Etiket arşivi: lamos

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 11. Gün

11 Ekim 2015  Pazar

11. Gün

Mersin Bisiklet Festivali 3. Gün

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Ne zaman yollara düşse biterdi acılar

Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından

Kavaklarsa oynak bir çingene kızı

Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları

Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta

Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz

Ölümdür biraz hep aynı yatakta

Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak

Kitapları hep aynı raflara sıralamak

Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz

Soluk soluğa yaşamalı insan

Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli

Ve cehenneme dönse de bir ömür

Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, karşıda dik kayalıklar, çayım yüzeyine yansıması vurmuş.

Bu sabah dualarım kabul oldu. Kahve takımları ve kitabımı alıp deniz kıyısına gelince Güneşin doğacağı ufuk açık. Hiç bulut yok ve Güneşin muhteşem doğuşunu su yüzünde göreceğim. Güneş doğasıya kadar kitabımdan bir kaç sayfa okumakla geçti zaman. Güneşin doğum saatini bildiğimden cep telefonumda alarmı kurmuştum. Yoksa kitap okurken dalarsam doğum anını kaçırırım. Saatin alarm zamanı da kahveyi pişirip tam içerken olacak dakikayı hesapladım. Alarm çalınca hemen kahve cezvemi ocağa sürdüm. Kahve müdavimleri yine yanımda.

İki dalgakıranın tam ortasında bulutsuz bir ufukta güneş deniz yüzeyinden doğuyor. Güneşin üst kısmında hava kızıla boyanmış durumda.

Güneş muhteşem görünümü ile denizin yüzeyinde yükselmeye başladı. İnsan gözü ile güneşin doğuşunun en uzak mesafede görmek deniz yüzeyinde olur. Doğum anları normal görünümünden daha büyük olduğundan çıplak gözle seyredebiliyorum. Kahve içerek izlemek bana en büyük haz veriyor. Daha ne isteyebilirim ki?

Güneş yarım olarak denizden çıkmış. Digital zoom yaparak Güneşi daha da büyük görüyorum. Güneşin yarıdan azı çıkmış durumda.

Tam doğum esnasında küçük bir tekne sağda, önümüzden geçmeye başladı pata pata motor sesi ile.

Tekne güneşe iyice yaklaştı, ortalık kızıla boyanmış durumda. Güneş denizden henüz ayrılmamış. Yuvarlağın bir kısmı görünmüyor.

Denizi Çizmek

Buraya denizi çiziyorsun ya
Suları maviye boyuyorsun ya
Kayıkları martıları koyuyorsun üstüne
Sabahın serinliğini koyuyorsun ya

Buraya denizi çiziyorsun ya
Balıkların iri görüntüsünü
Ağları çiziyorsun martıları
Sonra martıların gürültüsünü

Buraya denizi çiziyorsun ya
Kayıkları çiziyorsun geride
Umudu çiz alınyazısını çiz
Ayazı da çiz alın terini de

Balıkçıları çiz balıkçıları
Geceyi de çiz doğacak günü de
Yoksulluğu çiz çaresini de çiz
Sömürüyü de çiz sömürüyü de

İlhan Demiraslan

Tekne tam Güneşin önüne geldi.

Sonrasında Güneşten uzaklaşmaya başladı tekne.

Tekne neredeyse 500 metre, dalgakıranların dışında gidiyor.

Tam Güneş tepsi gibi deniz yüzeyinde iken aynı tekne geri dönerek Güneşin önünden geçiş yapıyor.

Güneş denizden ayrılmış artık yükselmeye başlıyor çocuğun elinden kurtulmuş uçan turuncu balon gibi.

Güneş deniz yüzeyinden iyice yükseldi, kıyı kesiminde rüzgar yok. Güneşin ışınları altın bir yol çiziyor kendine doğru. Bu yolda yürümek istiyorum gün başlarken, Güneş tepeme çıkasıya kadar. Batarken de geri dönmek.

Güneş denize altın bir yol çizerken aynı zamanda gökte de yola düşmesin diye ışıktan bir şemsiye yaparak kendi yolunu koruma altına alıp doğa harikasını bizlere sunuyor.

Kahvaltı neşe içinde hep birlikte yapıyoruz. Ortaya III. ULUSLARARASI MERSİN BİSİKLET FESTİVALİ hatıra çerçevesi çıkıyor. Herkes hatıra resmi çekiliyor çerçevenin içinde. Hazır elime geçmişken ben de bir resim çekiliyorum hatıra olsun diye.

Kahvaltının ardından hareket için toplanmaya başladık. Bu arada bisikletçi arkadaşım Adana da oturan Müslüm ile konuşuyorum. Ben İskenderun’a gideceğimden akşam Adana’ya yarın da İskenderun’a arabası ile götüreceğini söyledi. Ben de olur gideriz birlikte deyip sözleştik.

Akşam ola hayrola.

Herkes toplanınca hareket verildi. Bir süre ana yoldan değil de Limonlu kıyı şeridinde yol alıyoruz. Trafiğe çıkmaktan iyidir.

Deniz kıyısı doldurulmuş toprak ve taşla. Rant olayı olunca insanın doğaya yapamayacağı kötülük yok. Deniz kıyısında yaşayan canlıların yaşam alanını böylece talan etmiş oluyorlar.

Deniz kıyısı ve dolgu alanı, karşı kıyıda dört katlı apartmanlar sahil boyunca.

Denize sıfır dedikleri yerde bisiklet sürüyoruz iyot kokusunu içimize çekerek.

Kilitli parke taş döşeli gezinti ve bisiklet yolu hemen denizin bittiği yerde. Araç girmiyor, sağda deniz küçük dalgalarla kıyıda kumsala vuruyor usulca. Yoldan kumsala inen korkuluklu demir merdiven. Yanında bir kadın kumsala oturmuş güneşin tadını çıkartmakta.. Bir çocuk ta denize girmiş yüzmeye çabalıyor. Yolun solunda araç yolu ve arada ağaçlar dikilmiş. Öte yanı apartmanlar.

Yolun bir kısmı toprak ve kum olunca ardımızda tekerlek izlerimizi bırakıyoruz. Önümde bir kişi kumlara tekerlek izini bırakırken.

Deniz kıyısı bir yere kadar önümüze bir dere çıkınca yol bitiyor. Kumda da gitmek zor olunca bisikletten inmek zorunda kaldık. Zaten fazla yürümedik, kısa bir mesafe kum vardı. Hemen de ana yola çıktık.

Bizden önce geçen bisikletlerin kumlara bıraktıkları izleri takip ediyoruz.

Bir süre ana yolda giderek Limonlu’ya vardık. Limonlu’dan yukarı doğru tırmanışa başlarken seraların olduğu yerde Devrim üç çocukla konuşmaya başladı. Babası da serada yetişen taze salatalık koparıp bize ikram ediyor. Teşekkür edip salatalıkları afiyetle yiyoruz. Resmi çeken kareye pek girmek istemeyen ergen bir çocuk. O yüzden “Hadi resmi sen çek” deyiverdik. O da bizi çekti.

Solda Devrim, bahçeci, yanında iki çocuk. Küçük olanı bana bakıp duruyor. Saçlarımı merak etmiş olmalı. Uzun saçlarımı bağlamadım, omuzlarımdan sarkıyor. En sağda da ben olduğu gibi poz vermişiz. Bir elimizi kaldırıp okey işareti vererek.

“Tarlalar Yine HALAY Çekecek” Yazılı pankart ilgimizi çekiyor.

Tırmanışa devam ediyoruz limon bahçeleri ve zeytinlikler arasından. Burada seralar yapılmış, serada yetişen sebzeler daha kazançlı oluyor sanırım.

Yol kıyısında tarihi eser kalıntıları gözüme çarpıyor. Kalıntılar hakkında bir bilgi kırpıntısı da yok.

Eğim fazla değil ama çıktıkça çıkıyoruz. Resim çekmekten geride kaldığımızdan grubun görevli artçısı bizleri bekliyor kaybolmayalım diye. Artçılığı iyi bildiğimden kendisini anlıyorum. Geride kalanları toparlamak kolay değil. Benim gibi buralara ilk defa gelenlere iyi sabır gösteriyor. Sessiz, sakin, bir şey demeden resim çekmemi bekleyerek hareket ettikten sonra ardımızdan geliyor.

Biz en gerideyiz ama çalıların ve keçi boynuzu ağacın dibinde sıcaktan bunalmış bisikletçileri görüyorum. Biraz yokuş çıkmak terletip yormuş anlaşılan. Selam verip geçiyorum.

Birden bire sağımda taş kemer çıkıyor karşıma. Altında bir kaç taş, kemerin üst bölümü toprak üstünde. Burası hakkında herhangi bir bilgi gösterir tabela yok. Neresi olduğunu bilmiyorum. Sanki hiç kazı yapılmamış görüntüsü içinde çalıların içinde kaybolmuş bir kent.

Bu da kapı girişi olarak ayakta kalmış taş yapı.

Biraz içerilere giriyorum, kalıntılar devam ediyor. Bilinmeyen bir yer olduğundan defineciler tarafından yıllardır talana uğramış sanki.

Büyük bir olasılıkla şimdiye kadar hiç kazı yapılmamış. Kalıntılar toprak altında, kimisi görünüyor. Çalı çırpı kalıntıları üzerini örtüp gizlemiş.

Kent yıkıntıları içerilere kadar gidiyor. Çalıların arasından ilerlemek te pek kolay değil. Henüz kazılmamış olsa da yerin altında büyük bölümü olduğunu tahmin ediyorum.

Daha fazla gitmenin olanağı olmadığından geri dönmeliyim diyerek yola dönüyorum.

Kemerin önünde Devrim bana poz veriyor.

Daha da yüksek duvarlı yapılar görünüyor adı sanı belli olmayan kentin.

Sonunda zirveye çıktık, rakım 488 metre yükseklikteyiz. Solumda Kayacı vadisi antik adı Lamos çayı.

Vadi uzayıp gidiyor Toros dağlarına doğru.

Kayacı vadisinin kıyısında duruyoruz. Aşağısı uçurum, derin. Dibi görünmüyor. KUZ park etmiş, duruyor.

Biri Antalyalı biri İzmirli iki güzel ile beraber resim çektiriyorum manzara eşliğinde.

Solda Devrim, ben ve Timukan Karaca.

Yüksekte olduğum aşağıya vadinin dibini görünce daha iyi anlıyorum. Bu durumda kuş olup vadiye süzülmek gerek hissi doğuyor.

Kanyon derin, denize doğru gidiyor. Tam karşı yamaçta tepeden aşağı doğru hidrolik santralın boruları iniyor. Aşağıda elektrik santral binası görünüyor. Buraya da HES yapılmış anlaşılan.

Akdeniz de mavimtırak silik bir görüntüsü ile uçsuz bucaksız.

Manzarada resim çekimi bitti, bulunduğumuz yerde bir gölet var. Gölette su yok, geniş bir çukur olarak kalmış. Çukurun etrafı düzeltilip toprak yol olarak yapılmış. Grup hareket edince ufukta bisikletlilerin geçişi ayrı bir görünüm oluşturmuş durumda.

Grup artçısı ile hareket edesiye kadar bekledim. En son bir resim çektikten sonra ben de peşlerine takıldım.

Bundan sonrası iniş ve toprak yolda gideceğiz. Dikkat ederek iniyorum.

Toprakta izlerimiz kalıyor, iz bırakmak her zaman iyidir. Geriden gelenlere yol gösterir aynı bilgi gibi.

Karaçam ormanı içinde inişteyiz. Etraf çam ağaçları ile dolu.

Artçımız beni bekliyor sabırla.

Toprak yol bitti artık asfalt yoldayız. Ama iniş devam ediyor.

İnerken en arkadayım ve yavaş iniyorum. Öyle kendimi bırakmadan. Etrafı iyice içime sindirmem gerek. İnerken yolda bir tüy görüyorum, kahverengi büyük bir kartal tüyü. Durup alarak bisikletimin gidonuna yerleştirdim. Artık kuşlar gibi uçabilirim. Kendimi öyle hissettim birden bire. Tüyün yanlarından geçen rüzgar bana özgürlüğümü anımsatıyor ve bundan sonra gidonumdan tüy hiç eksik olmayacak. Kendimi tüy gibi hafif, sanki uçacakmışım duygusu ile inişime devam ediyorum. Epey gerideyim, önümde kimseleri göremedim. Kaybolma korkum yok, tüyüm bana yolu gösterir nasıl olsa.

Issız yol, etraf ağaçlarla dolu. Karşı yamaç ağaçlarla dolu bir orman.

Az ilerde artçımız, Devrim ve Halil İbrahim beni beklerken buluyorum yol ayrımında. Artçıya biz gelmiyoruz sen devam et diyerek Devrim’in bildiği ve bize sürpriz yapacağı yere götürecek. Bakalım neler göreceğiz diyerek Devrim’in peşine takıldık. Yol bizi Kayacı vadisinin dibine çayın aktığı yere götürdü.

Az yüksekten çayın dibi çınar ağaçlarla örtülmüş. Çayın suyu iyi akıyor, debisi yüksek.

Buraları işgal edilmiş durumda çoğu yer. Bunlardan biri de doktorun yeri. Girişte insanlardan para alıyorlar. Devrim içeriden tanıdığı birine telefon ederek ücret vermeden giriş yaptık. Hepsi arabalı, utanmadan bisikletçilerden para istemeleri yok mu!

Çayın kenarında üstü kapalı çardaklar yapılmış. İnsanlar buraya piknik yapmaya geliyorlar. Çınar ağaçları gölgelik yapıyor.

Çayın aktığı yere geldik, bir çok yere beton ve ahşap yapılar yapılmış. Ama bu çirkin yapılardan çok akan suyun berraklığı ve rengi daha çok ilgimi çekti.

Yeşil beyaz karışımı akan çayın dibinde tek katlı bir bina karşı kıyıda. Bu tarafta ahşap çardak, az ötede piknik masası.

Bazı yerlerde köprüler yapılarak karşı tarafa geçiş sağlıyor. Köprülerin altındaki akan su beni cezbediyor. Hemen olduğum yerde çantalarımda bulundurduğum peştemal ve şortu çıkarıp şortumu giyiyorum kimseye çaktırmadan.

Çay burada geniş bir yüzey oluşturmuş, aktığı belli değil. Sağda çınar ağacının kalın gövdesi. Solda kayanın üzerinde bina, binadan bu tarafa  kırmızı boyalı korkuluklu tahta bir köprü bağlantıyı kurmuş. Köprü yüksekte. Binanın diğer yanından ileriye giden betondan yapılmış başka bir köprü. Biraz aşağıda da tahta bir köprü ama köprü çok alçak ve korkuluğu yok. Solda çınar ağacının gövdesi.

Hiç bir kimseye sormadan ve “Yasak hemşerim” demeye fırsat vermeden hemen suya bırakıyorum kendimi. Su buz gibi olsa da böyle yerde yüzmek harika. Çınar ağaçlarının gölgesi, aralarda güneşin ışınları suya vurarak suyun daha canlı görünmesini sağlıyor. Akıntı var ama beni götürmeye gücü yok. Devrim beni yüzerken çekiyor.

Suyun akıntısı var ama kuvvetli değil, yukarı aşağı rahatça yüzüyorum. Yüzdükçe suyun soğukluğuna alışıyorum. Masaj olmuş gibi rahatladım.

Kayaların arasından akan dar yerde iki kayaya tutunup çayın bütün suyu üzerimden akıp gidiyor. Vücudumda bütün su damlacıklarını hissediyorum. Bu müthiş bir an ve yaşamın akışını üzerimde hissediyorum. Suyun akışına bırakmadan akışı hissetmek. Kendimi bahtiyar hissediyorum,

Nazım’ın dediği gibi;

” Çok şükür, çok şükür bu günleri de gördüm, ölsem de gam yemem artık gayrı”

Beni bahtiyar eden Devrim süprizi ile kendini affettirdi. Resmimi de kendi makinası ile çekiyor.

Sağ ve sol elimle kayaya tutunup yatmış durumdayım. Uzun saçlarım suyun akışıyla dalgalanıyor usulca. Durduğum yer kayalarla bent oluşturarak suyun sakin akmasını sağlıyor. Su çok berrak ve tüm ayrıntılar görünüyor. Dizlerimden sonrası az yukarıdan dökülen suyun köpükleri coşkulu.

Rüyadan uyandıktan sonra sudan çıkıp peştamal ile kurulanıyorum, sonra elbiselerimi giyerek Devrim ve Halil İbrahim’in oturduğu altından su geçen çardağa doğru gidiyorum. Giderken de tahta köprüden geçerken karşı tarafın resmini çekiyorum.

Kayalardan yapılmış set sayesinde gölet oluşturulmuş. Gölette kazlar yüzüyor. Karşı tarafta su yüzeyinden bir karış yukarıda üstü açık çardaklar. Çardaklarda insanlar yer minderinde oturmuşlar.

İşte çardak ve yer minderleri. Saman yastıklar, alçak masa. Bağdaş kurarak oturduk. Dünyada en çok resim çeken garsona rica ederek bizi çekmesini rica ediyoruz. Garson da bizi kırmayıp akan çayın üzerinde yüzen kazlar ile birlikte otantik bir resmimizi çekiyor. Kendisine teşekkür ediyorum. Üzerimde bir rahatlık var, duşumu almışım. Derimde ki bütün gözenekler açılmış durumda ve içime daha çok oksijen girdiğini anlıyorum. Fazla oksijen acıktırdığımı anımsattı ve karnım guruldamaya başladı birden bire. Garson tabak, çatal ve ekmeği önceden getirip masayı donatıyor. Halil İbrahim ben gelmeden siparişi vermiş bile.

Solda Halil İbrahim, ortada Devrim, sağda da ben oturuyorum.

Çayda bir çok kaz var, doymak bilmez bir şekilde sürekli yiyecek peşindeler.

Kimisi de taşların üzerinde ıslanan tüylerini güneşte kurutup bir yandan da arka kısmında bulunan yağı bütün tüylerini yağlamakla uğraşıyor. Yağ bir süre suda ıslanmadan yüzmelerini sağlıyor. Güneşin parlak ışıkları suyun yüzeyinde yansıyor taşların üzerinden akan yüzeyde.

Gerçekten de gelinmesi görülmesi gereken yer ama gel gelelim işgal buralarda da var. Nerede bir güzellik varsa orasını ranta çevirmekle birebirler. Doktorun yeri dedikleri bir doktor, doktor mu bilmiyorum ama politikacı olduğu belli. Buranın tapusunu almış resmi olarak. Fotokopisini de panoya asmış. Panoda aynı zamanda politikacılardan Demirel, Özal ve Gül, bunlar Cumhurbaşkanı olmuş kimseler ve diğer politikacılarla çekilmiş samimi pozlar. Sadece tek dürüst Cumhurbaşkanı olarak gördüğüm Ahmet Necdet Sezer yok resimlerin arasında. Belki de yüz bulamadığındandır. Yani her devrin adamı. Tipine bakarak doktor olduğu belli ama doktorluk haricinde insanlara faydalı olması gerekirken kendine dünyalık yapmakla geçirmiş yaşamını. Aklıma Aziz Nesin’in bir romanı geldi; her devrin politikacısı “Zübük.” Normalde böyle yerlere tapu verilmez ama iş politika olunca durum değişiyor.

Yazık ülkemin güzelliklerine. Çok yazık.

Küçük bir bina üç pencereli, çınar ağaçları ve üstü kapalı çardaklar.

Çayın yukarılarına doğru şöyle bir gezinti yapıyoruz.

Çay sağda akıyor, üzerinde kırmızı boyalı korkuluklu tahta köprü. Çayın kıyılarında çınar ağaçlarının gövdeleri. Solda yürüme yolu, Devrim ve Halil İbrahim yürüyüş yapıyor.

İnsan yapımı küçük şelaleler suyun akışında bir görsellik ortaya çıkarmış. Şelaleler küçük te olsa suyun sesi ortaya çıkıyor. Su sesi de insana dinginlik veriyor.

İki kademe bent, bendi aşan su köpürerek beyaza dönüşüyor.

Çınar ağaçları güneş ışıklarını bir miktar tutarak yarı gölgelik bir ortam oluşturmuş.

Dört tane ağaç gövdesi, üçü çam, birisi çınar. Uzun ve ince gövdeler. Arkada yine bir bina görünüyor. Çay kıyısında piknik masaları. Karşı kıyıda üstü kapalı çardaklar.

Artık yola çıkma zamanı diyerek fazla gecikmeden yola çıktık. Grup öğle yemeğini başka bir yerde yiyecek.

Çayın dibi rakım olarak alçak, yol yukarıda olduğu için tırmanışa geçtik. Yol kıyısında keçi boynuzu ağaçları ve bir tane kavak ağacı.

Yol vadinin tabanından değil, biraz yukarılardan yapılmış. Zaten vadinin bazı bölümleri kanyon biçiminde dik ve derin kayalıklardan oluşmuş.

Kanyonu oluşturan dik kayalıkları karşı tarafta görüyorum.

Karşı tarafta kayalıkların bazı yerlerinde doğal oluşmuş oyuklar. Çam ormanı da kayalıkların üstünde.

Vadinin tabanı yol yapımı için uygun değil. Yapılsa bile çayın doğal güzelliğini bozacağı kesin. Kanyonun dibinde Lamos kale kalıntıları görünüyor. İnip yakından görmek bizim için imkansız. Hem geç kaldık gruba yetişmek için hem de iniş için yolu bilmiyoruz. Mutlaka bir iniş patikası vardır. Bir dahaki sefere deyip sadece resmini çekiyorum.

Kalıntılar devam ediyor kanyonun dibinde.

Arkamızdan gelen Mersinli bir grup bisikletçi ile karşılaştık. Kendileri özel tur yapıyorlarmış. Tanışıp hoş sohbet ederek bir resim çekildik anı olarak kalsın diye. Bazıları beni tanıyorlar sosyal medyadan ama ben hiçbirini tanımıyorum.

Resimde 10 kişiyiz Üç kişi yere çömelmiş, diğerleri ayakta.

Kanyonun içinde yüksek kayalıklar kale yapısı gibi kalmış. Çıkması zor tepesine kadar. Tepesi de düz masa gibi.

Kanyonun dibinde bir yol görüyorum, acaba nereye gidiyor?

Sonunda akan çayı görebildim. Yukarıdan bakınca geniş, kenarları dikine yükselen kayalıklar. 20 ila 30 metre katmanlı, merdiveni andırır bir kayaç oluşumu. Sol tarafta kayaların üstünde uçtan başlayan meyve ağaç bahçeleri görüyorum. Bahçe düz değil eğimli, sıralı dikilmiş ağaçlar buralarda tarım yapıldığını gösteriyor. Hem bu yüksek yamaçta yetişen meyveler daha kaliteli olacağı kesin.

Yukarıdan gördüğümüz çayın dibindeki yola giriyoruz. Grup buraya girmiş yemek için.

Kanyonun dibinde akan çayın su yüzeyine kayalıkların yansıması aksediyor gözüme.

Kanyonun güzelliğini burada insanın yaşlanmayacağını gösteriyor. Benzersiz güzellikler ve manzara dört yanımda ve ben bu güzelliğin içinde, tam da ortasındayım. Buna görerek yaşama denir, Güneşin ışınları kanyonun üstünden karşıya yansıması, ikindi zamanı güneşi ve suya ulaşmayan ışık. Belki de bu güzelliğin görünen en iyi saatine denk geldim. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Devrim ayakkabılarını çıkarıp çayın serin sularında yürümeye başladı. Bize en güzel yerde en güzel sesi ile bir türkü söylemeye başladı. Belki de ilk defa güzel bir ses yankılanıyordu kayalıklarda. Bu en güzel bir andı türkü içimde saklı.

Derken beyaz gelinliği ile bir gelin geldi, yanında yakışıklı damat. Buradaki manzarada düğün hatıra resmi çekilecekler. Devrim de güzel gelin ve yakışıklı damat için düğün hediyesi olarak “Suya gider allı gelin has gelin” türküsünü güzel sesi ile söylemeye başladı. Gelin, damat ve bizler sessizce dinledik bu güzel türküyü. Türkü sonunda resim çekerek mutluluklarının her daim olmasını diledik.

Suya gider allı gelin has gelin has gelin

Topukların nokta nokta bas gelin bas gelin bas gelin  amman

Bu güzellik sade sana has gelin has gelin

Bilmiyon mu benim sana yandığım yandığım yandığım amman

Ellerin köyünde garip kaldığım kaldığım kaldığım amman

 

Suya gider su testisi doldurur doldurur

Eve gelir gül benzini soldurur soldurur soldurur amman

Bu dert beni iflah etmez öldürür öldürür

Bilmiyon mu benim sana yandığım yandığım yandığım amman

Ellerin köyünde garip kaldığım kaldığım kaldığım amman

Sadık Ergun

Solda siyah takımları giymiş damat, beyaz gömleğine papyon takmış. Beyaz gelinliği giymiş gelin, yanında da Devrim.

Suda yalınayak yürümek ayaklarıma masaj yapıyor. Hani derler ya “Aynı suda iki defa yıkanılmaz” diye işte ben bunun tersini yaptım sanki. Yukarılarda çaya girip yıkanmıştım, şimdi de aynı suya tekrar ayaklarımla girip aynı suda ikinci defa yıkandım.

Kanyon oluşurken büyük yer hareketi olduğu kesin. Kayaların yapısı bunu gösteriyor. Tabi ki bu süreç milyonlarca yılda oluşmuş. Ben de zamanın tanığı olarak kaydediyorum.

Kanyonun yüksek kayalıkları, biz ufacık kalıyoruz kayalıkların dibinde.

Grubun kamp alanına döndüğünü öğreniyoruz telefondan. Biz de geri dönüyoruz aşağı doğru. Canımız kahve istedi durup dururken yol kıyısında. Su kanalına ayaklarımı sokarak kahveleri yaptım. Kahveyi afiyetle içerken cep telefonum çaldı. Arayan beni Adana – İskenderun’a götürecek arkadaşım. Benden özür dileyerek hemen yola çıkması gerektiğini belirtti. Ben de önemli değil zaten kendim gidebilirim deyip telefonu kapattım. Benim programımda yoktu arkadaşla gitmek. Kendisi teklif etmişti kendisi vaz geçti. Özür dilemeye gerek yok ki.

Kanalette akan suya ayaklarımı sallandırmışım. Bacaklarım güneşten yanmış, sadece ayakkabılarımın kapladığı yerler beyaz renkte.

Kahve keyfinden sonra kamp alanına geldik. Kampta herkeste bir dönüş telaşı sarmış. Kimi gitmiş, kimi çadırını eşyasını alel acele özensiz topluyor. Eve dönme telaşı, vedalaşmalar, tekrar buluşmak üzere sıkı sıkı kucaklaşmalar. Bir hüzün kapladı kamp alanını. Arkadaşlarımdan görebildiğim kadarı ile tekrar bir yerlerde buluşma dileği ile vedalaşıyorum. Sevgili Doktor Umur Gürsoy arabası ile 2 kişi Osmaniye’ye gideceğini sohbet anında söyleyip beni de Osmaniye’ye evine davet etti. Akşam saati düşünecek zaman yok deyip teklifini kabul ederek bisikletimi ve bagaj çantalarımı arabaya yükledim. Bizle gelen arkadaş ismini unuttum Adana da inecek. O yüzden en son onun bisikletini yükledik taşıyıcıya. Biz de yola çıktık, fazla sürmedi Adana’ya geldik bile. Zaten Mersin Adana arası fazla yok. Bir de otoban olunca çabucak varmak olanaklı. Arkadaşı Adana da indirdikten sonra Doktor ile birlikte Osmaniye’ye vardık.

Doktorun evi dört tarafı bahçeli müstakil bir ev. Nedense giriş katı kolonlar üzerinde duvarlar örülmemiş, üst kat yapılmış. Merdivenlerden üst kata çıkarak eve giriyoruz. Evde kimse yok bizden başka. Akşam bir şey yemediğimizden çabucak makarna pişirerek karnımızı doyurduk. Ev geniş ve ferah, bir odası çalışma alanı olarak kendine ayırmış. Odada binlerce kitaptan oluşmuş kütüphane var. E ne de olsa okur yazar ve de Doktor olunca kitaplığı da olmalı. Geniş balkonuna oturup Ürgüp ten gelen şaraplardan birini açarak taze meyve sohbet ederek birbirimizi anlatmaya başladık. Anlatacak çok şeyler var ve bitmiyor bir türlü. Şarabın nefis tadı zamanı unutturdu nedense. Doktor bir gün daha kalmamı istedi. Zaten yalnız tek başına koca evde oturuyor. Osmaniye gündüz gözü ile görmeli diyerek kalmaya karar verdim. Muhabbeti kahve ile kapatıp yatıyoruz. Doktor yarın iş başı yapacak.

En güzel günlerimden birini yaşadım. Bir güne sığmayacak kadar hem de….

Bir olanın sevdası ile yandım,
Aşk suyundan içip sevgiyle bandım.
Gönül dergahında aşkla yıkandım,
Sevdanın içine düştüm de geldim.

Yusuf Tuna

Bu gün yaptığım yol 39 Kilometre civarı.

Yatığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc