Etiket arşivi: hitit

Eskişehir Bisiklet Festivali 2. Gün

29 Haziran 2018 Cuma

( Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

Eskişehir Kültür Turu

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle

Ataol Behramoğlu

Öne çıkmış olan görsel, akvaryum içinde kapalı geniş cam bölme. Bölmeye alttan giriliyor. Akvaryumda yüzen balıklar ve ben de cam bölme içinde. Beni Ferdimen çekiyor dış kısımdan.

20180629_155338_HDR

Sabah erkenden kalkıyorum, Güneşli güzel bir güne başlarken İzmir’den arkadaşlar minibüs ile gelmişler festivale. Minibüsün arkasında üç, üstünde iki bisiklet var. Arka yan camda hippilerin barış sembolü yapılmış.

DSCN3711

Çadır alanında henüz çadırlar  tam olarak dolmamış. Çoğu yer boş, benim çadırımın yanında Ferdimen ayakta duruyor. Çadır alanı şeritlerle bölünmüş parsel parsel.

DSCN3712

Çadırımın arkasında bisikletim KUZ duruyor park halinde. Arka bagajında sadece bir çantayı taktım, tamir takımları ve kahve takımları var içerisinde. Ferdimen karşımda sağ eli ile bisikletimi gösteriyor.

DSCN3713

Sabah kahvesini işgal ettiğimiz çardak altında yapıyoruz. Bu çardak artık Eşpedal derneğine ait. Ve Urim Baba’nın Kahvesi olarak tabelamı da astık. Eşpedal derneğinde aktif görev alan ve organize eden Hakan Sevin kahve içmesini seviyor. Gülü seven dikenine katlanır sözünden yola çıkarak eline kahve değirmenini veriyorum. O da seve seve kahve çekiyor. Sabah Güneşi çardağın altından Hakan Sevin’in yüzüne vuruyor.

DSCN3714

Mavi buff, mavi tişörtü ile Ferdimen bana eliyle iki kesme şeker uzatırken çekiyorum yakından bir poz.

DSCN3716

Çardakta otururken yanımıza İzmir’den sabah gelen arkadaşım Ahmet ve Duygu geldi. Onlara da kahve pişirip ikram ediyorum.

DSCN3717

Haliyle ilk kahveyi ben içiyorum. Kahve fincanımda Urim Baba’nın Kahvesi logo basılı, içi köpüklü kahve içmeye hazır. Ferdimen’in verdiği kesme şekerlerden birisi fincanın yanında. Geçmiş yıllarda İstanbul kahve kültüründe kahve sade pişerdi. Kahveci de fincanın yanına bir kesme şeker koyar müşterilerine böyle sunardı kahveyi. Bu sunuma “Yandan Çarklı” kahve  olarak adlandırıldı. Yandan çarklı denmesinin nedeni eskiden vapurların yanında çark yardımı ile hareket ediyorlarmış. Fincan vapur, yanındaki kesme şeker de çark olarak betimlenip söylenmeye başlanmış.

DSCN3718

Kahvaltıyı yaptık, sonrasında hep birlikte köy yollarından Eskişehir merkezine bisikletlerle geldik. Merkezde bulunan geniş ve uzun tuğladan yapılmış. Bacayı komple yan olarak çekiyorum gökteki bulutlara değercesine. Bacanın dibinde park etmiş bisikletler duruyor. Baca dipten başlayıp yukarıya doğru 2 metrede bir demir çember sarılmış.

DSCN3719

Burada kayıt yapılıyor, bisikletin önüne takacağımız tabelalar, forma ve bufflar veriliyor. Ben de tabelamı gidon çantasının önüne takıyorum plastik cırt ile. Tabelada el ile çizilmiş bisiklet evi resmi, Urim Babacan İzmir A +, Eskişehir VelESBİT Bisiklet evi festivali 29 / 30 Haziran – 1 Temmuz 2018 yazılmış.

DSCN3720

Eşpedal derneğinden Didem Turan, Hakan Sevin ile birlikte kayıt masasında kaydını yaptırırken.

DSCN3722

İsmail Odabaşı da bulunduğumuz yere geldi. Ferdimen ile birlikte tandem bisiklet sürecekler. Ferdimen pilot, İsmail copilotluk yapacak. İkisinin yanında Nil Koray Yılmaz var.

DSCN3723

Bir çok ünlü ve futbolcunun dökümden plakası yere konulmuş. İçlerinden sadece Beşiktaşlı olarak efsanevi futbolcu Hakkı Yeten plakasının resmini çekiyorum. Sol üst köşede BJK logosu, altında 1931 – 1948 futbol dönemi yazılmış. Yanında Hakkı Yeten 1910 – 1989. Altında iki defne dalı arasına Baba Hakkı’yı saygıyla anıyoruz kabartma olarak yazılı. Sol altta Tepebaşı belediyesi 2011 ve logosu. Defne yapraklarının altında Altın Ayaklar yazılmış.

DSCN3724

Tramvay hattı buradan geçiyor çanını çala çala. Eskişehir’de her taraf tramvay hatları ile ağ örülmüş. Her yere tramvay ile ulaşabilirsiniz.

DSCN3725

Elimde iyi resim çeken makine olunca ister istemez sanatsal çekimler yapmak zorumda kalıyorum. Tuğladan örülmüş uzun bacayı dibinden göğe yükselmiş halde çekiyorum. Tuğlalar tek tek ve gayet net biçimde görünüyor.

DSCN3729

İzmir’den sabah minibüsle gelenler içinde arkadaşım Yılmaz Murat Bilican bisikleti ile bana poz veriyor. Saçı yok ama sakalı uzamış, üzerinde mavi tişört, altında siyah şort var.

DSCN3732

Eskişehir’de eskiden uçak fabrikası vardı, şimdi ise tüm uçakları dışarıdan alıyoruz maalesef. Fabrika kapatıldı, sadece eğitim pistleri var. Gökyüzünde dolaşan küçük, çift pervaneli bir uçağı optik zoom yaparak bacanın ucu ile yakından çekiyorum.

DSCN3733

Zemine velESBİD Eskişehir bisiklet dermeği pankartı seriliyor, ardına da festival katılımcıları dizildi. Ben de bir poz çekiyorum toplu olarak.

DSCN3736

Kayıt işlemi bitince bisikletlere binip yakınlardaki bisiklet temalı sanat sokağına geldik. Burada durunca sokağı kaplamış tüm bisikletçilerini çekiyorum.

DSCN3738

Evin duvarına sadece ön tekerleği, gidonu olan yarım bisiklet duvara vidalanmış. Bisikletin pedalları yok. Gidonda sepet takılmış, içinde de saksı konulmuş. Saksıda bitki büyümeye başlamış.

DSCN3739

Burası Kırık Pedal Sokak olarak adlandırılmış. Siyaha boyanmış kapı panjuruna kırmızı sprey boya ile Kırık Pedal Sokak Hatırası yazılmış. Yanlara da karman çorman beyaz yazılar yazılmış sprey boya ile.

DSCN3741

Başka bir evin duvarına küçük jantlı beyaz boyalı, gidonu kırmızıya boyanmış bir bisiklet asılmış. Duvara astronot resmini bisiklete biner gibi çizilmiş. Yanlara da halkalı gezegen ve diğer gezegenler resmedilmiş. Bisikletin altına da kocaman sarı renkli Güneş var.

DSCN3742

Binanın iç köşeli kısmına renkli kelebekler, iple bisikleti havalandırmış durumda. Bisikletin altında da tam köşede açılan fermuar çizilmiş.

DSCN3744

Evin penceresinin altında üstte küçük, altında büyük jant, sivri kulakları ve kuyruk ilave edilerek kedi resmedilmiş. Altta da duvara kadrosu dallardan, tekerlekleri yeşil yapraklardan yapılmış bisiklet boyalı.

DSCN3745

Binanın köşesine eğri büğrü bisikletler renkli olarak boyanmış.

DSCN3746

Trafo binasının duvarına tandem bisiklete binen iki çılgın ihtiyar kadın resmedilmiş. Eşpedal üyelerinden iki kadın da tandem bisikletiyle resim önünden geçerken üç kişi onları izliyor. Hakan sevin de eliyle işaret ediyor tandemdekileri. Tandemi Rabia ile Didem sürüyor.

DSCN3748

Büyükşehir belediyesinin Odunpazarı evlerinin olduğu yere geldik. Buradaki evler iki yada üç katlı, sarı badanalı. Pencere kıyıları belirgin bir şekilde kahverengi renge boyanınca evler kendini gösteriyor. Bisikletliler evlerin önündeki istinat duvarının dibinde bekliyor.

DSCN3752

Bisikletçiler mumya müzesine girdi, ben girmedim. Nedenine gelince 6 ay önce girip dolaşmıştım mumya müzesini. İçeride bazı mumyaların resmini para ile çektiklerinden kızıp tüm çektiğim resimleri silmiştim müzeden çıkmadan.

DSCN3754

Odunpazarı merkezindeki açık alan parkına geldik. Buraya ismini veren odunları öne çıkarıp pazarda satılan odunlar eşek arabası heykeli ile belirtmişler.

DSCN3755

Başka bir yerde iki at koşulu odun araba heykeli var. Atlar gerçekmiş gibi duruyor. Sanki canlıymış gibi.

DSCN3756

İki atı başlarından çekiyorum. Koşum takımları tam, iki atın arasındaki uzun direk önden ve arkadan kayışlarla bağlı. Bu at arabası iki beygir gücünde. Yani 1460 Watt ediyor.

DSCN3757

Diğer yandaki eşek arabasında bir tane eşek var. Eşek beygirlerden küçük olduğundan eşeğin Watt olarak 600 Watt olması gerek. Eşeğe haksızlık yapılmış sanki. Aynı oranda odunu eşek tek başına çekiyor.

DSCN3758

Odunpazarı meydanındaki çay bahçesine oturduk. Masalar kare ve küçük olduğu için iki masayı birleştirdik.

DSCN3759

Karşımda oturan görme engelli Sadriye Görece ve Hakan bana poz veriyorlar başlarını birbirine dayamış olarak.

DSCN3760

Odunpazarı meydanındaki evler de restore edilerek boyanmış. Soldaki beyaz, sağdaki sarı renge boyanmış. Ortak rengi kapılar ve pencereler kahverengi. Binaların altında dükkanlar var.

DSCN3762

Başka bir sokağın girişinde seyyar tezgahlar kurulmuş. Burada resim tabloları, lületaşı ve hediyelik eşya satıyorlar. Binalar diğer sokaktaki rengin aynısı.

DSCN3763

Şimdi de arkeoloji müzesine geldik. Müzenin dışında bisikletleri bıraktık, içeri girmeyi bekliyoruz.

DSCN3764

Müzenin dışında yeşil çimenlerin olduğu yere dikili taş konulmuş bir kaç tane. Taşlarda değişik şekiller ve işaretler var.

DSCN3765

Bahçenin diğer yanında lahit mezar sandukası konulmuş. Küçük boyutta hayvan heykelleri lahidin etrafına serpiştirilmiş.

DSCN3768

Sanırım bu küçük heykeller lahitte yatan ölüyü korumak için konulmuş. O zamanlarda ölümden ve kötü ruhlardan korkanlar heykellerle kendini koruyacaklarına inanırlarmış.

DSCN3769

Pembe ve kırmızı gül açmış, ardında lahit mezar.

DSCN3770

Hitit uygarlığının aletlerinden olan Güneş Kursu bronz erken tunç çağı III M. Ö. 2400- 2200 Çorum Alacahöyük civarında bulunmuş. Aslında bu eser daha eski uygarlık olan Hattilere aittir. Daire içine çapraz olarak düz çubuklar yerleştirilmiş dini sembol.

DSCN3771

Müzenin ortasında dört köşe koltuğa yorulmuş olan Ferdimen ve İsmail oturmuş dinleniyor. Gerçi İsmail görme engelli olduğundan gezip yorulacağına bizim ziyaretimizin bitmesini bekliyorlar sanki.

DSCN3808

Mermer bir kaideye yerleştirilmiş  üç yüzlü kadın baş heykeli.

DSCN3818

Küçük, tamamı ile altından yapılmış insan eli. El bilekten başlıyor, bilek kısmında zincir takılması için halka konulmuş. Heykeli ilginç kılan işaret ve orta parmak arasına baş parmak olarak nah işareti betimlenmiş. Her halde zengin tüccar karşısındaki kişi ile pazarlık yaparken boynundaki bu nah işaretini göstererek pazarlıktaki duygularını açıkça ifade etmesi için yapılmış.

DSCN3826

Eskiden insanlar içine sığabilecekleri küp içinde gömülüyorlarmış. Sadece alt kısmı kalmış kırık bir küp içinde insan iskeleti toprakla beraber duruyor.

DSCN3837

Basit yapılmış geyik heykeli, ayakları alttan birleştirilmiş. Gövde ince, boynuzları ileriye, arkaya doğru kıvrık olarak uzamış. Başı ve ağzı boru biçiminde.

DSCN3843

Beklemekten sıkılmış olan İsmail dört köşe koltuğa sırt üstü uzanmış. Ferdi bacak bacak üstüne atmış öylece oturuyor.

DSCN3891

Müze ziyareti bitti, Eskişehir sokaklarından geçip Porsuk çayının dibindeki yoldan gidiyoruz. Bir yerde bisikletçiler durmuş arkadan gelenleri bekliyorlar.

DSCN3894

Porsuk çayının yanında durmamızın nedeni anlaşıldı. Burada topluca resim çekileceğiz. Çay kıyısında diziliyorlar yan yana. Sponsor olan bir firmanın pankartını açıyorlar. Ben de topluca çekiyorum hepsini. Ön tarafta yaprak açmış yeşil bitkiler fışkırmış. Çayın yüzeyine ağaçların yansıması vurmuş bir tablo gibi.

DSCN3897

İzmir’li hippi çetesini çekiyorum, Yılmaz, Sencer, Ahmet ve Enis.

DSCN3902

Sazova parkına geldik. Burası çok geniş bir alana yayılmış yemyeşil bir park. Ağaçlar her tarafta, yerler yeşil çimenlerle kaplı. Bu kadar geniş arazide küçük bir tren ziyaretçileri dolaştırıyor yeşillikler arasında. Sazova parkında Masal şatosu, bilim parkı, hayvanat bahçesi ve sualtı akvaryum parkı var.

DSCN3904

Parkın içinde ortaçağ benzeri kuleleri olan Masal Şatosu. Kuleler beyaz, sivri çatıları mavi renge boyanmış. Buraya Masal Şatosu ismi verilmiş. Uzaktan resmini çekiyorum sadece ağaçların arasından. Çünkü Masal Şatosunu ziyaret etmeyeceğiz.

DSCN3911

Parkın içinde mermerden yapılmış çıplak kadın heykeli kaideye oturmuş, sağ omuzu üstünde testiye benzer bir şey tutmuş.

DSCN3912

Bahçede büyük kaldıraç yapılmış, uzun bir direk. Kaldırma noktası kaldırılacak yere yakın, diğer taraf uzun.

DSCN3913

Kaldırılacak yük ise Anadol marka bir araba. Araba sarı renkte, bir kaide üstünde demirlerle kaldıraca yukarıdan bağlanmış. 1000 Kiloluk arabayı bir insan gücü ile kaldıraç sistemi ile kaldırabilir. Bu park aynı zamanda bilim parkı.

DSCN3914

Parkta çeşitli uçaklar sergileniyor. Bu uçaklar ömrünü dolmuş parkta yerini almış ziyaretçiler için. Pervaneli küçük uçar solda, jet uçağı sağda daha heybetli duruyor.

DSCN3915

Ucu çatal iki direkten oluşan değişik rüzgar gülü. Çatalın iki ucunda daire, içi desenli kesilmiş. Kayış ve kasnaklarla hareket aşağıya aktarılıyor. Dibinde yuvarlak, geniş bir havuz, havuzdaki suyu, pompayı çalıştırarak yukarıya çıkarmayı amaçlıyor.

DSCN3916

Yeşil çimenlere kocaman, beyaz makas saplanmış. Arka tarafta ağaçlar görsel yeşil fon oluşturmuş. Önde değişik çalışılmış mermer yapı var.

DSCN3917

Kocaman bir küre, kürenin içine giriş merdiveni ve kapısı var. Burası uzay merkezi.

DSCN3918

Sualtı dünyasını olduğu yere geldik. Binanın dışındayım.

DSCN3919

Binaya giriş ücretli, 10 TL karşılığında bilet alıp içeri gireceğim. İçeriye girmeden dış camlar ayna görünümünde olunca kamera ile kendi yansımamı çekiyorum.

DSCN3921

İçeri girip devasa akvaryumların içinde yüzen kocaman balıkları merakla izlemeye, resimlerini çekmeye başladım. Kocaman turna balıkları yüzüyor akvaryum içinde. Kalın cam arkasında yüzen balıklar geniş bir alanda rahatça yüzüyorlar. Akvaryum bir insan boyundan fazla yüksekliği var.

DSCN3936

Büyük balıklara büyük akvaryum yapılsa da küçük balıklar için de küçük akvaryum yapılmış. Yassı, beyaz desenli sarı balıklar yüzüyor.

DSCN3940

Vatoz balıkları yelpaze şeklinde akvaryum camına yakın alt kısmından çekiyorum bir poz. Solungaçları ve ağzı görünür biçimde.

DSCN3944

Camdan bir tünelin içinden geçiyorum. vatoz balıkları tünelin üstünden diğer tarafa geçiyor. Biz ge bu görsel şöleni izleyerek tünelde yürümekteyiz.

DSCN3946

Silindir biçiminde yapılmış akvaryumun içinde silindir cam konularak orta bölüme geçip akvaryumu içeriden görebiliyoruz. Sadece bir kişinin girebileceği boşluğa girerek resim çekiliyorum. Beni Ferdimen çekiyor dışarıdan. Sanki akvaryumun içindeymişim gibi, etrafımda balıklar yüzüyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20180629_155338_HDR

Vatozlarla birlikte köpek balıkları da yüzüyor.

20180629_155803_HDR

Küçük akvaryumlarda kırmızı renkli deniz kestaneleri üç tane kumda duruyor.

20180629_155908_HDR

Tombul ve yassı balıklar sürü halinde geziniyor bir o yana bir bu yana.

20180629_160028_HDR

Balıklar kocaman, ilk defa bu kadar kocaman balığı akvaryumda görüyorum.

20180629_160108_HDR

Beyaz, yassı bir balık, anlı şiş biçiminde balon yapmış. Al ve üst yüzgeci arka kısımda arkasına doğru kuyruk gibi uzamış.

20180629_160307_HDR

Akvaryum kısmından çıkıp sürüngenlerin olduğu bölüme geldik. Değişik boyutta taşlardan örülmüş duvardaki çıkıntı kayada üç tane kocaman kulaklı, minik hayvan yan yana oturmuş insanları izliyorlar.

20180629_162933_HDR

Sarmal camlı ampulde baş aşağı duran renkli kertenkele hemen yanında yanan normal ampulün ısısından faydalanıyor. Burada Güneş olmadığından soğuk kanlı olan kertenkelelere ısı kaynağı oluşturulmuş.

20180629_163006_HDR

Küçük bir semender kertenkelesi

20180629_163048_HDR

Fareden büyük, ismini bilmediğim bir hayvanı çekiyorum.

20180629_163129_HDR

Her ne kadar kendisi görünmese de derisi dallarda duruyor yılanın. Boyu epey uzun olan yılan eski derisinden çıkmış ama gizlenmiş kim bilir nerede.

20180629_163302_HDR

Kuru ağaç dalına serilmiş değişik kertenkele hareketsiz duruyor. Yanakları şişik durumda. Sırtında sivri boynuzlar kuyruğuna kadar sıralanmış. Hareketsiz durmasının sebebi ekmek elden su gölden olduğu için. Avlanmasına gerek yok, karnı acıkınca yiyecekleri hazır nasıl olsa.

20180629_163330_HDR

Gagası kalın, küt ve başından daha büyük olan kuş dalda duruyor. Tüyleri tamamen siyah, sadece yüz kısmı beyaz renkte.

20180629_163338_HDR

Geniş bir alanda kanguru yere çömelmiş bir şeyler yiyor sanki.

DSCN3949

Deve kuşunun değişik cinsi, yavru da olabilir, tamamen tüyle kaplı, boynu da dahil.

DSCN3950

Diğer tarafta iki tane siyah beyaz tüyleri olan deve kuşu var.

DSCN3951

Boynuzları burgu biçiminde olan ceylanlar yere oturmuş geviş getiriyorlar.

DSCN3952

Zebra, siyah beyaz pijamasını giymiş, aynı renkteki deve kuşları ile birlikte bahçeyi paylaşmış.

DSCN3954

Tahta bir duvarın ortasında uzun pencereden bakan deve karşımda vesikalık resim çekiliyor sanki.

DSCN3955

İki lama yere oturmuş, biri beyaz, biri siyah tüylü.

DSCN3956

Salkım söğütler büyümüş kocaman. Dalları ince, aşağıya kadar sarkıyor.

DSCN3957

Oklu kirpiler duvar dibinde dinleniyor.

DSCN3958

İçi boş, kuru bir kütük üzerinde arka ayakları üzerinde dikelmiş kemirgen bir hayvan. İsmini bilmiyorum.

DSCN3959

Sadece kuyrukları siyah – beyaz halkaları olan lamurlar bir o yana, bir bu yana dolaşıp duruyorlar.

DSCN3961

Beyaz renkli pelikan kuşları da hayvanat bahçesinde yerini almış.

DSCN3962

Fok balığı havuzunda bir fok hızla yüzüyor. Duvarında cam bölmeye ara sıra dokunup uzaklaşıyor. Havuzun içindeki su yeşil renginde olduğundan fok balığını görmemiz zor. Sadece cam bölmeye gelince bir an için görünüyor. Ben de epey bekledim ve tam cam bölmeden geçerken resmini çekebildim. Karnı bize dönük şekilde iki yüzgeci açık olarak camın önünden yan olarak geçiyor.

DSCN3963

Uzun çeneli dişi geyikler yere oturmuş geviş getiriyorlar.

DSCN3964

İki tane kivi kuşu beyaz benekleri ile yan yana.

DSCN3965

Bembeyaz zarif kuğu kuşu suda değil de çimenlere oturmuş bizleri izliyor.

DSCN3967

Kuğunun yeri havuz olmalı, havuzda yüzen kuğuyu çekiyorum.

DSCN3968

Sırtı mavi, alt kısmı sarı renkli papağanlar. Sırtını bana dönmüş iki papağan aşağıda bir şeylere bakıyorlar.

DSCN3969

Başı ve göğsü kırmızı, kanatları mavi papağan tek ayağı ile dala tutunmuş, diğer ayağını el olarak bir yaprak parçasını ağzına götürmüş yemeğe çalışıyor.

DSCN3970

Çeşitli renklere değişik papağan bir arada.

DSCN3971

Koyun büyüklüğünde, küt kafalı tapir yere oturmuş tembellik yapıyor.

DSCN3973

Sazova parkı geniş bir alana yayılmış, yemyeşil bir yer. Değişik ağaç türleri dikilip yerler çimen ekilerek güzel bir görünümde insanı dinlendiriyor. Park tertemiz ve bakımlı.

DSCN3974

Parkın içini tamamen gezip dışarıda bulunan bisikletlerin yanına geldim. Burada yorulanlar kaldırım taşına oturmuş dinleniyor. İsmail ve Ferdimen çimenlere uzanmış uyuyorlar.

DSCN3975

Bu gün ki Eskişehir turunu bitirdik, kamp alanına dönüyoruz. Hava henüz aydınlık, Güneşin batmasına epey zaman var. Bisiklet evi girişindeki kapıyı çekiyorum bahçe ile birlikte.

20180629_190342_HDR

Güneş batmadan terasta kurulu tezgah üzerinde yemek dağıtımına başlandı. Güzel aşçılarımız aşçı şapkasını başlarına takmış, beyaz önlüklerini de giyip yemek dağıtıyorlar.

20180629_191015_HDR

Nefis yemekleri yedikten sonra aşağıya inip akşam olmasını bekledik. Bahçede sahne hazırlandı, ses sistemi, hoparlörler takıldı. Hava kararmadan dans grubu şarkı eşliğinde başladı. Beyaz giymiş kadınlar ve siyah pantolonlu bir erkek dans ediyor grup olarak.

DSCN3976

Seyirciler de sandalyelere oturup izliyorlar dans gösterilerini.

DSCN3977

Dört kadın, bir erkekten oluşan dans grubu danslarını bitirip seyircileri selamlıyorlar. Erkek bir dizi yerde, kadınlar kollarını açmış durumda.

DSCN3985

Sonra hava karardı ve müzik grubu sahnede yerini alıp güzel şarkılar söyleyerek bizleri coşturmaya başladılar.

DSCN3986

Bu ara Dolunay çıkıp gök yüzüne yükselmeye başlarken ağacın siuleti ile birlikte çekiyorum. Ay parlak ışıklarını biz saçıyor.

DSCN3987

Müzik öğretmeni olan Eser Büyükcan İlhan ve 13 yaşındaki kızı Ada sahneye çıkıp bizlere şarkılar söylemeye başladı.

DSCN3990

Aşağıda şarkıların videosu, iyi seyirler.

https://youtu.be/PA02TWknYmw

Saatler ilerlemeye başlayınca çılgın danslar başladı. Bahçede dans etmeyen yok gibi.

