Etiket arşivi: keşan

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 6. Gün

5 Eylül 2014 Cuma

Keşan _ Çamlıca – Gökçetepe

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Işılda henüz yaşıyorken

gamı tasayı at bir kenara

yaşam dediğin böyle kısayken

ve her şey yenik düşerken zamana.”

Seikilos Ağıdı Sümer İlahisi

 

Öne çıkmış olan görsel, Orman içinde sola kıvrılan toprak yol yokuş olarak görülüyor.

050920148144

Keşan’a ikinci gelişim, iklim Egeye göre değişik olsa da Trakya insanının sıcaklığı bizleri etkiliyor. Bunun huzuru ile uyumanın keyfi bir başka oluyor benim için. Güneş doğmadan uyanıyorum, hava güzel, ortam güzel. Park güvenli, bisikletleri bile kilitlemedik. Çadırın içindeki eşyaları topluyorum. Kahvaltıdan önce hazır olmam gerek.

050920148133

Kimisi hala uyuyor, uzun yoldan gelenler var, kimisi de alkolü fazla abartmış. Çadırlardan homurtular gelmekte. İlkay kalkmış çadırını sökmeye başlamış bile.

050920148134

KUZ yüklenmiş hazır bekliyor, zaten her zaman hazır bekler.

050920148137

Kahvaltı dışarıda çorbacıda mercimek çorbası ile kahvaltıyı hallediyoruz. Üstüne bir kaç bardak çay ile tamamladım. Parka geri dönünce kayıt masasında muzurların yaptığı şaka ile karşılaştık. Sevgili Ergun Oskay için mezar taşı yapmışlar kayıt masasında para topluyorlar ruhu için. Gerçi Ergun şakadan anlayan biri yoksa böyle şaka mı olur, işte oluyor. Kayıt masasında kaydımı yaptırıp forma ve diğer eşyaları alıyorum. Ergun Oskay’ın mezar taşı kartona şöyle yazılmış; Ergun Oskay Ruhuna 3 – 5 birşeyler atın Dt: (MÖ) 022 Öt: (MS)  ∞

997064_10203437897603022_2498508223537559738_n

Hemen formamı giyerek GülAyşe ile bir resim çekiliyorum.

10551540_805136096205392_5338123156236784035_o

Sabah Kosova dan gelecek olan Yaşar Curci beni telefonla arıyor. Edirne’ye varmışlar, ne yapalım diye soruyor Yaşar. Ben de otobüse binip Keşan’a gelin diyorum, henüz erken 2 saatte gelirsiniz diyorum. Yaşar ve Engin Kosova dan Edirne’ye kadar bisiklet sürerek geldiler. Daha önce davet etmiştim Yaşar’ı Keşan Bisiklet festivaline. Yaşar da programını yaparak 6 gün önce Ergin ile yola çıkıp Edirne’ye varmışlar. Kayıtlar anca 11’e kadar devam ettiği için Yaşar ve Ergin otobüsle Keşan’a gelmişler. Beni birisinin telefonundan çaldırarak aradı ve arayan telefonu arayarak nerede olduklarını öğrendikten sonra gidip ikisini alıyorum. Hakan Eşme ile önceden konuşmuştuk Kosova dan gelecekler diye. Hakan da misafirimiz olurlar deyince gelmişlerdi. Üçümü birlikte çekiliyoruz.

050920148139

Saat 11:00 de kayıtlar bitince Festival başladı. İlk önce hep birlikte öğle yemeği için önceden belirlenmiş Değirmentepe otelinin bahçesine giderek masaları dolduruyoruz. 250 kişilik bir yemek yeniyor ve otel çalışanları böyle kalabalık yemeklere alışkın olmalılar ki arı gibi çalışarak kısa sürede yemek işini bitiriyorlar. Yemek yediğimiz masaları üstten çekiyorlar.

1610809_10203438189770326_7172497437353198088_n

Yemekten sonra Hasan Gemici parkına gelerek yola çıkmaya hazırlandık. Trafik polisleri de bize belli bir yere kadar eşlik edecek. Ortalık mahşer yeri gibi, çok kalabalığız. Hani derler ya iğne atsan yere düşmez, işte öyle. Her taraf bisikletçi ile dolmuş durumda. Keşan yılda bir kez bu ayda en kalabalık bisiklet grubunu görmekte.

050920148138

Ve tur başlıyor hayırlısıyla, Önde Hakan Eşme 250 kişilik grubu götürüyor Keşan sokaklarında.

10506702_805145556204446_7813934478040434638_o

Herkes toplandıktan sonra hareket ettik. Keşan caddeleri artık bir süre bizim. Geçişimiz sırasında halk bizi alkışlarla destekledi sürekli olarak.

050920148140

İlk önceleri hafif rampa ile Keşan caddelerinde ilerledik. Artık şehrin dış mahallesindeyiz.

050920148141

Keşan bitti, kırsal alandayız, önümüzde Koru dağları var. Bir süre daha tırmanacağız.

050920148142

Yavaş yavaş asfalt yol da bitmek üzere. Orman yolu başlıyor. Genç çam ağaçları yeni büyümekte, ileride orman olma yolunda.

050920148143

Artık iyice ormanın içinde toprak yoldayız, tırmanış hala devam ediyor. Bisiklet sürmenin zevkini böyle yollarda çıkarmaya çalışıyorum. Her pedal da temiz orman havasını ciğerlerime çektiğim için mutluyum. Orman içinde sola çıkan yokuş. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

050920148144

Daha önce yanıp yerine yeni yetişen orman eskisi gibi değil. Yangın yolları belli yerlerde bırakılmış. İtfaiye arabaları girip yangına daha çabuk ulaşsınlar diye ağaçlar parsellere ayrılmış. Ufukta tepenin üst kısmında yangın yolu görülüyor.

050920148145

Bazen yol ikiye ayrılsa da DOÇEK ekibi iyi çalışmış. Geride kalsak ta gideceğimiz yönü gösterir işaretler görmemiz olası. Taş üstüne kırmızı sprey boya ile bisiklet ve sola ok işareti yapılmış.

050920148146

Ok işaretleri gideceğimiz yönü göstermekte. İşaretler hep soldan solda gideceğimizi gösteriyor.

050920148147

Bazı yerler açıklık, geniş bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Yol mol da yok, öyle karabahtına gidiyoruz. Burada güzel futbol maçı yapılır.

050920148148

Bu ormanı ormancılar dikmiş. Ağaçların sıralı dikilmesinden belli oluyor. Doğal yetişmiş değil. Ağaçların dibinde çalı çırpı da yok.

050920148149

Bir taşın düz yüzeyi işaret için yeter de artar bile, bisiklet ve sağı gösterir ok işareti.

050920148150

Koru dağlarının yamaçları bazen dik, açılmış olan orman yolunda bir taraftan taş düşebilir. Diğer taraf ise uçurum. Gerçi bizi pek etkilemiyor bu durum.

050920148151

Bahçeköy de çay molası verdik. Kalabalık olduğumuzdan köyün kahvelerine dağılmak zorunda kaldık. Kahveler doldu taştı, oturacak yer bulmak bile mümkün değil. Kimimiz ayakta durmak zorunda kaldık, ne yapalım. Böyle idare edeceğiz.

050920148152

Ortalık bisiklet park yerine döndü. 250 den fazla bisiklet var.

050920148153

Çay molasının ardından tekrar yola çıkıyoruz. Yine ormanın içinde ilerliyoruz. Yol işaretleri bizi yönlendirmekte.

050920148154

Ok işaretini daha büyük ve daha görünür kılmak için  bir çok taşı bir araya getirip ilginç bir ok işareti meydana gelmiş. Yaratıcılığın sınırı yok ki!

050920148155

Buralar biraz daha yoğun ağaç bakımından. Gittikçe sıklaşıyor ağaçlar ve çalılar.

050920148156

Elbette olmazsa olmazlardan birisi lastik patlağı. Kimi arkadaşın lastiği patlıyor.  Yardımlaşarak patlakları onarmaya çalışıyorlar. Yardım gerekir mi diye soruyorum arkadaşlara. Onlar da gerekmez deyip teşekkür ediyor. Bu durumda yoluma devam ediyorum.

050920148157

Taşın olmadığı yerde ağaç gövdeleri işe yarıyor yönlendirme işaretleri için. Bu işaretler sayesinde yol kaybetmek diye bir şey olmaması gerek.

050920148158

Lastik patlakları devam ediyor orman boyunca. Şans işi, denk geldi mi gelir. Yanındaki geçer, sen dikene denk gelirsin. Lastik birden bire iniverir, belli olmaz. Bazen de küçük bir diken deler lastiği, hemen inmez. Bir süre gidersin farkında olmadan. Sonra lastik iyice iner, bisiklet neden ağırlaştı, neden gitmiyor diye düşünürsün. Sonra bir bakarsın ki lastik inmiş. Haydi, dur, lastiği sök, batan cismi ara, çıkar. Yedek varsa yama ile uğraşmadan hemen değiştirip pompa ile şişirip yola devam et. Yedek yoksa işin zor. patlak öyle kolay bulunmaz ki. Biraz tecrübeli olmak gerek bu durumlarda. Yedek lastiksiz ormanda gitmeyeceksin körü körüne. Ya yoksa herhangi bir şey yanında ! Haydi başkasından yardım iste. Zor bir durum. En iyisi zırhlı patlamayan lastik. Böyle ufak tefek dikenlerden etkilenmeden gidersin. Solda lastik patlağı ile uğraşanlar.

050920148159

İşaretler, işaretler… Bu aralar hep sağdan.

050920148160

Motorize ekip en son adamı bekliyor yol ayırımında. İşaretler olsa da bazıları işaretleri görmeden de yanlış yola sapınca motorlu ekip durumu kurtarıyor.

050920148161

Gökçetepe’ye inmeden karpuz molası veriyoruz. İyi oluyor karpuz, serinledik biraz. O kadar dağları aştık ta geldik. Enerji depoladık böylece.

10582972_10152509318994681_6253545610942726933_o

Koru dağlarının zirvesine çıktıktan sonra güzel bir iniş ile Gökçetepe köyüne varıyoruz. Oradan devamla deniz kıyısına kamp alanına geliyoruz. Kamp alanının giriş yeri.

050920148162

Sahil komple kapatılıp bir işletmeye verilmiş. Biz ücret vermeden giriyoruz içeriye..  Önceden gelenler kamp malzemelerini araçtan alıp çadırlarını kurmuş bile. Kimisi de araç ile direk buraya gelip kamp atmış bile. Ben kendi yükümü kendim taşıdığım için uygun bir yere çadırımı kuracağım.

Çadırı kurup eşyalarımı çadırın içine yerleştiriyorum. Ardından deniz şortumu giyerek denize girip serinleme vakti. Denize girmek iyi geliyor. Yorgunluğumu böylece çıkarmış oluyorum. Denizden sonra duşumu alıp kurulandıktan sonra giyinerek yemek zamanını beklemeye koyulduk. Akşam 19:00 da yemek dağıtımı başladı. 250 kişi olunca uzun bir kuyruk oluşuyor. Kimse bu durumdan rahatsız değil. Yemek sırası gelesiye kadar etrafımdaki arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Sıranın bize nasıl geldiğini anlayamıyoruz bile. Kosova dan gelen Engin ve Yaşar yol maceralarını anlatıyor heyecanla. Bu ilk uzun turu olmasına rağmen hoşlarına gitmiş, yüzlerinden belli.

10628452_10203438278772551_4989778032879633966_n

Yemekten sonra Hakan Eşme katılanlara teşekkür konuşması yapıyor. Masalarda oturarak bol bol sohbet ederek yatasıya kadar eğleniyoruz. Fazla geç demeyeyim de 12 oldu bile. Çadıra gelip yatıyorum, etrafta konuşmalar bir süre uyumama engel olsa da bir süre sonra güzel bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 35 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

3. Keşan Dağ Bisiklet Festivali 5. Gün

4 Eylül 2014 Perşembe

Gelibolu – Bolayır – Keşan

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Geçiyorum denizin geçtiği yerlerden,

Bu fersah fersah su

Sevdalım olur benim

Şahitlik ediyor zamana

Yanık tenim

Evler sıralı boncuk boynumda

Gurbet gerdanımda bir yalan.

Çiğdem Baydar

 

Öne çıkmış olan görsel, çadırımın içinde Marmara denizinde sabahın erken vakitleri Önde bir ağaç var. Güzel bir uykunun ardından dinlenmiş olarak kalkıyorum deniz manzaralı çadırımdan. Güneşin doğduğu yerde bulutlar var, ufukta ışıkları belli oldu.  Bulutlar biraz geciktirecek güneşin ışıklarını anlaşılan.  Güneş henüz doğmamış, benim kalkmamı bekliyor.

040920148059

Çadırdan çıkmadan güneşin çıkmasını bekledim bulutların arasından. Ve sonunda güneş yüzünü gösterdi tüm görkemiyle. Hava neredeyse durgun, deniz hafif çalkantılı. Marmara denizi sakinliğini koruyor.

040920148061

Güneş bulutun üstünde kendini gösterince digital zoom ile yakınlaştırıp çekiyorum.

040920148062

Çadırı kurduğum yer, gün ışığında güzel görünüyor. Burada her zaman kamp atabilirsiniz. Duvar örülü iki kademeli olan yerde birinci kademede kurmuştum çadırı. Alanı da tam bir çadır boyunda. Arkada tuvalet, yanda da büfe, önü kumsal ve deniz.

040920148063

Kumsal ince kumu ile harika bir görüntü oluşturmuş. Belediye her sabah traktör ile kumsalı düzeltiyor. Kumsal el ayak değmemiş oluyor. Kumsalın resmini çekerken köpeğini gezdiren biri ile tanışıyorum; Hüseyin Şahin. Biraz sohbet ederken bisiklet söz konusu olunca aslında facebook ta birbirimizi tanıdığımızı fark ettik. Hüseyin bisiklet gezgini ve Avrupa da, Asya da turlar yapmış birisi. Şafak’ı, Selim’i tanıyor, Gelibolu küçük bir kasaba değil ama bisikletten diye tahmin ediyorum. Sonradan öğrendim ki mahalle arkadaşları imişler. Selim işe giderken uğruyor yanıma arabası ile. Bana iyi yolculuklar dileyerek iş yerine doğru gidiyor. Şafak gelesiye kadar sohbet ediyoruz Hüseyin ile.

040920148064

Şafak geldikten sonra kahvaltı yapmak için kahveye doğru yola çıktık.  Yolumuzda açık hava müzesi durumunda olan Dumlupınar denizaltısının kalıntıları ile karşılaşıyoruz. 1953 yılında bir gemi ile çarpıştıktan sonra batmış Dumlupınar denizaltısı. Camekan içinde Dumlupınar denizaltısının resmi, Altında; Dumlupınar, 4 Nisan 1953 tarihinde Çanakkale Nara burnunda İsveç bandıralı Nabalant gemisi ile çarpışma sonucunda batmıştır. Subay 7, Astsubay 35, 39 er şehit olmuşlardır.

040920148065

Dumlupınar denizaltısının anıtı. Benzer denizaltı dük olarak batarken, kuyruğu havada.

040920148066

Radar anteni sergileniyor batık yanında.

040920148067

Dumlupınar denizaltısının maketi.

040920148068

İki tane denizaltı torpili.

040920148069

Açık hava müzesinden sonra üzerinde Gelibolu feneri olan falezler geliyor. Hava şartlarından ilginç bir şekil oluşturmuş falezler.

040920148072

Falezler kumdan oluşmuş, girintili çıkıntılı şekiller oluşmuş.

040920148073

Falezlerin bitiminde Çilehane çıkıyor karşımıza. Tabelada yazdığına göre:

Çilehane

Tasavvuf yoluna girenlerin manevi olgunluğa ulaşmak için insanlardan ayrılıp küçük bir odada yalnız Allah’ı düşünmek, ona ibadet etmek, onun isimlerini anmak, susmak, az yemek yemek, az içmek gibi uygulamalar ile zihnin Allah düşüncesine yoğunlaşma yeteneği elde etmesinin sağladığı bilinmektedir. Bu uygulamanın temelinde Peygamber Efendimizin S.A.V. peygamberlik gelmeden önce Hira mağarası’nda bir süre insanlardan uzak kalması, yine onun Ramazan ayı’nın son 10 gününde itifaka çekilmesi esas alınmıştır. Yazıcızade Mehmet efendi, çilehanede iken rüyasında peygamber efendimizi gördüğünü ve kendisinden onu anlatan bir eser yazmasını istediğini belirterek 7 (Yedi) yılda “Muhammediyye” adlı eserini 1449 yılında burada yazılmıştır.

040920148074

Bisikletleri sokak kıyısına bırakıp Çilehane bahçesine giriyoruz.

040920148075

Kayalara oyulmuş Çilehane odaları iç içe iki oda olarak yapılmış. İçerisi rutubet kokuyor kimse oturmadığı için.

040920148076

Esas Çilehane odası burası. Parmaklıkla kapatılmış, içeri kimse girmesin diye. Ayakta durulmayacak kadar alçak, ancak bir kişinin sığabileceği kadar genişlikte kayaya oyulmuş bir oda.

040920148077

Çilehane ziyaretimiz bittikten sonra kahvaltıyı karşıda kahvede yaptıktan sonra biraz sert bir yokuştan falezlerin üzerine çıkıyoruz. Gelibolu tarih kokuyor, her tarafta tarihi binalar, yerler, yapılar görmek olası. Falezlerin üstüne çıktıktan sonra Bayraklı Baba türbesini ziyaret ediyoruz.

Bayraklı Baba

Asıl adı Karacabey olan Bayraklı Baba, Yıldırım Beyazıt döneminde Osmanlı ordusunda sancaktar olarak görev yapmıştır. Ankara savaşı’nda Timur yenilgisinden sonra Emir Süleyman saflarında yer almıştır. Ankara savaşında ordunun sol kanat komutanı olan Süleyman çelebi yenilgiden sonra Çandarlı Ali paşa ile Rumeli’ye doğru çekilmiştir. Ağustos 1402’de Gelibolu’ya Venedik ve Ceneviz gemileri, O’nu ve askerlerini Rumeli yakasına taşımış, Edirne’ye giderek tahta oturmuştur. 1410 yılında yapılan bir savaşta etrafı düşmen askerlerince çevrilen Karacabey, taşıdığı sancağın düşman eline geçmemesi için parçalayarak yutar. Yaralı olarak bulunduğunda, kendisine taşıdığı sancak sorulur. Arkadaşları anlattıklarına inanmayınca palasıyla karnını yarar ve midesindeki kanlı sancak parçalarını gösterir. “Kıyamete kadar üzerimden bayrak eksik etmeyin” der. Gerçeği ispatlamanın huzuru ile ruhunu teslim eder.

040920148078

Bayraklı Baba türbesi bayraklarla donanmış, içerisi dışardan görünmüyor.

040920148079

Türbenin içine girerek anca mezarı görüyorum. Ruhuna bir Fatiha okudum burada yatan Karacabey’e. Bayraktar olan Karacabey, sancağı vermemek için parçalayıp yutmuş ve sancağı soranlara karnını yarıp sancak parçalarını göstererek ispat ettikten sonra şehit olmuş. Türklerin Şaman inanışından gelen adet üzerine türbeye gelenler Türk bayrağı satın alıp türbeye asarak dilek ortamına çevirmişiler. Anlayacağınız iş çığırından çıkmış başka yöne kaymış olan biten tarih. İşin sevindirici tarafı mezar bayraklardan görünmüyor.

040920148080

Bayraklı Babanın türbesinin bahçesinde güzel beyaz çiçekler de görselliğe renk katıyor asil rengi ile. Gramafon çiçeği.

040920148081

Osmanlı mezar taşları nerden getirmişlerse bahçe duvarının bir köşesine konulmuş öylece duruyorlar.

040920148082

Bahçede salyangozlar da boş durmuyor, yavaş hareketlerle olmadık yerlerde dolaşıyor. Mermerde salyangoz hedefine gidiyor.

040920148083

Hamzakoy kumsalı, falezlerin üstünden harika görünüyor.

040920148084

Fransız mezarlığı, Kırım savaşında ölenleri Osmanlılar zamanında Fransa’ya kadar götürmemiş buraya gömmüş ölülerini. Fransa’nın sömürgeciliği işte burada. Kendine toprak elde etmek için yaptığı bir uygulama. Osmanlı bitmiş Türkiye Cumhuriyeti kuruşmuş ama mezarlık kaldırılamıyor. Mezarlığı kaldırmaya kalktın mı kendi topraklarına saldırıldığını sayarak savaş ilan ederim diyor Fransa.

040920148085

Dumlupınar denizaltı batığı açık hava müzesi. Marmara denizi ve geçen yük gemileri.

040920148086

Elbette buraya İnsan eli değmemiş. Bazı kendini insan sananlar akşam gelip içmişler…. Gerisini siz getirin artık ortalık çöp dolu.

040920148087

Gelibolu Feneri

Çanakkale boğaz girişini kontrol edebilecek konumda bulunan Gelibolu Feneri denizden 50 metre yükseklik bulunuyor. Kâgir bina olarak inşa edilen ve 25 metre yüksekliğe sahip kulesinden çakan ışığı, 19 deniz mili uzaklıktan görülebiliyor. Osmanlı İmparatorluğu dönemi 1856 yılından bu yana görev yapan fenerin bulunduğu görkemli panoramaya sahip burun park olarak düzenlenmiş.

040920148088

Fenerden sonra az ileride Namazgah var. Namazgahı ziyaret ediyoruz.

Namazgah (Azepler camii)

1407 yılında Beşeroğlu İskender bey tarafından yaptırılmıştır. Sefere çıkan azep erlerinin (Denizci savaş eri) topluca namaz kılmaları için yaptırılmıştır. Sayısı az olan açık hava camiinin en önemli örneğidir. Mihrabı bir niş içindedir. Ladikli Süleyman oğlu aşık tarafından yaptırılan Rumi yazıtlı kapısı vardır. Osmanlı donanmasının savaş gemileri sefere çıkmadan önce Hamzakoyda toplanır ve hazırlıklarını burada yapardı.

040920148089

Yaz boyu Ramazan ayında teravi namazları burada kılınıyor. Namazgah küçük bir avlu şeklinde, kenarları bir sıra taş örülmüş. Girişinde kapı var. İmamın durduğu mihrap tarafı duvar olarak yapılmış, Sağda minber, kapısı, merdiveni ve kubbeli bölümü ile dikkati çekiyor. Solda ise kürsüye (vaaz verilen yer) merdiven ile çıkılıyor.

040920148090

Falezlerin üzerinde Çanakkale boğazı girişi manzarasında Şafak benim bir resmimi çekiyor. Hemen hemen aynı bölgede 5 ayrı tarihi yapı var. Hepsi de başka özellik taşıması ve falez üzerinde olması gezenler için bulunması imkansız bir yer. Aslında daha çok tarihi bina, yapı var çevrede. Hepsini gezmeye zamanım yok. Şafak buralı olduğundan önemli yerleri dar alanda hızlıca gezmemi sağladı.

040920148094

Hallac-ı Mansur türbesi. Kare bina üstünde altı köşe çatı ve kubbesi var.

040920148095

Gelibolu da sağlam kalan tek burç, iç limanın başında heybetli duruşu ile geçmişten kalmış. Restore edilerek Deniz müzesi olarak kullanılmakta.

040920148097

İç liman kapalı, sadece kayıklara ev sahipliği yapıyor. Eski zamanlarda normal savaş gemileri koruma yeri olarak kullanılıyormuş. Şimdi yolda köprü yapılınca anca küçük kayıklar girebiliyor.

040920148098

Gelibolu’nun her tarafı tarihi eserlerle dolu. Adeta açık bir müze gibi, iç limanın yanında mermer bir lahit meydanın yeşil alanında sergileniyor. Erkek mezarı olarak yapılan bu lahit biraz zengin, üst tabakasına ait olmalı. Mermerden yapılması bunun kanıtı. Fakir halkın böyle bir mezar yaptırmasına imkanı yok. Lahit kapağında haç var. Bu kapak lahite ait değil, başka yerden getirilip buraya konmuş.

040920148099

İç limanın başka bir açıdan resmi, burç ile beraber.

040920148100

İç limana giriş yeri.

040920148101

Şafak ile beraber burç ve iç limanda resim çekerken birisi “Urim Baba” diye seslenince bir baktım İlkay Celal Genç karşımda bisikleti ile duruyor. İlkay ile kucaklaşıyoruz hasretle. İlkay ile Az bilinen antik kentler turunun son gününde tanımıştım. Burada karşılaşmamız beni şaşırttığı kadar sevindirdi de. Hoş beşten sonra bir resim çekiliyoruz birlikte. Antalya dan otobüsle buraya gelmiş. Buradan Keşan’a pedallayacakmış. Desenize yine yalnız yolculuk yapamayacağım. Şafak ikimizi yan yana çekiyor bisikletlerimiz ile.

040920148103

Üçümüz beraber resim çekiliyoruz elçek ile. Arkada iç liman ve burç.

040920148106

Bisikletimin yanına gelince arka tekerlekte bir jant teli kırılmış. Bu teli değiştirmemiz gerek diyerek Şafak bizi bisiklet tamircisine götürüyor. Gelibolu sokaklarında ilerliyoruz.

040920148107

Gelibolu her yeri tarihi eser  dedim ya her taraftan değişik tarihi binalar çıkıyor. Bunlardan biri de iki katlı ahşap bina. İçi boş, kimse oturmuyor.

040920148108

Bisikletçi tamirci dükkanına varıyoruz ama dükkan kapalı. Çırağı da gelmiş dükkanın önünde ustasının gelmesini bekliyordu. Ustanın da ne zaman geleceği belli değil. Yola çıkmamız gerek, tarihi yerleri gezelim derken zaman geçmişti. Bagaj çantalarımı ve yükümü indiriyorum ve tekerleği çıkarıp kaset dişlisini söktüm. Ardından kırık olan teli çıkarıp yedek teli takarak tekerleği yerine taktım. Jant ayarını yaptıktan sonra yola çıkmaya hazırdı KUZ. Kendi işini kendi yapmalı insan, her türlü bisiklet onarımı için takım ve gerekli olacak parça da var. Bisiklet tamircisi gelmese de olur.

040920148109

Bisikletimin onarımı bittikten sonra yola çıkmağa hazırız deyip Şafak’ın kılavuzluğunda ara sokaklardan Keşan yoluna doğru ilerlemeye başladık. Ara sokaklarda bile tarihi eserler görmek olası. Taş bina iki katlı, çatısı yok üstünde.

040920148110

Hepsinin ayrı bir yapısı, ayrı bir dokusu var. Bu cami de onlardan biri. Bildiğimiz kubbeli değil, normal evlerdeki gibi kiremitli çatısı var.

040920148111

Caminin çeşmesinden su şileleri dolduruyoruz. Çeşme duvarda iki derin kemerli niş içinde. İlkay sularını doldururken.

040920148112

Şehirden çıkmadan önce marketin birinden yol için erzak alıyoruz. Ne olur ne olmaz diyerek. Şafak şehrin çıkışına kadar bize eşlik ediyor. Artık vedalaşma zamanı deyip Şafak ile vedalaşıyorum. Şafak iyi ve uyumlu bir yol arkadaşı, hem rota konusunda uzman hem de turcunun konaklayacağı kamp yerleri bulmada tecrübeli. Ben sadece onu takip ettim ve çok güzel dört gün geçirdik. Muhabbetimiz hep uyum içinde, hiç bir tartışma konusu da olmadı aramızda. Benim için kendi turunu ileri bir tarihe atarak beraber Gelibolu’ya kadar geldik. Çok teşekkür ederim yol dostum, arkadaşım, kardeşim. Mükemmel insan. Şafak ile vedalaştıktan sonra İlkay ile şehirden ayrılıp Keşan yoluna çıkarak ilerlemeye başladık.

Bu sabah tarihi yaşadım Gelibolu da. Sağımızda Marmara denizi göründü.

040920148114

İlkay bazen önde, bazen de arkamda yolun emniyet şeridinde gidiyoruz. İlkay cep telefonu kullanmıyor ve benden uzaklaşmadan bisiklet sürmekte.

040920148115

Bolayır yol ayrımına vardık, Bolayır biraz yukarıda olduğu için uğramadan geçeceğiz. Tabelada düz olarak; Keşan, Edirne, İstanbul, sağa doğru; Bolayır ve kahverengi zemine Gazi Süleyman paşa türbesi yazılmış.

040920148116

Bolayır yüksekte, koyu ağaçların olduğu yerde Namık Kemal ve Gazi Süleyman Paşa mezarı var. Geçmiş yılda girip görmüştüm. Trakya da en çok ayçiçeği tarlası görebilirsiniz.

040920148117

Geçen yıl buradan geçerken yolun bazı kısımları yapım aşamasındaydı. Bazı yerler de yeni asfalt dökülüyordu. Yol bitmiş durumda ve kaymak gibi asfaltta gidiyoruz. Hızımız yüksek kaymak gibi yolda.

040920148118

Düzlük bitmeden uygun bir yerde öğle yemeği molası verdik. Koru dağlarına çıkmadan önce enerji almamız gerek. Yol kıyısında pek uygun bir yer bulunmuyor, küçük ağaçlar olan bir yeri zar zor bulduk. Hava sıcak, güneş altında yemek pişiremezsin, dinlenemezsin bile. Gölgede makarna pişirerek içine ton balığı takviyesi ile güzelce karnımızı doyuruyoruz İlkay ile. Yemek molasını fazla uzatmadan yola çıkıyoruz. Koru dağları tırmanışımız başladı bile. Yol kıyısında çam ağaçları, aşağıda tarlalar ve Ege denizi.

040920148121

Saroz körfezi görünmeye başladı yükseldikçe. Denizde, sahile yakın iki adacık görünüyor.

040920148122

Tam yokuşa vurmuştuk ağır ağır çıkmaya çalışırken Çanakkale den İhsan Beceren arkamızdan gelerek bize yetişti. İhsan da bizimle beraber Keşan’a kadar gelecek. Yolun karşı tarafından arkadaşları bisikletleriyle çekiyorum.

040920148123

Koru dağı zirvesine gelmeden önce sağda dinlenme tesislerinde bir çay molası vermeden geçmek olmaz. Burası araçların uğrak yeri, çay, kahve, yiyecek, ne ararsan var.

040920148124

Koru dağı zirvesini gördük sonunda. Geçen yıl hem yol çalışması vardı hem de tabelası eskiydi. Şimdi ise yol bitmiş, tabela yenilenmiş. KUZ’un resmini çekmeden olmaz. Tabelada; Korudağ Rakım; 350 yazılmış.

040920148125

Edirne il sınırına girdik, bundan sonra Trakyalıyız beeaa.

040920148126

Koru dağları inişi başladı, yeşil çayırlıklarda koyun sürüsü tek sıra giderken dikkatimi çekti. Uzaktan hoş bir görüntü oluşturmuş. Eylül olmasına rağmen burada iklim değiştiği için çayırdaki otlar yemyeşil.

040920148127

Keşan’a az bir mesafede İlkay’ın lastiği patladı. Herhalde sert bir cisim battı. Yoksa patlamaz lastik vardı, kolayca patlamayan cinsten. Bazen denk geldi mi denk geliyor, illa patlayacak. İhsan ve İlkay beraber lastiği söküp yama yaparak işi hallediyor. Ben sadece resimlerini çekmekle yetindim. İkisi de lastik tamiri konusunda acemi biraz.

040920148128

Havanın nereden kaçtığını bulmaya çalışıyorlar.

040920148129

Sonunda deliği bulup yamamaya başladı İlkay.

040920148130

Lastik tamirinden sonra yola devam ederek Keşan’a vardık. Hava karardı, karanlıkta ışıklarımızı yakarak daha önceden bildiğim kamp yeri olan parkı bularak içine girdik. İşte bundan sonra curcuna başladı. Keşanlı dostlar sıcak karşıladı, beni gören hoş geldin Urim Baba diyerek kucaklıyor. Buluşma uzun sürdü, parkın içinde daha önce gelmiş arkadaşlarla resim çekiliyoruz.

10533431_10203437876882504_4888575640257408132_n

En sonunda bazılarının minik civciv dediği, benim ise GülAyşe dediğim Ayşegül bana posta ile yolladığı davetiye henüz ulaşmadığı için elden almaya geldiğimden GülAyşe bana ikinci davetiyeyi elinden sunuyor. Ben de büyük bir mutlulukla davetiyeyi kabul ederek alıyorum GülAyşenin elinden.

GülAyşe bana yeni bir fikir verdi davetiyede yazdığı yazıda. Benim adım soyadım Urim Babacan, GülAyşe bunu bir üst virgülle bambaşka bir duruma getirmiş. Hem de bana uygun olarak. Bisiklet camiasında beni herkes Urim Baba olarak tanır. Dostluğum da CAN dandır. GülAyşe Babacan keliemsini can olan kısmına ‘ koyarak Urim Baba’CAN olarak yapınca beni ben yapan özelliğim yazıya dökülmüştü. Gençler iyi fikirler üretmede olağan üstü olduklarını kabul etmişimdir her zaman.

Abe yaşayasın kızçe, yaşayasın GülAyşe. Eep gülesin, gülücüklerin eekssik olmasın… Elimde davetiyeyi GülAyşe den alırken bizi çekiyorlar.

040920148131

DOÇEK kutlaması yapıyoruz pasta ile. Mumlar yandı, 21. yaş gününü kutluyoruz DOÇEK’in. Hep beraber mumları üfleyerek sonsuz yaş günler diledik hep beraber. DOÇEK’in amblemi orfoz balığı pastanın üzerine resmedilmiş. Mumlar yanıyor pastanın üzerinde.

050920148132

DOÇEK başkanı Hakan Eşme pastayı kesiyor ilk önce. Ben ise pastaya dalmaya hazırım. DOÇEK başkanı Hakan Eşme pastayı keserken.

10665121_10203438020086084_97899332848316677_n

Pastaya dalmaya hazır, ağzını açmış olarak bekleyen Rahman’ı zor zaptediyoruz. İlk önce Urim Baba olarak tadına bakmam gerek diye parmağımı daldırıyorum pastaya. Pasta yumuşaktı, parmak hiç zorlanmadan, boya bırakmadan içine girerek kalitesini göstermişti. Pasta ilk testi başarı ile geçti. Bakalım tadı nasıl?

10653337_10203438021446118_2493717193075572633_n

Parmağımda pastanın bir parçası alınmış olarak ağzıma götürüyorum. Mmmm tadı iyi, ağızda dağılıyor. Sanki Saroz körfezi kokusu vardı tadında. Yenebilir diye onay veriyorum dedikten sonra daha kesilmesini beklemeden millet daldı pastaya. 5 dakikada pastadan eser kalmamıştı. Rahman yanaşamadan pasta bitti bile.

10556406_10203438022526145_4650620553668704236_n

Pasta kutlamasının ardından çadırları kurup eşyaları içine yerleştiriyorum. Ardından bahçe hortumu ile güzelce bir duş aldım. Ohh kendime geldim. Daha sonra masalara oturarak kahve pişirip sohbete daldık. Her zaman görmediğim dostlarla birlikte olmak, sohbet etmenin tadına doyum olmuyor. Fazla geç olmadan çadırlara girip yatma zamanı gelince yatıyoruz. Dostları tekrar görmenin huzuru içindeyim

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 74 Kilometre civarı. Gelibolu içinde dolaştığım Kilometre hariç.

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

UrimBaba’nın Kahvesi

      urimbaba’nın Kahvesi

Atalarımız ne demiş kahve konusunda? herkes bilir ki ;

      “Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır”

      ” Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül sohbet ister, kahve bahane. “

 

Göçmen olmak sonradan gelen bir şey değil. Göçmen olmak hücrene sinmiş bir şeydir. İnsanın içinde varsa gitmesine izin vermezsen ruhu firaridir. Kapar gözünü nerelere gider, kimse engel olamaz. Göz açıp kapayıncaya kadar dağın tepesine de çıkar, denizin dibine de iner.

Evet Keşan’da Şahit oldum Dağın tepesine de çıktı yangın kulesinde kahvesini yaptı paylaştı yoldaşlarıyla. Çekilişte dalış çıktı, denizin dibini gördü.

Urim baba senelerce fabrikada çalışmış ruhunu uçurmuş. Emekli olunca Kanatları Saçları vesaiti bisikleti olmuş.

Göçmen insan yolun halini bilir paylaşır.

Urim Baba paylaşır, kahvesini paylaşır, yazar tecrübesini paylaşır, anlatır bilgisini paylaşır. Etrafına toplananlarla dostluk paylaşır.

Şimdilerde Urim Baba’nın kahvesi diye bir Akım var. E Adam göçmen bi yere ait olamaz. Başka Kahvecilere de benzemez. Sabit bi yerde değil, göçücü bir kahve. İçtiğin kahvenin parasını da ödemek yasak. İnsanlar güzel muhabbetler etmeli, negatife, Agresife yer yok.

Urim Baba’nın gezgin kahvesi kaç kırk yıl hatırın var?-daha olacak?- Urim Baba’nın gezgin kahvesi kaç muhabbete tanışmaya dostluğa tanıklık ettin? -edeceksin?-

Urim babam kahve kokusu can kokusu, dost kokusu, muhabbet kokusu…

Urim Baba’nın dervişin çorbası gibi, etrafına topladığı dostlara elleriyle yaptığı sunduğu kahve hiç bitmesin…..

esmaeseraçıkgöz

 

Öne çıkmış olan görsel, teknede kahve ,çerken,. Elimde fincan, denize bakıyorum. Başımda mavi buff, masada kamp ocağım ve cezve duruyor.

59

Kahve köpüğü ilk yudumda ay – yıldız şekli olmuş. Tabakta ısırılmış çikolata parçası.

94

Kahve bulunduğundan beri insanlara en keyif veren içeceklerin başında gelir. Kahvenin aroması ve içerken ağızda bıraktığı tatlı bir tat insanların muhabbetine tatlı, yumuşak bir etki bırakıyor. Uyarıcı etkisi ile konuşurken kullanılan kelimeler beyin süzgecinden geçip te dilin ucuna gelince karşısındakini incitmeyecek biçimde çıkıyor. Duru sözlerle yapılan muhabbet daha verimli olunca öfke, sinir, kavga, kötü düşünce yerine hoşgörü, anlayış ve saygıya bırakıyor yerini.

Bisiklete binmeye başladıktan sonra çadırlı kamplarımda çay ve kahve içebilmek için yanımda çaydanlık, çay bardağı, cezve, fincan taşımaya başladım. Keyfim her yerde yanımda olmalıydı. Çay iyi güzel de demlenmesi ve cam bardakları kırmadan taşınması biraz sorun oluşturuyor. İlk zamanlarda  çay bardakları birer ikişer kırılmaya başlayınca kahve fincanlarına gün doğdu. Fincanlar darbelere daha dayanıklı ve daha küçük boyutta olduğu için saklama kabında kırılmadan çantamda daha uzun yol gidebiliyorlardı. Her turda yeni tecrübelerle sadece kahve takımını yanımda taşımaya başladım. Çay için cam bardak taşımaya gerek yoktu. Uzun turlarda yanıma çaydanlığı alıp çayımı demleyip su bardağımla çay içiyorum.

Artık her gün çantamda yeri var kahve takımının. Sadece kahve ve şeker bitiminde ilave yapıyorum. Bakır cezvem 4 fincanlık, onun için dört fincan var yanımda. Kahveyi yaparken yanımda şanslı olan üç kişi kahve içebilir. Gerçi dört kişiden fazla olunca tekrar kahve yapıyorum arkadaşlara. Onların da canı çeker değil mi?

Yıllar önce saz kursuna giderken Aşık Garip kitabını okumuştum. Sonu kavuşma ile biten halk destanı olarak bilinir. Aşık Garip Şah Seneme aşık olmuştur, babası yüklü miktarda başlık isteyince para kazanmak için gurbete gider. Aşıklık yapmaya çalışır fakat beceremez ilk başla. Tanrıya yakarışları sonucu bir gece rüyasında Hızır girerek Aşk şerbetini içirince yakarışları kabul olur. Başlar Aşıklık etmeye sazı ve sözü ile. Bunun için bir aşık kahvesi açar ve kahve satarak para kazanmaya başlar. Ünü giderek yayılır Aşık Garip’in, aşıklar gelip atışmaya başlar kahvede. Ama Aşık Garip hepsini susturur tatlı sözleri ve sazın tınısıyla. Bir gün bir haber gelir, Şah Senem başkasıyla evlenecek diye. Hızır yardımıyla düğünden 3 gün önce vararak Şah Senem’i alıp evlenir. Yaşanmış bu destandan Aşık Garip’in kahvesinden etkilenmiştim o zaman. Onun gibi bir kahve açma hayallerim başlamıştı.

İlk başta kahve pişirmek için ocak gerekli. İlk ocağım içinde LPG olan küçük, delinip bir defa kullanılan ocak almıştım. LPG tankları hem küçük hem de pahalıydı. Aynı zamanda tekrar dolduramıyordum. Bir süre o ocağı kullandım ama verimli olmadığı için başka arayışlardayım aynı zamanda. Zaten büyük boyutlu olduğu için bagaj çantamda epey yer kaplıyordu. Aşağıda kamp tüpü görünüyor.

2

Benim gibi kamp yapan bir arkadaşta ispirto ocağı görünce bu olabilir deyip ocağı incelemeye başladım. Yaklaşık olarak ölçülerini alarak benzerini yapabilirdim. Bacanağımın çalıştığı torna atölyesinde ölçüleri vererek iç içe geçen iki borudan bir tane ocak yaptık. Ocak bitince deliklerini 1 mm matkap ucu ile dikkatli bir biçimde deldim. 1 mm uç çok ince olunca hassas delmeli. Yoksa matkap ucunu kırabilirsin. Neyse ocak bitti ve ilk kahveyi pişirmeye başladım.

3

Mavi ispirto haznenin içine konulduktan sonra ispirtoyu çakmakla yakıyorum. İspirto yanarken ilk başla deliklerden alev çıkmaz. Demir  Demir haznenin ısınıp ispirtonun kaynaması gerek. Kaynama derecesi 78 OC . İspirto kaynayıp buharlaşmaya başladığında deliklerden çıkan buhar mavi bir renkte yanmaya başlar. Benim yaptırdığım ocağın alevi orijinal ispirto ocağından farkı iç haznesi biraz fazla olduğundan alev kararlı yanıyor. Orijinal ispirto ocağının iç çeperi dar olduğundan alev bir artıyor bir azalıyor, yani kararlı yanmıyor. Ocağın deliklerinden alev çıkmadan üzerine bir şey konmamalı yoksa ocak söner. Alevler deliklerden yanmaya başlayınca cezve ocağa sürülüp pişirilmeye başlanır. Cezve ocağın üstünde, dört tane boş fincan dizili masanın üstünde.

4

İspirtoyu ocağa koyup kahve pişesiye kadar geçen zamanı ölçtüm tam 7 dakikada kahve fincanlara doluyor. Benim için iyi bir zaman. İspirto ocağı iyi, verimli ama ispirto her yerde bulunmuyor ve İzmir dışında pahalı. Neredeyse 3 katı pahalı satılan ispirto da çantada şişede taşıması zor ve yer kaplıyor. Ayrıca ispirto dağlarda, yüksek rakımlarda pek verimli değil, kaynama noktasına uzun sürede ulaşıyor. Araştırmalarım devam ediyor ocak konusunda.

Aslında en güzeli odun közünde pişen kahve. Yapabilirseniz közde pişirmenin tadı hiç bir şekilde olmuyor. Bunun nedeni de odunun doğal olmasından kaynaklanıyor bence. Diğer ocak türlerinin yakıtları insan yapımı. İspirto, LPG gaz, benzin gibi yakıtlar kimyasal değişimlerle oluşmuş. Buradan elde edilen ısı odun közündeki gibi ısı değil. Bu fark pişen kahvenin tadına yansıyor. Yavaş pişen kahvenin tadına doyum olmaz.

5

Artık kahve takımı her turda yanımda, bagaj çantamın içinde taşımaya başladım. Kahveyi canımızın çektiği yerde, hemen bir bankın üzerinde kahve takımını çıkarıp pişiriyorum.

Henüz denizden çıkmışız. Bir kahve iyi gider diyerek Gökova bisiklet turu sonrasında kendi turumuzu yaparken içtiğimiz kahvelerden biri. Marmaris Orhaniye köy deniz kıyısında üç dengesiz ile. İrfan da LPG tüplü ocak olduğu için daha çabuk kahveyi pişirdim. Bir tane tüplü ocak edinmeliyim. Tüplü ocak daha pratik..

6

Bazen de Sığla ormanının içinde su kaynağının dibinde sıcaktan bunaldıktan sonra buz gibi suda serinlemek. Eh bunun üstüne de kahve iyi gider deyip hemen pişirip kahve keyfimizi de ihmal etmiyoruz. Köyceğiz sonrası Sığla ormanı, üstümüz çıplak, üç kişiyiz.

7

Bazen kahve içmek için fırsat kolluyorum. Arkadaşın lastiği patlayınca fırsatı değerlendiriyorum hemen. Çanakkale’ye giderken.

8

Bazen de herhangi bir parkın gölgelik bir yerinde.

9

Bazen de festivalin ortasında, ormanda henüz yolumuzu kaybetmeden oturup bir kahve içmeli insan. Ormanın sesini dinlemek gerek kahve tadında. 2. Keşan dağ bisiklet festivali.

10

Hele bir de festivalde Masalcı Teyze masal anlatmaya başlarsa ormanın kuytu bir köşesinde. Kahvenin verdiği tat ile masal daha da ahenkli oluyor. Zaten masalcı teyzenin sesi büyüleyici güzellikte. Masalcı Teyze başlıyor bize masal anlatmaya, biz de dinlemeye. Bizi alıp masalın içinde yaşatıyor sanki.

KAHVE TANRIÇASI ELENA

Kuzguncuk’un ilk ışıkların ile alelacele Koşar adımlarla çıktı sokağa, merdivenleri indi. Taksiye atladı terminale gitti.

Öğleye doğru İzmir’e geldi. Göztepe’de bisiklet kiraladı. Körfezin iyot kokusunu içine çekerken bu şehri ne kadar özlediğini hissetti. Gözlerini kapattığının farkına varmadı. Önce şiddetli bir ses duydu anında dirseğinde ve ayağındaki acıyı hissetti.

“İyi misiniz?” Sese doğru baktı.

Yerde biri daha.

“Neden gözlerinizi kapatarak bisiklete biniyorsunuz bu çok tehlikeli.”

Doğrulamaya çalıştı canı artarak yanıyordu.

“Peki, siz neden dikkat etmiyorsunuz?” ( Kendi sorusuna kendi de şaşırdı.)

Kalkmasına yardım eden kazazedesi;

” Dikkat ettiğim için düştük. Sizin gözünüzü kapatmanıza dikkat ettim.”

Kenara çöktü genç kadın, gülümsedi.

“Daha iyi misiniz?”

“Hala bisiklete binebilirim”

“İsterseniz benim gittiğim yere gelin orada pansuman ederiz yaralarımızı.”

“Nereye gideceğiz ?”

“Urim Baba’nın Kahvesine?”

Tuhaf geldi genç kadına anlamsızca baktı.

Fark eden adam,

“Gideceğimiz yer sıradan bir yer değil. Aslında sabit bir yer de değil. Urim Baba gezgin bir kahvecidir. Sohbeti, telve ile koyulaştırır. Bisikletinin heybesi, derviş Sofrası gibidir, faydalı olan her şeyi barındırır.”

***

Bir ağacın altında, hasır taburelere oturmuş etrafında insanların ortasında bir Adam, hem insanları dinleyip gülümsüyor hem de cezveyi karıştırıyordu.

Aksayarak gelenleri görünce ayaklandı insanlar. Oturttular yaralarını kontrol ettiler.

Genç kadın plansız kaçar adımla saatler önce çıktığı evinden bir anda başka bir kentte daha önce hiç görmediği insanların arasında kırk yıllık dost gibi muhabbete karışmış; yaralarını, acısını unutmuştu.

“Rüzgâr” diye geçirdi içinden. “Önce düşürse bile süprizleri getirebiliyor. Kapılmak lazım…”

İçilen kahveler, bisiklete ve dostluklara dair sohbetler, okunan şiirler, türküler… İnsanları inceliyordu bu kadar farklı insanların bir araya gelmesinde en büyük faktör neydi?

Kahve: her yerde her zaman içilir.

Muhabbet: çok farklı insanlar belki de ilk defa görüşen insanlar var.

Bisiklet: aslında olabilir, herkes bisikletle gelmiş ve muhabbet çoğu kez bisiklete dönüyor.

“Kim bu Urim baba?” diye düşündü sonra. Çok farklı bir Görüntüsü vardı; omuzlarına dökülen saçları, yüzündeki çizgiler, dilindeki aksanı, bir anda patlattığı kahkahası, türkülere şiirlere dalıp gitmesi ve sınırlı fincanla sıralı içirdiği hiç sönmeyen ocağı.

Neresiydi burası? Kimdi bu insanlar nasıl bu kadar çabuk kabullenmişlerdi yabancı bir kadını. Artık yaraları acımıyordu. Kiraladığı bisikletin düşmeyle ufak tefek sıkıntısı giderilmişti.

Şaşıyordu Elena, nefes alamadığı kentinde, neyi aradığını bilmeden kaçıp geldiği başka bir kente ne çekmişti? Bu kahvenin kokusu tadı insanların sıkıntılarını bu açık alanın kapısında bıraktıkları her şey ne güzeldi. Onu çeken bir gücün olduğuna inandı.

Bir anda geri dönmesi gerektiğini hatırladı. Tam vedalaşmak için ayağa kalktığında ayakkabısı çıktı. “Dikkat et Sindirella diye takıldılar daha 12’ye çok var.”

Gülümsedi. “ Sanırım Alis’im ve harikalar diyarındayım” dedi.

Bir anda yağmur sonrası yolunu kaybetmiş bir kurbağanın sesi geldi. Herkes gülmeye başladı “Öpecek misin? Şansını dene.”

“Masal. evet şu an masaldayım. Burası, sizler masalın ta kendisi.”

“Hadiiii dediler yedi cüceye bağlarız şimdi. Valla ben cadı kraliçe olmam.” dedi bir kadın kollarını kaldırarak.

“Elena masal kahramanı değil Tanrıça.” dedi Urim Baba.

“ Artık bir Tanrıçamız da oldu arkadaşlar, Urim Baba’nın Kahvesinde –KAHVE TANRIÇASI ELENA-“

Hep bir ağızdan

“SEN ÇOK YAŞA YÜCE KAHVE TANRIÇAMIZ ELENA!” diyerek mizansen bir seslenişle ilan edildi.

Elena masallara inanırdı. Masallar onu mutlu ederdi. Ama kendini, bir kahve erbabı ilginç bir adamın etrafına topladığı kahramanların olduğu bir masalın ortasında bulacağını tahmin etmemişti.

Aldığı nefesi içine doldurarak tekrar Kuzguncuk’un yolunu tuttu.

esmaeseraçıkgöz

Beş kişi oturmuş kahveyi içerken.

11

Bazen ovanın ortasında, bir ağacın gölgesinde. Kimseye aldırmadan, sohbetin tadı yerinde olur. İki kişi yere oturmuş muhabbet ederken.

12

Keşan’dan Edirne’ye giderken yol arkadaşımda gördüğüm ocağın kafası tam bana göre idi. Kafa var ama tüpü yoktu. Arkadaşa :

” Bu kaç para”

” 6 Dolar”

” Al sana 15 Lira”

” Olmaz UrimBaba hediyem olsun”

” Hediye kabul etmem, parası ile alırım. Çünkü böyle bir şeye ihtiyacım var ve ben istiyorum. Hediye vereceksen karşındaki istemeden, gönlünden ne geçerse vermelisin.” Diyerek ocağın kafasını aldım. İzmir’e gidince tüpünü de alarak tüplü ocak kullanmaya başladım.

20160105_093530_HDR

Bazen de yol arkadaşın ile bir zamanlar orduların üzerinden geçtiği Edirne deki Taş Köprü manzaran olur bir nehir kıyısında.

13

Bazen de İğneada da şiddetli bir lodos fırtınasında şimşeklerin aydınlığında tüm gece çadıra giren suyu boşatıp uykusuz, yorgun. Ertesi gün yorgunluk kahvesi ile bir günlük tatile başlamak. Güneşe merhaba diyerek.

17

POETİKA

Yalnızlığı sevmiyorum

Yalnız kim ola ki

Kendim…

Kendimin kendini sevmiyorum

Kediler hariç…

Kahve ocakçısı olacaktım ben

Tuttum kavlimi

Yazdıklarımsa hep nafile

Hep nişanlı angaje ısloganlı

Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına

Kallavi olsun!

Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip

Ve cezveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini

Taşırmadan pişiriyorum

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan

Ocağımızı bucağımızı

Isıtamayacağımı!

İşte onun içinde de içim titreyerek

Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can YÜCEL

 

İki haftalık turun son günü, telaşsız, yol arkadaşın gitmiş. Tek başına, yalnız kendinle sohbet ederek keyfini çıkarırsın kahvenin tadını. Neler gördüm, güzel dostlar edindim. Köyler, kasabalar, şehirler. Yollar; kimi asfalt, kimi toprak 1450 kilometreye sığdırmışsın yoldaki dostların sıcaklığını. İçin sevinçle dolar, heybemdeki hazine çoğalmıştır kat be kat. Yükün çoğalmıştır, dostların hafif gelir, ağırlık yapmaz hiç bir zaman. Anlatacak hikayeler birikmiştir.

14

Bazen de en güzel denize girip arınmışsındır Ege denizinin tuzlu suyu ile. Tuz kahveye tadını verir çakıl taşları üstünde.

15

Henüz kış gelmeden Güz meyvelerinin bol olduğu zamanda bağların kenarında, dağların henüz donmadığı yerde kahve ile ısıtırsın Sonbaharı.

16

Ormanda kaybolmadan, sert yokuşların zirvesinde pistonları soğuturken kahvenin keyfi çıkmaz mı?

18

Bazen de bacanaklar buluşur göletin kenarında. Kahvenin tadına doyum olmaz bir türlü. Sohbet uzayıp gider adam akıllı. Kış olsa da güneşin tadı çıkıyor.

19

2013’ün Nisan ayıydı galiba…

Kızıl Prens’in gelip yüreğime konduğu ve birlikte gideceğimiz ilk festival… “ANTİK KENTLER”! Heyecanımı ve ürkekliğimi yanıma alıp çıkmıştım yola…

Bana uğurlu geldiğini düşündüğüm, şeker mi şeker, sıcacık insanlar ile orada, Ege’nin en güzel şehirlerinden biri olan İzmir’de Cinatı’nda karşılaşmıştım ilk, gülünce kalbinden gülen, hiç tanımadığı halde orada varlığımı hissettiren iki teker sevdalılarıyla… Onlardı belki de beni iki tekere bu denli sevdalı yapan…

Kızıl Prens ilk kez sahneye çıkıyordu ve bir daha gönüllerden hiç inmeyeceğini bilemezdim o zamanlar, onlar benim gönlüme taht kurarken meğer ben de onların gönüllerinde küçücük de olsa bir Ayşegül bırakmıştım, bu köylü kızı Ayşe için çok değerli ve paha biçilemezdi! (Urim BabaCAN bana “Ayşe” der)

Ben bisikletimle dağ yollarında kendimi zor taşıyorken Urim BabaCAN toplamış pılını pırtını bisikletiyle dağlar aşıyordu, tank gibiydi, hiçbir engel ona dur diyemezdi, güçlüydü, heybetliydi, görünüşü kadar yüreği de öyleydi, ama bunu çok sonra anlayacaktım…

Tank dedik de bir farkı varmış bu tankın diğerlerinden barut kokmuyormuş, top tüfek yokmuş içinde, sıcacık, dumanı tüten, buram buram kokusuyla insanları kendine çeken üç fincanı, bir cezvesi ve kırk yıl hatırı sayılacak kahvesi varmış, aklımın ucundan bile geçmeyen şeyler geliyordu başıma, dağın başına kurulan bir Çilingir Sofrasında dumanı tüten, yürekleri sıcacık ettiği gibi, yüzlerde de tebessüme neden olan işte o UrimbabaCAN kahvesini ben ilk Nisan ayının yeşillere boyadığı bir dağın yamacında içmiştim…

Zaman su olup aktı, günler, aylar geçti ve ben UrimBABA’nın GülAyşe’si oldum! Sonra bir de Serhat Ferahi Değimli Abim ve Semra Ablam var, onların da Sarı civcivi, kimleri anlatsam bilmem ki… Bülent Abim ve Gönül Ablam, Neşeli mi Neşeli, capcanlı çift Emre ve Çisel , bu çılgın çiftin bir de tatlı babaları Selahattin Tavkaya, deli mi deli “Canavar” Canavar’ül Velosipet ve H. OLCAY ORMANKIRAN Abi, İzmir benim için ilkti ve sizler benim bu yolda en sevdiklerim oldunuz.

İzmir Kızıl Prens’in doğumuydu, UrimBabaCAN iyi ki varsın ve bir kahveyle bizleri hep bir arada tutuyorsun…! Hep var ol

Ayşegül GÖKALP

 

Dünyanın en büyük savaşlarının olduğu yerde. Yüzbinlerce insanın Şehit olduğu kanla sulanmış topraklarda Gülayşe’nin sıcak sohbeti ile yemek üstüne içilen kahvenin tadı hiç bir yerde yok.

20

Sabahın seherinde dostlarla içilen kahvenin henüz güneş ısıtmadan içimizi ısıtması.

23

Yüzlerce kilometre öteden gelen dostların ormanın içinde kahvenin tadına varırken henüz çamura saplanmadan önce. Resimde altı kişiyiz.

24

Bir DOÇEK festival zamanıydı, Korudağlarda; yıl 2014.

Ormanların, dere, tepelerin arasında.

Kararır gibi oldu hava. Yağmur geliyordu, gelsindi…

Islanacaktık; yolda kalabilirdik, kalacaktık, kaldık, çektik aldık.

Bir anda oldu hepsi ve olanlar hep köpüklü kahvenin hatırına.

40 yıl derler kahvenin hatırına, Urim Baba’nın kahvesi ise en az 80’den başlar ve ardı unutulmaz hiç bir zaman.

Kahve yapan ellerine ve elbet o kahveyi köpükleten yüreğine sağlık Urim Baba…

Hakan Eşme

 

Bazen dostlar çoğalır yağmur damlaları gelmeden. Hepsi de kahve kokusunu duymuş, sohbete katılmamak olmaz. Verdik coşkuyu…

10006938_10203439153714424_1516695482978409287_n

Kahve ocağa sürülmüş pişerken gözler ayrılmıyor, büyülenmiş gözler bakmakta. Çam kokusu kahve kokusu ile karışmış. Sadece pişmeyi bekliyor gönüller.

27

Bazen bir dostla karşılaşırsın sahil yolunda. Dur bir kahve içelim, söyleşelim çimenlerin üzerinde. Çimenler bir şey demez üzerine oturduk diye.

28

Belli değil sürprizler, birden bire ortaya çıkar karşına, şaşırırsın. Ne söyleyeceğini bilemezsin, öylece baka kalırsın. Sonra kahve tadını alınca kelimeler dökülür ardı sıra, Sohbet tatlılaşır, dostça kırk yılın hatırı başlar.

29

Kahvenin Tarihi

Kahve beynin aşırı uyarılması durumuna sebep olur. Bu durum kendini, dikkat çekici oranda çok konuşmakla gösterir ve bazen hızlı düşünce çağrışımlarıyla birleşir. Bu durum birbiri ardına kahve içen… ve bu aşırı kahve tüketimiyle tüm dünyevi vakalarda derin bir bilgelik sağlayan.

Muhtemelen, insanlığın beşiği olan ve günümüzde Etiyopya olarak adlandırılan antik Habeşistan toprakları kahvenin doğduğu yerdir. Afrika boynuzu olarak bilinen, Afrika ve Arap dünyalarının birleştiği yerde kurulan, depreme meyilli Büyük Rift Vadisi tarafından ortadan ikiye ayrılan dağlık ülke.

Kahvenin tam olarak ne zaman veya kim tarafından keşfedildiğini bilmiyoruz. Birçok Arap ve Etiyopya efsanesinden en ilginci dans eden keçileri anlatanıdır. Doğuştan şair, Kaldi adında bir keçi çobanı, keçilerinin dağların eteklerinde yiyecek ararken oluşturdukları patikaları takip etmeyi seviyordu. İşi ondan çok şey beklemiyordu. Dolayısıyla, şarkı yazmak ve kavalını çalmak için özgürdü. Akşamüstü, özel tiz notasını üflediğinde keçileri ormanda otlamayı bırakıp onu eve doğru takip etmek için çabucak gelirlerdi.

Ama bir öğleden sonra keçileri gelmedi. Kaldi kavalını şiddetle tekrar üfledi. Hala hiçbir keçi gelmemişti. Şaşkın çocuk onları dinlemek için daha yükseğe tırmandı. Sonunda uzaktan gelen melemeleri duydu. Dar bir yolun köşesinden koşarak geçen Kaldi, birden keçilerin bulunduğu yere vardı.

Güneşe parlak keleler oluşturacak şekilde sızmasına izin veren büyük yağmur ormanı kubbesi altında, keçiler koşuyorlar, birbirlerine boynuz atıyor, arka ayaklarının üzerinde dans ediyor ve heyecanla meliyorlardı. Çocuk, nefesini kesen merak içinde, onlara şaşkınlıkla bakakaldı. Büyülenmiş olmalılar diye düşündü. Başka ne olabilir ki?

Onları seyrettiğinde, keçiler birbirleri ardına daha önce hiç görmediği bir ağacın parlak yeşil yapraklarını ve kırmızı meyvelerini çiğnediler. Keçilerini çıldırtan bu ağaçlar olmalıydı.

Keçiler birkaç saatten önce onunla eve dönmeyi reddettiler ama ölmediler. Ertesi gün, keçiler doğruca aynı koruya gittiler ve aynı hareketleri tekrarladılar. Bu sefer, Kaldi onlara katılmanın güvenli olduğunu düşündü. İlk önce, birkaç yaprak çiğnedi. Tatları acıydı. Ama, onları çiğnediğinde dilinden boğazına inen ve tüm vücuduna yavaşça yayılan bir karıncalanma hissetti. Daha sonra meyveleri denedi. Meyve biraz tatlıydı ve dışarı çıkan tohumlar kalın lezzetli bir sıvıyla kaplanmıştı. Son olarak tohumları çiğnedi. Ve ağzına başka bir meyve attı.

Efsaneye göre, bundan sonra Kaldi keçileriyle birlikte mutlu bir şekilde oynamaya başladı. Ondan şiirler ve şarkılar saçıldı. Bir daha hiç yorgun ve sinirli olmayacakmış gibi hissetti. Kaldi babasına sihirli ağaçlardan bahsetti, dedikodu yayıldı ve sonunda kahve Etiyopya kültürünün bir parçası oldu. Arap hekim Rhazes 10. Yüzyılda kahveden yazılı olarak ilk bahsettiğinde kahve muhtemelen yüzlerce yıldır üretilmekteydi.

Efsanede olduğu gibi, muhtemelen, bunn taneleri (kahve bu şekilde adlandırılmaktaydı) ve yaprakları başlangıçta sadece çiğneniyordu ama yaratıcı Etiyopyalılar kısa sürede kafeinlerini alacakları daha tatmin edici yollara terfi ettiler. Yaprakları ve meyvelerini kaynar suyla hafif bir çay gibi demlediler. Hızlı bir enerji atıştırmalığı hazırlamak için dövdükleri kahve tanelerini hayvansal yağlarla karıştırdılar. Mayalanmış püresinden şarap yaptılar. Kahve meyvesinin hafifçe kavrulmuş kabuğundan bugün kisher olarak bilinen o zamanlar qishr olarak adlandırılan tatlı bir içecek yaptılar. En sonunda, muhtemelen 16. Yüzyılda, biri kahve çekirdeklerini kavurdu, dövdü ve kaynattı. Ah! Bildiğimiz şekliyle Kahve (veya çeşitleri) sonunda meydana geldi.

Etiyopyalılar kahveyi hala genellikle bir saat kadar süren özenli ritüellerle sunmaktadırlar. Mangal kömürleri özel bir toprak kabın içinde ısınır, misafirler üçayaklı taburelerde otururlar ve sohbet ederler. Konuklar konuşurken, evin hanımı kahve çekirdeklerini üzerlerindeki ağarmış kabuğu çıkarmak için dikkatlice yıkar. Komşuların ağaçlarından gelen çekirdekler güneşte kurutulmuştur ve kabukları elle çıkarılmıştır. Ev sahipleri kuvvetli bir koku yaratmak için kömürlere biraz tütsü atarlar. Sonra evin hanımı kömürlerin üzerine bir ayak çapından küçük düz demir bir tepsi koyar. Demir çengelli bir aletle çekirdekleri dikkatlice bu ızgaranın üzerinde karıştırır. Çekirdekler, birkaç dakika sonra tarçın rengine dönüşürler daha sonra, klasik kahve kavurmanın “ilk patlama” sıyla çıtırdarlar. Altuni kahverengiye dönüştüklerinde onları ocaktan alır ve küçük bir havana koyar. Havanda bir tokmakla iyice toz haline getirdiği kahveyi pişirmek için toprak bir kaba alır. Toz halindeki kahveye biraz zencefil ve tarçın da ekler.

 Koku şimdi egzotik ve karşı konulmazdır. İçeceğin ilk turunu, bir kaşık şekerle birlikte kulpsuz küçük fincanlara boşaltır. Herkes yudumlar, beğenilerini mırıldarlar. Kahve koyudur, dövülmüş kahvenin bir kısmı kaçınılmaz olarak içecekte kalmıştır. Ama kahve bittiğinde telvenin büyük kısmı fincanın dibinde kalır.

 İkinci bir kez daha, ev sahibi daha fazla kahve sunmak için, kahveye biraz daha su ekler ve kaynatır. Daha sonra konuklar ayrılırlar.

Kahve Arabistan’a Gider…

Kahve Arabistan’a  girdikten sonra üretimi iyice yayılır ve ticareti başlar kahvenin. Araplar kahveni uyanık tutması ve hoş tat vermesi dolayısı ile şarap anlamı olan Kahwa adını verir bu içeceğe. Mekke hükümdarı kahvelerde kendi hakkında yayılan hicivler çoğalınca şarap gibi kahvenin de haram olduğunu ilan ederek yasaklar. Mısır hükümdarı bu yasağa aldırmaz ve içmeye devam eder. Osmanlı ordusu buraları fethedince Türkler kendilerine göre kahveyi pişirerek Türk kahvesi adını alır. Türkler den Avrupa’ya yayılır kahve. Paris’te kafeler açılır, kahve sütle karıştırılarak değişik tatlar elde edilerek yaygınlaşır. İnsanlar kahve içerek uyanık ve zihni sürekli açık tutmasından dolayı sohbetler iyice koyulaşmaya başlar. İnsanlar kafelerde toplanarak Fransız devrimini başlatır bu sohbetlerinde. Bu arada şarap tüketimi azalmıştır. Fransız devrimi başarıyla sonuç vermiştir. Kahve İngiltere’ye ulaşır, kafeler açılır. Londra da insanlar sürekli kafeleri doldurmaya başlayınca Kral kafeleri kapatmaya karar verir. Halk kafelerin kapatılmasına karşı çıkmaya başlayınca kral papucun pahalı olduğunu görür ve kafeleri kapatmaktan vaz geçer. Fransa olanlar burada olmasın diye kafa patlatırlar lordlar kamarası. Kahve yerine çay içmeye yöneltirler halkı. 5 Çayı böylece başlar, çayın içine bir de sütü katarak kahvenin yerine başka bir içecek sunarlar halka. Çay kahve gibi insanları krala karşı isyan ettirmez ve İngiltere de devrim olmaz.

Kahvenin tarihini aşağıdaki linkte daha detaylı okuyabilirsiniz.
http://www.turkkahvesidernegi.org/tkkad/detay/TARIHCE/17/12/0

30

Baş Tanrı Zeus ile kardeşi deniz tanrısı Posedion neyi paylaşamamış belli değil. İki tanrının kavgası sırasında Dilek yarımadasını ortadan ikiye yarıp Samos adası ve derin kanyon oluşmuş durumda. Samson dağının zirvelerine yakın kahvemizi pişirerek Tanrıların meydana getirdiği güzellikleri seyre dalıyoruz dengesiz İrfan ile.

31

Kahve her yerde içilir ama burada içmenin ayrıcalığını yaşıyoruz üç dengesiz. Üç fincan kahve dolu, yan yana. Karsıda Samos adası.

32

Alışmışız zirvelere, zirvelerden zirve beğenirken Anadolu’nun zirvelerinden 2150 metre yüksekliğinde kahvenin tadı bir başka oldu. Kommagene kralı Antiokhos Nemrut dağının zirvesinde Doğu ve Batı tanrılarını birleştirmek için Devasa bir tapınak yaptırmıştır. Dev heykeller her sabah doğu terasında güneşin doğuşunu seyredip akşam da batı terasında güneşin batışını seyrederler. Kommagene kralları o zamanlarda kahveyi bilmediklerinden kahvenin keyfini yaşamamışlar gün doğumunda ve gün batımında. Ben onların yerine kahvenin keyfini yaşıyorum dünyada gün doğuşunu ve gün batışını seyredilecek en güzel terasta.

33

Zirveye, Nemrut dağına çıkmanın mutluluğunu yakaladıktan sonra dönüş yolunda Malatya’yı Kube dağından kahve ile keyiflendirmek gerek.

34

Bizim dengesiz her zaman güzel yerde kahve içmek ister. Ben de onu kırmam, isteğini hemen yerine getiririm. Zaten kahve başka nerede içilebilir ki?

35

Turlarda en güzel anlardan biri. Yerde yazılan; “Çaya gel, kahveye gel”

36

Kendi kendine oluşan festivaller her zaman dört kişi yapılmalı. Cezve dört kişilik olunca anca yetiyor katılımcılara. Zaten başta ben varım bu bir. İkincisi belli, dengesize ait, üç ile dördüncü fincan da katılımcılara ikramımdır.

37

O kadar uzun süredir bisiklet sürdük turlarda bir defa bile kahve içmemiş birine kahveyi İzmir’den uzaklarda dağın başında yapınca kahve kokusu yayılmadan içmeli diyerek hemen içiyoruz kaşla göz arasında.

38

Kahve tiryakisinden kaçamazsın bazen, içmek için yanında dört dolanır. Elbette o da urimbaba’nın kahvesini tadabilir. Piknik masasında üç kişi kahve içerken.

39

“Bir fincan kahvenin…” Diye başlayan folklorik hazinemizden kalıplaşmış cümlelerle başlayıp methiye düzmeyeceğim.

Lal taşı kıymetli taşlar arasında neyse, Urimbaba da insanlar arasında odur.

Çünkü Lal taşı kendi ışığını yayar. Hâlbuki gösterişli ve ışıltılı görünen diğer taşlar ancak aldıkları ışığı yansıtırlar.

Ocak başında toplandıkça salt neşenin verdiği, sarayların sağlayamayacağı mutluluğu bulursunuz. Bu sebepten Urimbaba her zaman küçük ocağın etrafında toplananlar tarafından yaltaklıkla kirletilmemiş bir saygı ve sevgi görür.

Urimbaba’nın sunduğu kahvesinin keyfini ancak üç şanslı kişiden biriyseniz sürebilirsiniz. İçinizi ısıtanın kahve olduğunu sanabilirsiniz, ama asıl sebebin Urimbaba’nın kendinden ışıltılı yüreğinin olduğunu bilmelisiniz.

Unutmadan Urimbaba ile uzun tura çıkılmaz. Neden mi?

O kadar İyi bir yol arkadaşıdır ki, yolu kısaltır.

“Ferdimen”

 

Uzun turların yorgunluğu ancak tatil yaparak çıkar. Yine de yolumuz uzun, yoldaşım uzun, saçlarımız da uzun. Daha ne olsun kahve bol köpüklü olsun göl kıyısında. Ferdimen ile masanın başında, gölgede kahve içerken.

20150528_105553

Dünyada başka eşi benzeri olmayan Salda gölünün kıyısında olmak, cezveyi ocağa sürüp soda tadında pişirmek. Turkuaz renginde.

40

Kırk Yılın daha bir yılı geçmiş aradan, daha otuzdokuz yıl var ama dostluğundan bir şey kaybetmemiş tatlı sohbet ile. Türkülerin güzelliği sesinde, hem de yalınayak.

41

Aradan geçen onca zamana rağmen dostlar buluşmuş yağmur yağmadan içilmeli kahve. Üç kişi kahve pişmesini beklerken çadırların arasında.

42

Hele bir de güzel sesiyle kahveci çırağının “kahveler geldi” deyişi yok mu. Devrim elinde askı, kahveleri getiriyor.

43

UZUN LAFIN KISASI

Urim babaaaaa, bisiklet camiasının en yüksek insanı (küçük İsmail’den) harika bir insansınız, cansınız.. dostluğunuz, yol arkadaşlığınız, babacanlığınız zaten sonsuzlukla tanımladığımız hatıra, dostlukla yudumladığımız, soluklandığımız, bir kırk yıl daha ekleyen nefis yol kahveniz ve herkese kendisini çok değerli ve mutlu hissettiren, basit yaşayıp, cömertçe seven yüreğiniz, varlığınız için sonsuz teşekkür, sevgi ve selamlar.

Bu kahveler de benden afiyet olsun, HOŞGELDİNİZ

Dev-Rim

Her zaman urimbaba’nın kahvesi içilmez ya, bazen de dostunuzu ziyaret ettiğinizde kendi elleriyle kahveyi pişirip sunabilir.

44

Yolun getirdiği bazı kuşlar seni ağaçların yetişmediği Toroslarda gezintiye götürür. Uzun zamandır görüşmemişsin ve hasretle kahve pişirilip sohbetin tadına doymadan bitirmiyoruz kahveleri.

45

Kahve uzaklardan gelir ya fincanlar durur mu? Gönlünden kopan, deseni kendine benzer fincanın. Rengi de rengine kahvenin. Ne de olsa kırk yılın hatırına alınmıştır kapalı çarşıdan. Uzaklardan gelmiştir uzaklara, uzak Diyarlardan bakır cezve, aynı kahvenin geldiği gibi. Böylece fincanların yolculuğu başlar heybenin içinde. Diyar diyar dolaşır dağları. Hiç te şikayet etmez, en güzel kahveyi sunmaya çalışır. Bir cezve, altı fincan.

111

24 Eylül 1945

En güzel deniz ;

                       henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk ;

                        henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz ;

                        henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz ;

                        henüz söylemediğim sözdür.

Nazım Hikmet    21 Şiirleri

Taş üstünde fincan, arkada Yoğurtçu kalesi.

20151223_152044_HDR

Bazen de doğduğun topraklara gidersin ya bisikletinle. Sıcak güneşin altında terlemişsindir yol boyu. Bir ağaç gölgesi yeter kahve pişirmeye. Tüm yorgunluğun gider bir anda. İçinde bir sevinç vardır, Memleket hasreti burnunda buram buram tüterken kahve kokusuyla karışır ormanın kıyısında. İçin içine sığmaz bir çocuk gibi. Belki de çocukluğuna yolculuk ediyorsundur!

46

Doğduğun şehri görürsün başkasının gözünde kahve fincanını yudumlarken.

49

Yağmur yağar yer yaş olur, bu arada yağmurun dinmesini beklerken oturup kahve yaparsın spor salonundaki parkelerin üstünde.

50

Kahvenin kokusunu almış avcılar, Kadınlar pek aldırış etmiyor gibi görünseler de yan gözle çaktırmadan kahvenin pişmesini kontrol ediyorlar. Erkek olanı ise cezveden bir an bile gözlerini ayırmadan öylece bakıyor. Yay gibi gerilmiş, cezveden fincanlara dökülmesini bekliyor. Ona hayır demek imkansız gibi.

51

Kahve pişerken Doktor resmimi çekmiş ben farkında olmadan. O ara tatlı sohbete dalmışım karşımdaki ile.

52

Eve kavuşmanın kahve keyfi balkonda çıkar. Üzerinden büyük bir yük kalkmıştır. Kosova Bisiklet Turu başarıyla geçmiş ama mutlusundur. Kahve bu mutluluğa renk katmıştır tatlı bir yorgunlukla.

54

Kahve bahane derler ya işte öyle oldu. Sevgili yazarımız ta İstanbullardan gelip Bir Tur Versene kitabını imzalatıyorum çaktırmadan. Ama Aydan Çelik durumu anlıyor ve alçakgönülükle kitabı imzalayıp bana sunuyor. Haliyle bu durumdan mutlu oluyorum.

55

En çok mutluluk duyduğum anlarda biri sabah güneş doğarken ki an. İlk ışıklarını kahve yudumlayarak izlemek bir başka oluyor.

57

Öğütülmeyi Bir Şartla Kabul Etmiş Kahvenin Mutlu Sonu

Kokusu

Bir dinginlik müzikali…

Rengi

Acı Toprak.

Yol Dostluğa değdi miydi,

Urim Baba pişirir onu

Çıplak

Balkan

Yüreğinde…

Ve

Sesi

Asfalt seslerine karışmış olmalı çoktan.

Feyyaz Alaçam / 2016

Feyyaz sandalyesine oturmuş, arkasında dağlar.

20151006_164111_HDR

Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır ya, acaba kendime hatırım ne kadar. Ben bunu şimdiye kadar düşünmemiştim. Teknenin kıçında Akdeniz de iyot kokusunu içine çekerek kahve içmek herhalde bu kırk yıl hatırına oluyordur. Elimdeki fincanı hediye eden fotoğrafı çekerse böyle çeker. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

59

İki kişi sabahın erken saatlerinde ne konuşur ? Kırk yıl hatır değil, sanki kırk yıldır dost gibi, kırk yıl kahve içmişiz gibi sohbet edilir. Konular derin gün yetmiyor sohbete, o derece kahve etkisini gösteriyor. Dünya Umur’umuzda mı sanki? elbette Umur’umuzda. Çevremiz hızla kirlenmekte.

Sohbet ederken kahve yeri açma konusuna gelince yeni fikirler ortaya çıktı. Ben kahve pişireceğim, kahveler bedava olacak, Doktor Umur Gürsoy da kitap satacak ama kitaplardan para almayacağız. Kahve içmeye gelen kitap okuyacak, beğenirse alıp gidecek. Güzel bir fikir, bunu yapmalı en kısa zamanda diyoruz.

60

Güneşin doğuşunu izleyemesem de ışınlarını hissederek kahve keyfi her ne kadar kalın bir kitap olsa da sakince okumak gerek. Kitaplar biter, yeni bir kitaba başlarsın. Kahve biter, yeniden pişer. Bu her sabah sürer gider.

61

Kahve içmenin keyfi giderek artıyor ve bunu diğer arkadaşlarla nasıl paylaşırım diye düşünmeye başladım. İlk önce ismini koymak gerek değil mi? İsim hazır zaten UrimBaba’nın kahvesi aklımda vardı.

62

Bir bakarsın Türkü dostu çıkagelmiş, kahve içilmez mi. İçilir elbet, türkü tadında.

63

Deniz kıyısında bir şehirde oturmak bir ayrıcalık olsa gerek. Emaneti almak için uğradığın dostunla kahve Manolya iskelede içilir. İyot kokusu Manolya ile karışmıştır kahvenin tadına.

64

Bazen yolda tanışırsın biriyle, oturup kahve içersin ve senin peşine takılır. Önde bisikletim KUZ, arkasında römorku, arkada bankta iki kişi oturmuş kahve içiyoruz.

66

Seni 50 kilometre öteye kadar götürüp yolculukta yalnız bırakmaz. Sadece bir defa daha kahve içmek için.

67

Uzun yoldan gelmişsin, Büyük taarruzdaki yorgun askerler gibi. Mustafa Kemal’in İzmir’i kurtarmadan önce Belkahve de kahve içtiği yerde sana ikram etmedikleri kahveyi kendi kahveni pişirmeye başlayınca hemen eline tutuştururlar fincanı utancından. Yorgun savaşçılar önemli değildir onlar için. Ama biz yine de kendi kahvemizi pişiririz utanmayanların gözü önünde.

68

Yeni dostluklar kurulmuştur Büyük Taarruz turunda ve düşmanı denize dökmeden önce Belkahve de kamp kurulup güç toplamaya çalışırken kahve bize enerji veriyor Atalarımıza verdiği gibi.

69

Güneşin ilk ışıklarında düşmanı denize dökmeye gitmeden önce kahve pişer ve İzmir de düşman denize dökülür.

70

Bu yılın bisiklet turlarını bitirdim. Mart ayından beri bir çok yere binlerce kilometre yol yaptım. Elbette yıllardır benimle birlikte çantamdan eksik etmediğim hazinem cezve ve fincanlar. Yollarda arkadaşlarımla, dostlarımla kahve içe içe oluşmaya başlayan ve son turumda iyice olgunlaşan düşüncelerimi hayata geçmesi artık kaçınılmaz olmuştu. Turlar bittiğine göre kahve yapabileceğim uygun bir yer aramaya başladım. Oturduğum yere fazla uzak olmayacak, yakınlarda çeşme olacak. En önemlisi ağaçların ve denizin olduğu bir yer olması önemliydi benim için. Bisikletimle sahil şeridini dolaşarak en uygun yeri belirlemek için dolaşmaya başladım. Bir kaç yer belirledikten sonra en uygun yeri buldum sonunda. Burası Çakalburnu. İnciraltı kent ormanının içinde tam burunun olduğu yerde iğde ağaçlarının arasında, belediyenin getirdiği bir kaç iri kaya ve mermer taşının olduğu yer tam aradığım yer. Hemen hemen herkesin gelebileceği Cumartesi günleri uygun olur düşüncesindeyim. Saat olarak öğleden sonra 13:00 olarak kararlaştırdım. Bitişi mi? Bitişi Güneş ufuktan bir yumruk yukarıda iken bitecek.

71

Uydu görüntüsünden Çakalburnu. Kahve yapacağım yer. Göztepe iskelesinden kahve yaptığım yere rota çizilmiş.urimbabaninkahvesi

Her zaman vapurların geçişini seyredebiliriz buradan.

72

Burayı keşfettikten sonra kendi ellerimle yaptığım tahta sehpa ve dört tabureyi Kıytırığın içinde getirerek UrimBaba’nın kahvesini canlandırmaya başladım.

73

Bir solda,

74

Bir ortada,

75

Bir sağda oturarak nasıl görüntü oluşturacağına bakmak gerek.

76

Yaşamaya Dair I

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet 1947

Deniz kıyısından nasıl görünecek acaba?

77

Taze kahve içmek için kahve değirmeni yanında bulunmalı. Kavrulmuş kahve çekirdeklerini içine koyduktan sonra fazla hızlı çevirmeden kahve çekirdeklerini öğütmeye başlarsın. Hızlı çevirirsen kahveyi yakarsın ve tadı bozulur. Çekirdekleri üzmeden aheste aheste öğütmelisin ki kahve pişerken aroması içinde kalsın.

11058236_775215729274148_7035587422919366740_n

Neyse yer ve konum ayarlandıktan sonra ilk kahvemi pişirmeye başladım. Belki de burada ilk defa kahve kokusu yayılıyor.

78

İlk kahve pişti, bakalım diğer şanslı üç kişi kimler olacak bakalım! Buradaki ilk kahvemi afiyetle içerek keyfini çıkardım. Bir fincan kahve dolu, diğer üç fincan boş.

79

Artık her şey hazırdı UrimBaba’nın kahvesi için. En son olarak facebook ta UrimBaba’nın kahvesi adlı grubu kurarak arkadaşlarımı gruba eklemeye başladım. Ardından ilk Cumartesi günü için UrimBaba’nın kahvesi için etkinlik açarak arkadaşlarımı davet ettim. 24.10.2015 Cumartesi sabahı öyle bir yağmur yağıyordu ki eyvah dedim kahve etkinliğini etkileyecek gibi. Artık dualarımı yağmur dinsin diye etmeye başladım. Dualarım kabul oldu ve yağmurun dinmesiyle birlikte sehpa ve tabureleri Kıytırığa yükleyip deniz şemsiyesini almak için arkadaşımın evine giderek aldım. Ardından saat 13:00 te Çakal burnuna gelerek sehpa ve taburelerimi hazırlayıp ilk gelecekleri beklemeye başladım. Yağmur yağabilir diye deniz şemsiyesini de açarak Rüzgardan uçmasın diye ağaca ve bisikletime bağlayarak sağlama aldım. Havanın ne olacağı belli değil. Rüzgar sürekli yön değiştiriyor. İşte ilk gelenler karşıma belirince resimlerini çekiyorum. İlk gelenler Gülhan Etiler ve Gürel Gürselp.

80

Heyecanla ilk gelenlere kahve pişirmeye başladım. Bakalım kimler gelecek bu ilk kahve etkinliğine. Hava biraz rüzgarlı, poyraz esmeye başladı. Henüz yağmur yok şimdilik. Üç kişi taburelerde oturmuş kahve içiyoruz.

81

Daha sonra üç kişi gelerek toplam altı kişi olduk. Nazlı  Bişirici, Cem Koç, Gürcan Yılmaz ile birlikte 6 kişi olduk Onlara da kahve yaparak tatlı sohbet etmeye başladık. Hava poyraz diyerek açmasını beklerken birden bire kapatarak rüzgarla beraber yağmur yağmaya başladı. Hepimiz şemsiyenin altında sığınarak kahveleri içtik. Yağmur uzun süre yağacak mı belli değil. Yağmur durmadı ve herkes dağıldıktan sonra bir süre daha bekledim yağan yağmurla birlikte. Rüzgar dindi ama yağmur tüm şiddeti ile yağmakta. Üzerimde kalın bir yağmurluk var. Sadece ayaklarım ıslanıyor. Yağmur ortalığı serinletmeye başlayınca ıslanan ayaklarım üşümeye başladı, sehpa ve tabureleri toplayıp yağan yağmurun altında eve gelerek hemen sıcak duşun altında ısınarak normale döndüm. İlk etkinlik biraz sönük kaldı, ne yapalım yağmurun azizliği. Ne de olsa rahmet yağıyor, bereketli olur umarım. Uzun zamandır yağmur pek yağmadı. Yağmur yağıyor, şemsiyenin altında oturuyoruz

82

Bazen iki dengesiz buluşuruz UrimBaba’nın kahvesinde. Konuşacaklarımız vardır turlar hakkında. Kahve içerek konuşuruz da konuşuruz.

83

Emekli olduktan sonra hemen hemen hiç kitap okumadım diyebilirim. Bu bende büyük bir boşluk oluşturdu. Artık zaman ayırmam gerekti kitap okumak için. UrimBaba’nın kahvesine erkenden gelip sessiz, sakin kitabıma dalarım bir ağaca yaslanarak. Daha okunacak kitap çok var.

84

Tatlı dili, güler yüzü bir de sazı ile türküler söylemek bir başka oluyor kahve tadında. Sazın teline vurdukça coşarak türkü ahengini buluyor ormanda, denizin üzerinde.

85

UrimBaba’nın kahvesi giderek çoğalmaya başlıyor. Kahvenin yarattığı sıcak sohbetler bitmek bilmiyor akşam karanlığına kadar.

86

Uzaklardan gelen dostlar misafirimiz oluyor yağmura rağmen.

87

Kahvesini içen gidiyor, yerine başkaları gelerek boş bırakmıyorlar sohbeti.

88

Kahve etkinliğinden arta kalan günlerde kahve keyfi devam etmekte. Yıllardır sanal ortamda birbirimizi tanımamıza rağmen henüz karşılaşmadığım dostumla bir gün yolumuz kesişti. Dostluğumuz sanki kırk yıl önce başlamıştı.

90

Bazen tarihi Roma hamamında yunduktan sonra arınarak sonbaharın zayıf güneş ışınlarında ısınmaya çalışırken kahve içerek ta içini ısıtırsın.

89

İzmir’e girmeden gecenin karanlığına henüz kavuşmuşuz. Uzun ve yorucu bir turun ardından yorgunluk kahvesini Belkahve de dostunla birlikte kahve içmek bir ayrıcalıktır.

91

Urim Babanın Kahvesi

Nasıl içersiniz diye sorarlar kahveyi,

Sade, orta ya da şekerli….

Herkesin damak tadı başka,

Ama burada bunlara gerek yok…

Cezve sürülürken ocağa, başlar sohbet,

Kahveler dökülürken fincana, koyulaşır sohbet,

Kahveler yudumlanırken, derinleşir muhabbet,

Bitmesin istenir fincandaki kahve……

Sade, orta ya da şekerli..

Fark etmedi bak…..

Kahvenin yanındaki sohbet,

Tam da kahve tadındaydı…….

Sohbet, dostluk, Babacan’lık var

Urim Baba’nın kahvesinde.

Şafak Omaç

Şafak Omaç yoğurtçu kalesinde, ateşin başında oturmuş.

20151223_151259_HDR

Kahve sabır ister, aceleye gelmez. Ağır ateşte usulca pişmeli, sohbeti de olmalı ki tadı yerine gelsin. Acele etmeden insanın gözüne hoş görünen , manzaralı bir yer buldu mu durup kahve yapmalı. Kahve takımını çıkarıp ilk önce ocağın kafasını tüpe takacaksın. Ardından fincanlar çıkarıp dizeceksin sırayla. Sonra cezveyi, şekeri, kahve kutusunu. Cezveye biraz şeker koymalı ki içerken sohbetin tadı kaçmasın, tatlı olsun. Sonra kahve Adam başı iki çay kaşığı. Tepeleme olacak, boşluk bırakmayacaksın ki cezvenin içinde sıkı olsun. Bu dostluğu sıkı yapar. Sonra suyunu yedireceksin karıştırarak şeker ve kahve ile. Ocağı yakıp cezveyi süreceksin ateşin üstüne. Ocak harlı yanmayacak ki kahve yavaş pişsin, köpüğü bol olsun. İki insanın yolda yavaşça ilerleyen dostluğu gibi. Sağlam temeller üzerine kurulmalı. Cezvede kahve kabarmaya başladı mı köpükleri elini titreterek eşit olarak fincanlara dağıtmalı. Elin titriyor diyecekler sana, aldırma onlar öyle sansınlar. Böylece dostlarınla paylaşırsın yolları, yaşamı. Bunu yaparken etrafındaki dostlarınla sohbet etmelisin ki kahve iyi pişsin. Tekrar cezveyi ateşe süreceksin, işte bu ikinci ateşe sürmede pişen kahve şekerle iyice karışınca, kaynamadan fincanlara dolduracaksın. Kahveye tadını bu verir. İnsanın dili tatlılaşır, güzel sözcükler çıkar ağzından. Damarlarına karışan kafein beynine gidince işte orada olan olur. Fikirlerin ufku açılır. Duru düşüncelerle tatlı kelimelerle konuşmaya başlarsın. İnsanlar sohbetin tatlı derler sana ama bilmezler ki kendileri de tatlı sohbet etmektedirler. Ağzından kötü söz, dilinden yalan çıkmaz. Özgürlüğü düşünürsün, barışı, kardeşliği. İnsanca yaşamayı düşünürsün. Bunları paylaşırsın insanlarla. Bir bakmışsın çevrende senin gibi düşünenler çoğalmıştır. Devrim gibi olur dünya, savaşsız, sömürüsüz, tüm insanlar eşit…

92

İşte UrimBaba’nın kahvesi böyle oluştu dostlar. Ta en başından dilimin döndüğü kadar kelimelere dökmeye çalıştım en ince ayrıntısına kadar. Kahvemi herkes içebilir, yeter ki isteyin. Nerede olursa olsun hiç üşenmeden yaparım kahveyi, beraber içeriz tatlı sohbet ederek.

93

Kahve Aşktır insanın aklını başından alır. Köpükte kalp şekli oluşmuş.

20151223_152015_HDR

UrimBaba’nın Kahvesi ücretsizdir

Ücret vermek isteyen kahve içemez !
Kahve falına bakmıyoruz,
Bakılmaması için fincan tabağı yok
Alkol getirmeyin, sadece kahve içeceğiz
Sohbet etmek isteyenler,
Anlatacak bir hikayesi olanlar,
Hikaye dinlemek isteyenler,
Şiir okumak isteyenler,
Roman okumak isteyenler
Susmak isteyenler
Konuşmak isteyenler
Hepsi Kahve tadında

1

Sevgili sinemacı arkadaşım Uğur Cuya benim haberim olmadan belgesel niteliğinde videomu çekmiş. Ellerine sağlık Uğur Cuya

UrimBaba’nın kahvesi Üçkuyular Kent Ormanı, Çakalburnunda yapılmaktadır. Gelmek isteyenler aşağıdaki rotayı takip edebilir. Deniz kıyısında beni görürsünüz zaten. Cumartesi günleri saat  14:00 te. İzmir de olduğum sürece kahve hep olacak. Beklerim…

Aşağıda Göztepe vapur iskelesinden Urim Baba’nın kahvesine giden yolun haritası

Keşan Trakya Bisiklet Turu 18. Gün

19 Eylül 2013 Perşembe

Bergama – Aliağa – Menemen – Bostanlı- Balçova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Telli Turna

Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni simdi ki bana 

Sakin çıkma patika yollara 
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor her şey zamana        
Biz büyüdük ve kirlendi dünya

Telli telli telli su telli turna
Sanma ki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna

Telli telli telli su telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka             
Ne kalır yarına bizden sonraya
Her şey binip gitmiş uçurtmalara

Murathan Mungan

Öne çıkmış olan görsel, bisikletimin gidonuna takılı aynada, arkadan gelen kamyon yansıyor.

190920133977

Harika bir uykunun ardından uyanıyorum. Çamlarda yaşayan binlerce serçenin cıvıltıları ve kumruların gugukları ortalığı kaplamış. Parkın içinde bu kadar kuşun barınması ve hep bir ağızdan kendi şarkılarını söylemesi insanı rahatsız edecek kadar bir gürültü seviyesine ulaşıyor. Nisan ayında burada iki gece kalmıştım o yüzden kuşların bu sabah telaşlarını bildiğimden alışığım. Gece hepsi uyuyor, sadece bir tane guguk kuşu var ve bütün gece 10 saniyede bir hiç durmadan guguk – guguk diyerek sabaha kadar onun sesi hakim. Buranın güvenlik görevlisi guguk kuşundan rahatsız olduğunu söylemişti, göremiyorum çamların arasında yoksa yakalasam  vuracağım diye dert yanmıştı. Saat 05:00 sırlarında kuşların hepsi birden uyanıyor henüz gün ağarmadan. Başlıyorlar cıvıl cıvıl konuşmaya, ilk önce her kuş diğer kuşa günaydın, hayırlı sabahlar diyor tek tek. Haliyle binlerce kuş birbirine günaydın demesi uzun sürüyor. Ardından sıra geliyor sen ne tarafta yem bulacaksın, ben bu gün şu tarafa gideceğim muhabbeti başlıyor. Herkes gideceği yönü belirledikten sonra gruplar halinde çeşitli yönlere doğru uçup gidiyorlar. Saat 07:30 gibi tüm kuşlar gitmiş oluyor, çam koruluğunda ses kalmıyor böylece. Birden bire ortalık sessizliğe bürünüyor, sanki Dünya varmış gibi.

Sabah güneş kendini gösteriyor tüm ışıltılarıyla çamların arasından. Güneşin parlaklığı bu günün açık ve güzel olacağına işaret.

190920133932

Bu gün daha da sevinçliyim, ev özlemi iyice arttı doğrusu. 18 gündür yollardayım, ilk defa bu kadar uzun süre bisiklet üzerindeyim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltı için hazırlıklara başlıyorum. Can henüz kalkmış her zaman olduğu gibi eşyalarını yağmur geçirmez ama kullanışsız, cebi olmayan çantalarına eşyalarını tek tek yerleştirmeye çalışıyor. Haliyle uzun sürüyor toplanması. Kahvaltı etmeden yola çıkacak, Aliağa’da izban metroya yetişmesi gerek 11:30’a kadar. Yoksa 60 km daha pedallaması gerek. Benim acelem yok, akşam 20:00 de izban metroya bineceğim. Can hazırlandıktan sonra vedalaşıp yola çıkıyor. Ben yalnız kalıyorum son günümde. Olsun artık ne yapalım bu gün de böyle olacak. Sabahın seherinde çadırım ve ağaçlar alaca karanlıkta.

190920133933

“Yemek yeme üstüne bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilişkisi olmalı”

diyen  Cemal Süreya haklı bence. İnsan kahvaltısını elinden geldiği karar çeşidi bol ve zengin bir kahvaltı hazırlamalı kendisine. Çantamda kalan son kahvaltılıkları çıkarıp soframı hazırlıyorum. Bir güzel de çayımı demliyorum tavşan kanı gibi. Ekmeği de Danişment köyünden almıştık, hala duruyor. Elçek ile kendimi ve kahvaltı soframı diğer çardaklarla birlikte çekiyorum.

190920133935

Son kalan acı biber salçası, bal, zeytin ne varsa masamı süslüyor. Bir güzel kahvaltımı yapıyorum parkın sessizliğinde. Henüz sabahın erken saatleri, sadece bir iki kişi sabah yürüyüşü yapıyor parkın içinde. Günaydın diyerek birbirimizin gününü kutluyoruz karşılıklı. Masada; cezve, şeker şişesi, çaydanlık, etrafı koruyucu ile çevrili, sarı su matarası, ekmek, çay bardağı, salça kutusu, içinde sarı saplı bıçak, zeytin kutusu, Trakya’da satıcının verdiği zeytinler hala bitmedi. Çok bereketliymiş. Bal kutusu, salça sürülmüş ekmek dilimi, bir parçası ısırılmış, zeytin çekirdekleri. Bunların hepsi beyaz havlu peçetenin üzerinde. Peçete çok geniş.

190920133936

Kahvaltı yaparken bir misafirim geliyor yanıma miyavlayıp yalanıyor. Kediye ekmekten başka verecek yiyeceğim yok doğrusu. Bir kaç lokma veriyorum kuru ekmek sadece. Sanırım aç hayvan ekmeği yemeğe başlıyor. Ekmeği yerken de az ilerde kumruları da kesiyor bir taraftan. Ama kumrulara doğru hamle yapmaya niyeti yok gibi. Sadece arada bir kumrulara doğru bakıyor. Sanki avcılık yeteneğini yitirmiş gibi öylece kuru ekmeği yemeye çalışıyor.

Aklıma Aşık Mahzuni Şerif türküsü geliyor

Bilmem ağlasam mı

Mevlam gül diyerek iki göz vermiş

Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı

Dura dura bir sel oldum erenler

Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı

 

Yoksulun sırtından doyan doyana

Bunu gören yürek nasıl dayana

Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana

Bilmem söylesem mi söylemesem mi

 

Mahsuni Şerifim dindir acını

Bazı acılardan al ilacını

Pir sultanlar gibi dar ağacını

Bilmem boylasam mı boylamasam mı

Aşık Mahzuni Şerif

“Yiğit muhtaç olmuş kuru ekmeğe…” Kedi ekmek yerken çekiyorum bir poz.

190920133937

10 metre ileride iki tane kumru kedinin bir şey yapamayacağını sanki biliyormuş gibi rahatça dünden kalmış kırıntıları yiyorlar çimenlerin üzerinde.

190920133938

Eh kahve altını yaptık sıra geldi kahve içmeye. Cezveme tek kişilik kahve hazırlıyorum, etrafta kimse yok. Şanslı 3 kişi olsaydı onlar da içebilirdi kahvemden. Cezve ocağın üzerinde, yanında fincan, çay kaşığı ve çakmak.

190920133939

Kahve pişiyor bol köpüklü fincanın içinde. Cezve ve ispirto ocağı.

190920133940

Elçek ile kahve keyfimi çekiyorum. Saçlar değil de sakallar birbirine karışmış durumda ama gayet memnunum bu durumdan. Cildim biraz dinlenmiş oluyor 18 gün boyunca.

190920133941

Kahvaltının ardından toplanıp bisikletime yüklüyorum eşyalarımı. Yola çıkıyorum yavaş yavaş. Gece girdiğimizde Bergama tabelasını çekememiştim. Karşıya geçip resmini çekiyorum. Tabelada; Bergama, Nüfus: 81400 yazıyor.

190920133942

Ve Bergama dan ayrılmış oluyorum böylece. Bergama çıkış tabelasına çapraz kırmızı şerit çekilmiş.

190920133944

İzmir 103 km diyor ama ben Aliağa ya kadar gideceğim aheste aheste. 50 km civarı. Tabelada D240, İzmir 103, Çanakkale 238 yazılmış. Bisikletim KUZ solda park halinde.

190920133943

Keşan’a giderken karşıda görünen tepelerin ardından gitmiştik. O yol daha kestirme, Bergama dağın dibinde kurulduğundan ana yol Bergama’ya yakın yere kadar girip tekrar sola dönüyor. Haliyle yol uzamış oluyor böylece.

190920133945

Ana yol, Çanakkale – İzmir kara yolu. Asfalt düzgün olduğu için bisiklet akıp gidiyor. Karşıda sivri bir tepe var.

190920133946

Mısır tarlası, hayvanlara yem olsun diye yetiştiriliyor. Henüz biçilmemiş, öyle bir sarı rengi var ki insan bakmaya doyamıyor doğrusu.

190920133947

Kimi tarla da yemyeşil, kimi sürülmüş, kimi sapsarı. Bakır çayın suladığı bu bereketli ova binlerce yıldır burada insanlar yiyecek besinini yetiştiriyor.

190920133948

Mısır tarlaları düzenli sıra halinde ekilmiş, henüz sararmaya başlamış.

190920133949

Bakırçay  köprüsünden geçiyorum, su var ama burnuma pis kokular geliyor. Köprü korkuluğu, Bakırçay tabelası ve akan nehir.

190920133950

Pis kokuların sebebi sanayi artıkları ve lağım arıtılmadan direk Bakırçay’a bırakıyorlar sularını. Belki de kanalizasyon da bırakılıyordur çaya. Cezalar caydırıcı değil, yetkililer denetlemiyorlar, fabrika sahipleri paralı, istediği şeyi yapıyorlar göz göre göre. Bakalım nereye kadar kirletecekler dünyayı. Elbet kendine zararı olacak ama onlar bunun farkında değiller. Sadece daha çok kazanayım telaşındalar. Geleceğe temiz bir dünya bırakma niyetinde değiller. Gördüğümüz tarlalar buralardan sulanıyor ve bu kirli sular besinlere bir şekilde geçmiş oluyor. İnsanlar da doğal besleniyorum zannediyorlar.

” Biz büyüdük ve kirlendi dünya”

190920133951

Yol iyi güzel de tarlasını sürüp işi bittikten sonra çamurlu tarladan ana yola çıkarak yolu lastiklerinden bıraktığı çamurlarla berbat etmeleri yok mu. Bu da ayrı bir sorun, traktörleri ana yola çıkarmadan yan yollarda hareket etmelerini sağlamak gerek. Dün yağmur yağmış ve tarlasından çıkan bir traktör bu hale getirmiş kara yolunu. Tabi ki bisikletle emniyet şeridinde biz gidiyoruz.

190920133952

Nihayet denizi görüyorum zeytin ağaçların arasından, Yenişakran’a gelmek üzereyim.

190920133953

Yol hızla altımdan kayıp gidiyor sanki. İnsan farkında olmuyor ama saat henüz erken ve ben Yenişakran’ı geçtim bile. Aliağa’ya az bir yolum kaldı. Kendimi elçek ile çekiyorum, başımda sarı kask, sarı gözlük var.

190920133955

Burası hacı Ömerli köyü, Esas köy yukarılarda ama köy terkedilip ana yolun dibine taşınmış. Burada liseden arkadaşımın ailesinin evi vardı. 1980 öncesi gelip burada zıpkınla balık avlar denize girip yüzerdik. Denizin içinde tarihi sütunlar görmüştüm o zamanlar. Bir zamanlar burada medeniyetler kurulmuş. Ama deniz altında kalmış antik yıkıntılar. Ne kazı yapan, ne de araştıran. Deniz kıyısını çekiyorum.

190920133958

Karayolları bir tabela koymuş yolun kıyısına ” Karayolumuzu temiz tutalım” diye de yazı yazmışlar. Fakat öyle pek temiz tutan yok, sadece yazıda kalıyor. İnsanlar her şeyi arabadan dışarı atmaya devam ediyor düşüncesizce.

190920133959

Şimdiye kadar gördüğüm en güzel köprülerden bir tanesi. Daha önce geçtiğim köprülerin hepsi dardı ve mesafe olmadığı için emniyet şeridi yoktu. Bisikletle köprü geçişlerinde dikkatli geçmezsen tehlikeli oluyordu. Bu köprüde görüldüğü üzere emniyet şeridi genişliğinde köprü geniş yapılmış. Duble yol yapımları yeni yapılıyor ve yeni köprüleri inşa ediyorlar. Herhalde köprüyü yapan müteahit diğer köprüleri dar yaparak malzemeden çalıyorlar büyük ihtimalle. Karayolları denetçileri de buna göz yummuş şimdiye kadar. Bu köprüde çalınmadan tam yapılmış.

190920133960

Henüz saat 11:00 erken vardım Aliağa’ya. Yol güzel olunca çabuk geldim doğrusu. Biraz daha erken davransaydım izban metro saatine yetişebilirdim sanırım. Akşam 20:00 de almaya başlıyorlar metroya bisikletleri. Bakalım ne olacak. Tabelada; Aliağa, Nüfus: 53600 yazıyor.

190920133961

Aliağa girişinde sahil yolu bisiklet yoluna giriyorum. Girmemle birlikte lastiğim de patlıyor. Lastiği söküp yama yaparak tamir ediyorum. Ön tekerlekte dinamo var ve kabloları sökmem gerektiğinden sökmeden yama yapıyorum lastiğe. Lastiği şişirip devam ediyorum, bir süre gittikten sonra tekrar lastik iniyor. Artık yamayla uğraşmıyorum, ileride balıkçı barınağı var, orada tekrar bakarım diyerek yola devam ediyorum lastiği şişire şişire. Katlanır tabure, KUZ ve iç lastiği dışarda ön tekerlek.

190920133962

Balıkçı barınağına varıyorum, karnım da acıkmıştı. hemen balık ekmek söyleyip karnımı ilk önce doyuruyorum bir güzel. Aç ayı oynamaz hesabı, lastik iyice indi çünkü. Karnım doyduktan sonra ön tekerleği söküp lastiği yedek lastik ile ilk önce değiştiriyorum. Daha sonra yedekleri iyice patlaklarını tespit edip yama yaparak yedeğe alıyorum. İşim bitince balıkçıya veda edip yola koyuldum. Ana yola çıkmadan  şehir merkezine kadar giderek oradan ana yola çıkacağım. Brandadan çadırda balık pişiriyor. Adı da; İskele Çakıcı balıkçılık. Köşeleri ve üstü beyaz, diğer tarafları kırmızı renkte.. Penceresine enine, mavi – beyaz şeritli çarşaf ile kapatılmış.

190920133963

Bir süre sonra Aliağa metronun olduğu yerden çıkıyorum, metro saatini beklemeye gerek yok. Aklıma Eski Foça – Menemen arası yolun nasıl olduğunu sizlere göstermek. Bu yolda bisiklete binmek istemezsiniz. Aliağa belediyesi her gün tarih değiştirerek iyi yolculuklar dileklerini belirtiyor. Bu gün 19 . 09 . 2013 tarihi yazılmış. Küçük bir yamaca tarih ve Aliağa belediyesi iyi yolculuklar diler yazısı yazılmış. Yeşil zemin üzerine beyaz harflerle.

190920133964

Aliağa ağır sanayi bölgesi, burada Türkiye’nin en büyük rafinerisi, petrokimya tesisleri, ark fırınlı demir – çelik fabrikaları, haddehaneler, hurda sahaları ve bunlara ait onlarca büyük iskele bulunuyor. 18 Yıl bu bölgede Demir çelik fabrikasında çalıştım vardiyalı olarak. O yüzden bilirim buraları. Elektrik üretimi özelleşip üretimi kendileri yapınca fabrikalar kendilerine rüzgar türbini kurmuş, kimisi de kuruyor.

190920133965

Burada doğal gaz çevrim santrali bulunmaktadır. Ağır sanayi fabrikalarına yetmeyecek kapasitede ama biraz olsun temiz doğal gaz yakarak elektrik enerjisi üretiliyor. Toplam kurulu gücü 270 MW olan santralin yıllık üretim kapasitesi 2,15 milyar KWh. Dört bacalı elektrik santrali ve elektrik iletim hatları direklerle taşınıyor şebekeye.

190920133966

İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.

190920133967

İşte bir demir çelik fabrikası, her ne kadar toz toplama ünitesi olsa da zehirli ve kirli dumanlarını havaya saçarak çevreyi kirletiyorlar. Buradan geçerken nefes bile alamazsınız, genziniz yanar, zehir solursunuz.

190920133968

İşte size bahsettiğim tehlikeli yol bölümü; Yeni Foça kavşağından başlıyor Buruncuk köyü, Gediz nehri köprüsüne kadar emniyet şeridi yok. Aliağa bölgesi ağır sanayi fabrikaları barındırması kamyon, tır, tanker araçlarının bol olması demek. Haliyle trafik te yoğun oluyor bu bölgede. Ayrıca bir çok büyük iskele olması da dışalım – dışsatım yapılıyor bir taraftan. Onların araçları da eklenince yolda tır, kamyon çok oluyor. Önümde iki tır kamyon ve dar emniyet şeridi. Tabelada burada 90 Km hız sınırını belirtmiş.

190920133969

Hele yolun bazı bölümleri o kadar dar ki hiç emniyet şeridi yok denecek kadar. Ben de sürekli olarak dikiz aynamdan arkamı kontrol ediyorum. Yolun asfalt olmayan kısmında toprak berbat ve bisikletle gidilebilecek durumda değil. Beni gören kimi sürücüler yolun hafif solundan bana zarar vermemeye çalışarak geçiyorlar. Tır olsun kamyon olsun çoğu bana dikkat ederek geçiyorlar. Sadece petrol tankerleri dibimden, bana aldırmadan geçiyor tehlikeli bir biçimde. Bu tehlikeli durumu bir kaç kez yaşadım yol boyunca. Alternatif yol da yok tehlikesiz gidilebilecek. Mecbur bu yoldan geçmek gerek.

190920133970

İşte beni geçen kamyon ne kadar açıktan geçiyor beni düşünerek. Kamyon ile düz beyaz çizgi arası mesafe ne kadar. Tabelada düz olarak; Menemen, İzmir, sağa Foça yazılmış.

190920133972

Buruncuk köyüne geliyorum, burası küçük şirin bir yol kasabası. Kamyonlar burada her zaman mola verirler. Yemek yiyip çay içerler kahveden, her zaman tazedir. Bir de yukarıdaki dağ köylerinde ekşi maya ekmek getirip bakkalda satarlar. Buradan ekşi maya ekmeği alacağım. Ekmek te 20 ekmek ağırlığında, kocaman bir ekmek. Fabrikada çalışırken bir iş arkadaşım anlatırdı,  “Sabahları sadece 1 dilim ekmek yiyorum artık perhiz yapıyorum” bizde “hadi ya nasıl oluyor” diye sorunca o da “Buruncuk’tan aldığım kocaman ekmeğin ortasındaki dilimi yiyorum “diyerek bizleri güldürürdü. O dilim 2 ekmek civarındaydı. 18 yıl buradan her gün geçtim izin günleri hariç. Ama burada bir antik  kentin olduğunu bilmeden. Gördüğünüz tepenin üzerinde Larissa antik kenti kalıntıları bulunmakta. Bu yıl Nisan ayında düzenlediğimiz Az Bilinen Antik Kentler Turunda öğrenmiştim. Rotamız buradan geçmişti.

190920133973

Buruncuk köyünün kavşağında sol şeritte daha çok emniyet şeridi var gördüğünüz gibi. Burada sol tarafa geçip bakkaldan ekşi maya ekmeği alıyorum bir tane. Öğleden sonra kalmıyor ekmek, bilenler durup alıyor bu ekmeği. Ayrıca kahveler de sol tarafta, bir çay içmek gerek hem de duble. Ardından soğuk bir soda iyi geliyor. Orta şeritte durumu çekiyorum, arabalar vızır vızır geçiyor sürekli olarak.

190920133974

İşte Gediz nehri ve köprüsü, köprü üzeri emniyet şeridi ne kadar dar değil mi?

190920133975

İşte kamyonun biri dibimden geçmek üzere, hiç te beni dikkate almadan geliyor. Allahtan durup çekmiştim bu resmi yoksa dibimden geçecekti. İşte size bu anlattıklarım ve resimlerde gördüğünüz kadarı ile bu yol çok tehlikeli bir bisikletli için. Bu yüzden bu tehlikeli yoldan geçmemek için metroya binip Aliağa’ya kadar gidip oradan yola çıkıyoruz. Aynı yol tehlikesi de İzmir’in diğer çıkışı olan Aydın yolu üzerinde Karabağlar – Gaziemir trafiği berbat. Orada küçük sanayi ve atölyeler, mobilyacılar var. Oradaki trafik yoğunluğuna dolmuş şöferleri ve taksi şöferleri de karışınca tehlike bir kat da artıyor. Çünkü Taksi ve dolmuş şöferlerinin ne yapacakları belli değil. Onların gözleri müşterilerde, diğer araçlar ve bisikletliler onlar için önemli değil. Aniden direksiyonu üzerimize kırıyorlar, bizleri zor durumda bırakıyorlar. Gidonuma takılı dikiz aynamdan yansıyan kamyonu çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

190920133977

Gediz nehrinin suladığı bereketli menemen ovası, pamuk, üzüm, mısır, buğday tarlaları. Bir aralar çeltik tarlaları vardı ama şimdi ekim yapılmıyor. Tarlalar yemyeşil.

190920133978

Menemen’in pişmiş toprak ürünleri meşhurdur. Yol kıyısında satıyorlar testi, çanak, çömlek gibi şeyleri.

190920133979

Menemen’e giriş yapıyorum. Bayağı büyük bir kasaba, buradakilerin çoğu Aliağa sanayi bölgesinde çalışıyorlar. Aynı zamanda İzmir – Çanakkale yolu buradan geçiyor. Bir de burası tarım bölgesi, çiftçilik te yapılıyor. Tabelada; Menemen, Nüfus: 119000 yazıyor.

190920133980

Menemen’in en meşhur nesnesi Menemen testisi. Yolun ortasında kocaman bir testi yapmışlar. Ayrıca bir deyim de vardır bununla ilgili ;

” Menemen testisi gibi dizilmek”

Bu deyim her yerde rahatlıkla kullanılabilir. Menemenin diğer ünlüsü de develeri bol olması. Menemen de her yıl deve güreşleri düzenlenir. Menemen’de devrim şehidimiz Kubilay’ın yobazlar tarafından vahşice katledilmesi ile her yıl 23 Aralıkta şehitlikte anılır.

190920133981

Menemen’den sonra hızla Bostanlı vapur iskelesine geliyorum. Arada resim çekilecek önemli bir şey olmadığından, yoğun trafik içinde bir an önce Bostanlı’ya ulaşmak için hızlı bir şekilde Bostanlı’ya ulaşarak arabalı vapura biniyorum. Vapura binince rahat bir nefes alıyorum. Aliağa dan buraya kadar olan yol beni fazlası ile yordu doğrusu. Geminin arkasındayım, Direkte Türk bayrağı dalgalanıyor. Arkada Bostanlı ve Yamanlar dağı.

190920133982

Hepsi ayrı güzel olan martılar nazlanmadan bana poz verip rüzgarda süzülerek yanımdan uçarak geçiyorlar birer birer. Bu deniz kuşlarını ayrı seviyorum, bana özgürlüğü hatırlatıyorlar. İnanın onlar gibi uçmak isterdim uçsuz bucaksız denizlerde, rüzgara karşı süzülmek isterdim, kanatlarımı çırpmadan. Bir balık gördüm mü bir anda denizden balığı yakalamak isterdim maviliklerde. Her vapurun müdavimleri martılar yine vapurun etrafında uçuyorlar. Bir martı üzerimde uçuyor.

190920133983

Diğer bir martıyı kanatları açılmış durumda süzülürken çektim. Sağ kanadının ucunda yükseklerde uçan uçağın beyaz dumanı kanadın ucuna denk gelmiş.

190920133996

Bagajımda 4 dilim ekmek kalmıştı yiyemediğim. Ekmekleri lokma lokma martılara atmaya başladım. Bütün martılar bir lokma ekmek kapmak için etrafımda dönmeye başladılar. Ben her lokmayı attıkça çığlık atarak havada kapmaya çalışıyorlar her biri. Vapura binince hep yanıma ekmek alıp martılara atarım bu güzel anları resim çekerek yakalamaya çalışırım değişik pozlarda. Martı havadaki ekmek lokmasını kapmak için yan dönerek kanatları açık biçimde poz veriyor. Arkasındaki martı normal pozisyonunda. Diğer martılar az aşağıda vapur hızında uçuyorlar.

318488_256834434366723_1166214873_n

Karşımda Narlıdere ve dağları, çatal kaya Balçova ve Teleferik. İzmir’in en güzel yeri.

190920134001

Solda çatal kaya dağı, İzmir körfezi ve akşam güneşi batıda alçalmaya başladı. Güneş parlak ışıklarını saçıyor. Deniz seviyesinde olan ağaçlık İnciraltı kent ormanı.

190920134002

Memleket isterim

 Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

 Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 

 Memleket isterim

 Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

 Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

 

 Memleket isterim

 Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

 Kış günü herkesin evi barkı olsun.

 

 Memleket isterim

 Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

 Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Üçkuyular arabalı vapur iskelesine yaklaşıyoruz. Tam karşımda taşlı tepe, üzerinde şehitlik anıtı ve eteğinde güzel evim, özledim doğrusu.

190920134003

Arabalı vapur iskeleye yanaşmadan aşağı bisikletimin yanına iniyorum. Ben ve bisikletim KUZ sakince vapurun iskeleye yanaşmasını bekliyoruz. Yarım saat vapurda dinlenme iyi geldi ikimize doğrusu.

190920134004

Vapurdan inerek sahilden doğru Üçkuyular’daki çarşıya gelerek yılların bisikletçi ustası Mevlüt ustamın dükkanına yanaşıyorum. Beni görünce “Hoş geldin bilader” diyerek kucaklaşıyoruz. Hemen komşum olan Mehmet’te seslenerek çayları söylüyor. Mehmet te çayları getirince “Hoş geldin komşu” diyerek onunla da kucaklaşıyorum. Başlıyor Mevlüt usta sorular sormaya, “Anlat bakalım nasıl geçti turun?”  Ben de kısaca yaşadıklarımı, turu, edindiğim dostlukları anlatıyorum. Bu arada ikinci çaylar geliyor. Komşum Mehmet bu da benden diyerek çayları tazeliyor. İkinci çayları içerken bu turda edindiğim dostlukları anlatınca Mevlüt usta başladı bir hikaye anlatmaya ;

“ Zamanın birinde bir padişah yaşarmış memleketin birinde.

Padişahın bir oğlu varmış, sarayda bir dediğini iki etmezlermiş.

Padişah bakmış oğlunun yapacağı hiçbir şey yok şunu ülkenin dört

bir tarafına göndereyim de ders alsın biraz, yol yordam öğrensin,

tecrübe kazansın ve en önemlisi dost edinsin diye düşünmüş.

Oğlunu yanına çağırtmış. Oğlu yanına gelince

–          Buyur babacığım beni emretmişsiniz

demiş. Babası da ;

–          Oğlum bu ülke yarın bir gün sana kalacak, ülkeyi sen yöneteceksin.

Ülkenin dört bir tarafını dolaş, her il’de kendine bir ev al, gittiğinde oralarda

her zaman bir kapın olsun

diyerek oğlunu yolcu etmiş  ülkenin dört bir tarafına. Padişahın oğlu da

yola çıkıp ilk il’e gelince yanındaki adamlarına emrederek  o il’in en güzel evini

almalarını söylemiş. Adamları da en güzel evi almışlar, bir güzel dayayıp döşemişler.

Birkaç gün evde oturup eğlendikten sonra  evin anahtarla kilitleyip anahtarı cebine

Koymuş, diğer il’e doğru yola çıkmışlar. Diğer il’de de aynı şekilde en güzel evi satın

almışlar. Nasıl olsa para bol, padişahın oğlu ne de olsa. Böyle geze geze ülkenin bütün

il’lerinde Bir er ev almışlar. Her evin anahtarı cebinde 40 tane ev almış olarak saraya

dönmüşler.

Saraya döndükten sonra babasının huzuruna çıkarak;

–          Babacığım söylediğiniz gibi ülkenin dört bir tarafını dolaştım. Kendime en güzel

Evleri satın aldım, dayadım döşedim. Tam 40 tane evim oldu, artık ülkenin dört bir

tarafında Kapım var artık, işte 40 evin anahtarları.

Diyerek 40 anahtarı babasına uzatmış. Padişah ta 40 anahtarı görünce şaşırmış.

Oğluna;

–          A benim akılsız oğlum, sana ülkenin dört bir tarafında bir evin her il’de bir kapın

olsun dediğimde sen gidip satın mı aldın 40 tane ev. Ben sana her ili dolaş, insanlarla

tanış onlarla sohbet et, dost ol. Her gittiğinde bir kapın olsun dediğim buydu ey akılsız

oğlum.  dostun olursa her yerde kapın olur diyerek oğluna  iyi bir ders vermiş.”

diyerek herkese ders olacak hikayeyi bitiriyor. Anlattığı hikayede geçen konuyu ben bu 18 günlük turumda bizzat yaşadım. Keşan dağ bisiklet festivalinde bir çok dost edinim, her biri ayrı ayrı illerden gelmişlerdi. Edindiğim dostluklar sayesinde her yerde bana yardımcı oldular sağ olsunlar. Hepsinin ayrı bir dostluğu oldu benim için. Bir çok yerde hikayede geçen kapım oldu bu turda. Dostlarımın da bir kapısı var artık İzmir de. Mevlüt usta gün görmüş, yaşamış ve iyi bir bisikletçi ustası. 45 yıldır bisiklet tamirciliği yapmış kendi dükkanında. Çıraklar ustalar yetiştirmiş, artık yeter diyerek bisiklet tamirciliğini bıraktıktan sonra dükkanında sadece arkadaşlarıyla sohbet etmek için açıyor. Her gün çay içerek, arada ufak tefek bisiklet tamiri oyalanmak için yapıyoruz birlikte. Bisikletim KUZ üzerinde, yanımda Mevlüt usta, bir poz çekiliyoruz.

190920134005

Çayların ardından çarşının berberi Nihat’ın berber koltuğuna oturarak sakal tıraşı oluyorum. Berber Nihat ta sinekkaydı tıraş yaparak 18 gündür kesmediğim sakallarımı kesiyor. Yüzüm rahatlıyor, aslında şöyle ustura ile olmak vardı sakal tıraşını ama şimdiki berberlerde ustura yok maalesef. Usturaya benzer bir alet var ona bildiğimiz jilet takarak tıraş yapıyorlar. Esas ustura ile sakallar kesilirken çıkardığı sesleri kulağının dibinde duyardım bir zamanlar ve tıraştan sonra yüzümde masaj yapılmış hissederdim. Elçek ile kendimi ve Berber Nihat’ı çekiyorum berber koltuğunda. Yüzüm tıraş sabunu sürülmüş halde.

190920134006

Tıraşımı olduktan sonra güzel evime gelerek turu burada noktalıyorum. Erguvanım sonbahar da açıyor, bahçemde yediveren limon ağacım her mevsim çiçek açıyor. Melisa ise akşam üzeri güzel kokular saçmaya başladı. Ihlamur ağacım ise henüz çiçek açmadı daha 3 yılı var çiçek açmasına. Aşağıda sardunya çiçeklerim her daim çiçek açmakla meşgul. İki katlı evim kırmızı renk boyalı, Üst balkonlu olan evde oturuyorum. Evimin bahçesine kendi yaptığım doğal taş döşeli kemer kapı. Kemerin üzerinde Kara kartal. Kemerin solunda posta kutusu ve zil düğmesi. Bisikletim KUZ önde park etmiş durumda.

120420146649

Bu turda yaptığım toplan yol 18 günde 1309 Kilometre civarı olmuş

Bir turun sonuna geldik, yazılarımı okuyup takip eden dostlarım hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim yazdıklarımı okuduğunuz için. Gezdim, gördüm ve yaşadıklarımı sizlerle paylaştım. Paylaşmak her zaman güzeldir, paylaştıkça değeri arttığına inanarak yazıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 91 + 8 toplam 101 Kilometre civarı. 8 Kilometre vapurla geçtiğim yer.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 10. Gün

11 Eylül 2013 Çarşamba

Edirne – Lalapaşa – Kofçaz

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Sana.

sıkı

sıkı

sarıldıktan

sonra

 İlk öpücükle yitirdi

 aklım

 düşüncesini …

 her yerin dudak…

2010 – Feyyaz Alaçam

 

Öne çıkmış olan görsel, Önde iki kaya üzerine konulmuş düz kaya sundurmayı oluşturuyor. Arkada mezar odası.
10-22
Sabah 07:00 de uyanıyorum 08:00 de Can küçüklerin kaldığı tesislerde buluşacağım. Edirne’de  okuyan öğrenci arkadaşlarım Emre Ata ve Selim Karagözler beni çok güzel ağırladılar. Kendilerine yüksek teşekkürler. Kısa süren birlikteliğimiz ömür boyu unutulmayacak, iyi ki tanıştım. Onlar da erkenden uyanıyorlar. Kahvaltı yapmadan hazırlanıyorum. 2 gün yol arkadaşım Orhan Şentürk seninle çok güzel yolculuk ettim. Uyumlu, sakin, her zaman beraber yol yapabileceğim bir insanla tanıştım.
Emre Ata da bana bir tane suluk hediye etti. Bisiklet dostluğu başka bir şey canım. Artık bir de suluğum oldu. Teşekkürler Emre Ata, yolda her su içişimde seni anacağım. Bisiklet suluğu çantamın üzerinde, rengi sarı.
200320145287
Sevgili Selim Karagözler, bizim Edirne de kalacağımızı öğrendikten sonra İstanbul’a gitmekten vaz geçip aramıza katıldı, çok güzel bir akşamın ardından evinde misafir etti. Böyle duygularla arkadaşlarımla vedalaşıyorum. İyi ki sizleri tanıdım. Apartmanın dışına el birliği ile bisikletimi çıkarıyoruz. Bana İl Gençlik spor misafirhanesini tarif ediyorlar. Misafirhane kolay yerde ana cadde üzerinde ve yakın. Yol kıyısında dört kare sütunlu, üzerinde kubbesi olan mezar boş arsada öylece duruyor. Arkasında büyük bir otel var.
10-1
Kısa sürede misafirhaneye varıyorum. Ardından Can’ı telefonla arayıp aşağı inmesini söyleyerek beklemeye koyuldum. Can biraz yavaş hazırlandığından azıcık bekliyorum. Aşağı inince ana yola çıkıp Selimiye camisini bulunduğu yere varıyoruz. Uzaktan Selimiye camisinin resmini çekiyorum. Dört minaresi ile muhteşem yapı.
10-2
Mimar Sinan’ın heykeli Selimiye camisinin  kuzey doğusunda, sabah güneşi arkadan geldiği için resim biraz gölgeli çıkmış. Heykel geniş bir kaidenin üzerinde.
10-3
Caminin bir çok kapısı var, biz bahçenin sol yanındaki kapıdan giriş yapıyoruz. Kapı da kapı hani, devasa boyutu var. Bekçi kulübesi de kapının ardında bisikletler emin ellere bırakıyoruz.
10-4
Caminin içine girip muhteşem yapıyı incelemeye koyuluyorum ve bir kaç resim çekmek gerek. Camiler içinde gördüğüm en devasa cami. Mimar Sinan’ın ustalık eseri, burada oturup saatlerce etrafı seyredebilirim. Ama yolumuz uzun. Tam ortada tavandan sarkan geniş avizede yüzlerce ampul yanıyor.
10-5
Kubbenin iç kısmını alttan çekiyorum. Kubbeye Arapça yazılar yazılmış daireler içine. Sekiz daire kenarlarda, ortada mavi çinili hat yazısı yazılmış. Kubbenin çapı 31.25 metredir. Kubbenin altında çepeçevre pencereler içeriyi aydınlatıyor.
10-6
Kısaca etrafı dolaştıktan sonra Ters Laleyi aramaya koyuluyoruz. Can bildiğinden hemen bularak hikayesini de Ters Lalenin olduğu yerde anlatıyor. Mimar Sinan camiyi yaparken ihtiyar birisi evini vermemiş. Vermeyince de cami inşaatı biraz beklemiş. İhtiyar öldükten sonra cami bitirilip ihtiyarın arsası üzerinde müezzinlerin oturduğu bölümün sütunların birine ihtiyarın tersliğinin işareti olarak Ters lale figürü yapmış. Mermer sütunda kabartma ters lale silik olarak görülüyor.
10-7
Caminin diğer taraflarını sessizce dolaşıyoruz, namaz kılanlar var.
10-9
Caninin minberi süslü korkuluklarla merdiven yukarı çıkıyor. İmam hutbeyi burada veriyor Cuma günleri. Merdiven başında kapı, kapı yeşil perde ile kapatılmış.
10-10
Geniş kubbeyi ayakta tutan dört tane devasa sütun var. Sütunlardan birinin resmini çekiyorum Her tarafta aydınlatma lambaları sarkıtılmış. Lambalardan kimisi yanıyor.
10-11
İçeride resim çekme işi bittiğinden dışarı çıkıyoruz. Devasa caminin devasa uzunluktaki minareyi alttan çekiyorum. Minarede üç tane şerefe yapılmış.
10-12
Caminin içine girilen ana kapısı üç kemerli, iki sütunlu yapılmış. Kemerdeki taşlar kırmızı beyaz. Giriş altı basamak ile çıkılıyor.
10-13
Cami avlusunda bazı yerler onarım çalışmaları yapılıyor.
10-14
Caminin avlusunda yerde kestaneleri görünce toplamaya başlıyorum. Can bana kestaneleri yiyemezsin diyor. Çünkü bunlar at kestanesi imiş ve tadı da acı mı acı. Topladığım kestaneleri usulca yere bırakıyorum. Nerden bilebilirdim ki? Zaten normal yenilen kestanedeki gibi ince dikenleri yok. Kaba dikenli ve ele batmıyor.
10-15
Bu da ağacı, bayağı büyük.
10-16
İpsala da gecelediğimiz petrol istasyonunun sahibi Güray İşbaşaran’ın selamını iletmek için caminin imamını bekçiye soruyorum. İmam camide değilmiş, imamı göremeyince bir kağıda not yazarak selamı imama iletip görevimi tamamlıyorum. Bekçi de notu imama vereceğini söyleyince bisikletlerimizi alarak yolumuza koyuluyoruz Can ile birlikte.
Caminin çevresinde hotelleri taştan yaparak güzel mimari örnekler yapmışlar. Taş odada kalmak güzel olurdu da herhalde tuzludur diye düşünmeden kendimi  alamıyorum.
10-17
Bakkalın birinden kahvaltı için ekmek ve biraz kahvaltılık bir şeyler alıp kahvenin birine oturup güzelce kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltıdan sonra İğneada’ya doğru yola çıkıyoruz. İlk kasaba Lalapaşa, Edirne’ye yakın. Bulgaristan sınırına yakın yol yapıyoruz. Tabelada; Lalapaşa 21, Süloğlu 29, Hamzabeyli (Bulgaristan) 39 Kilometre kaldığını söylüyor.
10-18
Lalapaşa’ya kısa sürede vararak ilk molamızı burada veriyoruz. Kasabanın nüfusu tabelada 1.900 olarak yazılmış, bana bayağı az geliyor 1.900 rakamı.
10-19
Lalapaşa da çay molasından sonra yolumuza devam ederek Dolmen ( taş mezar anıtı ) görerek duruyoruz. Trakya’nın bu bölgesinde geniş bir alanda bir çok Dolmen görmek mümkün. Açıklama tabelasını çekiyorum yakından. Tabelada yazanlar;
Dolmen
Dolmen kelimesi Keltçe olup “Tolmen” anlamına gelmektedir. Genel düşünce, Trakya dolmenlerinin son tunç çağı bitimiyle ilk demir çağı başlarına tarihlendiği, ancak bunlardan bazılarının kullanımının M. Ö. 8 – 7 y.y’a kadar sürdüğü şeklindedir.
Yörede “Kapalıkaya” olarak tanınan dolmenler, anıtsal mezar yapılarıdır. Mezar üç bölümden oluşmaktadır. Kuzey – Güney yönünde, en arkada hücre şeklinde ana oda, bundan biraz daha küçük bir ön oda ile geçit yada giriş kısmı bulunur. Her üç bölüm yapı olarak birbirine benzer. Boyutları 2 – 3 m. kadar olan tonlarca ağırlıktaki iri taş blokların, bağlayıcı harç kullanılmadan üst üste bindirilmesiyle yapılmıştır. Bunlar odanın dört yanına dik olarak yerleştirildikten sonra üzerlerine yine iri taş bir blokun kapak gibi oturtulmasıyla yapılmış hücre şeklinde odalardan oluşmuştur. Plan özellikleri bakımından Trakya dolmenleri tek odalı ve iki odalı olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Her iki grubun da önünde dromos şeklinde bir giriş bölümü bulunmaktadır.
Dolmenler yöresel taşlarda yapılmış olup, üzerleri çoğunlukla bir tümülüsle örtülmektedir. Dolmenleri örten tümülüsler zamanımıza dek kendilerini koruyamamıştır. Dolmenlerin daha büyük boyutta olanları ve iki odalı kompleks şeklinde inşa edilenleri, mezar sahibinin sosyal konumu yansıtmaktadır.
10-20
İlk defa bu tür kaya mezarı görüyorum. Bana ilginç geliyor. İnsanlar gömülmek için çeşit çeşit mezarlar yapmışlar. Böyle büyük taşları getirip mezar yaptırmak herkesin harcı olmasa gerek. Biraz zenginlerin yada ünlü komutan askerler yaptırabilir ancak. İki dolmen yan yana, üzeri kaya ile kapatılmış.
10-21
Büyük taşlardan yapılsa da mezarların ta o zamanda ölülerle gömülen hazinelerin çalındığını biliyorum. Şimdiki mezar soyguncularına pek bir şey bırakmamışlar anlaşılan. İki yanda, üzeri kaya ile örtülmüş giriş bölümü, Arka odaya geçiş kaya ile kapatılmış, içeriye girmek için delik olarak kaya oyulmuş kapı. Arkası yine taş kayalarla yapılmış mezar kısmı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.
10-22
Resimleri benim cep telefonumdan çektiğimiz için Can ile teker teker resim çekiyoruz mecburen. Aslında bisikletin gidonuna özel bir aparat yapmak lazımmış cep telefonu için. Pozu ayarlayıp 10 saniyede kendi kendimizi çekebilirdik. Dolmen önünde Can beni çekiyor.
10-24
 Bu kez Ben Can’ı çekiyorum. Can kayanın dibine çömelmiş durumda.
10-25
Yol kenarında Dolmen taşlarını, mezar taşlarını görmeye devam ederek ilerliyoruz.
10-27
Ufukta bir Dolmen görüyorum, uzak olduğu için ve yol olmadığından uzaktan sadece resmini çekmekle yetiniyorum. Bir tanesini yol kenarında zaten yakından incelediğimden diğerlerini ziyaret etmenin anlamı yok.
10-28
Yolda ilerlerken nedense Edirne’den sonra asfaltın kıyısında çekirgelerin sıçradığını görüyorum. Çevrede daha çok buğday tarlaları mevcut. Öyle bir iki tane değil bisikletimin önünden onlarcası birden zıplayıp duruyorlar. Bisikletle gezerken yolun kıyısında değişik yeni şeyler görüyorum. Bisikletle gezmenin nimetlerinden bolca faydalanıyorum ben de. Önüme kayaya oyulmuş mezarlar çıkıyor.
10-23
Bazen etrafta ilginç mezar taşları çıkıyor. Resimdeki sanki dikili taş gibi, gibisi fazla gerçek dikili taş. Dolmenler bitti şimdi Dikilitaş bölgesine girmiş oluyoruz böylece.

Menhirler (Dikili Taş)Megalit (büyük taş), dikili anıtsal mezar taşlarıdır. Kırklareli ve yakın çevresinde çok sayıda görülmektedir. Çoğunlukla yakın dönem mezarlık alanlarında da benzer dikili mezar taşları görülmekte ise de esas kullanım süreci Erken Demir Çağı’dır. Yükseklikleri ortalama 3 m’ye varan dikit örnekleri Kırklareli merkez ilçe, Erikler, Değirmencik, Ahmetçe köyleri ile Lüleburgaz ilçesinde görülmektedir. Ancak, Kırklareli merkezi de dahil olmak üzere, çoğu ilçe ve köylerdeki Müslüman mezarlarında bulunan dikili taşların bir bölümünün orijinal yerlerinden sökülerek getirilen menhirler olduğu düşünülmektedir.

10-29
Hacıdanışment köyüne geldik. Köyden biraz büyükçe. Biraz acıktık, burada mola verip karnımızı doyurmalıyız. Ve öyle de yapıyoruz Can ile birlikte. Can önümde, köye girerken.
10-30
Büyük taşı oyup kuyunun ağzına yerleştirmişler. Kuyu var ama kovası yok, yanımızda da kovayı taşıyacak halimiz yok.
10-31
Yolumuz üzerinde köylere denk geliyoruz, kimisi yoldan biraz içeride. Zamanım biraz olsaydı bütün köylere uğramak, orada biraz zaman geçirmek isterdim. Kahvesinde bir çay, çay içerken köylülerle sohbet etmek daha anlamlı olurdu. Her köyde yaşam var, her birinde ayrı ayrı insanlar. Keşan bisiklet festivali bittikten sonra İzmir’e doğru dönüş yolundayım. Gerçi İzmir ters yönde ama şöyle bir İğneada’yı görüp İzmir’e gideceğiz. Evdekilere dönüş yolundayım diyorum ama biraz uzun olacağını da söylemeyi ihmal etmiyorum.
10-32
Trakya’nın güney tarafı daha çok düz bir arazi olarak hafif eğimli halde. Neredeyse hiç ormanlık arazi göremedik. Ağaçlar daha çok köy ve kasabalarda görülüyor. Nehir kenarları ise sulu olduğundan zaten mevcut. Arazinin düz olması tarım için elverişli hale getiriyor ve işlenmemiş boş alan bulmak neredeyse imkansız. Karadeniz’e yaklaştıkça arazi yapısı değişmeye başlıyor. Meşe ağaçları yavaş yavaş belirmeye başladı. Düz tarım arazileri azalıyor. Yokuşlar beliriyor yolumuzda.
10-33
Havada şahinleri görüyorum. durup resmini çekesiye kadar biraz uzaklaşıyorlar. Ancak bu kadarını yakalayabiliyorum. Seyretmesi bile çok hoş. Güçlü kanatlarını açıp esen yele karşı süzülmeleri insana yetiyor. Bu arada bulutlar artmaya devam ediyor. Umarım yağmura denk gelmeyiz. Yol boyunca dünyadan ilişkimi kopardım sayılır. Ne bir televizyon nede internet. Dünyadan bir haberiz yani. Hava durumunu da bilemiyorum.
10-34
Bulutların altında süzülen şahin.
10-35
Hala taş mezarları görmeye devam ediyorum, tabi ki yol kıyısında denk geldiklerimize. Maalesef kayanın üzerinde boş bira şişeleri vardı, başkaları kırmasın diye alıp kenara bıraktım. Resim çekerken iyi bir görüntü olsun diye etrafı temizliyorum elimden geldiği kadar.
10-36
Önümüze bir gölet çıkıyor. Can aşağıdaki gölete bakıyor.
10-37
Göletin kıyısında piknik alanı yapmışlar. Fakat ortalıkta kimseler görünmüyor. Hafta için olması nedeniyle olabilir. Yalnız harika bir yer, çevre tertemiz, ağaçların gövdeleri kireç sürülmüş. Masalar ağaçların altında. Burada bir süre hem dinleniyoruz, hem de etrafı kolaçan ederek ne var diye merak ediyoruz.
10-38
Piknik alanına meşe ağaçları dikilmiş. Burada kamp yapılabilir, Can etrafı dolaşırken çekiyorum.
10-39
Yol genelde sakin, inişler çıkışlarla yolculuğumuz devam ediyor. Hava sakin, yol sakin daha ne olsun. Bulutlar gökyüzünden eksik olmuyor. Yağmur yağma ihtimali az.
10-40
Yollar genellikle asfalt stabilize, normal sayılır. Bazı yerde bir köyden diğerine yol toprak. Sanki orman yoluna girmişsin gibi. Resimde görüldüğü gibi. Gerçi köyler arası fazla mesafe yok, en fazla 12 km sonra başka bir köye varıyoruz.
10-41
Yol kıyıları ağaçlık, Can toprak olan yolda gidiyor.
10-42
Arada kendimi çekiyorum ormanın içinde elçek yaparak.
10-43
Çam ormanları yol kıyısı boyunca bizi bırakmıyor.
10-44
Kavşakta yol tabelaları bize yönümüzü gösteriyor. Vaysal köyünü 9 km geçmişiz Devletliağaç köyüne 3 km yolumuz kalmış. Köyde çay molası vermek gerek diyerek basıyoruz pedallara.
10-45
Bulutlar yavaş yavaş toplanıyor ama yağacak gibi değil hava. Trakya’nın bozkırlarında pedallarımız dönmeye devam ediyor, keyfimiz yerinde.
10-46
Yol toprak olmasına rağmen sorunsuz ilerliyoruz.
10-47
Devletliağaç köyünde kısa bir mola veriyoruz. Bir zamanlar köyde benzin istasyonu varmış. Pompası hala duruyor. Neyse ki benzinle gitmiyor bisikletlerimiz, yoksa yolda kalmıştık resmen. Bisikletim KUZ eski, dağınık ve içi görünen benzin pompasının yanında duruyor.
10-48
Köyde kel Fatma’yı görüyorum. Kabaramazsın kel Fatma demeden kendisi kabarmış olarak bizi karşılıyor. Tamamen kabarmış, beyaz renkli hindi çimenlerin üstünde bana hava atıyor.
10-49
Harbiden baba hindi yani, sahibinin anlattığına göre hayvanın ağırlığından dişi hindiler telef oluyormuş. Bir de tam göğsünde siyah bir sakalı var ki baba hindi olduğunu kanıtlıyor. Sahibinde bir tane tüyünü istiyorum, o da verince tüyü bisikletimin fenerine takıp gidonuma ayrı bir güzellik katıyorum. Hindiyi önden çekiyorum. Kırmızı ibiği şişmiş kabarmaktan. Kuyruk tüyleri kocaman yelpaze gibi açılmış. Göğsündeki tüyler öne doğru kabararak şişmiş.
10-50
Köyün çıkışında bir eşek görünce bisikletimde olan eşek nalı ile bir poz çekiyorum. Bu eşek nalını İzmir de en yüksek dağı olan Nif dağının zirvesine yakın yerde bulup bisikletime takmıştım. Ön tekerlek ile aşağı inen kadro demiri arasından eşek nalı arasından otlayan eşeği çekiyorum.
10-51
Yoldan geçerken bazı köyleri görüyorum. Sadece resmini çekmekle yetiniyorum, köye girip çıkmak zamanımızı alacağından uzaktan seyredip yolumuza devam ediyorum. Arazı ağaçsız çıplak, sadece köy evlerinde ağaçlar görünüyor.
10-53
Başka bir köy daha da kıraç ve çıplak.
10-54
Giderek yükseldiğimizi hissediyorum. Yol kenarlarındaki kar çubukları burada çok miktarda kar yağışı olduğunu belirtiyor.
10-55
Gök yüzü bulutlu, fakat ufuk çizgisi açık görünüyor. Güneş batmak üzere, ben de güneşin batışını seyretmek üzere bisikleti park ederek Güneşin batışını seyre dalıyorum. Bu günü de yaşamanın keyfini epey yüksek bir noktadan günbatımını seyrederek zamanı değerlendiriyorum. KUZ ve Güneş…
10-56
Gerçekten görülmesi mükemmel bir gün batımını izliyorum. Sadece ufukta bulut yok. Güneşin son ışıkları ışıl ışıl yüreğimi aydınlatarak batıyor.
10-57 (1)
Az ötede, üzerimize yağmasa da yağmur damlaları gökkuşağını bize sunuyor yedi rengi ile. Güneş bize her türlü güzelliğini değişik yerlerde bize sunmaya devam ediyor. Trakya’nın bu güzel yerinde mükemmel anları yaşıyoruz ve mutluluğum kat be kat artıyor. Gökkuşağı sağ tarafta yere doğru daha belirgin.
10-58
Sol taraf ta aynı, yere yakın yeri daha belirgin renkte. Önümde sararmış tarla.
10-59
Güneş ufukta dağların ardına girmeye başladı.
10-60
Ve ufukta kayboluyor ama alttan bulutlara hala ışıltılarını vermeye devam ediyor.
10-61
Ortalık kararmaya başladı ama güneş ışımaya devam ederek gücünü bize hissettiriyor. Ufukta bulutlar alaca karanlıkta siyaha yakın kurşuni renginde.
10-62
Güneşin batışını seyrederken hava karardı. Işıklarımızı yakarak Kofçaz’a doğru karanlıkta ilerliyoruz Can ile. Bir süre karanlıkta ilerleyip Kofçaz kasabasına giriş yaparak karnımızı doyurmak ve çadır kuracak yer bulmak gerek. Kasabanın girişinde kaymakamlık binasını görünce içeri girerek nöbetçi polislerden yardım istiyoruz. Fakat polisler bize yardım edecek kadar bilgili ve yetkili değiller. Elimiz boş olarak çıkarken Can kaymakamlık kapısında sivil bir polis ile sohbet ediyordu. Nerden gelip nereye gidiyorsunuz gibi basit sorulardan sonra yolda kendimizi korumak için neler yaptığımızı soruyor. Biz de yolda ne olabilir ki diyerek cevap veriyoruz. Silah gibi şeylerle kendimizi korumamızı söylüyor. Adam silahsız kendini çıplak olarak hissediyor anlaşılan. Silahsız bir hiç olduğunu anlıyorum polisin. Polis sadece kasabada yemek yiyecek bir yeri tarif ederek bize yardımcı oluyor. Misafir pervmezimişler. Akşam saatleri ilerlediğinden ilk önce karnımızı doyurmak üzere kasabanın merkezine gelerek tek yiyecek yeri olan bir birahaneye kapağı atıyoruz.
Birahane de öyle bildiğimiz birahanelerden değil. İçeride  bildiğimiz lokanta masaları, profil sandalyeler. İçeride iki ayrı masada iki müşteri biralarını yudumluyor. Sadece köfte var ve hemen ısmarlayıp pişesiye kadar birer bira söylüyoruz. Mekan sahibi iki tane bira şişesini masamıza getirip kapaklarını açarak bırakıyor. Bardak yok, birayı şişeden içiyoruz. Köfteleri yerken diğer müşterilerle sohbet ediyoruz. Sohbet biraz diğer iki müşterinin birbirleri ile azıcık tartışmalı bir şekilde ilerledi. İkinci adam birinciye biraz sataşarak saldırıya geçiyor ama birinci adam her ne kadar bira içmişse de daha sakin ve kendini savunarak geçiştirmeye çalışıyor. Kasabada eski arkadaşlar anlaşılan, tartışmayı fazla uzatmadan ikinci adam birasını bitirerek birahaneden çıkarak evine gidiyor.
Köftelerin sonuna doğru yağları donmaya başlıyor. Donuk yağlı yiyoruz artık, ısıtmaya gerek kalmadan. Birinci adam ile sohbete devam ediyoruz. Adam bizimle konuşuyor ama gözleri sonuna kadar açık ve sabit bir noktaya bakarak konuşuyor. Sanki Levent Kırca ile konuşuyorum. Aynı Levent Kırca’nın sarhoş taklidi yaparken yüzüne verdiği şekilde adamın yüzü aynı şekil. Adamın İsmi Fevzi Ali, emekli öğretmen. Aydın birisi, konuşması gayet düzgün ve sohbeti gayet iyi. Biraz alkolle başı dertte o kadar. Kalacak yerimiz olmadığını öğrenince teklifsiz bizi kendi arsasına davet ederek oraya doğru gidiyoruz hep birlikte. Arsa 500 metre ileride ve bayağı dik bir yokuştan bisikletleri iterek varıyoruz. Fevzi Ali arsasına profil ve kontraplak’tan kendine bir baraka yapıyor. Yarısı bitmiş vaziyette malzemeler dağınık, öylece bitmeyi bekler halde. Düzgün bir yere çadırlarımızı kurup hazırlığımızı tamamlayıp Fevzi Ali ile sohbete devam ediyoruz. İstanbul da oturuyor, Kofçaz doğduğu ve öğretmenlik yaptığı yer. 12 Eylül den önce siyasetten başı dertten kurtulmadığı gibi 12 Eylülde bayağı çekmiş. Yarın da 12 Eylül darbesinin yıl dönümü. Biz de 12 Eylül darbesinin getirdiği yıkımı konuşuyoruz. Ama yılmadan eğitime katkısını sürdürmüş ve bir çok öğrenci yetiştirmiş. Emekli olduktan sonra Kofçaz da bir arsa alarak kendine prefabrik bir ev yapmaya başlamış. Şimdilik kendine yatacak kadar yarı kapalı bir yer yapmış bile. Hiç acelesi yok, aynı benim gibi. Gecenin ilerleyen saatlerinde uykumuz gelince kendisinden izin isteyerek çadırlarımıza girip güzel bir günün ardından yatıyoruz.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 82 Kilometre civarı.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc