Etiket arşivi: marmaris

Bahar Turu 5. Gün

27 Mart 2022 Pazar

Gölköy – Muğla – Ula – Akyaka

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Belki de Şair olacaktım

Kaleye çıkıp şiirlerimi fısıldayaçaktım tüm Prizren’e

Kimseyi ayırt etmeden, eşit olarak

Zengin ya da fakir hepsi duyacaktı şiirlerimi

Şar dağlarında gezinecektim orman patikalarında

Bir şarkı mırıldanarak

Ağustos 2015

 

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ çantaları yüklü, park etmiş durumda. Muğla – Fethiye kara yolunda sakar geçidindeyim. Tabelada; Sakar geçidi Rakım: 670 yazılmış.

IMG_20220327_163625

“Güne nasıl başlarsan öyle gidermiş” derler. Ben buna inanırım. O yüzden erken kalkmaya özen gösteririm. Gün ışığından ne kadar yararlanırsam o kadar enerjik ve iş bitirici olurum. Böylece daha çok zamanım olur. Zaman önemli, an’ı yaşamak için zamana gereksinim var. Zaman sürekli akıp gider hayatımızdan ve an’ları alıp götürür geri gelmemecesine. Bir daha o an’ı yakalayamazsın. İşte o an’lardan birisi de sabah kahvesi. Bunun tadına doyamıyorum. Nerde olursam olayım, ister çadırda, ister evde sabah kalkar kalkmaz ilk işim kahve pişirmek. Günün hiç bir saati sabah kahvesini içtiğim an gibi olmuyor. O an geldi çattı ve sabah kahvemi pişiriyorum. Ayhan henüz kalmamış, tek başıma içiyorum. Bu tura yalnız çıkmam biraz zor olsa da iyi ki çıkmışım ve ruhum dinlendiğini hissediyorum yavaş yavaş. Hani daha önceki tur yazılarımda yazmıştım ya “Ruhu beklemek gerek bazen” Ben de bekliyorum ruhumu ve geldiğini hissediyorum. Yalnız olmanın huzuru içindeyim.

Kahvemi içip fincanı ve cezveyi yıkadım. Bir süre cep telefonumdan sosyal medyaya bakmaya başladım ne var ne yok diye. İşin sevindirici yanı cep telefonundan kimsenin yaş gününü göremediğimden kutlamıyorum. Böylece kimsenin duvarına toslamıyorum. Sosyal medya kullanıcılarının bazıları nedense yaş gününü yazmış ama kimseye cevap vermemek için yaş gününde duvarını kapatıyor. Bir şey yazamıyorsun o gün. Sadece mesaj atman gerek yaş günü kutlamak için. Benim hoşuma gitmeyen bu durum karşısında çaresiz duvarına toslamış oluyorum. Mesaj atma huyum da yok. Böyle seyahat durumlarında kafam biraz rahatlıyor. Nedeni ise kapalı olan duvarlara toslamamış olmak. Ohh içim rahat, ne güzel. Bisiklet turlarında sosyal medyayı fazla kullanmıyorum. Zamanım da olmuyor. Sadece şöyle bir göz gezdiriyorum o kadar. Fazla bir şey de paylaşmıyorum. Sadece açtığım albüme bir yada iki tane resim atıyorum o gün çektiklerimden merak edip beni takip edenler için.

Ayhan Akın uyandı, salon ile mutfak bir. İkisini ayıran banko gibi bir masa. Burada yemek, kahvaltı yapılıyor. Ben mutfak düzenini bilmediğim için kahvaltıyı Ayhan uyandıktan sonraya bıraktım. Ayhan kahvaltıyı hazırlıyor, sanki köy kahvaltısı gibi serpme kahvaltı. Yok yok, bir kuş sütü eksik. Neyse ki kuşun sütü olmuyor. Yoksa kuşu nasıl tutup sağacaksın. Hem bir kuştan ne kadar süt sağabilirsin ki. Tanrı bunu düşünmüş olmalı ki kuşlara süt vermemiş. Bir tek uçan memeli yarasa var. Onu da kimse tutup sağmıyor bir damla süt için.

Zengin kahvaltı sofrasında neler yok ki? Kızarmış ekmek, çay, iki çeşit zeytin, iki çeşit peynir, sucuk, salam, yumurta, çoban salatası, tereyağı ve bal. Böyle zengin kahvaltıyı her yerde yiyemezsin. Sofraya Ayhan’ın kahkahası zenginlik katıyor. Ayhan beni cep telefonu ile kahvaltılıklarla birlikte çekiyor. Üzerimde uzun kollu sarı tişört, yelek ve başımda mavi buff var.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 16.50.42

Kahvaltıdan sonra kahve pişirip içiyoruz. Kahveyi bu kez Ayhan pişiriyor. Kahveyi evin arka bahçesinde, yeşillikler arasında sarı çiçeklerin yanında içiyoruz. Sarı çiçekleri yakından çekiyorum. Sabah güneşi altında kahveleri içtik. Ardından eve girip eşyalarımı ve kahve takımlarımı çantalara yükledim. Çantalar yola çıkmaya hazır.

IMG_20220327_105223

Ayhan madem geldin şöyle kısa bir tur yapalım deyip evden çıkıyoruz. Çantaları bisiklete yüklemeden boş olarak yakın olan sahile indik. Deniz çarşaf gibi, kumsalda Ayhan’ı bisikleti ile çekiyorum. Ayhan Üzerine dikkat çekici renk olan turuncu bir rüzgarlık giymiş. Küçük bir dere kendine kumsalda yol açmış denize akıyor. Siyah bir köpek kıyıda. Karşıdaki burunda yüksek bir tepe var.

DSCN3997

Denize kavuşan derenin ağzını, yay gibi kumsal ile denizin durgunluğunu çekiyorum. Denizin ve buraların en güzel zamanı. Sessiz, sakin, insan yok. Bu görüntü bana huzuru anlatıyor, sanki ruhum tazeleniyormuş gibi. Tıpkı derenin denize kavuşması gibi, sessiz ve sakin birleşmesi gibi.

“Nasıl anlatmalı bilmem

Suyun kaynağından çıkan

Küçük derenin denize kavuşmasını

Yolu kısa olsa da

Anlatacak çok şeyi olması gerek

Küçük çağlamalarla akıp giden hayatı

Nasıl da heyecanlı

Sabırsız

Ama doyasıya yaşamışlık

Hele denize kavuştuğu anı

Nasıl anlatmalı

Aşkı, sevdayı

Kavuşmayı

Nasıl anlatmalı bilmem!”

Urim Baba’CAN 12 Haziran 2022 Pazar

DSCN3998

Dereyi tam denize döküldüğü yerden geldiği yeri çekiyorum Yolu o kadar uzak değil gibi. Karşıdaki tepelerden geliyor olmalı. Dere her ne kadar küçük olsa da temiz ve berrak akıyor. Henüz insanlar tarafından kirletilmemiş.

DSCN3999

Derenin denize döküldüğü yerden biraz içerideki köprüden derenin deniz ile birleşmesini çekiyorum. Dere kumsala yakın yerde dipte yosunlarla kaplı. Saçaklı saç gibi uzamış yosunları akan su sürekli tarıyor. Bizi takip eden siyah köpek te suyun içinde oynuyor aklı sıra bize hava atacak. Ayhan denizin kıyısında poz vermiş bisikleti ile. Solda denize uzanan küçük bir iskele var.

DSCN4000

Bulunduğum yerden optik zoom ile Ayhan’ı yakınlaştırıp çekiyorum Turuncu rüzgarlık, yeşil bisikleti ile kollarını açmış bana poz veriyor tam deniz kıyısında.

DSCN4001

Siyah köpek akan derede sürekli oyun peşinde. Bir o yana, bir bu yana koşturup dereye girip oyun oynuyor. Köpeği tam derenin denize kavuştuğu yerde iken çekiyorum.

DSCN4003

Ve kimsenin olmadığı kumsalda hasretle denize kavuşan dereyi yakınlaştırıp çekiyorum. Hani derler ya “Su akar, yolunu bulur” diye. İşte yolunu bulup akan dere mutlu sona ulaştığı an. Dere küçük coşkuyla çağlayışı ve denizin dinginliği. Belki de küçük dere dinginliğe doğru sabırsızlığı bu yüzden.

DSCN4005

Ayhan ile yakında olduğunu söylediği cennet koyuna götürüyor beni. Bir küçük rampayı aşıp diğer koya ulaştık. Kıyıya iniyorum dikkatlice. Amacım bir kaç resim çekmek. Ayhan beni yukarıdan çekiyor. Başımda sarı kask var. Deniz kıyısındayım, kıyı kayalık.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 16.50.34

Koyun denize açılan yan kıyısı tamamen kayalık. Buraya hiç dalga vurmadığı için kaya parçaları kuma dönüşmemiş. Herhalde burası hiç bir zaman kumsala dönüşmeyecek gibi sert kayalıklar kendini gösteriyor.

DSCN4006

İnsanların “Cennet” kavramını anlayamıyorum. Herhalde cennete hiç gitmemişler. Ya da cenneti hayal edemiyorlar gitmedikleri halde. Buraya neden “Cennet koyu” dediklerini bir türlü anlayamadım. Benim hayal ettiğim cennete hiç benzemiyor. Sadece koyun dibinde biraz kumsal ve tepelerden kıyıya kadar kızıl çam ormanı olan bir yer. Ne çağlayanlar, ne söğüt ağaçları, ne kevser şarabı akan çeşmeler. Huriler ve gılmanlar da yok. Yanı burası cennete hiç benzemiyor. Buradan daha güzel yerler gördüm. Hiç birine cennet dediklerini de duymadım. İlginç.

DSCN4007

Hani burası cennet koyu ya, insanlar her gittiği yeri cehenneme çevirmede üstüne yok. Burası denize girilecek bir yer değil. Kıyı ve deniz tamamen kayalık. Kıyıda taşlarda oturulacak bir alan, ya da yer de yok. Koyun kumsalı küçük olduğu için gelenler sığmayınca her yerde piknik yapmışlar. Piknik yaptıktan sonra geride bıraktıkları çöpleri kimse toplamadığı için sözde cennet olan yeri cehenneme çevirmişler. Taşların arasında çöpler ve plastik şişeleri çekiyorum.

DSCN4008

Neyse geziyi fazla uzatmadan oradan ayrılıp eve geldik. Fazla zaman geçirmeden çantaları bagaja yerleştirdim. Yola çıkmaya hazırım. Ayhan ile vedalaşıyorum yola çıkmadan önce. Her şey için teşekkür ederim beni en güzel şekilde ağırladığı için. Buraya gelirken çektiğim işkenceye değdi doğrusu. Yola çıktım, ilk rampada bu kamyon trafiğinde nasıl gideceğim otogara kadar düşünceleri içinde aklıma Ayhan’ın bahsettiği araç aklıma geldi. Ayhan’ı aradım bana bir araç bulabilir misin diye. O da bulunduğun yerde dur, ben sana bir araç ayarlarım. Ben de bir süre olduğum yerde bekledim. Ayhan beni aradı telefonla, bekle sana bir araç yolluyorum diye. Buna sevindim. Fazla sürmedi beklemem. Küçük bir minibüs gelip yanımda durdu. Daha önce çantaları çıkartıp yere koymuştum. Gelen arkadaşla selamlaştım. Hemen bisikleti ve çantaları aracın içine yerleştirdik ve yola çıktık. 12 Kilometreyi çabucak geçip otogara ulaştık. Ayhan bana ücret ödemememi, kendisinin hallettiğini bildirdi. Beni getiren arkadaşa teşekkür edip çantaları ve bisikletimi indiriyorum araçtan. Sorunsuzca otogara varmıştım ya buna sevindim.

Amacım otobüs ile Köyceğiz’e varmak bir an önce. Otogar girişindeki kontrol yerinden içeri gireceğim. İlk önce güvenlik görevlisi tüm çantaları makineden geçirmemi söyledi. Ben de olur mu öyle şey, sadece bir bilet alıp otobüse bineceğim. Neyse güvenlik görevlisi sorumluluk almak istemedi, yoksa bisikleti tam yanına bırakacaktım. Geçmeme izin verdi. Şehirler arası otobüsler üst katta. Yürüyen rampa üst kata çıkıyor. Bisikletimle üst kata çıkıp yazıhanenin birine soruyorum “Köyceğiz’e bir bilet verir misin?” diye. Bilet satıcısı da bana “Alınan bir karar ile Muğla il içinde bilet satamıyoruz. Şehirler arası bilet satabiliyoruz. Onun için ilçeler arası dolmuşlarla gitmen gerek” diye söyleyince. “Bisikletle nasıl giderim ki, hem de bu yükle.” Satıcı bana “Arkası geniş minibüse denk gelirsen bisikletini alabilirler” dedi. Alt kattaki ilçeler arası minibüslerin olduğu yere geldim. Buradan Köyceğiz’e minibüs yok. Onun için ilk önce Muğla minibüsüne binmem gerek. O da hemen önüme çıktı, tam da istediğim tipte, arkası geniş yeri olan minibüs. Şoför soruyorum “Nasıl binebilirim? diye. Şoför bir bana baktı, bir de bisikletime. “Aracın kalmasına 45 dakika var, herkes binsin ondan sonra bisikletini alırız” deyince içime su serpildi. Rahatlamıştım. Şoför bana “Kent kartın var mı? Yoksa para ile ücreti 75 Lira, kent kart ile 48 Lira” deyince gidip bir kent kart çıkardım, üstüne 100 lira da para yükledim. Ve hareket saatini beklemeye başladım. Zaman çabuk geçti sanki. Hareket saatine yakın şoför bana çantaları “Arkada koltuk altına yükle” deyince hiç zaman geçirmeden hemen dediğini yaptım. Hareket etmeden önce de boş olan arka kısma bisikleti öylece bindirip lastikli kanca ile demire sıkıca bağladım Ben de yandaki açılır koltuğa oturuyorum ve böylece Bodrum – Muğla yolculuğumuz başladı. Yolculuk 1 saat 45 dakika süreceğini şoför söylemişti daha önce. Yolumuz; Milas, Yatağan, Muğla.

Bisikletim KUZ minibüsün arkasında bağlı halde

IMG_20220327_133026

1 Saat 45 dakikalık uzun bir yolculuktan sonra Muğla’ya vardık. Muğla merkezdeki dolmuş duraklarından bisikleti ve çantalarımı indiriyorum minibüsten. Çevre ilçelere minibüsler buradan kalkıyor. Minibüslerin değnekçisine soruyorum beni bisikletimle alırlar mı diye aldığım cevap olumsuz. Minibüsler küçük tip, pek bisikletleri alma taraftarı değiller. Eh ne yapalım bisiklete çantaları yükleyip yola çıkmaya karar verdim. Hedefim Akyaka, artık yarın Köyceğiz’e varırım. Bu gün epey zaman kazandım sayılır. Böylece aldığım karar doğrultusunda yola çıktım. İlk rampa karşıma çıktı, kaçar yanı olmadığı için rampaya sardım. Ama ağır ama yürüyerek. Benden kaçmaz yokuşlar. Bir baktım ki tepeye varmışım. Buralarda bir kaç kez bisiklet sürünce az çok yolu ve yokuşları biliyorum. Şimdi Ula’ya kadar iniş olacak. Bu kolay ve hızlı oluyor pedal çevirmeden. Ama biliyorum ki bir yokuş daha var. O da Sakar geçidi. Onu da çıktım mı uzun ve dönemeçli bir yoldan yaklaşık 9.5 Kilometrelik bir iniş olacak. Ula düzlüğüne indim, vitesi 1’e taktım ağır ağır çıkmaya başladım. Bazen de yürüdüm dinlenmek için. Acıkmaya da başladım sanki.  Şunun şurasında 1100 metrelik bir tırmanış sonunda Sakar geçidi tepesinde öğle yemeği yerim. Gerçi öğle zamanı çoktan geçti bile. Nedense öğle zamanı acıkmıyorum. Herhalde sabah kahvaltısını çok yiyorum ondan.

Yokuşun sonlarına doğru, emniyet şeridinde ağır tempoda çıkarken birden sağımdan bir bisikletçi geçti. Geçerken de hafif çarptı. Biraz daha sert çarpsa adam sağdaki beton kanala düşebilirdi. O an verdiğim tepki ile “Ne yapıyorsun, habersiz geçip ikimizi de tehlikeye atıyorsun?” Adamı tanımıyorum. Sonrasında arkamdan bir ses; “Merhaba Urim Baba” diye seslendi. Yanıma gelince ben de ona “Merhaba” diye cevap verdim. Bana selam veren arkadaşı pek tanımıyorum. Neyse ki o kendini tanıttı. İsmi Feridun Şahin. Beni daha önceden tanıyormuş. Gökova turunda birlikte pedallamıştık. Çarpan arkadaşı tanımıyorum. O da beni tanımıyor. Herhalde bisiklette yeni sanki. İkisi Muğla’dan çıkmışlar, akşam antrenmanı yapıyorlar. Sakar geçidine kadar gidip geri döneceklermiş. Bir süre birlikte sürdük sohbet ederek. Bu sohbet fazla sürmedi ve bastırıp gittiler. Altlarındaki yarış bisikleti, yükleri de yok. Sadece içmek için su taşıyorlar. Onları uğurlayıp ağır tempoda Sakar geçidinin tepesine vardım. Tabelanın önünde beni buraya kadar çıkaran bisikletim KUZ bir resim çekilmeyi hak etti doğrusu. Tabelada; Sakar geçidi Rakım 670 yazılı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20220327_163625

Sakar geçidi düzlük bir alana sahip. İnşaat şirketleri sürekli doğayı beton binalarla kapladıklarından beton kamyonlarında arta kalan az miktardaki betonları bu düzlükte boşaltmaktan çekinmiyorlar. Ben de bu beton üstünde öğle yemeği yiyeceğim. Yanımda taşıdığım son barbunya konservesini çıkardım. İçine de et kavurma, kavurmayı tavada ısıtıyorum birazcık, yanında bir baş soğan, yarım ekmekle nefis öğle yemeğimi yedim. Hani acıkmıyorum dedim ya öğle zamanları, oturup yemeğe başlayınca ne kadar acıktığımı anlıyorum. Kuru soğan da iyi gidiyor barbunyanın yanında. Ne de olsa kuru fasulyenin kardeşi sayılır. Kuru soğan mutlaka olmalı. Yemeği yerken arkadaşım Fırat Okutucu’yu arıyorum telefon ile. Bu akşam sendeyim diye haber veriyorum. O da buyur gel demekten başka çaresi olmadı. Fırat Okutucu birlikte Az bilinen antik kentler bisiklet turunu birlikte yaptığım arkadaşım. Kendisinin Akyaka’da apart oteli var. Bu akşam otelde misafirim. Fırat Muğla’da işi olduğunu, Esma’ya haber vermemi söyledi. Ben de Esma’yı aradım telefon ile, geleceğimi bildirdim. Esma bizim Masalcı Esma. (Daha önceki günlerde anlattığım hikayedeki Masalcı Esmavi). Akşam kalacak yerimi ayarlayınca rahat bir şekilde yemeğime devam ettim. Haliyle iki yokuş biraz yordu. Yemekten sonra ne gider? Tabii ki kahve, kendime kahve pişirip keyfimi sürüyorum. Bisikletim KUZ beton üzerinde park etmiş, kahve takımım, ocak ve tava yerde. Oturduğum katlanır sandalye ve sosis çantam yerde.

Ben dinlemek için otururken bir kadın ve çocuk arabanın birinden indiler. Araba yoluna devam etti. Kadın orman içinde bir şeyler toplamaya başladı. Çocuğa seslendim gel biraz diye. Cebimde taşıdığım çikolatalı gofreti verdim çocuğa. O da çekinerek te olsa alıp bir şey demeden annesinin yanına gitti. Çocukları sevindirmeli. Küçük bir şeyle de olsa.

IMG_20220327_165850

Yemekten sonra eşyaları toparlayıp çantalarıma yükledim. Artık uzun bir inişe geçeceğim. Önümde 9 tane sert dönemeç var. Buralarda çok yavaş dönmek gerek, çünkü  U dönüşü çok sert. O yüzden kendimi salmıyorum ve dönemece gelince frenlere asılıp iyice yavaşlıyorum. Gerçi fazla hızlı gitmemem gerek. Kafam hala sallantıda. Gökova körfezi görününce Bodrum yönündeki yamaç ve deniz kıyısının akşam görüntüsünü çekiyorum. Deniz kıyısı girintili çıkıntılı. Görüntü pek net olmasa da siyah – beyaz olarak güzel bir manzara.

DSCN4010

Bulunduğum yerden resim çekmeye devam ediyorum. Epey yüksekteyim, Gökova körfezinin dibi ve ova. Buradan sanki uçaktaymışım  gibi hissediyorum.

DSCN4011

Ovanın iç kısımlarındaki eski Marmaris yolunun bir kısmı okaliptus ağaçları kendini gösteriyor. Bu yola Aşıklar yolu diyorlar. Burada gelin ve damatlar düğünden önce gelip resim çektiriyorlar. Yol araç trafiğine tamamen kapalı. Yol yaklaşık olarak 3 Kilometre kadar ve cetvelle çizilmiş gibi düz. Tek şerit olan yolun iki kıyısında okaliptus ağaçları hem bataklığı kurutmak için hem de sivrisineklerden kurtulmak için 1938 yılında dikilmiş. Avustralya’dan getirilen bu ağaçlar 84 yıllık ve gövdeleri iyice kalınlaşmış, boyu 20 metreyi geçmiştir. Eski yolun yanına paralel olarak yeni duble yol yapılarak Marmaris’e aşırı araç trafiğine hizmet vermektedir. Yani ipini koparan arabasıyla yeni yolu işgal etmekteler.. Yolun iki yanı da bereketli tarlalar ekili, yemyeşil görünüyor buradan. Yolun bittiği yerde, dağın yamacında Akçapınar köyü var. Köylüler evlerini tarlaya ve düz yere yapmamışlar.

DSCN4014

Gökova körfezinin ova başlangıcı olan yer, yani sahil kısmı yaklaşık 4 yada 5 Kilometre kadar. Ovanın iki yanı da yüksek dağlar var. Bu dağlardaki su ovanın iki yanında da birer çay oluşturmuş. İki çayın kaynağı da fazla uzak değil. 5 Kilometre kadar. Bunlardan birisi Akyaka tarafında olan Kadın Azmağı çayı. Bu çayın debisi denize yaklaştıkça çoğalıp bir nehir gibi dökülmekte. Akçapınar tarafındaki çayın adı sanı yok, o da kısa bir çay ama Kadın Azmağı kadar çok akmıyor. Her iki çayın getirdiği alüvyonlar denizi doldurmakta yavaş yavaş. Bizler bunu fark etmesek te kanıtlarını görebiliriz. Optik zoom ile kıyıdaki oluşan küçük adacıkları çekiyorum iyice yakınlaştırıp. Çaylar toprak taşıdıkça deniz de dalgalarla toprağı kıyıya sıkıştırıp doldurmakta. Uzun zaman sonra buraları tarla olacağı kesin. Belki de bizler göremeyiz, buna ömrümüz yetmez.

DSCN4015

Sakar geçidinden dönemeçli yolda dikkatli iniyorum. Dağın yamacı dik ve buralarda ceylanların çıkabileceğini gösterir üçgen uyarı levhası koymuşlar. Kırmızı şerit içinde şaha kalkmış ceylan resmi var. Şimdiye kadar bir çok yerde bu uyarı levhası görsem de henüz bir ceylan göremedim daha. Belki de görmek için bir yerde kamp atıp beklemek gerek uzun süre. Benim ise öyle zamanım olmadığı için bekleyemiyorum ve yoluma devam etmek zorundayım.

IMG_20220327_180511

Dönemeçleri bitirmeden Akyaka’ya yeni yapılan kestirme yoldan vardım. Daha önceleri yol Gökova köyüne kadar gidip geri dönerek Akyaka’ya ulaşıyorduk. Fırat’ın işlettiği Esen Apart oteli çabucak buluyorum. Daha önceleri gelmiştim bir kaç kez. Apart otelin bahçesinde, kapının dibinde Fırat’ın yaşlı köpeği Odio yatmış uyuyor. İçeri girmek için uyandırmam gerek. Neyse ki yaşlı Odio ağır hareketlerle, yaşının getirdiği kadarı ile kalkıp başka yere yatıyor. Bisikleti bahçeye alıp kapıyı kapattım. Esma beni karşıladı. Bir süre bahçedeki piknik masasında oturup muhabbet ediyoruz. Esma ile uzun zamandır görüşmemiştik. Birbirimize anlatacak çok anılarımız varmış. Bir kaç gün öncesinde gördüğüm düşü Esma’ya anlattım, çok beğendi. Bu düşü masal olarak yazacağımı da söyledim. Esma Muğla üniversitesinde okuyor. Bitirme sınavlarına çalışıyor, bu yaşta üniversite bitirip rehber olacak. Konuştuğumuz konulardan birisi de İzmir’e gelip masal anlatması kahve yaptığım yerde. Tarihi de belli; Süslü kadınlar bisiklet turundan bir gün önce. Yani Eylül ayının üçüncü haftası. O da söz verdi mutlaka gelecek diye. Bakalım! Kısmet. Temmuz ayında da düğüne geleceğini, belki de gelip masal anlatabilirim deyince notunu aldım geleceği tarihin.

Fırat geliyor ve bana kalacağım odayı gösteriyor. Odaya yerleşiyorum. Karnım tok olduğu için akşam yemeğini de yemeyeceğim. Esma ile Fırat’a akşam gelin kahve içelim diye davet ettim. Çok yorulmuşum, neyse ki kahve içmeye gelmediler. Uykum iyice gelmeden önce kendime kahve pişirdim. Fazla geç olmadan temiz çarşaflı yatağa girip yatıyorum. Yorgunluktan hemen rüyalara dalmışım bir anda.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 28 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

Bahar Turu 1 Gün

23 Mart 2022 Çarşamba

İzmir – Selçuk – Gökçealan köyü

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

El Salla

Bak görüyor musun denizi

Deniz çalkalanıyor kımıl kımıl,

Şu an kano ile geçiyorum

Bana el salla

Yelken açık

İmbat rüzgarı esiyor efil efil

Elim yekeyi tutmuş

Gidiyorum

Bana el salla

El salladığını görürüm

El sallayalım kendimize

Bak önde sen oturuyorsun

El salla kendine

Bana da el salla, ikimize de

Kano ile buradan geçerken

Kendimizi göreceğiz

Bize el salladığımızı

Biz bize el sallıyoruz…

Hadi biz de el sallayalım

Kendimize

Urim Baba’CAN 29 Eylül 2021 Çarşamba

 

Öne çıkmış olan görsel, iki katlı taş bina, alt katta, solda bir pencere ve giriş kapısı, Önünde sundurma yapılmış. Beyaz badana vurulmuş duvara, Üst kat badanasız ve üç tane pencere var.  Bahçede meyve ağaçları. Yarısı toprak yarısı beton ve fayans döşeli. Sağda iki sandalye ve sehpa, Bisikletim KUZ yüklü park etmiş durumda. Evin çatısı kiremit kaplı.