DSCN3996

Danslar coştukça coştu, horon teperek tamamlıyorlar geceyi.

DSCN4003

Görme engelli Sadriye ve Kayseri’den Meliha yan yana bir sandalyeye oturmuş halde. Meliha ile Gökova turunda tanışmıştım, o da tesadüfen. Kendime kahve pişiriyordum bir köşede. Meliha da yanımda oturuyordu. Haliyle dört fincan kahve pişirince birini de Meliha’ya ikram ettim. Şanslı kişilerden birisi. Meliha Eskişehir bisiklet festivaline katılmış. Unutmuşum Meliha’yı. Beni görünce kendini tanıttı, kahve içtiğini hatırlatınca anımsadım. İkinci kez tanıştık böylece. Bu yaz, Ağustos ayında Kayseri de festival düzenleyecekler. Beni davet etti Kayseri’ye. Ben de seve seve gelirim dedim bu davet karşısında. Eşpedal derneğini de davet etti.

DSCN4006

Akşamın geç saatlerine kadar şarkılar dinleyip dans ettik. Güzel bir organizasyon bizleri eğlendirdi, neşelendirdi. Eskişehir’e geldiğim için şanslıyım ve mutluyum. VelESBİD bisiklet derneğine teşekkür ederim.

Fazla geç olmadan çadırıma girip yatıyorum

Bu gün yaptığımız yol  yaklaşık olarak32 Km civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali Sonrası 12 – 13. Gün

12 – 13  Ekim 2015

11 – 12. Gün

Festivaller sonrası Osmaniye – İskenderun

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı

Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre

Ölüme ve aşka durmadan kement atan

Serüvenlerle geçsin yaşamak

Buz tutmuş bir dünya ortasında

Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla

Önünde dağlar, uçurumlar

Sarsılan gök, yarılan toprak

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ solda, tüyü gidonda. Karşıda su kemeri, yol su kemerinin sonundan, bir göz sağda kalacak şekilde geçmiş.

Evde, yumuşak yatakta uyumanı verdiği rahatlık, yaşadığım şehirdeki gün doğumundan 31 dakika daha erken doğması beni sabahın seherinde uyandırıyor. Elbette sıcak duşun faydası da var. Erken uyanınca kahve takımlarını çıkarıp cezveyi ocağa sürüyorum. Doktor da erkenden uyanmış. Kahveyi içtikten sonra kahvaltıyı hazırlamaya başladık. İnsan uyumlu olunca kahvaltı hazırlamak ta o derece zevkli oluyor. Haliyle sohbet  te birbirimize hikayelerimiz, yaşantımızı, yaptıklarımızı anlatmakla geçti. Doktor nükleer karşıtı yaptığı yürüyüşü anlattı. Fikirlerini yazıya döküp birine mektuplar diye anlatıyor. Bu yazıları matbaada kitapçık biçiminde harfleri biraz küçük olsa da bastırmış. Gerçi ben okuyabiliyorum ama gözlüksüz okunması zor. Bana elindeki basılı bir kaç kitapçık veriyor okumam için. Sohbet zamanın hızlı geçmesini sağladı.

Bu gün Pazartesi ve çalışanlar da Pazartesi sendromu yaşıyor. Doktor da çalışıyor ve işe gitmesi gerek. Evde işe giderken pek uğurlamayan olmayınca ben kapıdan uğurlayıp hayırlı işler diledim. Ben evde bulaşıkları toplayıp bir süre kitap okuyarak zamanın akmasını sağladım. Saat 10 civarı evden çıkarak Doktorun tarif ettiği iş yerine doğru yürümeye başladım. Osmaniye küçük bir şehir, il olmuş sonradan ama fazla göç alan bir yer değil. Antalya’nın Manavgat ve Alanya ilçeleri Osmaniye den daha kalabalık nüfusa sahip. Osmaniye de en meşhur olan şey yer fıstığı üretimi. Doktorun çalıştığı yeri çabucak buldum. Bürosunda Öğlene kadar oturup çay içere oyalandım. Öğle yemeğini çarşıda beraber yedik. Yemekten sonra Doktor işine ben de Osmaniye caddelerinde dolaşmaya başladım.

Fazla kalabalık olmayan caddelerde eski bisikletler dikkatimi çekti. Çift kadrolu bisan bisikletler çoğunlukta. Orijinal sehpasında kaldırıma park etmişler üç bisiklet.

Ankara garında yaşanan insanlık dışı terör olayında 97 insan hayatını kaybetti. O yüzden ülkemizde 3 günlük yas ilan edildi. Osmaniye kent meydanındaki dev bayrak yarıya indirilmiş. Bir kez daha terörü lanetliyorum, yapanları ve yaptıranları.

Ana cadde, caddenin sağında solunda dükkanlar, bankalar. Dükkanın önünde üç tane bisiklet, Osmaniye spor bayrağı ve meydanda dev Türk bayrağı yarıya indirilmiş.

Osmaniye’ye kadar gelmişken yer fıstığı almamak olmaz. Taş yerinde ağırdır diyerek yarımşar kilo paket yaptırıp aldım. Yarım kilosu İskenderun da halama. Diğer yarım kilosu de eve götüreyim. Öğle yemeğini Doktor ile beraber yedikten sonra ben eve gidip biraz daha dinlenmek ve kitap okumak için döndüm. Tembellik olunca şekerleme yapmadan olmaz deyip biraz uyudum. Akşam mesai bitince doktor geldi, kapıyı ben açınca sevindi. Evde pek kapıyı açan olmayınca hep anahtarla açmak zor. Beraber akşam yemeği için hazırlıklar yapıp görev dağılımı ile nefis bir sofra çıktı ortaya.

Yemeğin üstüne de kırmızı Ürgüp şarabı sohbete derinlik kattı. Doktor ile çok ortak yanımız, dertlerimiz ve hayallerimiz varmış. Bunlardan birisi Doktorda çok kitap var, kütüphane kitap dolu ve sığmadığından yerlerde de istiflenmiş durumda. Doktor bu kadar kitabın hepsini okumuş ve kütüphanenin rafında öylece duruyor. Bu kitaplardan başkaları da yararlansın diye bir yer açıp kitapları bedava dağıtacak. Aynı zamanda başkalarının da kitaplığında atıl olan kitapları toplayıp ihtiyacı olana vermek. Bunlar beleş olacak, öyle para pul istemez. Benim de bu turda iyice olgunlaşan kahve olayı. Kafamda beliren düşünce bir mekan yada dükkan değil. Dükkan olmayacak çünkü kirası, vergisi algısı bir ton para ve uğraş. Zaten parayla pulla işim olmadığında kahve beleş olacak her zaman yaptığım gibi. Doktor ile ortak düşüncemiz bir yerde o kitaplarını verecek ben de kahve pişirip sunacağım. Dur bakalım ne olacak. Şarap ta nefis yani, biraz daha içsek dünyayı kurtaracağız sanki. Ama işin gerçeği kimse şarap içerek dünyayı kurtaramamış şimdiye kadar. Şarap sadece güzel fikirler verip düşüncelerimin olgunlaşmasını sağladı. Yeni bir dost ile sohbet etmesi gibi yok. Doktor bana kitaplığından bir kitap veriyor. Kitaptaki kahramanı bana benzetmiş. Kitabın ismi “Zen Kaçıkları” Yazarı Jak Kerouac. Kitabı okuduktan sonra karaman benden çok dengesiz arkadaşım İrfan Özden olduğuna karar verdim. Çünkü kitabın kahramanı  her ne kadar beni anımsatsa da dağcı ve ben henüz dağcılık yapmadım. Sadece gezgin bir bisikletçiyim, o kadar. Bana Mersin nükleer santralına karşı yaptığı yürüyüşü anlatıyor. Çok engelle karşılaşmış, yürüyüşün sadece Osmaniye den geçen etabını yapmamış. Çünkü yöneticilerin saldırılarına ve işinin geleceğine karşı saldırı yaparlar endişesi ile pas geçmiş. Yürüyüşünün büyük bir bölümünü hafta sonları tatillerinde kısım kısım yaparak tamamlamış.

Doktorun evi bahçe ortasında iki katlı. Bahçede zeytin ağacı, meyve ağaçları ve koca bir çam ağacı. Kendi doğal gübresini solucanlar ile yapıyor ama solucanlar şu an yaşamıyorlar. Yok olmasının sebebi belli değil. Çatıda terasta da toprak taşıyıp ayrı bir bahçe yapmış. Uğraşı çok anlaşılan.

Evin balkonunda cam yuvarlak masa, tahta kahverengi sandalyeler. Masada mantarlı kırmızı Ürgüp şarabı, iki kadeh, tabağın birinde kırmızı ve beyaz üzüm salkımı. Diğer tabakta iki şeftali, iki yeşil ekşi elma.

Şarap iyi uyuttu beni, deliksiz uyuyunca sabahın erken saatlerinde birden bire zımba gibi uyanıyorum. Daha gün ağarırken uyanınca kahve yapmak için takımları balkona çıkardım. Sürahide suyu da getirip iki bardak ile masada yerini alıyor.

Cam masada yarım dolu sürahi, iki bardak içi su dolu durumda. Kahve ocağım LPG’li, bakır cezve, iki fincan ve çakmak. Kahve yapmaya hazır bekliyorlar.

Kahveyi pişirip fincanlara köpüklü olarak döküyorum, içmeye hazır. Doktor da benim gibi erkenden uyanmış kahveyi bekliyor. Kahveler hazır olunca sesleniyorum. Kahve sabah aç karnına içilmeli.

Masada iki su bardağı dolu, iki fincanda köpüklü kahve. Ve bakır cezve.

Kahvaltıyı birlikte yapıp Doktoru işine uğurlarken vedalaşıyorum. Ben hazırlığımı yapıp yola çıkacağımdan bir süre daha evdeyim. Sevgili Doktor Umur Gürsoy ile vedalaşıyorum işe yolcu ettiğimde. İşe uğurlanmayı unutmuş olmalı ki duygulandı. Kendisine iki gün misafir ettiği için teşekkürlerimi belirtmeden edemedim. Yeni bir dost, yeni bir kapı hazine torbama girmiş oldu. Sevgili Doktoru uğurladıktan sonra zaman geçirmeden eşyalarımı bisikletime yükleyip hazırlığımı bitirdim. Kapıyı anahtar ile kilitleyip Doktorun gösterdiği yere anahtarı bıraktım. Ardından yola çıktım. Osmaniye küçük bir il olduğu için çabucak şehirden çıkıyorum.

Tabelada Osmaniye den çıkış yazısı ve kalabalık bir araç trafiğindeyim.

Tabelalar gideceğim yönü bana bildiriyor. Ama tabelaları boş verip cep telefonumdaki navigasyonu açıp rotamı belirledim. Navigasyondaki kadın şaşırmış olmalı ki beni üç defa geri çevirdi. Bir gittim yanlış dedi döndürdü, bir süre gittim tekrar döndürdü. Bir daha döndürünce navigasyonu kapatıp güneşe göre doğru yolu buldum.

Karşıma, sağ tarafımda bir tepe ovanın ortasına sanki toprak yığmışlar gibi. Tepenin yüksekliği 75 metre civarı ve üstüne bir kale yapılmış. Yol tek şeride düştü, düşük banket toprak ve  emniyet şeridi yok. Tren rayları yol ile beraber gidiyor. Osmanlı zamanında Almanlara yaptırılmış demir yolu günümüzde de kullanılmakta.

Ovanın ortasındaki tepe ve kalesini daha yakından görüyorum. Kaleye çıkıp yakından görmek için ileri bir tarihe bırakıyorum. Buralara bir daha gelip görmek için bir neden olması gerek.

Toprakkale

Kale ilkçağlarda Çukurova’yı Suriye’ye bağlayan  Amanos / Demirkapı geçidini kontrol altında tutmak amacıyla inşa edilmiştir. Ceyhan Osmaniye Dörtyol ayrımına ve güneyindeki geçide hakim 75 metre yüksekliğindeki bir kayalığın ve buna eklenen yığma bir tepenin üzerindedir.

Girişin batı yönündeki kayalığın üzerinde bulunması önceleri bu kayalık alanda sınırlı olduğunu düşündürtmektedir. Doğu ve kuzey yönlerinin toprak dolgu olması ise, bu kısımların daha sonraki dönemlerde inşa edilmiş olduğunu ve kalenin bu yığma tepeden almış olabileceğini akla getirmektedir.

Kalenin ilk konumlandığı batı yakasındaki kayalıkta daha önceki dönemlere ait yerleşme izleri bulunmuyor ise, kaleyi MÖ 2000’li yıllara Hitit dönemine ait olarak görebiliriz. Bu durumda inşa gerekçesi güneyden gelecek Asur akınları olmalıdır.

Kalenin etrafında savunma hendeği bulunmamaktadır. Güney ve güneydoğu yönünde ikinci bir surla tahkim edilmiştir. Surlar ve 14 adet burç, bazalt taşından örülmüştür. Batı yakasındaki düzlükteki yerleşme (Kınık kasabası) ile kale arasında inşa edilmiş merdivenli bir geçidin kalıntıları bulunmaktadır.  Kale içerisinde cephanelik, ambar, sarnıç, tuvalet, hamam ve şapel kalıntıları mevcuttur.

Kaynak: http://www.hayat-hikayeleri.com/haber_oku.asp?haber=461

Yamaçları ağaç kaplı kale tepesi.

Alabildiğine uzanan tarlalar ve tepelerin üzerine toplu konut inşaatları ufukta siluet olarak görünüyor.

Erzin yol kavşağına geldim. Erzin ilçesi sol tarafta kalıyor ve bu kavşakta tren istasyonu var. Aynı zamanda antik İssos kentine giden yol tabelası da ilgimi çekti. Antik kent tabelası nedeni ile durup haritadan yerini görünce bir ziyaret edeyim dedim.

Erzin tren istasyonunu gösterir TCDD mavi boyalı tabelası, istasyon binası ve rayları ikiye ayıran makas. İstasyonda iki hat yapılmış. Aynı zamanda elektrikli tren için elektrik direkleri ve telleri çekilmiş durumda. Demek ki elektrikli tren çalışıyor bu hatta.

Antik kentte giden yol toprak. Karşıma çıkan ilk yapı su kemerleri gözüme çarpıyor.

Bazı yerlerde yıkık olsa da  az bir kısmı ayakta duruyor. Su kemerleri 1–2 km. uzunluğunda, yüksekliği ise yer yer 7–8 m olan ve hâlâ ayakta kalmayı başaran su kemerleri bulunmaktadır. Bu su kanalları Akdeniz’e Cenevizli gemicilere Nur Dağlarının eteklerinden su iletme kapsamında yapılmıştır. Su kanalları başlangıç yeri ve bitiş yeri ev yapımı nedeni ile alınıp yok edilmiştir.

Su kemerlerinin devamı. Ayaklarının kimisi tahrip edilse de kesme blok taşlarla düzgün örülmüş.

Tarlalarda ürünler toplanıp sürülmüş bile. Yeni ekimlere hazır durumda. Tarlaların bazı yerlerinde beyaz taşlar gözüme ilişmekte.

Tarla sınırlarını belirleyen yerlerde beyaz mermer sütunlar var. Büyük bir olasılıkla sütunlar olduğu yerlerden taşınarak tarla temizlenip ekilmeye başlanmış.

Zeytin ağaçları dibinde sütun ayakları olduğu belli olan blok yuvarlak mermer parçaları öylece duruyor.

Uzaktan belli olmayan antik kenti sonunda buluyorum ve ilk kalıntıları görüyorum. Bisikletimi sehpasına kaldırıp park ederek gezintime başladım.

İssos antik kenti geniş bir alana yayılmış ve az bir kısmı toprak yüzeyinde. Sol tarafımda ki yapılara doğru gidiyorum.

İki tarla arasında sınırı sütun parçaları ile belirlemiş tarla sahipleri. Köylüler geçim derdinde olduğu için önemli olan toprağı ekip biçmek. O yüzden kalıntılar onlar için önemli değil. Önemli olan karın doyurmak. Sistem zaten köylülerin sadece ırgat gibi çalışıp zar zor geçimini sağlamak. Yoksa okul, tarih, sanat, tiyatro yada burada Pers orduları ile Makedon orduları arasında M.Ö. 333 yılında yapılan İssos savaşı umurlarında değil. Kanla sulanmış savaş alanında bereketli ürünler almaya çabalamakta.

Dikkatimi çeken sütun parçalarından bazıları kırmızı mermerden olması.

Tarla sınırındaki taşların bazıları siyah tüf, süngerimsi taşlar da daha da ilginç!

Toprak üstünde kalan yapılardan birisinin içindeyim. 1.5 metre genişliğinde, 2.5 metre yüksekliğinde taştan örülü koridor. Koridorun taş duvarının dibinde plastik bir meyve kasası. Kasanın üstünde de bir parça karton. Belli ki birileri oturmak için kullanmış. Sırtını da duvara yaslamış anlaşılan. Belki de kazı ekibinden birisi oturmuştur güneşin sıcağından korunmak için. Akdeniz’in nemli ve bunaltıcı sıcağı küçük bir taş koridorda taşların serinliği doğal bir klima etkisi ile serinlenebilir.

Toprağın üzerinde kalan yapının dibinde kazı çalışmaları yapılmakta ve yeni yapılar bulunmuş.

Şimdiye kadar yapılan kazıdan anlaşılan büyük bir uygarlık yaşanmış. Kalıntılar bunu gösteriyor. Ama burası yani İssos yada İssus hakkında pek bir bilgi yok. Sadece M.Ö. 333 yılında yapılan büyük savaş bilgilerine ulaşabildim. Pers kralı III. Darius ve Makedon kralı Büyük İskender orduları arasında yapılan savaş ve Makedon kralı Büyük İskender’in savaşı kazanıp imparatorluğunu Hindistan’a kadar genişletmesi hakkında bilgi var.

Yapılan kazıda odalardan oluşmuş bir alan ve bir metre yüksekliğinde taş duvarlar örülerek kare odalardan bir yapı.

Toprak üstünde kalan tonozlu yapılar epey yıpranmış. Toprakla örtül kalan yapı ise dokusunu bozmamış.

Kazısı tamamlanmış odaların resmini daha yakından çekiyorum.

Yapıların arasında sütunlar da dik olarak, sadece 1.5 metre kısmı ayakta kalmış.

Toprak yüzeyinde bir kısmı kazılmış bir kısmı hala toprak içinde sütun kirişi olduğu belli olan ince taş olma işçiliği örneği karşımda duruyor.

Sütun ayağı dibi işlenmiş desenler ve daha ilginç olanı ön kısmı olduğu anlaşılan 60 santim civarı sütun dibi ile birlikte işlenmiş bir parça. Yatay duran parça kıyıları yuvarlak çember biçiminde ortasına doğru incelerek işlenmiş. İlk defa böyle bir sütun taş işlemesi görüyorum. Sütunun altında temel taşı ise ayrı işlenip yontulmuş.

Daha kalın ve yuvarlak bir sütün ve yanındaki duvarlar sonradan yapıldığı anlaşılıyor. Bu yapılar toprak 1.5 – 2 metre civarı kazılarak ortaya çıkmış. Kazı çalışmaları hala devam ediyor. Bir çok yer toprakla örtülü durumda.

Henüz bir kısmı kazılmış çeyrek yuvarlağı görünen, diğer kısmı toprak altında. Anladığım kadarı ile kent meclisinin toplandığı yer. Yarım yuvarlak oturma yerlerinden anlaşılıyor. Yukarıda girişi olan bir geçit görünüyor.

Kazısı bittiğinde muhteşem bir kent ortaya çıkacağı kesin. 1.5 metre kazılmış toprak ve ortaya çıkan yarım yuvarlak oturma yerleri.

Yapının giriş kapısı üstü kemerli bir koridor. Uzun dikdörtgen taş bloklarla örülmüş iç duvar yapısı.

Sol taraftaki yapıları gezip resimlerini çektikten sonra diğer tarafa giderken bisikletim KUZ üzerindeki tripoddan otomatik 10 saniye ayarlayıp kendimi çekiyorum tarlanın ortasında. Aramda antik kentin toprak üstünde ayakta kalan yapıların kalıntıları. Etrafta ve antik kentte benden başka kimse yok. Tarlaların ortasında tek başınayım. Tişörtümde de İzmir yazısı nereden geldiğimi belli ediyor.

Şimdi de sağ taraftaki kalıntılara geldim. Burada da kazı çalışmaları yapılmakta. Henüz bazı yerler kazılmaya başlanmış ve kazılacak alan çok. Kazılar da öyle paldır küldür kazılmıyor. Dikkatli, yavaş ve bir o kadar önemle kazılmakta. Toprağın içindeki buluntulara zarar vermeden.

Burada ise bir amfi tiyatro var ve beyaz mermerleri düzgün. Üstlerde de kırık taş kütleleri gelişi güzel yayılmış.

Bir zamanlar gelişmiş bir uygarlığın yaşadığı bu kentte sanatçıların eserlerini sergiledikleri amfi tiyatronun merdivenlerine oturarak o zamanlarda oynanan oyunları düşündüm. Acaba nasıl seyrediliyordu ve kimler seyrediyordu oyunları. Şimdiki tiyatro salonlarının boş koltuklar gibi değildi sanırım. Halkın tek eğlencesi tiyatro seyretmekti ve koltukları boş olmadığını düşünüyorum. Bilgi çağında insanların oyalanabileceği bir çok araç var ve tiyatrolara kimse önem vermiyor ve salonlar boş.

Tiyatro merdivenlerinde elçek kendimi çekiyorum.

Beyaz mermer taş parçaları arasında siyah taş parçaları da burada gözüme ilişiyor.

Aynı siyah sütunlar da yerin 1.5 metre altında çukur biçiminde kazılmış yerde bir parçası görünüyor. Yanında da beyaz sütun altlığı.

Buraları belli bir döneme kadar yaşam sürmüş. Kazı zemininden epey yukarılarda 10 metrede duvar kalıntıları. Duvar kireçli harç yapılarak taşlarla örülmüş ama Roma dönemindeki gibi düzgün değil.

Duvar yüksekte olunca bir kısmı kazılmış amfi tiyatronun beyaz mermerleri olan yerin resmini çekiyorum.

Daha ileride ilk olarak gezdiğim yapılar var. Arada tarlalar ve tarlalar sürülmüş ekime hazır durumda. Daha ilerisinde yüksekçe yapılmış Ceyhan – İskenderun otobanı. Otoban antik kentin yanından geçiyor.

Resimleri çektikten sonra tekrar aşağı indim. Siyah, sünger gibi delikleri olan taşın üstünde kazıda çıkan kiremit ve benzeri buluntular serilmiş. Anlaşılan bunların değeri yok. O yüzden kimse alıp götürmemiş.

Gezilecek yer kalmayınca yoluma devam etmek için bisikletimin yanına gelerek tarlaların içinden geçip yola çıktım. Toprak yol su kemerleri arasından geçiyor ve bisikletim KUZ kemerler ile güzel bir görüntüye ortak oldu. Mersinde bulduğum kartal tüyü de ayrı bir desen olmuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Küçük bir çayın üzerinden geçiyorum, çayda su var ve akıp gidiyor Akdeniz’e doğru. Dere kenarında sazlıklar kendine özgü tül çiçeklerini açmış. Bu çiçekleri koparıp evlerin salonunda vazoya konup dekor oluşturmakta.

Tren istasyonuna geliyorum, burası ve etraf kömür karası tozu ile kaplı. Etrafı incelerken bana biri seslendi. Yanıma gelerek “Hele gel bir çayımı iç” deyip durdurdu. Kömür taşımacılığı yapan bu yerde şantiye binasına benzer bir yerde tahta bankta oturup tanışıyoruz. İsmi Hanifi Tuygar. Bana kendi demledikleri çaydan bardak bardak ikram ediyor. Tam da çay içme zamanı ve Hanifi Hızır gibi karşıma çıktı. Beni antik kente giderken görmüş ve nasıl olsa geri dönecek diyerek beklemeye başlamış. Oradan geçerken de seslendi. Kendisi de bisikletçi ve bisikletle biniyor. Bir bisikletçi başka bir bisikletçiyi kolaylıkla görüyor. Samimi ve misafirperverliği ile sohbet ederek çaylarımızı içiyoruz. Bana Dörtyol da İlk kurşun müzesini görmemi söyledi. Ayrıca içmem için bir kaç paket sahlep, sıcak çikolata veriyor. Çaylar içildi, sohbet bitmiyor bitmez de. Artık yolcu yolunda gerek diyerek izin istiyorum Hanifi den. Beraber elçek ile resim çekiliyorum. Arkamızda dev kamyonlar. Kendisine teşekkür ederek vedalaşıp yola çıkıyorum.

Hazır gelmişken Erzin’e şöyle bir çıkıp görmeli. Kısa sürede Erzin’e gelerek sembolü olan üç portakal heykelini döner kavşağın ortasında çekiyorum. Portakallar birbirine değmiş durumda ve yuvarlak, geniş bir kulenin üstünde geniş bir tepsinin içinde. Burasının Erzin olduğunu belirtir bir de tabela yazısı var.

Kısa bir ziyaretin ardından ana yola çıkıp Dörtyol’a geldim. Dörtyol bayağı büyük bir ilçe, nüfusundan belli 116.000.

Deliçay’ın üzerinden, köprüden geçiyorum. Dedikleri gibi aktığı zaman deli gibi akıp gidiyormuş önüne ne katarsa.

Yatağından belli Deliçay’ın nasıl aktığı.

Yol kıyısında yön tabelaları var. Bir tanesi büyük, mavi boyalı. Düz olarak İskenderun – Antakya yönünü gösteriyor. Sol tarafa ise çerçeve içinde yeşil boyalı yerde ise İskenderun – Antakya – Adana otobanını yönlendirmiş. Bu tabela yurt içini gösterir bildiğimiz tabela. Bu tabelanın önünde ise sarı boyalı zeminde siyah yazılmış Antakya – Halep tabelası var. İlk defa böyle bir tabela gördüm. Savaş olmasa gitmeli Suriye’nin şehirlerinden Halep tarafına, ne güzel olurdu.

Dörtyol kasabasının merkezine çıkıyorum. Burada da meydanda kocaman portakal heykeli var. Buradaki portakal heykeli Erzin deki gibi yapılmamış. Portakallar daha ayrı duruyor. Burada da üç portakal var. Dörtyol belediyesi yaptırmış, tabelasından belli. Portakallar meydanın ortasına uç kısmı 1 metrekare den başlayan, 5 metrelik bir duvar. Uçtan ortaya doğru çeyrek bir yay biçiminde yükseliyor. Böyle duvar 4 taneden oluşup ortada birleşiyorlar. Portakallar da demir bir boruya üstten tutturulmuş dalı ve yaprağınla beraber.

Hedefim İlkkurşun müzesi, sora sora yerini buldum. Artık tabela bana yönümü gösteriyor.

İyi bir düzenleme ile park haline getirilmiş çimenli bir tümsek üzerine Fransızlara karşı atılan ilk kurşun heykeli. Park çeşitli ağaçlarla süslenmiş, Akdeniz’in bunaltıcı sıcağında insanların gelip gezebileceği yeşil bir alan olmuş. Heykeller üç kişiyi temsil ediyor. Biri tüfeği doğrultmuş düşmana ilk kurşunu atarken, diğeri tüfeği sağ eline almış yürürken, üçüncüsü ile elinde bir bomba pimini çekmiş işgal kuvvetlerine atmaya hazır. Adana ve yöresinde ilk direniş hareketleri böylece başlamış halk kahramanları ile.

Başka bir meydan ve ortasında su fıskiyesi ve üç portakal heykeli. Etrafında da 17 tane direk, direklerde de tarihte Türklerin şimdiye kadar kurdukları devletleri temsil eden bayraklar dalgalanmakta. Etrafta geniş caddeler boş, pek araç yok. Görünüm olarak benim için çok iyi.

Müzeyi sonunda buluyorum. Girişte Dörtyol ilçesini havadan gösterir resmini çekiyorum ilk önce.

Sonrasında yan yana duran iki resimden ilkinin resmini çekiyorum. Resimde iki buçuk katlı bir bina, yarım yuvarlak kiremitli, bakımsız sarı boyalı bir bina. Yol tarafında cumba çıkıntısı, bahçeye bakan tarafta ise daha çok balkon tipi açık bir biçimde yapılmış. Bahçe duvarı yüksek taş bir duvar ile kapatılmış durumda. Bahçede de küçük taş bir bina görünüyor. Resmin altında da “Dünden” yazıyor.

Diğer resimde ise şimdiki hali, yani restore edilerek müzeye dönüşmüş. Aslına uygun, alt katı tamamen taş dekorlu kaplama. Bahçe duvarı ile aynı. Üst tarafı da sıvalı sarı renge boyanmış. Resmin altında da “Bugüne” yazısı yazılmış.

Şimdiki halini de gördüğüm kadarı ile sokaktan çekiyorum. Hem sokak tarafında cumbaya asılmış Türk bayrağı, hem de müze giriş kapısı tarafı bahçeye bakan yanda bir Türk bayrağı asılmış. Bahçe duvarlarının üstü kırmızı renkte yarım yuvarlak kiremitle yağmurdan duvar üstleri korunmuş. Bayrağın yanında da bahçeye bakan bir cumba var.

Müzeye girip bahçenin bir köşesine bisikletimi bırakıyorum.

Bahçe epey geniş, çimen kaplı, yürüme yerleri demiryollarından sökülen ağaç travers döşeli.

Müzeye giriş yapıyorum. Giriş ücretsiz. Karşıma ilk olarak işgalci Fransız kuvvetlerine karşı ilk kurşunu atan ve dağlara çekilip ulusal direnişi örgütleyip savaşan dört kahramanın heykelleri. Soldan sağa Mehmet Kara, Kara Mustafa, Selim Çavuş ve Kara Hasan Paşa. Her heykelin altında da pirinç levhaya basılmış isimleri ve yaptıkları yazıyor.

Mehmet Kara 1894 – 1968

Kara Mustafa (Mustafa Girgeç) 1901 – 1978

Selim Çavuş (Selim Ergeri) 1884 – 1973

Kara Hasan Paşa 1891 – 1936

Başka bir köşede Milli Mücadele savaşıp düşman işgalinden kurtaran üç kişinin heykeli. Çifte tabancalı müftü Ali Rıza Yılmaz, Hacı Emin Hoca, Mustafa Deliağa.

Milli Mücadele kahramanlarından sonra diğer yerlere bakmaya başladım. Müze olunca İlkkurşun dışında çeşitli eşyaların sergilendiği bir yer olmuş. Elle çevrilen eski bir dikiş makinası. Kısa bacaklı tahta bir masanın üzerinde sergilenmiş.

Kurtuluş savaşında kullanılmış mavzerler cam bölmede sergileniyor.

Başka bir camlı bölmede yine mavzerler.

Mavzerler.

Uzun bir kama, el bombası, su matarası, alüminyum bardak, Türk bayrak işlenmiş bir tepsi. Bunların yanında neden konduğunu anlayamadığım biri küçük metal diğeri büyük taş İngiliz top gülleleri.

Devamında küçük bir Türk bayrağı ve alakası olmayan ekin biçmeye yarayan ellikler. Sapları keçi boynuzundan yapılmış.

Basma gömlek, boyuna çizgili, kısa kollu. 1900 yıllarına ait.

Küçük bir odada ise Türkmen yürüklerin dokuduğu kilim yerde serili. Saman duvar yastıkları ve minder. İki tane iki duvarda. Kilim ve minderler aynı renk tonları ve desenleri. Ortada semaver, duvarda saz ve rahle üzerinde açık Kuranı Kerim. Şark odasın benzetilmiş.

Başka bir cam bölmede bir kılıç, kamalar ve tabancalar sergilenmiş.

Tabancaların yanında mavzer mermileri beşli ve kütüklükte beşli olarak sıralanmış ceplere.

Pencere boşluklarına konulmuş elle taşınan fener.

Bakır bir sürahi, kapağı işlemeli.

Bu da değişik yapılmış bir sürahi.

Kurtuluş savaşında kullanılmış manyetolu telefon. Sağ tarafında kolu var ve kolu çevirip elektrik üreterek çağrı gönderip haberleşmeyi sağlıyorlarmış eskiden.

Eski, manyetolu telefon.

Tahta bir masa üzerinde eski bir daktilo ve büyükçe bir işlemeli heybe.

Adana, Dörtyol, İskenderun bölgesini gösterir Osmanlı haritası. Yazılar Osmanlıca. Türkçe yazıda 1320 (1904) yılına ait Adana vilayeti Cebel sancağı haritası.

Kurtuluş savaşında gazilere verilmiş İstiklal madalyaları. Madalyalarda kime ait olduğu yazıyor pirinç levhalarda.

Bir de camlı çerçevelenmiş İstiklal madalyası vesikası madalya ile beraber duvara asılmış. Madalya sahibinin vesikalık resmi de var. 24 Şubat 1969 yılında madalya verilip, vesika daktilo ile yazılmış.

Pencerenin birine koyacak bir şey bulamamışlar. Bir kare bükülmüş demin ne işe yaradığını anlayamadım ve yanında da bir orak.

Başka bir pencerede manyetolu eski bir telefon konuşmuş.

Evde pencere çok ve konacak eşya az olunca hapishaneden zincirli bir pranga sergilenmiş.

Eskiden evlerde dinlediğimiz ilk transistörlü radyo. Aynısından bende var. Rahmetli kayınpederden kaldı vitrinimde duruyor.

Evin içinde yukarı kata çıkan tahta merdiven. Kimi basamak eski orijinal tahta kimisi de çürüyüp dağılan basamak yenilenerek onarılmış. Eski ve yeni basamakların rengi değişik. Tahtalar cilalanmış pırıl pırıl.

Merdivenlerden üçüncü, yani buçuk kata çıkıyorum. Gözüme ilk ilişen duvarda asılı gaz lambası. Lamba gazdan arındırılıp elektrikli ampul takılmış. Gövdeden çıkan iki kıvrık lama ile lambanın şişesinin üst dar kısmında ortası delik ters bir kapak tutturulmuş. Belli ki lambadan çıkan ışığı aşağıya yansıtmak için konulmuş. Altta da Gizli Toplantı Odası yazılmış. Geceleri gaz lambası ışığında gizli toplantılar yapılmış kurtuluş mücadelesinde.

Odada dikdörtgen masa, masa örtüsü ile örtülmüş. Masanın üzerinde Türkiye haritası. Üç kişi toplantı yapıyor. Heykellerden birisi de Mustafa Kemal Atatürk. Mustafa Kemal’in burada toplantıya katıldığını sanmıyorum ama heykellerle canlandırılmış gizli toplantı anını. Belki de katılmıştır.

Eski Dörtyol iki katlı binaları. Bitişik binaların kimisi balkonlu, kimisi cumbalı. Balkon ve cumbalar alttan destekli. Resmin altında Dörtyol Konağı yazıyor.

Başka bir odada köy hayatı ve köy odalarında bulunan eşyalar. Duvarda asılı elekler, yerde küçük bir kilim. Yer minderi Türkmen dokuma işlemeli kırmızı renkli. Karşıda duvar dibinde ocak, ocakta bakraç. Altında odunlar konulmuş ama yanmıyor. Dört tane uzun sırık sıralanmış yerde. Yanında iki bakraç. Kapının girişinde ağaçtan yapılmış alt tarafı geniş, üstte doğru daralan 1.20 santim boyunda, tahtalar üç tane çember ile birbirine tutturularak oluşturmuş ayran yapımında kullanılan döğme yayık ayran fıçısı.

Köylü kadın heykeli döğme yayık ayran döğerken. Yer sofrası, üstünde küçük bir bakraç, bir sürahi ve üç bakır kap. Hepsi de kalaylanmış bir güzel. Dört yer minderi ve bir yastık dekoru tamamlamış. Ocağın üstünde ki çıkıntıda iki tane kahve değirmeni. Böyle bir yerde yaşamak ne de güzel olurdu. Taze mayalanmış yoğurdu yayık ayran döğerek mis gibi tereyağı toplamak. Yayık ayranı kabına soğuk su dökersen tereyağı daha çabuk çıkar üst kısma. Arada tereyağlarını toplamak gerek sarımtırak renginde. Bir taraftan akşam yemeği bakracın içinde odun ateşinde kaynamakta. Odanın içerisi az duman kokusu sarmış ama rahatsız edici değil. Akşam olunca sofra başında bakır sahanlarda mis gibi kokan yemek insana acıktığını hissettirir. Yemeğin üstüne de kahve değirmeninde taze çekilen kahve bakır cezvede köz üzerinde ağır ağır pişecek. Odaya yayılan kahve kokusu muhabbeti artırması içten bile değil.

Bu gün tarlada işlenen işler, toplanan sebzeler pazarda satılması. Yaylada taze otla beslenen ineklerin akşam sağılarak sütü ocakta bakraçta kaynatılıp ılıdıktan sonra yoğurt mayalanarak uyutulması. Ertesi güne yayıkta düğülerek tereyağı çıkarılacak. Tereyağının müşterisi hazır, hem iyi para bırakıyor. Ama artan mazot fiyatları çiftçinin belini bükmekte. Buna bir türlü çare bulamıyor, bulunamıyor. Bilinen en güzel muhabbet kokusu odanın içinde içilen fincanda saklı. Tadı ayrı bir lezzet.

Eskiden mutfaklarda dolap yoktu 40 – 45 yıl önceleri. Duvara asılı dört tahtadan yapılmış çerçeve. Ön kısımlarında ikişer çıta çakılarak, tabaklar, çanakların yatık durmasını sağlıyor. Bakır kaplar ve tabaklar sıralanmış. Metal bardaklar da alt dar rafta. En alt raf diğer raflara oranla daha dar. Burada bardaklar, fincanlar sıralanır. Raflar güzel görünsün diye uçları iğne dantel işlemeli örtülerle süslenmiş.

Pencere boşluğunda bir gaz lambası. Lambanın şişesi yok. İki tane de ispirtolu fener. Yanında da kömürlü demir ütü. O zamanlarda köylerde elektrik olmadığı için ütünün içine köz konularak ütü yapılırmış. İspirto fenerleri de haznesine ispirto konularak haznenin yanında bulunan küçük pompa ile pompalanıp basınçla iğne deliğinden geçirilerek yanan alev cam tüpün içinde parıldayarak etrafı aydınlatıyor. Bunlar eskiden çok değerliydi ve alınması zordu. Alınınca da bu işi yapacak yetişkin kişiler anca yakabiliyormuş fenerleri. Hele camını bulmak hiç te kolay değil. Camı kırılırsa pek işe yaramaz.

Sonunda müze gezim bitti. İçeride sanki çok uzun zaman geçirmişim gibi. Geçmişe zaman yolculuğu yaptım. Bunu dışarı çıkınca hissettim. Müzenin geniş bahçesinden müze binasını komple çekiyorum resmini.

Müzenin bahçesinde yeşil çimenler üzerinde bronz heykeller dikilmiş. Heykeller Kurtuluş savaşındaki kahramanları betimlemiş. Adana yöresine has şalvar pantolon, gömlek giydirilmiş. Üzerinde çapraz asılmış mermi fişekliği.  Ayağında körüklü çizme. Başında takke, alın kısmına bağlanmış poşu. Anlamadığım topuklardan biraz yukarıdan betona gömülü ayaklar. Ayaklar beton içinde kalmış.

Yol; yolda bir antik kent. Bir de müze gezisi öğleni buldu. Hatta öğleni bile geçti. Acıkmışım farkında değilim. Zaman yolculuğu uzun sürdü. Müze bahçesinde büfeden öğle için bir şeyler yaptırıp karnımı doyuruyorum. Yemekten sonra menüde gördüğüm ismi değişik makiato ısmarladım. Kosova da hep içerim. Gelen ise beni şaşırttı! Uzun bir cam bardak, yanında sapı var, özel yapılmış porselen tabla. İki kaşık, biri uzun paslanmaz metal kaşık. Diğeri de çikolatadan yapılmış kaşık. Kaşık rengi de kahverengi, çikolata renginde. Bardağın içinde aşağıdan yukarıya doğru görebildiğim kadarı ile en dipte kırmızı çilek renginde bir katman. Onun üstünde büyük bir olasılıkla kahvenin kendisi kalın bir katman. Onun üstü ise daha kalın köpük tabakası ve en üstte köpüğe gezdirilmiş çikolata. Neyse artık olan oldu, tadını çıkarmalı şimdiye kadar içmediğim bu içeceğin.

Müzeden ayrılıp yola çıktım. Sol tarafımda Nur dağlarının batı kısmı, dağ girintili çıkıntılı yapısı ilginç oluşumlar oluşturmuş. Yamaçtaki taş ocağı ise çirkin bir görünüme bürümüş manzarayı.

Şimdiye kadar sadece adını duyduğum ama ilk olarak gelip gördüğüm İskenderun demir çelik fabrikasına geldim. İlk göze çarpan fabrika bacaları uzun yapısı ile dikkati çekiyor. Kimisi dumanı salıyor ortalığa, kimisi de dumansız. Fabrika bölgesinde hava değişti birden bire. Hafif genzi yakan duman her nefes alışta kendini hissettiriyor. Temiz bir hava yok ortamda ve fabrika gürültüsü sessizliği bozuyor.

İskenderun Demir Çelik fabrikası ;

Türkiye`nin güneyinde İskenderun körfezinde bulunmaktadır. Tesisler İskenderun ilçesinin 17 km. kuzeyinde Yakacık yöresinde sosyal tesisleri ile birlikte toplam 16.757.238 m2 alan üzerine kurulmuştur. İsdemir Türkiye`nin kuruluş tarihi itibari ile üçüncü, uzun mamul üretimi açısından ise en büyük entegre tesisidir. Kuruluş çalışmalarına 1966 yılında başlanan İsdemir 25 Mart 1967 Tarihinde Sovyetler Birliği ile yapılan Teknik ve Ekonomik İşbirliği anlaşması kapsamında Tiajpromexprot firmasına projeler yaptırılmış, aynı firma ile 10 Ekim 1969 tarihinde fabrika kuruluş anlaşması gerçekleştirilmiştir. 1, 1 milyon ton/yıl blum kapasitesinde kurulması planlanan tesisin temeli 3 Ekim 1970 tarihinde atılmıştır. İnşaat ve montaj faaliyetlerinin tamamlanmasını müteakiben üretim üniteleri 1975 yılından itibaren kademeli olarak işletmeye alınmıştır. 1, 1 milyon ton/yıl kapasiteli tesislerin yapım faaliyetleri sürdürülürken 2, 2 milyon ton/yıl kapasiteye tevsi çalışmalarına başlanmış ve 24 Aralık 1972 tarihinde Sovyetler Birliği ile ikinci dilim kredi anlaşması imzalanmıştır. Tevsiat sonunda tamamlanan tesisler 1984 yılından itibaren kademeli olarak devreye alınarak kapasite 2, 2 milyon ton/yıl çelik bluma çıkarılmıştır.

https://www.turkcebilgi.com/iskenderun_demir_ve_%C3%A7elik_a.%C5%9F.

İskenderun Demir Çelik fabrikası içinde bir çok fabrika var. Her baca bir fabrika demek. Büyük bir kompleks olunca ana giriş kapısı iki tane. Kapılardan birisinin önünden geçiyorum. Kapının ismi İsmail Akçakmak Kapısı.

Fabrikanın cüruflarından da çimento üretiliyor. Bunlardan birisi Adana çimento fabrikası. Dağın yamacına kurulmuş ve bacasından çıkan dumanlar çevreye yayılıyor.

Az bir yolum kaldı, fabrika sahası henüz bitmedi. Yolun sağında, ileride kocaman uzun bir baca. Bacanın dumanı tütüyor, demek ki çalışma var.

Halamın oğlu İskenderun demir çelik fabrikasında çalışıyor. Fabrikanın lojmanlarında oturuyor. Lojman kapısına gelince yengem beni arabası ile kapıda karşılıyor. Kimlik bilgilerimi verip içeri giriş yaparak arabayı takip etmeye başladım. Lojman alanı bir kasaba gibi, ama yolları geniş, binalar birbirinden uzak ve fabrika kurulduğunda dikilen ağaçlar kocaman olmuş. Fabrikanın çıkardığı gürültü ve zehirli gazlar burada yok. Bir süre gidiyoruz yeşillikler arasında. Lojmana gelip eve bisikletimi yerleştiriyorum. Ev tek katlı, ağaçların arasında yeşil çimenlerle kocaman bir parkın içindeyim sanki. Halam ve torunları ile buluşuyorum yılların hasretiyle.

Bu gün yaptığım yol 61 Kilometre civarında.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Büyük Taarruz 4. Gün

8 Eylül 2015 Salı

4. Gün Turgutlu – Kemalpaşa – Belkahve

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Nazım Hikmet RAN

Kurtuluş Savaşı Destanı Şiiri

Öne çıkan görsel, Atatürk heykeli, iki yanda ikişer direkte Türk bayrakları. Kaidenin dibinde Büyük Taarruz bisikletçileri toplu halde poz vermiş.

Turgutlu kasabasının en büyük sorunu motorlar. Öyle ki bütün gece serseri mayınlar gibi motor homurtuları ile dolaşıp durdular. Serserilerin uykusu da yok ve sadece gürültü yapmaktan başka bir şey bilmiyorlar. Babalarından öyle görmüşler, açıkçası kültürleri böyle. Kamp yerimiz yeşil alan, dere kenarı olunca motor gürültüleri yüzünden pek rahat uyudum diyemem. Sabah güneş doğmadan uyanıyorum, çadırımın içinden sabahın seher manzarası böyle. Karşımda bir ağaç, daha arkada binalar.

Uyanır uyanmaz elimi yüzümü yıkadıktan sonra hızlıca çadırı toparlayıp eşyaları kıytırığa yükleyiverdim.  Harekete hazırım, sabah kahvaltısını yine aş evinde bir güzel yapıyoruz. Aş evi belediye sebze meyve hali içinde. O yüzden bisikletle gidip gelmek en iyisi. Kuz ve kıytırık yola çıkmaya hazır, çimenlerin üzerinde park etmiş. Çubuğun üzerinde Türk bayrağı, ağaçların ardındaki yüksek direkte daha büyük Türk bayrağı dalgalanıyor.

Kahvaltının ardından herkes hazır olunca yola çıkıyoruz. Ana yola çıkmadan direk dağların eteklerine doğru gidip köy yollarından gideceğiz. Zaten eski yol oralardan geçiyor. Büyük Taarruz da askerlerimiz de bu yoldan gitmişler.

Yol köy yolu olsa da trafiği epey hareketli, yol dar olunca dikkatli gitmek gerek.

Yaz sonları, Eylül ayına yeni girdik. Yaz boyu yağmur yağmayınca tarlalar sararmış otlar ile kaplanmış durumda. Bozkır görünümünde ortalık.

Bu yoldan ilk defa geçiyorum, şimdiye kadar hep Ankara ana yoldan gidip geldim araba ya da otobüs ile. Bisiklet olunca yol değişiyor. Etraf yeşillikler altında gözüm gönlüm açılıyor resmen. Oysa ki ana yolda fabrikalar ile kaplanmış bunun getirdiği kamyon, tır trafiği alabildiğine armış ve gürültülü. İyi ki bu yoldan geliyoruz. Köprü korkuluğunda bisikletim KUZ ve kıytırık duruyor.

Yolun iki tarafı da bahçeler ve ağaçlardan yeşil bir örtü ile kaplanmış durumda. Resim çekmek ve nefis incirlerin tadına bakmaktan grubun arkasında kaldım. Olsun gidilen yer belli, nasıl olsa yetişirim onlara. O yüzden acele etmiyorum. Doğanın keyfini çıkara çıkara yol alıyorum.

Bizimkiler Bağyurdu köyünde mola vermişler. Ben de bisikleti park edip bir çay içecek zamanı buluyorum. Kahvede oturmuş arkadaşları çekiyorum. Sağda köylüler, motorlarını, traktörlerini park etmişler. Onlar da çay içmeye gelmişler.

Çaylar içildikten sonra tekrar yola çıkıyoruz, yol benim için çok güzel. Yolun keyfinden ne zaman Kemalpaşa kasabasına geldik anlayamadım. Kasabanın yukarılarında bulunan Kültür evine doğru yöneldik.

Kültür evinin önüne bisikletleri park edip içeri giriyoruz hep beraber.

Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e girerken konakladığı bir kasaba olmasına borçlu olan Kemalpaşa, 25.000 nüfuslu, tarihi özellikleri güçlü bir yerleşme… Tarihi öneminin odakları, sırasıyla, MÖ 1450 tarihli Hitit-Batı Anadolu kavimleri arasındaki savaş ve bu savaşın anısına dikilen (Hitit prensini simgeleyen) Karabel isimli büyük bir kaya anıt; MS 13.Yüzyıl’da Latin İşgalinde İstanbul’dan göçen Bizans Hanedanı’nın kurduğu Nymphaion, kenti ve kente ait Laskarisler sarayı; Osmanlı dönemi yapıları ile Nif Dağı ve mitolojik Nif çayının oluşturduğu doğal güzelliklerden oluşmaktadır.

16 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgaline uğrayan “Nif” şehri daha sonra 8 Eylül 1922 sabahı Savandağ Mevkiinde yapılan küçük bir çarpışmayı müteakip Türk askerleri tarafından saat 15:00’te kurtarılmış ve Hükümet Konağına Bayrağımız çekilmiştir. Büyük kurtarıcımız Atatürk 8 Eylül 1922 günü İlçemize gelmiş ve o zaman düşman karargahı olan ve halen Askerlik Şubesi olarak kullanılan binada geceyi geçirmiştir.

Müzenin kapısından içeri girerken

Mustafa Kemal’in karargah olarak kullandığı binada yattığı yatak ve eşyalar günümüze kadar iyi korunarak sergilenmekte. Yatak ve özel eşyaları. İki tane Atatürk portresi yatakta.

Atatürk resimleri, dikine duvar halısı ve bir kaidenin üstünde gaz lambası.

Askerler geceyi beklediler, 
Bozkır gecesini. 
Sıcak toprak üstünden 
Bir buğu yükseliyordu 
Yıldızlara baktı Hasan Çavuş 
Dedi: “emme de parlak bu gece” 
Bir sigara yaktı 
Mangasından tekmil getirdi Memiş Onbaşı: 
Aydınlı İsmail’in bacağında sızı varmış, 
Tireli Hüseyin sabaha kadar uykusuz kalmış. 
Bodur Ali ah diyor bir memlekete gitsem, 
Yine hafiften bir türkü tutturmuş, 
Giresunlu Rüstem. 
Tüfeği elinden düşmez Bergamalı Ahmed’in, 
Avrat, tüfek, at, 
Namus sözüdür, diyor 

Arif Hikmet PAR

Solda küçük bir dolap, sağda, çekmeceli ayna, üzerinde kırmızı kaplı defter duruyor. Aynanın yanında tahta sandalye.

Süslü boy aynası, önünde defterler.

Zamanımız epey var, müzenin önünde toplanıp resim çekiliyoruz. Ardından gölgelik yerde oturup dondurma ile serinlemeye çalışıyoruz. Resimde 26 kişi var.

Öğle yemeği için Büyük Taarruz turuna sponsor olan lions kulübünden birisinin fabrikasında öğlen yemeği yiyoruz. Yemekten sonra ana yola çıkınca trafik polis arabaları eşliğinde yola çıktık. Polisler yolu tamamen kapattılar ve Bel kahveye kadar da bir tane araba bile salmadılar. Aslında gereksiz yere kapattılar. Yol iki şerit gidiş, emniyet şeridi de geniş. Tek şeridi kapatsalardı bize yeter de artardı bile. Topu topu 25 kişiyiz zaten, eskortluk eden arabamız ile karayolunda fazla yer de kaplamıyoruz. Sadece bir tır alanı kadar yerde gidebiliriz. O gün de neredeyse fırtına şiddetinde lodos rüzgarı tam karşıdan esmekte. Rüzgara karşı pedal çevirmek te zorlaşınca 10 Km/h ile gidiyorum. Sadece ben arkadayım o da emniyet şeridinde gitmeme rağmen polis arabaları arkamda bir tane bile araba bırakmadılar. Böyle yavaş yavaş Belkahveye kadar rüzgara karşı pedalladım zar zor. Belkahve park alanına girince serbest kalan arabaların homurtuları korkunçtu. Belki 1 saatten fazladır tın tın yol aldılar ve neden bu kadar yavaş geldiklerini bilmeden sinir olmuşlardır. Haybeye araç birikimi olduğu için boşa giden akaryakıt ve işine yetişemeyen sinirli sürücüler için üzgünüm. Polislere o kadar yolu açın ben giderim desem de önüm bomboş olan yolda ilerlemek canımı sıktı biraz. Elimden bir şey gelmedi ne yazık ki.

Bisikletim KUZ ve kıytırık Belkahvede, Atatürk heykelinin ardında. Heykelin iki yanında ikişer bayrak direğinde Türk bayrakları dalgalanıyor. Benim bayrağım da kıytırıktaki çubukta Atatürk’e selam veriyor.

Ben ve trafik rahatlayınca bisikletimi park ediyorum alana. Etrafı şöyle bir kolaçan ediyorum. Bisikletim KUZ ve kıytırık park alanının kıyısında park etmiş durumda.

Müze binasının yanından, Atatürk heykeli.

Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşında Büyük Taarruzun son günü İzmir girişinde ki tepede son molasını veresiye kadar kahvesini hep sade içmiştir. Önemli işler ve çetin geçen savaşta uyanık kalmak, düzgün karar vermek, temiz ve duru düşüncenin olması için sade kahve ile gerçekleştirmiştir. Artık iyice dağılmış Yunan ordusu ardına bakmadan yıldırım gibi gelen Türk ordusundan biran önce kurtulmak için kendini denize atması an meselesi. Bunu bilen Mustafa Kemal İzmir’e girmeden önce son gecesini burada (sonradan adı Belkahve olacak) kahvesini bol şekerli içerek rahat bir şekilde uyumuştur çadırında. Artık savaşın sonuna gelinmiştir ertesi gün düşman denize dökülecektir.

Çadırı İzmir’e bakacak şekilde kurduktan sonra kahve takımımı çıkarıp bol şekerli kahve cezvesini ocağa sürüyorum. Yanımda şanslı 3 kişi daha var. Onlarla paylaşıyorum ve Büyük Taarruz bisiklet turunun sonuna gelmenin rahatlığı ile kahvelerimizi keyifle içiyoruz İzmir’ karşı.

Alanda bulunan bir kaç yeşil alana çimenlerin üzerine çadırları kurduk.

Mustafa Kemal’in dev heykelinin dibinde merdivenlerde toplanıp resim çekiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İzmir den bisikletçi arkadaşlar da bu akşam Bel kahveye geleceğimizi bildiklerinden bizleri ziyarete geliyorlar. Bu tarafa geçiş biraz sorunlu olduğundan dikkatlice geçmeye çalışırlarken resimlerini çekiyorum. Aşağıda 5 bisikletçi orta şeritte bekliyorlar karşıya geçmek için.

Akşam yemeğinden sonra henüz güneş batmadan turda olan arkadaşımız Ertuğrul Arda evine gidip seyyar buzlukta bizlere sürpriz yaparak kutlamamıza neşe içinde votka limonata ile kadehleri kaldırdık şerefimize. Muhabbetimiz artsın hep birlikte herkesin kendi bardağı kendine yetiyor. Ben, Ergun, Nafiz ve Şafak yan yana. Hasan Berat Kur bizi çekiyor.

Hava karardıktan sonra İzmir’in muhteşem ışıklarını bir süre seyrettim. Bu şehri olduğu gibi seviyorum, kalabalık sakinliği, gürültülü sessizliği, kargaşalı duruluğu, Lodosu ayrı, Meltemi ayrı. Poyrazın soğuğu ile Karayelin serinliği hep içimi ısıtmıştır. Havası kalleş olsa da insanları kalleş değildir. Oldum olası sevmişimdir güzel İzmir’i, körfezi, mavisiyle.

İzmir’in dağlarında çiçekler açar.
Altın güneş orda sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
Yaşa Mustafa Kemal paşa,yaşa;
Adın yazılacak mücevher taşa.

Gece karanlığında, Belkahve’den ışıklar içinde güzel İzmir.

Şimdiye kadar yüzlerce kez geçmişimdir Belkahve’den ama ilk defa kalıyorum burada. Hem de çadırda. Evim 20 Kilometre ötede olsa da bisikletin dünyamı değiştirdiğini, burada çadır kurup kalmamdan belli. İyi ki de bisikleti tanımışım, dünyasına girmişim. Bir çok ilk olayı yaşıyorum ve yaşamaya da devam edeceğim sağlığım elverdiğince. Bu gece çadırımda daha da mutlu bir şekilde uyuyacağım kesin.

İzmir düşlerimde olacak

Bu gün yaptığımız yol 45 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Nemrut Turu 1. Gün

13 – 14 Ağustos 2014 Çarşamba – Perşembe

Üçkuyular – Otogar – Malatya – Battalgazi – Malatya

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

evet evet

doğrusu bilmiyorum

dalıp dalıp gidiyorum böyle

dalıp gidiyorum ve dalgınlığımda bir kent

bir duvar, bir de sen, duruşunda güz özellikleri

dostlar, bütün dostlar içerde.

Edip Cansever

 

Öne çıkmış olan görsel, yolun solunda cami, minaresi ve kemerli girişi.

140820147585

Sıcak geçen yaz günleri bisiklet turlarını biraz kısıtlıyor. Festivaller ve turlar genellikle İlk baharda yada Son baharda yapılmakta. Malatya Bisiklet Derneğinin bu yıl düzenleyeceği Nemrut turuna katılmayı planlamıştım daha önce. Gerçi Ağustos ayının ortalarında yapılacak olması biraz düşündürücü olsa da katılmayı çok istiyordum. Dünyada Güneşin batışını ve doğuşunu seyredilebileceğim en güzel yeri Nemrut dağı olması beni adeta çekiyor kendisine. Güneşin batışını ve doğuşunu seyredecektim. Ne olursa olsun katılacaktım festivale.

Normalde festivallere araç kullanmadan kendi gücümle gitmeyi her zaman yeğlerim. Malatya’nın İzmir’e olan uzaklığı düşünecek olursak bir 12 günlük pedallamak gerekiyor. Havaların da sıcak olması böyle bir yolculuğu kaldıramayacağımdan otobüs ile gitmeye karar verdim. İsmi lazım değil bir arkadaşım kendi teklifi ile arabasıyla beraber gitmeyi teklif etmişti. Günü yaklaşınca arabası ile gitmeyeceğimi haber vermek için aradığımda telefonunu defalarca aramama rağmen açmadı. Zaten otobüsle gitmeye karar vermiştim ama hala haber veremedim kendisine. Haberi de olmasa önemli değil artık. Neyse otobüs biletimi aldım, ayrıca bisikletli olduğumu da belirttim bileti alırken. Eşyalarımı hazırlayıp bisiklete yükledim. Normalde festival 2 gün sonra başlayacaktı. Mustafa Ekici bir gün önce gelmemi isteyince kırmadım bir gün önce Malatya’ya gidecektim. Otobüs akşam 19:00 da hareket edeceğinden 2 saat önce evden çıktım. Evden otogar 18 km.

Evimin önündeyim, bahçemde ağaçlar, Bahçe kapısı dekortaştan kemer, üstünde kanatlarını açmış kartal. Ben bisikletim KUZ üstündeyim.

120820147537

Otobüsün hareket saatinden yarım saat önce otogara gelerek otobüs peronuna yanaştım. Otobüsün bagajı yüksek olduğundan bisikleti olduğu gibi sığdı. Bagaj çantaları ve ön tekeri sökmeden hem de. Durum böyle olunca rahatça hareket saatini beklemeye başladım. Otobüsün ön tarafını çekiyorum. Beydağ yazılmış, gideceği yer olan Malatya tabelada.

120820147538

Ev – Otogar gidiş haritası aşağıda, toplam 17 Kilometre civarı.

Powered by Wikiloc

Otobüs hareket edip yolculuğa başladık. 14 saat süren yolculuk boyunca rahatsız olmadan Malatya’ya vardım. Malatya otobüs garajının girişinde bisikletim KUZ park halinde.

130820147539

Malatya bisiklet derneği başkanı ve festivalin baş aktörü Mustafa dostumu telefonla arayıp geldiğimi bildirince hemen bir araç yollayıp otogardan aldırdı. Mustafa dükkanda beni bekliyordu. Hasretle buluştuk Mustafa ile. Dükkan aynı zamanda Mabisder’in buluşma yeriydi. Burada Mustafa Kaya ve Orhan Kotluk ile tanıştım. Ardından beni facebook’tan takip eden Hüsnü Yaşar ile tanıştım. Sohbet ederken İstanbul dan gelenleri otogara almaya gittiler. Sevinç Aksüt, daha önce Başmakçı da tanışmıştım kendisiyle, Gizem ve Onur ile yeni tanıştık. Her turda ve festivalde olduğu gibi burada da yeni dostlarla tanışıyordum. Hep beraber akşama kadar oturup çay içerek iyice tanıştık.

130820147540

Akşam üzeri hep birlikte bisikletlerle kamp alanına gitmeye başladık. Kamp alanı şehrin biraz dışında. Trafiğin içinde ilerliyoruz mecburen.

130820147541

Kamp alanı sunni göleti olan mesire ve piknik alanında. Alana girince göletin üzerinde ince bir sis tabakasının olduğunu görüyorum. Ortalığı kaplayan yanık et kokusundan anlaşılıyor sis tabakası. Piknik yapanlar yakmışlar mangalı ortalık duman dumana ve yanık et kokusu sarmış piknik alanını.

130820147542

Kamp alanında kendime düz olan bir yeri beğenip çadırımı kuruyorum hemencecik. Burada ayrıca olimpik yüzme havuzu da var. Akşama gireceğiz havuza. Kamp taptığımız alanda ki ağaç gövdelerinde cırcır böceklerinin içinden sıyrılıp çıktığı boş kabukları kalmış. İzmir den araba ile gelen Ahmet, Özer, Hakan ve Nagehan da aramıza katılıyor. Kayıt masasında kaydımızı yapıyor görevli arkadaşlar.

130820147543

Yüzme havuzunun tesislerinde akşam yemeğini yiyip kamp alanında yatasıya kadar sohbet ediyoruz arkadaşlarla.

Ertesi gün erkenden kalkıyoruz, sabah kahvaltısını neşe içinde yiyoruz. Bu gün Malatya içinde tur atıp Hilton otelde festivalin başlangıcını yapacağız. Ardından Aslantepe höyüğünü gezeceğiz. Mustafa Ekici beni turun artçısı ve süpürücü olarak görevlendiriyor.  Herkes hazır olduktan sonra hareket ediyoruz.

140820147545

Malatya tabelasını çekiyorum, Nüfus 565000, Rakım 964 olarak yazılmış.

140820147546

Önümde römorklu bisiklet gidiyor. Arkasında çubuğa kırmızı bayrak takılı.

140820147548

Şehir içinde kendimizi gösterdikten sonra hotele gelerek ikramlardan ve çaylardan alarak atıştırıyoruz. Su tüketimi biraz fazla oluyor. Hava sıcaklığını hissettirmeye başladı bile. Hotelin salonunda Malatya bisiklet derneği başkanı Mustafa Ekicinin açılış ve katılımcılara teşekkür konuşması ile tur başlamış oldu. İlk önce Aslantepe höyüğüne doğru gidiyoruz. Aslantepe höyük girişinde çekiyorum bisikletçileri.

140820147549

Aslantepe Höyüğü[, Malatya’nın 7 km. kuzeydoğusunda yer alan bir arkeolojik yerleşimdir. Türkiye’deki en büyük höyüklerden biridir. Höyük, Fırat üzerindeki Karakaya Baraj Gölü’nün batısındadır. Otuz metre yükseklikteki höyük MÖ 5 bin yıllarından MS 11. Yüzyıla kadar iskan edilmiştir. Bölge MS 5. ve 6. Yüzyıllarda bir Roma köyü olarak, daha sonra da Bizans nekropolü olarak kullanılmıştır. Yerleşim alanı 200 x 120 metre boyutlarındadır.

Kazılarda MÖ 3.600-3.500 yıllarından bir tapınak, MÖ 3.300-3.000 yıllarından bir saray, çok sayıda mühür ve ustalıkla yapılmış madeni eşyalar bulunmuştur. Tüm bu buluntular o tarihlerde yerleşimin, aristokratik siyasi, dini ve kültürel bir merkez olduğunu göstermektedir. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen eserler dışındaki buluntular Arslantepe Açık Hava Müzesi’nde sergilenmektedir. Mühürler, yerleşimin bir ticari merkez olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Yerleşim, iskan edildiği süre boyunca su kaynakları bol fakat Fırat Nehri’nin taşkın sahasının dışında kalmaktaydı. Bu sayede tarım için çok uygun topraklara sahip olan yerleşim, yerel bir hakim sınıf tarafından yönetilmekteydi. Bu hakim sınıf hem politik, hem ekonomik hem de dini erki elinde tutuyordu. Bu haliyle Anadolu’daki ilk şehir devleti olma özelliği taşımaktadır.

MÖ 4. bin yılın sonlarında kerpiç anıtsal yapıların yer aldığı geniş bir kentsel alan höyüğün güney batı yamacına yayılmıştır. Bu anıtsal yapılarda çok sayıda mühür bulunması bu yapı kompleksinin yönetsel bir merkez olduğunu göstermektedir. Mühürler muhtemelen çeşitli malların depolanması ve nakliyesi sırasında kullanılmaktaydı ve yapı kompleksi bu haliyle bir saray ekonomisi merkezi olarak görülmektedir.

Kral Tarhunza’nı anıtsal heykeli, Malatya Müzesi.

Saray kompleksinde ayrıca arsenikli bakır alaşımlı, gümüş kakmalı kesici-delici silahlar bulunmuştur. Sarayın yakınında bulunan ve MÖ 2.900 olarak tarihlenen mezarın bir kral mezarı olduğu düşünülmektedir. Mezarda değerli ölü hediyeleri bulunmuş olup ayrıca mezarı kapatan taş kapak üzerinde kurban edilmiş dört genç insan cesedi bulunmuştur.

Geç Uruk Dönemi (MÖ 3.400-3.200 ardından yerleşimde geniş çapta yangınlar olduğu anlaşılmaktadır. Bunun ardından, farklı kültürden halkların yerleştiği kentte Doğu Anadolu-Transkafkasya kültürel etkileri hakim olmuştur. Arkeolojik çalışmalarda elde edilen çanak-çömlekler ve yerleşim düzeni bunu göstermektedir. Yeni yerleşimcilerin büyük olasılıkla yarı göçebe küçük topluluklar olduğu düşünülmektedir.

Tarih

MÖ 2.700.-2.500 yıllarında kent, Suriye-Mezopotamya kültüründen koparak özgün bir kültürel yapı geliştirmiştir. MÖ 2 binden itibaren kent, genişleyen Hitit İmparatorluğu’nun etki alanına girmiştir. Hitit Kralı I. Şuppiluliuma’nın Mittani başkenti Washukanni’ye düzenlediği seferde üs olarak kullanılmıştır. Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından kurulan Geç Hitit biri olan Kammanu başkenti olmuştur.

Asur İmparatorluğu hükümdarı I. Tiglat-Pileser’in saldırısı sonunda bu devlete haraç ödemek zorunda kalan bölge, II. Sargot tarafından ele geçirilip yağmalandığı MÖ 712 yılında dek varlığını ve zenginliğin korumayı başarmıştır. Bu tarihten MS 5. Yüzyıla kadar ise iskan edilmemiştir.

Kaynak: Vikipedi

Aslantepe’ye hoş geldiniz tabelası, altına Çince yazılmış.

140820147553

Aslantepe höyüğünde bulunan Hitit kral kabartmaları ilk olarak karşımıza çıkıyor. Asılları müzede, buradakiler sonradan yapılan taklitleri. Kuş başlı iki kabartma figürü. Sağdakinin sol elinde balta, soldakinin sağ elinde kışı. İkisi de elini birbirine yaklaştırmış, üçer sopa var. Ortalarında palmiye figürü.

140820147550

Kral olduğunu tahmin ettiğim figür. Başında kalpak işlemeli, bir elini havaya kaldırmış. Diğer eli aşağıda ve beş yapraklı dal parçası tutuyor. Arkasında melek kanatlarına benzer bir kabartma yapılmış.

140820147551

İlk figürdekinin benzeri ama kafaları alsan kafası biçiminde. Birleşik elde birinde iki, birinde bir sopa var.

140820147552

Orijinali Malatya müzesinde bulunan Kral Tarhunza’nı anıtsal heykelinin taklidi buraya yapılmış.

140820147554

Bisikletimi göle olan bir yere bırakıyorum, ortalık iyice ısındı. Gölge yapan ise aslan heykeli.

140820147555

Kazılarda elde edilen yapılar kerpiçten yapıldığı için üzerleri örtülmüş. Yoksa hava şartları bu duvarları yok eder.

140820147556

Duvar dibinde delik, ne olduğu belli değil.

140820147557

İç kısımda odalar.

140820147558

Bazı yerde demir profiller çatıyı tutuyor.

140820147559

Yapıların kerpiç duvarları ortaya çıkmış, kazı devam ediyor hala inceden.

140820147560

Yapıların iç kısımları ince bir işçilikle kazılmaya devam ediyor. Duvar ile örtülü topraktan ayırmak zor.

140820147561

Duvarlarda bulunan orijinal duvar resimleri görmemiz olası. Camekan ile kapatılmış ve perde çekilmiş durumda. Dış ortamdaki hava ve ışıktan korumak için yapılmış. Çok değerliler, binlerce yıl önce yaşamış medeniyetin izleri hala görülebiliyor.

140820147562

Kırmızı renk ile şekiller çizilmiş. Soldaki resim insan kayası, uzun saçları var.

140820147563

Başka duvarlarda da şekiller çizilmiş.

140820147566

Bazı duvarda ise şekiller geometri biçiminde ve çok belirgin. Çizgiler kırmızı renkte. Bunlar titiz bir kazı yapılarak ortaya çıkmış.

140820147567

Burada bulunan kamalar ve ok uçlarının resimleri  konmuş.

140820147568

Höyük normalden 30 metre kadar yüksekte. Dış alanda kazılar hala devam etmekte. Kazılan yerlere giremiyoruz, rehber bize anlatarak gezdiriyor höyüğü.

140820147569

Kazı yapılan alanda çeşitli çapta delikler, duvar kalıntılarını izliyorum.

140820147571

Bir yapının tabanı ve duvarları ortaya çıkmış.

140820147572

Kimi kazı yapılmış yerlerde otlar bürümüş.

140820147573

Höyüğün dış kısmı yeşillik kaplı Malatya kayısı bahçeleri göze çarpıyor.

140820147574

Höyük gezimiz bitiyor, dışarıya doğru gidiyoruz.

140820147575

Aslantepe höyüğünden yola çıktık, yolumuz üzerinde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma camiler görmemiz olası. Sadece minaresi kalmış, diğer yerleri yıkılmış. Minare yol kıyısında, ağaçlar ve uzun kavaklar ortalığı yeşile bürümüş.

140820147577

Battalgazi ilçesine geliyoruz. Tabelada Nüfus 17200 yazılmış. Hanımın çiftliği köy bitimi aynı zamanda.

140820147578

Yolun sağında yeni yapılmış kemerli geçit. Düz giden yolda ise tarihi kemerli geçit var. Kemerlerin bir kısmı yıkılmış, yolun sağında ve orta refüjde bir kısmı duruyor.

140820147579

Battal gazinin ata binmiş heykeli yüksek bir kaidenin üstünde.

140820147580

Kanlı Kümbet ; Selçuklu döneminde yapılmış bu kümbet Osmanlı döneminde suçluları idam yeri olarak kullanıldığından Kanlı Kümbet olarak anılır olmuş. Kitabesi bulunmamaktadır. Kümbet dört kemerli, kare planlı ve kubbeli olarak yapılmış.

140820147581

Muğla dan Feridun hoca ile elçek resim çekiliyoruz.

140820147583

Aramıza Mustafa Ekici de katıldı.

140820147584

Değişik bir yapı olan cami ne amaçla ve nasıl kullanıldığı belli değil. Namaz kılınacak cemaat yeri yok. Adı Sütlü minare, cami yıkılmış. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

140820147585

Caminin minareye çıkan merdivenleri, alt katta giriş kapısı görünüyor.

140820147586

Kesme taştan yapılmış kümbet, altı köşe planlı, çatısı da altı ikiz kenar üçgen şeklinde taşlarla örtülmüş. Kümbetin yanında iki katlı, beyaz badanalı bir ev var.

140820147587

Her tarafta tarihi camileri ve kümbetleri görmek olası.

140820147588

Arada günümüz eserlerini de görmek olası. Tokmakla buğday döven köylü kadın heykeli.

140820147589

Malatya kayısı bahçeleri ovayı kaplamış.

140820147590

Çatısı olmayan yuvarlak duvarlı yapı, su sarnıcı olabilir.

140820147591

Çatısı kemerli dükkan, antik devirden kalmışa benziyor.

140820147592

Duvarları yüksek ve destekli yapıda kubbe kendini gösteriyor.

140820147593

Burası da yüksek duvarlı yapı, üstünde kare bir oda var.

140820147594

Arada süprizler de olmuyor değil, arka tekerleğin lastiği patlıyor. Arkada kaldığımdan belediyenin kamyoneti ile mola yerine gelerek lastiği tamir ediyoruz Hakan ile birlikte.

ozercatori1

En son olarak hem dinlenme yeri, hem de akşam yemeğini yiyeceğimiz Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayına geliyoruz. Kervansaray restore edilerek görkemli bir yapıya dönüşmüş. Kervansaray giriş kapısından giriyoruz.

140820147595

Bir kaidenin üstüne Battal gazinin heykeli dikilmiş.

140820147596

Kervansarayın giriş yeri kemerli bir geçit, üstünde bir oda var.

140820147597

Kervansarayın avlusu çimlendirilmiş, yürüme yolları kesme taş döşenmiş gayet temiz bir yer. Kenarlarda kemerler sıralı yapılmış  dükkanlar.

140820147598

Kapalı iç kısımları kemerli sütun ile desteklenmiş geniş alanlar oluşmuş. Yemek masaları diğer tarafta ben boş olan yerin resimlerini çekiyorum. Tavanda ampulleri yanan avizeler var.

140820147600

Yemek zamanına kadar bahçede çimenlerin üzerine uzanıp bekliyoruz. Çay bolca içiyoruz. Soğuk sütlü dondurmanın tadına da bakmadan olmaz. Yemeği yedikten sonra dönüşe geçiyoruz. Yol kayası bahçeleri arasından gidiyor ama bir tane kayası yiyemedik. Bahar ayında kayası ağaçları çiçekte iken kar yağmış ve bütün bahçelerdeki çiçekler donarak düşmüş. Bu yıl kayası yok . Ben grubun artçısı olarak en arkada kalanları süpüre süpüre kamp alanına kadar götürüyorum. Dönüş bir şekilde Perşembe Akşamı Bisikletçileri turuna döndü. Yemekten sonra hava karardı ve ışıklarımızı yakınca karanlıkta uçuşan böceklere döndük. İnsanlar da bizleri böyle ışıl ışıl, kalabalık görünce alkışlarla selam veriyor. Kamp alanına varınca bisikletleri bırakıp havuza dalıyoruz. havuz da akşam serinliği tüm yorgunluğumuzu alıyor doğrusu. Havuzda iyi eğlendik. Havuz sefamızdan sonra kurulanıp giyinerek kafeteryada oturup çaylarımızı içiyoruz.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 46 Kilometre civarı

Yaptığım  yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc