Etiket arşivi: kahve

Bahar Turu 2. Gün

24 Mart 2022 Perşembe

Gökçealan köyü – Kuşadası – Söke – Didim – Akbük

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

İçimde bir sevinç var, anlatılmaz

Doğduğum, yaşadığım, çocukluğumda yaşayamadığım şehir

Yarım kalmış

Yıllar geçmiş,

Uzun yıllar,

Yaşamadığım yıllar

Urim Baba’CAN Ağustos 2015

 

Öne çıkan görsel, tek katlı evin duvarına üç kadın resmedilmiş. Kenarlarda asma dalları ve ortadaki kadın üzüm salkımlarını topluyor. Diğer iki kadın leğende ayakları ile üzümleri ezip suyunu sıkıyorlar.

IMG_20220324_101008

İyi bir uyku uyumanın verdiği dinginlikle erkenden uyanıyorum. Yattığım yeri toplayıp oturulacak hale getirdim. Bir süre sonra Burcu da uyandı. Birlikte bir güzel kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra bakkaldan şarapları almak için köyün sokaklarında giderken evlerin duvarlarındaki resimler ilgimi çekti. Dün akşam önünde traktör olan evi bir daha çekiyorum. Asma dalı üstte, kız çocuğu üzüm topluyor. Bir pencere yapılmış, pencerenin önünde iki mavi saksı. Saksıda çiçekler ve en altta kırmızı, beyaz çiçekler resmedilmiş. Kapının sağıda ise denizde bir kayık, yanında da palmiye ağacı.

IMG_20220324_100812

Başka bir duvarda asmayı ağaç gibi kalın ve uzun gövdeli yapılmış Dallarında siyah üzümler var. İleride üzüm bağı, siyah salkımları kendini gösteriyor. Daha ötede bir tepede ev kondurulmuş. Arkada sıra dağlar.

IMG_20220324_101114

Bakkaldan emanet bırakılan şarap şişelerini aldık. Bir tane de ekmek alıyorum. Yürüyerek eve dönüp eşyalarımı bisikletim KUZ’a yükledim. Bir şarap şişesini çantama koydum, diğer şişeyi de Burcu’ya bıraktım içmesi için. Artık yola çıkma zamanı geldi çattı. Burcu ile vedalaşıyorum ilk önce, ardından elçek resim çekiyorum ikimizi. Burcu’nun başında hediye ettiğim buffu takmış, gözünde siyah çerçeveli yuvarlak gözlükler. Benim başımda sarı renkli kask var. Arkada KUZ park etmiş evin önünde.

IMG_20220324_103809

Evden ayrılıp yola çıktım, artık özgürlüğümü yaşamaya başladım. Yol hafif inişli, çıkışlı. Fazla zorlanmıyorum giderken. Gidona telefon tutma aparatını daha önceden takmıştım. Yol haritasını açıp konumumu görüyorum. Henüz döneceğim kavşağa daha çok var. Telefonun pili bitmesin diye kapatıyorum harita uygulamasını. Karşımda kayalıklı tepe var.

IMG_20220324_110353

Başında bir ağaç olan çeşme görünce durup dinleneyim dedim. Hem su içmem gerek. Çeşme aynası yüksek duvar olarak yapılıp beyaza boyanmış. Sağda dikine yalağı var. Çeşmeye yakından bakınca suyun akmadığını gördüm. Bir damla bile su yok ve kupkuru bir çeşme ile karşı karşıyayım. Bisikletim KUZ ile çeşmeyi çekiyorum.

IMG_20220324_110514

Çeşme aynasının arkasına dolanıp bakınca çeşmeye gelen su borusu dirsekle aşağı alınıp yan tarafa giden boruya bağlanmış. Birisi suyu çeşmeden çalmış sanki. Boru etrafında sular var ama çeşme ile bağlantısı kesilince su içemiyorum. Bu durumu yakından çekiyorum.

IMG_20220324_110634

Neyse yapacak bir şey yok, zaten terleyip su kaybetmedim henüz. Yanımdaki su idare eder deyip yola devam ediyorum. Yol düz gidiyor, solda kayalık tepe var.

IMG_20220324_110811

Neyse bir çeşme daha önüme çıkıyor. Buradaki borudan su şarıl şarıl aktığını görünce içime bir ferahlık geldi. Yolcu için su hayattır. Yamaçta duvar örülüp ortasına bir boru yerleştirilmiş. Borudan uzun bir yalağa su devamlı akıyor. Suyun aktığı yerlerde yosun tutmuş. Yalağın dibinde kalın gövdeli çınar ağacı var. Bisikletim KUZ ile çeşmeyi çekiyorum.

IMG_20220324_111132

Çeşmeden sularımı tazeleyip elimi yüzümü yıkadım. Fazla oyalanmadan yola devam ediyorum. Taş duvar üzerine tel çit yapılmış bir tesisin bahçesinde değirmen taşları görüyorum. Çeşitli boyda değirmen taşları düzgün yontulmuş. Bahçe büyük ve onlarca değirmen taşı dizelenmiş.

IMG_20220324_111600

Eskiden tarlalar, bağlar, bahçeler görürdüm. Şimdilerde görüntü değişti. Tarla yine tarla ama Güneş tarlasına dönüşmüş durumda. Güneş panelleri direk üzerine Güneşe bakacak şekilde yatırılmış sırayla. Buradan elde edilen elektrik enerjisi elektrik sistemine bağlanıp besleniyor. Buradan gelir elde ediliyor.

IMG_20220324_114332

Fabrikanın önünden geçerken köpekler beni karşıladı. Başladılar seramoniye. Ben de bisikletten inip yürümeye başladım köpeklere aldırmadan. Fabrikanın bekçisi dışarıya çıkıp köpekleri susturmaya çalıştı. Ben de yürümeye devam ettim bir süre daha. Köpeklerin bana bir zararının olmayacağını biliyorum. Bunlardan daha tehlikeli ve daha büyük köpeklerle karşılaştım önceki turlarımda. Hepsini de defetmiştim. Fabrika binası önünde bana havlayan iki köpek.

IMG_20220324_114340

Köpeklerin bölgesinden geçtikten sonra bisikletime binip yola devam ettim. Yine Güneş tarlaları çıktı karşıma. Onların da resmini çekiyorum. İki Güneş tarlası art arda.

IMG_20220324_114613

Hamlığım üzerimden henüz gitmedi. O yüzden durup elma çıkarıyorum çantamdan. Elma da sulu ve sert, bana enerji veriyor. Hem biraz dinleniyorum elmayı yerken. Elimde ısırılmış elma ve KUZ karşımda. Bu arada cep telefonumda haritayı açtım. Haritada konumum bir türlü ortaya çıkmadı. Epey bekledim, nerede olduğumu göremedim. Bir yerden sola sapmam gerek ama konumum olmayınca nereden döneceğimi bilemedim.

IMG_20220324_134710

Dönüşü göremeyince düz olarak yola devam ettim. Sonunda yükseklerden denizi görüyorum. Uçsuz, bucaksız engin denizi. Rengini gök yüzünden alıp biraz daha koyulaştırıp laciverte yakınlaştırmış.

IMG_20220324_140445

Düz olarak aşağı inince Kuşadası yoluna indim. Rotayı kaybedince yolu biraz uzatmış olacağım. Kuşadası’ndan Söke yoluna saptım. Burada aşmam gereken bir yokuş var. Yokuşu yavaş yavaş çıkmaya başladım. Bazı yerde bisikletten inip yürüdüm. Neyse yokuş bitti ve aşağıya doğru kendimi fazla kaptırmadan ve pedal çevirmeden inmeye başladım. Kafamdaki sallantı nedeni ile 56 Kilometreden fazla sürat yapmadan Söke’ye indim. Söke içinden giderken rotasını çizdiğim yoldan değil de ana yoldan gitmeye karar verdim. Nedeni ise akşam Akbük civarlarında kamp atmam gerek. Yolu bulamayınca Kuşadası’na inip tekrar yokuşu çıkmak bana epey zaman kaybettirdi. Bu zamanı karşılamak için kestirmeden gitmem gerek. Söke ovası düz olunca yolu düz yapmışlar. Aynı zamanda emniyet şeridi geniş, asfalt ta kaymak gibi olunca hızım 20 Kilometre üstünde. Öğle zamanı geçti, saat dörde yaklaşıyor. Artık acıkmaya başladım. Uzun süredir bisiklete binmedim, biraz kilo aldım. Boyuma göre bir kaç kilo fazlam var, göbek te kendini gösteriyor yakından bakınca. Kahvaltıyı iyi yapınca pek acıkmadım. Hem göbekteki yağlardan da biraz idare etmem gerek. Artık iyice acıkınca sağa sapan yola girip uygun bir yerde yemeğimi yedim. Yemek te pratik, konserve barbunya ve et kavurma. Bir miktar et kavurmayı konserveye katıyorum. Yarım ekmekle birlikte yedikten sonra karnım doydu. Yemekten sonra kahve iyi gider diyerek kahve pişirdim kendime. Kahvemi afiyetle içerken logolu fincanımı elimde tutarken çekiyorum yakından.

IMG_20220324_163845

Yemek molası iyi geldi, hem karnım doydu, hem enerjim doldu, yani şarj oldum ve pillerim doldu. Yola devam ediyorum, kısa sürede Akyeniköy kavşağına geldim. Burada çay içebileceğim kahve var. Aynı zamanda bakkal ve yemek yiyebileceğiniz lokanta da var. Kamyoncular burada mola veriyor, hareketli bir yer. Ben de kendime şöyle duble bir çay ısmarlıyorum. Çay da insana başka bir enerji veriyor. Hem dinlendiriyor hem de rahatlık veriyor çay. Çayı içerken motorcu birisi yanıma gelip selam veriyor. Başlıyoruz muhabbete. Nerden nereye gidiyorsun ana konu. Sonrasında yalnız nasıl gezebiliyorsun? Gece tek başına korkmuyor musun? Başına bir şey gelirse ne yaparsın? gibi sorular sormaya başladı. Bir de Urfa dolaylarında iki motorcuyu katledip soyduğunu anlattı. Bu olaydan haberim vardı. Ona Tanrıdan başka kimseden korkmadığımı, yalnızken daha rahat hissettiğimi, başıma gelebilecek en kötü şet de bir canım var alabilecekleri, onu da alabilirlerse alabileceklerini anlattım. Yıllardır yolda başıma hiç bir kötü olay da gelmedi şimdiye kadar. Şimdiden sonra da gelmeyeceğini biliyorum. Motorcu arkadaş bana iyi turlar diledi, ben de ona iyi turlar diledikten sonra yoluna devam etti. Ben çayımı içip parasını ödemeye kalkınca kahveci çay paramı ödediklerini bildirince giden motorcu arkadaşa teşekkür edemedim diye düşündüm. Yola çıkmadan önce bakkaldan iki şişe su ve ekmek alıyorum. Çantama yerleştirdikten sonra yola çıktım. Önümde bir yokuş var, tam çıkarken beton bir duvardaki yazının resmini çekiyorum. Bu yazıyı 2013 yılında Gökova bisiklet turuna giderken görmüştüm. Yazı 9 yıldır hala duruyor. Duvarda; “Attığın şişeden dolayı 10 km yürüdüm” yazıyor.

IMG_20220324_181750

Ağır ağır çıkıyorum, bazen de yürüdüm ama sonunda bayırı çıkıyorum. Güneş iyice alçalmaya başladı, çayırda otlamak için başlanan kahverengi bir at beni geçerken baktığını görüyorum.

IMG_20220324_185102

Yokuş bitince mecburi olarak iniş başlıyor. Didim tarafına gidiyorum ama soldaki bir yola sapmam gerek. Daha kestirme olan yol Akbük’e doğru gidiyor. Akbük dolaylarında kamp atacağım. Cep telefonumdan haritayı açıp döneceğim yolu kaçırmadan buldum. İniş kısa sürdü ve deniz kıyısına vardım. Akbük köyüne gelmeden Güneş ufukta iyice alçaldı, neredeyse batacak. Hava kararmadan kamp yapacak bir yer aramaya başladı gözlerim. Deniz kıyısında küçük bir yarımada gözüme ilişti ilk önce. Ama deniz kıyısı açık alan ve rutubet dolayısı ile fazla soğuk olur diye düşününce orayı gözümden çıkardım. Bir süre daha gidince yolun sol tarafında delice zeytinlerin olduğu, taşlı, çimenli bir alanı görünce burada kamp kurabilirim diye daldım. Taşların arasından içerilere girip yoldan görünmeyecek bir alanda durdum. Tam kamp yapılacak yer, etraftan da gözden de ırak, ıssız, sakin bir yer. Delice zeytin ve çalılıklar duvar gibi. Çadır kurabileceğim bir alandaki taşları temizleyip çadırımı kurdum. Eşyalarımı ve çantaları yanıma aldım. Karanlıkta çadırımı ve bisikletimi çekiyorum.

IMG_20220324_195033

Hava kısa sürede karardı. Akşam üzeri saat 4 te yemek yediğim içim karnım aç değil. O yüzden yemek yemeyeceğim. İlk önce kahve pişiriyorum kendime. Cezve ocağın üstünde, içinde köpürmeye başlayan kahve var. Ocağın etrafı rüzgarlık ile çevrili.

IMG_20220324_201437

Kahveyi afiyetle içiyorum. Arkasından çay demledim kendime yetecek kadar. Hava karardıktan sonra iyice serinlemeye başladı. Polarımı, deri ceketimi giyiyorum. Havanın serinliğinden olsa gerek burnum sürekli akmaya başladı. Sık sık peçete ile silsem de akıntı bitmiyor. Sıcak çay içerek burnumu rahatlattım bir süre. Özlemişim çadırda kamp yapmayı. En son geçtiğimiz yıl Ağustos ayının sonlarında Simav’da çadırda kalmıştım. Neredeyse 7 ay olmuş çadır kurmayalı. Artık çadırda kalmanın, yalnız ve tek başıma kalmanın huzurunu yaşıyorum. Yanımda konuşabileceğim kimse olmayınca sessizliğin tadına varıyorum.

“Sessizliğin sesi”

Nedense!

“Kalabalıktaki yalnızlıktan kurtulup yalnızlıktaki kalabalık” duygusu içindeyim.

Sıcak çayımı içtikten sonra matı yere serip uzanıyorum sırt üstü, gökyüzüne bakıyorum. Ne kadar çok yıldız var. Türkülerdeki gibi;

“Gökteki yıldızları sayalım elli elli” diye saysam bile sayılacak gibi değil. Yıldızlara bakarak sonsuz uzayda dolaşıyorum bir süre. Dünyada bisikletle, kendi gücümle denizler hariç karada her yere gidebilirim bisikletimle. Ama uzayı, yıldızlar arası mesafeyi düşününce bisiklet ile nasıl, ne kadar zamanda gidebilirim ki? Hem ömrüm yeter mi pedal çevirmeye? Uzay gemisi ile yıldızlar arası gezinmek bile olanaksız şimdiki zamanda. İnsan ömrü ne kadar? 70 yıl, bilemedin 90 yıl, o da ne kadar sağlıklı olacaksın. Ama hayal kurmak bedava ve yaşamanın sınırı yok. Sonsuz zaman var.

Hayal kuruyorum;

Bisikletim ile pedal çevirip yıldızları dolaşmaya başladım. Hem de ışık hızından daha hızlı. İnsan düşündü mü hızı çok oluyor. Evrende en hızlı şey düşüncedir. Pedala bir kere bastım mı diğer yıldıza ulaşıyorum. Geceleyin gök yüzünde göze çarpan takım yıldızı Büyük Ayı takım yıldızı. Bunu kolayca buldum. Kepçenin dış yanındaki iki yıldız ölçüsünde beş birim düz gidince Kutup yıldızı olan Polaris yıldızını buluyorum. İlk pedalı Polaris yıldızına bastım. Gökyüzündeki tüm yıldızlar bu yıldızın etrafında dolaşıyor. Halk arasında bu yıldıza “Demirkazık” yıldızı da dendiğini biliyorum. Amacım Polaris yıldızından evrene şöyle bir bakıp diğer takım yıldızlarını gözlemleyip ardından dolaşmak. İlk önce küçük ayı takım yıldızını dolaşmaya başladım.  Topu topu 7 pedalda. Zaten gök yüzünde en küçük takım yıldızı olarak görünüyor. Polaris yıldızından üç birim yukarı gidince Kral takım yıldızına çabucak ulaştım. Burası yakın, Kralın yanı Kraliçeye yakışır. Kraliçe takım yıldızı iki tane V yan yana gelmiş W olmuş. (Her ne kadar gökyüzünde  W olarak bir düzlemde görsek te aslında beş tane yıldız gerçekte birbirinden uzakta ve kimi önde, kimi epey arkalarda. Yani aynı düzlemde değiller. Biz aynı düzlemdeymiş gibi görüyoruz.) Kral takım yıldızındaki en parlak yıldızda kralın sarayı var. Kral benim bisikletle geldiğimi görünce şaşırdı. Şaşkınlığı gidince bana;

“Hoş geldin Urim Baba” diye karşıladı. Beni nerden tanıyor? İsmimi nerden biliyor anlamış değilim. Bozuntuya vermeden;

“Hoş bulduk Kralım, şöyle bir hayal dünyasında bisikletle dolaşmaya çıktım. Sizi tanıdığıma sevindim.”

Biraz sert ve otoriter görünüşüne karşı beni iyi karşıladı.

“Ben Ertuç Kral. Sen bizi tanımazsın ama biz seni tanıyoruz. Hayallerini takip ediyoruz buradan. Herkesin hayallerini görürüz, hayal kurmayanlar zaten buraya gelmeye cesaret edemezler. Yola çıkmaktan korkarlar. Seni bu evrende tanımayan yok ki Urim Baba!”

Ben hayretler içinde Ertunç Kralı dinliyorum. Beni saraya davet etti, ikramlarda bulundu ama hiç te aç değilim, o yüzen hiç bir şey yemedim, içmedim. İnsan hayalinde gezerken acıkmaz ki! Ertunç Kral ile geniş ve yüksek salonda muhabbet ediyoruz. Nedense gözüme öyle şatafatlı, altın kaplamalı, zenginliği gösteren hiç bir eşya yok. Bir tek Ertunç Kralın tacı altından. Ertunç Kral bana dönerek;

“Urim Baba senden bir ricam var. Şu benim haylaz oğlum Küçük prens Poyrazali hiç büyümek istemiyor, hep çocuk kalmak istiyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Hani diyorum ki Küçük prens Poyrazali’yi yanına alsan da biraz dolaştırsan yıldızları, biraz yer görsün, gezegenleri tanısın. Hem tecrübesi artar hem de belki büyür. Ne dersin? Benden sonra tacı oğluma bırakmak istiyorum. Bir çocuğa bırakamam ya koskoca Krallığı?”

“Ne diyeyim Ertunç Kralım, bisikletimde yerim var, yalnız dolaşmaktan kurtulurum. Poyrazali benden iyi bilir yıldızları, beni de gezdirmiş olur. Belki de ondan bir şeyler öğrenebilirim.”

“Bir çocuktan ne öğrenebilirsin ki?”

“Ne mi öğrenebilirim? Her şeyi. Ben yolda şunu öğrendim; Ne biliyorsam bir şey bilmediğimi öğrendim. Hem Öğrenmenin yaşı yoktur, Öğretmenin de. Yol bana sürekli yeni şeyler öğretiyor. Poyrazali benden küçük olsa da bana pekala bir şeyler öğreteceğine eminim.”

“Tamam o zaman anlaştık, Poyrazali şu anda annesinin yanında. Bana komşu olan Kraliçe takım yıldızında. Oraya uğrarsan sevinirim. Poyrazali’yi al ve yıldızları gezdir bakalım!” diye sözünü tamamladı.

Ertunç Kraldan izin isteyip oradan ayrıldım bir pedalla. Kraliçe takım yıldızına çabuk vardım. Yani bir anda. Kraliçenin sarayı uzaktan tüm ihtişamı ile göründü. Sarayın kapısında bisikletimden inip park ediyorum. Kapıdaki iki dev nöbetçi karşılıyor ilk önce. Kalın ve tok iki ses;

“Hoş geldin Urim Baba” diye gürlediler.

“Hoş bulduk gençler” diye karşılık veriyorum. Beni burada da tanıdıklarına şaşırdım! Demek beni her yerde tanıyorlar, Hayret!

“Poyrazali’yi görmeye geldim, kendisi nerede acaba?” diye sorunca;

“İçeride, yola çıkmak için hazırlanmakta. Senin gelmeni dört gözle bekliyor.” Birden kapıda kraliçe belirdi. Uzun boyu, gülümsemesi eksik olmayan güzelliği ile;

“Hoş geldin Urim Baba, ben Kraliçe Ece. Biz de seni bekliyorduk. Küçük prensim Poyrazali yola çıkmak için hazırlığını bitirmek üzere.” Diyerek elini uzatınca Kraliçenin elini öpüp;

“Hoş bulduk Ece Kraliçem, çok güzelsiniz ve Ertunç Krala yakışıyorsunuz.” diye karşılık verdim. Bir anda Poyrazali kapıda belirdi. Beni görünce koşarak üzerime atlayıp sarıldı.

“Hoş geldin Urim Baba, ben de seni bekliyordum uzun zamandır. Hep seni hayal ediyordum, buraya ne zaman geleceksin diye. Sonunda geldin öyle sevinçliyim ki! anlatamam. Yola çıkmaya hazırım, hemen çıkabiliriz. Görmem gereken yerler var. Halledeceğim sorunlar beni bekliyor.” Biryandan konuşuyor, bir yandan da sıkıca sarılıp yanaklarımdan öpüyor.

“O zaman eşyalarını çantaya koyup yola çıkalım” Poyrazali yanına bir değnek ve ucuna takılı küçük bir çıkın var sadece.

“Poyrazali bu sana yetecek mi?” diye sordum

“Yeter de artar Urim Baba, hem kervan yolda düzülür. Gideceğimiz yerlerde her şey var, ihtiyaçlarımızı oralardan karşılarız. Senin yanında da öyle ahım şahım bir şey yok. Sadece kahve takımın ve cezven var.”

“Öyle deme, kahve içmeyi sevdiğimden yanımda sürekli taşıyorum. Sonra yanımda hazine torbam var, neye ihtiyacım olursa hop çıkarıyorum torbamdan.”

“Ece Kraliçem madem Poyrazali yola çıkmaya hazır bize izin verir misiniz? Bir an önce yola çıkalım, gezeceğimiz çok yıldız takımı var” diyerek Poyrazali’yi kucağımdan indiriyorum. Poyrazali yola çıkacağı için sabırsız olarak yerinde duramıyor. Kraliçe Ece;

“Yolunuz açık olsun, güle güle gidin, güle güle gelin. Yeni yerler görün, yeni insanlarla tanışın. Yalnız Avcı takım yıldızından geçerken köpeklere dikkat edin” diye tembih etti.

“Merak etme köpekleri, bir şekilde kendimizi koruruz” diyerek bisikletimi aldım. Artık yola çıkmaya hazırız. Bisikletime biniyorum ilk önce, Poyrazali’ye “Hadi bin bakalım” deyince Poyrazali bir sıçrayışta bisikletin bagajına atladı.

“Hazır mısın Poyrazali?”

“Hazırım Urim Baba”

“Sıkı tutun!” diye seslenip pedala bastım.

“Poyrazali nereye gidelim? “ diye sordum.

“Polaris yıldızına gidelim, Demir amcam oranın kralı. Hem onu görürüm hem de tüm yıldızları oradan rahatça gözlemlerim.”

Pedala kuvvetlice basıp bir anda daha önce gittiğim Küçük ayı takım yıldızındaki Polaris yıldızına vardık. Daha önce geldiğimde bir şey görememiştim ama şimdi görkemli bir saray görüyorum. Sarayın dışında kocaman bir çark var. Başında da devasa bir adam, çarkı elleri iye sürekli çeviriyor ama öyle hızlı değil. Çok yavaşça çeviriyor. Bisiklet durunca Poyrazali yere atlayıp saraya doğru koşuyor. Çarkı çeviren adama sesleniyor;

“Kolay gelsin adamım Aykun, nasıl gidiyor? Birazdan yanına geleceğim.”

“Sağ olasın Poyrazali, idare ediyorum. Tüm yıldızları dengede döndürmek zor olsa da çarkı çevirmek hoşuma gidiyor. Her gün sürekli yeni yıldızları gözlemliyorum.”

Poyrazali koşarak saraya girdi. Kapıda nöbetçi yok. Ben de çarkı çeviren Aykun’un yanına vardım. Selam verince Aykun geldiğimin farkına vardı.

“Hoş geldin Urim Baba, nasılsın? Pedalın çarkları nasıl dönüyor? Farkında mısın ben de senin gibi çark döndürüyorum. Bütün takım yıldızları ve diğer yıldızlar sayemde etrafımızda dönüyor. Eğer çarkı döndürmezsem tüm yıldızlar birbirine girer. Ortalık karışır. Çark döndükçe evren dengede dönüyor etrafımızda. Sen de bisiklette pedal çevirmezsen üstünde duramazsın, dengeni kaybeder düşersin değil mi?”

“Haklısın Aykun, bisiklet sürmek denge işidir. Pedal çevirdikçe dengeni sağlarsın. Durunca ayağını yere basmazsan düşersin.”

Poyrazali amcası Demir’in omuzuna oturmuş halde kapıdan çıktılar. Amca Demir Kral;

“Hoş geldin Urim Baba”

“Hoş bulduk Demir Kralım”

Kral Poyrazali’yi omuzundan indirerek çarkı çeviren Aykun’nun yanına gittik. Buradan bütün takım yıldızları rahatça görünüyor. Demir Kral;

“Bak görüyor musun Poyrazali, Büyük ayı takım yıldızındaki Megez yıldızda ışık yok, parlamıyor. Bir sorun var her halde. Dubhe yıldızındaki yedi ayının Kralı olan Güray’ın yanına gidin, o size yardımcı olur”

“Tamam Demir amca, Urim Baba beni anında oraya götürür.”

Demir Kraldan izin isteyip yola çıktık. Dubhe yıldızına varmamız an meselesi. Zaten vardık bile bir anda. Büyük bir mağaranın kapısında aslında ayı olan ama ayıya benzeyen Güray Kral bizi sarayı olan mağaranın kapısında karşıladı. Kral iri bir ayıya benziyordu. Aslında ayıydı. İhtişamlı ve büyük mağara sarayı olmalı diye düşündüm. Kral telaşlı bir biçimde bizi karşıladı.

“Hoş geldin Poyrazali, hoş geldin Urim Baba, ben de sizi bekliyordum. Sorma başıma gelenleri, 7 tane olan yıldızdan Mergez yıldızı görünmüyor. Bir yıldız olmazsa Dünyadan bizi göremiyorlar. O yüzden diğer takım yıldızlarını bulmakta güçlük çekiyorlar. Ortanca oğlum Boyga uyumuş olmalı. Baksana Hiç ışık yok, ne olur gidip bakın benim yaramaz, başına buyruk Boyga ne hallerde.”

Poyrazali şöyle bir diğer yıldızlara baktı.

“Biz Dubhe deyiz, Merak görünüyor, Phecda da öyle. Mergez yıldızındaki Boyga sanki yerinde yok gibi. Çift yıldız Alioth ve Mizar yerinde. Alcor ve Alkait te yerli yerinde. Hmmm demek ki Boyga ortalıktan kaybolmuş. Tamam Kralım sen merak etme gidip buluruz Boyga’yı. Zaten en yaramazları da Boyga. Urim Baba hemen gidelim Mergez yıldızına, bakalım neler olmuş, Boyga nerelere gitmiş.”

Küçük prens bisikletetin arkasına atladı. Güray Kral ayı pençesine benzeyen elini kaldırıp bize;

“Güle güle gidin, aman Boyga’yı bulun gözünüzü seveyim” diye uğurladı.

Hemencecik Mergez yıldızına vardık. Ortalık zifiri karanlık. Hiç bir yer görünmüyor. Bisikletimin lambasını yakınca ortalığı görmeye başladık. Boyga’ın mağarasını aramaya başladık. Poyrazali birden bire;

“Urim Baba dur biraz, horultu sesleri duyuyorum, şu tarafa gidelim, kulağıma horultu gibi sesler geliyor.” Diye beni yönlendiriyor. Halbuki ben hiç ses duymuyorum. Poyrazali’nin kulakları benden daha iyi duyuyor. Gerçi şu aralar kulaklarım daha az duymaya başladı. Dünyaya dönünce kulaklarımı yıkatmalıyım. Poyrazali’nin işaret ettiği yere doğru pedal çevirmeye başladım. Nedense garibime gitti. Uzayda çok hızlı hareket etmeme rağmen yerde daha yavaş gittiğime şaşıyorum. Kısa sürede küçük bir mağaranın önüne vardık. Bisikletin feneri olmasa mağarayı göremezdik bile. Mağaranın önüne gelince içeriden horlama sesini duymaya başladım.

Bisikletten indik. Ben feneri alıyorum bisikletin üzerinden. Fenerin ışığı yardımı ile sesin geldiği mağarayı bulduk. Mağaranın içinde horul horul uyuyan Boyga’yı gördük. Poyraz ali kahkaha ile gülmeye başladı. Bana dönerek;

“Urim Baba Boyga’nın suratı çok komik baksana, beni güldürüyor bu surat.” Poyrazali uyuyan Boyga’yı uyandırdı. Uyanan Boyga ilk önce kollarını yana açıp iyice gerindi.

“Amma uyumuşum ha. Eyvah eyvah siz beni uyandırdığınıza göre ateş sönmüş olmalı.” diyerek  yerinden fırladı. Doğruca odunluğa giderek bir kucak dolusu odun alıp ocağa gitti. Odunları ocağa bir güzel dizdikten sonra üzerini aramaya başladı. Telaşla;

“Kibritiniz var mı, benimkini bulamıyorum?”

Ben hemen kibritimi Boyga’ya uzatıyorum.

“Al bakalım kibriti.”

“Sağ ol Urim Baba.” diyerek kibriti aldı. (Artık beni tanımalarına şaşırmıyorum) Kibrit kutusunu açtı, içinden bir kibrit çöpü çıkarıp yaktı. Yanan kibrit çöpünü odunların içine koyup çırayı tutuşturdu. Odunlar yanmaya başladı ve ortalık aydınlandı birden bire. Odunlar iyice tutuşunca birkaç odun daha ateşe attı. Alevler büyüdükçe büyüdü. Boyga sürekli odun atarak ateşi iyice büyütünce yıldız parlamaya başladı sonunda.

“Dün akşam masalcı Esmavi buradaydı. Bana masal anlatmaya başladı, sesi o kadar tatlıydı. Bir de çok güzel masal anlatıyordu ki gözlerim kapanıp uykuya dalmışım. Anlattığı masal benim derin uyumama neden olmuş. O yüzden odunlar bitince ateş sönmüş. Babam Güral Kralım kızmıştır herhalde.”

“Hayır, kızgın değildi ama endişeliydi. Neyse bir daha uyuma da gök yüzü karışmasın.” dedi Poyrazali.

Poyrazali;

“Hadi gidelim Urim Baba, biraz salıncakta sallanalım. Büyük ayı takım yıldızının sap kısmındaki iki yıldız yan yana duruyor. Alioth ve Mizar, burada lunapark kuruluyor her bahar ayı başlangıcında. Gidip biraz sallanalım. Hoşuna gidecek.”

Poyrazali bisiklete binince bir pedal boyu uzaklıktaki Alioth ve Mizar çift yıldızına vardık. Mizar yıldızınca büyük bir lunapark kurulmuş. Ortalık rengarenk lambaların ışıkları ile parıldıyor panayır alanı gibi. Bisikleti bir kenara park ediyorum. Doğru salıncaklara, birine Poyrazali, diğerine ben biniyorum. Başlıyoruz sallanmaya, salıncağın ipi o kadar uzun ki sallandıkça diğer yıldız olan Alioth yıldızına kadar ulaşıyoruz. Alioth yıldızında da lunapark kurulmuş buradaki gibi. Ortalık renkli ışıklarla parıldıyor. Burada da salıncaklarda sallananlar Mizar yıldızına kadar ulaşıyor. İki taraftan da sallanalar birbirine çarpmadan gidip geliyorlar. Sallandıkça çığlıklar atılıyor. Biz de çığlıklar atarak sallanıyoruz çocuklar gibi. Hiç büyümeyen Poyrazali zaten çocuk. Ben de ona ayak uydurup çocuklar gibi eğleniyorum. Salıncaktan inip kaydıraklara gittik. Kaydırakların ucu bucağı görünmüyor. Kaydırağın en tepesine çıkıp kendimizi bırakıyoruz çığlık çığlığa. Sanki kayan yıldızlara benziyoruz. Kayarken arkamızdan beyaz bir ışık çıkıyor. Herhalde Dünyadakiler bizi kayan yıldız olarak görüyorlardır.

“Şimdi de dans edelim Urim Baba” diyen Poyrazali beni elimden tutup dans salonuna götürdü. Dans salonunda çocuklar çılgınca dans ediyorlardı müziğin ritmine göre. Poyrazali müziğin ritmine bıraktı dans ederek. Müzikte öyle bir ritim vardı ki insanı büyülüyor adeta. Ben de ritme ayak uydurup dans etmeye başladım. Herkes çocuk olunca aralarında en uzun boylusu benim. Böyle olunca çocuklar etrafımı sarıp birlikte dans ediyoruz. İçimizdeki bütün kurtları döktük dans ederek. Diğer yıldızlardakiler bizim dansımızı izliyorlar. İnsan arada sırada, hatta sık sık dans etmeli. Etmeli ki hem hareket oluyor tüm vücutta hem de biriken kurtlar dökülüyor.

“Dans etmesini bilmeyenler yaşamı anlayamamışlardır”

Alioth ve Mizar çift yıldızının Kraliçesi Alkım yanımıza gelerek;

“İyi eğleniyor musunuz Poyrazali? Senin de eğlendiğini fark ediyorum Urim Baba. Masalcı Esmavi’yi aradığınızı duydum. O şu anda Çoban takım yıldızında ki Arcturus yıldızında. Orada çoban Dumrul var. Onlara selamımı iletirsiniz.”

“Masalcı Esmavi oradan ayrılmadan gidelim Urim Baba” diyerek bisiklete atladı Poyrazali. Pedala bastım, hemen solumuzda fazla uzak olmayan Çoban takım yıldızına vardık. Uzak olsa da fark etmez, aynı zamanda varmamız olası. Dumrul koyunlarını otlatıyordu çayırda. Yanına vardık. Dumrul;

“Hoş geldin Poyrazali, hoş geldin Urim Baba. Masalcı Esmavi içerde süt kaynatıyor. Hadi gidin biraz süt için. İçeri girdik, Masalcı Esmavi süt dolu kazanı büyük tahta kaşıkla sürekli karıştırıyordu dibi tutup taşmasın diye. Bir yandan da türkü mırıldanıyordu.

“Manastırın ortasında

Var bir çeşme,

Aman çeşme

Canım çeşme

Dimetoka kızları

Hepsi de seçme

Biz çalar oynarız”

Sesi de süt gibi tatlıydı. İçeriye girdiğimizi fark eden Masalcı Esmavi Poyrazali ve beni görünce tencereyi karıştırdığı tahta kaşığı bıraktı. Yanımıza gelerek ilk önce Poyrazali’yi kucağına alıp yanaklarından öptü. Sonra bana sarılarak;

“Hoş geldiniz, Urim Baba sen de hoş geldin, seni hangi rüzgar buralara attı?”

“Hoş bulduk Esmavi, rüzgar değil de hayal ediyorum sadece. Senin de buralarda olduğunu öğrenince yanına gelelim dedik. Hem seni de arıyordu Poyrazali.”

“Ne oldu? Poyrazali beni neden arasın ki?” Poyrazali cevap verdi;

“Mergez yıldızındaki Boyga uyuyup kalmış ve ocak sönmüş. Ocak sönünce yıldızın ışığı kaybolmuş. Böyle olunca insanlar Dünyada yönünü bulamaz olmuşlar. Senin Boyga’ya masal anlattığını söyledi. Masal sonunda uyuyup kalmış. Bu yüzden ocak sönmüş. Seni uyarmaya geldik. Bir daha masalı anlattıktan sonra bir süre orda kal ki masalı anlattığın kişi uyuyup kalmasın.”

“Öyle mi!, üzüldüm buna. Söz bir daha olmaz, masalı anlattıktan sonra kalırım bir süre daha. merak etmeyin. Bu gece Dumrul’a da masal anlatacağım. Kalın bu gece, masalı da dinlersiniz.” Poyrazali;

“Olur kalalım Urim Baba, masal dinleyelim bu akşam. Zamanın var mı?”

“Hayal ettiğinde zamanın önemi kalmaz. Bende zaman çok. Hem Masalcı Esmavi’yi de dinlemeyeli epey olmuş. Yıllar önce kahve yaptığım yer olan İnciraltı kent ormanında, Çakalburnunda bize masal anlatmıştı. Anlattığı masal da benim için yazdığı Kahve Tanrıçası Elena masalıydı.”

Biz Masalcı Esmavi ile konuşurken Dumrul elinde bir tabak dolusu üzüm ile girdi. üzümlerin üzerindeki su damlaları hala duruyordu. Tabağı masanın üzerine bırakıp;

“Hadi gelin taze üzümleri yiyelim.” diye davet etti. Hep birlikte masadaki taburelere oturduk. Kütür kütür olan üzümleri tane tane yemeye başladık. Bir tabak üzüm bir çırpıda bitti. Tadı o kadar lezzetliydi ki!

Akşam olunca Dumrul yedi kucak dolusu odunu getirip ocağın başına istifledi.

“Bu bize sabaha kadar yeter.”

Ben yerdeki mindere oturdum, Poyrazali yanıma uzanıp başını dizime koydu. Dumrul taburesini alıp duvar dibinde oturdu. Masalcı Esmavi masal örtüsünü yere serip üstüne de çeşitli eşyaları yerleştirip baş ucuna bağdaş kurup oturdu.

Başladı masal anlatmaya, sesi o kadar tatlıydı ki anlatırken masalın içinde yaşıyormuş gibi hissediyorum. Masalın sonlarına doğru dizimdeki sarı saçlı Poyrazali’nin başını okşarken uyuyup kaldığını gördüm. Kucaklayıp hemen yanıma yatırdım. Üzerine de çarşaf ile örtünce masal da bitti. Yediğimiz üzümlerin etkisi olacak hiç uykumuz yok. Zaten hayalde uyumak diye bir şey olmadığını biliyorum. Sabaha kadar sohbet ettik. Poyrazali henüz çocuk ve büyümeye hiç niyeti yok. Onun uyumaya ihtiyacı var.

Sabah olunca uykusunu alan Poyrazali uyandı.

“Günaydın Urim Baba, günaydın Masalcı Esmavi, günaydın Dumrul” Biz de hep birlikte;

“Günaydın Poyrazali, kendin uyandığın için uykunu almış olmalısın!”

“Evet Urim Baba, bu gece de büyümedim, ne güzel. Büyümek te istemiyorum, büyürsem hayallerimi yitiririm. Bak sen büyüdüğün halde hayal görüyorsun. Demek ki hala çocuksun benim gibi. Çocuk olmazsan hayallerinin peşine gitmeye cesaret edemezsin. Bu gün seni gezdireyim. Pegasus’a binip tüm takım yıldızlarını gezelim olur mu?”

Neden olmasın ki! hayalimde Pegasus kanatlı ata binmek vardı. Sayende onu da gerçekleştireceğim için sevinçliyim. Hadi Dumrul ile vedalaşıp yola çıkalım. Sen bana yolu gösterirsin.”

Tam Dumrul ile vedalaşacakken Dumrul elinde iki bardak dolusu sütü uzatıp;

“İlk önce şu bardakları bitirin bakalım. Ondan sonra yola çıkabilirsiniz.” Bize uzatılan bu ikramı geri çevirmek olmazdı. Bardakları alıp içiyoruz. Tadı nefis, ayrıca biraz soğuktu. Zaten sütü soğuk içmek daha faydalı bence. Sütü içip bitirdikten sonra Poyrazali’nin dudaklarında süt izi kaldığını görünce;

“Haahhha haa Poyrazali beyaz bıyıkların olmuş” diyerek güldüm.

“Sanki sende beyaz bıyık olmamış gibi ne gülüyorsun ki, aynaya baksana.” diye cevap verince bisikletimdeki aynaya bakıyorum, benim de sütten beyaz bıyıklarım olduğunu gördüm. Süt bıyıklarımızı silmiyoruz, öyle kalsın deyip Dumrul ve Masalcı Esmavi ile vedalaşıyoruz;

“Hoşça kal Dumrul, süt için teşekkürler, hoşça kal Masalcı Esmavi, anlattığın masal için teşekkürler” diyerek el salladık. Bisiklete binince onlar da;

“Güle güle, yolunuz ve hayalleriniz açık olsun” diye uğurladılar. Böylece yola çıktık. Poyrazali bana yolu gösterdi, Pegasus takım yıldızına bir anda ulaştık. Bisikleti kenara park edip Pegasus’a bindik. Poyrazali Pegasus’a;

“Hadi bizi gezdir bakalım. Bütün takım yıldızları görmek istiyoruz”

Pegasus hiç bir şey demeden dev gibi kanatlarını açıp uçmaya başladı. Hemen yakın olan Balık burcu olan Pisces takım yıldızına vardık.

“Urim Baba bak Pisces takım yıldızı”

“Hadi ya ben de Balık burcunda doğmuşum. İlk olarak Balık burcunu görmem şansıma” diye cevap verdim. Sonra gelen burçları tek tek önünden geçiyoruz. Balık burcun olan Pisces’ten sonra Kova burcu; Aquarius, ardından Oğlak; Capricorn, Yay; Sagittarius, Akrep; Scorpio, Terazi; Libra, Başak; Virgo, Aslan; Leo, Yengeç; Cancer, İkizler; Gemin, Boğa; Taurus, Ve son burç Koç; Aries. Hepsi de birbirinden güzel, tam 12 tane Burcu bir çırpıda dolaştık.

Burçlar sınıfına girmeyen diğer takım yıldızların yanından da geçiyoruz. Kahraman takım yıldızı; Perseus, Herakles, Çalgı, Kartal takım yıldızlarını yanından geçerken izledik.

“Urim Baba bak yanımızda Kuğu takım yıldızı; Cygnus geçiyor kanatlarını açmış. Önünde de Kartal takım yıldızı; Aquila avını arıyor. Şu köpeklere baksana koşuyorlar ama bir türlü avını yakalamıyorlar nedense. Olduğu yerde sayıyorlar. Bu köpeklerin sahibi Avcı takım yıldızını görüyor musun Hani belinde yıldızlardan oluşmuş kemeri olan”

“Evet görüyorum” diye cevap verdim.

“İşte bu avcı ve iki köpeği bir türlü av yakalayamıyorlar. Baksana önlerinde tavşan korkmadan gezebiliyor. Tanrılar bu avcıya böyle bir ceza vermişler. Hiç bir av vurup yakalamasın diye”

Bu arada Samanyolunu da gördük. Sanki birisi elinde süpürge Samanyolunu süpürüyor sanki. Poyrazali’ye;

“Poyrazali sanki birisi süpürgesi ile samanyolunu süpürüyor.”

“Ha o mu, o her gece, sabaha kadar Samanyolunu süpüren Seren. Sabah olunca da kulübesine çekilir. Gündüz yine ortalık samanla dolar ve geceleri Seren eline süpürgeyi alır başlar süpürmeye. Çok temiz ve titiz bir adamdır. Ortalığı dağınık ve pis olarak görmek istemez.”

Tüm takım yıldızlarını gezdikten sonra Pegasus bisikletin olduğu yere geldi. Poyrazali ve ben inip teşekkür ediyoruz Pegasus’a bizi gezdirdiği için. Bisiklete binip doğru Kral takım yıldızına vardık. Demir Kral bizi karşıladı;

“Hoş geldiniz Urim Baba, sorunları hallettiğiniz için teşekkür ederim. Hoş geldin oğlum” diyerek Poyrazali’yi kucağına alıp öptü yanaklarından. Baba, oğul kucaklaşmasını izliyorum. Demir Kral;

“Nasıl Poyrazali büyümeye karar verdi mi?” diye sorunca, ben cevap veriyorum Demir Krala.

“Hayır, bence büyümesin Poyrazali. Eğer büyürse hayalleri gerçekleşemez. Bırak hayallerinde çocuk olarak kalsın. Baksana ben bile hayallerim sayesinde buralara kadar gelip dolaştım. Demek ki ben de hala bir çocuğum. Eğer çocuk olmasaydım cesaret edip yola çıkamazdım. Hem Poyrazali bana bütün Takım yıldızları öğretti, bana rehberlik etti. Ne tesadüftür ki Masalcı Esmavi ile karşılaştık. Bize güzel bir masal da anlattı.”

Dedikten sonra sanki hava soğudu gibi, beyaz kar taneleri yağmaya başladı. Kral takım yıldızı biraz kuzeyde kalıyor. Bahar ayında olsak ta henüz kış etkisini gösteriyor kuzey bölgelerde. Birden bire üşümeye başladım. Hava ne kadar da soğudu. Kar yağışı iyice arttı ve lapa lapa yağmaya başladı. Ne kadar soğuk bir yıldızmış burası diye düşünüyorum.

Birden uyanıyorum, üzerimi örtmeden öylece yıldızlara bakarken uyuya kalmışım. Gecenin serinliği iyice artınca üşümüşüm, böylece gördüğüm güzel düşten uyanmış oldum. Soğuktan kaskatı olmuş olan vücudumu kımıldatamıyorum bile. Uyanınca kan akışı damarlarımda hızlanmaya başladı. İlk önce ellerimle vücudumun her yerini iyice ovalayıp biraz ısınınca yavaşça doğruldum yattığım yerden. Hava karanlık olmasına rağmen etrafımı görebiliyorum. Tüm gök yüzü yıldızlarla kaplıydı. Gözlerim karanlığa iyice alıştı. Az ileri giderek ufak su döktüm. Çadırıma gelip yere serdiğim matı alıp çadırın içine seriyorum. Uyku tulumunu da açıp içine girerek uyumaya başladım tatlı düşlere ve gördüğüm rüyayı düşünerek.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 75 Kilometre civarı

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Yazı Masası

Yazı masası yapımı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Bir şiir yazsam

Şiir yazmak

Şiir nasıl yazılır?

Yazmak şiiri

İlk önce aşık olmalı

Sonra şair olmalı, şair

Şiir yazmak için aşk gerek

Aşkı bilmeyen nasıl şiir yazar?

Şair olmak için daktilo olmalı

İlham perileri herkese gelir

Kulağa fısıldar yazması için

Bu fısıltıları yalnız 

şairler duyar

Şair oturdu mu daktilonun başına

Kulağındaki fısıltılar kelimelere dökülür.

Urim Baba’CAN Şubat 2022

Öne çıkmış olan görsel, yazı masası, üstünde daktilo, demir kalemlik, içinde kurşun kalem. köpüklü kahve fincanı, defter, kalem. Koltukta Urim Baba’nın logolu yastığı.

DSCN3685

Şu sıralar ilham perileri sık sık gelmeye başladı. Kulağıma sürekli fısıldıyorlar tatlı sözleri bir şiir gibi. Bir de yaz diyorlar bana. Tembelliğimden olacak her fısıldanan şiirleri yazmıyorum, sadece bir kaç kez oturup kulağıma fısıldanan şiirleri yazıya döktüm kalem ile. Bazen de roman konusunu fısıldıyorlar. Böylece birikti yazmam gereken şiirler, romanlar. El ile deftere şiirlerimi yazmaya başladım ama oturmak gerek masaya. Gerçi yazı masam yok ki! Neyse aklımda yazı masası yapmak var ama daha uygulamaya geçmedim

Uzun zamandır gitmediğim bit pazarına gideyim dedim bir Pazar günü. Bacanağım ile sözleştik bit pazarına gitmek için. İzmir’de Ege mahallesinde kurulduğunu biliyordum ama neresinde olduğunu, yolu bilmiyordum. Hilal metro istasyonunda bacanağım ile buluştuk. O yolu biliyor. İki üst geçidi aşıp Yeşildere kıyısından bit pazarına ulaştık. Bit pazarı Roman mahallesi içinde kalan bir yer. İki katlı eski bir bina içine her pazar kuruluyor. Herkes kendi yerindeki alana eski püskü aletleri, eşyaları sermiş satmaya uğraşıyor. Fiyatlar pahalı geldi bana. Hem eski, hem garantisi yok, üstelik yüksek fiyattan kapıyı açıyorlar. Nedense tok satıcılar. Ekonomi bozuk bu aralar, dolar almış başını gidiyor. Satıcılar da sanki eski eşyaları dolarla almış gibi pahalı satmaya çalışıyorlar. Kendime küçük bir balta alayım dedim, o da sapsız. Kaç para dersiniz 60 -70 Lira fiyat biçtiler. Haliyle almadım.

Neyse tezgahları dolaşmaya başladık. Tezgahın birinde bir daktilo gözüme ilişti. Daktiloyu görür görmez bana fısıldayan ilham perileri kulağıma; “Bu daktiloyu almalısın” dedi. Zaten içimde vardı bir daktilo almak ama şimdiye kadar niyetlenmemiştim almak için. Daktiloyu incelemeye başladım, görünüşü temiz, tuşların hepsi çalışıyor. Sağlam bir makine. Satıcıya “Kaç para bu daktilo?” diye sordum. O da “250 Lira” deyince dur bakalım bu kadar eder mi diye dostum Feyyaz Alaçam aklıma geldi. O bu konuda bilgili. Çünkü daktilosu olduğunu biliyorum ve yazılarını daktilo ile yazıyor.  Daktilonun resmini çekiyorum. Şair ve yazar dostum Feyyaz Alaçam bana bu konuda yardım eder diyerek resmi yolladım kendisine. Arkasından telefon ile arayıp daktiloyu sordum, gönderdiğim resme bak bakalım 250 Lira eder mi? Sağ olsun dostum Feyyaz kısa süre telefonla aradı. “İyi bir Alman markası olduğunu, biraz indirim iste satıcıdan, sadece kağıt koyup biraz yaz ve dene” dedi. Ben de kağıt koydurup yazdırdım. Biraz silik olsa da fena değil. Satıcıdan 200 Lira vereyim dedim ama pek oralı olmadı ve son fiyat deyince artık bir daha belki bulamam aynı fiyata diyerek 250 Lirayı sayıp daktiloyu aldım. Hani Atalarımız der “Bit pazarına nur yağmış” diye. Bit pazarına nur değil zam yağmış sanki. Aşağıdaki resimde tezgahta gördüğüm daktilonun ilk hali. Markası Olimpia. Daktilo F klavye, tam da Türkçe tuşlu.

IMG_20211114_132646

Daktilonun taşıma çantası da var. Daktilo çantasının sapından tutup eve geldim. Şimdilik dolabın bir köşesinde duracak. Çünkü yazı masası yok henüz ortada.

IMG_20220211_095105

Yazı masası yok dedim ya az önce. Aslında var ama henüz yapılmamış halde. Yıllar önce çocukluk arkadaşım bana elindeki fazlalık tahtalardan vermişti. Marangoz atölyesinde çalışırken başka bir marangoz arkadaş ta bana palet tahtalarından kesip düzelttiği dört tane ayak vermişti. Kare kesim, üstü geniş, altı daralıyor. Tam istediğim ayaklar. Bunlar çatıda bekledi yıllarca. Tozlanmış tahtaları çıkarıp marangoz atölyesine getirdim. Marangoz arkadaşın dediğine göre tahtalar tik ağacının bir çeşidi olan ireko ağacından kesilmiş. Bu tahtalar yatlarda kullanılıyor. Pahalı bir ağaç olduğunu söyledi. Neyse tahta parçalarını seriyorum tezgaha. Tahtalar 2 X 10 X 50 santim boylarında 15 parça. Dört ayak 5 X 70 boyunda.

IMG_20211119_105406

Elimdeki tahta boylarına göre 45 X 70 boyutunda tabla olacak. Tahta kıyıları oval olduğundan o kısımları kesiyorum yatar makinede. Birleşme yerlerine kanal açıyorum 3 milimetre. 3 milimetre şerit kesiyorum çıta ve sıvı çivi sürüyorum kanalın içine. 3 milim şerit çıta kanalın içine yerleştiriyorum. Bu işlemi kısa sürede yapmak gerek çünkü sıvı çivi hava ile temasa geçince reaksiyona başlıyor. Hem şişiyor hem de sertleşmeye başlıyor. Sıvı çiviyi sürdükten sonra uzun iki işkence ile uzunlamasına sıkıyorum. Yanlara da takoz destekli işkencelerle düz olmasını sağlıyorum. Yoksa işkence tablayı eğriltebilir. Tezgah üzerinde işkencelerle sıkıştırılmış tabla görünüyor.

IMG_20211119_172145

Tahtalar kısa sürede birleşip dondu. Sıkışırken aradan taşan beyaz renkli, donmuş sıvı çivi görünüyor. Tahta boyları değişik olduğu için kıyılarda kimi uzun, kimi kısa kalmış. İstenen ölçüden biraz fazla oldu tabla.

IMG_20211120_084907

Tablanın alt kıyılara 4 santim eninde çıtalar için sıvı çivi ile yapıştırıyorum. Elde uzun tahta yok. İşkence ile sıkıştırılmış tahtalar.

IMG_20211123_094150

Tablanın kenarlarını düzgün biçimde kesiyorum ve zımpara makinesi ile siliyorum. Ağaç sert olunca uzun sürüyor silinmesi.

IMG_20211125_112853

Kenar çıtalarını da uçlarını gönyeli kesip alt kısma sıvı çivi sürerek yapıştırıyorum. Bu işlem yine işkenceler sayesinde oluyor. Tablanın kıyısında 14 tane işkence çıtayı sıkıştırmış.

IMG_20211126_151313

Ayaklar biraz kalın geldiğinden yarım santim kesiyorum. Planya ile düzeltip zımpara yaptım. Kıyılarını makinede oval tıraşladım. Dört ayak ters yatırılmış tabla üzerine koydum, kenar destek tahtalarını da ona göre kesiyorum uçları gönyeli. Masa nalları dikmiş durumda tezgahın üzerinde.

IMG_20211229_151937

Ayakları ve yan tahtaları yapıştırdım. Çekmece için iç kısma da kenar tahtası koyunca masa dört ayak üzerinde zımparalanmış olarak hazır. Sıra geldi çekmeceyi yapmaya.

IMG_20211229_160809

Çekmeceyi de masanın ölçülerine göre kesip yaptım. Çekmecenin altına da 6 milimetre marin kontraplak kesiyorum. Marin kontraplak suya dayanıklı bir malzeme, tahtalar da suya dayanıklı. Sadece ayaklar normal ağaçtan. Çekmece masaya taktım açık durumda. Önüne de tahta bir sandalye koyunca masa bitmiş oluyor.

IMG_20211230_165856

Masa bitince bir yorgunluk çayını hak ettiğimi düşünüyorum. Çayı demleyip bardağa koydum ve masaya oturmuş halde keyifle çayı içiyorum. Marangoz Özcan da beni çekiyor çay içerken.

IMG_20211230_170025

Sıra geldi yakma işlemine. Masa öyle bildiğiniz masa olmayacak. Yazı masası anlamlı olmalı. Yazacağım yazıları dik olarak hazırlayıp kağıda bastırıyorum. Karbon kağıdı ile ayaklara çiziyorum yazıları. Sonrası yakma işi. Yakma makinesi ile yakarken kendimi çekiyorum otomatik.

IMG_20211231_124223

Masanın dört ayağı var, hepsinin bir ismi olmalı. Madem yazı masası olacak isimler de ona göre anlam katacak masaya. Yıllar önce Selçuk’taki  Efes antik kentini dolaşmıştım. Burada bir kütüphane var. Adı da Celcus kütüphanesi. Bu kütüphaneyi MS 110 – 135 yılları arasında Celsus onuruna oğlu Gaius Julius Aquila tarafından yaptırılmıştır. İşte bu kütüphanenin ön tarafında dört tane heykel koydurmuş Gaius Julius Aguila tarafından. Bu dört heykelin ismi de;

APETH KEΛΣOY (ARETE = Erdem ve karakter)

ENNOIA ΦIAIΠΠOY (ANNOİA = Kader ve muhakeme)

EΠIΣTHMH KEΛΣOY (EPİSTEME = İlim ve bilim)

ΣOΦIA KEΛΣOY (SOPHİA = Bilgelik ve Akıl)

Bu isimler yazı masasında yazacağım şiirler, romanlar ve yazılar bu karakterleri taşıyacak. Geleceğe güzel bir miras bırakmalı. Edebiyat budur, güzelliği dışa yansıtmak. O yüzden aklımda olan bu isimlerin orijinali olan Yunanca harfler olarak iki yüzeye yakıyorum. Diğer iki yüze de Türkçe anlamları yakıyorum. Masanın dört ayağını çekiyorum alttan, Yunanca ve Türkçe yazılar yakılmış durumda. Nereden bakarsan bak iki dilde yazdığım yazı görünüyor.

IMG_20220102_001925

Masa odanın ortasında komple görünür biçimde. Yanında da koltuk. Koltukta Urim Baba’nın Kahvesi logo baskılı yastık var. Arka fonda çekyat, kömür sobası ve televizyon.

IMG_20220102_141454

Masa bitti, sıra geldi cila işine. Ama ilk önce zımpara yapmalı. Zımpara önemli! Zımpara yaparken toz çıkacağından masayı bahçeye çıkardım. Zımpara çok ince, 300 numara. O yüzden saatlerce zımpara yaptım ama pürüzsüz bir duruma geldi. Zaten sert bir ağacı zımpara yapıyorum. Neyse her tarafını en ince ayrıntılarını zımparaladı bir güzel. Bir taraftan da elimle kontrol ediyorum.

IMG_20220103_133926

Zımpara işi bitince sıra geldi cila işine. Özcan marangoza bana vernik almasını söyledim. O da sağ olsun almamış. Dükkana gidince bana neden vernik almadığını anlattı. Masayı yaptığım ağaç Teak cinsi İreko ağacı. Değerli bir ağaç. “Ağacın rengini, desenlerini orijinal göstermesi için tik yağı ile yağlamalısın” dedi. Elinde de bir miktar kalmış teneke kutuda. Tik yağını nasıl uygulayacağımı da anlattı. Küçük bir miktar tik yağını kaba koydum. Küçük bir fırça ile uygulayacağım yere iyice yediriyorum. Sonrasında bez ile sildikten sonra sanki kurumuş gibi oluyor ve akıntılar, fırça izi yok oluyor. Böylece dört kat vuruyorum. Her kat vurduktan sonra 24 saat beklemek gerek yağın iyice kuruması için. Tik yağı uygulama işi 4 gün sürdü. Tik yağını fırça ile masaya uygularken otomatik çekiyorum kendimi. Arkada motor ve bisiklet var. Limon ağacı da görünüyor.

IMG_20220105_134032

Tik yağı iyice kuruyunca masayı odaya aldım. çekmecenin soluna mavi nazar boncuğu yapıştırıyorum. Alttan masanın görünümü, dört ayak, çekmece ve nazar boncuğu. Çekmece kulpsuz. Nazar boncuğunu koymamın nedeni; Nazara inanırım. Bir kaç kez kem gözlerin, kıskançların kötü bakması sonucu eşyaların çatlayıp patladığını, başıma da kötü olayların geldiğine şahit oldum ve yaşadım. Böyle bir masayı görenler mutlaka beğenecek. Aralarında kıskananlar, sahip olmak isteyenler olacak. Özellikle mavi gözlü insanların nazarı kötü oluyor. Masanın başına kötü şeyler gelmemesi için bir tane mavi nazarlık olsun ki kötü bakışlardan korusun. Nazardan korunmak için başka bir çaresi de yok maalesef.

DSCN3683

Masayı duvar dibine yerleştirdim. Daktiloyu da üzerine koyunca kendini gösterdi. Demir çelik fabrikasında çalıştığım zamanlarda çektiğimiz demirlerin en kalını olan 50 milimetre kalınlığındaki nervürlü demirden kendime kalemlik yapmıştım. Kaplamacılarla iş yaptıran bacanağım Vural Civan kalemliği çinko ile kaplattırdı. Nervürlü demir olan kalemlikte 18 yıl çalıştığım İzmir demir çelik harfleri kabartma olarak basılı. İki nervür arasında bir harf gelecek şekilde İ D Ç yazılı. Yıllarını verdiğim fabrikanın ismi yazılı kalemlik benim için anlamlı.

Masa üzerinde daktilo, yazmaya hazır kağıt takılı. Yanında kalemlik, içinde kurşun kalem. Biraz önünde yeni yaptığım köpüklü Türk kahvesi. Kahve içilmeye hazır. Fincandaki logonun yansıması tabakta tersine görünüyor. Masanın sağıda şiir ve solda yazı masası yakılmış durumda.

DSCN3687

Masanın üzerine tik yağı vurmadan önce yazdığım ilk şiiri yaktım.

El Salla

Bak görüyor musun denizi

Deniz çalkalanıyor kımıl kımıl,

Şu an kano ile geçiyorum

Bana el salla

Yelken açık

İmbat rüzgarı esiyor efil efil

Elim yekeyi tutmuş

Gidiyorum

Bana el salla

El salladığını görürüm

El sallayalım kendimize

Bak önde sen oturuyorsun

El salla kendine

Bana da el salla, ikimize de

Kano ile buradan geçerken

Kendimizi göreceğiz

Bize el salladığımızı

Biz bize el sallıyoruz…

Hadi biz de el sallayalım

Kendimize

Urim Baba’CAN 29 Eylül 2021 Çarşamba

Şiirle ilgili çizdiğim görsel olan kanoyu da iki kişi binmiş, denizde yelken açmış olarak giderken yakıyorum en üstte.

DSCN3680

Masayı yandan çekiyorum koltukla beraber. Koltukta logolu yastık var. Masanın üzerinde daktilo, kalemlik, defter ve içilmeye hazır kahve var. Masanın sol alt tarafına da “Yazı Masası” olarak yakılı.

DSCN3685

Tam istediğim bir masa oldu mavi nazarlıklı yazı masası. Arkadaşım da sanki biliyormuş gibi tam bir masa yapacak kadar tahta verdi. Ayrıca dört ayak ta tesadüf değil, sanki bilerek bana geldi. İş sadece yapmaya geldi. Elimden de geliyor marangozluk işleri. Hem yaptıkça daha çok öğreniyorum. Artık şiirler, masallar, romanlar, yazılar yazılacak. Hatta şu anda okuduğunuz bu yazıyı bile bu masada yazdım bilgisayarda. Şimdiye kadar hep iyi şeyleri, güzel şeyleri diledim. Hepsi de bir şekilde beni buldu ve dileklerim gerçeğe dönüştü. Her şey de birden bire olmuyor. Zamanı gelince kendiliğinden ortaya çıkıyor. Tıpkı “Yazı Masası” gibi. Ben de ilham perilerinin kulağıma fısıldadığı kelimeleri yazıya dönüştüreceğim. Ama kalemle, ama daktilo ile. Mutlaka iyi şeyler yazacağıma inanıyorum. Biz gelecekteydik, geleceğe iyi şeyler bırakacağız. Yarınlar güzel olacak, Güneşli günler göreceğiz.

Şair ne demiş; “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey”

En son olarak ta ben şöyle diyorum; “Bu günü yazmazsan yarınlar olmayacak”

2. Simav Eynal Bisiklet Festivali 4. Gün

29 Ağustos 2021 Pazar

Eynal – Gölcük – Eynal

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

atım yüklü

yol yokuş

sürdüm atı

sürdüm Atı

olmadı

aramıza girdi kış

dedik

yol kapanma kar yağmakla

hele kalsın “kandan kına yakılmaz”

başka bahara

şimdilik

 bir esimlik bahar yeli de olsa

bir kokumluk karçiçeği

bir merhaba dostlara

diyelim dedik

“filizkıran fırtınası”yla

merhaba

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, göl kıyısında park etmiş bisikletim KUZ. Karşı kıyılarda çam ormanları ile kaplanmış yamaçlar.

DSCN3160

Artık çadırda uyumaya iyice alıştım, dünkü bisiklet sürüşü biraz daha zorlu olmuştu diğer günlere göre. Yorgun oldun mu, bir de düz yerde yatmak insanı iyice dinlendiriyor. Güneş doğmadan kalkıyorum yine. Tuvalet dönüşü su pınarlarından soğuk suyumu dolduruyorum henüz kimse almadan. Sabah kahvemi içiyorum ilk önce. Kahvemi içtikten sonra zaman geçirmeden kahve takımlarımı, eşyaları, çadırı toplayıp arabaya yükledim. Yol arkadaşım Cengiz ile bu günkü tura araba ile katılıp öğleden sonra İzmir’e doğru yola çıkmayı kararlaştırdık. Cengiz de toplanıp eşyalarını arabaya yükledi. Bisiklet taşıyıcısını da arka bagaja bağladık. Bisikletleri üzerine taktık. Yaklaşık 12 Kilometrelik bir tırmanış var. Zaten hamlık üzerimden gitmedi hala. Zorlamanın gereği yok diyerek bu kararı aldık. Kahvaltıdan sonra  bisikletçiler yola çıktık. Biz de araba ile arkalarından çıkıp kısa sürede Gölcük mesire yerine geldik. Bisikletleri indirdik taşıyıcıdan. Kahve takımlarının olduğu çantayı bagaja taktım. Diğer çantayı da alıyorum bagaja. Gölcük mesire alanına girerken giriş yerini çekiyorum. Yuvarlak telefon direklerinden  dörder tanesi daha küçük odunlarla çakılıp birleştirilmiş. Böyle iki tane ayak yapılmış, üstüne üçgen çatı kondurulup birleştirilmiş. Üstteki kirişe daire levhalara harflerle “Gölcük Mesire Yeri” yazılmış. Daire yeşil, harfler beyaz renkte. Girişte, sol tarafta bir kulübe ve görevli girişte insanlardan, araçlardan ücret alıyor. Yani buraya girmek bedava değil. Neyse ki bizler bisikletçiyiz. Bizden para almıyorlar. Arabayı içeri sokmayıp dışarıya park ettim, hemen giriş yanına. Yolda, tam ortada dört tane turuncu, beyaz trafik külahı konmuş arabalar için.

DSCN3154

Henüz bisikletçilerden gelen yok, o yüzden gölün etrafını şöyle bir keşfedeyim dedim. Buraya yaklaşık 3 Kilometrelik bisiklet ve koşu yolu yapıldığı söylenmişti. Bisiklet yolunu ve gölü çekiyorum, etraf çam ormanları ile çevrelenmiş.

DSCN3155

Gölün etrafında dolanmaya başladım, iki tane kahverengi at gölün kıyısında oynaşıyorlar birbirleriyle. Kameram ile yakınlaştırıp çekiyorum. Gölün kıyıları sazlıkla kaplanmış.

DSCN3156

Bazı yerlere katran ağacı dikilmiş, altına da çardak konmuş piknik yapacaklar için.

DSCN3157

Karşıki yamaçta açıklık bir alan gözüme ilişiyor. Optik zoom ile yakınlaştırıyorum. Bu alanda iş makineleri ile bir şeyler yapılmış. Sanki kayalar parçalanıp alınmış gibi. Ormanın yeşil denizinde mavi göl önde görünüyor.

DSCN3158

Bir kaç betonarme bina yapılmış orman kıyısına.

DSCN3159

Bisiklet yolu göl kıyısına yakın bir yerden geçiyor. Kıyıya bisikletim KUZ park edilmiş halde göl ile birlikte resmini çekiyorum. Turuncu çantalar bagaja takılı, gidonda kartal tüyü boy gösteriyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN3160

Su varsa kurbağalar da vardır. Sesleri duyuluyor sazlıkların arasından. Kıyıda cesur kurbağalardan birisi benden kaçmıyor. Rengi bulunduğu ortama uymuş durumda. Dikkatlice bakmazsan kurbağayı göremezsin. Kurbağayı ürkütmeden, optik zoom ile yakınlaştırıp çekiyorum net biçimde. Gözleri açık beni gözlediğinin farkındayım. Tetikte bekliyor, herhangi bir ani hareket yaparsam hemen uzun arka bacakları üzerinde yaylanıp zıplayarak gölde kendini kaybettirecek. Kurbağanın rengi, otlar ve yosunlara göre yeşilin tonları ile renklenmiş. Az kahverengi lekeler göze çarpıyor. Yani kurbağa kamufle olmuş.

DSCN3162

Kökü gölün dibinde, yaprakları su yüzeyinde olan bir bitkiyi iyice yakınlaştırıp çekiyorum. Yaprakları ince, uzun. Söğüt yapraklarına benziyor. Uzaktaki su yüzeyi ışığı ayna gibi yansıtıyor.

DSCN3165

Gölün ortasında saz kümesi kendine yer bulmuş. herhalde su seviyesi orada alçak. Sazlar sıkı bir şekilde gölde yeşil bir ada oluşturmuş.

DSCN3167

Kara tarafında da sazlıklar oluşmuş. Buradan gölden taşan sular aşağıya doğru aktığı için sulak bir yer. Sazların çiçekleri kahverengi mum gibi çıkmış.

DSCN3168

Sazlıkların arkasındaki uzun otlar mor çiçekler açmış. Mor çiçekli otlar bir yerde küme halinde.

DSCN3170

Kısa bir parkur olan bisiklet yolunu dolaştım sayılır. Girişe gelirken daha önceki yıllarda yapılan festivalde buraya gelmiştim ve yol kıyısında büyük bir kayanın üssünde kahvemi içmiştim göl manzaralı. Kahve içtiğim kayayı buldum, yerinde duruyordu. Kaya yarısından üstü düz olarak kesilmiş sanki Üzeri neredeyse düz gibi. Kayanın yerini işaretledim kafamda. Yoluma devam ederken ormanın kıyısında yapılaşma inşaatının olduğumu gördüm. Yamaçta duvar örülüp teras halinde düz alanlara granit taşlardan evler yapılıyor. Solda da iş makinesi kepçe duruyor sarı renkte. Dört kademe duvar örülmüş taşlarla, tek katlı evler de kendini göstermiş. Böylesi doğal güzelliği eşsiz bir yere böyle tesislerin yapılması beni üzüyor. Bu tesisler halk için değil de bir kaç kalantor için yapıldığını biliyorum. Yazık? Benim gibi emekli olanların aldığı emekli aylığı ile burada konaklayacağımı sanmıyorum. Demin gördüğüm kayaları alınmış alandan buraya taşlar getirilip binalar yapıldığını anladım. Bu manzarayı görünce üzüldüm doğrusu.

DSCN3171

Turumu tamamladıktan sonra uygun iki ağaç bulup hamağı kuruyorum. Hamağı kurduğum yer gölgelik ve göl manzaralı. Henüz bisikletçiler gelmedi, ben de hamakta uzanıp biraz dinleneyim. Dünkü yorgunluk henüz geçmedi daha. Biraz tembellik yapmak gerek. Ağacın gölgesine kancalı ip bağlı, ucunda da mavi hamak. Yattığım yerden ayaklarımı ve ağacı çekiyorum.

DSCN3172

Cengiz beni hamakta yatarken çekiyor. Hamak iki ağaç gövdesine iple bağlı. Kollarımı başımın arkasına koymuş haldeyim. Başımda siperli gri şapkam. Arkada göl görünüyor.

DSCN3177

Hamak kurduğum yerim hemen yanında bir çeşme var. Çeşmede boru yerine uzun bir dal parçası konmuş. Dal parçasının üstü kanal şeklinde oyularak suyun buradan akması sağlanmış.

DSCN3173

Ben yeteri kadar dinlendim, Cengiz yanıma gelince hamağı ona verdim yatması için. Cengiz hamağa yatınca ben de onu yatmış halde içi boş havuz ile çekiyorum. Hamağın olduğu yerde üç tane katran ağacı var. Havuzun içinde büyükçe bir kaya parçası konmuş, ayrıca küçük taş parçaları da atılmış gelişigüzel. Solda demir borudan kalp biçiminde salıncak yapılmış. Daha çok sevgililerin birbirine aşık olmaları için yapıldığı kesin. Nedeni ise Aşk tanrısı Eros bu salıncağa binenlere Aşk oku atmış olması. Kalbin üst tarafında bir ok ucu görünüyor. Alt tarafında da okun arkası var. Genç aşıklar bu salıncağa oturup  resim çekiliyorlar havuz ile birlikte ama nedense havuz boş, az bir su birikintisi var.

DSCN3174

Cengiz bir süre sonra hamaktan kalktı, salıncağa gelip oturdu. Hazır oturmuşken bir poz çekiyorum Aşk yuvasında.

DSCN3179

Ortasına kadar yontulup kanal açılan dal parçasından su devamlı akıyor. İnsanlar gelip bu sudan alarak piknikte kullanıyorlar.

DSCN3181

Dalın ucundan bir metre kadar yükseklikten sular beton yalağın içine dökülürken resmini çekiyorum. Su berrak, temiz, soğuk ve içilebilir.

DSCN3182

Hamakta uzanırken bağlı olduğum ağaç dalına tahtadan yapılmış bir kuş yuvasını gördüm. Herhangi bir kuşun girip çıktığını görmedim ama bahar aylarında mutlaka bir kuş yuvaya girip yumurtalarını bırakıyor. Yavrular yumurtadan çıktıktan sonra büyütüp uçasıya kadar sürekli yiyecek taşıyordur her gün. Hem yumurta ve yavrular için korunaklı bir yer. Yavrular uçmaya başladıktan sonra yuvaya gelip kalmıyorlar. Nerde akşam orda sabah. Yuva küp şeklinde, kuşun gireceği kadar genişlikte, yuvarlak bir delik açılmış. Yuvanın üstüne de deliği biraz geçmiş çatısı var.

DSCN3183

Bisikletçiler geldikten sonra, hamağı toplayıp çantama koydum. Belediye başkanı ile birlikte bisiklet yolunda bisiklet süreceğiz. Başlangıçta video çektim, linki aşağıda, iyi seyirler.

https://youtu.be/DWNMLGJ_rgU

Ağaç gövdelerine gerilmiş festival afişinde yazanlar; 2. Simav Eynal bisiklet festivalimize  Hoşgeldiniz Av. Adil Biçer Simav belediye başkanı. Görsel olarak bir grup bisikletçi ve elle çizilmiş bir çocuk bisiklet üzerinde. Başında siperli şapkası var. Sol tarafta belediyenin logosu. Logoda yazdığına göre 1867 yılında kurulmuş belediye.

DSCN3184

Duvar ile teras yapılmış hizmet binası önünde Simavlı kadınlar yere serdikleri örtü üzerine oturmuş harıl harıl gözleme yapmakla uğraşıyorlar. Bu gün gözleme yiyeceğiz anlaşılan. 10 Kadın, her biri değişik iş yaparak seri bir üretime geçmiş. İlk başta iki kadın hamur tenceresinden hamur alıyor göz kararı, aldığı hamuru yuvarlak yapıp biraz un serpiyor. Bir kişi yuvarlatılmış hamurları alıp dört yer sofrasına götürüyor. Sofralardaki kadınlar bu yuvarlak hamurları ellerindeki oklava ile açıp duruyorlar. Bir kadın içine malzemeyi koyup kapatıyor açılmış hamuru. Tüplü bazlama ocağında bir kadın da pişiriyor. Pişenleri de bir kadın yağlayıp veriyor sıradakilere. Pişenlerin biri gözleme, içine ot konuluyor biri bazlama, içine tahinli helva konuluyor. Biraz uzun uğraş gerektiren bir iş. O yüzden kuyrukta epey beklemek gerekiyor. 200 kişiden fazla bisikletçi var. Bazlamacılar bisikletçiler gelmeden önce pişirmeye başlayıp stoklamışlar ama arabası ile gelenler, yada başkaları, bilinmez ama ikiden fazla aldıkları söyleniyor etrafta. Aç gözlüler yüzünden uzun bir bekleyiş içindeyiz.

DSCN3187

Yaklaşık 1 metreden biraz büyük bir sac üstünde bazlamalar pişiyor. Sacın altında gaz ocağı yanıyor sürekli. Özel olarak yapılmış tüplü bazlama ocağında üç tane gaz düğmesi var. Sac üzerinde en fazla 6 tane bazlama pişiyor.

DSCN3188

İki kadın, ikisinin önündeki sofralar kare biçiminde. Soldaki kadın hamurları top top yapıyor. Solundaki kadın da elinde oklava sürekli açıyor hamuru.

DSCN3189

Diğer sofralar yuvarlak, burada oklavalar ile hamurlar açılıp yaygınlaştırıyor kadınlar.

DSCN3190

Açılmış hamurların içine bir kadın yuvarlak hamurun yarısına otlu lor seriyor. Sonra boş olan diğer yarısını çekip kapatıyor . Yarım yuvarlak bir daire oluyor. Otlu lor hamur içinde kalıyor.

DSCN3191

Uzun bir bekleyiş ve acıkan insanların sabırsızlıkları nedeniyle söylenmeye başlıyor, sinirler biraz geriliyor. Epey bir zaman bekledikten sonra bazlama ve gözlemeyi aldım. Bir de ayran alıyor arkadaşın birisi. Ayran ile gözlemeyi yiyorum, Tahinli bazlamanın yarısını yedim ve karnım doydu. Fazlası gitmiyor. Kalan yarısını yiyecek olan bir arkadaşa veriyorum. Ben yedikten sonra bazlama kuyruğunda daha çok kişi var. Karnım doydu, şimdi kahve zamanı. Şeref hocaya belediye başkanına kahve yapmak istediğimi söyledim. O da başkanın yanına götürdü. Başkanı kahve içmeye davet ettim. Belediye başkan yardımcısı da yanında, başkanın programını ayarlıyor. Bana olur, o kadar zaman ayırabiliriz deyince yardımcıya nerede kahveyi içeceğimizi gösterdim. Bisikletime binerek kahve pişireceğim kayanın olduğu yere geldim. Bisikletimi görsünler diye yol kıyısına park ettim. Kahve takımlarımın olduğu çantayı yanıma alarak kayanın üzerine çıkıp hazırlandım. Kahve değirmenine de çekirdek kahve koyup çekmeye başladım. Belediye başkanı beni fazla bekletmedi. Araba ile olduğum yere gelip kayanın üzerine çıktı. Yanında eşi  ve oğlu vardı. Belediye başkanı Adil Biçer yanıma oturunca “Öyle bedava oturmak yok, çek bakalım biraz kahve” diye değirmeni eline verdim. O da değirmeni alıp çekmeye başladı. Bu arada muhabbet ediyoruz. Önümde cezve, ocak, ve siperlikli su şişesi var. Kaya çam ağacı altında kaldığı için gölgelik. Belediye başkanının üzerinde yeşil festival forması giymiş.

241273966_4198224963629265_5931217463114844949_n

Benim kamera makinesini fotoğrafçıya verdim çekmesi için ama makine kart arızası verdiğinden çekemedik bir türlü. Bu resimleri belediyenin fotoğrafçısı çekti. Belediye başkanı Adil Biçer, küçük oğlu ve eşi birlikte kahve içtiğimiz kayanın üzerinde çekiliyoruz bir poz. Önümde kahve ocağında kahve pişiyor cezvede. Ocağın etrafında rüzgarlık var, fincanlar yanımda. Belediye başkanının elinde kahve değirmeni, önünde de kahve kavanozu. İkimiz de bağdaş kurup oturmuşuz kayada.

241481623_4198224733629288_4934675424361544680_n

Belediye başkanı, eşi ile birlikte muhabbet ederek içiyoruz kahvelerimizi. Belediye başkanına “Urim Baba’nın kahvesini Dünyanın en güzel yerinde içiyorsunuz. Şanslısınız” diye söylüyorum. Onlar da bana hak veriyorlar. Şimdiye kadar böyle bir yerde, hem de göl manzaralı, doğal bir kaya üzerinde ve gölgede kahve değirmeninde taze kahve çekip içmediklerini itiraf ediyorlar. Belediye başkanına İzmir’de kahve yaptığım  yeri tarif ediyorum. İzmir’e kahve içmeye davet ediyorum. Kahveyi içtikten sonra kahve için teşekkür ediyorlar. Belediye başkanının Pazar günü olsa da tatil yapmaya, ailesi ile zaman geçirmeye zamanları yok gibi. Kısa bir kahve molası belki iyi gelmiştir yoğun hayatında. Ben de biraz yaşamlarına değişik bir kahve tadı sunduğum için sevinçliyim. Belediye başkanına ve eşine bana zaman ayırdıkları için teşekkür ediyorum. Belediye başkanı ve eşini uğurluyorum. Festivali kahve içerek noktaladım. Artık yola çıkma zamanı sanki. Kahve takımlarını topladım, Cengiz ile buluşarak bisikletleri bisiklet taşıyıcısına yükledik. Şeref Akdemir hoca ile vedalaşıyorum. Kendisine düzenlediği bu festivale daveti için, yaptıkları için, güzel yemekler, güzel rotalar için teşekkürlerimi sundum.

Cengiz ile arabaya binip yola çıktık. Simav şehir merkezine gelip Simav fasulyesi alıyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. İlk önce dağlara tırmandık. Sonrasında Demirci kasabasına vardık. Burada çay molası veriyoruz. Cengiz para çekmek için uğraştı bankamatikten ama bir türlü çekemedi. Cengiz’e, sıkılma bende var idare ederiz diyerek yolumuza devam ettik. Demirköprü barajından sallanıp Salihli’ye geldik. Turgutlu’dan sonra çevre yoluna girerek ilk önce Cengiz’i evine bıraktım. Sonra kendi evime ulaştım, evlerimiz birbirine yakın biraz. Sonunda evime kavuştum akşam olduktan sonra. Bisikleti çözüp içeri aldım. Bisiklet taşıyıcısını bagajdan söküp yerine koydum. Eşyaları arabadan alarak eve girdim.

Böylece bir festivalin ve tur yazımın sonuna geldik. Hazine torbama yeni hikayeler, yollar, arkadaşlar, dostlar ile doldurdum. Yeri gelince torbadan çıkarıp sizlere sunuyorum. Aradan biraz zaman geçse de öyle hemen olmuyor, resimleri düzenle, sıraya koy, siteye yükle. Sonra da yazmak, işte yazmak en zor olanı. Herhangi bir not ta almıyorum. Kameram ile resim çekerek yolda hikayemi yazıyorum zaten. Resme bakınca hikaye çıkıyor ortaya. Resimlerde çok şey gizli. Sizler için iyi şeyler ve güzel şeylerin resmini çekmeye çalışıyorum. Sizler iyi şeylere layıksınız. Sabahın erken saatlerinde kalkıp ilk önce kahvemi içiyorum ve açıyorum laptopumu. Başlıyorum yazmaya. Yaklaşık 2 ila 3 saat durmadan yazıyorum ilham perileri ile birlikte. İlham perileri bana güzel kelimeler, cümleler fısıldıyor kulağıma. Bakalım daha neler fısıldayacaklar kulağıma, bilinmez…

Bir sonraki hikayelerde görüşmek üzere

Bu gün yaptığım yol 5 Kilometre civarı, geri kalan yolu araba ile yaptım. Toplam 24 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

2. Simav Eynal Bisiklet Festivali 3. Gün

28 Ağustos 2021 Cumartesi

Eynal – Küplüce – Kuşu – Pazarlar – Simav – Eynal

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

sokakları koşmak diye bildim bileli

şiir  yaşar şiir söyler şiille oynaşırım

ne garibim ali tanır bu ozan kardeşini

ne de benim onu görmüşlüğüm var

garibim taştan taşa çalar emeklisini

saçıp gider yollara dizelerimi

“kör olasın demiyorum kör olma

kör olma da gör beni”

mutluluk bu değilse

ya nedir başka

Hasan Hüseyin

 

Öne çıkmış olan görsel, festivali düzenleyen Öğretmen Şeref Akdemir Efe heykelinin önünde kollarını kaldırmış zeybek oynar gibi poz vermiş durumda. Efe sağ elindeki mavzeri havaya kaldırmış. Belinde fişeklik. Salgına dikkat çekmek için ağzına maske takılmış.

DSCN3083

Vücudun hamlığından dünkü turda epey yorulmuşum. Bu gece derin bir uyku ile iyice dinlenmiş olarak kalktım fişek gibi. Kendimi çok iyi hissediyorum. Her sabah olduğu gibi kahvemi içiyorum kalkar kalkmaz. Kahvemi içerken yerde bir kavun dilimi gördüm. Kavun dilimi üzerine karıncalar hücum etmiş. Neredeyse beyaz kavun dilimi siyaha dönüşmüş. Gözle görülmese de her karınca kendine bir parça koparıp yuvaya götürüyor. Bu günkü nasipleri ayaklarına gelmiş karıncaların. Kavun dilimi yuvanın dibinde. Öyle yiyecek bulmak için uzaklara gitmeyecekler.

Kahvemi içtikten sonra taslak olarak yazmaya başladığım romanı deftere yazmaya başladım. Nedense ilham perileri olmadık yerde geliyor. Hazır ilham perileri gelmişken bir kaç satır yazayım kimse yokken. Yazı yazarken birisi olduğu zaman ilham perileri ortadan kayboluyor. Kahvaltı zamanına kadar biraz yazıyorum.

DSCN3079

Kahvaltıyı yapıp yola çıkmaya hazırız. Herkesin toplanmasını beklerken bir video çekeyim dedim. Kamp alanının dışındaki yola çıkıp beklemeye başladım. Benim gibi video çekmek için bekleyen rotasız Ramazan da video çekecek. Çektiğim videonun linki aşağıda.

https://youtu.be/cIATm2RJohs

Videoyu çektikten sonra grubun peşinden yola çıktım. Şeref hoca beni önceden uyarmıştı, Simav girişinde Efe heykeli önünden geçeceğiz, heykelin resmini çekebilirsin. Efe heykelinin olduğu yere geldim. Şeref hoca heykelin önünde durmuş bisikletçilere yol gösteriyor. Efe sağ elindeki mavzeri havaya kaldırmış, diğer eli aşağıda. Sol ayağını önündeki taşın üzerine  koymuş halde poz vermiş. Belinde fişeklik, çifte kama kuşağa takılı. Başında poşu, üzerinde uzun kollu mintan ve yeleği. Kısa donunu giymiş, ayağında körüklü çizmeleri. Günümüzdeki salgına dikkat çekmek için ağzına beyaz renkli bir maske yakılmış uyarı amacıyla. Arkada elektrik direkleri ve telleri. Heykel yüksekçe mermer kaidenin üzerine konmuş.

DSCN3082

Şeref hocaya Zeybek oynarken heykelle birlikte seni çekeyim deyince o da kollarını kaldırıp oynamaya başladı. Arkasında Efe heykeli ile birlikte resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

DSCN3083

Aynı yerde bu kez ben poz veriyorum bisikletim KUZ ile. Arkamda Efe heykeli.

241261675_4196869787098116_8815846078079101974_n

Hala gelmekte olan bisikletçilerin peşine takıldım. Bu günkü rotamız dağlara doğru, tırmanış olacak. Ana yolda gidiyoruz bir süre. Önümde sağ şeritte giden bisikletçiler.

DSCN3084

Kısa bir süre ana yoldan giderek sağa, dağlara doğru saptık. Sapar sapmaz da yokuşlar hemen başladı.

DSCN3085

Bu yol Selendi yolu olduğunu ilk kavşakta gördüğüm tabeladan anladım. Kavşakta görevliler gideceğimiz yolu gösteriyor bizlere. Sağa doğru Selendi tabelası var, sola, düz giden yol için Küplüce yazılmış. Yol da yokuş hani.

DSCN3087

Kimi yerde asfalt iyice yumuşamış sıcaktan. Henüz erimemiş ama hamur gibi yumuşak olan ziftli yerdeki bisiklet tekerlek izlerini yakından çekiyorum. Lastik izleri gayet belirgin olmuş. Her biri ayrı iz bırakmış yumuşak zift üzerine.

DSCN3088

Yaklaşık 350 metre yükseldikten sonra Küplüce köyüne geldik. Hemen hemen herkes benden önce buraya geldiğinden köyün meydanında toplanıp resim çektirirlerken buldum. Hazır hepsi bir araya gelmişken ben de kameram ile bir poz çekiyorum. Kimisi yere oturmuş, kimisi çömelmiş, kimisi de ayakta.

DSCN3089

Hazır mola verilmişken ben de çevreyi şöyle bir dolanayım dedim. Eski köy evleri biraz harap görünse de bütünlüğü henüz bozulmamış. Temel taşları ile su basmanı epey yüksek yapılmış. Burası bodrum katı olarak kullanılıyor. Su basmanın üzerine kerpiçten yapılmış, üzerinde kiremitli çatı var. Sadece sol duvarda küçük bir pencere var. Daha küçük bir pencere de solda altta. Taş duvarın bittiği yerde. Sağ tarafta taş duvar devam etmiş, sanki bir oda var, üzeri yarım çatı yapılmış. Bina çamur ile sıvanmış ama epeydir bakım görmemiş, sıvalar bozulmaya başlamış. Solda ayrı bir kerpiç bina daha var.

DSCN3090

Sanırım kullanılmayan eski bir cami. çatısının bir bölümü çökmüş. Cami binası pişmiş tuğladan, iki katlı yapılmış. Kısa ve kalın minaresinin tepesindeki külah tenekeden yapıldığı için paslanıp akmış, pas izleri görünüyor. Ezan okunan şerefede demir parmaklık ile çevrelenmiş korkuluk olarak.

DSCN3091

İki bina yan yana, çoğu kerpiç, bir kısmı taş ile örülmüş. Yamaç olduğu için ön taraflarda iki katlı olarak görünüyor. Girişlerinde büyük tahta kapı var. İki bina da kullanılmıyor. Çünkü pencerelerindeki bazı camlar kırık durumda. Binaların sağındaki bina sağlam duruyor. Beyaz badana ile boyanmış, yanda da çanak anten var

DSCN3092

Küplüce köyünün ismi nerden geldiğini bilemem ama köyün meydanındaki kahvede kocaman bir küp konmuş. Küp altına borudan bir kaide üstüne yan olarak yerleştirilmiş. Küpün ağzı teneke kapak ile kapatılmış, üzerine de “Küplüce Köyü” yazılmış.

DSCN3093

Köyün meydanındaki kahvelere bütün bisikletçiler  dağılmış durumda. Epey sert bir yokuş terletti bizleri. Çay, soda, kahve içerek hem serinliyoruz, hem de dinleniyoruz. Köyün meydanına yeni bir cami yapılmış. Epey büyük.

DSCN3094

Festivale renk katan Yüksel Yıldırım motoru ile bize kavşaklarda yol gösteriyor, geride kalanları toparlayıp doğru yola sokuyor. Bir ileri, bir geri sürekli gidip geliyor. Motoru çapır tipi, geniş ve oturaklı. Üzerine komando elbisesine benzer kamuflaj kıyafet giymiş, hem pantolonu, hem de tişörtü. Başında siyah bandana bağlamış, gözünde güneş gözlüğü. Boynunda asker künyesi asılı olduğu halde motoruna oturmuş durumda.

240879211_4182990055152756_4223408963837484369_n

Geniş bir alana naylon serilip meyve kurutuyorlar. Kuruttukları meyve elma, kesip parçalar halinde güneş altına serilip kurumaya bırakılmış. Bu kuru meyveleri kış aylarında hayvanlara yem olarak verildiğini öğrendim.

DSCN3095

Küplüce köyü en yüksek çıktığımız rakım. Az daha tırmandıktan sonra inişe geçtik ve sanki düz bir ovada gidiyormuşuz gibi. Yol yüksek kavak ağaçları arasından gidiyor. Yolun iki yanına da kavak ağacı dikilmiş. Durduğum yerde erik ağacı var. Bir kaç erik koparıp yiyorum yeşil yeşil. Erikler buralarda daha yeşil halde, olgunlaşmamış. Bazı yerlerde mürdüm eriği de var. Mürdüm eriklerinden de bir kaç tane koparıp yolda yerim diye formanın arkasındaki ceplere koyuyorum.

DSCN3096

Buralar bahçelik, bahçelerde damlar var. Damın birinde kuru soğanlar birbirine bağlanıp büyük demetler halinde çivilere asılmış. Böyle asmalarının nedeni hem kuruması için hem de yerden rutubet almaması için. Yoksa yerde alt kısımlarından çürümeye başlar. 1 Metreden uzun 3 soğan demeti.

DSCN3097

Bahçelerde mısır, lahana, ve sebzeler ekilmiş. Kargalar başta olmak üzere diğer kuşları korkutmak için bahçenin ortasına korkuluk konmuş. Korkuluk bir dik sopa, üst tarafta yatay başka bir sopa çakılıp üzerine siyah bir ceket giydirilmiş. Tepeye de siperli bir şapka. Uzaktan insana benzemiş biraz. Korkuluğun sağına Türk bayrağı takılmış. Tarlanın arkasında kavak ağaçları uzun ve duvar gibi.

DSCN3098

Kavak ağaçları dibinden giden yolda gidiyoruz. Önümde bir kaç bisikletli gidiyor.

DSCN3099

Gideceğimiz yer Kuşu göleti. Tabela bize gideceğimiz yönün sol tarafa olduğunu gösteriyor.

DSCN3100

Benim ile birlikte yol alan Emine, yanında Doktor Aydın ve bir kişi daha yanlarında, üçünü gelirken bisiklet üzerinde çekiyorum.

DSCN3101

Bahçenin birinde kocaman bir bal kabağı görünce durup yakından resmini çektim. Kabaktan daha büyük ve geniş olan yaprakların arasında, gölgede kalan kabak Güneşten korunuyor.

DSCN3102

Delik deşik olmuş kerpiç bir duvar karşıma çıktı. Bu delikleri yapan bir arı türü var. Toprak olan yerde delip kendine yuva yapıyor. Aynı arılardan benim evimdeki bahçedeki toprakta yuva yaptıklarını izliyorum her baharda. Arıların arka ayakları kırmızı renkte, dikkat çekici. Killi topraktan yapılan kerpiçler arılara yuva olmuş durumda. Kerpiç duvar bir yerde son buluyor. Duvarın üstünde tahtalar enine konmuş, üstüne bir sıra kerpiç konularak çatı altı oluşturulmuş. Çatı tahta kaplı. Sol tarafta sundurma tarafına düzgün ve uzun ağaç dallarından korkuluk ile tamamen örtülmüş.

DSCN3104

Kuşu göletine geldik. Göze ilk çarpan “Gölete girmek tehlikeli ve yasaktır” cümlesi. Yasak kelimesini bir türlü anlamıyorum! Neden her yerde yasak var. Nedense yöneticiler yasaklar sayesinde yaşıyormuş gibi geliyor bana. Tehlikeli ve sakıncalı yazsalar daha anlamlı olur bence. Yada “Girmediğiniz için teşekkür ederiz” yazsalar. Yasak insanı cezbedebilir, yasaklara uymama gibi psikolojik etken her zaman var. Tabelanın arkasında yeşile çalan gölet görünüyor. Karşı kıyıda tepe var.

DSCN3105

Ağaçtan yapılmış kağnı arabası, büyük ve çemberli tekerlekleri, küçük kasası ve uzun direği öne çıkmış.  Direğin ön tarafına öküzleri bağlamak için ağaç konulmuş düz olarak. Direğin atlında destek olsun diye daha küçük bir tekerlek konulmuş. Arabanın üstünde sepetler var.

DSCN3106

Tek at ile çekilen kara saban. Önde atı bağlama kancası, biraz arkasında dikine konulmuş bir demirin altına küçük bir tekerlek konulmuş. Pulluk tekerlekten biraz aşağıda ve sabanı tutacak kol  yukarıya kadar çıkmış.

DSCN3107

Kollu bir makine, üs tarafta mısır taneleri konulan bir hazne, altında iki tane silindir. Bu silindire bağlı çevirme kolu. Makinenin altında uzun ayaklar demir dökümden yapılmış. Bu makine ile mısır taneleri kırıp ufaltıyorlarmış yem olarak.

DSCN3109

İki kalın demir çubuk arasında yivli vida ile yapılmış pres makinesi.

DSCN3110

Belediyenin burada tesisi var. Ağaçtan çardak biçiminde, gölete doğru balkon olarak geniş bir yer yapılmış. Üzeri çatı ile örtülerek Güneşten ve yağmurdan korunmuş. Burada restoran var ve aileler gelip göl manzaralı yemek yiyorlar.

DSCN3111

Gölet olur da kazlar olmaz mı, olur elbette. Dört tane kaz kıyıda, Güneş altında tüylerini yağlıyorlar.

DSCN3112

Optik zoom ile iyice yakınlaştırıyorum iki kazı. Başları siyah, birisinin gövdesi beyaz, diğeri siyah renkte tüyleri var. Siyah tüylü kaz başını geri çevirip gagası ile sırtındaki tüyleri yağlıyor.

DSCN3113

Buraya gelir gelmez hemen elime köfte – ekmek veriyorlar. Bir de ayran yanında. Karnım da iyice acıkmış olmalı ki bir çırpıda yiyorum köfte – ekmeği. Sonrasında gölgesi olan çardağın birine oturuyoruz. Şeref Akdemir’i de çağırıyorum kahve içmeye. Piknik masasında oturup kahveyi pişiriyorum. Yanımda şanslı üç kişi daha benimle kahve içiyor. Emine, Doktor Aydın ve Şeref hoca. Birlikte kahve içiyoruz.

DSCN3116

Şeref hocaya belediye başkanına da kahve içirelim deyince belediye başkanını çağırıp yanımıza geliyor. Kuşu belediye başkanı Feridun Aktay piknik masasında yardımcıları ile birlikte oturup kahvelerini içiyorlar. Belediye başkanı ile muhabbet ediyoruz. Başkan bize “Buraları turizm açısından nasıl değerlendirebiliriz?” diye sorunca ben “Gölet yanına çadır kamp alanı kurulmalı, gençlere yönelik kamplar, spor faaliyetleri, kano yarışları, tiyatro ve kültür etkinlikleri yapılabilir. Ayrıca Türk toplumuna yerleşmiş olan MANGAL kültüründen kurtulup daha değişik etkinliklere yönlenmek gerekir” diye cevap verdim. “Ayrıca bisiklet kampı da olabilir, Dünyayı ve Türkiye’yi  dolaşan bir çok bisiklet gezgini var. Burası işaretlenirse bisiklet gezginleri buradan geçerken konaklayabilir” Başkan da bizleri dinledi ve kafasına notları aldığını biliyorum. Şimdilik salgın dönemindeyiz, pek bir işe  yapılamayacak ama salgın bittikten sonra pekala hayata geçirilebilir. Masada 8 kişi oturuyoruz.

DSCN3119

Göletin bir kademe üstünde düz bir alan yapılmış. Sahneye benzer bir alanda kilitli taş döşenmiş. Düz alan yeşil çimenler ile kaplı. Sağ tarafta sular çıkıyor yer altından. Buraya basarsan vıcık vıcık çamura saplanırsın. Belediye başkanı ile birlikte bir araya gelip yan yana dizilerek resim çekiliyoruz. Ben de az yukarı çıkıp hepsini kareye sığdırıyorum.

DSCN3123

Göletteki yemek ve dinlenme zamanı bitti, yola çıktık. Kuşu büyük bir yer olduğu için belde olmuş ve belediyelik kurulmuş. Tabelayı çekiyorum Kuşu beldesine girerken. Önümde bisikletçiler gidiyor.

DSCN3124

Yüksek rakım olunca kış ayları soğuk geçiyor. Böyle soğuk ve yüksek yerlerdeki böğürtlenler de ona göre büyük oluyor. Böğürtlenleri görünce durup topluyorum bir avuç kadar. İri böğürtlenler hem lezzetli hem de enerji veriyor bana. Kimi böğürtlen kararıp olgunlaşmış, kimisi de kırmızı renkte. Yeni çiçek açan da var. Böğürtlenleri yakından çekiyorum.

DSCN3125

Sadece yol kenarında yiyecekler yok. Başka güzellikler de var. Onlardan birisi de pembe açmış gül. Bir yandan Güneş vurmuş gülü yakından çekiyorum. Kokusunu içime çekiyorum bir güzel. Bu güzellikleri görmek gerek, koklamak gerek. Her ne kadar bülbül güle yakışsa da ben de gülün kokusundan faydalanıyorum

DSCN3126

Kuşu beldesinin girişinde dev bir kartal heykeli var. Boyun ve baş kısmı beyaz tüylü, diğer yerleri siyah olan kartal kanatlarını iki yana açmış durumda. Kuşu adını kartal kuşundan aldığı anlaşılıyor.

DSCN3127

Kocaman kartal heykeli yedi kat üzerine, yüksekçe bir yere konmuş. Her katın üstündeki kat küçülüyor. Bisikletçiler resim çekiliyor kartal ile birlikte. Ben de onlar gittikten sonra KUZ’u tek başına kartal ile birlikte çekiyorum. KUZ’un gidonunda kartal tüyü var. Kartal heykeli yokuştaki geniş caddenin ortasında. Beldeye sert bir yokuştan çıkacağız. Kimi bisikletçi yürüyerek çıkıyor yokuşu.

DSCN3129

Tek katlı kerpiç bir evin yanında, çekyat konulmuş iki tane. Sağdaki çek yatta dört yaşlı oturuyor. İkisi kadın, ikisi erkek. Seksen yaş üstü olduğunu tahmin ediyorum yaşlıların. Oturdukları yer gölgelik. Evin çatısı dikdörtgen kiremit, diğer yarısı yuvarlak kiremit ile kaplanmış. Yaşlılara selam veriyorum, Yaşlılar da bizi çağırıp soğuk ayran ikram ediyorlar. Teşekkür edip soğuk ayranları içiyoruz. Ayran için teşekkür ediyorum yaşlılara. Bu yaşta bizlere bir şeyler ikram etmeleri çok hoşuma gitti. Misafirperverlik, misafire bir şeyler ikram etme geleneği hala sürüyor.

DSCN3131

İlginç yapıda bir çeşme görüyorum. Durup su içtim, şişelerimdeki suları tazeledim. Bisikletim KUZ çeşmenin önünde bana poz veriyor. Çeşmeyi ilginç yapan ayna kısmı. Ayna 1 metre yüksekliğinde, 4 metre eninde duvar olarak yapılmış. Ön kısmı renkli fayanslarla kaplanmış. Yalak tarafı iki sıra beyaz fayans. Üstünde kahverengi fayans ile çerçeve şeklinde. Çerçevenin ortasında beyaz fayans. Üstte bir sıra yeşil beyaz desenli fayans ile tamamlanmış. Duvarın üstünde kuğu boyunlu iki şekil birbirine ters şekilde konulmuş. Ortada altı geniş bir sürahi şekli. Kuğu boyunlu yerin üstlerinde birer kahverengi hilal. Sürahinin üstünde iki tane yıldız, ortasında bir küre. Borudan sürekli su akıyor yalağın içine.

DSCN3132

Köyün birinden geçerken yere çarşaf gibi bez serilmiş, üstüne de mısır koçanları. Güneşte kurusun diye bırakılmış.

DSCN3134

İnce kıyılmış saman yığını, üstü branda ile örtülerek yağmurdan korunmuş. Rüzgar brandayı kaldırmasın diye bir tane ağaç gövdesi ağırlık olsun diye dayalı olarak konulmuş. Samanları almak için yan tarafı örtülü değil, alttan da samanlar dışarıya taşmış durumda.

DSCN3135

Kimi samanlık balya halinde üst üste konulmuş bir ev boyutunda. Alın kısmına bir direk, yanlardan desteklenmiş ağaç direklerle. Üzerine de brandalar ile tamamen kapatılmış. Artık tüm kış boyu hayvanlara buradaki samanlarla besleyecekler.

DSCN3136

Bir yerde Ayçiçeği başları kurutuluyor güneşte. Ayçiçekleri bayağı büyük, neredeyse tepsi kadar. Arkada çam tomrukları duruyor.

DSCN3137

Vadinin tepesinde, başlangıcındayız. Buradan sonra genişliyor ve oluşan çayın çevresinde kavak ağaçları yeşillikler içinde boy göstermiş. Herhalde buradan aşağı ineceğiz.

DSCN3138

Ama yol vadiden inmiyor, aksine daha çıkacağımız tepeler var hala.

DSCN3139

Aşağılardaki çayın üstünde küçük bir köprü görünüyor. Uzun kavaklar da çayın dibinde.

DSCN3140

Yol kıyısındaki meşe ağaçları kökleri ile toprağa o kadar sıkı tutunmuş ki gövdenin altındaki toprak aşınmış, yaklaşık 1 metre kadar boşluk var. Kökler yamaçtaki toprağın içine dalıp sıkıca tutunmuş. Bu kökler ağacı besliyor.

DSCN3141

İnce tekerli yol bisikletinin lastiği patlamış. Bisiklet ters çevrilmiş durumda yerde. İki kişi lastiği yamamaya çalışırken soruyorum “Yardım lazım mı?” diye.  Onlar da  “Teşekkür, hallediyoruz” cevabını veriyorlar. “Kolay gelsin o zaman” diye yoluma devam ediyorum.

DSCN3142

Çam ormanının bittiği yerde bir çam ağacı kurumuş halde öylece duruyor. Diğer yeşil ağaçlardan ayrı yerde duruyor  gibi.

DSCN3143

Henüz inişe geçmediğimizden yorulanlarla karşılaşıyorum. Yolun kıyısına iki kadın, bir erkek oturmuşlar gölgeye dinleniyorlar. Selam verip resimlerini çekiyorum dinlenirlerken.

DSCN3144

Pazarlar ilçesine geldik tabelaya göre. Pazarlar Kütahya’nın en küçük ilçesi yüz ölçümüne göre.

DSCN3145

Pazarlar ilçesinde mola veriyoruz. Burada çayları belediye başkanı ısmarlıyor. Pazarlar belediyesinin genç başkanı olan Bilal Demirci ve genç eşi ile aramıza gelerek hoş geldiniz diyor. Karşılıklı sohbet ediyoruz çay içerken. Ayrıca teşekkür ediyoruz çaylar için. Masada Belediye başkanı, eşi, iki çocuğu, biri kucağında bebek ve bisikletçiler.

241394649_4196935943758167_3000686560017897817_n

İlçenin meydanında tüm bisikletçiler toplanıp belediye başkanı ile birlikte resim çekiliyoruz. Bayağı kalabalığız.

241371978_4196936560424772_616188916423658581_n

Pazarlardaki mola bitiminde yola çıktık, Güzel bir inişin ardından ana yola inip Simav’a doğru gidiyoruz. Yol kıyısında, yamaç olan yerde Güneş panelleri konulmuş elektrik üretiyorlar.

DSCN3146

Simav’a daha yolumuz epey var, ana yolda trafik kalabalık. Ana yola çıktıktan sonra yokuş başlayınca pilim bitmeye başladı. Çok yoruldum ve şekerim düştü. Karnım iyice acıkınca yol üzerindeki ilk köyde durup bakkaldan helva, ekmek ve yoğurt alıp yiyerek şekerimi dengeye getirdim. Yoksa gidecek halim kalmamıştı. Kendime geldikten sonra yola devam ettim.

Simav’a gelmeden kestirme yola girdik. Kamp alanına doğru gidiyoruz. Yolun kıyısında iki korkuluk görüyorum. Bunlar kuşları pek korkutacağa benzemiyor. Biri kadın, biri erkek olarak giydirilmiş korkuluklar briket üzerine karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlar. Erkek siyah elbise giymiş, kadın ise uzun bir etek, yeşile çalar, üstüne kırmızı renkte uzun kollu elbise. Başında da beyaz baş örtüsü. İki korkuluğun da yüzleri belli değil. Arazide iki tavuk dolaşıyor korkuluklara aldırmadan.

DSCN3147

Aynı bahçede iki korkuluk daha var. Yine biri kadın, biri erkek olan korkuluklar yan yana, ayakta duruyorlar. İkisi de kollarını açmış, kadının sağ kolu erkeğin belinde, aynı şekilde erkeğin de sol kolu kadının belinde. Uzun kollu mintan giymişler. Kadında siyah, erkekte beyaz mintan var. Kadın beyaz etek ayaklarına kadar, erkek açık gri pantolon giymiş. Kadın baş örtülü, erkekte şapka var. Erkek renkli desenli atkı takmış boynuna. Erkek korkuluğun arkasındaki sopada oyuncak bebek kafası takılmış nedense!. Tavuklar korkulukların önünde korkusuzca dolaşıyorlar.

DSCN3148

Bir başka korkuluk, kadın ve erkek yan yana, Kadının kolları aşağıya sarkmış, erkek kollarını yana açmış durumda. Kadın uzun kollu tişört, uzun etek giymiş. Başında kırmızı ve çiçek desenli başörtüsü takmış. Erkek uzun kollu mintan, pantolon ve şapkası var. Sol elinde değnek var. Bu korkulukların hepsi aynı bahçede. Yapanlar büyük bir olasılıkla sanatçı kişiler olduğunu zannediyorum. İlk defa böyle korkuluklar görüyorum.

DSCN3149

Kamp alanına geldik bir süre sonra. Hemen havlumu ve su donumu alıp doğru hamama. Bir güzel yıkanıyorum ve sıcak havuzda yumuşuyorum adeta. Terli eşyalarımı da sudan geçiriyorum. İçeriden çıkıp giyinme yerine gidince genç arkadaşlardan birisi bana soruyor;

“Urim baba saçların peruk mu? Bir bakıyorum kısa saçlı, bir bakıyorum uzun saçlısın”

Genç arkadaşın ne demek istediğini anladım. Bana çok benzeyen, aynı boyda, aynı keçi sakallı olan biladerim dediğim Ramazan Küçükberber ile karıştırıyor. Sadece onun saçları kısa.

“Yoo değil, saçlarım uzun, bak istersen diye saçlarımı çekiyorum ona göstererek. Sen biladerim ile karıştırıyorsun” diye cevap verdim.

Hamamdan sonra akşam yemeğini yedik. Hava karardıktan sonra İzmir’den arkadaşım Şahin Bulut yanıma geldi. Yanında getirdiği yan flütü çıkardı. Ben az biraz üfleyebiliyorum ama tam öğrenmiş değilim. Neyse ki Şahin üflemeyi öğrenmiş. İyi bir müzik kulağı olmalı ki bir çok parçayı kendi kendine kulaktan duyup çalmayı öğrenmiş. Şahin çaldı flütü bizler de şarkı söyledik. Bu arada kahve pişirip ikram ediyorum yanımıza gelenlere. Şahin yan flüt çalarken resmini çekiyorum flaş ışığı ile.

DSCN3150

Tripoda kamerayı koyup 10 saniye zaman ayarlı çekiyorum kendimizi Şahin flüt çalarken bizler dinliyoruz gecenin karanlığında.

DSCN3153

Geç saatlere kadar flüt dinletisi ile şarkıları seslendirdik. Bu akşam pek kalabalık yok, çoğu erkenden çadırına çekilip uyudu bile. Bu günkü yol hem yokuş hem de uzun bir parkurdu. Ama çok güzel yerler gördüm, yorgunluğa değdi doğrusu. Fazla geç olmadan herkes çadırına çekilip yattı. Ben de çadırıma girip derin bir uykuya daldım.

Yaptığımız yol yaklaşık olarak 80 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Kano Yapımı 1

Bir kano nasıl yapılır?

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Kano projesi 1

 

El Salla

Bak görüyor musun denizi

Deniz çalkalanıyor kımıl kımıl,

Şu an kano ile geçiyorum

Bana el salla

Yelken açık

İmbat rüzgarı esiyor efil efil

Elim yekeyi tutmuş

Gidiyorum

Bana el salla

El salladığını görürüm

El sallayalım kendimize

Bak önde sen oturuyorsun

El salla kendine

Bana da el salla, ikimize de

Kano ile buradan geçerken

Kendimizi göreceğiz

Bize el salladığımızı

Biz bize el sallıyoruz…

Hadi biz de el sallayalım

Kendimize

Urim Baba’CAN 29 Eylül 2021 Çarşamba

(İlk yazdığım şiir)

 

Öne çıkmış olan görsel, çatıda mukavva kano prototipinin içine oturmuş, elimde kürek, başımda siperli şapka.

IMG-20210321-WA0006

Uzun süredir, neredeyse 10 yıldır bisiklet turları yapıyorum. Kendi gücümle, kimi zaman tek başıma, yalnız. Kimi zaman yanımda birisi yada kalabalık grupla bir çok kez tur yaptım. Görmediğim yerleri gördüm, arkadaşlarım çoğaldı, dostlarım oldu. Yolda insanları tanıdım, iyisiyle, kötüsüyle. Yol bana hayatı, anı yaşamayı öğretti. En güzel yerleri görmemi, bir kahvenin kaç yıl hatırı olduğunu öğretti. Dağlarda akan çağlayanlardaki buz gibi sulara üşümeden girebilmeyi öğretti. En önemlisi de sabır etmeyi öğretti. İnsanlara karşı sabır etmek zor olsa da bunu öğrendim; Sabretmeyi, onları dinlemeyi. Herkesin anlatacak bir hikayesi vardır. Dinlemeyi öğrendim. İyi ve güzel şeyleri düşündüm ve şimdiye kadar hep iyi kişilerle karşılaştım. Kötü birisi karşıma çıkmadı ve kötü olaylar başıma gelmedi. Bir insan ne düşünüyorsa o karşısına çıkar. “İyi düşünürsen iyi şeylerle karşılaşırsın” düsturu hep aklımda. Yolda giderken hikayemi yazıyordum an be an. Gördüğüm güzelliklerin resmini çekip hikayelerimle birlikte hazine torbama atıyordum sürekli. Hikayelerim zamanla demlenip olgunlaşıyordu ve zamanı gelince gezip gördüğüm yerleri, yolu yazarak sizlerle paylaştım. Yazdıkça daha iyi yazmayı, hatasız, akıcı halde hikayelerim gün yüzüne çıktı. Yolda hem yalnızdım hem de kalabalıktım. Kalabalık içinde yalnız olduğum zamanlarda sürekli düşünüp yeni fikirler oluştu kafamda. Bir sonraki turumun rotası oluşuyordu, yada arkadaşlarıma kahve yapabileceğim bir yer. Sonunda Urim Baba’nın kahvesi ortaya çıktı. Dostlarım çoğaldı, sürekli de çoğalıyor. Yaptığım kahveler kırk yıl hatırına değil, bir kaç güzel söz, muhabbet yetiyor bana.

Hayatım boyunca sürekli hayallerim oldu, tıpkı bir çocuk gibi. İçimdeki çocuk duruyor hala. İçimdeki çocuk bazen dışa vuruyor ve benim hayallerimi gerçekleştiriyor. Hayallerin gerçekleşmesi kolay! Hemen yola çıkıyorum. Yola çıkınca hayallerim gerçekleşmeye başlıyor ve yaşıyorum an be an.

Hayallerimden birisi de deniz, Dünyanın dörtte üçü deniz. Ve ben de deniz kıyısında yaşıyorum. Çocukluğum yaz aylarında deniz kıyısında geçti. Yüzdüm, balık avladım, midye topladım, kayıklara bindim, daldım. Denizin içindeki dünyayı keşfettim. Daha da keşfedeceğim çok şey var. Dünyada şimdiye kadar denizciler bir çok maceraya atılmışlar. Bir çok yeri keşfetmişler, en son Amerika’yı keşfetmişler. İçimdeki çocuk “Sen de Amerika’yı keşfet” diyor sürekli. Amerika’yı bir daha mı keşfedeceksin? diyebilirsiniz. Siz deyin bunu. Ben kendi Amerika’mı keşfedeceğim. Herkesin Amerika’sı ayrı ayrıdır. Bunun için denizci olmak gerek bir yerleri keşfetmek için. Özellikle de Amerika keşfedilmeli. Keşfederken sizlere anlatacağım bir bir.

Uzun zamandır hayalini kurduğum ve son zamanlarda yoğunlaşan düşüncelerimde kendi kanomu kendim yapmak ve denize açılıp yeni maceralara atılmak. Böylece araştırmalara başladım. İnternet sonsuz bir kaynak, sadece ne istediğini yaz, insana milyonlarca başlık, kaynak ve olanak sunuyor. İşte bunlardan birisi Yelkensever adlı bir grupta yelkenli kano hakkında paylaşım yapan Bahadır Eği. Bursa’da yaşıyor, kendisi mühendis. Henüz yüz yüze tanışmadık ama sosyal medyadan tanışıyoruz bir çok kişi gibi. Facebook ta sürekli onun paylaşımlarını görüp okuyorum. Paylaşımlarında yelkenli kano nasıl yapılır, yapanlar hakkında bilgiler sunuyor. Ben de Bahadır Eği’nin paylaştığı bilgilerden ilham alarak kendi kanomu yapmaya karar verdim. Kano yapımında yapım bilgilerini toplamaya başladım.

“Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir!” – Ernesto Che Guevara .

Hayalimdeki yelkenli kano resmini kurşun kalemle çiziveriyorum kağıda. Resimde deniz hafif dalgalı, kano önünde yelken var, açık. Direğin tepesinde küçük bir bayrak takılı, arkada elinde dümen yekesini tutmuş şapkalı olarak ben oturuyorum. Deniz çalkantılı.

IMG_20200928_085833

Hayalini kurduğum yelkenli kanonun bir örneği aşağıdaki resimde. Kano yaklaşık 5 metre uzunluğunda, 70 santim eninde, 35 – 40 santim yüksekliğinde. Ön tarafa yakın bir yere takılmış yelken direği kano boyu kadar var. Kırmızı renkte yelken takılmış. Kanonun gövdesi beyaz renkte. Arkasına da iner – kalkar dümen, kalkık durumda. Yan tarafına ilave küçük boyutta ikinci bir gövde kanoya üstten tahta ile bağlanmış. Bu ilave gövde kano yelken açarken devrilmemesi için. Bu yüzden yelken direği kano boyu kadar uzun. Kanoyu karada rahatça taşımak için altına iki tekerli taşıyıcı konmuş. Kano yeşil çimenli tarlanın yanında duruyor, sağda ağaçlar.

105558899_3300528676665842_6215064967895239441_o

Bu da beş parça eklenip yapıştırılmış konrtaplak kano. Henüz bitmemiş kano, ben de bu kano örneğinden yapacağım.

104630331_2600527513568297_468544718017895691_o

İnternette bulduğum resimlerden bir kano çizimi. Kano gövdesi, yelken, dümeni ve kanonun devrilmemesi için ortada salma çizimleri. Salma yaklaşık bir metre kadar. Yapacağım kanonun ölçüleri yok, kimse de ölçüleri ne kadar diye paylaşmamış. Adamlar planları para ile satıyorlar. Belli bir emek ve çalışma yapmışlar, onun için bedava yok. Ben de kendime göre göz kararı, el yordamı ile ölçüleri çıkartacağım.

110313217_2626321960988852_1460030388637249147_n

Kano ilgili bilgileri toplamaya çalışırken kendime amatör denizci belgesi çıkartayım dedim. Gerçi kano için herhangi bir belge istenmiyor ama ne olur ne olmaz belgemi çıkarayım kenarda dursun. Hem kolay hem de ucuz olarak sınava girip belgeyi aldım Ulaştırma ve altyapı bakanlığından. İşte belgemin resmi aşağıda.  Rengi mavi, solda yuvarlak Türk bayrağı, sağda bakanlığın logosu. Belgede yazanlar; Ulaştırma ve altyapı  bakanlığı, Deniz ve iç sular düzenleme genel müdürlüğü Amatör Denizci Belgesi, Özel tekneleri deniz ve iç sularda sevk ve idare etmek için geçerlidir. Belgenin arkasında resim ve kimlik bilgileri var, bunu paylaşmıyorum. Yazıların altında da İngilizce yazılı.

IMG_20201009_133821

Kano çizimlerini resimden alıp grafik olarak büyüttürüyorum grafiker arkadaşım Dilek Boyacı tarafından. Ölçüler bire bir.

WhatsApp Image 2022-02-13 at 22.18.06

Sonra yeğenimin çalıştığı Can fotokopide bastırıyorum. Yapacağım kano kontraplak ölçüleri olan 125 X 250 boyutlarına göre. İki kontraplak yan yana 5 metre boyutunda. Çizimler de bire bir boyutunda basıldığı için gelen baskı 7.5 metre boyutunda. Parça çizimlerine göre kesiyorum üç parça olarak. Ölçüler resme göre olduğu için ilk önce mukavvadan yapacağım. Kemeraltında karton, mukavva, kağıt satan dükkanlardan 2 mm kalınlığında, 50 X 100 santim boyutunda mukavva alıyorum bir top. Kano ölçülerine göre yeterli. 20 tane mukavva var. En geniş yer olan salonda yere serip birleştiriyorum mukavvaları. 5 tane yan yana koyunca 100 X 250 santim boyunda oluyor. Enden biraz kısa ama idare edeceğim artık. Parça parça, yanlar ve ortalar aynı yerde çizili kağıdı karton üzerine koydum. Yerde iki parça 100 X 250 santim boyutlarında mukavva var. Biri boş, birinde çizili kağıt serili.

DSCN0573

Kırtasiyeciden de 10 tane mavi renkte karbon kağıdı aldım. Şablon kağıdın altına karbon kağıtlarını koyuyorum. Sarı renkli tükenmez kalem ve 12 santimlik üçgen cetvel ile parça parça çizmeye başladım çizgiler üzerinden. Kalem ile çizgiler üzerinden geçtikçe alttaki mukavvaya karbon kağıdı da mavi renkli çizgiler çiziliyor. Küçük cetvel seçmemin nedeni eğri olan yerleri küçük çizgilerle dönebilmek.

DSCN0574

Salonda geniş olan rabıtalar üzerinde çizim yaparken kendimi çekiyorum. Yerde oturmuş, elimde cetvel ve kalem ile çizgiler üzerinden geçiyorum. Salonda koltuklar kenarlarda. Televizyon sağda çalışır durumda.

DSCN0575

Bire bir ölçekte tüm parçaları çizip maket bıçağının keskin tarafı ile mukavvaları kesiyorum. Kesim işlemi bittikten sonra tüm parçaları yan yana koyup resmini çekiyorum. Salon boyu anca yetiyor. Parçalar 5 tane, sağda çekyat ve koltuk, solda televizyon ünitesi. Yerde cilalı rabıta tahtaları parlıyor.

DSCN0696

Parçalar hazır, hepsini işaretliyorum bir bir. Bu işlemi yaptıktan sonra kaldırıyorum çatıya kalıpları. Sıra geldi sehpayı yapmaya. Marangoz atölyesinde çalıştığım için marangoz arkadaşla birlikte üç tane eşek için ne kadar kereste gerek diye hesap yaptık. İki tane 5 X 10 kalas yeterli olacağını hesapladık. Keresteciden 5 X 10 X 300 boyutlarında iki tane kalas aldık. Planya üzerine koyup çekiyorum kalasları.

IMG_20201009_174809

Şimdi gelelim çalma işine. Keresteciler nedense testere payını satacağı müşterilerden çalıyor. Benim aldığım kalasın ölçüleri 5 X 10 X 300 santim boyutlarında. Boyları tam 3 metre, bunda bir sıkıntı yok. Esas olan en ve kalınlık. 10 santim olması gereken ölçü nedense 9.2 santim geliyor. Tahta metredeki ölçüler öyle gösteriyor.

IMG_20201009_174835

Kalınlıkta da problem var! 5 santim olması gerekirken 4.5 santim ölçülerinde. Benim yapacağım işte ölçülerimde tutturabilmek olanaksız. Ben keresteyi keseceğim, planya ve kalınlıktan geçirip düzelttikten sonra ölçüler iyice küçülüyor. 5 X 10 diye aldığım kereste kesilmeden 4 X 9 santim ölçülerine geliyor. Bir de ortadan iki yada daha çok parça kesersen testere payı iyice küçültüyor. Aslında dürüst olsalar testere payını yine alsınlar ama ölçüler 5.5 X 10.5 santim ölçülerinde kesip satmaları gerek. Planya ve kalınlıkta bu ölçüler 5 X 10 santim olacak. Keresteci satarken hesabını 5.5 X 10.5 olarak hesaplasın. Yani hırsızlık diz boyu. Oturup hesapladım, yaklaşık 5 yada 6 keresteden bir boy çalmış oluyorlar. Bunları satanlar Müslüman diye geçinir, namaz da kılarlar göstere göstere. Bizden aldıkları ücret 5 X 10 santim ama verdikleri 4.5 X 9 santim. Kimse dürüst değil bu konularda.

IMG_20201009_174852

Neyse ben kereste boyutlarına göre kesip biçiyorum. Planya ve kalınlıktan geçirip temiz tahtalar elde ediyorum. Sonra makine ile zımparalıyorum bir güzel. Elimde üç tane eşek yapacak kadar tahta çıktı kılı kılına. Hepsini bir araya topladım tezgah üstüne ve çektim bir poz.

IMG_20201012_085638

Parçaları birbirine eklemek için planyada oyuklar açtım. Sağlam olması için sıvı çivi sürüyorum ek yapacağım yerlere. Bu sıvı çivi tahtaları öyle bir yapıştırıyor ki birbirinden ayırmak olanaksız. Ayrıca suda da çözülmüyor, bunu test ettim. Üç tane eşek sehpası sıvı çivi ile birleştirip işkencelerle sıkıyorum. Sıvı çivi iki saatte kuruyor. Fazla beklemek gerekmiyor.

IMG_20201017_145428

İki saat sonra işkenceleri söktüm, üç tane eşek sehpası hazır, yan yana duruyor marangoz dükkanında. Halk dilinde bu sehpalara Eşek diyorlar.

IMG_20201017_163725

Yapacağım kano projesi için bir isim bulmam gerek. Nasıl olsa kaptanlık belgemi aldım, artık amatör olsa da kaptanım. Aklıma “Gemisini yürüten kaptan” ismi geldi. Hemen facebook ta grup kuruyorum bu ad altında. Aşağıdaki linkten gruba ulaşabilirsiniz.

https://www.facebook.com/groups/2784168035163356

Arkadaşlarımı da ekliyorum gruba. Benim kano ile ilgili yaptıklarımı bu grupta görebilirsiniz. Eşek sehpasının üst tarafına Gemisini yürüten kaptan olarak yakıyorum.

IMG_20220203_091534

Alt parçaya da küçük yelkenli bir kano, arkada biri oturuyor durumda ve kaptan urimbaba’CAN olarak yakıyorum.

IMG_20220203_091300

Sıra geldi sehpalara isim vermeye. Madem halk dilinde bu sehpalara Eşek diyorlar. O halde bilinen isimleri olmadı. Sehpanın birine “Sıpa” yazarak yakıyorum dik olan tahtasına.

IMG_20220203_091422

İkincisine “Karakaçan” olarak yakma işlemi gerçekleştiriyorum.

IMG_20220203_091400

Üçüncüsüne de “Kadife” olarak yakıyorum.

IMG_20220203_091341

Eşek sehpaları hazır, sıra geldi kanoyu yapacağım yere. Şimdilik kapalı ve gözden uzak bir yer olan çatıda yapacağım. Çatı karma karışık bir halde. İlk önce çatıyı aralayıp düzenlemeliyim. Çatıda bir masa ve bir sürü eşya, solda Türk bayrağı var.

IMG_20210102_141854

Orta bölme boyumu biraz aştığı için masayı başka bir yere taşıdım. Fazla olan eşyaları da kenarlara bir yerlere koydum. Boşalan yeri bir güzel süpürdüm. Ardından Eşekleri dizdim boydan boya.

IMG_20210102_162325

Eski dolaplardan söktüğüm suntaları birleştirip Eşeklerin üzerine koydum. Kano yapılırken uzun bir tezgah oldu bana.

IMG_20210102_173311

Kestiğim mukavva parçalarının hepsini sehpanın üzerine koydum. Sehpanın boyu 5 metreyi geçkin.

IMG_20210102_173456

İlk önce kanonun taban parçalarını birleştirip ek yerlerine mukavva parça kesip tutkal ile yapıştırdım.

IMG_20210102_173754

Ek yerlerinin iyice yapışması için kalın tahtaları üzerine koyup işkenceler ile sıkıştırdım.

IMG_20210103_134201

Diğer yan parçalarını da aynı şekilde yapıştırıp birleştirdim. Alt ve yan parçayı yan yana getirip bağlantı deliklerini deldim. Bu deliklere plastik cırt kelepçe ile birleştireceğim.

IMG_20210306_141226

İlk yan parçayı alt kısımla plastik cırt kelepçe ile birleştirdim. Delikler sık aralıklarla olduğu için birleşme istenilen şekilde oldu.

IMG_20210306_141239

İki yan parça alt kısımla birleşti. Ön ve arka kısım da plastik cırt kelepçe ile birleşince kanonun bir kısmı ortaya çıkmış oldu.

IMG_20210306_150517

Kanonun burun kısmının yakından görünümü. Taban parçası uca doğru iyice daralarak sivri biçimde olduğundan yan parçalarla birleşince uç kısmı kalmış oldu.

IMG_20210306_150529

Arka kısmı da tam birleşik değil. Dar bir aynalık kesilip konacak. Taban yaklaşık 10 santim açık durumda. Üstte doğru genişleyecek.

IMG_20210306_150547

Üst yanları da birleştirdim ve kano ortaya çıktı. Burun tarafına yelken bezine basacağım logoyu çiziyorum kara kalem ile. Logo daha önce aklımda vardı. Ona göre el ile çizmeye başladım. Logo şöyle bir şey; Urim Baba’nın kahve logosundaki gibi tüy ve cezve duruyor Tüyün sapındaki bisiklet tekerleği yerine gemi çarkı. O da yuvarlak, dış kısmındaki çıkıntı çubuklarla dümeni rahatça çevirebiliyorsun. Ortasında da gemi çapası. Tam istediğim gibi oldu. Altına da Kaptan Urim Baba yazıp bitirdim. Ek yarlerindeki plastik cırt kelepçeler görünüyor. Sonradan sökeceğim için plastik cırt kelepçenin fazlalığını kesmedim.

IMG_20210321_142116

Kanonun önden görünüşü. Burun kısmında logo, kanonun yan duvarlarının düzgün durması için mukavva parçaları yapıştırdım şerit halinde. Mukavvanın kalınlığı 2 milim olunca kendi başına dik ve düzgün durmuyor. Sık aralıklarla bağlı plastik cırt kelepçeler Kanoyu ayakta tutuyor.

IMG_20210321_143422

Tam ortaya tahtayı destek olarak koyarken çekiliyorum bir poz.

IMG-20210320-WA0002

Kano bitti ve elime kano küreğini alarak içine oturdum. Kürek tek taraflı. Üzerimde kırmızı renkli Ay Yıldızlı tişört ve başımda siperli gri şapka var. Eşek sehpaların üzerinde yaptığım kanonun içinde kürek çeker gibi poz veriyorum. Resim çekilirken hayal ediyorum denizde kürek çekerken. Bir gün mutlaka bu hayalimi gerçekleştireceğim. Şimdilik kano mukavva olsa da gerçeğini yapacağım kano kontraplaktan olacak. Solda bisiklet lastiği ve jant görünüyor. Çatı tahtaları ve kiremitler başımın üstünde.

IMG-20210321-WA0006

Kano örneğini yaparken ve yaptıktan sonra sosyal medyada ara sıra yapım aşamasında paylaştım resimleri. Kimisi merak ediyor ve soruyor; “Kanoyu çatıdan nasıl çıkaracaksın?” diye. Ben de bu sorulara anlam veremediğimden “Meslek sırrı” diye cevaplıyorum. Ne yaptığımı anlamayanlar düşünüyorlar nasıl çıkaracağımı. Gerçekten nasıl çıkar bu çatıdan 5 metrelik kano? Bence çok basit ama öyle çıkarmak gibi bir düşüncem de yok. Hem neden çıkarayım ki? Yaptığım kano prototip ve ölçüleri deneme yanılma yöntemi ile çıkarmak. Kesecem, biçecem ve istediğim ölçüleri tutturduktan sonra sökeceğim yaptığım kanoyu. Zaten malzeme mukavva. Ne kadar dayanır ki. Kalınlığı 2 milim ve çabuk yırtılma olasılığı var. Elyaf ile kaplasan da denizde çabuk parçalanacağını biliyorum.

Neyse, bu proje hoşuma gitmedi. İstediğim biçimde olmadı ve çok ek yeri var birleştirilecek. Neyse ki imdadıma yelkensever Bahadır Eği’nin paylaştığı bir videoyu izleyince Yaptığım projeden vaz geçtim. Yaklaşık 6 dakikalık bir video hızlandırılmış çekimle kanonun yapımını gösteriyor. Videodaki proje kafama yattı. Videonun linki aşağıda

https://www.youtube.com/watch?v=VCkARrO_iEc

Basit, fazla ek yeri yok ve pratik bir biçimde kano yapılıyor. 125 X 250 santimlik iki kontraplak plakası ortadan birleşip 5 metrelik kocaman bir plaka tek parça gövde olarak kullanılıyor. Videoyu defalarca izledim nasıl yapılıyor diye. Bir de kafama yattığı için proje beynime çizildi bile.

Videonun paylaşılması projenin serbest olması nedeni ile. Artık zaman aşımını geçmiş olduğu için bu projeyi uygulayabilirim. Bu arada kano yapımında uygulayacağım dümen ve salma hakkında gerekli bilgileri de topladım. Videoda kano ölçüleri yok, nasıl kesilecek nasıl yapılacak belli değil. Sadece görüntüler var. Videoda konuşma yok. Ama bu bile bana yeter. Sadece bunlar değil denizcilikle ilgili bilgiler, düğüm çeşitleri, fırtına zamanlarını da kaydediyorum. Bana ileride gerekli olacak bilgiler bunlar. Hazine torbama koyuyorum. Gerekli olunca torbamdan çıkaracağım.

Yaptığım kano projesinden vaz geçtiğimden kanoyu söküp parçaları kesiyorum ufacık ufacık. Bu mukavvalar artık işe yaramaz şekilde yıprandığı için sobada güzel yakıt olur. Tezgah temizlendi, elimde kalan 6 adet mukavva yeni projemde kullanacağım. Mukavvalar birleşince 100 X 300 santimlik bir plaka olacak. Kano ile ikinci proje yazısında görüşmek üzere. Şimdilik bu kadar.

Hayal kurmaktan vaz geçmeyin.