Etiket arşivi: konyaaltı

5. Antalya Kemer Bisiklet Festivali 1. Gün

29 Eylül 2016 Perşembe – 30 Eylül 2016 Cuma

Tekirova – Göynük Kanyonu – Tekirova

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…           
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana 
Bir bu yana…

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

Ahmed Arif

 

Öne çıkan görsel, İki kaya arasından, dar bir yerden akan su göleti dolduruyor.

Yeni bir tur, yeni mir macera, yeni bir yazı dizisi başlıyor

Antalya dan sevgili arkadaşlarımdan Işıl telefon ile arayarak “Urim Baba bu yıl da festivalimize misafir olarak davet ediyorum, buyur gel. Festivalimiz Kemer de olacak ve çok güzel parkurlarımız var” diyerek davet etti. İlk başta kısmet dediydim ama festival yaklaşınca hadi davete katılalım deyip hazırlıklara başladım. Zaman olmadığı için otobüs ile gidecektim. Her zaman tercih ettiğim Kamil Koç firmasından bileti aldım. Bisikletçilere hiç bir zaman zorluk çıkarmadılar, ben de hep sorunsuzca bisikletimi bagaja yerleştirdim. Gece boyu yolculuk sabahın erken saatlerinde Antalya’ya varmamıza neden oldu. Otobüsten iner inmez bisikletin ön tekerleğini takıp bagaj çantalarımı da yükledikten sonra şehir merkezine doğru yola çıktım. Henüz erken diyerek yol kıyısında bir bankta oturup sabah kahvemi içtim. Kahve beni kendime getirdi. Seviyorum sabahın erken saatlerinde kendime kahve pişirmeyi.

Bu gün yapacaklarım ; Konyaaltı’na gitmek. Burada Devrim’i şöyle bir görmek. Sonrasında İlkay Celal ile buluşup devamında Kemer’e doğru pedal çevirip Tekirova’da ki kampa katılmak. Devrim Akdeniz üniversitesinde çalışıyor, telefonla arayınca Antalya dışında olduğunu söyledi. Sonra İlkay Celal’i aradım. O da hemen bulunduğum yere bisikletiyle gelerek buluştuk. Biraz sohbet etmek için üniversite bahçesindeki parka giderek göletin yanında oturduk. Özlemişim arkadaşımı, sohbet ederek kahvelerimizi içtik.

Bankta oturmuşuz, solumuzda göletin suları. Arkada yapma taşlardan yapılmış mağara. Mağaranın üzerinden gölete sular akıyor şelale gibi. İlkay ile elçek resim çekiyorum.

Öğle yemeğini İlkay Celal’in bildiği yerde yedikten sonra Konyaaltı falezlerin sonunda olan seyir tepesine geldik. Solum yemyeşil ağaçların kapladığı alan deniz manzaralı.

Sağım da aynı şekilde ve Beydağlarının muhteşem yalçın tepeleri. Manzarayı bozan ise büyük bir otel, hiç yakışmamış bu manzaranın içine ama yapanlar, yaptıranlar, izin verenlerin umurunda değil. Onların derdi manzara değil ceplerini dolduracak para.

Cep telefonumu birine vererek bizi seyir tepesinde çekmesini söyledik. O da resmimizi arkamızda deniz, Beydağları ve Konyaaltı sahili ile çekiyor. Bisikletlerimiz de yanımızda. Benim turuncu çantalarım bagajda bağlı. Aşağıya bakarken düşülmesin diye demir parmaklık yapılmış.

İlkay Celal’in kız kardeşi Gülin Sevi festivale arabası ile gideceğini öğrenince Kemer yolundaki tünellerden kurtulmuş olacağından sevindim. O yüzden geleceği saate kadar İzmir den tanıdığım arkadaşım Ümit’i aradım. İlkay Celal işine gitti. Ümit ile buluşup zaman geçirdik biraz. Gülin Sevi gelince bisikletleri arabaya yükletip kamp alanına geldim. Bisikletleri ve çantaları indirip kendime yer ararken Simav dönüşü Büyük Taarruz turunda tanıdığım  Dilek ile karşılaştım. Bana yanında çadırımı kurabileceğini söyleyince hemen yerden yüksek çardak tahtaları üzerine çadırı kurdum. Tanıdık bir çok dost ile karşılaştım. Festivali düzenleyen arkadaşlarla buluşup kaydımı yaptım festival için.

Akşam yemeğini yiyip artık Türkiye’nin bir çok yerinde gelenekselleşmiş Perşembe akşamı bisiklet turu için kamp yerinde toplaştık. İzmir de başlayan Perşembe akşamı bisikletçileri ikinci olarak Antalya da kurulup yapılmaya başladı desem yeridir. Perşembe akşamı turunu yapanların hepsi de arkadaşım. Birlikte bu akşam da pedallayacağız. Her zaman yapıldığı gibi saat 20:00 de Perşembe akşamı bisiklet turu başladı. Tekirova şehir içinde turu yapacağız.

Önü açık bir alanda topluca resim çekileceğiz. Bisikletlerin aydınlatma ışıkları altında resim için dizelendik.

Herkes bisikleti yanında yan yana dizelenmiş.

Ben de bölüm bölüm çekiyorum bisikletlileri.

Bazı kuvvetli bisiklet fenerleri insanları aydınlatmaya yetiyor.

Bir kısmını da arkadan çekiyorum. Bisikletin önünde beyaz ışıklar var. Arkada ise kırmızı ışıklar ayrı bir güzellik katıyor gecenin karanlığına. Kimisini kaskında var kırmızı ışıklar.

Arkada kırmızı ışıklar, önde beyaz ışıklar insanın gözünü alıyor. Uzaktan yüksekçe bir yerden meydandaki bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Yaklaşık 350 bisikletli Tekirova sokaklarını aydınlatarak turumuzu yaptık. Kamp alanına dönüp çadırların yanında oturup bir süre sohbet ettik. Gerisi malum! mat, uyku tulumu ve yat. Sonrası rüyalar. Sabahın köründe uyanıyorum. İzmir’e göre biraz erken doğan güneş uyanmama neden oluyor. Perşembe akşamı bisikletçileri Antalya pankartının resmini çekiyorum ilk önce. Pankartta araçların çıkardığı egzoz gazları ve bisikletten hiç bir gaz çıkmadan resmedilmiş. Arabalar ve bisiklet siyah renkli, altta kırmızı üzerine beyaz renkli Perşembe Akşamı Bisikletçileri yazısı.

Çadırlar ağaçların altında kurulmuş.

Çadırlar düzgün kurulsun diye yere şeritler çekilerek kamp düzeni yapılmış. Ortada şeritli yol, kenarlarında çadırlar kurulu.

Ben ve Dilek çardakta çadırlarımızı kurduk. Yanımızda kocaman bir çam ağacı gövdesi. Urim Baba’nın Kahvesi tabelamı da çardağın girişinde merdivenin yanına asıyorum. Sabah kahvesini pişirip şanslı olan iki kişiye de veriyorum içsin diye. İkinci fincan ise doğal olarak çadır komşum Dilek.

Sabah kahvaltısı kuyruğu bir hayli uzun, o yüzden herkesin kahvaltıyı alıp yemesi geç oluyor. Bu kadar kalabalığa tek yerden kahvaltı dağıtılması sıkıntı. Neyse kahvaltıyı yapıp kamp alanının çıkışında toplanıyoruz hareket için. Hazır toplanmışken topluca bir resim çekilirken ben de kareye girmeden bir resim çekiyorum.

Tekirova’nın çiçekli caddesinden, yeşillikler içinde yukarıya, ana yola doğru çıkıyoruz. Karşımızda sivri tepesi ile Tahtalı dağı, kaldırımda çiçekler coşmuş kırmızı, beyaz renkleriyle.

Çam orman denizi yeşil ve Mavi Akdeniz. Çam ormanının az yukarısından resim çekiyorum.

İlk başta tırmanış yapıyoruz Ana yoldayız, önümde bir kaç bisikletli tırmanmaya çalışıyor.

Tırmanış bitti, inişe geçtik. Tam da inişin zevkini çıkaralım derken birden bire sağa dönmemizi istediler. Hem de iki kişi birden. Bunlardan biri de başkan Şirin Baba. Alacasu koyuna gideceğiz. Asfalta da ok işareti yapılmış sağa gidelim diye.

Sağa girer girmez de keskin bir dönemeçte elinde bayrağı sallayıp uyaran Meral yavaş ve dikkatli olmamızı sağlıyor.

Sağa girince topraklı, taşlı orman yolunda bisiklet sürmeye başladık. Dilek yol bisikletinin ince lastikleri ile gitmeye çalışıyor ama biraz zorlanıyor doğrusu. Çam ağaçlarının yapraklarından güneş ışıklarının hüzmesi yere vuruyor ince bir perde gibi.

Dilek gibi bir kaç tane bisikletin de lastikleri ince. İri taşlardan kaçmaya çalışıyorlar orman yolunda.

Kısa sürede Ilıcasu koyuna geldik. Bisikletçiler önceden gelip bir küme halinde bisikletleri çam ağaçlarının altına park etmişler.

Bu koya Ilıcasu adını veren küçük bir azmak ve tatlı su denize kavuşmadan küçük teknelerin sığınabileceği bir yer olmuş. Bisikletim KUZ ile azmak ve tekneleri çekiyorum. Etraf çalılar ve ağaçlardan yemyeşil.

Aynı yerde Dilek ve turuncu bisikleti ile çekiyorum.

Burada denize gireceğiz, hemen su donumu giyip havlumu alarak cup denize. Denizde bir süre yüzdükten sonra çıkarken denizin içinde 1 Euro buldum. Parlak rengi ile suyun içinde ışıl ışıldı. 2016 yılının Eylül sonunda 1 Euro 3.46 Türk Lirasına denk geliyordu. Şimdiye bakarak bayağı zengin oldum. Bulduğum Euro’yu hala saklıyorum, bozdurmadım yani. Bulduğum 1 Euro’yu yollarda bulup biriktirdiğim keseme koydum. Bir gün bozdurup çocuklara dondurma alırım. Şimdilik yollarda bulduklarım yetiyor, 1 Euro’yu bozmama gerek yok, nasıl olsa değeri artıyor. Yoksa Türk Lirası değer mi kaybediyor.

Deniz keyfimden sonra kahve keyfi için cezveyi ocağa sürüyorum. Yanımda beni tanımayanların meraklı bakışları arasında kahvemi pişirip şanslı üç kişiye daha ikram ederek içiyoruz kahveleri. Kahve içilip takımları topladıktan sonra geldiğimiz yoldan geri dönerek ana yola çıkacağız. Ana yola çıkarken yere işaretler, yazılar yazılmış. Sağa ok yönü işareti, bisiklet resmi ve Şirin Baba yazısı dikkati çekiyor. Şirin Baba dedikleri Perşembe Akşamı Bisikletçileri ve Antalya Bisiklet Festivali başkanı Ceyhun Altın. Bu benzetme tam yerine oturmuş sanırım. Kısa boyu, tombik yanaklı, beyazlaşmış sakalı ve kırmızı buffu ile tam da şirinlerin Şirin Babası olmuş.

Resimde bir katlanır bisikletli, bagajında tek bir çantası ile ok ile gösterilen yere doğru gidiyor.

Sol yanımız Bey dağlarının sivri tepeleri, sağımız ağaçlar yolda keyifle bisiklet sürüyoruz. Solda meyve bahçeleri var az da olsa.

Asfaltta bisiklet resmi ve ok işareti gideceğimiz yönü belirtiyor. Şimdilik düz gideceğiz.

Az ilerde yine yerde bisiklet resmi ve üstünde “Ha böyle dümdük” yazısı komik olmuş. Bisiklet gidonumdaki lamba, tüyler ve korna görünüyor.

Beydağları sahil milli parkına doğru gidiyoruz. Göynük kanyonuna doğru ana yoldan saptık sola doğru. Kanyonun akmayan çayının üzerinden köprü geçişi sırasında dere yatağına dökülen molozlar canımı sıktı. Adaletin olmadığı yerde bazı kişiler her türlü şeyi yapmakta çok, ama çok özgürler. Görüntü ve çevre kirliliği yapmakta Dünyada birinciyiz. Birinciliği kaptırmamak için sürekli kötüye giden bir çevre yaratıyorlar. Buna dur diyecek bir yetkili de yok, ceza yazan memur da. Hal böyle olunca temizleyeni de bulamazsın. Kuvvetli bir yağışta set oluşturup aşağılarda sele neden olur bu molozlar. İnsanlar bunun farkında değiller. Doğa kendi kendine yok ederse ne ala. Uzun yıllar bu manzarayı göreceğiz anlaşılan.

Dere yatağına dökülmüş molozlar, bunların içinde beton eternit parçaları dikkati çekiyor.

İkişer tarafta ikişer odun yere çakılarak, yanlamasına tahta tabela yapılmış. Tabelada yazan ise ; “TC Orman ve su işleri bakanlığı doğa koruma ve milli parklar genel müdürlüğü Beydağları sahil milli parkı. Beydağları coasta national park. (İngilizcesi de yazılmış yabancılar anlasın diye). Doğa koruma yazsa da pek doğayı koruduklarına inanmıyorum aşağıda gördüğüm dere yatağındaki molozlardan.

Parkın başlangıcına kadar asfalt olan yol toprak yola dönüşüyor. Yukarıya doğru çıkıyoruz ağır ağır. Toprak yolun tozları ağaçların üzerine tabaka halinde yapışmış.

Burada da ağaçtan bir tabela, aynı yazı. İlave olarak Olimpos Beydağları sahil milli parkı Göynük kanyonu yazısı var. Bu tabela iki tane tek direkli.

Sağ yanı dik kayalık, sol tarafta çam ağaçları yeşil bir tünel oluşturmuş. Tünelin ucunda da mavi yeşil bir ışık. Işık dediğim yerde su birikintisi var. Yani bir gölet. Sağda ağaç telefon direği yukarılara medeniyeti bağlıyor tellerle.

Tünelden ışığa doğru gidince nefis bir gölet çıkıyor karşıma. İşte bu harika, su hayat demek, serinlik demek.

Gölet kanyonun içinde dik kayalıkların arasına sıkışmış dibi. Yokuş biraz terletti o yüzden su donumu giyerek buz gibi sulara daldım. Denizdeki tuzlu su üzerimdeydi. Şimdi tatlı su ile duş alıyorum. Benim gibi suya girenler de çok. Aramızda çılgın birisi var. Hatay dan Ali, yüksek kayalıklara çıkıp yüksek sesle dualar eşliğinde gölete atlıyor. Suyun dibi görünmüyor o yüzden atladıktan sonra su yüzeyine çıkmadığından endişeleniyoruz. Acaba dibe mi çakıldı diye. Ali su dibinde görünmeden ta ilerilerden çıkıyor. İçimize su serpiliyor ama çok korkuttu. Meğerse Ali usta bir atlayıcı ve yüzücüymüş. Atlamasını bildiğinden dibe çakılmadan ustalıkla dalıyor. Ben o kadar cesaret edemezdim.

Karşımda yüksek, duvar gibi kayalık, gölet ve kıyısında gezen insanlar.

Kanyon burada ikiye ayrılıyor, yani iki kanyon birleşiyor. Biz soldakinin az yukarısına çıktık. Burada tesisler var. Öğle yemeğini yiyoruz. Çay yatağı üzerinde çardaklar yapılmış, çardağın altından sular akıp gidiyor.

Tesislerde bazlama teşkilatı kurulmuş bir çardağın altına. Üç tarafı divanlarla kaplı, yerde sofra bezi, üstüne sofra. Hamur açmak için oklava sofranın üzerinde. Bazlama ocağı LPG’li, üzerine başka bir sofra konulmuş ters olarak. Ocak çalışmıyor sanırım. Divanın altında biri kırmızı, biri beyaz iki leğen, beyaz leğenin içinde un. Kırmızı leğene de bazlama harcı konuyor. Kıyıda ayçiçeği yağ şişesi dolu. Bir de ot süpürgesi öylece duruyor. Bazlama yapan bu gün tezgahı açmamış anlaşılan, ortalıkta görünmüyor.

Çay yatağında iki tane kocaman kaya kütlesi, biri sağda, biri solda. İki kaya arasındaki geçit yarım metre civarında. İşte bu geçitten akan su dar yerde sıkışıp hızla gölete karışıyor. Göletten seviye biraz yukarıda. Suyun berraklığı da göz alıcı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Akan çayın üzerinde bir çok çardak yapılmış. Üzerinde de beyaz bir tente örtülerek gölge yapması sağlanmış. Ben de kendime kahve yapmak için yer ararken kalabalık çardağın birine konuşlanıyorum. Başladım kahve yapmaya. Yanımda olan şanslı kişiler kahvemi içmek için bekliyor. Çardakta divanlarda on kişi oturmuşuz. Ortada ben kahve yaparken.

Yanımda şanslı kişilerden biri de edebiyatçı Gözde Emine. Uzun saçlarını omuzların aşağısına kadar salınık, kocaman kol saati ve renkli bileklikli elinde kahve fincanı ile poz veriyor. Baş parmağını okey işareti yapmış durumda. Baş parmak, işaret parmağı ve orta parmakta birer yüzük takı olarak parmaklarda. Kahve kutusu ve cezvesi de önümdeki masanın üzerinde.

Yüzdük, yemek yedik, kahve içtik ve iyice dinlendik. Uzun sürmesinin nedeni kanyon derinliklerine giden yürüyüşçülerin dönmesini beklemek oldu. Onlar gelince yola çıkıyoruz hep birlikte. Geldiğimiz yoldan dönüyoruz. Önümde bir kaç bisikletli gidiyor. Duvar gibi dik yamaç ve sağda çınar ağaçları.

Yolun sağında akan bir çeşme başında susayanlar toplaşmış. Ben de durup resimlerini çekiyorum su içerken. Çeşme borusu yukarıda, dört tane yalak kademe kademe. Her yalaktan su aşağıdaki yalağa akıyor ve en altta betondan yapılmış yalakta son buluyor. Çeşmeden sularımı tazeliyorum. Biraz da su içiyorum..

Bir yerde bisikletçileri durdurmuşlar arkadan gelenleri bekliyorlar. Ben beklemeden yola devam ederken durup arkamdakilerin resmini çekiyorum vadinin içinde.

Ana yola çıkıp kıyıda bisiklet sürerek gidiyoruz. Kemer ilçesine geldik, giriş tabelasında; Nüfus: 42800 yazıyor.

Buralarda ilginç yüzey yapısı var, dağlar sağ tarafta, aşağısı düzlük. Fazla engebeli değil. Sadece bir tepe sanki kumsalda ıslak kum kovası ters çevrilip öyle bir yapı oluşmuş. Durduğum yer viyadük üstü, yanda korkuluklar var.

Yolda fazla resim çekmedim, ilginç bir şey yok ana yolda. Kamp alanına gelip denizde teri atıp duş aldıktan sonra  temiz elbiseleri giyerek uzun yemek kuyruğunda beklerken arkadaşlarla sohbet ettik. Yemekten sonra kumsalda varilin içinde ateş yanmaya başladı. Kendi oturağımı alıp ateşin başında toplanan arkadaşlarla birlikte türküler söylemeye başladık.

Sazı çalan da Nevzat Özdemir. O çaldıkça bizler söyledik, biz söyledikçe o çaldı alevlerin ışığı yansıyarak. Odun bittikçe ateşi sürekli besledik.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateş başında türküler söyledik. Uykular gelmeye başlayınca birer ikişer ateşin etrafı seyrelirken ben de çadırıma gidip yatıyorum tatlı düşler eşliğinde.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 64 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc