Etiket arşivi: kavun

İki Ada Bir Yarımada 3. Gün

25 Ağustos 2017 Cuma

Avşa Adası – Marmara Adası – Çınarlı

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.

Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.

Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!…

Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Cem solda, Yıldız sağda bisikletleriyle durmuş, mataralarından su içiyorlar.

Güzel bir uykunun sonunda erkenden uyanıyorum her zaman olduğu gibi. Evin duvarsız bahçesinde, kocaman çam ağacının altına oturuyorum. Sabah kahvemi pişiriyorum ilk önce. Güne kahve ile başlamalı. Önce bir bardak soğuk su, kahveyi içtikten sonra yine bir bardak soğuk su. Ve kitabımı okumaya başladım. Avşa adasının sakinliği, havası ve insanları bana çok iyi geldi. İnsanlar bağırıp çağırmadan sakince konuşuyorlar birbirleriyle. Sıcak kanlı ve dostane tutumları adadaki sokak köpeklerine de yansımış durumda. Gece o kadar sokak köpeği gördük, biri bile bize dönüp havlamadı. Gece boyu da havlayan köpek sesi duymadım. Demek ki köpekler de yaşadıkları yerdeki insanlar gibi, sakin yerlerde sakin davranıyorlar yabancılara. Kavgacı, sert insanların yaşadığı yerlerde ise köpekler saldırgan ve sert davranıyor yabancılara. Bunu yaşayıp öğrenmiş oldum.

Bu gece kaldığımız evi çok sevdim. Ev tek katlı, üzeri kiremitli, bahçesi olan ama bahçe duvarı olmayan bir yer. Tam hayalimdeki ev, bahçe duvarı olmayan içi ağaç dolu bahçe. Sonradan Hakan’ın söylediğine göre Hakan küçükken babası dikmiş çam ağacını. Ağaç 50 yaşını geçmiş bile.

Okuduğum Dinler Tarihi kitabında Yahudilik bölümünde şöyle bir pasaj yazılmıştı; “Doğrular öldüğünde kaybeden dünyadır. Kayıp mücevher her zaman bir mücevherdir; fakat onu kaybetmiş olan sahibi pekala onun için ağlayabilir.” Bu pasaj bana ilginç geldiydi.

Evin bahçesi, solda çam ağacını kalın gövdesi. Kahverengi muşamba kaplı masa, oturma yerleri. Kahve ocağında kahvem pişerken ben kitabımı açmış okuyorum masada. Solda iki küçük ağaç, birinde havlu asılı. Soldaki beton duvar komşu evine ait. Arkada park etmiş arabalar.

Cem ve Yıldız bir süre sonra uyanıyorlar. İlk önce bisikletime aldığım kaset dişlisini değiştiriyorum. Bisikletleri hazırlarken Cem çakısını kaybettiğini, bir türlü bulamadığını bana şakacıktan ağlayarak söylüyor. Ben de az önce okuduğum pasajı sakince ona söylüyorum; “Kayıp çakı her zaman bir çakıdır; fakat onu kaybetmiş olan sahibi pekala onun için ağlayabilir.”  Nedense tam yerine oturdu. Pasajda kaybedilen mücevher yerine çakıyı yerleştirdim sadece. Cem’e Üzülme çakı her zaman çakıdır, bunun için pekala ağlayabilirsin tesellisini yapıyorum. Neyse ki çakısını bir süre sonra buldu, içi rahatladı. Ama pasaj dilimize dolandı bir kere.

Hakan erkenden gelip evde hazırladıkları kahvaltıya davet etti. Bizler eşyaları çantalara yerleştirip hazır olunca Hakan ile birlikte evlerine gittik. Çantaları evde bırakıyoruz, sadece gerekli olan eşyaları bir çantaya koyup yanımıza alıyoruz. Geniş balkonunda kocaman masa kahvaltılık malzemeleri ile doluydu. Eşi bizlere mükemmel bir sofra hazırlamıştı, sadece kuş sütü eksikti desem yeridir. Teşekkürler Hakan, kesene, gönlüne bereket. Kahvaltıyı hep birlikte muhabbet eşliğinde yiyoruz. Kahvaltıdan sonra kahve pişirip afiyetle içtik.

Masada Yıldız, Hakan ve ben oturmuşuz, elimizde fincanlar. Cem balkon duvarına oturmuş durumda elçek resim çekiyorum.

Kahvaltı için Hakan’a ve eşine teşekkürlerimizi iletiyoruz. Hakan ile birlikte cep telefonumun kamerasına poz veriyoruz. Cem bizi çekiyor, Hakan da beyaz tişört, üzerinde avcı yeleği, boynunda güneş gözlüğü sarkıyor. Benim üzerimde beyaz tişört. Urim Baba’nın Kahvesi logolu baskı var. Logoda önde bisiklet tekerleği, yukarı doğru siyah bir tüy, ucu beyaz. Ve kahve cezvesi.

Hakan ve eşi ile vedalaşıp bisikletlere binerek yola çıktık. Avşa adası turu yapacağız. Asfalt yolda Cem ve Yıldız gidiyor. Etrafta tek tük evler var. Sağda beton elektrik direği ve bir çöp tenekesi.

Avşa adasının sahilinden giden yolda deniz manzarası ile pedal çeviriyoruz. Masmavi Marmara denizi, küçük tekneler ve karşıda küçük Ekinlik adası.

Adada teknelerin bağlı olabileceği marina yapılmış. Denizin ilerisine kadar mendirek yapılmış. Azgın dalgalardan tekneleri koruması için. Kumsal, sazlık, küçük bir tekne denizde demirlemiş ve marinanın mendireği.

Yol hafif çıkışlı ve inişli. Sürekli denizi görmekteyiz ve rüzgar şimdilik karşıdan karayel olarak esiyor. Yol boyu takip eden elektrik direkleri ve irili ufaklı siteler.

Dedim ya buranın köpekleri insanları gibi sakin. Bizle ilgilenmiyorlar bile, çünkü adada hırsızlık olayı neredeyse hiç yok. İnsanlar evlerini kapısını hiç bir zaman kilitlemezlermiş. Hırsızlık olsa nereye kaçacak, yakalanıp ayağına bir taş bağla at Marmara denizine. Bir mikrop kurtulur dünyadan. İşte sakin bir kurt kırması köpeği bana havlamadan yürüyüp geçiyor.

Bazı yerlerde tek tük evler de var. Oraya kadar toprak yol yapılmış ve elektrik verilmiş direklerle.

Bazı küçük siteler karşımıza çıkıyor. Küçük bir koy ve turkuaz renkli kumsalı.

Adanı fazla yüksek tepesi yok ve etrafta nerdeyse hiç ağaç yok. Tepeler çalı bitkileri ile kaplı, kıyılar sazlık.

Kimi yerlerde üzüm bağları görüyorum.

Kıyılar sakin, kimse denize girmiyor. Deniz dalgalı. beyaz köpüklerle kumsala vuruyor. Kumsalda Zodyak bot duruyor. Sert rüzgarlara dayanıklı dikenli çalılar kumsalda top olmuş bir kirpi gibi duruyor.

Top olmuş dikenli çalılara bakınca içlerinde plastik şişeler gözüme ilişiyor. Marmara denizinden gelen plastik şişeler rüzgarın etkisi ile karada çalılara kadar gelmiş.

Yıldız ve Cem bisikletleri sürerken resimlerini çekiyorum.

Marmara denizinin harika adasında harika bir kumsaldayım. Denizden gelen sürekli dalgalar pırıl pırıl kumlara vuruyor ve geri çekiliyor sürekli olarak.

Dört ev, kumsalın dibinde. İyi hoş ta sadece evi yapanlara mı deniz ve kumsal. Buna izin veren zihniyet maalesef parası olana gücü yetmiyor. En az 100 metre denizden uzakta olmalı yapılar. Deniz ve doğa çirkin binalarla kirletiliyor.

Yol kıyısında sarı çiçek açmış kaynana dili bitkisinin bir resmini çekiyorum. Uzaktan bakmak bana yetiyor, dikenleri çok ince. Battı mı çıkarması zor.

Yol bir yerden sonra toprak olarak devam ediyor.

Açık denizden gelen sert rüzgara rağmen iyi gidiyoruz. Dalgalı deniz, yakındaki adalar ve tur yapan Cem, Yıldız ve ben olarak elçek resim çekiyorum.

Toprak yol devam ediyor sahil boyu. Araba da geçmiyor. Sadece üç bisikletçi yoldayız.

Bir bağın yanından geçerken durup daha yakından üzümlerin resmini çekiyorum. Avşa adasının şarabı ünlü. Bu bağlardaki siyah üzümler şaraba dönüşecek günü bekliyor. Hazır yakınında iken bir kaç salkım üzüm koparıp tadına bakıyoruz.

Üzümlerin tadına baktık ve yola çıkıyoruz. Önde Cem ve Yıldız bisikletlerine binmiş bile. Benim bisikletim KUZ beni öylece bekliyor.

Bazı yerde taş evler var ama terkedilmiş, harabe durumda.

Kayalık ve deniz muhteşem görünüyor. Denizin temizliği berraklığından belli oluyor.

Bazı yerde sahil kısa ve düz bir hat oluşturmuş. Beyaz köpükler saçarak kıyıya vuruyor, dalga şerit gibi.

Yol denizden tepelere doğru çıkmaya başladı.

Tepeyi aştık ve denize tekrar kavuştuk. Cem ve Yıldız durup mataralarından su içerken çekiyorum bir poz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Yüksekçe bir tepe ve çalılardan başka bitki yok gibi. Ağaç ta yetişmiyor, hem rüzgardan hem de susuzluktan. Su kaynakları kıt, anca yağmur suları ne kadar yağarsa. Birileri çöpleri poşete koyup bırakmış ortalığa. Nedense taşımak güç geldi. Belki de kendi meydana getirdiği çöpün arabada kokmaması için öylece doğaya bırakmış.

Yine üzüm bağlarını görüyorum. Denizle bütünleşmiş sanki! Yeşil ve mavi.

Deniz masmavi, karşıda solda Koyun adası, üzerinde ağaç ve yerleşim yeri yok. Daha ileride Paşalimanı adası.

Altınkum sahiline geldik. Burası yazlıkçıların oluşturduğu küçük köy gibi. Önde Cem ve Yıldız, parke döşeli yolda gidiyor.

Küçük bir limanı olan balıkçı köyü burası. Bisikletim KUZ bana poz veriyor limandaki tekne ile.

Uzun bir sahili ve kumsalı olan Altınkum paralel gelen köpüklü dalgalar son noktada kumsala vuruyor.

Balıkçı köyünde kahvede oturup birer çay içiyoruz. Elimizde çay bardakları ile elçek resim çekiyorum.

Kısa bir çay molası bize yetti. Buradan tepelere doğru çıkmaya başladık. Adanın diğer tarafına doğru gidiyoruz. Bir tümsek üzerine derme çatma bir evin duvarındaki yazı çok ilginç. Yazıyı yazan ilkokulu zorla bitirmiş olmalı. Yazı öyle gösteriyor. Belki de müşteri çekmek için böyle yazılmış olabilir. Solda DOeALVE OReANİK YIMIRTA yazısı yazılmış. Sağda ise TOZAN DOeALVE OReANİK YIMIRTA. En altada telefon numarasını sığdıramamış, son iki rakam altta yazmış. Yazıda G harfini küçük e harfi gibi yazınca okunması zor oluyor.

Tepeyi hızlıca çıkıp adanın diğer tarafına pedal çevirmeden iniyoruz. Diğer taraftaki deniz göründü bile.

Dün gece karanlıkta görmemiştik. Avşa’nın meydanında kocaman üzüm salkımı heykeli var. Demek buranın ünlüsü siyah üzüm ve devamı şarap. Üzüm salkımı gerçekmiş gibi duruyor. İri taneleri ve sapın üstünde yaprakları yenilecek gibi gözüme göründü. Salkımın altındaki kaidede altın renginde harflerle AVŞA ADASI yazılı. Kaide siyah füme dikine desenli ünlü Marmara mermeri ile kaplı.

Bir evin duvarına yaslanmış iki bisiklet duruyor. Bisikletlerden birisi çocuk bisikleti 12 inçlik ve tamamen kırmızı renge boyanmış. Diğeri büyük 26 iç bisiklet sarı, turuncu karışık renge boyalı. İki bisikletin önünde ve arkasında çiçek saksıları konulmuş.

Merkezde durmayıp direk dün gece kaldığımız eve geldik. Bahçe duvarı olmayan tek katlı evi çam ağacı bir bölümünü tamamen örtmüş durumda. Diğer meyve ağaçları da az çok evin diğer kısımlarını kapatmış. Bahçe duvarı olmayan ev çok hoşuma gitti. İleride böyle bir ev yapmayı tasarlıyorum. Evin bahçesinde duvar olmayacak. Etraf meyve ağaçları ile çevrili olacak. Sadece bir kısmı güneşi görecek şekilde yapacağım evimi. Güneşten yararlanmak gerek.

Evin yanına gelince kaplumbağaların tok tok seslerini duyunca kulak kabartıp nerden geldiğini buldum. Adada yaşayan kaplumbağaların çiftleşme zamanına denk gelmişiz. Sarı otların arasında üç tane kaplumbağa cilveleşiyor. Sanırım biri dişi diğer ikisi erkek. Hangisi güçlüyse dişiye sahip olacak.

Evde bıraktığımız eşyaları alıp Hakan’ın evine gittik. Burada bisikleti bırakıp deniz kıyısına biraz yüzmeye gittim tek başına. Sıcak iyice bastırdı öğle saatlerinde. Biraz serinlemek iyi oldu. Deniz kıyısı, karşıda Ekinlik adası.

Hakan’ın eve dönüyorum, eşi bize nefis yemekler tattırdı. Ellerine sağlık, ardından yine dondurma ve bir dilim kavun. Bizleri iyice şımarttılar, böyle ağırlanmak ne güzel. Evden ayrılmadan önce toplu olarak elçek resim çekiyorum. Hakan’ın eşi, kızı ve oğlu da aramızda masanın etrafında oturmuş olarak.

Bisikletleri yükleyip hazırlandık. Hakan ve eşi ile vedalaşıp bizleri ağırladıkları için kendilerine teşekkürlerimizi sunduk. Hakan bizi iskeleye kadar götürdü. Biletleri alıp gemiye bindik. Gişedeki sefer tarifesinin resmini çekiyorum ne olur ne olmaz. Başka zaman lazım olabilir.

Gemi hareket etti ve deniz yolculuğumuz başladı. Avşa adasından uzaklaşıyoruz. Çok sevdim Avşa adasını. Umarım bir daha gelip daha uzun kalırım doyasıya yaşayarak. Son defa Avşa adasına ve Avşa’ya bakıp resmini çekiyorum.

Gemide elçek ile kendi resmimizi çekiyorum. Üç kişi mutlu bir gülümseme ile poz veriyor. Ben, Cem ve Yıldız.

Dışarıdaki koltuklara oturup elçek ile bir resim daha çektim. Cem’in baş ve işaret parmağı arasında minik bir elma duruyor. Rüzgardan saçlarım arkaya doğru dalgalanmış.

Adaların arasından geçiyoruz sakince. İzlemesi bile zevk veriyor, harika bir gün, harika bir deniz ve yolculuğumuz.

Geride Kapıdağı yarımadası çok uzaklarda kaldı. Daha yakında Avşa adası, o da uzaklara kalıyor.

Artık önümüze bakalım. Marmara adası göründü ve iyice yaklaştık. Marmara denizinde en büyük ada Marmara adası. Tepeleri çıplak ve kayalık. Eteklerinde bazı yerlere ağaç dikilmiş küçük bir alana. Kıyı taraflarında daha çok ağaçlar var. Marmara kasabası toplu evlerin bir arada kıyıda yamaca doğru tırmanmış.

Limanın ucuna yaklaştık. Birazdan feneri geçip iskeleye yanaşacak gemi. Tepeler çıplak kayalık.

İskele göründü, artık 200 metre bir ara kaldı.

Marmara adası iskelesine çıkıyoruz. İskele 2016 yılında yani geçen sene yenilenip onarılmış. İskele binası, Marmara adasından çıkan mermerlerle kaplanmış. Mermer dalgalı olarak oyulup kırmızı renkli Türk bayrağı olarak yapılmış.

İskelede gemiden karaya ayak basıyoruz. Kasabanın içinde karşımıza Hakan Sevin çıkıyor. İlginç bir durum her adaya çıkışta Hakan’lar bizi karşılıyor nedense. Her yerde Hakan. Sarmaş dolaş, merhaba diyerek hasret gideriyoruz birbirimizle. Eşpedal Ege turunda tanışıp kaynaşmıştık Hakan ile. Hakan’ın buraya geleceğini biliyordum. O yüzden hediyesi olan yağlı boya resmini taktim ediyorum. Resim rulo halinde verince dürbünden bakar gibi bana bakıyor. Ben de resmini çekiyorum öyle bakarken. Hakan Denizli’den Demet ile gelmiş Marmara adasına.

Yola çıkmadan önce elçek resim çekiyorum. Ben, Hakan ve yıldız.

Çay bahçesinde birer çay içip sohbet ediyoruz. Sonra toplanma yeri olan Çınarlı köyüne doğru yola koyulduk. Yol dediğim toprak yol, henüz asfalt atılmamış bazı yerler. Kanalizasyon döşemişler, o yüzden toprak yoldayız.

Yolda bize birisi daha katılıyor. Nedense bagajında küçük çantalar takmış. Çadır, uyku tulumu, mat ve diğer eşyaları sırt çantasına tıkıştırmış. Çantayı da sırtına vurmuş bayağı havaleli görünüyor. İlk defa bisikletle kampa katıldığı belli. Yol düz ve az aşağı gitse de karşıda zorlu bir yokuş bizi bekliyor.

Artık yapacak bir şey yok, tırmanmaya başladık. Yokuşun yarısına geldik bile. Ha gayret az kaldı, son yokuş.

Ada büyük olunca dağları da ona göre yüksek, o yüzden dağ yağmur sularını tutuyor. Çeşmeden su yavaş akıyor, su kaynağı kuvvetli demek ki. Dere taşlarından çeşme yapılmış. Gri taşlar ve beyaz taşlar desen olarak yapılmış. Çeşme başında Bisikletim KUZ ile bir poz resim çekiyorum. Önde ve arkada bagaj çantaları ve arkada sosis çanta. Tur için gerekli bütün malzemeler çantaların içinde.

Akşam güneşi ufka iyice yaklaştı. Son ışıklarını Demet ve Hakan’ın üzerine vuruyor. Gölgeleri uzamış. Hakan soluna doğru denize bakıyor ne gördüyse.

Yıldız ve Cem de arkalarından geldi güneşin son ışıkları üzerlerine vurmuş.

İnişte kıyıda küçük bir liman, liman yeni yapılmış sanki. Bir kaç balıkçı teknesi ve büyükçe bir gemi var. Limanda pek hareket yok. Dalgakıran iki tane, biri içte sağda diğeri dışta solda.

Güneş Trakya tarafında parıldayıp son ışıklarını vuruyor üzerimize. Karşıda Şarköy civarı siluet olarak görünmekte.

Marmara adasının şirin köylerinden birisi olan balıkçı kasabası Çınarlı göründü. Yolu döndük mü Çınarlı tamamen görünecek. Yeni yerleri görmenin heyecanı var üzerimde.

Eski  demir bir elektrik direğinde duran tabela “Çınarlı Hoşgeldiniz” diyerek bizi karşılıyor. Küçük, tek katlı bir ev ve tamamen ağaç örtüsü altında olan Çınarlı’ya giriyorum. Karşıda dik yamaçlı dağlar yüksek görünüyor.

Çınarlı’ya adını veren dev asırlık çınar ağaçlarının altına çadırları kuruyoruz. Çadırlar yanımızda oturup güzel bir tarhana çorbası pişiriyoruz bir tencere. Akşam yemeğini böylece halletmiş olduk. Bankta Hakan ve Demet oturuyor, ben, Yıldız ve Cem yerde matların üzerinde bağdaş kurarak oturmuş durumda resim çekiliyoruz. Muhabbet gırla gidiyor.

Çınarlıya adını veren çınar ağaçlarından birisinin yanında duran bisikletim KUZ ile resmini çekiyorum. Çınar ağaçlarının yaşı yaklaşık 1.000 yıllık var. Dev gövdeleri bozulmadan günümüze gelmiş. Kalın ve güçlü dalları 1.000 yıldır fırtınalara dayanmış ve geniş bir alanı kaplamış durumda. Böyle bir kaç ağaç geniş bir alanda yer bulmuş kendine ve dokusu bozulmadan günümüze gelmiş. Sakin bir balıkçı kasabası tam kafa dinlenecek yer. Hem Dünyanın 2. en az nem olan yerlerinden birisi. Adada çıkarılan mermer nemi barındırmıyor ve nemsiz bir ortam sağlıyor. Sadece bol oksijen ve iyot kokusu var.

Marmara adası tarih boyunca sürgün yeri olarak yaşamıştır. Sürgün yeri olması ve ana karaya bağlı olmadan zorunlu olarak burada kalınması hasretliği ve yorgunluğu dile getirir. Nazım Hikmet’in sürgünde iken yazdığı İstanbul hasretini yazdığı Mavi Liman şiirindeki Çınarlı burayı andırıyor sanki. Nazım Fransa da hastalık döneminde bu şiiri yazmıştır.

Çok yorgunum
Beni bekleme kaptan

Seyir defterini başkası yazsın

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman
Beni o limana
Çıkaramazsın

Nazım Hikmet RAN

İri gövdeli 1.000 yıllık çınar, kalın dalları gecenin karanlığını örterken sokak lambalarının parlak ışıkları etrafı ve ağacın altını aydınlatıyor. Bisikletim KUZ önde park etmiş.

Gecenin bir yerine kadar sohbet, kahve ile zaman geçirdik. Kayıt masasında kaydımızı da yaptırıyoruz festival komitesine. Festivale Ferdimen de gelmiş, buluşuyorum Ferdimen ile. Yatma zamanı gelince Hakan’ın çadırı yok, kalacak yeri de yok. Ona hamağımı veriyorum, artık uyku tulumuna sarılıp yatsın. Yapacak bir şey yok. Herkes birbirine iyi geceler dilekleri ile çadırlarına girip yatıyor.

Avşa adası turumuz toplam 14 Kilometre civarı

Haritası aşağıda.

Powered by Wikiloc

Marmara adasında Çınarlıya kadar olan bölüm 6.5 Kilometre. Bu gün yaptığım toplam yol 21 Kilometre civarı.

Aşağıda Marmara – Çınarlı arası yol haritası

Powered by Wikiloc

İki Ada Bir Yarımada 2. Gün

24 Ağustos 2017 Perşembe

Bursa – Avşa Adası

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
“Bakar bakar ağlarım.”
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından;
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lapinaların en harelisi…
Hala tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret

Orhan Veli KANIK

 

Öne çıkan görsel, Yeşil ağaçlarla kaplı ağaçların ortasında demir kemerli alan. Etraf çiçeklerle bezenmiş.

Küçük çayın yanındaki kamp alanında kuş cıvıltıları ile uyanıyorum. Böyle yerde uyumanın verdiği haz ile güneş doğduktan sonra uyandım. Güneş ışıkları çadırıma vurmaya başlamış, içerisini iyice ısıtmıştı. Yattığım yerden doğrulup çadırımın kapısını açıyorum ilk önce. Yeşil çimenler ve çam ağaçları gördüğüm manzara. Bir süre dışarısını izliyorum burada uyanmanın mutluluğu içinde.

Diğer arkadaşlar henüz uyanmamış, ben de ilk olarak kahvemi pişiriyorum kendime. Sonra da kitabımı açıp okumaya başladım. Bayağı kalın bir kitap ve kitabın adı Dünya Dinler Tarihi. 1250 sayfa civarı. Oku oku bitmiyor, okumak için zaman da ayıramıyorum. Arada okumak gerek diyerek bir kaç sayfa okumaya başladım. Piknik masası üzerinde açık duran kitap, içi kahve dolu fincanım, cezveler, kahve kutusu, kahve değirmeni ve metal su bardağım. Bisikletim karşıda duruyor. Solda bir çadır yeşil renkte ve ileride kırmızı çadır. Zemin çimenlerle kaplı ve ağaçlar.

Bir süre kitap okuma zamanım oldu. Yanımda birisi olduğu zaman muhabbet olunca okumanın olanağı yok. Arkadaşlar da sonunda uyandı, ben de kitap okumayı bıraktım. Kahvaltılık için merkezden alış veriş yaptık. Domates, salatalık, yumurta, peynir ve ekmek kahvaltı için aldıklarımız. Üç tane ocak olunca çay bir ocakta, yumurta diğer ocakta pişirilip kahvaltıya başladık. Neşe içinde, güzel bir havada piknik yapar gibi kahvaltıyı yapıyoruz. Masada beş kişiyiz, Ben en solda, yanımda Cem ve Yıldız. Karşıda ise Merve ve arkadaşı Funda oturuyor. Kahvaltılıklar masanın üzerinde.

Kahvaltıdan sonra yanımıza Bursa da oturan Mehmet Doğancı, Remila Polat ve görme engelli genç bir arkadaş katıldı. Kahve değirmenini özlemiş olan Remila çekiyor. Toplam 8 kişiyiz masada oturan.

Artık yola çıkma zamanı deyip çadırları ve eşyaları toparlıyoruz. Buraya dün akşam bisikletlerle gelmiştik. Arabayı park ettiğimiz yerde duruyor. Fazla uzakta değiliz ve yolumuz hep iniş aşağı. Yol kıyısında incir ağaçlarını görünce durup bir kaç tane yemeliyim. Bursa’ya özgü iri kara incirlerin tam da olgunlaşıp pişme zamanı. İri olgunlaşmış incirlerden üç tane yiyebildim. İri incirler karnımı dolduruyor. Tadı da nefis. İncir ağacını ve olgunlaşmış siyah incirlerin resmini çekiyorum yakından. Aralarında olgunlaşmamış yeşil incirler var.

İncir lezzetini tadı damağımızda kendimizi yokuş aşağı bırakıyoruz. Sağım solum yeşil alan, ben orta refüjde önde giden arkadaşların resmini çekiyorum.

Bisikletsiz olan Merve bizi arabası ile takip ediyor. Araba ile birlikte çekiyorum Merve’yi. Merve bana el sallıyor. Arabanın rengi koyu lacivert, neredeyse siyaha yakın.

Şehre varınca ilk önce bisiklet mağazasına uğradık. Biz öylesine dolaştık, dolaşırken de aynanın önünde Cem ve ben aynadan kendimizi çekiyorum. Aynanın sağında solunda rüzgarlık montlar ve aynada yansıyan malzeme dolu raflar.

Arabayı park ettiğimiz yere gelince vedalaşmadan önce elçek ile kendimizi çekiyorum. Soldan sağa; ben, Remila, Funda, Merve, Cem ve Yıldız gülerek poz veriyoruz.

Bursa da kalacak olan arkadaşlarla sarmaşıp vedalaşıyoruz. Bisikletleri arabaya yükleyip bağladık ve yola çıktık. Hedefimiz Erdek, kısa sürede Erdek’e vardık bile. Limandaki otoparkta kendimize yer bulup arabayı park ettik ilk önce. Yerimiz güzel, bir süre araba burada duracak. Bisikletleri indirmeden araba vapur saatlerine baktık. Vapur 20:30 da kalkacak olması bizim için iyi oldu. Erdek biraz gezilmeli deyip yürüyerek dolaşmaya başladık. Erdek yazlıkçıların çoğunlukta olduğu bir yer. Devamlı oturan da var. Şehrin ortasındaki parkta dolaşıyoruz. Ağaçlar, çiçeklerle bezenmiş. Kalın demirlerden tak yapılmış park ortasına. Demirleri sarmaşıklarla sarıp yeşillendirmişler. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum

Demir taklar altında insanlar geziniyorlar. Başlangıçta küçük bir kadın heykeli kondurulmuş. Çınar ve köknar ağaçları ile park gölge içinde.

Karnımız acıktı, lokantanın birine oturduk. Nohut yemeği 5 lira olunca bize uygun deyip pilav ile birlikte yanında da cacık olarak karnımızı doyurduk. Burada yemek yiyen ünlülerin resimleri asılmış duvara. En solda Yılmaz Güney, Kadir Savun, Genco Erkal, Şener Şen.

Çarşıda bir çok kafe sandalye ve masaları dışarıya atmış müşteri bekliyor.

Buraya sadece motor ve yayalar giriş yapabiliyor. Cem ve Yıldız yürürken arkalarından resimlerini çekiyorum. Yerde pembe çocuk bisikleti duruyor İki de motor var üzerine binmişler.

Bazı yerlerde görmüştüm renkli şemsiyeleri. Burada da yukarıya bağlı renkli şemsiyeler süs olarak kullanılıyor.

Akşam üzeri limana geldik. Bisikletlerin bağlarını çözüp çantaları bagajlara yükledik. Araba park yerinde duracak biz gelesiye kadar. Park yeri ücretsiz.  Bisikletlerle gişeye gelip biletleri aldık. Gişedeki vapur saatleri çizelgesinin resmini çekiyorum dönüş için. Ne olur ne olmaz, adalara gidiyoruz sonuçta.

Avşa’dan – Erdek her gün saat 06:00 – 11:15 – 12:45 – 18:15 – 00:15

Marmara’dan – Erdek Her gün saat 06:40 – 10:30 – 12:00 – 17:30 – 23:30

Balıklı’dan – Erdek Her gün saat 07:40 – 13:45 – 19:15

Bizler yaya olarak ayrılmış bölümde kapının açılmasını bekliyoruz. Arabalar diğer yandan tek tek gemiye biniyorlar.

Sonunda yayaları gemiye almaya başladılar. Biz de bisikletlerle biniyoruz geminin parlak ışıkları altında.

Gemi yükünü aldı ve limandan hareket etti. İlk önce Balıklı adasına uğradı. Geminin önündeki arabalar ilk önce ineceklerinden öne alınmış. Burada bazı arabalar iniyor gemiden.

Gemilerde olmazlardan biri çay. Her zaman çay olmuştur içmek için. Listeye baktık çay 1.00 TL, hadi birer tane içelim dedik. Parasını ödemeye gelince çay 2 TL demez mi garson. Nasıl olur listede çay 1 TL yazıyor. Pişkin garson bize “siz ona bakmayın” dedi. Çay parasını verirken zehir zıkkım dileklerimizi söyleyip parayı verdik eline. Garsonun suratı alışmış olmalı ki zehir zıkkım pek dokunmuyor. Adamlar fahiş fiyata alışmış bir kere.

Aşağıda Gestaş fiyat listesini resmi var. Burada su, çay 1:00 TL yazıyor. Kör de tuttuğunu yiyor.

Yolculuk 2 saatten fazla sürdü. Gece 11:00 civarı Avşa adasına vardık, liman göründü. Avşa tüm ışıkları ile bizi karşılıyor.

Gemi limanda iskeleye yaklaştı iyice. Limandaki aydınlatma direklerinin parlak ışıkları ortalığı gündüzden öte aydınlatmış durumda.

Gemi iskeleye yanaştı ve inmeye başladık. İskelede bizi bekleyen birisi vardı, bizi bekliyordu ve onu görünce şaşırdım. Avşa da yazlığı olan ve yaz aylarında ailesi ile oturan Hakan Gürler. Sosyal medyadan bizi takip ediyormuş ve paylaştığım resimlerden Avşa adasına geleceğimizi görmüş. Vapur saatlerini bildiğinden bizi karşılamaya iskeleye gelmiş. Şaşkınlıkla kucaklaşıyorum Hakan ile. Büyük bir sürpriz oldu, bizi direk evine davet etti. Eşi ile çocukları karşıladı yazlık evinde. Kavun dilimi ile dondurma ikram ettiler. Ağustos ayının sıcak gecesinde serinledik biraz. Hoş sohbetle geçen saatler gece yarısını geçmişti. Hakan bize kalacağımız yeri de ayarlamıştı. Babasının evinde kalacağız. Hakan bizi tek katlı, bahçeli bir eve götürdü. İçerisi eşyalı, dayalı döşeli. Hakan’a teşekkürlerimizi ilettik yaptığı bu güzellik için. Hakan iyi geceler diyerek yanımızdan ayrıldı evin anahtarlarını bırakarak. Sıcak su da vardı. İlk önce sıcak duşumuzu aldık, ardından ben Cem ile bir odada divanlarda, Yıldız ayrı bir odada yerlerimizi hazırladık. Telefonları da şarj için prizlere taktık. Sadece uyku tulumlarını çıkarıp fazla geç olmadan yatıyoruz.