Etiket arşivi: keramos

10. Gökova Bisiklet Turu 5. Gün

21 Mayıs 2016 Cumartesi

Ören – Akyaka

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

İnsanları sevmek kolay değil, 
bir hürriyet bu; 
çetindir memleketimde.

Ben, ille varım dersen, 
bir gün pusuya düşersen, 
insanları sevmek 
büyük hüner…

Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl, 
gerçek’ten, güzellikten, yiğitlikten, 
payına düşeni alabilmişsen, 
vermişsen, payına düşeni; 
gerçek için, güzellik için, 
gücüne karşı konmaz, 
korkusuz, direnirsin…

Bilirsin, 
bir kere korku düşerse adamın içine, 
bir kere koparsa sevdiklerinden, 
mümkünü yok, 
gitti gider…

Söner gözlerinde güzelim ışık, 
kararır, çirkinleşir yüzü.
Önceleri, utanır belki, 
sonra vız gelir, 
umurunda olmaz dünya.

İnsanları sevmek büyük hüner, 
İnsanlarla beraber! …

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Üç kemerli su yolu, etraf çam ormanı.

İki gecedir düzgün uyumadığımdan bu gece derin bir uyku ile dinlenip sabahın erken saatlerinde uyandım. Gördüğüm rüyaları bile hatırlamıyorum, o kadar dalmışım demek ki. Ören de uyumanın bedeli termik santralın bacasından çıkan zehirli gazları solumak. Havada görünmese de genzimi yakmasından dolayı anlıyorum. Kalkar kalkmaz ilk iş olarak eşyaları ve çadırı toparlayıp bisikletimin bagajına bağlamak oluyor. Sonrası kendime okkalı bir kahve pişiriyorum. Yanımda şanslı olan üç kişi de kahvemden içiyor. Kahvaltıya başlamadan önce yola çıkmaya hazırım. Kahvaltıda verilen küçük reçel, bal, tereyağı gibi şeyler pek iyi değil. İçinde ne olduğunu okuyamadığımız, bilmediğimiz maddeler var. Doğal olmayan yapma tatlandırıcılar ile yapılan kahvaltılıkları almıyorum bile. Peynir, zeytin, domates gibi yiyecekleri alıp çay ile, daha çok ekmek yiyerek karnımı doyurdum. Kahvaltıyı veren firma kar etmek için ucuza kaçıyor anladığım kadarıyla. Neyse hareket saati gelince yola çıkıyorum. Meşekayası dağının geçit vermeyen kayalıkları yolu dağın etrafından dolaştırarak biraz uzatmış oluyor.

Henüz düzlükteyiz, önüme bir tabela önümüzde ki yerlerin kilometresini yazıyor. Tabelada yazan ; Yerkesik 43 altta ise Muğla 62 Kilometre kaldığını belirtiyor. Tabelanın arkasında zeytinlik bahçesi. Yolun sonunda dağlar görünmekte.

Sağımdaki kayalıklarda oluşmuş mağaralar dikkatimi çekiyor. Durup resimlerini çekiyorum.

Herkes kendi temposunda gidiyor. Arkamdan gelen üç bisikletçi var. Birisi daha önde. Yolun sağı solu çam ağaçları kaplamış.

Çam ormanının dibinde kendine yer açıp zeytin bahçesine dönüştüren birisi küçük tekgöz bir oda yapmış. Bina kapısı, penceresi ve küçük çatısı ile çok sevimli görünüyor. Bahçe yol kıyısında tel çit ile kapatılmış. Sahiplenmek bu olsa gerek.

Keramos antik kentin kemerli surlarını görüyorum kayalığın dibinde çam ağaçları arasında.

Surdan çok su kemeri yapısına benziyor. Çünkü kemerler kayalıklara yapışık şekilde yüksek olarak örülmüş. Kemerli sur duvarları su kemeri olarak kullanılmış olabilir.

Daha ileride düzlük yerde üç gözü kalmış su kemerinin kalıntılarını görüyorum. Dağlarda kente suyu bu kemerler sayesinde getiriyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Dağın arkasında yokuş başlıyor, yokuşu çıkan bisikletçiler sanki zorlanıyorlarmış gibi bisiklet sürüyorlar.

Önümde bir grup bisikletçi kenarda durmuş olarak beklerken görüyorum,  acaba bir şey mi oldu?

Yanlarına varınca yokuşta yorulan, tıkanmış olanların dinlendiklerini görünce yoluma devam ediyorum.

Zeytin ağaçları çamların alanını daraltmış. Arada bir kaç çam ağacı kalmış, zamanla onları da yok edeceklerini biliyorum.

Meşekayası dağının etrafını dolaşmak biraz zorlu oluyor. Dağın arkası inişli, çıkışlı tepelerden oluşmuş. Önümde tek bir çam ağacı ve ardı tepeler uzanıp gidiyor.

Önümde iki bisikletçi gidiyor ve hala çıkmaktayız yokuşu.

Sonunda ismini de alan Alatepe köyüne geldik. Yokuş burada bitiyor, rakım 425 metre.

Bir zamanlar deniz kıyısında kumsal olan bu yer zamanla depremlerin etkisiyle 400 metreleri aşmış. Yolun yamacında kumul kayalıkları görüyorum.

Alatepe köyünde mola veriyoruz, burada çay ucuz; 50 kuruş. Bakkaldan atıştırmalık bir şeyler alıp sabah pek içemediğim çayı bolca içiyorum. Karia Yolu tabelası Akbük’e 10 Kilometre kaldığını belirtiyor. Bu arada İzmir deki arkadaşları arayıp Şafak Omaç’ın sağlığı hakkında bilgi alıyorum telefondan. Durumu iyiye gidiyor olması beni sevindirdi. Artık yarın ziyaretine giderim sevgili arkadaşımın.

Köyün iç yolu, kıyılarda evler ve üç tane beton direk. Direğin birinin tepesinde köyün elektrik trafosu var. Sağda ise kendi direği olan Karia Yolu tabelası var. Karia yolu yeşil boyalı, diğer yer sarı renkte.

Geriden gelen bisikletçiler gelmeye devam ediyor.

Molada aldığım çay takviyesi ile yola çıktım. Büyük bir bayrak direğinin yanında dut ağacından dut yiyenleri görünce ben de durup biraz dut yiyorum.

Yol sürekli inişte, neredeyse pedal çevirmeden gidiyorum. Önümde dağlar ve kayalıklar görünüyor.

Akbük kumsalı ve denize çıkıntı yapmış burnu tepeden güzel görünüyor. Ben de durup resim çekerek manzarayı izliyorum. Karşıda Datça yarımadası siyah bir hayalet gibi duruyor.

Akbük te öğle yemeği yiyoruz. Yemeğin ardından köşede bir yer bulup duvarın dibine oturarak kahve yapmaya başladım. Daha önce burada oturan iki kişi de kahvemden yararlanıyor. İlk defa kahvemi içenlerden erkek olanı tanımıyorum. Kadını da tanımıyorum ama sohbet sırasında adının Meliha Tekin olduğunu sonradan öğrendim. Hatırımda kalan bu kadın Kayseri de oturduğunu söyleyince benim Kayseri de askerlik yaptığımı, anılarımın olduğunu söyledim. Kayseri Perşembe akşamı bisikletçileri’ni kuran Türker Ergene’yi tanıdığını söyledi. Demek bir ortak tanıdık arkadaşımız var. Belki o yüzden hatırımda kalmış olabilir. İsmi aklımda kalmamıştı, sonraki festivalerde karşılaşınca ismini ezberleyebildim. Sonradan anlattığına göre kahve hoşuna gitmiş ve bu anı unutamamış.

Meliha ben ve bir kişi yere oturmuş kahveleri içiyoruz.

Ulaşılması araba ile ve sapa yerde olması aynı zamanda sezon da açılmadığından temiz bir deniz görünümünde. Deniz masmavi turkuaz rengi, kıyıya vuran dalgaların beyaz köpükleri çakıl taşlarını sürekli yuvarlıyor bir ileri bir geri. Zamanla çakıl taşları kum tanelerine kadar küçülecek ama bizler bunu göremeyiz. Kum tanelerine dönüşmesi binlerce yıl sürer. Denizin ötesinde kayalıklı koca bir dağ.

Sağ tarafımda da çakıllı deniz ve buruna doğru çam ormanları. İleride bir kaç yelkenli demirlemiş doğal limanda.

Mola bittikten sonra yola çıktık. Bundan sonra hep deniz kıyısından küçük iniş ve çıkışları olan düz bir yolda gideceğiz ta Akyaka’ya kadar. Uzayıp giden yol ve solda dik yamaçlı kayalıklar.

Etraf çam ormanları ile kaplı. Buralarda arıcılık yapan çok. Çam balı üretimi en çok bu bölgede oluyor.

Yol bazen yükseliyor, çam ağaçlarından deniz aşağıda görünmekte.

Pek araçların geçmediği çam ormanının içinde sessiz ve sakin gidiyorum. Bol oksijeni ciğerlerime doldurarak.

Bazı yerlerde yamaçlar öylesine dik ki neredeyse 30 – 40 metre yükseklikte. Kayaların çatlaklarında çam fidanları kendine yer bulmaya çalışıyor.

Buraların bitkileri arasında keçi boynuzu ağaçları da var. Sallanan keçi boynuzları henüz yeşil, olgunlaşmamış. Keçi boynuzlarının hepsi düz olarak sarkmış durumda. Demek ki olgunlaşınca boynuz gibi eğriliyorlar ve kahverengine dönüşüyorlar.

Akyaka’ya geldik sayılır, evler görünmeye başladı. Bunlar Akyaka dışındaki yayılan evler. Ormanın içine yapılmış iki katlı bir ev ve yanında tahtadan yapılmış bir tesis. Zamanla buraları dolacağı kesin.

Yol kıyısında küçük bir su havuzu görüyorum. Havuzda nilüfer bitkisi var. Yaprakları geniş bir tabak gibi su yüzeyinde. Kimi açmış, kimisi de açmakta olan nilüfer çiçekleri havuzun dibinden su yüzeyine çıkmış.

Akyaka’ya vardım bir de ne göreyim Muhlis Dilmaç Bekir Kocamaz’ın arabasına binmiş gidiyor. Bir de bana el sallaması garibime gitti. Demek ki ekildik. Ne yapayım onun bileceği iş, kafama bile takmıyorum. Ben kendi yoluma kendim giderim, kimseye muhtaç değilim.. O kadar katılımcı birbirleriyle vedalaşmadan alelacele gitmeye çalışıyor. Sadece bu turda tanıştığım Sevil Doğrugüven gelip benimle vedalaştı. Bisikleti kamyonete yükleyip minibüs ile Muğla garajının olduğu yere vardık. Minibüs önceden geldiği için bisikletlerin olduğu kamyonet henüz gelmemişti. Kamyoneti beklerken yakında olan tesisin bahçesini dolaşıyorum. Bahçede müşterileri çekmek için uyguladıkları çocuk psikolojisini iyi kullanmışlar. Kafeslerde çeşitli hayvanları koyup çocukların ilgisini çekmişler. Çocuklar da anne -babalarını hayvanların olduğu yere gidelim diye tutturunca buraya gelip hem hayvanları görüyorlar hem de yiyip içiyorlar. Böylece daha çok müşteri gelip kazanıyorlar işletmeciler.

Kafeslerdeki hayvanlardan birisi peruk takmış bir horoz. Tepesindeki tüylerden ibiği görünmüyor.

Omuzların aşağısından başına kadar kırmızı, ortası yeşil. Kuyruğa kadar olan yer mavi. Kuyruktan çıkmış bir tüy gövdesi boyunda. Üçte ikisi kırmızı, üçte biri mavi renkte papağan. Papağan ayakları ile kafesin tellerine tutunmuş arkası bize dönük olarak duruyor. Aşağıda profil demire de diğer papağan konmuş, aynı renklerde bize dönük durumda.

Tamamen beyaz renkli tavus kuşu benzeri bir kuş. Kuyruk tüylerini tamamen yelpaze gibi açmış.

Kafesin içinde hapis hayatı olarak yaşayan sincap durmuş bana bakıyor siyah gözleri ile. Artık insanlara alışmış, benden kaçmıyor. Yuva olarak yaptıkları tahta kutunun üzerinde duruyor sincap.

Sonunda bisikletlerin yüklü olduğu kamyonet geliyor. 16 tane bisiklet yüklü ve eşyalarımız üzerinde.

Kamyoneti beklerken Manisa dan biri ile tanışıyorum. İsmini bir türlü ezberleyemediğim bir arkadaş. Kendi arabası ile tek başına gelmiş, beni de İzmir’e kadar götürebileceğini söyleyince seviniyorum. Otobüs ile gitmektense yoldaşlık yaparım. Bu benim için çok iyi oldu. Bisikletleri ve eşyaları kamyonetten indirdik. Ön ve arka tekerlekleri söküp arabanın arka koltuğunu yatırdıktan sonra iki bisikleti dikkatlice yerleştirdik. Çantaları da yükledikten sonra yola çıktık. Akşam yemeği için bir yerde mola verdik, haliyle hesabı ben ödedim. O kadar arabasına bindik, yemek ısmarlamak iyi olur. Güzel bir yolculuk ettik ama ismini bir türlü ezberleyemediğim Manisalı arkadaştan özür dilerim. Unutkanlık başa bela, ezberim çok kötü. Arkadaş beni Bornova kavşağında bıraktı. Hava kararmıştı, arkadaşa teşekkür edip bisikletimin tekerleklerini takıp bagaj çantalarımı da yerleştirdikten sonra evin yolunu tuttum. Alsancak tarafına kadar trafikte gittikten sonra bisiklet yolundan ağır ağır eve vardım.

Bir tur daha bitti, yeni arkadaşlarla tanıştım, keyifli olduğu anlar olduğu kadar arkadaşım Şafak Omaç’ın geçirdiği kaza beni çok endişelendirmişti. Neyse ki kuvvetli bünye yapısında dolayı iyileşti. Buna çok sevindim, beraber bir çok tur yapmıştık. Çok güzel anılarımız olmuştu, eğer kötü bir şey olsaydı kahrolurdum. Ben yanında olmasam da dostlarım onu hastanede yalnız bırakmadı ve bana sürekli sağlık durumu hakkında bilgi verdiler. Yarın ilk işim onu ziyaret etmek olacak.

Başka turlarda görüşmek dileği ile.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 72 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Bornova – Üçkuyular yol haritası

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 4. Gün

20 Mayıs 2016 Cuma

Bodrum – Ören

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kime ne desem 
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Düşünmeden biliyordum deniz ılıdı
Dökülen çelik katı
Yürüyenler yan yana

Yüzümü güneşte dinlendirsem
Dağın dağ olduğunu bilsem ovanın ova ağacın ağaç
Kurtulurdum

Çok köprülü sular gibi git git bitmedi
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Saat sekizi geç vurdu
Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna
Düşünmeden biliyordum

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Yokuş yukarı çıkan yol U dönemecinde bisikletim KUZ ve bir bisikletçi yokuşu çıkarken.

Sabaha kadar cıstaklar dinmedi, bölük porçük bir uyku ile uyanıyorum. Şimdi elime davulu alıp tokmağı var gücümle gerilmiş deriye vurarak ramazan davulcusu gibi otellerde daha yeni uyumuş olan gürültücüleri uyandırmak istedi bir an. Nasıl bir hayat yaşıyorlar anlamak mümkün değil. Gece doğal olarak uyumak varken eğleniyoruz diye sadece gürültülü ortamlarda yüksek sesli (Kesinlikle müzik değil) gürültüde dans edip enerjilerini boşaltıyorlar. Tabi bu arada cepleri de bayağı boşalmış oluyor.

Uyku sersemi de olsam kalkıp çadırı, eşyaları toplayıp hemen kahve pişirmeye başladım. Bir kahve  beni kendime getirir. Hazır yaparken dört kişilik kahve yapıyorum. Kaldırım taşına oturup ocağın üzerinde cezve, fincanlarım, su ve tabelam da yanımda.

Kahvenin kokusunu alanlar yanıma geliyor. Bunlardan birisi Muammer Erdem.

Bisikletçiler toparlanıp hazır olduktan sonra yola çıkıyoruz. Bodrum’un kalabalık caddelerinden yukarılara doğru bisikletleri sürmeye başladık. Meydanın birinde Ata binmiş Atatürk heykeli, ada etrafında dönen arabalar. Yamaçlarda ise beyaz boyalı kutu gibi evler kaplamış.

Bodrum amfi tiyatrosuna geldik, burada kısa bir mola vereceğiz. Tiyatro demir çitlerle çevrilmiş durumda.. Yarım yuvarlak oturma yerler basamak şeklinde yamaçta.

Bodrum Antik Tiyatrosu

Antik Tiyatro, Klasik çağdaki Bodrum’dan günümüze ulaşabilen tek yapıdır. Bodrum’un ortasındaki Göktepe dağının güney eteklerindeki bu tiyatro, Anadolu’nun en eski tiyatrolarından biridir. 1960’larda bir grup Türk tarafından restore edilen bu tiyatro günümüzde de Bodrum’daki birçok festivale sahne olmaktadır. Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında, oyunlardan önce Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağı ve bazı koltukların arasındaki, belki de gölgelik olarak kullanılmış olabilecek delikler vardır. Her koltuk arasında 40 cm’lik bir mesafe bırakılmış olan tiyatro 13.000 kişi kapasitelidir.

Bodrum da tek antik eserden tarihi yok etmek uğruna burada yapılan konserler sayesinde yok olacağa benziyor. Tiyatronun genel görünüşü, üst taraf zeytinlik.

İnleyen nağmeler ruhumu sardı
Bir rûyâ ki orda hep şarkılar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı

Arzular orada, zevk oradaydı
Bir deniz ki aşk dolu dalgalar vardı
Uçan kuşlar, martılar
Yeşil, tatlı bir bahâr
Gülen, şen sevdâlılar vardı

Zeynettin Maraş

1931 Yılında Bursa da başlayan hayatı 1996 yılında İzmir de sahnede, mikrofonuyla son bulan Türkiye’nin sanat güneşi Zeki Müren son yıllarını Bodrum da ki evinde dinlenerek geçirmiştir. Yol kıyısındaki terastan Bodrum kalesi ve Bodrum’u şöyle bir göz gezdirirken Zeki Müren’in kendi sesinden dinlediğim “İnleyen Nağmeler” şarkısını söyleyerek andım, ruhu şad olsun.

Yol kıyısından Bodrum kalesi ve yat limanı, önde de beyaz kutu evler. Az ileride bir ada görünmekte.

Oturma yerleri taş işçiliği çok güzel. Şimdiye kadar sağlam kalmasının bir nedeni olmalı ama çözemedim. Her blok tarak biçiminde yontulmuş.

Restore edilen blok taşlar üst üste konularak duvar örülmüş. Düzgün görünüyorlar.

Sahne bölümü yüksek taş bloklardan yapılmış.

Taş bloklar dikdörtgen düzgün yontulup, ayrıca köşe taşları oynamasın diye iki santimlik çıkıntı oyularak aralıksız, düzgün konulmuş.

Sahne arkası mermer dikdörtgen prizma bloklar dik olarak duruyor.

Taş bloklar arasında Muhlis Dilmaç ile yan yana durup Bekir kocamaz elçek resmimizi çekiyor. Arkada bisikletçiler oturma yerlerine oturmuş.

Yukarılara çıkarak sahne ve oturma yerlerindeki bisikletçilerin bir resmini çekiyorum.

Android Gökay Terzi de aramızda, Bodrum kale manzaralı beraber resim çekiliyoruz yan yana. Şafak Omaç’ı anıyoruz ve anarken İzmir deki arkadaşlardan Şafak hakkında bilgi alıyorum. Sevgili arkadaşım hayata tutunup kendine gelmiş. Kafası biraz bulanık ama olsun uyandığına sevindim. Sık sık haber gelmesi içimi ferahlatıyor. Dualarım kabul oldu sonunda, sevinçliyim.

Bir tek benim bisikletimde yük var. Diğerleri yüklerini kamyonete vermiş boş bisikletlere biniyorlar. Turuncu renkli çantalarım uzaktan dikkat çekiyor. Artık yola çıkma zamanı diyerek yola çıkıyoruz.

Hedef köy yollarından Ören. Bodrum’un kalabalık ve gürültülü ortamından çıktıktan sonra doğada bisiklet sürmenin keyfini yaşıyorum. Bodrum taraflarında sık sık karşıma su sarnıçları çıkıyor. Kaya yapısı nedeni ile yeraltı suları pek yok. O yüzden yağmur sularını bu su sarnıçlarında biriktirilip gerektiğinde kullanılıyor. Kümbet şeklinde yapılan su sarnıcının üzeri kubbe şeklinde kapatılmış.

Kimi su sarnıcı da yarım yuvarlak uzun baraka şeklinde.

Kimi yerde iki tane yan yana görmek olası.

Fazla araçların olmadığı yollarda bisiklet sürüyoruz. Herkes kendi temposunda bisiklet sürüyor.

Her su sarnıcı ayrı bir yapıya sahip. Ağaçların arasına tek başına öylece duruyorlar. İçleri su dolu sıcak yaz mevsimine hazır olarak bekliyorlar.

Yarımadanın kimi yerlerinde güzel koylar görmek içimi ferahlatıyor. Sezon başlamadığından kumsalda fazla kimse görünmüyor.

Geçtiğimiz yol çok eski olmalı ki sarnıçlar hep yol kıyısında yapılmış.

Arazide toprak olarak ince bir tabakaya sahip. Çam ağaçları için yeterli ölçüde. Çam ağaçlarının kökleri kendine çatlak arasa da taşlar buna pek izin vermiyor. Kayalık ve toprak yapısı bir dere yatağında daha iyi görülebilir. Yağmurun bir kısmı toprak yüzeyinde kalıp çoğu derelerden denize doğru hızla akmakta.

Köylerden birinde sanki minare caminin kubbesinden ayrı yere yapılmış gibi. Ama önde görünen kubbe su sarnıcına ait.

Bu yıl Türkiye 1. lig şampiyonu Beşiktaş olunca taraftarları Beşiktaş bayrağını balkonuna asmış. Evin hem balkonunda hem de alt kata iki bayrak asılı. Üst kattakinde Şampiyon Beşiktaş, alt kattakinde ise Şampiyon Karakartal yazılı. Gönlümün takımı ne de olsa.

Yan yana iki direk, biri ağaç telefon direği, diğeri beton elektrik direği. Beton direğe birisi “AŞK” yazıp altına da ok işareti ile yönünü belirtmiş. Acaba gerçekten de “AŞK”a mı gidiyor?

Yorulan birisi bisikleti yere bırakıp çam ağacının gölgesinde gövdeye yaslanıp ayaklarını dinlendiriyor.

Bazı yerlerde tarihi eser olmasa da eski taş yapılar görüyorum. Yapıda dükkan şeklinde nişler olarak yapılı. Beş tane niş kalmış sadece.

Zorlu yollar bisikletçileri yoruyor. Çoğu pek bisiklete binen değil. O yüzden çam ağaçları gölgesinde dinleniyorlar.

Bazı yerler orman kesim sahası. Kesilmiş çam tomrukları yolun kıyısına istiflenmiş. Tomrukların kabukları burada soyulmuş. Kabukları yerde görüyorum.

Yol düz değil, dağlar tepeler ve dik yamaçlara çıkmak gerek. Yol dönemeçli ve çıkış olunca U dönüşle yukarıya giden yolun görünümü ayrı bir güzellikte. Bisikletim KUZ yol kıyısında yüklü çantalarımla beraber duruyor. Bir bisikletçi de tam önümden geçiyor bu arada. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Ağaçların gölgesinde küçük bir su sarnıcı beyaz boyalı kubbesi ile yol kıyısında.

Tarlasını dikenli tel ile çevirmiş. Sınırları, duvarları zorlayan bir bitki buna isyan edercesine kırmızı mor bordo renkli çiçeğini dikenli telin dışarısına doğru uzatabildiği kadar uzatmış.

Yol kıyısında su sarnıcı görünce duruyorum. Zeytin ağaçları, ardı çam ormanı arasında öylece duruyor tek başına.

Sarnıcın içine bakıyorum, içi su dolu. İçeride su olunca örümcek ağlarını girişe örerek suya gelen böcekleri avlıyor.

Dağlar tepeler yol vermiş gidiyoruz bisikletliler olarak. Bizlerden gürültü çıkmıyor çünkü motorlu değiliz. Çevreyi ve yeşili de koruyoruz böylece.

Buralarda yamaç kazılınca koyu gri renkli kaya ve toprak görüyorum.

Diğerlerinde ayrı kalmış iki çam ağacı. Alt kısımları budanıp kel bırakılmış. Soldaki ağaçta sol tarafı tamamen budanmış. Bu iki ağaç bana iki sevgilinin kaçışını anımsattı. Çökertme türküsündeki Halil ve Gülsüm’ün hikayesi. Hikaye şöyle;

Çökertme türküsünün kahramanı olan Halil, babası tarafından Van ili , Erciş ilçesi, Bozüyük köyündedir. Ailenin büyükleri önce Van’dan İstanköy’ e gelir ve daha sonra da Bodrum Karabağ’da Bekiroğlu tepesine yerleşirler.

Halil’in babası, Demirci Ali usta burada bir çingene kızı ile evlenir ve Halil dünyaya gelir. Halil bir namus meselesinden dolayı kız kardeşini öldürdükten sonra kaçak gezmeye başlar. Sık sık İstanköy’e gitmektedir.

Bu gidişlerden birinde düğüne davet edilir. Düğünde iken Halil’i Rumlar ihbar ederler. Yakalatırlar. Sonuçta Halil yedi yıl hapis yatar. Bu olay üzerine Halil Rumlara diş bilemektedir. Hapisten çıkınca da onlara haşin davranır.

Böylece Rumlarla Halil arasında bir husumet doğar. Halil bu arada türküde ‘Çakır Gülsüm’ olarak adlandırılan Hafize adlı kadına ilgi duymaya başlar ve Halil ilk olarak Gülsüm’ ü Kara kaya’ da ki bir düğünden zorla kaçırır Gülsüm ve annesi ise o dönemde Bodrum’un yönetiminden sorumlu Çerkes Kaymakam olarak bilinen Ömer Lütfi Bey’in evinde hizmetkarlık yapmaktadır.

Türküde adı geçen İbrahim Çavuş, kolculardandır ve Çakır Gülsüm’ ün ilk kocasıdır. Arkadaş olmaları sebebiyle Halil’i devamlı kollamaktadır. Halil ikinci olarak Gülsüm’ ü , Dertlinin Ali’nin Karabağda ki evinden alarak dağa kaldırır.

Yalıkavak karşısındaki Güdür de bir in bulur ve Gülsüm’ le burada yaşamaya başlar. Bu olaylara kızan kaymakam Ömer Lütfi Bey , Halil’in üzerine Selam oğlu adlı bir kişiyi gönderir. Selam oğlu Halil’i bulur fakat önceden tanıştıkları için kaymakam konusunda Halil’i uyarır.

Halil uyarıları dinleyerek buradan kaçar ve Gülsüm’ le birlikte Yalıkavak yakınındaki Çökertmeye gelir. Amacı bir kayıkla adalara kaçmaktır. Rum gemicilerden ‘Kosta Paho’ ( Kos’lu İstanköylü Paho) ile anlaşır.

Rumlarla aralarındaki husumetten dolayı Paho, tayfa Andon vasıtasıyla Halil’i Çerkes kaymakam’a ihbar eder. Kaymakamın emriyle denizden kol kayığı ile kolcubaşı Barka’nın Ali harekete geçer.

Ayrıca Paho’ nun demir atacağı karaya yakın yerde de jandarma komutanı Ömer Çavuş önceden pusuya yatırılır. Halil’i adalara götürecek kayık yola çıkar. Paho, Halil’i yakalatabilmek için dalgaları bahane ederek Aspat’a gitmeyi teklif eder ve deniz durulunca adalara rahat geçebileceklerini söyler.

Halil bu teklife inanır. Tekne ; Aspat ‘tan Bitez koyuna gelerek Hırsız Yatağı denen yere yakın olarak açıkta demir atar. Akşam olduğunda teknede içki faslı başlar. Paho, Halil ve Gülsüm’ ün içkilerine ‘Balık Ağısı’ denilen bir bitkinin sersemletici zehrini koyar.

Bu zehrin etkisi ile Halil ve Gülsüm uykuya dalarlar. Ömer Çavuş karada pusudadır. Paho, Halil ve Gülsüm’ ü uyuttuktan sonra demir alır ve teknesini yavaş yavaş kıyıya yanaştırmaya başlar . Ömer Çavuş tam kıyıya yanaşmadan tekneye ateş edilmesi emrini verir. Kurşunların kendisine isabet edeceğinden korkan Paho tekneyi açığa bırakır.

Tam bu sırada Kolcu başı Barka’nın Ali de kol kayığı ile Paho’ nun teknesini sarar. Paho Halil’den çekindiği için onu uyandırır. Geçen süre içerisinde Barka’nın Ali tekneye girmiştir. Halil ve Gülsüm sersemlemiş bir vaziyette güverteye çıkartılırlar.

Güvertede Halil’in ayağı kayar , Barka’nın Ali Halil’i bacağından yaralar. Halil yaralı bir vaziyette Bodrum’a getirilir ve kaymakamlık binası önünden karaya çıkartılır. Halk kaymakamlık binası önünde toplanmıştır.

O sırada ‘Kel Mülazım’ adı verilen jandarma komutanı ‘Hükümete karşı gelenlerin sonu budur’ gibilerden konuşma yapar Halil yaralı bir vaziyette kaymakamlık binası önünde bulunan bir mahzene atılır. Yaraları tımar edilmez.

Burada bir süre acı içinde inler. Daha sonra Ömer Çavuş tarafından boğazına çökülerek öldürülür ve sırtındaki elbiseleriyle birlikte alel acele gömülür. Bu olay üzerine Bodrum’dan ‘Üçlü Saçayağı’ olarak adlandırılan türkülerin ikincisi olan ‘Çökertme’ yakılır.

Çökertmeden çıktım da Halil’ im aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet
Arkideşim İbram Çavuş Allah’ına emanet
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerimi ateş sardı aman kurşun yarası
Gidelim gidelim Halil’im çökertmeye varalım
Kolcular gelirse Halil’im nerelere kaçalım
Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası
Güvertede gezer iken aman kunduram kaydı
İpeklide mandilimi aman örüzger aldı
Çakırda gözlü Gülsüm’ümü Çerkes kaymakam aldı
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez yalısı
Ciğerime ateş sardı aman kurşun yarası

Yol kıyısında iki çam ağacı ta yukarılara kadar budanmış, arkası çam ormanı. Bisikletim KUZ yol kıyısında park etmiş.

Yol ormanın içinden tepeye doğru gidiyor. Birazdan o tepeyi aşacağım. Yüklü olsam da fark etmez, alışkınım böyle tepe, dağ, bayır dolaşmaya.

Yavaş yavaş tepeye doğru çıkmaya başladım. Etrafta genç çam ağaçları, ormancılar sürekli ormanı gençleştiriyorlar.

Sonunda zirve göründü ve birazdan o muhteşem iniş başlayacak. Bir bisikletçinin yokuşu çıkarken düşündüğü tek şeyin inişin olması. Kendi rüzgarını hissetmek gibisi yok. Ben böyle düşünürüm yokuşları çıkarken. Burası Mazı geçidi, rakım 482 metre. Demek ki epey çıkmışız deniz seviyesinden.

Ve inişe geçtim Gökova körfez manzarası ile. Deniz masmavi, karşıda dün geçtiğimiz Datça yarımadası.

İşte hayalimdeki yerlerden birisi, yamaçta zeytin ağaçları ve en tepede küçük bir ev. Ev Taş bina iki katlı, çatısı kiremitli. Burada yaşamalı, belki bir gün belli mi olur?

Derin bir kanyon, besbelli ki dibinde çay akıyor. Ağaçlardan belli yemyeşil bir cangıl olmuş kanyonun içi.

Onca yolu rampa çıktıktan sonra kısa sürede deniz seviyesine indik. İndiğimiz yer ise Çökertme, hani önceden türküsünü yazdığım Halil ve Gülsüm’ün Çökertme de başlayan türkünün öyküsü. İkisi de buradan binmişler kayığa ve macera buradan başlamış. Burada bir işletme var ve çenebaz bir papağan sürekli konuşuyor. Çok geveze.

Kafesin içinde yanda ters asılmış papağan su kabından suyunu içerken.

Yatların bağlanıp karaya çıkmaları için T şeklinde uzun bir iskele var denizde. İskeleye bir tekne kıçtan bağlamış. Az ilerde demir atmış başka bir tekne duruyor. İskelenin T olan yerin ortasında Türk bayrağı dalgalanıyor. Kara girintisi denize doğru uzantı yaptığından doğal olarak rüzgardan koruyor tekneleri. Daha önce katıldığım turda büyük havlumu burada unutmuştum.

Denize iskeleden atlayıp biraz yüzdükten sonra çıkıp kurulanıyorum. Denizin serinliği iyi geldi. Ferahlamış olarak bisikletime binip yola çıkıyorum. Daha ileride kıyıda kayık ve teknelerin onarıldığı ve yenisinin yapıldığı bir tersaneyi görüyorum. Büyük bir baraka ve takozlara alınmış tekneler kıyıda. Tersanenin önü açık, herhangi bir dalgakıran yok.

Dağlardan akan yağmur suları dere yataklarından hızlıca denize ulaşırken taşkın izlerini görmek olası. Dere yatağının etrafı çam ormanı ile kaplı.

Önümde bir kaç bisikletçi var, sürekli bisiklet sürüyorlar. Durup resim çekeni görmedim. Sadece köylerde kahvede çay, soda içmek için duruyorlar.

Yaşlı bir su sarnıcı, sanki yorulmuş doğaya karışmaya başlamış gibi. Hani saçı sakalı birbirine karışmış birisi gibi, öyle yaşlı duruyor. Kubbesi ot kaplamış. Solunda büyük bir zeytin ağacı ona yarenlik yapar gibi.

Dere yatağı getirdiği alüvyonlarla bataklığa çevirmiş dere yatağını. Düz arazi olunca yayılmış bataklık.

Dereden su akmakta, demek ki dağlarda su var.

Derenin deniz ile kavuştuğu yer. Bisikletim KUZ yol kıyısında turuncu çantalarıyla öylece duruyor.

Deniz kıyısına çok yakınım, 10 metre sonra deniz. kumsala vuran dalganın sesi kulaklarıma geliyor.

Bir süre yol deniz kıyısından kıvrıntılı olarak devam ediyor.

Yolun sol tarafında yamaçlar başlıyor. Burada iki tane çeşme görünmekte. Birisi eski çeşme yamacın dibinde. Eski çeşmeye ulaşmanın olanağı yok, etrafını otlar, çalılar kapatmış. Yeni çeşme ise yola daha yakın ve önü çakıl taşı döşenmiş. Ulaşılması kolay. Mavi desenli fayans ile döşeli. Aralarında okaliptüs ağaçları çıkmış. Sanki eski yol eski çeşmenin önünden geçiyor.

Çeşmelerin üstünde dere yatağı görünüyor, görünen başka bir şey daha var. Geçtiğimiz yıl buraları yanıp kül olmuş, izleri hala görülüyor Yanık ağaçların gövdeleri simsiyah. Bu kış yeni otlar çıkıp ortalığı yeşertip yangın izlerinin bir kısmını kapatmış. Yaşam bir şekilde sürmekte.

Dere yamaçtan akarken derin yarıklar oluşturmuş. Toprak yağmur sularını yangın nedeniyle çoraklaşmış olduğundan tutamadığı için hızlıca akarak toprakları önüne katmış.

Enerjiye ihtiyacımız var bu kesin. Çünkü her şeyimizi elektrikle yapıyoruz. Hatta aramızda elektrikli bisikletler bile var. Ama çevreye verdiği zararı düşünürsek turizm ve denizi çok kirleten bir duman ve kül etrafa yayılıyor. Uzun zamanda etraf çölleşecek. Termik santralın uzun bacası sürekli zehirli duman salmakta ve etrafı kül saçmakta. Ülkemizde yasaları, mahkeme kararlarını dinlemeyen fabrika patronları, işletmeciler bacalara pahalı olan filtrele sistemlerini kurmadan etrafa zehir saçmaya devam ediyorlar. Üç yıl önce Ören de kamp attığımızda sabah baca dumanlarının üzerimizde bir sis perdesi gibi asılı kaldığını görmüştüm. Havada ki zehirli gazlar genzimi yakmıştı. Sabahın erken saatlerinde hava durgun olunca dumanlar Ören’in üzerine çöküyor. Zamanla kansere yakalananlar çoğalacak buraya yazlığa gelen tatilciler. Sürekli oturan kasabalılar zaten kanserle boğuşmaya mahkum.

Termik santralın uzun bacası, santral binası, daha ileride Ören kasabası ve deniz. Yüksek kayalıklı iki dağ daha arkalarda.

Bu turda bir çeşit Karia Yolu’nu takip ediyormuşçasına bisiklet sürüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda gönüllü bisikletçi ve yürüyüşçülerin hazırlayıp hayata geçirdiği yolda tabelalarla işaretlenmiş. Solu gösteren tabelada Bozalan 13 km, sağı gösteren tabelada ise Ören 8 km yazıyor. Demek ki önümde 8 km yol kalmış kamp yerine.

Termik santralın yanından geçen çay, tüm suyu santralda kullanıldığı için geçtiğim köprüden bir damla bile su akmıyor. Dere yatağı beton ile kaplanmış.

Köprünün az aşağısında sağ tarafta santraldan çıkan suyu borularla bırakıyorlar. Dere yatağı buralarda da beton kaplı. Az ileride de de deniz görünüyor.

Yakınlarda olan kömür yataklarında buralara kadar bantlardan kömürler geliyor. Yamaçta rulolarla döndürülen bant sistemi görünmekte.

İlerledikçe başka dere yatakları da görüyorum ama su hiç akmıyor, kupkuru. Düzlükte ise zeytinlik var.

Ören tabelası Ören’e geldiğimi belirtiyor. Grup çoktan varmış kamp alanına çadırları bile kurmuşlar. Ben ise aheste aheste, etrafı gözlemleyerek, resim çekerek en son olarak geldim. Karşımda devasa Ören kayalığı görünüyor.

Yamaçlarda taş evleri görüyorum ama terk edilip başka yerde beton binaya taşındıkları kesin.

Keramos

Bodrum-Milas yolu üzerinde, Beçin yoluyla ayrılan 45 km’lik asfaltla ulaşılan eski adıyla Gereme, yeni adıyla Ören Gökova Körfezi kıyısındadır. Şehir merkezi kıyıdan biraz içeridedir. Ören’e Gökova/Akyaka köyünden 48 km’lik toprak yol ile Gökova Körfezi’nin kuzey kıyısını geçerek, Kıran Dağları’nın önünden de ulaşılmaktadır. Ören-Akyaka arasında antik Keramos kenti kalıntıları ziyaret edilebilmektedir.

Keramos’un adının anlamı çömlektir. Hellenistik çağda, Rodos egemenliği altında bulunan kent, bu dönemde kuzey komşusu Stratonikea ile bağlaşıklık imzalamıştır. MÖ 129 yılında Roma’nın küçük Asya eyaleti içinde yer alan Keramos, bundan sonraki evrede önemini giderek yitirmiştir. Ören’in arkasında yer alan Meşekayası Dağı üstündeki sur duvarları günümüze kadar gelebilmiştir. Surların alt kesimleri çokgen taş dizilerinden oluşurken, üst kesimlerde düzenli çizgi katları yapan duvar tekniği gözlenmektedir. Kayalık bir terasta yer alan ve halk dilinde Bakıcak diye bilinen yerde, 25 metreye varan uzunlukları ile kentin iki önemli tapınağı görülür. Kurşunlu yapı adını, taşları birleştirmek için kullanılan kurşun zıvanalardan almıştır. Güney ve batıda özgün biçimini korumuş olan bu güzel teras duvarlarının doğusu yıkılmıştır. Terasın üstündeki düzlemde ise Korint ve İyon düzeninde yapı parçaları bulunur. Söz konusu tapınak alanının olasılıkla Zeus Krysaoreus’a ilişkin olduğu ileri sürülmektedir.

Kasaba içinde bulunan Akyapı, Roma Dönemi’ne ilişkin büyük bir yapı kompleksidir. Gökova yoluyla gelenler, Ören’e ulaşmadan Meşekayası Dağı’nın arka kesimlerinde su kemerleriyle karşılaşmaktadır.

http://www.muglakulturturizm.gov.tr/TR,158110/oren–keramos.html

Keramos antik kentinin bazı kalıntıları yamaçlarda görünüyor.

Ören kasabasının sahiline ulaşıyorum, geldiğimde Muhlis Dilmaç benim resmimi çekiyor. Üzerimde mavi yağmurluğum var. Bisikletim yüklü halde palmiye ekili caddenin kıyısında kamp yapılacak yere doğru gidiyorum.

Hemen kendime bir yer seçip çadırımı kurduktan sonra su donumu giyip denize dalıyorum balıklama. Biraz yüzdükten sonra park hortumu ile duşumu aldım. Kurulanıp üzerime yeni eşyalarımı giydim. Terli olan çamaşırları su ile durulayıp asıyorum kuruması için. Ardından yemek için sıraya girip yemek tabağımı alıp belediye başkanının oturduğu masada yerimi alarak aç olan karnımı doyurdum. Ardından sohbetler başladı gece yarısına kadar. Uykum gelince izin isteyerek çadırıma gelip yastığa kafamı koymadan uykuya dalıyorum. Ne yazık ki yanımda yastık taşımıyorum. O yüzden yastıksız yatıyorum çadırda. Tüm gün boyu İzmir deki arkadaşlarda Şafak Omaç hakkında sağlık durumu ile bilgiler geliyor. Durumu giderek iyiye gittiğinin haberini alınca içim biraz ferahlıyor. Uykuya huzur içinde yorgun olarak dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 76 Kilometre civarı.

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 3. Gün

18 Haziran 2013 Salı

(Görme engelli arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

Öne çıkmış olan görsel, Bafa gölü manzarası, manastır adası.

180620132644

Sabah erkenden uyanıyoruz, güneş doğmuş güzel bir sabah, göl sakin ve dingin, bize mutluluk veriyor göl kıyısında uyanmanın. Elimizi yüzümüzü yıkayıp toplanmaya başlıyoruz. İrfan Akkaya erkenden yola çıkmış , bisikletleri yüklendikten sonra rehberimiz İrfan Özden bize rehberlik edip Herakliada bulunan Athena tapınağını gezdiriyor.

Athena tapınağı, duvarları yüksek, çatısı yok. Taş bloklar düzgün kesimli ve ip gibi örülü. İki zeytin ağacı kenarlarda.

180620132642

İrfan İle Hüseyin Bafa göl manzarasını kaçırmıyor. İkisi de yüksek duvarın dibinde, gölgelik yerde oturuyor. Arkada yuvarlakımsı kayalar silsilesi.

180620132643

Ben de onlara katılarak manzaranın keyfini çıkarıyorum. Aşağısı kamp kurduğumuz yer Heraklia Restoran. Bafa gölüne girinti yapmış gibi ama öndeki ağaçlar ada olduğunu saklıyor. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.

180620132644

Elçek yapıyorum kendimi Bafa gölü manzarasına karşı. Kafamda mavi buff, gözümde güneş gözlüğü.

180620132647

Gölün sol tarafı, dün geldiğimiz yol tarafı. Kapıkırı köyündeki yeşillikler içinde kalmış evler zar zor görünüyor.

180620132645

Kapıkırı Köyü ve mavi külahlı minaresi olan cami.

180620132649

Athena ayak izi kayada oyuk biçiminde bırakmış.

180620132650

Altta Heraklia Antik Kenti Üstte Kapıkırı Köyü aynı resimde görüldüğü gibi antik dönemden kalan duvar üstüne çamur – taş karışımı ev.

180620132651

Yüksekte Athena tapınağının binası görünüyor.

180620132652

Kısa bir gezinin ardında yola çıkıyoruz , kahvaltılık alış verişi Gölyaka da bakkaldan yaptıktan sonra ilerideki kahveye varıyoruz. Kahvaltılıklarımızı çıkarıp duble çaylarımızı ısmarlayıp bir güzel kahvaltı yapıyoruz. Kahveci de bize kendi yaptığı hurma zeytinden ikram ediyor.

Alper Güngör’ün dediği gibi  “Kahvaltının Mutlulukla Bir İlişkisi Olmalı” Masada üçümüz oturmuş durumda, masanın üstünde kahvaltılık malzemeler. Resmi çeken telefonu biraz titrettiğinden az bulanık çıkmışız.

180620132653

Kahveci çay ocağında odun ateşinde tavşan kanı gibi demlenen çayı bardaklara doldururken.

290620132976

Kahvecinin ilginç bir gülüşü var, eğer yolunuz buraya düşerse kahveciyi mutlaka güldürün. Tabi ki buraya kadar gelmeniz gerek. Güzelce bir kahvaltının ardından yola çıkma zamanı  geldi. Buralardaki yollardan hiç geçmediğimden yol durumunu bilmiyorum,  yol düz mü, yokuş var mı ? Artık ne çıkarsa bahtımıza. Bafa köyünden çıkıyoruz ve önümüze ilk rampa beliriyor, başlıyoruz tırmanmaya. Sıcak artmaya başlıyor, su içe içe tırmanırken arabanın biri yanımdan geçerken kornaya basıyor. Haliyle kim olduğunu çıkaramıyorum, araba az ilerde durup gelmemi bekliyor. Yanına varınca tanıyorum İzmir den bisikletçi bir arkadaşım Serdar. Selamlaşmadan sonra atla arabaya götüreyim diyor. Tabi ki ben kanmıyorum ona “arabadan in bisiklete bin” diyerek teklifini geri çeviriyorum. İş için Bodrum’a gidiyormuş. Uğurlar olsun diyerek yolumuza devam ediyoruz. Biraz daha tırmandıktan sonra Karacabel tüneline ulaşıyoruz. Tünel yeni yapılıyor, inşaat henüz tamamlanmamış.  Tünelin bir tanesi bitmiş, diğeri yapılıyor. Girişte tabelada yazan Karacabey tüneli 213 m.

180620132654

Bel deyince tırmanma da bitti bundan sonra iniş başlıyor, inişte bisikletlerimizi salıyoruz. 67 Km hıza ulaşıyorum, bu benim yeni hız rekorum. Önceki hız rekorum Belkahveden İzmir’e inişte 65 km hız yapmıştım. Bu hıza ulaşınca firenliyorum kendimi çünkü rüzgar sallamaya başlıyor, tehlikeye gerek yok. Düzlüğe inince karşımıza antik Euromos harabeleri beliriyor. Yolun solunda hemen girip bakıyoruz ki görevli ücretli deyince müze kartımın süresi dolmuştu biz de dışarından tapınağın muhteşem yapısının resimlerini çekmekle yetiniyoruz.

180620132655

Tapınağın uzun sütunları, kirişleri yüksekte tutuyor. Tam alttan çekiyorum sütunları.

180620132662

Sütunları yandan çekiyorum. Bu sütunlar dikine oyuklu yapılmış.

180620132660

Diğer yanda düz sütun üç tane, üstünde kiriş var. Daha önde bir sütun daha var ama sütun gibi yuvarlak değil. Sanki kirişi dikmişler gibi.

180620132661

Hazır tapınakta iken elçek resim çekiyorum üçümüzü. Hüseyin, ben ve İrfan yan yana. Gözlerimizde güneş gözlükleri takılı. Sütunlar yanda ve arkada.

180620132659

Kırık bir sütun parçasına yaslanıp resim çekiliyorum tapınak sütunları ile birlikte. Beni İrfan çekiyor.

180620132658

Aynı yerde bu kez ben İrfan’ı çekiyorum.

180620132657

Tapınağı tüm sütunları ile birlikte çekiyorum. Önde beş, yanda sekiz tane sütun var. Kirişler sağlam olarak sütunların üzerinde duruyor.

180620132656

Büyük sütunları ile ayakta kalmış tarihi eser az bulunur. Burada biraz oyalandıktan sonra yola devam ediyoruz. Bir süre gittikten sonra yol kenarında dut ağacı olan bir restoran  görüyoruz. Su da şarıl şarıl akıyor, hemen duruyoruz. Restoran sahibi yok, içeriye giriyoruz küçük bir havuza borudan su devamlı akıyor. Siyah dut ağacını şöyle bir silkeliyoruz ve düşen dutları toplayıp yıkıyoruz havuzda sonra afiyetle yiyoruz. Sularımızı tazeleyip dinlendikten sonra yola devam ediyoruz. Böylece Milas’a varıyoruz.

Milas giriş tabelasını çekiyorum. Tabelada Milas Nüfus : 54100

180620132664

Milas ta Karya bisiklet var sorarak nerede olduğunu öğreniyoruz. Ön lastiği yenilemem gerek. Sanayide olduğunu öğrenip oraya doğru devam ediyoruz. Sanayiye ulaşınca karnımız acıkıyor, bir lokantada duruyoruz. Canımız da kuru fasulye çekiyor, hemen ısmarlıyoruz. Gelen fasulye tabağını görseniz koca tabak içi fasulye dolu rahat doyarsınız. Bisiklet insanı bayağı acıktırıyor iştahı da kabarıyor yolda. Fasulyenin ardından az pilav yiyip anca karım doyuyor. Çaylarımızı içtikten sonra bisikletçiye gidiyoruz. Bisikletçi yok eşi bakıyor, telefonla çağırıyor eşini. Bize soğuk soda ısmarlıyor. Bir süre sonra bisikletçi gelip 28 inçlik dış lastik veriyor, hemen değiştiriyorum. Hoş beşten sonra yola çıkıyoruz.

Milas kasabası girişi, iki minareli bir cami sağda.

180620132665

Milas çıkışında Sağa giden yolu belirtir tabelada; Beçin, Ören. Altında da kahverengi zeminde Meçin kalesi 2, Keramos 42 kilometre yazılmış. Hüseyin ile çekiyorum tabelayı.

180620132666

Ufukta rampa görünüyor. Uzun mu uzun.

180620132667

Milas’tan sonra bir yokuş başlıyor akıllara zarar. Tam 9 km, yer yer yol yapım çalışmaları var. Ağır ağır çıkmaya başlıyoruz, hava iyice ısındı, asfalt yer yer erimiş. Zifte bulaşmadan kıyıdan gidiyorum yoksa lastiğe zift bulaştı mı hem zor çıkıyor hem de yolda ne denk gelirse taş, toprak, cam, diken ne varsa yapışıyor. Yokuş bitmek bilmiyor, suyumuz bitmek üzere. Tam bitmeye yakın yolu yapan işçilerden su istiyoruz, sağ olsunlar veriyorlar bir miktar su, onla idare ediyoruz. Benim 1.5 litrelik şişe de bitiyor, derken yokuş ta bitti nihayet. İniş başlıyor ve az ileride dinlenme yerine denk  geliyoruz. Çınarların altında kanalda su akıyor ve hemen 9 km çıkan ısınmış pistonları derede soğutmaya çalışıyorum.

Dere kıyısında masalar, sandalyeler. İki kişi oturmuş bir şeyler yiyor. Dere geniş, iki metre civarı. İki blok briket üstüne kalas üzerinde ben oturuyorum. Ayaklarım dere içinde. Dere geniş olduğu için su ayak bileklerime kadar anca geliyor.

180620132668

Pistonları soğuttuktan sonra bol bol duble çaylarımızı içiyoruz bisküvi ile. Sıcak havada harareti anca çay alır. Boş şişelerimizi su ile dolduruyoruz. Molayı bitirip yola çıktık. Yolun kıyısındaki emniyet şeridinde tek sıra gidiyoruz. Elçek ile kendimizi çekiyorum. Arkada İrfan ve Hüseyin.

180620132663

Bundan sonra Yatağan’a kadar tatlı tatlı iniş başlıyor. Güneş ufka dayandı, gölgelerimiz taş duvara vuruyor olduğu gibi. Üçümüzün yan yana gölgelerimizi çekiyorum duvarda.

180620132670

Yatağan’a yaklaşınca yol tek şeride düşüyor trafikte kalabalık olmaya başladı, kamyonlar vızır vızır. Burada termik santral var, tek bacasında duman çıkıyor. Tabelada; Yatağan Nüfus 18400 yazıyor. Tabelayı Hüseyin ile birlikte çekiyorum.

180620132671

Yatağan şehir merkezine doğru ilerliyoruz, hava kararmak üzere akşam oldu. Karnımız acıkmaya başladı, pilimiz de tükendi. Bakkalın birinden karpuz, peynir, ekmek alıp yan yolun kıyısında yiyoruz, karpuz kocaman 7 kg var ama öyle acıkmışız ki bir dilim kalıyor sadece, onu da Hüseyin naylon torbaya koyup bagajına bağlıyor. Karpuz peynir ekmeği yiyince kendimize geliyoruz ve Muğla’ya varmaya karar veriyoruz. Işıklarımızı yakıp gecenin serinliğinde pedal çevirerek Muğla’ya varıyoruz. Gecenin karanlığında Muğla tabelası Nüfus 62600 Rakım 625 yazıyor.

180620132674

Muğla’nın nüfusu bayağı azmış, gecenin ilerleyen saatlerinde şehrin merkezine varıyoruz. Şehrin parkında Gezi parkı  için platform oluşturmuşlar. Parktaki arkadaşlar bize çadır alanı olan parkı tarif ediyorlar. Biraz dinlenmek için dondurmacıda  oturup dondurma ile serinleyip  kalacağımız parka doğru gidiyoruz. Gece 12 de parka varınca uygun bir yer ararken Şafak Omaç’ın sesi geliyor Şafağın yanında diğer arkadaşları görüyoruz. Burada Ayşe Kuş ile tanışıyorum. Hoş geldin beş gittin muhabbetin ardından  çadırlarımızı kuruyoruz. Saat bir oldu ve yorgunluktan hemen uyuyoruz.

Horozlar bile sabah ötmesi için uykuya dalmışlar. Horoz kafesin üzerine tünemiş. Tüylerinin rengi sarı, kuyruğu ise siyah.

190620132675

Bu gün yaptığımız yol 104 Km civarı.

Bu günün yol haritası

Powered by Wikiloc