25 Mart 2022 Cuma
Akbük – Kazıklı – Gürçamlar – Kızılağaç – Avşar
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Küçük derelerdir büyük nehirleri oluşturan.
Küçük mutluluklar, küçük, küçücük derelerdir
Büyük nehri ararken üzerinden atladığın,
Arkana dönüp de bakmadığın.
….
Dudağında ıslık yürüdüğün yol
Birden çıktığın yolculuk
Sana açılan kapılar
Sana kapıyı açanlar
Hoş gelenler
Hoş buldukların,
Yalnız kalabilmek – dilediğinde
Kavuşabilmek – özlediğinde
Düş Hekimi Dr. Yalçın Ergir
Öne çıkmış olan görsel, çam ormanı içinde dönemeçte park halindeki KUZ. Yol sol aşağıdan gelip kıvrılarak U biçiminde yukarı çıkıyor.
Dün akşam uyuyup kaldığım düşte gördüğüm güzel şeylerin huzuru içinde daha derin bir gece uykusunu sabahın ilk ışıkları ve Güneşin doğuşu ile uyandım. Düz yerde, ince mat üzerinde uyumak bana iyi geldi. 75 Kilometrelik yol beni biraz yorsa da dinlenmiş halde uyandım. Bir süre dün gördüğüm düşü düşünerek yattığım yerden kalkmadan öylece yattım. Güneşin doğmasına daha var, alarmım da çalmadı. Uzanmış halde tembellik hakkımı kullanıyorum. Güneş doğmaya başlayınca doğruluyorum, çadırımın fermuarını açıp Güneşin doğuşunu izliyorum. Güneş yükseldikçe sanki ısısı artıyor ve içim ısınmaya başladı. Güneşin parlak ışıklarını çadırımın içinden çekiyorum.
Sabahın serinliği beni hasta etmesin diye çadırın içinde sabah kahvemi pişirmeye karar verdim. Hasta olmamak için kendimi korumalıyım. Tek kişilik cezvem ocağın üstünde pişerken çekiyorum. Yanında da fincan duruyor.
Kahvem piştikten sonra afiyetle içiyorum. Kahveyi içmeden önce bir bardak su içtim. Kahveden sonra da bir bardak su içerek güne başlamış oldum. Fazla zaman geçirmeden ocağa çaydanlığı koyup ısıtmaya başladım. İçindeki su kaynayınca çay katıp demledim. Çayı kattıktan sonra çok az bir süre daha kaynatıp ocaktan alıyorum çaydanlığı. Yanıma yumurta almamışım, o yüzden bu sabah yumurta yok. Kahvaltılık olarak acı biber salçası ekmeğe sürülüyor. Yanında kendi yaptığım zeytin, Burcu’nun verdiği İzmir tulum peyniri. Bir bardak çay. Yarım ekmeğin yarım dilimini tuzlu yiyeceklerle yedim. Bu arada bir bardak daha su içiyorum tatlı yemeye başlamadan önce. Ben her zaman öyle yaparım. İlk önce tuzlu yiyecekler, araya bir bardak su ve ardından bal, reçel gibi tatlı yiyecekler. Böylece midemde tuzlu ve tatlılar karışmıyor. Arada bir katman su tabakası var. Yere serdiğim poşu üzerinde; çaydanlık, içi çay dolu bardak, sürülmemiş yarım dilim ekmek, konserve kutusunda zeytin taneleri, salça kabı üstünde tulum peyniri, yarım dilim salça sürülmüş ekmek, katlanır çatal, bıçak ve kaşık. Yanda da Urim Baba’nın Kahvesi yazılı küçük havlu serilmiş durumda.
Kahvaltımı bir güzel yapıp karnımı doyurdum. Sabah kahvaltısı önemli, çok iyi ve sağlam olmalı. Zaten şairimiz Cemal Süreya ne demiş;
“Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”
Boşuna dememiş kahvaltı ile ilgili sözleri. Kahvaltı bitince eşyalarımı ve çöplerimi topluyorum. Yola çıkmaya hazır olunca yürüyerek yola vardım. Akbük köyü yakın, çabuk vardım. Çöplerimi çöp kutusuna atıyorum. Buradaki büyük bakkaldan iki şişe su alıyorum yanıma. Ne olur ne olmaz, susuz kalmayalım. Bir tane de ekmek. Çantama yerleştirip köy içinde asfalt kaplama çalışmaları arasında geçip gidiyorum. Böylece orman yolunda ilerliyorum. Etraf çam ağaçları ile kaplı. Mis gibi çam kokusunu içime çeke çeke önümdeki uzayan yokuşa sardım. Önümde gideceğim yolda üç tane yokuş var.
Yol yokuş olunca ağır tempoda çıkıyorum. Haliyle yoldaki her şeyi görüyorum. Gözüme yol kıyısında küçük bir balık ilişti. Durup yakından bakıyorum ölmüş balığa. Kim bilir nerden geldi, yola nasıl düştü bilemiyorum. Küçük balığın resmini çektim ilk önce. Sonra balığı alıp çalıların içine atıyorum. Doğadan geldi doğaya bırakıyorum. Doğa gerekeni yapar, buna eminim.
Geçen yıl, yaz aylarında, aşırı sıcak Ağustos günlerinde bir çok yerde orman yangınları oldu. Ciğerlerimiz yandı televizyonda izlerken. İçim acıdı doğrusu. Yakanlardan ve söndürmek istemeyen basiretsiz politikacılara lanet olsun. Umarım cehennem ateşinde yanarlar. Milyonlarca ağaç ve hayvan yanıp yok oldu. Bunun yanında da bir çok köy tamamen yandı, hayvanları telef oldu. Gerçekten içim çok acıdı. Umarım bir daha böyle bir felaket yaşanmaz. Oman içinde, yol kıyısındaki bu uyarıcı levhada; ateş, ağaç ve Yangın Tehlikesi. Telefon ahizesi ve 177 olarak yazılmış. Geçen yıl ki acı olaydan sonra 177 telefonunu arayıp haber versen ne olacak. Gelip te yangını mı söndürecekler. Bunlara hiç güvenim kalmadı. Uyarı tabelası gece geçen sarhoşların hedef tahtası olmuş durumda. Tabelada bir çok mermi izi duruyor. Belki de yangını söndürmeyenlere kızgınlıklarını belirtmek için hedef tahtasına dönüşmüştür, kim bilir?
Bu yol köy yolu, sakin ve pek araç geçmiyor. O yüzden kendini bilmez arsızlar kolay yoldan ve çekinmeden yol kıyısından aşağı molozları dökmüşler. Çevreye pek duyarlı olmayan hilkat garibesi insanlar ormana her türlü zarar vermekten geri durmuyorlar.
Çöpler ve molozlar yamaçtan aşağı dökülmüş, yazık.
Yokuşun sert olan kısımlarında bisikletten inip yürüdüm. Hamlığım henüz üzerimden gitmedi hala. Hem sonra dizleri de zorlamamak gerek değil mi? Öyle, böyle ilk yokuşu çıktım. Bisikletim KUZ çekilmeyi hak ediyor. Ben de park etmiş olarak çekip ödüllendiriyorum. KUZ üzerinde turuncu, siyah renkli çantalar yüklü. Zirvede olduğumuzdan kayalar çıkmış toprak üzerine.
Çıktığım zirveden şöyle aşağıya doğru bakınca, sıra sıra tepeleri ve denizin karaya girinti yaptığı körfezi görüyorum. Burası Kazıklı koyu olmalı. Haritada öyle yazmışlar.
Koca kayaları getirerek üst üste yığıp çeşme yapmışlar. Bisikletim KUZ ve çeşmeyi çekiyorum. Yanında bir işletme var, mermer plakada yazdığına göre bu çeşmeyi yaptırmış. Çeşmeden sularımı doldurup içiyorum yeteri kadar. Hem çeşmeyi yaptırana hem de bizim dengesiz İrfan’a teşekkür ediyorum. Dengesiz İrfan der ki; “Her gördüğün çeşmeden su içip tadına bakacaksın” Ben de onun dediğini yapıyorum her gördüğüm çeşmede.
Kazıklı köyünde durmayıp yola devam ettim. Gürçamlar köyünde durup yorgunluk çayı içmem gerek diye düşündüm. Köy içindeki bakkala soruyorum;
“Kahve nerede? Nerede çay içebilirim?” Bakkalı işleten arkadaş ta bana;
“Burada çay var, hem yeni demledim. Burada içebilirsin” deyince sandalyeye oturdum ve bir duble çay söyledim. Çayı içerken yanımda oturan arkadaş
“Sigara içer misin?”
“Teşekkür ederim, sigara kullanmıyorum yıllardır” diye cevap verdi. Çay içerken beni bisikletim ile beraber çekiyor bakkal. Yanımda da sigara ikram eden arkadaş var.
Çay molasından sonra yola devam. Yol kıyısında, çam ağaçlarının yanında ilginç bir şey gördüm. Tahta bir direğe asılmış bir kutu.
İlginç olan alete yakından bakıp inceliyorum. Böylesini ilk defa görüyorum. Üzerindeki etikette İngilizce bir şeyler yazılmış ama ne demek istediğini anlamıyorum. İngilizcem çok zayıf ve Türkiye’deki ormanlara konulan bu alete neden İngilizce yazılmış anlamıyorum. Zaten benim gibi İngilizce bilmeyen çok. Nasıl anlayalım ki yazdıklarını. Aşağıda İngilizce yazan ve altında da Türkçe anlamı. (Türkçeye arkadaşım İngilizce Öğretmeni Bahar çevirdi sağ olsun)
Biyo – trap for barkbeetle Biotechnological plant protection without poisont Please do not touch
Böcek için biyolojik tuzak Zehirsiz biyoteknolojik tuzak Lütfen dokunmayın
Bu turu bir türlü gelmeyen bahar için yapıyorum. Baharı geçtiğim yerlere serpe serpe getirip doğayı uyandırıyorum. Tıpkı bu açan papatya çiçekleri gibi. Yol kıyısında açan papatya çiçekleri.
Sarı çiğdem çiçeğini de çekiyorum. Tek olarak kenarda durmasın.
Küçük ahlat ağacı henüz tomurcuklanmış, yapraklarını açmak üzere.
Kimisi açamaya başlamış bile sabırsızca. Bahar gelmeli bir şekilde. Ama erken ama geç.
Kırmızı laleler de öyle, dibinde küçük mavi minnak çiçekler baharı müjdeliyor.
Yol kıyısında, yamaç olan yerde saz kümesi görüyorum. Dağın başında ne işi var demeyin. Bu sazlar burada sıcak su kaynağının olduğunun belirtisi.
Bahar gelmiş, iyi hoş ta arabalardan atılan plastik şişelere ne demeli bilmem!
Yol kıyısında üç tane kurumuş çam ağacı. Bu ağaçları kurutan orman zararlısı tırtıllar. Daha önce resmini çektiğim böcek yakalama kutusu bu böcekleri yakalamak için ama her tarafta yok anlaşılan. Bu tırtıllar koloni halinde bir ağaca yerleşip kurutuncaya kadar yapraklarını yedikten sonra başka ağaca taşınıyorlar. Tırtılların bu yavaş hareketi ormanın yetişip büyümesinden daha yavaş olduğu için tüm ormanı kaplayıp kurutamıyorlar. Ormancılar da yeterince mücadele verdiklerine eminim. Tırtıl yumakları dalların bazılarında görünüyor ama içi boş olmalı. Çünkü yiyecekleri yeşil yaprak kalmamış, kupkuru ağaç.
Geçtiğim her yere baharı serpiştiriyorum papatyalarla birlikte.
Burada da üç tane çam ağacı kurumuş. Dibinde de biyolojik tuzak olmasına rağmen. Önceden mi konulmuş, yoksa sonradan mı belli değil. Önceden konulmuşsa pek işe yaramamış anlaşılan.
Yine bir zirve ve KUZ. Bu ikinci zirve. Haritada üç tane zirve görmüştüm. Kaldı bir tane zirve. Her zirvede KUZ çekilmeyi hak ediyor. Burada mola veriyorum, elma ve portakal menüm.
Üzerimdeki hamlıktan dolayı biraz yoruldum. Bu normal benim için. O zaman ne yapmalı? İki seksen uzanıp biraz dinlenmeli. Ben de uzanıp dinleniyorum bir süre. Yalnız olunca beni çekecek kimse yok. Ama cep telefonumu bisikletteki tripoda takıp zaman ayarlı kendimi çimenlere uzanmış olarak çekiyorum.
Köyler eski olmalı, bunu mezar taşlarından anlıyorum. Mezar taşları çok eski. Bir mezar taşı ise kemerli bir şekilde yapılmış. Uzaktan çekiyorum. Bir duvar içinde kemerli pencere görülüyor.
Başka bir mezar yapısı da duvarları parçalanıp yıkılmış. Mezarın sahibi anıt biçiminde yapmış olmalı. Bunu anlamayıp çekemeyenler yıkmış olmalı. Bana öyle geldi nedense. Ortada bir savaş olmuş gibi.
Köyde iki çeşme yan yana, biri tarih kokan eski çeşme, diğeri yeni yapılmış beton ve tuğladan. Yenisinde sanat yok, ruhsuz ama eskisini yapan veya yaptıran sanattan anlıyor olmalı ki kenarları süslü taş örülüp niş şeklindeki içeri girintili aynası yapılmış. Aynı tarihi çeşme gibi ilkokul binası da bu kaderi paylaşmış çeşme gibi. Köyün ilk okulunda eğitim verilmediği uzun zaman geçmiş gibi görünüyor. Pencereleri ve kapısı boş. Terkedilmiş okul binası insana hüzün veriyor baktıkça. Onlarca yıldır eğitime verilen zarar giderek arttıkça gelecek nesiller dini sömürenlerin buyruğunda yaşayacaklar. Bisikletim KUZ, iki çeşme ve terk edilmiş ilkokul binası.
Baharın zenginliği çok, mor laleler bunun belirtisi. Yol kıyısında iki mor lale.
Utangaç bir mor lale bitkinin yeşil yaprakları arasına saklanmış.
Eski ama çok eski kilometre taşı. Roma döneminden sonra, Cumhuriyet döneminde yapılıp yol kıyısına konmuş Kilometre taşı en son sarı renge boyanıp 193 rakamı yazılmış. boyalar zamana direnemeyip dökülmeye başlamış bile.
Evet karşımda son yokuş göründü. Yokuş olsa da çıkmak gerek diyerek yüklü kamyonlar gibi sarıyorum yokuşa 1. vitesle.
Bir çam ağacı dikkatimi çekti. Sanki başı kesilmiş gibi, artık mücadele etmekten yorulmuş, hayattan bıkmış bir nefer gibi dallarını aşağı sarkıtmış. Yaşamaktan bıkmış ama yaşama iç güdüsü hala canlı tutuyor. Çam ağacının tepesi kesilmiş.
Ve iniş başlıyor, üçgen tabelada belirtildiğine göre %5 eğimli ineceğim demek ki!
Karşıma sarnıç çıkıyor. Sarnıç eski olmasına rağmen hala iş görüyor. Yağmur sularının biriktiği su deposu. Üzerinde kubbesi olan yuvarlak duvarlı sarnıç görevini hala sürdürüyor. İçi ağzına kadar su dolu. Duvarın bittiği, kubbenin başladığı yerde 1.5 metre aralıklı küçük delikler bırakılmış.
Benim gibi sırtında evini taşıyan kaplumbağa yolun karşısına geçmeye çalışırken KUZ ile çekiyorum bir poz. Sarı boyalı yol çizgilerinin sağ şeridin tam ortasındaki kaplumbağa karşıya geçme şansı yüksek. Bu köy yolunda pek araç geçmiyor. Bir araç tarafından ezilme olasılığı düşük.
Herhalde bu iniş beni Milas havaalanın olduğu düzlüğe indirecek. Ben öyle tahmin ediyorum. İleride, sağda deniz girintisini görüyorum.
Kuşluk vakti geçmek üzere. Karnımın acıktığını hissetmeye başlayınca küçük çimenlik alanda durup mola veriyorum. Karnımı bir güzel doyurdum, üstüne kahvemi de içince keyfim süper. Yemeği yediğim yerde beyaz çiğdem çiçekleri açmış. Etrafa güzel kokular yayıyor olmalı ki bal arıları bu kokuya dayanamayıp gelmiş baharı karşılamak için. Arı havada uçarken çekiyorum. Çiğden çiçeğinin hafif solunda.
Son yokuşu çıkıyorum demiştim daha önce ama yanılmışım, yokuşu indikten sonra karşıma başka bir yokuş daha çıktı. Ama umudumu yitirmiyorum ve bu son yokuş olmalı. Yokuş dikine değil de kıvrımlı bir şekilde olunca U biçimindeki kıvrımda bisikletim KUZ park halinde çekiyorum. Sol aşağıdan gelen yol, burada U biçiminde kıvrılıp sağdan yukarı devam ediyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
Yol kıyısında beton bir parçaya AYNUR ve kalp işareti sprey beyaz boya ile yapılmış. Bir anlamı olmalı ki sevdiğinin ismini dağlara taşlara yazmış. Bisikletim KUZ ile çekiyorum yazıyı.
Yokuşu hala çıkıyorum ama bisikletten inip. Öyle kendimi zorlamaya hiç niyetim yok. Yürüsem de, bisiklet sürsem de aynı hızla gideceğim.
Sabrın sonu selamettir deyip yokuşun tepesine vardım. KUZ ödülü hak ediyor ve çekiyorum yokuşun tepesinde. Üçgen tabelada yazdığına göre eğim %10 Böyle inişlerde bir süre dinleniyorum pedal çevirmeden.
Kısa sürede düzlüğe indim, Çam ormanları bitiyor ve bitki örtüsü değişti. Daha çok zeytin ağaçları, çalılar ve devasa büyümüş arapsaçı bitkisi. Dibinde papatyalar minicik kalmış.
Burası Sarıçay ovası ve akan çay da Sarıçay. Sarıçay’ın yanından bir süre gidiyorum.
Sarıçayın diğer tarafına köprüden geçtim. Akşam olmadan bakkaldan su ve bir ekmek alıyorum. Hem akşam için hem de sabah kahvaltısı için. Bakkalda su 3 Lira. Akbükteki büyük bakkaldan aldığım su 4.5 Lira idi. Demek ki büyük yerden büyük kazık yemişim. Güneş ufukta alçalmaya başladığını görünce kamp atacağım yeri bakmaya başladım. Düzlükte yoldan biraz içeride bir bina görünce yanaştım. Burası su ürünleri kooperatif binası. Ortalıkta kimseler yok. Bina 1 metre su basmanı üzerinde. Kendime binanın yanında bir yer ayarladım. Ayakyolu ve çeşmesi da var. Bu çok iyi, Hava kararmadan çadırı kurmayacağım. Bagaj üstündeki çantayı yere indirip kamerayı çıkardım. Tam da kaz sürüsü geçerken. Sarıçayın beslediği ova sulak bir alan olunca su kuşlarının uğrak yeri. Kaz sürüsünü mavi görk yüzünde topluca çekiyorum.
Optik zoom ile yakınlaştırıp uzaklaşan kazları havada çekiyorum. Pek net çekemesem de bu bana yeter.
Güneş tam batmak üzere iken tepelerin üstünde çekiyorum. Parlak beyaz ışık merkezde, etraf sarı ışıklarla Güneşe selam verip batırıyorum.
Güneş battıktan sonra tam çadırı kuracakken traktörle geçen birisine selam verinde duruyor. Başlıyoruz muhabbete. İlk önce burada çadır kurabilir miyim diye sorunca, bir sakıncasının olmadığını söyledi. Zaten yola çıkıp başka bir yer de arayacak değilim bu saatte. Muhabbet başlayınca traktörü istop ettirdi. Neler yaptığını sordum. Adam yandaki damda inek besliyor ve süt ürettiğini söyleyince durumlar nasıl dedim. O da anlatmaya başladı;
“Ortam çok sakat, artan yem fiyatları belimizi bükmeye başladı. Geçen yıldan yetiştirdiğim ürünlerle şimdilik idare ediyorum. Bakalım bu yıl ne olacak?”
“Peki kazancınız ne durumda?”
“Onu hiç sorma, tüccarlar iliğimizi, kemiğimizi kuruttu. Biz bir kazanırken onlar yüz kazanıyorlar. Doyuramıyoruz bir türlü. Politikacılar da onların her dediğini yapıyor. Zaten onlar politikacı oluyor, kendilerine her türlü kanunu kolayca çıkarıyorlar. Arsızlığın, hainliğin sınırı yok. Geçenlerde süt birim ücretini belirlemek için toplandık. Ondan önce de yem ücretini tarişte iyice aşağı indirdiler. Tüccarlar da yem ücretlerini üç katına çıkardılar bu arada. Toplantıda yem ücretleri tarişteki rakamlar baz alınınca haliyle süt ücreti düşük oldu. Yani 4 Lira. Süt ücreti belirlendikten sonra tariş yem fiyatlarına zam üstüne zam yaparak arttırınca süt ücreti iyice düştü. Aslı astarından düşük oldu. Dediğim gibi kendi ektiğim yemler olmazsa bu yıl süt ineklerini satmak zorunda kalırdım. Seneye Tanrı bilir.”
Süt üreticisi ile epey dertleştik. Hava da kararmaya başlayınca traktörü çalıştırıp vedalaştık. Sandıkta bu haramileri koltuğundan edeceğimizi söyleyip yolcu ettim.
Süt üreticisi gittikten sonra çadırı kurup yerleştim. Gerekli eşyaları çadırın içine koyup bisikleti kilitledim ağacın gövdesine. Ne olur ne olmaz. Öğle yemeğini geç yediğimden acıkmadım bile. İlk olarak bir kahve, ardından çay demledim, hava da serinledi iyice. Üzerime polar, deri ceket giydim. Altımda ise içlik var, hala çıkarmadım buraya gelesiye kadar. Artık yarın çıkarırım. Benim için çok uygun bir kamp alanı. Çeşme ve ayakyolu var, daha ne olsun ki!
Fazla geç olmadan çadırıma girip yatıyorum. Yol biraz yakın olunca yakındaki taş ocağından sürekli kamyonlar geçiyor. Motor gürültüsüne alışıyorum ve yorgunluğun etkisi ile tatlı bir uykuya daldım.
Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 39 Kilometre civarı.
Yaptığım yolun haritası aşağıda