IMG_20220323_153124

Geçen ay yaş günümdü, o gün özel bir gün olmalı. Rakamlar bunu gösteriyor. 22.02.2022 ve 61 doğum tarihim. 61 yaşımı doldurdum. Her şeyin bir anlamı vardır. Nasıl yorumlarsan yorumla.

Evet sevgili dostlar, uzun bir aradan sonra tek başıma yaptığım yolculuk yazısı ile birlikteyiz. Dünyayı etkileyen, yaşamı, ekonomiyi alt üst eden, insanların seyahat planlarını bozan büyük salgın haliyle beni ve bir çok kişiyi etkiledi. Bisiklet festivallerini, uzun turları durdurdu neredeyse. Bir çok bisiklet festivali iptal oldu. Sokağa çıkma kısıtlaması yüzünden kimi sınırlı, kimi valiliklerden izin alınıp öyle yapıldı. Örnek olarak geçtiğimiz yıl katıldığım Afyon – Frig vadisi bisiklet festivaliydi. O günlerde hafta sonları sokağa çıkma yasakları devam ediyordu. Validen özel izinle, katılımcıların kimlik numaraları verilerek yapılan bir festivalde hafta sonu turlarımızda boş sokaklarda bisiklet sürdük. Gerçi kırsal alanlarda hayvanlarını otlatanlar ve çiftçiler serbest dolaşabiliyordu.

Kısıtlamalar, benim marangozda çalışmam nedeni ile pek bisiklete binememiştim. Bir de Aralık 2021 başlarında birden bire gelen bir baş dönmesi nedeni ile kulak salyangozundaki kristallerinin yerinden oynaması beni yatağa yatırdı bir süre. Denge kaybı nedeni ile sokakta bastonsuz yürüyemedim bile. Bu biraz uzun sürdü ve geçmek bilmedi. Yürürken sanki su dolu bir kova içindeki karpuz gibi başım sallanıyordu. Bu yazıyı yazdığım zamanda bile hala düzelmedi bu sallantı. Uzun süredir bisiklete bile binmedim. Bisiklete binince başımı hafif sağa yada sola çevirsem dümen kontrolü kaybolup ön tekerlek sağa sola dönüyordu anında. Böyle durumlarda düşmemek için zor anlar yaşadım desem yeridir.

Uzun süredir evde yatmam, bisiklete binememem Urim Baba’nın kahvesini bile etkiledi. Her Cumartesi günü düzenlediğim Urim Baba’nın kahve etkinliğine 1 aydan fazla bir zaman yapamadım Kahveye gelen arkadaşlar özlemiş kahve etkinliklerini. Bana baskı yapmaya başladılar yap diye. Arkadaşım Gürdal Tur evime gelerek bisikletim KUZ’u ve arkasına taktığım römorkum kıytırık’ı alarak İnciraltı kent ormanına götürdü. Ben de Gürdal’ın bisikletini kullandım ama çok yavaş ve sağa sola fazla bakmadan dikkatlice kent ormanına kadar gittim bir kaç hafta.

Artık canım sıkılmaya başlamıştı, bu kadar uzun süre bisiklete binememek, dilediğimce başımı alıp yola çıkamamak, özgürce doğada bisiklet sürememekten sıkıldım. Ormanda çam kokularını, kuşları, kelebekleri, çiçeklere konan arıları özledim. İzmir’de bir kaç kez bisiklet sürdüm ama pek uzun soluklu değildi. Denge sorunu hala devam ediyordu. Can sıkıntısını gidermek için özlediğim yollarda olma hayali günden güne artmaya başlayınca artık evde durmanın anlamı yok diyerek tur planları yapmaya başladım. Kalabalık içinde yalnız kalamıyordum. Şehrin kalabalığı, evin kalabalığı sıkmıştı.

Uzun zamandır planladığım, tasarladığım kano yapım işiyle uğraşıyorum. Kano yapımı hakkında gerekli bilgiyi ve donanımı hazırlamaya çalıştım. Yaptığım turlar ve bisiklet festivallerin yazıları da bitmişti. Yazmak için yaşamak gerek, yeni turlar, yollar ve maceralar gerek. Zaten kalabalıktan sıkılmıştım. Yalnız kalmalıydım. Kendi kendimle, yoğunlaşmış düşüncelerimi doğaya salmalıydım. Çadırda uyumayı, sabah Güneşin doğuşunu izlemeliydim düşüncelerimden arınıp. Huzuru akşam Güneş tüm kızıllığı ile batarken an be an bulmam gerekti. Hem son zamanlarda işler ve projeler  o kadar yoğunlaştı ki başımı kaşıyacak zaman kalmadı. Nasıl bitireceğimi de bilmiyorum. Kafam kalabalıklaştı iyice. Bu yoğunluğu ancak sakin bir ortamda, yalnız kalınca boşaltmam gerek. Doğada olmak düşüncelerimi dinginleştirecek.

Neyse bir süre haritalar ve yollar kafamda oluşmaya başladı. Aslında kano yapımında yardım alacağım mahalleden komşum Muğla Göcek’te oturuyor. Tekne yapım atölyesi de Göcek’te. Arkadaşımdan yapım ile ilgili fikir alış verişinde bulunmalıyım. Yapacağım turun esas amacı kano yapımı ile ilgili. Böylece Göcek’ kadar yol haritası çizdim. Nereden nasıl, kimlere uğrayacaktım hepsini planladım. Bisiklet sayesinde her yerde bir çok arkadaşım, dostum oldu. Onları da özledim. Hem dostları ziyaret hem de kendimi dinlemek için yola çıkmaya karar verdim. Ramazan ayı 2 Nisan’da başlayacak. Her yıl oruç tutmaya çalışırım. Yaptığım programa göre 9 günlük bir tur olacak. Kendimi ona göre hazırladım, Emekli aylığım ayın 23’ünde yatıyor. Aylığımı alır almaz eve gerekli harçlığı bırakarak yola çıkmayı tasarladım. Uğrayacağım dostları telefon ile arayıp geleceğim günü bildirdim. Onlar da dört gözle beni bekleyeceklerini söylediler. İnsanın dostları, kapısı olması ne güzel.

Tura çıkmadan önce bisikletim KUZ’un bakımını yapmam gerek. Öncesinde İzmir içinde bisikletimle bir kaç yere giderek trafikte durumum nasıl diye kontrol ettim. Eskisine göre daha yavaş ve dikkatli gidersem yola çıkabileceğimi düşündüm. Böylece bisikletimin ön ve arka tekerleğini söktüm. Göbekleri söküp bilyelerini yenileyip gres yağı ile yağladım bir güzel. Fren papuçlarını düzelttim, zinciri, ön aynakol dişlisini ve arka dişlisini mazot ile bir güzel temizledim. Mazot dişliyi de yağladı. Uzun süredir böyle bakım ve temizlik görmedi KUZ. Arka lastik aşınmıştı ön lastiğe göre. Çünkü bütün yük arka lastikte olunca yıpranması da ona göre çok oluyor. Ön ve arka dış lastiklerini yer değiştirdim. Uzun süredir lastiklerim de patlamadı şimdiye kadar. Sadece ayda, yılda bir havasını tamamlıyordum.

Bahçemde ön ve arka tekerlekler, lastikler dışarıda sehpaya dayalı. Solda taburem var. Sehpada lastik tamir takımları duruyor. Yerler karo plaka taş döşeli. Küçük bir su kanalı var, bahçe kapısı açık.

IMG_20220321_143203

Tur için gerekli hazırlıklarımı yaptım. 1 Paket makarna, 1 paket bulgur, 2 barbunya konserve, yeteri kadar dana eti kavurma, hazır makarna ve hazır çorba önceden vardı. Yiyecek olarak şimdilik bunlar yeter. Kap kacak ve yedek gaz tüpünü yanıma alıyorum. Uyku tulumu, çadır, mat ve birer tane yedek iç çamaşır, forma ve deri ceketimi çantalara yerleştirdim. Güneş panelini ve takım taklavatı da unutmadım. Gideceğim yolu daha önceden Wikiloc haritada çizmiştim. Telefonuma haritaları yükledim, Maps me programında internet ve hat olmasa bile navigasyon ile yolumu bulacağım. Her olasılığa karşı yanıma pusula, nem ölçer ve derece ölçer aletimi de aldım. En azından pusulamı şaşırmam.

Haritada çizdiğim kadarı ile kabataslak şöyle:  Evden Alsancak gar, metro izbana binerek Selçuk. Buradan Çamlık köyü, Gökçealan köyüne kadar gideceğim. Gökçealan köyünde arkadaşım Burcu var. Bir gece onun misafiri olacağım. Ertesi gün Dağların sırtından Söke yoluna Kuşadası’na uğramadan Söke. Söke’den sağ yapıp Tuzburgazı, Miletos , kıyıdan Didim. Didim’de kamp. 3. Gün Didim’den hareket, Akbük, Kazıklı, Gürçamlar, Kızılağaç köylerinden Güllük düzlüğünde Avşar köyü. Duruma göre kıyıdan Güvercinlik, Torba, Gölköy. Burada arkadaşım Ayhan Akın’ın evinde bir gece misafir kalacağım. Ertesi gün Bodrum’a kadar gidip feribot ile Datça’ya geçeceğim. Burada dostum Feyyaz Alaçam ile bir süre zaman geçirmek. Sonrasında Bodrum’dan Marmaris, Akyaka, Köyceğiz. Zamana göre arkadaşım Mehmet Ertekin ile buluşup bir süre onun yanında kalmak. Mehmet ile kano yapımı hakkında bilgiler almak ve nasıl yapacağım hakkında ustasından fikir edinmek için yardım alacağım. Ondan sonra da belki Fethiye, oradan da otobüs ile İzmir’e dönmek. Ramazan başlamadan 1 Nisanda dönmeliyim. Yola çıkacağım tarih 23 Mart Çarşamba günü. Maaşım o gün yatıyor. Eve harçlık bırakmam gerek. 9 Gün sürecek yolculuğum.

23 Martta sabah erkenden uyandım, hemen maaşımın bir kısmını çekip eve harçlığı bıraktım. Bisikletim KUZ ve çantalarımı bahçeye indirip yükledim. Ön bagaj çantalarımı da alacağımdan demirini önceden takmıştım. Bisikletim yüklü durumda bahçe kapısında hazır bekliyor yola çıkmayı. Çantalarımın rengi; Turuncu – Siyah.

IMG_20220323_094017

İlk pedalı çevirmeye başlayınca ortam değişti birden bire. Her şey geride kaldı. Zaman durdu sanki, bir anda beynimdeki düşünceler silindi, sakin, sessiz bir huzur kapladı içimi. İçimdeki kalabalık yalnızlığa dönüştü. Dışarıdan gelen sesler kesildi birden bire. Sabahın dinginliği ile deniz kıyısındaki iyot kokusu Alsancak garına kadar peşimi bırakmadı. Sanki başka bir evrende bisiklet sürüyorum. Yol psikolojisi boyut değiştirmemi sağladı. Yolda olmak güzel anasını satayım. Sahildeki bisiklet yolundan Alsancak gara vardım, metro izban istasyonunda içeri girip Cumaova’sı – Selçuk yönünde trenin gelmesini bekliyorum. Bisikletim KUZ tam rayların başladığı yerde park etmiş durumda. Soldaki peronda yolcular var.

IMG_20220323_110126

Tren perona girdi, ilk vagona biniyorum. Bisikletimi yan tarafa park ettim, oturacak yer yok şimdilik. Trene biner binmez Burcu’yu aradım telefon ile. Daha önce Alsancak’tan binince beni ara demişti. Selçuk dolmuşuna binip beni istasyonda karşılayacak. Bir süre ayakta gidiyorum. Üç kişilik oturma yerinde biri benden biraz yaşlı, diğer ikisi genç oturuyor. Bir süre sonra iki genç durakta inince ben oturdum. Yanımdaki arkadaş bisikletimi görünce sorular sormaya başladı; nereye gidiyorsun gibi. Böylece muhabbet başladı aramızda. Arkadaşla tanıştık, ismi Murat, Murat usta diyorlar kendisine. Kuşadası’nda teknesi varmış, balık tutuyor olta ile. Ben de kendimi tanıttım, turun amacını, gideceğim yoldan bahsettim. Bana;

“Korkmuyor musun yalnız kamp yapmaktan?”

“Neden korkayım ki! Hem kimden korkacağım?”

“Köpeği var, serserisi var”

Ben de sakince yolda korkacak bir şey yok. En fazla canım var, onu da alabilirler sadece diyerek cevap verdim. Muhabbet iyice koyulaştı.

Murat usta bana dönerek;

“Sana kolay bir yemek tarifi vereyim. Üç tane iri sardalya, yani tirsi balığı alacaksın. Balıkların kafasını ve kuyruklarını kesip atacaksın. Sonra fileto olarak yandan kesip kılçığını çıkaracaksın. Bir tane kapağı olan kap içine ilk önce soğanı ince ince doğrayacaksın, üzerine biraz sirke, bir tutam tuz ekeceksin. Fileto balıkları iyice tuzlayıp yatır üstüne soğanların. Balıkların üstüne yine soğan doğra ince ince. Biraz sirke, bir tutam tuz. Tuz kaya tuzu olursa daha iyi olur. Kabın kapağını kapat, koy çantaya yoluna devam et. Üç saat sonra afiyetle yiyebilirsin.”

diye basit yemek tarifi anlattı.

“Bir de balık yerine yağsız dana etini iki kez kıyma makinesinden geçir. Balık yerine kıyma da kullanabilirsin.” diyerek sözlerini tamamladı. Murat usta bir zamanlar yemek ve meze işi ile uğraşmış. Bu tarifi hemen not ediyorum telefonuma. Verdiği yemek tarifi tam da yolda seyahat edenler için pratik bir yemek. Bakalım bir gün yapacağım. Muhabbet o kadar sardı ki bir baktık Tepeköy’e gelmişiz. Murat usta burada iniyor. Tepeköy’de evi var. Ben de trenden iniyorum ama Selçuk trenini bekleyeceğim. İstasyonda epey bekledim. Saat başından önce tren geldi, trene binip yerleştim. Selçuk’a vardı öğle zamanı. Selçuk son durak olmasına karşı Alsancak istasyonu gibi düz değil de merdiven inip tekrar merdiven çıkmak zorundasın. Neyse bisikletimi taşıyorum merdivenden aşağı. Çıkarken yürüyen merdiven ile çıkarttım. Yoksa yüklü bisikleti merdiven çıkarmak yorucu. İstasyon dışında Burcu beni bekliyordu, epeydir görüşmemiştik. Hasretle kucaklaştık, hal hatırdan sonra “Karnın aç mı, bir şeyler yemek ister misin?” diye sorunca “Aç değilim, evinde yerim” diye cevap verdim. Selçuk’a alış veriş için dolmuşla gelmiş. İşini de bitirmiş. Fazla zaman geçirmeden yola çıktım. Burcu da dolmuş durağına gitti. Selçuk küçük, şirin bir kasaba. Kısa sürede kasaba bitip önümdeki yokuş göründü bile. Bu yokuş Çamlık yokuşu.

IMG_20220323_135740

Yokuşu ağır ağır çıkmaya başladım, sağa giden toprak yolda “Eyice Sultan türbesi” tarafına gidileceğini işaret edilmiş tabelada. Bir gün ziyaret etmeli Eyice sultan türbesini. Burada kısa bir mola veriyorum dinlenmek için. Çam ağaçları üstünden Güneş ışıkları vuruyor yola. Bir kısmı gölge olmuş durumda.

IMG_20220323_144426

Hava açık, masmavi bir gökyüzü var, ağaçlar çiçeğe durmuş, papatyalar çayır çimeni beyaz yorgan gibi kaplamış durumda. Hava ne soğuk ne de sıcak. Tam da bisiklete binilecek zaman. Ben de bu zamanı iyi değerlendiriyorum. Sağ tarafım çam ormanı, yol tenha, pek araç ta geçmiyor. Bu sakinlikte çam dalına konmuş bir kuş sanki bana sesleniyor gibi şakımaya başladı;

“cak cak cak cakcakcak

urim urim urimbaba

iyi ki geldin!

seninle bahar geldi

ne güzel

urim urim urimbaba

cak cak cakcakcak”

Kuşun ötüşü aynen böyle, sanki bana sesleniyormuş gibi. Bu kez yolun sol tarafındaki bayırda beni fark eden iri baş bir köpek havlamaya başladı kalın sesi ile;

“hov hov hov hovhovhov

hoş hoş hoşgeldin urimbaba

yolun açık olsun”

Der gibi havladığını hissettim. Ben de durup selam verdim köpeğe. Köpek bir süre havladı arkamdan. Yola devam ediyorum, yokuş dik olmasa da yoruyor. Hamlamışım, uzun süredir bisiklete binmemenin ağırlığı var üzerimde. Ama biliyorum ki bir kaç günde bu hamlığı atlatırım. Bir minibüs beni geçip önümde giderken açık olan kapıdan Burcu göründü. Bana el sallıyordu, bir eli le kapı demirine tutunup diğer elini sallayıp selam verdi. Ben de ona selam verdim elimi sallamadan. Bir süre birlikte gittik, Burcu “Köyde görüşürüz Urim Baba” diye el salladıktan sonra minibüs yoluna devam etti. Solumdaki bayırda zeytin ağaçları dikilmiş.

IMG_20220323_144525

Çamlık köyünün olduğu yere gelince yokuş bitti ve sağa doğru döndüm. Köy adını çamlardan aldığı gibi burası çam ağaçları ile kaplı. Düzlükte uzayıp giden yolda çam ağaçlarının gölgesi vurmuş. Önümde küçük bir çam tüneli var. Birazdan oradan geçeceğim.

IMG_20220323_150155

Yolun sol tarafı tarlalar, bağlar, bahçeler. Sağ tarafı ise çam ağaçları. Gözüme yolun dibinde akan küçük bir dere ilişti. Dere değil de kanal gibi bir yerden sular akıyor benimle birlikte. Akan suyu görmek bana anlatılmaz duygular yaşatıyor. Durup resmini çekiyorum ve aklıma suyun akışı gibi akıp giden zaman geliyor. Su yolunu bulmuş akıp gidiyor. Nerden geldiği belli değil. Nereye gittiği de. Ama durmadan akıyor, tıpkı zaman gibi. Bu anı yaşarken saniyeler uçuyor üzerimde.

IMG_20220323_150900

Yol düz olunca biraz daha hızlı gitmeye başladım. Her ne kadar kafamdaki sallantı devam etse de yine de kontrollü gidiyorum. Kısa sürede Gökçealan köyüne geldim. Girişindeki tabelada öyle yazıyor.

IMG_20220323_151345

Burcu’nun tarif ettiği sokaktan gidiyorum. Birisi köyün merkezinden, diğeri köyün çevresinden dolaşarak gidiyor. Burcu bu yola “Çevre yolu” diyor. Ben de Çevre yoluna girdim ve iki katlı, pembe boyalı bir evin önünde durdum. Evin üst katında iki pencere var. Alt katta ise sadece kapı var, o da açık. Alt kat tamamen yeşil ve kırmızı – beyaz çiçeklerle boyanmış. Bir de asma dalı üstte, üzümleri ile birlikte çizilmiş. Buranın üzüm bağları ve şarabı meşhur. Evin önünde bir traktör park etmiş. Burada Burcu’yu telefonla arıyorum. Bana sokağını tarif ediyor.

IMG_20220323_152055

Çevre yolundan bir süre devam edip sokağına yaklaşırken Burcu sokağın başında el sallarken görünce yanına gelip durdum. Bana “Hoş geldin Urim Baba” dedikten sonra yokuş olan sokağı yürüyerek çıkmaya başladık. Yokuşun ortasında durduk, evin kapısını açıp içeriye girdik. İçeri girince karşıma bahçeli ve iki katlı taş bir bina çıktı. Eve kadar fayans döşeli bahçe, solda ağaçlar. Taş binanın üst katında üç pencere, alt katında giriş kapısı ve en solda pencere var. Bisikletim KUZ evin girişinde park halinde. Bahçede iki sandalye ve bir sehpa duruyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

IMG_20220323_153124

Hazır Güneş varken bahçenin keyfini çıkaralım deyip oturuyoruz. Burcu ben gelmeden önce çayı demlemiş bile. Uzun süredir görüşmeyince anlatacak çok hikayemiz birikmiş. Uzun uzun sohbet ediyoruz çayları içerken. Burcu burayı nasıl aldığını anlatmaya başladı. İzmir’deki evini satmış, kendine köylerden ev bakarken bu evin ilanını görünce kısa sürede anlaşıp evi almış. Ev iki katlı taş bina. Duvarların kalınlığı 80 santim kadar var. Bahçesi ve bir kaç dam gibi odalar da bahçenin içinde. Bir tanesini atölye olarak kullanacakmış. Evini buraya taşıyıp yerleşmiş. Köy hayatına alışmaya başlamış bile. Bana teşekkür ediyor, daha önce yaptığımız turlarda doğada yaşamayı öğrendiği için. Sayemde banyo yapmadan uzun bir süre kendi terinle yaşamayı öğrenmiş. Banyosu yıkıldığı için haftada bir Selçuk’a gidip hamamda yıkanıyormuş. Sohbet ederken elçek resim çekiyor ikimizi.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 14.26.43

Bir süre sohbet edip dinlendikten sonra çantalarımdan gerekli eşyaları aldım. Burcu’ya özel hediyesini de  veriyorum, bir tane de buff. Hediyelere seviniyor. Bu arada Daha önceki yıllarda bu köyden geçerken kahvede bize çay, çilek ve şarap ikram eden Kutay’ı tanıyıp tanımadığını soruyorum Burcu’ya. Kahveyi biliyor ama mevsimi olmadığı için açık değil, tadilat yapılıyormuş. Kahvenin sahibinden bu evi almış. Kutay’ı da tanımadığını söyledi. Kahvenin sahibi kadından Kutay’ın telefonunu aldı. Kutay’ı ararken bende kaydının olduğunu öğrendim. Kutay’la telefonda konuşmaya başladım. Bu akşam köyünüzde arkadaşımda misafir olduğumu, kahvenin sahibi kadından evi aldığını söyleyince Kutay bana evin anne annesinin evi olduğunu söyleyince akşama gel de görüşelim dedim. O da olur deyip konuşmamızı bitirdim. Kutay daha önce geçtiğimizde bizi düğününe davet etmişti. Düğünü de tam seçim öncesi gündü. Seçim olduğu için gelememiştik ama yol haritamı çizerken buradan geçeceğim için Kutay’a düğün hediyesini hazırlamıştım. Akşam gelince hediyesini vereceğim.

Bisikletim KUZ bahçede park etmiş duruyor. Çantalar yüklü durumda.

WhatsApp Image 2022-04-02 at 14.26.45

Henüz ilkbaharın ilk günlerindeyiz. Havalar ısınmadı daha. Akşam olunca serinlik başladı, Gökçealan köyü biraz yüksek rakımda olduğu için geceleri soğuk oluyor. Alt kattaki odada kömür sobası var. Sobaya kömür atıp yakıyoruz. Kısa sürede oda ısınıyor. Akşam yemeğini yiyoruz sıcak odada. Yemekten sonda Kutay geldi. Kutay Kuşadası’nda oturuyor, bir çocuğu olmuş büyütmeye çalışıyor. Kahve pişirip içiyoruz sohbet ederek. Kutay tanıştıktan sonra beni sosyal medyadan takip ediyormuş. Hediyesini takdim ediyorum, hemen açıp bakıyor hediyesine. Logolu iki fincanı görünce teşekkür ediyor. Ben de yolcunun hediyesi “Çam sakızı çoban armağanı” diyorum. “Düğün hediyesi”

Epey sohbet ediyoruz, Kutay yarın bakkaldan iki şişe şarabın var onu alıp gidersin diye tembih ediyor evine giderken. Ben de teşekkür ediyorum hediyesi için. Kutay gittikten sonra bir süre daha oturduk. Uyku ağır basmaya başlayınca yatağımı soba yanan yerde hazırlıyoruz. Bu gün az olarak yol yapsam da yokuş biraz yordu sanki.

Yolda olmanın, dostları görmenin huzuru içimde uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol toplam 26 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritaları

Powered by Wikiloc

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 2. Gün

18 Mayıs 2016 Çarşamba

Marmaris – Çubucak – Aktur

( Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır )

 

Kıraç mı kıraç toprakların üstüne
Güneşler açar yağmur kesilince
Çırılçıplak kayada yetişir incir ağacı
Dağların kuytusunda bir uslu çiçek
Dağıtır mevsimi kendi kendine
Gitme beraberlik içinde

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, Elimde kahve fincanı. Yüksekten Datça yarımadasının başlangıcı. Sol tarafta Ege denizi, sağ tarafta Akdeniz görünüyor.

Otellerde uyumaya devam ediyoruz, iki gecedir otelde kalıyorum. Çadırı kurmadığım için çabucak toplanıp aşağıya inerek bisikletin bagajına eşyalarımı yükledim. Bu gün tüm eşyalarım ve çantam yanımda. Kamyona vermeyeceğim, kendi yükümü kendim taşımaya niyetliyim. Sabahın erken saatleri olduğu için kahvaltıya başlanmamış o yüzden kahvemi pişirip içiyorum. Kahvaltı dağıtılmaya başlayınca sıraya girerek kahvaltımı yapıyorum. Katılımcılar fazla kalabalık olunca kahvaltı için epey kuyrukta zaman geçiyor beklerken. Kahvaltı faslı bitip herkes hazırlanınca yola çıkıyoruz. Marmaris belediyesinin yaptığı bisiklet yolundan bir süre gittik. Bisiklet yolu yol kıyısında bariyerle ayrılmış, dar bir yol. Anca tek bisikletli gidebiliyor. Neyse buna da şükür diyoruz. Daha sonra uzun kumsalı olan sahile çıkıp çam ağaçları gölgesinde, trafikten uzak, deniz ve yeşil ortamda bisiklet sürmeye başladık. Sahil neredeyse 5 Kilometre uzunluğunda. Bu sahili beğendim, yürüme yolu, bisiklet yolu ve fazla işgal edilmemiş kumsal.

Yürüme yolu deniz kıyısında, yer parke taş döşeli. Çam ağaçları kesilmemiş olduğu yerdeki haliyle gelişigüzel duruyor. Bir bisikletçi kadın bisikletini sürüyor bu yolda.

Jeolojik olarak sıkışmış olan Anadolu, kıvrımlı yükseltiler oluşturarak doğal güzellikler meydana getirmiş. Bu kıvrımlar deniz ile birlikte muhteşem bir görünüme kavuşmuş. Yalçın dağların dik yamaçları, koylar, bitki örtüsünün çoğunluğunu oluşturan çam ormanları deniz ile birleşmiş. Tabiat güzelliği bu olsa gerek.

Sahildeki bisiklet yolunda bizim haricimizde bir çok bisikletli gidip geliyor. Yerde bisiklet yolu gidiş geliş olmak üzere sarı şeritle belirtilmiş. Kumsal ve şezlonglar şemsiyelerle birlikte otellerin olmalı.

İki kara parçası ortasında küçük bir ada görünüyor karşımda. Soldaki keçi adası. Küçük adanın adı sanı yok.

Kıyı şeridi bitmek üzere, ana yola çıkmadan önce mola verilmiş. Burada su takviyesi yapılıyor. Ana yola çıkar çıkmaz yokuşlar başladığı için yanıma yeterli sayıda su şişesi alıp çantama yerleştiriyorum.

Ana yola çıktık ve yokuş başladı. Bisikletçiler vites düşürerek yokuşu çıkmaya başladılar. Yolun sağında üçgen uyarı levhasında “Dikkat Ceylan çıkabilir” anlamı taşıyan ceylan resmi var kırmızı çerçeve içinde.

Yokuş çıkmaya alışık olmayanlar sık sık mola verip dinleniyor. Ben de durup bisikletim KUZ ile resimlerini çekiyorum. Bisikletim de tüm çantalarım yüklü durumda.

Arkadan gelenler var daha, yokuşu çıkmaya çabalıyorlar.

Çam ormanı içinde meşe ağaçlarını da görmek olası, işte onlardan birisi. Açık yeşil canlı rengi ile ormana ayrı bir renk tonu oluşturmuş meşe ağacı. Önümde iki bisikletli gidiyor.

Tepeye ulaştık, tam önümde dönemeçte bir Türk bayrağı iple gerilmiş. Aşağıdan gelen rüzgar bayrağı dalgalandırıyor. Dönemecin sağ tarafı dik bir yamaç.

Zirveden aşağıya iniş keyifli ve çabuk oldu. Çay ve dinlenme molasını bir tesiste vermişler, ben de oraya girdim. Sıraya girip çay almaya çalışırken daha önce 1.5 Liraya verdikleri 1 bardak çayı kalabalığı görünce 2 Liraya çıkarınca sinirler tepeme çıktı birden bire. Böyle fırsatçı zihniyete verdim veriştirdim. Bir de turistler niye gelmiyor, tesisler boş kalıyor diye dert yanarlar. Beter olmalarını söyleye söyleye öfke ile oradan ayrıldım. Ben çayı içmem, onlar da benim paramı kazanmasınlar. Nedense bu taraflar insanları yolunacak kaz zannediyorlar ama benden zırnık  bile alamazlar. Ben enayi değilim ama başkaları enayi olup bu paraları veriyorlar maalesef. Eğer içiyorlarsa 1 bardak çayı 2 liraya kazıklanmayı hak ediyorlar bence. Bir süre bisiklet sürüp yol kıyısında şirin bir tostçuda durdum. İlk önce “Çay kaç Lira diye sordum?” Kadın “1 Lira” deyince hemen oturup duble bir çay ısmarladım. Arkasından bir duble çay daha. Afiyetle içtim normal fiyata satılan çayı.

Mavi boyalı tahta çit ile bahçe duvarı çevrilmiş tostçu çiçeklerle bezemiş her yanını. Burada mola vermiş benim gibi bir kaç bisikletçi var.

Çay molası iyi geldi ve biraz sakinledim. Yola çıkıyorum ve etraftaki çam ağaçlarını seyrederek yol alıyorum. Çam ağaçlarının uzun gövdeleri birbirine çok yakın, sık dikilmiş.

Denizin dibinden geçerken durup manzarayı seyrediyorum. Bisikletimi sehpası üzerine park edip Datça yarımadasını oluşturan kara parçasının dağ ve tepelerini seyrediyorum. Deniz de masmavi Akdeniz.

Çubucak tabiat parkına geldik, burada öğlen yemeği yiyeceğiz. Burası çam ağaçları ile kaplı kamp yeri ve deniz kıyısı. İsteyen denize girdi isteyen çam ağaçlarının gölgesinde dinlendi.

Ben tercihimi denize girmede kullandım. Su donumu giyip havlumu alarak tahta iskeleye geldim. Denize dalmadan önce Engin Elmalı arkadaşıma beni atlarken çekmesini söyledim. O da seri çekimle on kusur resim çekmiş ardı sıra. Onlardan üç tanesini paylaşıyorum.

İskelede birisi oturmuş denize bakarken ben de ayaklarım iskeleden ayrılmış havalanıyorum yukarıya doğru.

Sonrasında biraz bükülmüş olarak ileriye uçmaktayım. Denizde iki kişi bana bakıyor ne yapıyorum diye.

Havada fazla kalamadım. Yerçekimi  nedeni ile ilk önce ellerim denize değiyor. Sonrasını bilirsiniz, ıslandım.

Bir süre yüzdüm, sonra denizden çıkarak havlu ile kurulanıp giyinerek öğle yemeği için sıraya girdim. Öğle yemeğini yedik, çam ağaçlarının altında banklarda oturup dinlenirken kahvemi yapıp içtim, yanımda şanslı olan 3 kişi de bundan yararlandı. Bankta otururken çam ağacından bir kozalak pat diye kucağıma düştü. Hayırdır inşallah tam da öğle zamanı, o kadar kişinin arasında bula bula beni mi seçti. Madem beni seçti o zaman bisikletimin süsü olsun diye kamerayı koyduğum tripod demirine lastik ile tutturdum. O günden beridir hep orda durur çam kozalağı, bisikletim KUZ ile dolaşıp durur yollar boyu.

Bisikletim kadrosunda kamera tripod demirinde çam kozalağı.

Hareket verilince yola çıktık, çıkar çıkmaz da hafiften bir rampa başladı. Çam ormanları ve ilginç yapıda kahverengi kayalıklar gözüme çarpıyor.

Yol ilerledikçe kayalar şekilden şekle giriyor.

Yükseldiğimizi denize yukarıdan bakarak anlıyorum, Ege denizi tarafında, Gökova körfezinin girintili çıkıntılı koylarını görüyorum.

Balıkaşıran geçidine doğru çıkıyoruz, bazı yerlerin eğimi sert. Yol yukarıya doğru kıvrıntılı çıkmakta. Ben de 1. vitese takıp ağır ağır çıkacağım. Yüküm de yanımda olmak üzere.

Yollarımızda görmeye alıştığımız manzaralar burada da karşıma çıkıyor. Suyunu içen birisi plastik şişesini ezip iyice küçültmüş, asfalta atmış. Plastik şişe sanki küçülünce görünmeyecekmiş gibi ama görünüyor yine de.

Aynı şekilde yol kenarında çalıların arasına da plastik şişe atılmış. İnsanlar ne zaman doğayı, çevreyi koruyacaklar bilemiyorum.

Hala çıkıyoruz, zirveye ne kadar kaldığını bilmeden. Ama inişi çok güzel, kısa ve çabuk olacak onu biliyorum. Önümde bir kaç kişi pedallıyor.

Ve sonunda zirvedeyim, yolun kıyısında bisikletim KUZ bariyerlere dayalı. Bagajında çantalarım ile beraber. Aşağıda ise sol tarafta Ege denizi, sağ tarafta ise Akdeniz. İki denizi ayıran Datça yarımadasının en yüksek yerindeyim.

Ege ve Akdeniz kıyıları Balıkaşıran’da birbirine öyle yaklaşırmış ki, bir denizden sıçrayan balıklar karayı aşıp, öbür denize atlarmış. Balıkların bir denizden diğerine uçtuğunu söyleyenler de yok değilmiş. Datçalı balıkçıların deyişiyle; bir kıyıdan tutulan balıklar, kısa bir yürüyüşle diğer taraftaki kıyıdan denize bırakıldığında yaşamaya devam edermiş. Yöre halkı tarafından Kayıkaşıran olarak da anılan bölgede, nedense bir kıyının balığı diğerinden daha çok, daha bereketli olurmuş. Balıkçılar da yarımadayı bin bir zahmetle denizden dolaşmak yerine, kıstağın bu en dar yerinde sandallarını sırtlayarak diğer kıyıya taşırlar ve avın sonunda balıkla dolan sandallarını tekrar sırtlayarak geldikleri kıyıya geri dönerlermiş.

Tarihçilerin babası Herodot‘a göre; Pers ordularının istilasını önlemek isteyen Knidoslular, Balıkaşıran’ı kazarak, yarımadayı adaya dönüştürmeye karar verirler. Ancak hiçbir iş göründüğü kadar kolay değildir şüphesiz. Knidoslular kayaları parçalamak için uğraştıkça, savrulan keskin taşlar ellerini parçalar, yüzlerini, gözlerini yaralar. Kazıda çalıştırılan kölelerin boğuştuğu salgın hastalıklara bölgedeki şiddetli depremlerin yarattığı hasarlar da eklenince, Knidoslular derin bir hayal kırıklığına uğrar. Delphoi Tapınağı‘nın kahinlerine danışmaktan başka bir çözüm kalmaz. “Tanrılar eğer isteseydi, burayı zaten ada olarak yaratırdı” diyen kahinlerin sözünü dinleyen Knidos halkı, tanrıların gazabına uğramak yerine, kenti hiç savaşmadan Pers ordusuna teslim eder.

Savaş Tanrısı Ares‘e yüz vermeyen, yaşama ve barışa sevdalı Knidoslular, iki denizin buluştuğu yerde, Güneş Tanrısı Apollon ve “güzel yolculukları” muştulayan Aphrodite Euploia‘ya adadıkları görkemli tapınaklar inşa eder. İnsanlık tarihinin ilk ansiklopedisini yazan Plinius, Heykeltıraş Praxiteles‘in M.Ö.350’li yıllarda iki ayrı Aphrodite heykeli yaptığından söz eder. Praxiteles, biri örtülü diğeri çıplak olan her iki heykeli de satışa sunar. Öncelik hakkına sahip olan Kos halkı, iffetli kompozisyonu tercih edince, alışılmamış çıplaklığıyla ün salacak olan ikinci Aphrodite’i de Knidoslular satın alır. Bir saç bandı ve kolundaki bilezik dışında tamamen çıplak olduğu söylenen, muhteşem Knidos Aphrodite‘i, kentin her tarafından olduğu gibi, hem Akdeniz’den hem de Ege’den görülen, dairesel planlı bir tapınağa yerleştirilir. Paros mermerinin saf beyazlığıyla göz kamaştıran Aphrodite’in çıplak bedeninin güzelliği kulaktan kulağa yayılır ve Knidos, uzun deniz yolculuklarını göze alarak gelen tüccar ve gemicilerin akınına uğrar. Bithynia Kralı Nikomedes, heykeli satın almak ve karşılığında kentin tüm borçlarını silmek üzere, cömert bir teklifte bulunsa da, Knidosluları ikna edemez. Antik Çağ yontu sanatının zirvesini simgelediği düşünülen heykel, bazı kaynaklara göre, Bizans döneminde İstanbul’a götürülür ve burada kaybolur.

Üzerim çıplak, sadece şort pantolonum üzerimde iki kolumu da yana açarak poz verdim. Sağ kolum Ege denizi, sol kolum da Akdeniz’i gösteriyor. Ege’nin meltemi saçımı okşuyor adete.

Uranos‘un ak köpükten olma kızıyım ben: ‘Aphrodite.’

Güzelliği, aşkı ve arzuyu fısıldarım binlerce yıldır ölümlü kulaklara.

Praxiteles bembeyaz mermerden yontarken bedenimi,

ısıtıverdim buz gibi taşı eşsiz kıvrımlarımla.

Knidoslular yarımadanın en güzel terasına yerleştirdiler sessiz suretimi.

Akdeniz‘in ılık rüzgarı, Ege‘nin serin meltemine karıştı bacaklarımın arasında.

Mermerden olmasaydı eğer,

göğsümün ta içine çekmek isterdim

badem kokulu bu nefis esintiyi

ve eğer kaybolmasaydım,

anlatırdım taştan sessizliğimle.

http://www.kitaptansanattan.com/kose-yazilari/balikasiran-ozlem-kalkan-erenus-yazdi/

Elimde kahve fincanı, içinde kahve ve Balıkaşıran tepesinden iki denize doğru elimle tutup resmini çekiyorum. (Burada kahve içilmez mi?) Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Balıkaşıran geçidinden tam ayrılacağım sırada, cep telefonum çalmaya başladı. Arayan İzmir’den arkadaşım Şafak Omaç. Herhalde nerede olduğumu merak etmiştir diye telefonu açıyorum. Karşımda Şafak olduğunu düşünerek “Alo” diyorum. Telefondaki ses kadın sesi ve tanımadığım bir ses, titrek bir ses ile kendini tanıttıktan sonra Şafak Omaç’ın acil serviste yattığını, düşüp kafasını çarptıktan sonra acile getirdiklerini ve benim gelmemi istediğini söyleyince ilk önce şok oldum. İlk şoku atlattıktan sonra ne oldu, nasıl oldu, durumu nasıl diye sordum. Yoğun bakımda olduğunu ve gelmemi isteyince uzaklarda olduğumu söyleyerek şimdilik yardımcı olamayacağımı ama araştırıp dönerim diyerek konuşmamı bitirdim. Durup düşündüm ne yapabilirim diye. Hemen İzmir’e dönmenin olanağı yok ama arkadaşları arayıp bir haber almalarını sağlayabilirim. İlk önce Şerif Kılavuz’u aradım, durumu anlatıp hastaneye gidip bilgi almasını söyledim. Doktor arkadaşım Serhat aklıma geldi, onu aradım ama ulaşamadım ilk önce. Keyfim iyice kaçtı. Arkadaşımın durumu hakkında endişeliyim. Şimdilik beklemekten başka yapacak bir şey yok. Bakalım haber gelsin ona göre davranırım. Aklıma kötü şeyler getirmemeye çalışıyorum ama kafamda bin bir düşünce. Hayırlı haber alma umuduyla yola çıkmaya hazırlanıyorum. Aklıma öğle yemeğinden sonra kucağıma düşen çam kozalağı geldi. Demek ki aynı anlarda Şafak ta düşmüş. Bu bir haberdi sanki. Bundan 3 yıl önce Şafak ta aramızda olmak üzere bir grup olarak Gökova Bisiklet Turunda beraber bu yollarda pedal basmıştık birlikte.

Üç yıl önce Şafak ile beraber Gökova turunda çekildiğimiz resim. Karnımızdan yukarısı görünen, benim üzerim çıplak, kafamda kırmızı bandana. Bandanaya taktığım kaz tüyü beyaz. Şafak ta ise beyaz bir atlet ve başında siyah bir buff. İkimizin de saçları uzun. Şafak benden biraz uzun boylu, kolunu omuzuma atmış. Güneş gözlüklerini de takmışız artistler gibi.

Hayırlı haber gelmesi dileği ile yola çıkmaya hazırlanıyorum. Bisikletim KUZ Balıkaşıran Geçidi tabelası yanında duruyor. Tabelada buranın yüksekliğini 350 metre olarak belirtmiş.

Yolda Şerif Kılavuz beni arıyor cep telefonunla. Şafak acil serviste yoğun bakımda yattığını, komada, durumunun kritik olduğunu söyledi. Bu arada Doktor Serhat’a ulaştım. Evi hastaneye yakın, Şafak’ın durumunu anlattım gidip hastaneye kontrol etmesini söyledim. O da hemen gideceğini bildirdi. Hiç olmazsa bir doktor olarak bana sağlıklı bilgi verebilir.

Akşam olmadan kamp yapacağımız koya geldik. Solda yüksek bir tepe yarımadanın ucunda. Kara ile dar bir toprak parçası ile bağlantısı var. Deniz masmavi sakin görünüyor. Daha ileride Datça tepeleri. Resmi çektiğim yer çam ağaçları arası.

Aktur tatil sitesinde çadırları kurup yerleşiyorum. Henüz kamyon gelmediği için diğerleri çadır kuramadı. Kafama göre en güzel yerde, priz panosuna yakın ve tuvalet yanımda. Denize girip duşumu aldıktan sonra terli olan eşyalarımı yıkayıp çamaşır ipine asıyorum kuruması için. Çadırımı elektrik panosuna yakın yere kurdum. 10 metrelik uzatma kabloyu da çadırın içine kadar çektim telefon şarjı için. Kamyon geldikten sonra herkes çadırını kurdu.

Bisikletim KUZ, çadırım ve arkamda bir çok çadır kurulmuş durumda rengarenk. Elektrik panosu yanında da çeşme ve yeşil bir hortum kangal şeklinde. Çamaşır ipinde çamaşırlar asılmış kurumada.

Akşam yemeğinden sonra kurulan sahneye masalar sıralandı. Misafir olarak oturduk. Muhlis Dilmaç megafonu alarak sunuculuk yapmaya başladı. Ben de kahve takımlarımı kurarak kahve yapmaya başladım isteyene. Yanımda yazar – çizer Aydan Çelik oturuyor. Kahve pişirdim cezvede. Haliyle ilk önce kendime diğer üç fincanı da yanımdakilere verdim.

Fincanlar içildikten sonra yıkanıp önüme gelince tekrar pişirmeye başladım. Köpüren kahveyi cezveden fincanlara boşaltırken resmimi Bekir Kocamaz çekiyor. Fincanlardan birini ona veriyorum resmi çektiği için.

Söyleşide sunuculuğunu Muhlis Dilmaç’ın yaptığı panel başladı. Misafir olarak katılan bisiklet emektarları sahneye çıkıyor. Aydan Çelik, Bekir Kocamaz ve Gürcan Yılmaz anılarını anlatıyor. Konu bisiklet, Gökova Bisiklet Turu, anılar, anılar. Aslında benim de misafir olarak çıkıp bir şeyler anlatacaktım ama moralim o kadar bozuk ki çıkmak istemedim sahneye. Muhlis Dilmaç çağırdı ama çıkamayacağımı bildirdim. O da durumu bildiğinden ısrar etmedi.

Sahnede Gürcan Yılmaz Elinde megafon Türkiye de ilk olarak Muğla Bisiklet Derneğinin bisiklet turlarına başladığını. Bu yıl 10. bisiklet turu olarak gerçekleştirdiğimizi. İlk olarak başlayan Gökova Bisiklet Turu Türkiye’ye yayılarak bir çok şehirde turlar, festivaller yapıldığını. Muğla’nın bu konuda öncülük ettiğini anlatıyor bizlere. Yanında da Muhlis Dilmaç kelebek papyon takmış frak giymiş olarak duruyor. Gerçi frak değil tişörte baskı yapılmış. Mavi yeleği de ceketin içinde unutmamışlar.

Söyleşi boyunca sürekli kahve yaptım içmek isteyenlere. Söyleşi bitince dinleyicilerin iyice azaldığını gördüm. Birer ikişer ortalıktan kaybolmuşlar. Ben de kahve takımlarımı toplayıp çadıra çekildim. Bu arada sosyal medyada Şafak Omaç hakkında sağlık durumu için yazdığım yazı için bir çok arkadaşım beni aradı. Ben de durumu bildirdim bilebildiğim kadarı ile. Bazı arkadaşlar da hastaneye gidip kontrol etmişler. Beni arayıp durum hakkında bilgi veriyorlar. Doktor Serhat ta arayıp Şafak Omaç’ın yanında olduğunu, şimdilik ameliyata gerek olmadığını, ilaç ile tedaviye başladığını bildirdi. Bu gecenin kritik olduğunu, her an her şey olabileceğini söyledi. Sabaha kadar bekleyeceklerini söyledi. Bilinci kapalı olduğunu, kalmak isteyince takılı olan serum ve diğer aletleri sökmek isteyince yatağa bağlamışlar mecburen. Kuvvetli olduğundan zapt etmeleri güç, bu yüzden böyle bir uygulamaya gitmiş. Sonra hareket yapmaması gerek, hassas bir durumda olduğunu söyledi. Durum çok kritik, yarın bir şey olursa Bodrum dan otobüse binip İzmir’e gitmeli. Bildiğim tüm duaları edip sevgili arkadaşımın sağlığına kavuşmasını, bu geceyi atlatmasını diledim Tanrıdan. Uyumanın olanağı yok, sürekli düşünüp dua ediyorum. Bu sabaha kadar devam etti. Fiziği güçlü olan arkadaşımın bunu atlatacağına inancımı yitirmedim hiç bir zaman.

Bu gün yaptığımız yol toplam 51 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

10. Gökova Bisiklet Turu 1. Gün

17 Mayıs 2016 Salı

Muğla – Akyaka – Marmaris

( Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır )

 

Hissen yok bu akşamda senin
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.

Arif Damar

 

Öne çıkan görsel, zakkum ağacının dalları, pembe çiçekleri ardında Gökova körfezi.

Eski ama yeni bir tur başlangıcı, daha önce gittiğim bir tura ikinci kez katılacağım. Aslında niyetim yoktu ama özel davet gelince kırmamak olmaz deyip hadi gideyim dedim.  Zaten hep Muhlis Dilmaç’ın başının altından kalkıyor ama yok ne yapayım. Muğla Bisiklet Derneği başkanı Levent Sevil bu yıl özel konuklar listesine beni de eklemiş sağ olsun. Zaten o sıralarda yapacak başka işlerim yoktu. Tur hazırlıklarına başladım. Her zamanki aldığım eşyaların yanına bu kez kahve takımlarımı, kahve değirmenimi ve kavrulmuş çekirdek aldım bolca. Akşamları kahve yapacağım elimden geldiği kadar. Zaten beni kahve için davet ettiler. Eh bende de kahve yapma gayreti içinde olunca seve seve yaparım dedim. Hazırlıkları bitirip gündüz vakti Muhlis Dilmaç ile buluşup oto gara kadar pedalladık. Otobüse bisikletleri sorunsuzca bindirdik. Muhlis Dilmaç’ın bisikleti elektrikli, onu biraz zahmetli sokabildik bagaja. ama sığdırabildik. İkimiz yan yana yolculuğumuza keyifli başladık. Hoş sohbetler bitince önümüzdeki ekranlardan kulaklıkları takıp filimler izlemeye başladık.

Arka kapının önünde ki koltukta, sehpası olan yerde Muhlis Dilmaç ve ben kafa kafaya sehpanın önünde elçek yaptık. Yüzlerimizin yansıması sehpanın parlak yüzeyine vurmuş. Kulaklıklar kulağımızda, benim yeşil, Muhlis Dilmaç’ın siyah bufları kafamızda.

Akşam olmadan Muğla’ya vardık, otobüsten bisikletleri ve eşyaları indirip bagaja yükledikten sonra ilk önce sevgili arkadaşım ve bisiklet turlarını Türkiye de başlatan sevgili Öğretmenim Serkan Taşdelen’in dükkanına uğradık. Dükkanın ismi Pedalla Bisiklet. Serkan Taşdelen ile sohbet ederken çayları da içiyoruz bu arada. Dükkanı açmıştı daha yenilerde ama ilk defa geliyorum dükkana, o yüzden bisikletime bir tek vuruşlu zil aldım siftah olarak. Serkan’ın dükkanından çıkıp kamp yerine doğru gittik. Katılımcılar kalabalık, herkes çadırını kurup yerleşme telaşında. Beni görenler hoş geldin Urim Baba diye selam veriyor. Ben de karşılık veriyorum hepsine. Çadırı kurmadan Muhlis beni aldı götürdü çarşıda bir restorana. Burada Muğla bisiklet derneği başkanı Levent Sevil ve derneğin diğer üyeleri oturmuşlar demleniyorlardı. Biz de masaya oturup onlara eşlik ettik kadehlerle. Şarkılar, türküler, sohbetler gırla gidiyor. Yemeğin sonunda sıra geldi kahve yapmaya. Takımları çıkarıp kahve pişirdim masadaki herkese. En son kahveler içildikten sonra ilk fincanım kırıldı yıkanırken. Muhlis Dilmaç fincanı yıkarken elinden yere düşürüp kırıldı. Eksik kalan bir fincanı restorandan alıp takımın içine tamamladım. Olur böyle vakalar dedik kalbimiz kırılmasın yeter ki. Gece geç olunca otele gidip orada yattık, sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı yapıp kamp yerine geldik. Burada eşyaları kamyona veriyorlardı bisikletçiler. Ben de sadece çadır, mat ve uyku tulumunun olduğu sosis çantayı verdim araca. Oradan Menteşe Belediyesinin Konakaltı kültür evine geldik. Eski bir konak olan bu yer restore edilip yenilenerek kültür binasına dönüştürmüş belediye.

Resimde Menteşe belediyesi Konakaltı İskender Alper kültür merkezi tabelası asılmış konağın giriş kapısındayız. Tabelanın altında da 17 – 21 Mayıs 10. Gökova Bisiklet Turu pankartı asılmış. Rengi de turkuaz mavi. Kapı girişinde kırmızı beyaz balonlar ile süslenmiş. Kasklı bisikletçiler de konağın önündeki sokakta toplaşmışlar.

Konağın içinde geniş bir avlu, avluya girip bisikletleri park ediyoruz bir yerlere. Avluda kahvaltıyı yapıyoruz. Kahvaltı bitimi Muhlis Dilmaç hadi kahve yap bakalım daha zamanımız var diyerek bir masa ve sandalye alıp avlunun tam ortasına tezgahı kurduk. Tabelamı da yerleştirdim masaya. Kahve kutumda da kahve az olduğu için kahve değirmenine kahve koyup çekmeye başladım. Tam o sırada ilgilerini çekmiş olmalı ki Muğla valisi, Büyükşehir belediye başkanı ve yanındakiler önüme geldiler. Merakla bana bakıyorlar ne yapıyorum diye. Muhlis Dilmaç ta beni tanıtıp ilk önce kahve değirmenini valiye veriyor. “Öyle seyretmekle olmaz değirmeni çekmek gerek. Bedava kahve yok” deyip valiye çektiriyor biraz. Sonra belediye başkanı çekiyor. Ardından yardımcıları da elden ele çekip durdular. Kahve çekildikten sonra 4 kişilik kahveyi cezveye koyup pişirmeye başladım protokol önünde. Masanın yanında oturan Muğla’nın eski hakimlerinden bisikletçilerin duayeni oturuyor. En yaşlı bisikletçi olarak aramızda. 83 yaşında maşallah diyoruz. Vali de onunla sohbet ediyor kahve pişesiye kadar. Kahve pişince ikram ediyorum vali, belediye başkanı ve yanındakilere. Onlar da afiyetle içiyorlar.

Muhlis Dilmaç ta bizlerin halini elçek ile çekiyor telefonunla. Kendi başı en önde kocaman arkasında ben, yanımda emekli hakim oturuyor masa kenarında. Vali yardımcıları, vali ve belediye başkanı masanın önünde.

Aramızda küçük katılımcı bir grup var. Gruptakilerin hepsi de çocuk, kafalarında kaskları takılı, mavi tişortlarını giymişler. Ellerinde üç tane mavi karton var. Kartonlarda Mavi Bulut 1A Pedallıyor yazıları yazılmış ayrı ayrı. İlkokul 1. sınıf öğrencileri çok şirinler. Mavi tişört giymiş erkekler, sadece bir kız çocuğu pembe tişört gitmiş. Tıpkı mavi şirinlere benziyorlar. Sadece kafalarında kukuleta yok kask var.

Protokol ve turu düzenleyen Levent Sevil açılış konuşmasını yaptıktan sonra Muğla büyükşehir belediye başkanının start vermesi ile tur resmen başladı. Kalabalık, 300 kişilik bisiklet ordusu Muğla caddelerinde adeta gövde gösterisi yaparak geçtikten sonra Muğla üniversitesinin kampüsleri olan yokuşu bir çırpıda çıkıp aşağıya son sürat indik. İlk mola yerimiz Ula, burada su ve çay ikramlarını alıp dinleniyoruz biraz.

Belediyeye ait park yerinde bisikletleri park edip ağaçların altındaki masalara oturduk.

Molanın ardı yine yol ve hareket başladı. Ula çukurda kalıyor, daha önce indik. Yine çıkış başladı Sakar geçidine doğru.

Bisikletler önümde yolun sağ şeridine taşmış olarak araç trafiği ile beraber sürüş yapıyoruz.

Henüz yokuşun başındayız, arkadan gelen bisikletçilerin resmini çekiyorum.

Şimdilik yola çıktığımız yerin rakım yüksekliğine göre fazla tırmanmasak da Sakar geçidine çıktık.

Tabelada Sakar Geçidi Rakım 670 yazıyor. Bisikletim KUZ ile turuncu renkli çantalarımla beraber resmini çekiyorum. Yoluna devam eden bir kaç bisikletçi de kareye giriyor.

Sakar geçidinin sağ tarafında yamaç paraşüt pisti var. Buradan paraşütçüler uçurumdan kendilerini Gökova körfezinin eşsiz güzelliklerine bırakıyorlar. Henüz o tarafa gitmedim ama bir gün girmek gerek. Çam ormanlarından geçmek gerekecek.

İnişe başlamadan önce bizi durduruyorlar. Parça parça gruplar halinde inişe izin veriyor görevliler. Trafik polisleri de trafiği kontrol ediyor bizlere yardımcı olmak için.

Ve 9.5 Kilometrelik iniş başlıyor. İniş Gökova körfez manzarası eşliğinde oluyor. Bu manzarayı çekebilmek için kontrollü olarak orta refüje geçtim. Bisikletçiler kendilerini bırakmış pedal çevirmeden iniyorlar.

İniş sert ve virajlı, fren yapmak gerekiyor bazen. Yoksa durmak zor bu yokuşta. İnerken dikkatli iniyorum ve güzellikleri kaçırmamak gerek diyerek durup sarı çiçek açmış ok yapraklı çalıların manzarasını çekiyorum.

İndikçe manzara değişiyor. Gökova körfezinin dibi düz bir kıyısı var. Küçük bir kumsal şeridinden sonra tarlalar başlıyor. Karşıda Datça yarımadası Ege ve Akdeniz’e doğru uzayıp gitmiş. Burun görünmüyor. Gökova körfezi Ege denizi, yarımadanın diğer tarafı da Akdeniz.

Zakkum çiçeklerinin pembe rengi yeşil bitki örtüsü ve denizin masmavi rengi ile uyum içinde bir fon oluşturmuş. Hava açık ve bu fonun açık tonlarını oluşturmuş. Resmi çektiğim yer daha alçak bir yer. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Sonunda Gökova körfezinin sahilinde kumsaldayım. Deniz dalgalı, beyaz köpükler saçarak kıyıya vuruyor belli aralıklarla.

Öğle yemeğini Akyaka da yiyoruz. Fazla zaman geçirmeden yola çıktık. Grup kalabalık olunca erken gelen yemeğini yiyip Marmaris’e doğru yola çıkmışlar. Sonradan gelenler yemek kuyruğunda bekleyip alasıya ve yiyesiye kadar zaman geçiyor. O yüzden bisikletçi grubun ucu bucağı belli değil. Ben kendi halimde etrafı seyrederek ve resimler çekerek yola çıktım. Belki de Dünyanın en kısa nehri olan Azmak çayı beni her zaman cezbetmiştir. Pırıl pırıl akan berrak sodalı suyu, içindeki rengarenk su yosunlarının akıntıya kendini bırakmış halini izlemek doyumsuz. Kıyılarda sazlıklar ve durgun akan su yüzeyinde yansımaları göze çarpıyor.

Gözlüksüz su içindeki yosunları ve taşları çok net görüyorum.

Kavak ve söğüt ağaçları arasından akan çay su içindeki yosunlarla beraber akıyor.

Azmak nehrinin çıktığı yer deniz kıyısından yaklaşık 2 Kilometre civarı olmasına rağmen denize ulaşasıya kadar nehir boyutunda bir debiye ulaşıyor. Suyun çıktığı yerde akış az miktarda akıyor. Kıyılarda ağaçlar tek tük çınar ve çam ağaçları.

Azmaktan akan su temiz ama sodalı olunca içme suyunu kümbet sarnıçlarda biriken yağmur sularından karşılanıyor. Önümde kubbeli bir sarnıç görünüyor. Taş ile örülerek yapılmış hem kubbesi hem de yan duvarları.

Kayalara oyulmuş kral mezarlarını görünce durup resimlerini çekiyorum. Mezar kısmı kapısı küçük bir dikdörtgen, kıyılarda iki sütun oyulmuş. Mezarın içi tamamen kaya içine oyulmuş durumda. O zamanlarda böyle bir mezara sahip olmak için ya kral olacaksın, ya ünlü bir komutan ya da çok zengin olacaksın. Bu kadar kaya kütlesini oymak için çok işçilik gerektirir.

Akyaka, doğal güzellikleri kadar yüzlerce yıllık tarihi kalıntılarıyla da öne çıkar. Yaklaşık 2500 yıllık geçmişi olan Antik Idyma kentine ev sahipliği yapan Akyaka’daki tarihi eserler arasında kaya mezarları ve bir oda mezarı bulunur.

Kaya Mezarları

Likya bölgesinin başta gelen mezar tiplerinden biri olan tapınak görünüşlü kaya mezarlarının benzerleri, Karya bölgesinin güney kesimlerinde de görülür. Akyaka ile Gökova arasında kalan Kaya Mezarları bunlara bir örnektir. Tapınak görünüşlü mezarlar İon düzeninde ve templum in antis planında yapılmıştır.

Mezarlardan biri bitirilememiştir. Küçük olduğu için iki değil de tek sütuna sahiptir. Bu sütun korunmamıştır.

Kaya mezarlarının kapısı özel olarak biçimlendirilmiş taş kapılarla kolaylıkla açılamayacak şekilde kapatılırdı. Bu tip mezarlar çoğu zaman sıvanır ve boyanırdı. Akyaka’daki mezarlarda hala sıva ve kırmızı boya izleri seçilebilmektedir. Kaya mezarları varlıklı kişilerce bir prestij sembolü olarak inşa edilirdi.

Oda Mezarı

2001 yılında Akyaka’da gerçekleştirilen altyapı çalışmaları sırasında bir oda mezarı keşfedildi. Roma Devri’ne ait olan mezar, Idyma kentinde şu ana kadar hiç soyulmadan bulunan ilk ve tek oda mezarıdır. Üç metreye iki metre boyutlarındaki mezarın üç tarafında ölülerin ve sunuların konulduğu klineler yer almaktadır. Mezar girişinin sağ yanındaki blok taş üzerinde M.Ö. 2. yüzyıla ait bir yazıt bulunmaktadır. Yazıtta şöyle yazmaktadır: “Eudoros’un kızı Symbra’lı(Symbris’li) sevgili Menias, elveda.”

Mezardan yedi farklı insanın iskeletinin yanında kandiller, kaseler, testiler, bronz sikkeler, bronz kilit, strigilisler, bronz takılar, cam kaplar ve altın küpe çıkarılmıştır. Mezardan ele geçen en erken eser M.Ö. 3. yüzyıla, en geç eser ise M.S. 3. yüzyıla tarihlidir. Yani bu Oda Mezarı yaklaşık 600 yıllık dönem içerisinde farklı zamanlarda kullanılmıştır.

Gökova köyünden geçip kavşağa geliyorum. Fethiye – Marmaris yol kavşağı. Biz Marmaris’e doğru gideceğiz ama yeni yoldan değil. Kısa bir süreliğine eşsiz yollardan birinde okaliptüs ağaçlarının arasından gideceğiz. Eski Marmaris yolunun iki kıyısında sıralı okaliptüs ağaçları dikilmiş. Ağaçlar zamanla büyüyüp kalın gövdeli kocaman olunca yol tamamen gölgede kalıyor. Bu yol şimdi araç trafiğine kapalı, sadece yayalar ve biz bisikletçiler girebiliyoruz. Ağaçların gövde kalınlığına bakarsak 200 – 300 yıllık olması olası. Zemin kilitli beton parke taşı döşemiş belediye. Bu yol 3000 metre civarında.

Bisikletim KUZ sehpasında park edilmiş yol kıyısında ağaçlı yolun resmini çekiyorum.

Belli bir yere kadar, Fethiye – Marmaris yol kavşağına kadar parke taş döşeli. Kavşaktan sonra eski asfalt yol, kimi yer dağılmış durumda. Ağaçların boyu neredeyse 20 metreye ulaşarak gökyüzünü kapatmış durumda. Üst dallar birbirine girmiş göğü görmek imkansız hale getirmiş. Benim gibi bu yolda bisiklet sürmek isteyenler de var. Aracın olmadığı yerde üstelik tamamen gölgelik yolda bisiklet sürmenin keyfini yaşıyoruz.

Muhlis Dilmaç ta bunlardan birisi. Elektrikli bisikleti ile bana poz veriyor. Kafasına da iki tane tüy takmış.

Okaliptüs ağaçlı yol bitince mecburen ana yola çıkmak zorunda kaldık. Sağ tarafta ağaçlı yol, önümde geliş yeni asfalt yol ve tam karşıda Sakar yokuşu ve dönemeçli yolu.

Gökova ovası düzlüğü bitti, yavaş yavaş yükseliyoruz.

Akyaka dan bizimle beraber gelen bu siyah köpek o kadar kovalamamıza rağmen bizi takip etmeye devam ediyor. Dili bir karış dışarıda, bu sıcak havada üstelik siyah tüyleri var, susuzluktan geberecek haberi yok. Ne yaptıksa ikna edemedik. Kimisi su verdi matarası ile. Üstelik yoruldu da ama geri dönmeye niyeti yok.

Yokuşta yorulan bisikletçi bisikletinden inmiş yürüyerek yokuşu çıkıyor. Bisikleti katlanır olduğu için zorlanıyor. Siyah köpek onun yanında gidiyor. Yürüme hızında birini bulunca koşturmaya gerek görmüyor anlaşılan.

Yükseldikçe Gökova körfezi ve ovası daha güzel görünmeye başladı. Sakar yokuşu ve dağ muazzam görünüyor.

Tam bir yıl önce (24 Mayıs 2015) burada Marmaris’e giden 59 yaşındaki Fransız bisikletçi  Christian Jean Auguste Niaffe emniyet şeridinde !!! giderken 48 SK 338 plakalı arabayı kullanan dangalak bir sürücünün arkadan çarpması sonucu yaşamını yitirmişti. Tam da kazanın olduğu yere bisikletçi arkadaşlar anısına çam ağacının gövdesine BİSİKLETÇİ ÖLÜMLERİ DURSUN yazısını asmışlar. Burada durup talihsiz bisikletçiyi anıp dua okudum ruhuna. Dangalak sürücülere eğitim versen de fark etmez yine dangalak olmaya devam edecektir. Ülkemizde adam öldürmek kolay ve öldüren de tutuksuz yargılandı. Adalet olmayan bir yerde mahkemenin verdiği karar ise şöyle ;

“Yaşanan olayın ardından Marmaris 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın karar duruşması geçtiğimiz günlerde yapıldı. Mahkeme sanık sürücüye önce, “taksirle adam öldürme” suçundan 5 yıl hapis cezası verdi. Ancak cezada indirime giden mahkeme, “Sanığın sosyal ilişkileriyle cezanın sanığın geleceği üzerindeki etkileri lehine” gerekçesiyle cezayı 4 yıl 2 aya indirdi.

Verdiği bu cezayı da para cezasına çeviren mahkeme, sanığa günlüğü 25 TL’den 38 bin TL para cezası verdi. Cezanın 24 eşit taksitle ödenmesine karar veren mahkeme, sanığın parayı ödememesi halinde cezasın, hapse dönüştürüleceğini kararında belirtti. Ayrıca sanığın ehliyetine de 1 yıl süre ile el koyuldu. Dava kapsamında mahkemeye ulaşan iki bilirkişi raporunda da sanık tam ve asli kusurlu bulunurken, Niaffe ise kusursuz bulunmuştu.”

Ülkemizdeki insanlara verilen bu değere yazıklar olsun, adalete de……

Kazanın olduğu yer, belki de ben de olabilirdim Fransız bisikletçinin yerinde. Bu olaya sebebiyet veren sürücü ne hapis yattı ne de cezasını çekti. Para ise komik, acaba vicdanı rahat bırakacak mı?, yoksa hiç vicdanı yok mu? Peki mahkemenin vicdanı??? kararı veren hakimin vicdanı?

Neyse yola devam ediyorum. Sağ tarafımda küçük bir çay akmakta, çınar ağaçları çayın etrafını kaplamış durumda.

Demin akarken gördüğüm çayın adı Gelibolu çayı imiş. Çanakkale deki Gelibolu’yu biliyordum sadece. Burada çaya aynı ismi vermeleri bir garip. Çayın üzerindeki köprüde Gelibolu tabelası konulmuş. Bu köprüde emniyet şeridi yok. Köprünün korkuluk demirleri ve siyah beyaz fosforlu dik bir tabela konulmuş. Fransız bisikletçiye emniyet şeridinde çarpan dangalak sürücü bu köprüde emniyet şeridinde gitseydi de köprüden aşağı uçup geberseydi daha iyi olurdu. Hiç olmazsa başkalarına zarar vermez, mahkemeler de adaletsiz karar vermek zorunda kalmazdı !!!

Dağın yalçın kayalarının yamacından gidiyoruz.

Kimi bisikletçi yorulmuş, beton duvara nalları dikip pistonları soğutmaya çalışıyor. Ben de bu pozu kaçırmıyorum.

Son yokuşu çıktım, zirveden Marmaris’i ve denizin küçük bir parçasını görüyorum. Artık inişe geçebilirim.

Tam inişe geçeceğim sırada arka lastik inmiş, bisiklet sağa sola yalpalamaya başlayınca bir de baktım ki arka lastik asfalta yapışmış. Hal böyle olunca durup bagaj çantalarımı çıkarıp tekerleği söktüm. Dış lastiği kontrol edip batan pıtrak dikenini çıkarıyorum ilk önce.

Yolun kıyısında sehpasının üzerinde KUZ öylece sakin olarak duruyor. İki turuncu renkte bagaj çantam yerde. İnişe geçtiğim için rüzgarlığımı giymiştim terli olduğum için. Mavi rüzgarlık ta çantanın üzerinde. Arka tekerleğim yerde, iç lastik sökülü altta. Yedek lastik de henüz açılmamış.

Lastiğimi takıp işi bitirdikten sonra inişe kaldığım yerden devam ederek Marmaris’e giriyorum. Bundan sonra hiç resim çekmemişim. Lastiğimin patlaması sonucu epey geride olduğumdan kalacağımız yeri bilmediğimden Muhlis Dilmaç’a konum atmasını söylüyorum. Atığı konuma göre haritadan takip ederek otele vardım. Otelin havuzu vardı ama su donum kamyona verdiğim çantada olduğundan havuzu sadece seyrettim içim giderek. Çünkü kamyon nedense çok geç geldi. Sosisi kamyona verdiğime pişman oldum ama yok ne yapayım. Yarın onu da bagajımda taşırım artık. Bu akşam otelde odalarda kalacağımızdan çadır kurmaya gerek yok. Yemeği yiyip kahvemi de içtikten sonra fazla geç olmadan odama çekilip erkenden yattım.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 70 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Gökova Bisiklet Turu 10. Gün

25 Haziran 2013 Salı

Akyaka – Köyceğiz

Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Herkesin , gidebileceği bir yeri olmalı

Çünkü öyle bir an olur ki , insanın mutlaka bir yere

Gitmesi gerekir

Tyodor Dostoyevski

Öne çıkmış olan görsel, iki yanda dev okaliptus ağaçlarının gölgesinde giden bisikletçiler.

190620132685-300x225

Sabah erken kalkıyoruz yeğenim 08:00 de  minibüsüne binmesi gerek Denizli’ye gidecek. Kahvaltıyı hazırlayıp yiyoruz bir güzel. Yeğeni gönderip ardından el sallıyoruz. Bulaşıkları yıkayıp ardından birer sabah kahvesi. Yıldızın ön lastiği dün geceden inikti, söküp yamadıktan sonra eşyalarımızı toplayıp bisikletlere yüklüyoruz ve köpeklerle vedalaşmayı da  ihmal etmiyoruz. Koko ve Sonya çok sevimliler, hep oyun oynamak istiyorlar. Yolcu yolunda deyip evden çıkıyoruz. Ana caddeye inince Yıldızı’n bisikletinin bu sefer arka lastiği patlıyor. Sabah sabah hayırdır deyip lastiği onarmaya başlıyoruz. Yapacak bir şey yok, bisikletçinin kaderi. Benim arka tekerlek sakat onun için sevgili arkadaşım Serkan Taşdelen’i arıyorum. Kendisi Muğla’da yaşıyor, yakın zamanda bisikletçi dükkanı açmıştı. Serkan’dan dış lastik temin edebilir miyiz diye soruyorum,  şu an bisiklet turunda Tokat dolaylarında pedal bastığını, yardımcı olamayacağını bildiriyor. Ben de sağlık olsun diyorum.

Serkan Taşdelen tüm Türkiye’yi hemen hemen il ve ilçelerini bisikleti ile dolaşmış ve dolaştığı yerleri resimli roman gibi anlatarak bisikletçilerle paylaşan çok değerli bir insan. www.pedalla.com Sitesinde maceralarını okuyabilirsiniz. Aynı zamanda benim hocamda sayılır, bana bisikletle gezgin virüsünü bulaştıran Serkan’dır. Kendisi  Türkiye de ilk defa katlanır bisikletleri buluşturup festival yapan birisidir. Ayrıca Kaunos bisiklet buluşması adlı bisiklet turunu da yapıyor. Eylülde 2. sini düzenleyecek bu yıl. Umarım katılabilirim.

Serkan Taşdelen cep telefonu ile bisiklet sürerken elçek resim çekiyor. Kendi yüzü ve arkasında ben bisiklet sürerken.

DSCN74681-300x168

Yıldızın lastiğini onarıp Akyaka’dan ayrılıyoruz. Gökova’da eski yolda Okaliptus ağaçlarının gölgesinde ilerliyoruz, keşke bütün yollar böyle olsa. Bu yol  Marmaris yolu. Yolun iki yanında dev okaliptus ağaçları var, üç bisikletli yolda gidiyor.

190620132685-300x225

Köyceğiz yoluna doğru dönüyoruz. Yol düz ve ovalık, yer yer yol yapım çalışmaları var. Tabelada Köyceğiz – Antalya düz olarak gittiğini belirtmiş. Sola doğru Ula -Kale yolunu gösteriyor. Bizim gittiğimiz yol D – 400 ana karayolu. 400 Metre sonra yolun daralacağını işaret eden tabela konulmuş. Yol kıyısında İrfan gidiyor.

250620132811

Arka lastik sorun çıkarmadan gidiyor şimdilik problem çıkarmayacak anlaşılan. Kızılyaka köyünü gösterir tabela önünde durup nefesleniyorum. Yol yeni asfalt ile kaplanmış.

250620132810

Yolumuz bu gün az, 35 km civarı, fazla sıcağa kalmadan Köyceğiz’e vardık. Köyceğiz tabelasında yazdığı kadarı ile Nüfus: 8900. Köyceğiz deresinin üzerindeki köprüde resim çekiyorum. Dere akmıyor şimdilik, her halde yağmur yağdığı zamanda akıyor.

250620132812

Köyceğiz’e hep gelmeyi düşünürdüm, hep sanal ortamda resimlerde gördüğüm yeri şimdi gözlerimle bakıyorum. Resimlerde gördüğüm gibi gerçekten güzel bir ilçe, binaları bahçeli evleri gayet düzenli ve bakımlı. Yüksek bina pek görünmüyor, adı gibi köy olarak kalmış evleri. Ana yoldan şehir merkezine doğru girince ilk meydanda Tarkan bisiklet hemen önümüze geliyor, kimseye sormadan. Tarkan’la hoş geldin beş gittin muhabbetinden sonra derdimizi anlatıp lastiğimizi değiştirmesini söyleyip çayları içiyoruz. Lastik derken bakıyoruz ki jantı firen papuçları iyice aşındırmış, yanaklarda derin izler var her an yolda bırakabilir.  Göbeğe bakıyoruz o da gidici, zaten telin biri Bozburun’a giderken kopmuştu, eee hadi onu da değiştirelim. Allahtan kaset dişliyi yeni değiştirmiştim, neredeyse arka tekerlek komple değişti. Fren papuçlarını da değiştiriyoruz. Tarkan’da hadi şuna iki ayak sehpa takalım diyor, ben de olur mu deyince olur olur diyerek takıyor.  Benim bisikletime olacağını bilseydim daha önce taktırırdım. Tarkan arka dış lastiği zırhlı olarak takıyor. Ön lastiği yeni değiştirmiştim gelirken Milas’ta. Yedek olarak bir iç lastik ve yama takımı alıyorum oh gel keyfim yani. Jant komple değiştiği için akort ayarı biraz uzun sürüyor ve biz de acıkıyoruz. Yan tarafta ev yemeği yapıyorlar. Biz de melemen ısmarlıyoruz fakat Yıldız acı biber koyma deyince kadıncağız menemeni bibersiz pişiriyor mecburen öyle yemek zorunda kalıyoruz. Yemeği yedikten sonra Yıldız da coşuyor gidonu kelebek gidonla değiştiriyor, tam tur bisikletçisi oldu, bir de dış lastiklerini de değiştirince orada akşamı ediyoruz. İrfan sadece dikiz aynası taktırıyor. Bu arada ben de merkeze gidip bankada işlerimi halledip geliyorum. Köyceğiz’li bisikletçiler Tarkan bisiklette buluşuyorlar, burada bisikletçilerle tanışıp çay içiyoruz.

Dükkan önünde Tarkan ile dördümüz resim çekiliyoruz.

260620132818-300x225

Nasıl olsa burada akşamı yaptık yakın bir yerlerde kamp atarız diye Tarkan’a ve Köyceğizli arkadaşlara danışıyoruz. Onlarda bize Yuvarlak çaya gidin orası güzel diyor. Akşam yemeği için marketten alışveriş yapıyoruz. Yıldızın kilometresi çalışmıyor bu yüzden kilometreyi Tarkan’a tamir etmesi için bırakıp Yuvarlak çaya doğru yola koyuluyoruz.

Hafif rampa çıkarak  gidiyoruz. Bir müddet gittikten sonra hafif iniş ve çıkış olan bir yerde İrfan toprakta lastiği kayıp düşüyor ve hemen ayağa kalkıyor bayağı çevikmiş. Biraz yara bere var ufak tefek, hemen ilk yardım çantalarını çıkarıp gerekli müdahaleyi yapıyoruz.  Aracın biri hastaneye götüreyim diyor! ( insanlık ölmemiş ), bizde olur deyip İrfan’ı bisikletine beraber arabaya yükleyip Köyceğiz’e yolluyoruz. Yıldızla ben Köyceğiz’e dönüyoruz. Hastaneye gelince bakıyoruz İrfan dışarıda, gerekli müdahaleyi yapıp filmini bile çekmişler. Neyse kırık çıkık  ve önemli bir şey olmadığını öğrenince rahatlıyoruz. İrfanı getiren araç para istemiş İrfan da 1o lira vermiş. ( İnsanlık ölmüş )

Hastane bahçesinde oturup konuşuyoruz ne yapalım diye. İrfana turu burada bitirip otobüsle İzmir’e dönelim diyoruz. İrfan da hayır kendimi iyi hissediyorum tura devam edelim diyor, ne olacak Dengesiz! ne de olsa. Köyceğiz’den arkadaşım Asuman Şen’i arayıp kalacak bir yer soruyoruz o da bize göl kıyısında kamp alanı var belediyeye ait orada kalabilirsiniz diyor. Hava da karardı bu arada. Belediye kamp alanını buluyoruz, içeride kamp görevlisi bizden ücret isteyince orada kalmak istemediğimizden dışarıya çıkıp göl kıyısında çeşmeye yakın bir yerde oturup ilk önce yemeğimizi pişirip karnımızı doyuruyoruz. Çay keyfimizi de yaptıktan sonra kafeteryada çalışan arkadaşa plajda kalabilir miyiz diye soruyoruz, o da kalabilirsiniz deyince hemen uygun bir yere çadırlarımızı kurup yerleşiyoruz. Daha sonra kafeteryadan biralarımızı alıp kumsalda oturup Dolunayın göle güzelliğini yansıtmasını seyrederek Köyceğiz göl gecesinin keyfini çıkarıyoruz.

Gece karanlık, Dolunay tüm güzelliğini göl yüzeyine yansıtıyor. Solda Köyceğiz sahilindeki lambaların sarı ışıkları göle yansıyor.

250620132813

Göl yüzeyine vuran Dolunayın ışığı hafif dalgalı su yüzeyinde kıvrımlı patika oluşturmuş.

250620132814

Göl kıyısında akşam keyfimizi sonuna kadar yaşıyoruz, hava sakin, göl sakin. biz de bu sakinliğe ayak uydurup dinliyoruz sakinliği. İrfan yaraları açıkta olarak çadırına girip yatıyor. Biz de yatıyoruz çadırlarımıza girip.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 56 Kilometre civarı.

Bu günkü yol haritamız

Powered by Wikiloc