler çaya kavuşup birleşiyor.

090420146447

Kimi yerde de kayaların altından fışkırarak çıkıyor sular.

090420146448

Dik kayalık sanki su deposu ve her kayanın altı delik, sular fışkırıyor yer yüzüne, dereleri, çayları oluşturuyor.

090420146449

İrfan’ın rehberliğinde yukarılara doğru çıkıyoruz Mustafa ile. İrfan Keçi gibi tırmanarak kayalıklarda ki küçük mağaralara götürüyor bizi. Merakla takip ediyoruz sadece.

090420146451

Bu susuz mağara, epey gidiyor yukarı doğru. Ancak bir insan gidebiliyor.

090420146452

Mağaranın içine giriyorum, içerisi zifiri karanlık. Cep telefonumun ışığı ile etrafı görebiliyorum. Mağaranın içi kupkuru, 2 metre yanında su olmasına rağmen. Bir yere kadar gidebiliyorum. Mağara öyle sessiz ve karanlık ki insan ürperiyor bu durum karşısında. Kapalı yerde kalma korkusu olanlar buraya girmemeli bence. Korkudan ölebilir. İrfan’ın dediğine göre mağara yukarıdan çıkışı varmış. Ama gözüm yemedi doğrusu çıkışa kadar. Çıkış deliği de görünmüyor karanlığın içinde. Kendimi elçek ile remimi çekiyorum

090420146459.

Bu da suyun gözü, İrfan’ın dediğine göre su buradan fışkırarak dışarıya çıkıyormuş ama şimdi hiç akmıyor. Bu kış yağışsız geçtiğinden olsa gerek bu kaynakta su bitmiş anlaşılan.

090420146453

İçerisi loş karanlık, su var ama akmıyor.

090420146455

Deliğin içinde su var, loş ışıkta bile su o karar berrak ki seyretmeye doyamıyorum. Mavimtrak bir rengi var suyun içindeki çakıl taşlarının.

090420146456

Etrafta bahar çiçekleri açmış durumda. Mor çiçek tüm güzelliğini ortaya sermiş, arılara nektarını sunmaya hazır.

090420146460

Yürüyüş biraz yordu galiba, oturup dinleniyoruz. Kendimizi yormaya da gerek yok. Tembelliğimiz üzerimizde nasıl olsa. Üçümüzü yere oturmuş dinlenirken elçek resim çekiyorum.

090420146463

Çayın aktığı yer derin bir yarık, üstünde çam ormanı ve bir çardak görünüyor.

090420146464

Başladığımız yere tekrar geliyoruz. çağlayanın tam tepesinden aşağıya aktığı yeri çekiyorum.

090420146465

Dengesiz İrfan’ı tahta köprünün üzerinde resmini çekiyorum. O da sorumsuzca bana poz veriyor. İrfan korkuluğa dayanmış durumda.

090420146466

Hiç bir yerde görmediğim güzellikte bir yer Ayazma. Büyüleyici bir görünümü var sanki. Daha önce yaşanmışların hikayesi saklı bir yerlerinde. Hikayelerini dinleyecek birilerini bekler gibi. Kim bilir neler yaşanmış ağaç gölgelerinde. Sanki yaşanmışların hikayeleri ağaçların kovuklarında saklı. Kulağını ağaç kovuğuna getirip hikayeleri dinleyecekmişsin gibi. Akan çaydaki çınar ağaçlarında kovuklar, solda yürüme yolunda İrfan yürüyor.

090420146471

Suyun içinde renk cümbüşü var sanki. Suyun akışında meydana gelen gerilmeler öyle bir görüntü veriyor ki saatlerce seyretsen doyamazsın. Mavisi, beyazı, yeşili, kahverengisi. Açık renkli, koyu renkli seyredilmeye değer.

090420146472

Su yüzeyinde akıntının meydana getirdiği gerilmeleri seyretmeye doyamıyorum. Yaşama yaşam katıyor.

090420146473

Güneşin ışıkları suyun üzerine yansıması apayrı bir görüntü veriyor. Işık sanki köpüklerle dans ediyor gibi. Köpüklerde hapis olan sesler ışıkla bütünleşerek insana huzur veriyor.

090420146474

Yaşlı çınar ağacı derede başına gelmedik şeyler yaşamış gibi yuvarlak biçim oluşurmuş. Buraya gelen aşıklar da aşkını ağaç gövdesine kazıyıp ilan etmiş tüm dünyaya.

090420146475

Yıllarca, uzun yıllarca dağlarda dolaşmış biri olan İrfan hala doğaya aşık olarak oturup doğanın bize sunduğu güzelliklere bakmaya doyamıyor. Çay yanından akıyor usulca. İrfanın yanında uzun bir ağaç kalem gibi düz.

090420146476

Sanki tarihte ilk güzellik yarışmasının yapıldığı Ayazma da tüm güzellikler toplanmış gibi. Kademe kademe dökülen çay Güneşte parıldıyor.

090420146477

Suyun yüzeyinde minik minik güneşleri görebilirsiniz. O bize hayat veriyor, biz de onu yaşıyoruz suya vurmuş renk cümbüşü içinde.

090420146478

Hep etrafı, ağaçları, akan çayı çekecek değilim ya. Bir de beni sessizce takip eden gölgemi de çekmek gerek diyerek kendi gölgemi çekiyorum. Gölgem yere vurmuş.

090420146479

Henüz Bahar aylarının başlarındayız. Nisan ayının ilk günleri, hava pek o kadar sıcak değil. Benim niyetim antik çağlarda güzellik yarışması için Paris’in karşısına çıkmadan önce girdikleri güzellik havuzuna girmek.  Şortumu giyip havlumu aldıktan sonra güzellik havuzuna geliyorum. Dostum Feyyaz Alaçam der ki “Üşümek psikolojiktir” diye. Ben de ona uyarak psikolojik olarak kendimi hazırlayıp güzellik havuzuna giriyorum. Su aşırı derecede soğuk, insanın bedenini yakıyor adeta. İlk önce ayaklarımla giriyorum, ayaklar dondu bir süreliğine. Ardından sudaki kayalıklara dikkat ederek havuzun içine kendimi bırakıyorum usulca. Soğuk su tüm bedenimi haşlıyor ilk önce. Henüz kılcal damarlarım açılmamış, suyun içinde hızlı kulaç atarak bir süre yüzüyorum. İrfan da beni çekiyor yüzerken. Arkamda çağlayan köpürerek havuza dökülüyor.

1538791_10152333402244861_3108746995654024903_n

Fazla kalamadım suyun içinde, bir süreliğine çıkıyorum. Üşüme desen hiç yok, gayet iyi durumdayım. Biraz dinlenmek gerek, kılcal damarların açıldığını hissediyorum. En uç damarlarda dolaşan sıcak kan ısınmama neden oluyor. Havuzun dışında kollarımı yumruk yapıp poz veriyorum İrfan’a

10258275_10152342080349861_740001071005153424_n

Fazla beklemeden tekrar suya dalıyorum, gövdem suyun sıcaklığına alışıyor. Tüm organlarım en üst düzeyde çalışıyor galiba. Havuzun içinde bir o yana, bir bu yana yüzerek keyfini çıkarmaya başladım. Ohh hayat bu işte sevgili dostlar. Günlerin yorgunluğu üzerimden çekiliyor sanki. 9 Gündür hiç durmadan pedal çeviriyoruz. Sadece Dardanos yerleşkesinde duş almıştım. Şimdi ise Kaz dağlarının kayalar içinde sakladığı kar suları, kayalardan fışkırıp ortaya duru, saf ve soğuk olarak çıktığı yerde yıkanarak arınıyorum adeta.

10268526_10152342083829861_279651908245008789_n

Havuzda ki tüm su benim üzerimden akıyor Müthiş bir şey bu. Doğal masaj oluyor benim için. Yüzlerce metreküp su üzerimden akıp gidiyor aşağılara doğru. Uzun saçlarım suya uyum sağlıyor akarken. İki elimle yandaki kayalara tutunmuş halde sular üzerimden akarken İrfan çekiyor bir poz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

10151299_10152333382159861_3903726615810480825_n

Bir süre sonra sudan çıkıp kurulandıktan sonra çadırların olduğu yerde yere uzanıp Güneşlenmeye başladım. Soğuk suda vücudum o kadar diri haldeki sanki Afrodit ile havuzun içinde çılgınlar gibi sevişmiş haldeyim. Ve hala Güneşin altında bu sevişme devam ediyor gibi. Güneşin ışınları ile ısınırken ilk güzellik yarışmasının yapıldığı bu yerde geçmişte olan olayları düşündüm. Elde ettiğim sonuç ; tüm savaşların bir kadın yüzünden çıkmış olduğu. Hem de en güzel kadın yüzünden…

Tanrıların yaşadığı Olimpos dağında bir düğün vardır. Gümüş Ayaklı diye anılan Thetis evlenmektedir. Nereid (deniz perisi) olan Thetis olağanüstü güzel bir kadındır. Zeus onunla birlikte olmaya niyetlenmiş fakat hevesi kursağında kalmıştır. Çünkü Thetis’in üzerinde bir hediye/bir lanet vardır. Doğuracağı çocuk babasından güçlü olacaktır. Bunun üzerine Zeus onu bir ölümlüyle evlendirmeye karar verir. Bu kişi Peleus’tur.

Tanrıların evinde muhteşem bir şölen vardır. Su perileri bile düğüne çağrılıyken, Kavga ve Karmaşa tanrıçası Eris, düğünün tadı kaçmasın diye, Zeus tarafından davet edilmemiştir.

Eris buna çok bozulur. Düğündekilere ve özellikle de Zeus’a bu saygısızlığını cezasını vermek için bir yol düşünür. Bir altın elma alarak üzerine “En güzele” yazar ve Olimpos’a fırlatır.

Elma düğünün tam ortasına düşer. Zeus daha elma düşerken, olanları anlamıştır. Eris’i davet etmediğine pişman olur ama çok geçtir. Elmanın üzerindeki yazı salonda fısıltı şeklinde dolaşmaktadır.

Bütün kadınlar elmayı kendilerine layık görmektedirler. Ama ortada güçlerin savaşı da vardır. 3 kadın elma üzerinde hak iddia etmek üzere öne çıkarlar. Hera, Athena ve Afrodit. Hiç biri geri çekilmek niyetinde değildir. Zeus’a dönerek tanrıların tanrısı olarak en adil kararı onun vereceğini, elmayı hak edene vermesini söylerler.

Zalim, bencil, çıkarcı, yalancı. Bunların hepsi Zeus için kullanılabilir sıfatlardır. Homeros da İlyada’da satır aralarında bu sıfatları ona yerleştirmiştir fakat, asla aptal değildir Zeus. Böyle bir seçimi yaptığında, başına gelebileceklerden haberdardır; İki ölümsüz tanrıçanın sonsuz kinini kazanmak.

İşten sıyrılmak için, kendisinin onları sadece fiziksel güzellikleriyle değil aynı zamanda tanrısal güzellikleriyle de bildiğini, bu yüzden seçimi başkasının yapması gerektiğini söyler. Bir ölümlünün. Gözleri fiziksel güzellikten başka hiçbir şey göremeyen bir ölümlünün.

İyi kıvırdığının farkındadır. Şimdi tanrıçaların arasında seçim yapacak bir ölümlü bulmak gereklidir. Hermes’e emir verir; Bir ölümlü bul ama ihtiyar olmasın. Onlar görmüş geçirmiş olduğundan böyle bir seçimin neye mal olacağını hissedecek kişilerdir. Tanrılar arasında hakem olmayı kabul etmezler. Genç, toy birini bul. Dikkat et, soylu biri olsun. Ne de olsa tanrıçaların içinden seçim yapacak. Ama çok önemli birini de seçme. Tanrıçalar öç aldığında, insanlar fazla isyan etmesin.

Bugün Londra, National Gallery’de sergilenmekte olan Paul Rubens’in 1636 tarihli “Paris’in Kararı” tablosu bu anı resmetmektedir.

Rubens_-_Judgement_of_Paris

Aslında Zeus’un kimi kast ettiği bellidir. Priamos’un oğlu Paris.

Troya kralı Piramos’un karısı Hekabe rüyasında yılan doğurduğunu görünce uykusundan uyanıp Troya ve İda dağının yanmakta olduğunu haykırmış. Piramos oğlu kahin Aisakos’a rüyayı yorumlatmış. Aisakos yorumunda “Kraliyet ailesinden doğacak bir çocuğun Troya’nın yerle bir olup yıkılmasına neden olacak.” Bunun üzerine Kral Piramos öldürmesi için İda dağı baş çobanı Agelaos’a yeni doğan çocuğunu öldürmesi için İda dağına götürmesini emretmiş. Agelaos yeni doğmuş çocuğu alarak İda dağına götürmüş. Yufka yürekli olan Agelaos çocuğa kıyamamış, dağa bırakmış. Paris’i dişi bir ayı emzirerek hayatta kalmasını sağlamış. Baş çoban Agelaos Paris’i bıraktığı yere gidince hayatta olduğunu gördükten sonra bunda bir keramet var, tanrılar ölmesini istemiyorlar diye İda dağında Paris’e bakmaya başlamış. Bilge, akıllı ve yakışıklı bir çoban oluvermiş Paris.

Hermes Zeus’tan aldığı emirle yanına Hera, Athena ve Afrodit’i alarak İda dağında sürüsünü otlatan Paris’in yanına gelerek altın elmayı ona verdikten sonra Zeusun mesajını iletti : ” Gönül ilişkilerindeki adaletin yakışıklılığın kadar göz kamaştırıcı.  Bu nedenle tanrıçalardan en güzelini söylemen için Zeus sana emrediyor.”

Paris elmayı kabul ederek şüphelerini dile getirdi ; “Benim gibi basit bir çoban nasıl olur da hakemlik yapabilir? Elmayı üç eşit parçaya böleceğim” diye bağırdı.

Hermes, “Hayır bölemezsin, Ulu Zeus’un emrine karşı gelmen imkansız !” diye Paris’in isteğini reddetti.

Paris “Nasıl istiyorsan öyle olsun” diyerek derin bir iç çekip tanrıçalara dönerek “Verdiğim karardan dolayı kaybedenlerin beni cezalandırmaması için size yalvarıyorum. Neticede ben aptalca hata yapabilecek bir ölümlüyüm” dedi.

Tanrıçaların üçü de Paris’in  söylediklerine hak verip ona katıldılar.

“Onları göründükleri gibi yargılamak yeterli mi, yoksa soyunmaları da gerekiyor mu?” diye sordu Paris Hermes’e

Hermes de ona “Yarışmanın kuralları şu andan itibaren senin kararların olacak” diyerek bıyık altından güldü. Hermes bunun üzerine tanrıçalara soyunmalarını nazik bir dille söyledi.

Tanrıçalar soyunduktan sonra Paris “Şimdi eğer bir itirazınız yoksa sizlerle teker teker görüşmek isterim. Böylece gereksiz tartışmaları önlemiş oluruz. İlk olarak siz gelin Azize Hera! Diğer tanrıçalar bizi bir süreliğine yalnız bırakabilirler mi acaba?”

“Bana dikkatlice bak” dedi Hera, muhtelşem vücudunu yavaşça döndürüp gösterdikten sonra “Unutma ki eğer beni seçersen seni tüm Asya’nın hükümdarı ve Dünyanın en zengin kişisi yaparım.”

“Hiç bir şekilde rüşvet kabul etmem mümkün değil, teşekkür ederim yeterince gördüm. Şimdi siz gelin Azize Athena” diye karşılık verdi Paris.

“İşte buradayım” dedi Athena maksatlı bir şekilde ileri atılarak. “Dinle Paris, eğer ödülü bana verecek olursan seni tüm savaşlarda muzaffer bir komutan yaparım. Aynı zamanda en yakışıklı ve bilge insanı olursun”

“Ben bir asker değil basit bir çobanım” dedi Paris tanrıçaya dönerek. “Kral Piramos’un egemenliği altındaki Lydia ve Phyrigia’nın dört bir köşesinde barış sürmekte. Bunu kabul edemem” diyerek tanrıça Athenayı gönderdi.

Son kalan Afrodit’ seslenerek yanına çağırdı. Afrodit beklerken güzellik havuzuna girerek güzel vücudunu soğuk suda adeta diriltti. Sudan yeni çıkmış durumda Paris’in yanına gelerek neredeyse teni tenine değecek karar yaklaşan Afrodit Paris’in kıpkırmızı olmasına neden oldu.

“Lütfen bana dikkatlice bak” dedi Afrodit. ” Ve hiç bir şeyi atlama…  Seni görür görmez kendi kendime dedim ki Dünyanın en yakışıklı adamı duruyor. Onun gibi birisi böyle bir yerde nasıl olur da çobanlık yapar. Benim kadar güzel ve benim kadar tutkulu bir kadın olan Spartalı Helen ile evlenmen sana neyi kaybettirir. İnanıyorum ki birbirinizi ilk gördüğünüzde Helen senin aşığın olabilmek için ailesini, evini kısacası her şeyi arkasında bırakıp seninle gelecektir.”

Bunu duyduktan sonra Paris altın elmayı Afrodit’e uzatarak aşkı seçer.

Yarışmayı kaybeden diğer tanrıçalar Paris’e verdikleri sözü tutmuşlardır. Kendisine hiç bir zarar vermediler. Ama Troya savaşta çok acı çekti halkı ile birlikte ve yerle bir oldu.

Homeros İlyada da bu savaşı destanlaştırarak anlatmıştır bu trajik tanrıların oyunlarını.

Alıntı ; Yunan Mitleri Tanrılar, Kahramanlar, Söylenceler. Robert Gravers kitabından.

Yukarıda anlattığım hikayenin kısaltılmışını tabelaya yazmışlar, Tabelada yazılan;

İda’da Dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçimi

Kral Piramos’un bir kuşkuyla dağda ölüme terk ettiği oğlu Paris bir ana ayı tarafından emzirilerek kurtarılıp büyüyüp yaman ve güzel bir delikanlı olur. Bir gün güzeller güzeli tanrıçalar Hera Athena ve Aphrodite arasında kimin en güzel olduğu konusunda kavga çıkar. avgayı çözümlemek üzere Zeus Paris’i görevlendirir. Paris birbirinden güzel üç kadın arasında seçimi nasıl yapıp elmayı kime vereceğini düşünürken belkide dünyanın ilk rüşvetlerinden biri devreye girer. Hera; Asya ve Avrupa krallığını, Athena; Savaşta Dünyanın en büyük yiğidi olmayı ve insan üstü akıl vadederler. Aphrodite ise; Benden sana en güzel kadın sevgisi der. Pars krallığı ve kahramanlığı bir kenara itip sevgiyi seçer ve Aphrodite uzatır elmayı. Böylece Dünyanın ilk güzellik kraliçesi seçimi sonuçlanır!

Diye yazılmış.

090420146491

Güneşin altında iyice ısındıktan sonra giyinerek arkadaşların bulunduğu yere geliyorum. Cep telefonlarının çektiği noktada Mustafa ve İrfan çektiği resimleri facebook’ta  paylaşmaya çalışırken resimlerini yüksek bir yerden çekiyorum.

090420146480

Yanlarına iniyorum, ikisi de hala telefonlarınla meşguller.

090420146482

 

Ayazma da bir amfi tiyatro bulunmakta. Ama öyle antik çağlardan kalma değil. Sahnesi betondan yapılmış, oturma yerleri yuvarlak ağaç gövdeleri kesilerek yapılmış.

090420146485

Amfi tiyatronun oturma yerleri kısa çam kütükleri dik olarak toprağa gömülmüş, Oturma yerlerini yandan çekiyorum.

090420146486

 

Buraya gelen piknikçiler için çardak yapılmış ama çardağın içine yağmurdan kaçan uyanık piknikçinin bıraktığı masa duruyor. Kimse de dışarı çıkartmaya yeltenmiyor açıkçası.

090420146481

 

Tiyatronun oturma yerindeki kütüğe bir orman kuşu gelince resmini çekiyorum. İşte sabahın erken saatlerinde ormanın şarkısını söyleyen bu kuşlar. Ürkek bakışları ile beni süzdükten sonra fazla durmayıp uçup gidiyor yiyecek bulmaya.

090420146488

 

Öğle yemeği için Mustafa aşağıdaki balık çiftliğine gidip balık alıyor. Ardından tavasında pişirerek bize sunuyor. Mustafa yemek pişirmesini seviyor ve ağzının tadını bilerek en lezzetli biçimde hazırlıyor sofrayı. Yemek keyfini de rakı ile süsledi. Zaten balıklar ağlardı rakı olmazsa sofrada. Yemekten sonra kahveleri içtik. Ardından güzel bir çay demliyorum. Çay da çay oluyor tavşan kanı gibi. Tembelliğimizin üst noktasındayız. İki çaydanlık üst üste.

090420146492

İrfan piknik masasında çay içerken, yanda bisikletim KUZ duruyor. Çadırlar solda.

090420146493

 

Akşam hava kararmadan İrfanın arkadaşları geliyor. Hakan Berktan ve Özcan Doğan. Kendileri ile daha önce tanışmamıştım. Tanışıyoruz ve çadırlarını kurmalarına yardımcı olduk. Akşam yemeği için bolca makarna yapıp ortaklaşa yiyoruz afiyetle. Bu arada hava kararıyor, dereden gelen su sesinden başka ses yok etrafta. Ağaçların arasından ay bize kendini gösteriyor. Ayı biraz yakınlaştırıp çekiyorum.

090420146498

 

Kalabalık olunca sohbet te güzel oluyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince çadırlara girip yatmak gerek. Bu gün dinlenerek geçtiğinden tatlı bir yorgunlukla ormanın içinde mis gibi bir havada iyi bir uykuya dalıyorum tatlı düşlerle.

Nemrut Turu 4. Gün

17 Ağustos 2014 Pazar

Nemrut – Tepehan – Malatya – Garaj – Ev

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Gökler yoktu bir zamanlar, 

Yeryüzü yoktu, yükseklik ve derinlik
İsim yoktu.
Toprak altında Apzu vardı yalnız,
İlk yaratıcı olan tatlı su.
Bir de acı su Tiamat vardı.
Bir de döl yatağına dönen Mummu;
O zamanlar tanrılar yoktu daha.

Birbirine karışmıştı tatlıya acı,
Örgülü kamışlar belirmemişti henüz,
Suları bulandırmıyordu sazlar.
Tanrıların adı yoktu, işte o vakit
Sürüklenip gelmiş çamurlarla dolu suda,
Apsu’dan ve Tiamat’tan, ansızın,
Tanrılar yaratıldı:

Çamurdan doğan Lahmu ile Lahamu,
Daha genceciktiler, boyları uzamamıştı,
Göklerin ufku Anşar ile yeryüzü ufku Kişar
Onlara göğün ve yerin çizgileri
Ufuklarda bulutları çamurlardan ayırdı.

Günler günleri kovaladı, yıllar yılları,
Anşar’la Kişar’ın ilk çocuğu Anu, boş gök,
Ulu Tanrı Ea’yı doğurdu kendi başına.
Ea, göğün ufkundan daha geniş bir akıl,
Benzerlerinin hepsinden kat kat güçlü..”

Mitoloji Şiirleri

 

Öne çıkmış olan görsel. Güneş ufukta doğuyor dağların arasından.

170820147757

Sabah gün ağarmadan saat 03:00 te kalktık. Kamyonetlere binerek zirveye çıktık. Kamp yeri ile zirve arası 3.5 km civarında. Zirveye vardığımızda henüz tan yeri ağarmamıştı.  Doğu terasında yerimizi alıyoruz. Bir süre bekledikten sonra doğu tarafı yavaşça ağarmaya, ufuk çizgisi kızarmaya başladı.

170820147739

Zaman geçtikçe etraf aydınlanmaya başladı. Gök mavi rengini aldı, yeryüzü hala alaca karanlık.

170820147740

Başsız olan heykeller ve Tanrıların oturdukları tahtlar Güneşin doğuşunu sessizce bekliyorlar binlerce yıldır bekledikleri gibi. Terastı Güneşin doğuşunu bekleyenler kaplamış.

170820147741

Tümülüsün altında ne var bilinmez ama o da sesizliğini koruyor.

170820147742

Güney tarafında ki dağlar seçilmeye başladı. O tarafta Atatürk barajı var, Türkiye’nin en büyük barajı. Baraj gölüne henüz ışıklar vurmadığı için görünmüyor.

170820147743

Akşam gördüğüm katır sabah yine gelmiş. Baraj göleti görünüyor silik te olsa.

170820147744

Ufuk yavaş yavaş kızarmaya başlıyor. Yakında güneş yüzünü gösterecek. İki kişi Güneşin doğmasını bekliyor.

170820147746

Beklenen an geldi, güneş kendini göstermeye başladı. İşte Nemrut dağından güneşin doğuşunu seyretmenin tadı. Ufuk çizgisi yüzlerce kilometre olması güneşin böyle görkemli doğmasına neden oluyor. Dünyanın hiç bir yerinde bu doğuşu seyredemezsin. Doğu ve Batı dinlerini birleştirmeye çalışan Komanege kralı Mitrhridates ve oğlu Antiokhos  Yunan ve Pers tanrılarını da birleştirip Nemrut dağında bu tapınağa dev heykellerini yaptırdı. Mithridates tanrılara Yunanca ve Persçe olan isimler verdi:

Apollo/Mithras – /Herakles Artagnes – Zeus/Oromasdes – Hera/Teleia – Hermes / Helios

Yeni bir din olarak yayılması için Doğu ve Batıya egemen olan Nemrut dağına tapınak yapıldı. Nemrut dağından bakıldığında uzak mesafeler görüldüğü gibi uzaklardan da Nemrut dağı ve tapınak rahatça görülüyor.

170820147747

Aşkın da payı var

Güneşin

parıltısında

ve erdeminde.

Güneş havadaki nem yüzünden alt kısmı kırmızı, üst kısmı sarı renkte görünüyor. Güneş tam dağdan ayrılmış durumda

170820147750

Güneş doğduktan sonra yükselmeye başladı gökyüzünde. Atatürk baraj gölü kendini  yavaşça gösteriyor.

170820147751

Güneşin doğmuş halini yakınlaştırıp çekiyorum. Resimde güneş tam görünüyor, henüz parlamaya başlamadı.

170820147752

Güneşin doğduğu tepeler ne kadar uzakta olduğu gayet net görülmeye başladı.

170820147753

Ortalık iyice aydınlandı, Tümülüs tüm güzelliğini gizemli bir biçimde gösteriyor. Tümülüs’ü oluşturan kireç taşlar bej renginde beyaza yakın, yumruk büyüklüğünde. Taşların hepsi aynı boyutta. 35 derece eğimli Tümülüs’ün yüksekliği 50  metre, genişliği 145 metredir. Denizden yüksekliği 2206 metredir. Tümülüs’ün altında Komanege kralı Antiochos’un mezarı olduğu düşünülmektedir.

170820147755

Güneş tamamen yükseldi. Akşam batışını seyretmiştim. Şimdi doğuşunu seyrettim, bu inanılmaz olayı yaşadım heyecanla. Şansımıza hava açık,

sakin ve güzeldi.

170820147756

Sıra geldi keyfimizin kahyasına, keyfimiz de kahve olunca kahya da dört köşe. Zaten dört fincanım var, şanslı olan benimle beraber beş kişi kahve içiyor. İşte şanslı  olanlar Özer Çatori, Hakan ve Nagehan bir fincanda içiyorlar. Dördüncü de Ahmet Leblebici. Özer Çatori elçek resim çekiyor kahve içerken.

ozercatori2

Kahve keyfinden sonra kamyonete binip kamp alanına gidiyoruz. Özer Çatori elçek resim çekiliyor kamyonet üzerinde, kamyonete doluşmuş durumdayız.

ozercatori3

Kamp alanına gelince kahvaltıyı yaptık. Ardından eşyaları ve çadırları toplayıp kamyonete yükleyerek yola çıkıyoruz hep beraber. Yandere köyüne kadar inişimiz çabuk oluyor. Köyde kısa bir mola veriyorum, buz gibi suları içip şişeleri tazeliyorum akan sulardan.

170820147758

Yalağın içindeki su o kadar berrak ki taşların rengi daha belirgin görünüyor.

170820147759

Yandere köyü çukurda kaldığından köyden sonra tırmanma başlıyor. Ağır tempoda Tepehan’a kadar çıktık. Tepehan’dan sonra tekrar iniş başladı, iniş burada fazla değil. Mollahan çayına kadar indikten sonra Kube dağına tekrar tırmanışa geçtik. İşte bu tırmanmada hava o kadar ısındı ki başım resmen kaynadı. Çıktıkça daha da ısınıyor. Su tüketimi fazla, yanımda bol miktarda var. Öyle bir an geldi ki dayanacak gücüm kalmadı. Güneş tepemde kavuruyor, bir taraftan da acıktım. Yemek yenilecek yere 3 km kala kamyonete biniyorum. Kendimi fazla zorlamanın gereği yok. Lokantaya gelince bisikleti indirerek elimi yüzümü çeşmede bol su ile yıkayıp biraz serinliyorum. Öğle yemeğini yiyip üstüne de bir çay içince kendime geliyorum. Biraz dinlendikten sonra Malatya bisiklet derneği başkanı Aziz Karaca ve Mehmet Baki Canbay beni alıp kameranın karşısına oturtuyorlar. Ben de düşüncelerimi anlatıyorum kamera karşısında. Maalesef çektikleri görüntüleri izleme olanağım olmadı.

sevinc2

Bundan sonra fazla tırmanış yok. Kube dağı zirvesini gördükten sonra iniş çabuk ve zevkli oldu. İnişe geçtiğim sırada ( kaskı takmamıştım ) kafamda ki buff rüzgarın etkisi ile düşmüş. Farkına varınca düşen buffumu yukarı çıkarak aramaya başladım. Çık çık bir türlü göremedim buffu. İnenler de niye yukarı çıktığımı soruyor. Ben de buffu gördünüz mü? diye sorunca görmediklerini söylüyorlar. Nereyse zirveye vardım. Buffu bulmaktan ümidimi kestim artık. Tam geri dönecem bir baktım ki buff arkada bagajıma takılmış öyle duruyor. Buffu bulunca öyle bir sevindim ki anlatamam. O sevinçle buffu giyip kaskımı da taktıktan sonra hızla aşağıya inmeye başladım. Manzarası güzel bir yerde durup kahve pişirerek dört fincanı da tek başıma içtim. Zaten kafam sıcaktan kaynamıştı, buffu da tekrar bulunca sevinçet dört köşe olmuşum, keyfime dört kahveyi sığdırdım. Ocak, cezve ve içi kahve dolu, köpüklü dört fincan.

170820147760

Kahve keyfinden sonra Malatya – Elazığ kara yoluna vardım. Benzin istasyonunda arkadaşlar durmuşlar. Beni de çağırarak dondurma ısmarladılar. Bu sıcakta iyi geldi dondurma. Kamp alanına vardık, arkadaşlarla vedalaşıp ayrılma zamanı. Başka turlarda görüşme dileği ile eşyalarımı bisiklete yükleyip otogara geldim. Bisikletin ön tekerini sökerek bagaja yerleştirince rahat bir nefes alarak otobüsün kalkmasını bekledim. Otobüs önünde Beydağ yazılmış, iç kısma da gideceği yer olan Afyon, Uşak ve İzmir yazılmış.

170820147762

Yaklaşık 14 saat gece boyunca yolculuk yaparak İzmir’e vardım.

Dünyada güneşin batışı ve doğuşunu en güzel seyredebileceğim Nemrut dağında Tanrı heykelleri ile beraber  gerçekleştirdim. Yeni dostlar edindim, yeni yüzler gördüm. Benim için çok güzel anılar oldu. Üzüldüğüm sadece bu yıl Malatya’nın en meşhur meyvesi olan Kayası yiyemeden dönmek oldu. Zaten üreticiler de bu yıl çiçekte olan kayası ağaçlarına kar yağması hiç meyve olmamasına neden olmuş. Geçimleri kayası olan üreticiler perişan olmuş durumda. Umarım bir daha böyle olmaz.

Arkadaşım Ankara dan Enes Çalışkan bana bu bileğe takılan bisikleti hediye etti, kendisine çok teşekkür ederim.

Malatya da bu festivali organize eden Mustafa Ekici, Aziz Karaca, Demet Aslan, Mehmet Baki Canbay, Tolgahan Ateş, Fatih Kaya hepinize sonsuz teşekkürler. Çok güzel bir tur oldu sayenizde. Emeklerinize sağlık.

Ayrıca Türkü dostu Hüsnü Yaşar, sazı ve sözüyle mest etti beni. Yeni tanışmamıza rağmen sanki binlerce yıldır tanışıyormuşuz gibi. Sağ ol dostum.

180820147763

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak tolam 102 + 17 = 119 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritaları aşağıda

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

III. AzBilinenAntikKentlerBisikletTuru 6. Gün

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Aliağa – Yenişakran – Yuntdağı Köseler köyü

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Gerçi taş baskısı kitaplar

İşportaya düştükten bu yana

Hüzünden epey uzaklaştık

Ama gurbet yine de vardır”

Ahmet Telli

 

Öne çıkmış olan görsel, çocuklar önde, paraşütü elleri ile havada tutuyorlar.  Önlerinde paramotor var

10298457_817024704989382_3878709490058211091_o

III. Az Bilinen Antik Kentler Turu başarı ile bitmişti ve önemli bir kaza yada olay olmaması bizleri daha da sevindirmişti. 5 gün boyunca turda yaşadıklarımızı andık, resimlere bakıp grup sayfasında paylaşarak anılarımızı tazeledik. Onlarca, yüzlerce hatta binlerce resim olmuştu.

Ama bizler için daha tur bitmemişti, geçen yıl ilkini yaptığımız 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamaları hala aklımızdan çıkmamıştı. Yunt dağı köseler köyü ilk okulunda hayatımda çocuklarla beraber yaşadığım en güzel 23 Nisan Çocuk Bayramını kutlamıştık gözlerimiz sevinçten yaşları ile birlikte. Sadece ben değil turdaki 120 kişi de aynı duyguları yaşamıştı. Bunu unutmamıştık. Bu yıl rotamız başka yerde olduğu için 23 Nisan Çocuk Bayramını Özdere de Oğan Timinci İlk okulunda kutlamıştık.

Turdan sonra ABAK çalışma grubu olarak Yunt dağı Köseler köyü ilk okuluna bir tur yapalım diye karar aldık. Turdan kalan bir miktar paranın üzerine para toplayıp bir lap top bir projeksiyon cihazı aldık. Ben de kitaplığımda bulunan tüm çocuk kitaplarını paketleyip çocuklara vermek üzere hazırladım. Köyün genç  Öğretmeni Hatice ile iletişime geçerek geleceğimizi bildirdik. 2 Haftalık bir dinlenmenin ardından Etkinlik açarak tura katılmış olanları, gelmek isteyenleri davet ettik. 10 – 11 Mayıs 2014 günü Metro ile Aliağa’ya gidip tura oradan başlamayı kararlaştırdık.

Turumuzla ilgili videoyu H. Olcay ORMANKIRAN hazırlayıp yayınladı

Akşamdan bisikletimi hazırladım. Yemek işini Ketring Osman yapacağından sadece kahve takımı ve ocağımı yanıma aldım. Hava yağışlı olacağından eşyalarımı naylonla sarıp çantama öyle yerleştirdim. Yağmurluğu da almaya karar verdim. 10 mayıs Cumartesi sabah erkenden kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra yola çıktım. Yağmur usulca yağdığından terliklerle bisikleti sürdüm. Ayakkabı ve çorapları naylon torbaya sarıp çantama koydum ıslanmasın diye. Buluşma yerimiz Karşıyaka iskelesi idi. Göztepe iskelesinden vapura binerek Karşıyaka’ya vardım. Henüz kimse yoktu, metro 09:30 dan itibaren bisikletlileri aldığından henüz erkendi. Benden sonra Konak vapuru ile Utku Balkan geldi. Hava yağmurlu olduğundan ayakkabılarımı poşete sararak çantama, terlikleri giyerek buraya kadar gelmiştim. Utku böyle bir resmimi çekiyor Karşıyaka iskelesinde. Başımda turkuaz mavi buuf, üzerimde sarı renkli yağmurluk, Altımda kısa pantolon, ayağımda terlik var. Bisikletim KUZ, bagajda çantalar yüklü. Hava kapalı ve yağmurlu olduğundan gökyüzü mavisi deniz üzerinde yok. Deniz süt gibi beyaz, bulut renginde.

100520147071

Yağmur yağdığından pek gelen olmuyor buluşma yerine. kimisi metroya binip Aliağa’ya direk gidecek. Diğer vapurdan sadece Olcay geliyor, Nilgün hanım Karşıyaka da oturduğu için karadan geldi. Gelen olur diye 09:30 a kadar bekliyoruz. Olcay, Nilgün ve Utku izban istasyonunda bisikletle beklerken çekiyorum.

100520147072

Metro saati gelince iskeleden metro istasyonuna hareket ediyoruz. İstasyondan kent kartları 2 kez basıp içeri giriyoruz. Dünyada sadece İzmir de bisiklet için ayrıca para alıyorlar nedense… Aliağa’ya kadar yoğun kamyon tır trafiğinden kurtulmuş oluyoruz böylece.

100520147075

Doktor Serhat ve Semra hava yağışlı diye arabayla geldiler. Hediyelerin ıslanmaması gerek. Serhat’ın  arkadaşı Doktor Bülent ve İnci de Balıkesir’den gelerek aramıza katıldılar. Doktor Bülent Paraşütçü, Paramotor ile tepemizde uçup resim ve video çekimi yapacak. Yola çıkmadan önce resim çekiliyoruz hep birlikte. Resimde 10 kişi var, bisikletler yüklü olarak önce park halinde.

100520147076

Hareket saatimiz gelince yola çıkıyoruz, hava hafif yağışlı. Yağmurluklarımızı giydik ama öyle ıslatacak kadar yağmıyor. İstasyondan ayrılıp  İzmir – Çanakkale yolundan bir süre gideceğiz Yenişakran’a kadar. İstasyondan çıkış halimiz.

100520147077

Çanakkale yolunda hızlı gidiyoruz. 15 km ana yolda pedal basacağız. Bir an önce Yenişakran’a ulaşıp köy yoluna sapmak gerek. Bisikletler yolun sağından gidiyorlar.

100520147078

Yol eğimi az olunca 15 km çabuk bitiyor. Yenişakran da çay molası veriyoruz. Biraz da acıkınca otlu, peynirli pide atıştırarak karnımızı az da olsa doyuruyoruz. Önümüzde 15 km tırmanış var Yunt dağlarına doğru. Enerji gerek değil mi? Kahveciden hoşuma giden çay içtiğim nazar boncuklu su bardağını ücretini vererek alıyorum. Çay, su içerken gerekli. Önümüzde kapalı ceza evi var. Yol buraya kadar duble ve iyi asfalt döşenmiş. Yeni Şakran’dan sonra hemen yokuş başladı zaten.

100520147080

Kendimi ve arkadan gelenleri elçek resim çekiyorum. Başımda kask, buuf ve gözümde Güneş gözlüğü var.

100520147081

Cezaevi düzlüğüne geldik, sağ tarafta küçük bir gölet var. Yağmur suları burada birikiyor.

100520147082

Ceza evinden sonra yol mıcırlı asfalta dönüşüyor. Biraz daha dikleşiyor eğim. Fakat bu bizi etkilemiyor doğrusu. Ağır ağır çıkıyoruz, dinlenerek, resim çekerek. Yağmur çok az serpiştiriyor. Yağmurluklar hava almadığı için terletiyor, yoksa terlemeden çıkardık bu yokuşları. Arabalar tek tük geçiyor, arada motorlu gençler şaşkın bakışlarla bizlere bakıyorlar.

100520147083

Henüz bahar ayındayız ve yağmur serinliğinde çeşit ot ve çiçek kokusu burnumuza kadar geliyor, ortalık yemyeşil. Yunt dağlarının tepelerinde rüzgar türbinleri sıralanmış usulca dönerek enerji üretiyorlar.

100520147085

Nilgün yükü ile ağır ağır çıkıyor yokuşları. Kendisi iyi bir turcudur, bu yokuşlar ona vız gelir tırıs gider. Çantaları sarı yağmurlukla örtmüş. ıslanmıyor yağmurdan.

100520147086

Yağmurun bereketi ortalığı yeşil otlarla zenginleştirmiş.

100520147087

Yunt dağlarında ilk köye varıyoruz Kapıkaya köyü. Yunt dağlarında kayalık arazi olması nedeni ile daha çok hayvancılık yaparak geçimlerini sağlıyorlar. Hayvanların su ihtiyacı için çukur yerlere gölet yaparak yağmur sularını biriktirip hayvanları suluyorlar. Zemin kayalık olduğu için su kaçağı da olmuyor göletlerde.

100520147088

Tırmanışımız biraz yavaş oluyor, ne de olsa bagajlarımız yüklü. Yolun eğimi zaman zaman %15 i geçiyor. Yol kıyısında tek olarak zeytin ağacı var.

100520147092

Olcay önümde giderken dönüp bana poz veriyor. Üzerinde mavi yağmurluk var.

100520147093

Yol kıyısında koca bir çitlembik ağacı karşıma çıkıyor. Çitlembik ağacı yüz yaşını geçmiş durumda. Kim bilir kaç kişi ve kimler gelip geçti önünden, sayısı belli değil. Gölgesinde kimler dinlenmiştir. Kuşlar yuva yapıp her baharda yavrularını bu ağaçta büyütmüştür. Soğuk sıcak, kar kış demeden gövdesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla hayvanları korumuştur bu ulu ağaç. Benim bu ağacın önünden 4. geçişim oluyor 2012 yılından beri.

100520147094

2. köye geliyoruz Karaahmetli köyü. buraya kadar olan tırmanmamız bitti. Bundan sonra iniş ve çıkışlar var. Karaahmetli tabelasının resmini çekiyorum köy girişinde.

100520147095

Köyün çocukları toplanmış bizlere el sallıyorlardı. Ben de yanlarında durup merhaba dedim. Koca Çitlembik ağacını sordum kaç yaşında diye, bilemediler ağacın kaç yaşında olduğunu. Babaları hatta dedeleri bilemezdi ağacın yaşını. Ağacın yarısı kurumuş, diğer yarısı canlı, yaşam veriyor. Bir süre dinlenip çocuklarla sohbet ediyorum. Çocuklar her yerde harikalar. Üç kız, üç erkek çocuk ve yaşlı çitlembik ağacı.

100520147096

Yanımızda İnci ve doktor Bülent, hem bizlerin resimlerini çekiyor hem de arabaları ile takip ederken bizim hızımıza ayak uydurmaya çalışıyorlar. Duvar dibinde çekiyorum ikisini bir arada.

100520147097

En yüksek noktadayız, Antik kentin kurulu olduğu tepe göründü karşımızda. Solunda da Köseler köyü, yolumuz az kaldı.

100520147098

Çınarlı meslek Lisesinden arkadaşım Metin Sadıç. Bisiklete yeni başlamasına rağmen iyi bir bisikletçi oldu. Beraber Nisanda Çanakkale’ye kadar pedalladık. Ağzını açmış gülerek poz veriyor bana.

100520147099

Metin bana selam verdikten sonra son yokuşu tırmanmaya başladı, Gerçekten de son yokuştu, o da kısa.

100520147100

Bu da kahramanımız Olcay bana doğru geliyor.

100520147101

Yusuf Ünlü, Az Bilinen Antik Kentler turunda tanışmıştım. İyi türkü söyler. Bize sonradan yetişti.

100520147102

Nilgün Gener, iyi bir turcudur. Uluslararası turları yapmıştır. Yağmur yağdığından Eşi Halit abi gelmedi. Bana el sallayıp geçiyor yanımdan. Arabadakiler de doktorlarımız, bizi takip ediyorlar.

100520147103

Köyün koyunları taze otları yemek için yayılmışlar. Akşama kadar otlayıp taze mis gibi sütü sahibine verecek, köylünün geçim kaynağı. Biraz da kendine katık olacak peyniri buradan karşılıyor. Doğa insana her şeyi veriyor hiç bir şey beklemeden.

100520147104

 Orda bir köy var uzakta

O köy bizim köyümüzdür

Gitmesek te varmasak ta

O köy bizim köyümüzdür.

Köseler köyü aşağıda göründü.

100520147105

Karşımızda görünen tepe Aigai antik kenti. Antik kenti ziyaret edeceğiz. Kazı ekibinden Hocalar da gelip bizlere eşlik edecekler.

100520147106

Nihayet köye varıyoruz, köyün hane sayısı ve nüfusu az ama ilk okulu var. İlk okulun Hatice öğretmeni 2 yıldır burada. 2012 yılında dünya gezgini Gürkan Genç ile ilk defa köye geldiğimizde henüz öğretmeni yoktu.  Öğrenciler bize Pazartesi başlayacağını söyletince çok sevinmiştik. Bizim gitmemizin ertesi günü göreve başlamıştı Hatice öğretmen. Köyün girişinde tabela ile köyü çekiyorum.

100520147108

Köyün kendi yaptırdığı tabela paslanmış, boyası dökülmeye başlamış. Tabelada yazan; Köseler, Hane 60, Nüfus 270

100520147109

Köyün çocukları bizi karşılıyorlar ilk okulun bahçesinde. Bu hafta sonu onlar için değişik ve heyecanlı olacak. Bunu hissetmiş olacaklar ki meraklı gözlerle bakıyorlar bizlere.

100520147110

Çocuklarla hoş geldin resmi çekiliyoruz hep birlikte.

100520147113

Çocuklarla birlikte arabadan Doktor Bülent’in paramotorunu taşıyoruz. Yağmur yağışı yok, hava uçmaya uygun. Çocuklar ilk defa paramotoru görüyorlar. Merakla ne olacak diye heyecanla paramotoru çantasından çıkarmaya başlıyorlar.

100520147114

Doktor Bülent paramotorun parçalarını en ince ayrıntısına kadar usulca, tek tek, kontrol ederek birleştiriyor. Bunu yaparken de çocuklar ve ben merakla izliyoruz. Daha önce paramotor ile uçanları görmüştüm havada ama ilk defa yakından gördüm ve  parçalarının bir kısmını da kendim yerine yerleştirdim. Paramotor, motorun etrafında pervane kadar geniş demir boru ile çevrelenmiş. Motor bu çemberin ortasında borularla bağlı. Arka kısımda, sırt tarafının geleceği yerde file gerili. Pervane kırılırsa parçalar kullanan kişiye gelmemesi için. Motor miline bağlı yaklaşık 120 santim boyunda pervane var. Pervane sert ağaçtan yapılmış. Doktor Bülent eğilmiş parçaları bağlıyor birbirine.

100520147115

Son parçaları da birleştirip hazır hale geliyor. Tolga Ayzıt yardım ediyor.

100520147116

Köyün tüm çocukları ile beraber resim çektiriyoruz pankartımız ile beraber. Gördüğünüz bina Aigai antik kentinde kazı yapan ekibin ait. İlk okulun bahçesinde ayrı olarak taş bina yapılmış. Kazıda çıkan değerli parçaları burada topluyorlar ilk önce. Arka kışında yatakhaneleri var. Hem kazı ekibi hem de kazıda görev alan öğrenciler burada yatıyor. Çocuklar duvarın üstünde pankartı tutuyorlar, solda Serhat, sağda Olcay duruyor.

100520147117

Paramotor hazırlandıktan sonra geniş olan yola çıkarıp paraşütü açıyoruz. Çocukların yardımıyla paraşüt açık ve uçmaya hazır.

100520147120

Sağ tarata kız çocukları sıralanıyor. Kızların hepsinde başörtüsü var.

100520147121

Sol tarafa da erkekler. Çocuklarla beraber elçek resim çekiliyoruz yandan.

100520147122

İlk önce bir deneme yapıyor Doktor Bülent. Her şey tam olarak hazır, sadece biraz beklemek gerek çünkü rüzgar bazen esmiyor. Aslında Yunt dağlarının tam sırtındayız. Manisa ve İzmir illerinin sınırında bulunuyoruz. Burada hiç rüzgar eksik olmaz ama hava bu gün pek durgun. Bülent önde, sırtında paramotor, arkasında açık durumda paraşüt. Paraşütü çocuklar elleriyle kaldırmış, hazır bekliyorlar.

100520147123

Rüzgar olmadığı için beklemeye başladık. Doktor Bülent paramotoru sırtından çıkardı. Rüzgarı beklerken köylülerle sohbet edip resim çekiyorum. Doktor gülerek poz veriyor.

100520147124

Çocuklar merakla paramotorun uçmasını bekliyorlar. Paramotor yerde öylece duruyor.

100520147125

Sonunda biraz esmeye başladı. Doktor Bülent paramotoru sırtına alıp kuşanıyor. Doktor Serhat’a son talimatları veriyor Doktor Bülent. Paramotor ile havadan köyü, bizleri ve Antik kent Aigai’yi video çekimi yapacak. Biz de bisikletlerle antik kentte gideceğiz, yaklaşık 2 km bir yokuş bizi bekliyor. Arkada çocuklar yine paraşütü elleri ile havaya kaldırmış hazır bekliyorlar.

100520147126

Paraşütü tekrar çocukların eline veriyoruz. Aslında tutmalarına gerek yok ama bir işin elinden tutmak, yardımlaşmayı, heyecanı yaşamalarını istedik. Çocuklar da büyük coşkuyla paraşütün ucundan tuttular. Çocuklara paraşüt gidince geriye doğru koşmalarını söylüyoruz. Çünkü pervanenin yerdeki mıcır taşlarını fırlatma olasılığı var. Onun için bir kaç kez uyarı yapıyoruz ki bir yaralanma olmasın diye. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

10298457_817024704989382_3878709490058211091_o

Pervanenin meydana getirdiği hava akımı ile paraşütün içi hava dolarak şişiyor. Paraşüt şiştikten sonra Doktor Bülent ileriye doğru koşmaya başlayıp paraşüte dolan havanın kaldırma gücü ve pervanenin meydana getirdiği rüzgar kuvveti ile paraşüt hava dolup yükselmeye başlıyor yerden

100520147127

Ve motorun gücü ile iyice havalanıyor, bir kuş gibi süzülerek üzerimizde dolaşmaya başlıyor. Sadece Doktor Bülent paramotor ile uçmasına rağmen sanki paraşütle biz uçuyormuş gibi heyecanla uçuşu takip ediyoruz. Paraşüt havalandıktan sonra biz de bisikletlerimize binip Aigai antik kentine doğru pedallamaya başlıyoruz. Bütün yükümüzü okulun bahçesine bıraktık. Onca yokuşu yüklü tırmanmamızın ardından yüksüz bisiklet tüy gibi, sanki altımızdan uçuverecek gibi. Paraşüt biraz yukarıda, yolda giden bisikletçiler. Aigai tepesi karşıda.

100520147128

Aigai antik kente tırmanırken yol kıyısında Antep fıstığı ağaçlarını görerek duruyorum. Antep fıstığı ne arıyor dağın başında demeyin. Fıstıklar henüz olgunlaşmamış daha, taze. Henüz yenecek durumda değil. Ege bölgesinde Çitlembik ağaçları var bol miktarda. Her yerde yetişiyor, doğal olarak. Pek öyle yenecek bir yemişi de yok. Yemişlerinin tadı insanın ağzını buruşturacak kadar acımtırak. Sadece kuşlar yiyor Çitlembik ağacının yemişlerini, ama yağlı bir yemiş. Göçmen kuşlar göç öncesi bu yemişlerden yiyerek vücutlarında yağ depolayıp göç sırasında havada bu yağları yakıyorlar. Bu Antep fıstığı işini kim başlattı bilemiyorum ama nasıl yapıldığını öğrendim. Doğada kuşların bıraktığı tohumlardan yetişen Çitlembik ağacı 30 – 40 yaşlarında gövdesi 50 cm çapında olunca dalların başladığı yerin altından gövdeyi kesiyorlar. Ağaç ertesi yıl yeni filizler veriyor. Filizler yıl sonunda büyüyünce aşı zamanında Antep’ten getirilen çubukları gövdeden çıkan çubuklara kalem aşısı yaparak Çitlembik ağacı Antep fıstığı ağacına dönüyor. Çitlembik ağacının yaprakları Zeytin yaprakları kadar 4 cm uzunluğunda 1 cm genişliğinde oluyor. Antep fıstığı ağacının yaprakları daha çok Kayısı ağacının yapraklarına benziyor. Yapraklar geniş, oval biçimde. Fıstık yağlı oluyor böylece. Bütün ege bölgesinde Çitlembik ağaçlarının çoğunu böyle aşılayıp Antep fıstığı ağacına dönüştürerek köylüler gelir elde ediyor. Antep fıstığı ile aşılı Antep fıstığı arasındaki fark Antep’te nem az, sıcaklık fazla olunca yemişler daha küçük ama daha yağlı oluyor. Aşılı fıstık yemişi daha iri ve nemden olacak az yağlı. Antep fıstığı fiyatı pahalı aşı Antep’e göre. Antep fıstıklarının kabukları az kızarmış durumda. Fıstık taneleri salkım benzeri kümeler halinde.

100520147129

Biraz dik bir rampa, yüksüz olduğum için rahat çıkıyorum. Kendimi ve arkamdakileri çekiyorum yokuşu çıkarken.

100520147131

Kazı yapan ekibin hocaları Doktor Mesut Eroğlu ve Doktor Ervin İnkaya bizleri kırmayıp kazı alanına gelip bizlere kazı hakkında bilgi veriyorlar. Ege’ye ismini veren Aigai antik kentini gezdirecekler. Hepimiz toplandıktan sonra başlıyorlar antik kenti anlatmaya. Mesut ve Ervin yan yana.

100520147132

Aigai Kısa Tarihçesi: Aigai Kenti Mysia sınırlarına denk gelmesine rağmen Aiol’ların kurduğu 12 kentten birisidir. Temnos Antik Kenti ile birlikte içeride kalan kentlerden biridir, diğer kentlerin tamamı Ege denizi kıyısında konumlanmıştır. MÖ.1100 yıllarında kurulduğu kabul edilmektedir. Aiol’lar Batı Anadolu’da kıyı kesimlerinde yerleşimler kurmalarına rağmen Aigai’yi denize uzak ve dağlık bir kesimde kurmuşlardır. Bulunduğu coğrafya itibarıyla savaşların ve istilaların uzağında kaldığı için kuşatmalara ve yıkıma maruz kalmamıştır.

Aigai Kenti Bergama Krallığının hakimiyetinde önemi artmış olduğu düşünülmektedir. Ege Bölgesinde MS.17 yılında meydana gelen büyük depremde kent büyük ölçüde tahrip olmuştur. Tiberius tarafından bölgedeki birçok kentte yapılan yardım buraya da yapılmış ve kent onarılıp yeniden inşa edilmiştir.

Aigai halkı özellikle hayvancılık ve tarım konularında faaliyet gösteriyorlardı. Ayrıca dokumacılık da önemli geçim kaynağıydı. Anlaşma imzaladıkları müşterilerine, komşu şehirlerden mal almamalarını şart koşarlardı.
Aigai’de Gladyatör Dövüşleri de yapılmaktaydı. Altertumer’de de anılan yazıtta bir yapının onarımı için kentte üç kez gladyatör dövüşleri düzenlenmiştir. Hatta bu dövüşleri kazanıp özgürlüklerini kazanan köleler, daha sonraları para kazanmak amacıyla da gladyatörlüğe devam ederler.

Aigai Kazı ve Araştırma Sonuçları: Aigai kentinde ilk araştırma Bergama Kazısını yürüten Alman Arkeologlar tarafından 1885,1886 yıllarında yapılmış ve 1889 yılında “Altertümer von Aigai” adı altında yayınlanmıştır. Richard Born ve Carl Schuchhardt’ın ortak çalışması olan bu yapıt 2004 yılında arkeolog Sayın O.Kürşat Serttürk ve M.Hamdi Kan tarafından Türkçe olarak yayınlanmıştır. Bu önemli yapıtı internet ortamında elde etmeden ve okumadan Aigai Kenti gezinizin eksik olacağını söyleyebiliriz.

Yine Sayın Şükrü Tül’ün Ege Yayınları tarafından 1995 yılında basılan  “Aigai – Aiolis’te Bir Dağ Kenti” kitapçığı bu kenti dolaşırken ve tanırken size yardımcı olacağını düşündüğümüz nefis bir gezi kitapçığıdır. Şükrü Tül hocamızdan yeni kazılar ışığında ortaya çıkanlara göre daha kapsamlı bir kitap beklediğimizi belirtelim.

Sayın Prof.Dr. Hasan Malay, “Manisa ve Denizli İllerinde Epigrafik Araştırmalar” yazısında 1981 yılında Maldan Köyünde bulunan ve Manisa Müzesine getirilen yazıtlı bir bloktan söz etmektedir. Yazıt Helenistik Döneme ait ve yörede hakimiyet kuran kişilerin “Kraliyet Hazinesi” olarak almış oldukları vergilerin oranlarını belirtmektedir. MÖ.300’lü yıllara ait olduğu düşünülen bu yazıt, o dönemde yöre halkından topraklarının ve çiftliklerinin önce ellerinden alındığı sonra da geri verildiği anlaşılmaktadır.

Menemen ilçesi üzerine yapmış olduğu çalışması ile adını çok sık olarak andığımız değerli hocamız Sayın Prof.Dr Ersin Doğer tarafından Aigai Kenti kazıları 2004 yılında başlatılmış ve günümüzde de sürdürülmektedir.

Doktor Bülent tepemizde dolanmaya devam ediyor bu ara. Can Çıtak ve paraşüt aynı karede.

100520147133

Hocalar anlata anlata yukarıya doğru tırmanmamız devam ediyor. Antik kentin giriş yolu, tabanı düzgün kesimli taş döşeli. Bu yol komple toprak altındaymış, kazılarak gün yüzüne çıkarılarak bu hale gelmiş kentin giriş yolu.

100520147134

Arkeologlar anlatıyor, bizlerde dinliyoruz pür dikkat duvarın dibinde. Duvar düzgün yaşlar yontularak örülmüş, yaklaşık üç metre yüksekliğinde.

100520147135

Bahar ayında olmamızdan dolayı taşlar yosun tutmuş. Yosunlar daha çok kuzey tarafında. Ağaçlarda daha da belirgin. İlk okulda öğrettikleri gibi ağaç gövdelerinde yosunlar daima kuzeyi gösterir. Bu gerçeği burada görüyorum.

100520147136

Antik kenti yüksek bir tepeye kumuşlar, çıktıkça manzara artıyor. Yontulmuş taşın üzeri yosun kaplanmış. Bu durum sadece 1 yılda meydana gelmiş, düşünün 50 yılda ne hale gelir. Aigai antik kenti tamamen toprak ile örtülü ve 2004yılından beri yapılan kazılarda kentin giriş yolu ve girişindeki binaların bir kısmı kazılmış. Daha kazılacak çok yer var. Aşağısı derin bir vadi.

100520147137

Şehrin giriş kapısındayız. İsa’dan sonra 17 yılda büyük depremde yıkılan kenti onarmasına yardım eden Roma imparatoru Tiberius adına kapı ismi konulmuş. Bunu yazan tabela konmuş girişe.

100520147138

Giriş kapısına tel kapı kanatları yapılmış ve kapı nasıl tutturulmuş. Çatal iki dal taşın altında sabitlenerek yuvarlak odunu tutuyor. Kapıyı da menteşelerle sabit oduna tutturmuşlar. Çok basit bir yöntem. Kapı inekler girmesin diye yapılmış. İnsanlar zaten kilit koysan da girebildiklerine göre sadece hayvanlar için.

100520147169

Alt kısma da aynı çatal ile odun sabitlenmiş. Çatal taş arasında sıkıştığından ağırlık nedeni ile sabit duruyor.

100520147168

Giriş kapısı böylece ayakta duruyor.

100520147139

Yamaç dik olunca istinat duvarları yapılmış yer yer. Burada doğal kaya ile birlikte örülmüş taş duvar.

100520147140

Şehrin girişindeki ilk yapı hemen solda Yol Tanrısı Hermes’in tapınağı var. Yoldan gelenler ilk önce buraya ulaştıkları için kurban ve adaklarını burada adayıp içeri giriyorlar.

Yunan Mitolojisi’nde Hermes rüyaların ve ruhların rehberi, tanrıların habercisi, Zeus’un güvenilir elçisi, lirin mucididir. Ayrıca yolların, çobanların, hayvanların, sosyal ilişkilerin, ticaretin, şansın, etkili konuşma becerisinin ve hırsızların da tanrısıdır. Gece ile gündüz, rüya ile gerçek, bilinçle bilinçdışı, bilinenle bilinmeyen, ölümle yaşam, tanrılarla insanlar arasında duran eşikleri ve geçişleri; kısacası varoluşun tümünü kapsadığı için yol ve tarla kenarlarında onu simgeleyen sınır taşları dikilirdi. Hermes heykellerinin üst kısmı büst veya yarım gövdeli, alt kısmı ise genellikle kare kaidedir. Sınır taşları tapınak, kütüphane, gymnasium gibi yapıların önlerine; evlerin girişlerine; halka açık alanlara, mezarlara yakın ve şehir sınırlarına da yerleştirilirdi. İşaret taşı olarak da kullanılan bu kutsal heykellere adaklar bırakılırdı.

Tapınağın giriş kapısı, duvarlar 1 metre yüksekliğinde.

100520147141

Kazı 2004 yılında başladığı için şehrin girişinde 4 – 5 bina henüz kazılmış ve arkeologların dediğine göre 10.000 de 1’i kazılmış durumda. Kabaca böyle kazılırsa 3 kuşak devam edeceğini söylüyor bize. Antik kent çok büyük ve toprak altında. Toprak üstünde kalan yerleri dolaşmaya başlıyoruz. Binalar yan yana, temel duvarları ile bir çok yapı görünüyor. Duvarlar 1 metre kadar yükseklikte.

100520147142

Duvarların iç kısımları derin, bir insan boyunda. İçeride kısa sütunlar var.

100520147143

Tuvalet olduğu deliklerden belli olan taş blok. İki tane ucu dışarı açık yuvarlak delik. Alt kısmı boşluk.

100520147144

Bitişik odalar, giriş kapı boşluğu. Odalara giriş kapıları yapılmış.

100520147145

Altında delik olan, üzerinde küp şeklinde blok taş, iç kısmı oyulmuş. Büyük bir olasılıkla dibek taşına benziyor.

100520147146

Duvar dibinde iki sütun ayağı.

100520147147

Düzgün yontulmuş blok taşlarla yapılmış bina duvarları. Kimi taşlar dikine konmuş duvar içine.

100520147148

Ön kısımlarda düzgün duvar taşları, arka kısımda doğal taşlarla gelişi güzel örülmüş. Taşların üstü papatya çiçekleri açmış.

100520147149

Tabelada yazdığına göre burası Bouleuterion (Kent Meclisi) City Council. Duvar blok taşları yıkılmış durumda.

100520147150

Kent meclisinin yıkıntı taşları irili, ufaklı dağınık durumda.

100520147151

Bina duvarında blok taşları, kapı için dikine konmuş blok taş.

100520147152

düz yivli sütun parçaları duvar taşları arasında görünüyor. Buradaki yontulmuş tüm taşlar bu bölgeye ait kahverengi granit taşlardan yapılmış. Şimdiye kadar beyaz mermer olarak hiç gözüme çarpmadı. Yıkıntılar arasında ağaçlar çıkmış.

100520147153

Düz ve yivli sütun parçaları.

100520147154

Sütun ayakları dairesel yontulmuş.

100520147155

Burasının önemli bir kent olduğunu agora binasından anlıyoruz. Agora binası 3 katlı, düzgün yontulmuş taşlardan yapılmış. Doğuya bakan yüzündeki ön duvar hala ayakta. Onlarca dükkan bulunmakta.

100520147157

Burada balık satışı yapılıyormuş, denizden ve nehirden yakalanan balıklar burada satılırmış. Tabanı su geçirmez bir biçimde yapılıp balıklar canlı canlı satılırmış mezat yerinde. Mezat yeri 5 metre çapında, tamamen yuvarlak bir zeminde. Çevrelenmiş 3 basamak var oturma yeri olarak.

100520147158

Agora binasının dükkanları. Giriş kapısı ve yanında pencereleri, sıralı ve düzgün olarak yapılmış. Yatay blok taşlar düzgün olarak üst üste konulmuş. Kapı ve pencere yanlarına dik olarak konmuş blok taşlar.

100520147159

Aigai antik kenti tam olarak bir tepenin üzerine kurulmuş. Etrafı derin uçurum olarak çevreli olunca korunaklı bir kent olmuş. Arka kısımda derin uçurum var, dibi görünmüyor.

100520147160

Agora binasının ön duvarı ne kadar yüksek olduğunu görüyorsunuz. Muhteşem bir yapı ve Aigai’nin zengin olduğunun göstergesi. Duvarın yüksekliği on metre kadar. Eni de yaklaşık 20 metre kadar var.

100520147161

Duvardaki dükkan kapısından iç kısmını çekiyorum. İçeride depo odaları yapılmış ayrıca.

100520147162

Güzelhisar barajını besleyen çay. Kentin doğusunda çok dik yamaç bulunmakta. Aşağısını çekmek için biraz aşağıya inmek zorunda kalıyorum. Ağaçlardan dolayı iyi resim alamadım. Kent dik yamaçlarla çevrili olması doğal bir koruma sağlamış.

100520147163

Aşağıdan kentin duvarını çekiyorum. Duvarda çıkıntı sütun olarak güçlendirilmiş. Bu duvarın üstünde balık mezat yeri var.

100520147165

İsa’dan sonra kentin doğusuna kiliseyi yapmışlar. Henüz kazılmamış buraları. Tabelada Doğu Şapel / East Chapel olarak yazılmış.

100520147166

Papatyalar etrafı sarmış, yağmurlardan dolayı ortalık yeşil ve ıslak. Ayakkabılarımız ıslanmış durumda otların yüzünden. Papatyalar arasında az miktarda blok taşlar görünüyor.

100520147167

Antik kent gezimiz bitti, giriş yerine geldik Girişte taş basamaklarda Utku üşüdü ve başladı kültür fizik ısınma hareketlerine. Şinav çekiyor kırmızı renkli yağmurluğu ile.

100520147170

Antik kent turumuzu bitirip köye doğru inişe geçiyoruz hep birlikte. Buralarda tarımdan çok hayvancılık yapılıyor. Köylü amcam da bütün gün otlayıp gelen koyunların süt dolu memelerini sağmaya başlamış bile. Selam veriyoruz ağıldaki köylüye.

100520147171

Arkeolog hocaları bizleri kırmayıp tatil gününde gelerek antik kenti dolaştırmalarından dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz. Olcay Serhat ve arkeolog hocaları ile resmini çekiyorum.

100520147172

Normalde çadırlarda kalmayı planlamıştık. Çadırları buraya kadar taşıdık ama Arkeologlar bize yatakhanede  kalabilirsiniz diyerek anahtarlarını bize bırakıyor. Çadırları kurmayacağız, hava da yağabilir. Bu iyi oldu bizler için. Köyün çocuklarına çadırı nasıl kuruyoruz onu göstermek için çadırı açıp çocuklarla birlikte kuruyoruz. Çok hoşlarına gitti, ilk defa çadır kuruyorlar. Güle oynaya çadırı kuruyoruz. Etrafımda çocuklar, çadırı kuruyorum.

10334387_310265592456244_7262093963422243629_n

Çadırı kurduktan sonra ilk önce erkek çocuklar ile çadırın içinde resim çekiyorum. Olcay ve 5 çocuk çadırın içinde. Olcay sırt üstü yatmış durumda. Çadırın içinde olma duygusunu çocuklar gülerek yaşıyorlar.

100520147174

Ardından kızlar çadırın içine giriyorlar. Semra ve üç kız çadırın içinde.

100520147175

Kızlar çadırımı işgal etmiş durumda, erkekler dışarıda kalmış, ama çocukların mutluluğu yüzlerinden okunuyor.

100520147176

Çadırı toplayıp sadece uyku tulumlarını alarak yatacağımız yatakhanelere bırakıyorum. Ardından Ketring Osman yemekleri ile birlikte gelerek leziz yemeklerinle karnımızı doyuruyoruz. Köyün genç muhtarı da bir kaç kuru odun getirerek el arabası içinde ateşi yakıp etrafında toplanıyoruz. Ateşin büyülü kızıl rengi yüzlerimize vurarak muhabbet edip türküler söylüyoruz. Yarın daha da güzel olacak, çocuklara getirdiğimiz hediyeleri vereceğiz.

100520147177

Ateşin karşısında kahve pişiriyorum herkese. Sırayla dörder dörder kahve pişiriyorum. Ocak, üstünde cezve, kahve kabarmak üzere, fincanlar, kahve kutusu, şeker ve termos.

10270294_310265792456224_4767387713385700450_n

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak yol 30 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc