Etiket arşivi: medusa

İki Garip Bir Akdeniz 6. Gün

3 Ekim 2017 Salı

Kumluca Sahili – Finike – Demre

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Ölüm birden boşalmasıdır insanın kendisinden
Gizli titreşimler uçar belki boşlukta sesinden

Güneş vurunca parıldar görünmez ayak izleri ki
Beyhude korularda eski bir yaz gezmesinden

Solgun bir gülümseme hani ay büyürken görünür
Aynalarda bırakılmış nice yüz birikintisinden

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, yamacın kıyısında giden yol, sol taraf deniz, ilerisi dalyan lagünü.

Sabah uykumu almış olarak gözlerimi açıyorum. Tüm gece karaya vuran dip dalgası bana ninni gibi geldi. Henüz güneş doğmadı. Çadırımın fermuarını açıp kum ve sakin denizi izliyorum bir süre. Akdeniz’in dinginliği hissediliyor. Bu dinginlik bana da yansıdı. Engin deniz sakin ve huzur verici. Nasıl denizin ufuk çizgisi engin ve bilinmezse yolumuz da engin ve bilinmez. Sanki kaybolduk bu enginlikte. Kaybolmalı insan. Çadırımın tentesi var sadece, Mavi yağmur geçirmez kısmını üzerine atmadım. çadırın fermuarı açık, önümde geniş bir kumsal. Kumsalda okaliptüs ağaçlarının köklerinden yeni çıkmış fidanlar yayılmaya çalışıyor. Kumsalın arkası deniz engin ve göz alabildiğine.

Sabah dinlencesini bitirip çadırdan dışarı çıkıyorum. Hava açık ve güzel. Berbat bir ayakyolunda elimi yüzümü yıkayıp iyice açıldım. Burası Kumluca sahili. Adı üstünde epey uzun bir yer tamamen deniz kıyısı ince kumla kaplı. Denizin kumlarla buluştuğu yere gelip Güneşin doğuşunu izlemeye başladım. Güneş doğudan kendini yavaş yavaş göstermeye başladı. Birkaç dakika sonra tepelerin ardında çıkıp yükseldi. Yükseldikçe ışıkları giderek parlaklaşıp ortalığı ısıtarak canlıların yeni bir güne başlamasını sağlıyor. Solda ince kumsal, aralarda iri çakıl taşları, sağda deniz. Sakin dip dalgası kıyıya ulaşınca kabarıp köpürerek kumlara seriliyor. Karşıda tepeler ve parlak ışıkları ile güneş.

Cem ile sabah kahvesini aç karnına içtikten sonra kahvaltıyı yaparak karnımızı bir güzel doyurduk. Sonrasında eşyaları toplayıp bisikletin bagajına yükledik. Yola çıkmaya hazırız. Kumsalda duşlar konulmuş ama su akmıyor. Duş tepesindeki plastik borunun ucundaki dirseğin içinde örümcek ağ örerek içeriye girecek böceklerle karnını doyuracak. Ortam doğal olmasa da örümce bir şekilde ağını örüp beslenmesi gerek. Borunun içinde kalan bir parça suya elbette bir kaç böcek düşecek tuzağına. Örümceği ve boru ağzını yakından çekiyorum.

Zaman geçirmeden yola çıktık, Buradan öte yol kaymak gibi ve emniyet şeritli duble yol. Cem önünde emniyet şeridinde gidiyor. önümüzde yeni dağlar belirdi. Kıyısından köşesinden bir şekilde geçeceğiz. Sağda yazlık evler, bir kaç ağaç dikili yazlıkların önünde.

Portakalı ile ünlü Finike kasabasına geldik. Kasabanın girişinde simgesi olan dev bir Portakal kavşaktaki yuvarlağa kondurulmuş. Turuncu portakal üzerine beyaz renkte Finike yazılmış. Portakalın etrafı çiçeklerle süslenmiş. Geri kalan yer yemyeşil çimen ekili.

Finike de fazla durmadık, yol kıyısında fırından ekmek aldık sadece. Yolda ne olur ne olmaz, yanımızda bulunsun. Finike’nin içlerine doğru giden bir yol, ortasında beton bariyerler.

Finike çıkışında bir grup bisikletçi ile karşılaştık. Dört kişi kendilerince tur yapıyorlar bagajları yüklü olarak. Birbirimize selam verip aldık, aralarından bazıları beni bisiklet camiasından tanıyordu. Haliyle ben onları tanımanın olanağı yok. Ama yolda karşılaşıp selam vermek, bir süre birlikte pedallamak güzel. Onların tur amacı farklı, bizimki farklı. O yüzden bir süre birlikte sürdükten sonra siz kendi temponuzda devam edin diyerek uğurladık arkadaşları. Yol kıyısında dört kişi bisikletlerle dönemeçten önce karşı şeritten resimlerini çekiyorum. Finike den sonra yol tek şeride düşüyor. Yolun sağı 4 -5 metrelik kayalık, solda deniz.

Deniz mavi, masmavi. Rengini pırıl pırıl gökyüzünün mavisinden alıyor. Hava sakin, rüzgarsız. Dalga yok. Maviliğin ötesinde aştığımız Adrasan yarımadasının tepeleri.

Girintili, çıkıntılı koylar çıkmaya başladı karşıma. Her ne kadar Toros dağları Akdeniz’e paralel uzansa da kıyıya doğru uzanmış girintiler de var. Bu girintiler ve çıkıntılar henüz ulaşılmamış bakir koylar. Sadece tekneler gelip koyun güzelliklerinden yararlanıyor. Kıyıları tamamen kayalık olan dar ve uzun koyda bir tekne demirlemiş öylece duruyor.

Küçük koyların yanı sıra geniş koylar da görmek olası. Bunlardan biri karşımda duruyor. Yolun solunda, deniz tarafından durup güzel görünen koyu dağlarla beraber çekiyorum.

Koyun dibine gelince beyaz kumsalı işgal edilmiş olarak gördüm. Birileri bir şekilde tesis kurmuş buraya. Gölgelik olsun diye kumsalda iki sıra demir üzerini örtülmüş. Denize doğru U biçiminde plastik bidonlarla iskele konulmuş. U’nun açık tarafı kara tarafında. Herhalde çocuklara güvenli olsun diye böyle konulmuş olabilir. Kumsala giriş ücretlimi değil mi bilemiyorum.

Gittiğimiz yol D 400 karayolu. Türkiye’yi Akdeniz’e paralel olarak boydan boya giden dört ana yollardan sonuncusu. Toplam uzunluğu 2036 Kilometre civarı. Datça yarımadasının ucundan başlıyor ta Hakkari’nin Yüksekova ilçesindeki Esendere sınır kapısına kadar devam ediyor.  Yol yer yer duble, paralı otoban şeklinde. kimi yerler tek şerit, gidiş geliş. Araçlar bu yolu pek kullanmıyor şehirler arası ulaşımda. Akdeniz’in girintili çıkıntılı sahil yolu hem hız hem de zaman kaybı yüzünde Konya tarafındaki yolu, D 300 karayolundan gidiyorlar. O yüzden pek araç ta yok yollarda. Arazi sert granit kayalıklardan oluşmuş. Kayalıklar denize kadar ve denizin içinde. Kimi yerde dik kayalıklar, kimi yerde daha alçak. Bizim gittiğimiz yol batı tarafına doğru. Kayalık sağ tarafımda. Sol tarafımda Akdeniz’in maviliği. Yol kaymak gibi, sıcak asfalt döşeli ve geliş şeridi ile demir bariyerler arasında bisiklet sürecek kadar genişlik var. Ben de Finike’den sonra kayalıkları izleyeceğime denizi, güzel koyları sakin Akdeniz rüzgarları eşliğinde pedallıyorum. Önümden gelen araçları kontrol ederek gidiyorum güzel manzara eşliğinde. Böylece hem yol almış oluyorum, hem de güzel koyları ve denizi daha yakından görmüş oluyorum. Bir taşla bir çok kuş vurmuş oluyorum böylece.

Gidonumdaki kartal tüyü, uzayıp giden dönemeçli yol, yolun sol tarafında demir bariyerler ve deniz. İleride Cem dönemeçte kaybolmadan önce.

Ters yönde gitmenin avantajlarını yaşıyorum. Küçük bir koyda iri çakıl taşları arasında siyah bir köpek durmuş bana bakarken bir resmini çekiyorum.

İşte küçük koylardan birisi, kıyıda henüz ince kum tanesine ulaşmamış çakıllar, çakılların sudaki turkuaz rengi ve derinleştikçe maviden lacivert rengine dönen deniz. 8 ila 10 metre kadar kıyısı olan alan yanları sert kayalıklardan oluşmuş. İngilizler bunlara Rock diyorlar. Akdeniz’in güçlü dalgalarına dayanıyor şimdilik. Binlerce yıl sonra sahil genişleyip çakıl taşları ince kum tanelerine dönüşecek.

Cem önde ben arkada gidiyoruz. Cem de benim gibi sol şeride geçip deniz ve koyları izliyor. Önümde iki dağın birleşip deniz kıyısında oluşturduğu koy var.

Diğer bir koy daha küçük ve dar bir alanda. Kayalıklar kademe kademe. Yol koyun dibine kadar gidip dönüyor.

Akdeniz’in uçsuz bucaksız denizi ve Adrasan yarımadasını artık iyice uzakta kalmış silueti görünüyor.

Yolu kıyıdaki arazi yapısına göre bazen yükseliyor, bazen alçalıyor. Ama genelde S biçiminde girintiye girip çıkıyoruz. Yol normalden uzun oluyor böylece. Küçük bir koyda durmuş resim çekerken bulunduğum yer biraz yüksekte. Yol koyun dibine doğru alçalıp inişe devam ediyor. Eğimi buradan rahatça fark edebiliyorum.

Arada bisikletim KUZ da kareye girmeli. Turuncu çantalarımla bana poz veriyor.

Turkuaz renkli küçük bir koy epey derinde kalmış. Yol yüksekte kaldığından koya iniş neredeyse olanaksız. Yamaç çok dik.

İleride deniz kıyısının düzleştiğini görüyorum. Arkada Toros dağlarının yükseltileri. Geniş bir alan düz.

Küçük koylardan birisi sadece kayalıklardan oluşmuş. Kum, çakıl gibi bir oluşum yok.

Denizi ve koyları izlerken bazen de yolun kıyısına atılmış atıkları görüyorum. Teneke içecek kutuları yanında birisi bira şişesi renginden belli olan bira şişesi kırık durumda. Şişenin rengi kahverengi, o yüzden bira şişesi olduğunu anlıyorum. İşte araç kullananların çevreye verdiği zarar. Araç kullanan yoz insan içip dışarıya atmanın nesini sevdiğini anlayamıyorum bir türlü.

Yoldan biraz uzakta kalmış küçük bir koy derenin çakıl taşlarını getirip denize renk kattığını şimdi daha iyi anladım. Küçük, büyük vadilerden akan dereler çakıl taşlarını sürekli denize kavuşturuyor. Denizin hırçın dalgaları da gelen bu çakıl taşlarını kendince ufaltarak zamanla kum tanelerine dönüştürecek. Koyun burnunu oluşturan kayalık küt ve iri bir görünümü var.

Daha önce uzaktan gördüğüm düzlüğe iyice yaklaştım. Burada denize yakın göl yada gölet var. Aslında burası lagün olarak belirtilmiş. Önü dar bir kumsal ile kapatılmış durumda. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Göletin olduğu yer Beymelek köyü, gölün adı da Beymelek. Köyün tabelası sağda.

Beymelek Lagünü, Türkiye’nin Akdeniz bölgesinin batı kıyılarındaki tek doğal lagündür. Finike Körfezi’nin batısında  yer alır. Lagün, doğusundaki Gülmez Dağı antiklinalinin yapısal alçalım alnını oluşturan bir koyun, Akdeniz’le doğrudan bağlantısının kesilmesi sonucu oluşmuştur. Koyun önünün kapanarak lagüne dönüşmesinde; batısından Akdeniz’e dökülen Demre Çayı’nın alüvyonlarının hakim yön olan güney rüzgarı, gel-git ve akıntılar tarafından taşınarak koy önüne set şeklinde yığılması etkili olmuştur. Yaklaşık 40 km2 lik alanın yüzey ve yeraltı sularını toplayan lagün gölünün yüzey alanı 255 ha’dır. İçerisinde iki küçük ada yer alır. Bu bölgeye has olarak bulunan ve yetiştirilen mavi yengeç ile ünlenmiş.

Lagün önündeki kumsal tarafında köprü yapılmadığı için mecburen gölün kıyısından gidiyoruz. Gölün kıyıları sazlıklarla ve çalılarla kaplı.

Cem, yol kıyısında ölmüş mavi yengeç buluyor. Yengeci bagajının üstüne koyup lastik ile tutturuyor.

Mavi yengeç pişiren bir restorana girip fiyat araştırması yaptım. Tanesine 10 Lira deyince çok pahalı geldi doğrusu. En az üç tane yesek anca dişimizin kovuğuna sığar. O da 30 Lira edince tadına bakmaktan vaz geçtik. Sadece derin bir kabın içinde temizlenmiş mavi yengeçlerin resmini çekmekle yetindim. Ekmeği resme  banar yerim artık istediğim zaman. Yengeçlerin karın kabukları temizlenip alınmış.

Restorandan çıkıp yola devam ediyoruz. Lagünü besleyen çaylardan birisinin üzerinden geçerken çayın gölete buluştuğu yerin resmini çektim. Önümde taze püsküllerini açmış sazlar var. Çay toprak yatak içinde akıyor.

Lagündeki küçük adanın resmini çekiyorum. Ada küçük bir tepeden oluşmuş. Kıyıda ise taşlık oluşturmuş durumda.

Lagünün dibinde çaydan gelen kumlar set gibi çayın ağzını kapatmış. Uzun bir kumlu ada gibi. İleride sazlık ve çalı bitkileri var.

Lagünün besleyen çaylardan birisi. Kıyıları sazlıklarla kaplı durumda. Vadiden geniş bir alanda lagüne doğru genişleyerek kavuşuyor.

Demre’ye geldik, kasabanın girişinde yol gidiş geliş bulvar şeklinde ayrılmış. Ortası yeşil alan ve ağaçlarla süslenmiş. Alın kısmında yeşil renkli Demre harfleri demirden yapılmış kocaman.

Demre de portakal bahçesinde palmiye ağaçlarının gövdeleri hiç tıraşlanmamış. Öylece büyümüş salkım saçak.

Demre çayı üzerindeyim, geniş bir yatağı olan çay Toros dağlarına yağan yağmur sularını buradan taşkın ve deli biçiminde akıyor görünüşe göre. Şimdilik yatak kuru görünüyor. Sadece küçük bir sazlık içinde inceden akıyor.

Yol tabelasında Kaş, Muğla düz olarak, sağa doğru ise Şehir merkezi ve kahverengi boyalı Myra antik kentine doğru gidileceğini gösteriyor. En üstte D.400 kara yolunu belirtmişler.

Şehrin en önemli yeri olan Hristiyanların Noel Baba dedikleri yer olan kilise tarafına doğru gidonu çevirdik. Tabela da yazan Aziz (St.) Nikolas anıt müzesi (Museum) ok işareti sağa doğru işaret ediyor.

İki katlı bir ev tamamen beyaz badana yapılmış, İki kapısı, pencere kenarları mavi renkte boyalı. Üst kattaki pencere çıkıntı olarak dikdörtgen ve iki küçük gözden yapılmış. Duvarda mavi boyalı saksılar üstte üç, altında iki saksı iki kez tekrarlanmış olarak sabitlenmiş. Her iki kapının yanında gövdesi kocaman, mavi boyalı saksılar konulmuş. İçinde bitkiler var. Her şey mavi ve beyaz.

Müzeye geliyoruz. Gişede Aziz (St.) Nikolas anıt müzesi parlak metal harflerle yazılmış pano tahtadan yapılı. Burada 50 Lira karşılığında müze kart çıkarıyorum kendime. Nasıl olsa bir çok müze var önümde, gerekli olabilir. Aslında Cem arkadaşımız Filiz öğretmenle görüşüp müze müdürü arkadaş aracılığı ile misafir olarak içeri alıyorlar. Ama ben yine de müze kartımı çıkarıyorum. Her zaman torpil olmaz.

Bisikletleri güvenli bir yere koyup içeri giriyoruz. Noel Baba’nın kilisesini Urim Baba olarak gezeceğim.

M.S. 3. yüzyılın ikinci yarısında Patara’da doğup Myra’da piskoposluk yapmış olan Aziz Nikolaos’ın saygın dini kişiliği öldükten sonra aziz mertebesine ulaşmasını sağlamış, başta eski Rusya Çarlığı olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinin en popüler azizi olmuştur. M.S. 5. yüzyılda Myra’nın (Demre) Likya eyaletinin başkenti, Myra Başpiskoposunun da Anadolu’nun ikinci büyük din otoritesi olması, Aziz Nikolaos’un ölümünden sonraki yıllarda şehrin saygınlığının artmasında büyük rol oynamıştır. Myra halkı ölümünden sonra Aziz adına önce bir anıt, sonra da büyük bir bazilika inşa ettirmiştir.

Aziz Nikolaos Kilisesi mimari üslubu ve süslemesiyle Orta Bizans Dönemi’nin en seçkin örneğidir. Bugünkü kilisenin özgün temelleri üzerinde değişik zamanlarda yapılmış birçok yapı bulunur. Böylece kilise çeşitli dönemlerde inşa edilmiş bir kompleks görünümündedir. Bu kompleks ana hatlarıyla; avluya açılan iki narteks (iç avlu), iki yan koridorun arasında yer alan kubbeli bir orta mekanla (naos), bema ve önündeki syntranonlu (koro basamakları) apsisten ibarettir.

http://dosim.kulturturizm.gov.tr/muze/9

Merdivenlerden aşağı doğru inilen bir yerden Kilisenin yapısı görünüyor. Üzeri demir direklerle sabitlenip, örtülmüş yağmur ve güneşten korunmak için. Sol tarafta istinat duvarı taştan örülü. Üzerinde çam ağacı gövdesi tamamen kurumuş. Gövde kalın ve eğri büğrü.

Aziz (St.) Nikolas , bizim bildiğimiz Noel Baba bronz heykeli karşımda. Omuzunda torbasını arkaya doğru atmış sağ eliyle tutuyor. Üzerinde Papaz elbisesi, eteğinde de dört tane çocuk ile betimlenmiş. Bildiğiniz üzere Noel Baba yıl başlarında çocuklara hediyeler dağıtarak sevindirirmiş. Böylece yeni yıla çocuklar sevinçle ve mutlu olarak girerlermiş. Babamdan bana kalan miras ta tıpkı Nolel Baba gibi çocukları sevindirmek. Elimden geldiği kadar çocukları sevindirmeye çalışırım.

Kilise şimdiki zeminin altında kalmış yapısına merdivenlerden iniyorum. Kilisenin kalın duvarları ön kısmında bulunan yarım yuvarlak çıkıntı odaları restore edilmiş. Henüz çatısı yok ama üzeri kalın branda ile korunmakta.

Kilisenin ana giriş kapısında girerken kalın duvarlar, kemerli kocaman kapıdan geçiyorum. Girişte yüksek bir seki var, burayı iki basamakla çıkıp iniliyor.

Nişlerin içine Aziz Nikolas ve yardımcılarının freskleri renkli boyalarla yapılı. Uzun etekleri ve omuzlarında uzun şalları ile betimlenmiş. Aziz olduklarını belirtmek için başları turuncu renkli bir daire içine alınmış. Yüzleri böylece daha belirgin olarak görülmesi sağlanmış. Resimde üç kişi var, ortadakinin elinde İncil kitabı, diğerleri sanki İncil kitabını kutsuyorlarmış gibi.

Başka bir nişte biraz tahrip olmuş freskler var. Nişin dibinde iki sütunlu pencere var, dışarıdan içeriye ışık giriyor.

İç avluda kenarları kalın ve yüksek duvarla çevrelenmiş. İç tarafta kemerli kapılar birbiri ardında. Zemin mermerle kaplı, sağ tarafta altı köşeli kaldırım taşı ve ortasında kalın bir sütun. Bu sütun kısa, büyük bir olasılıkla çeşme olabilir.

İç kısımları birbirine kemerli koridorlarla bağlantılı. Zemin mermer kaplı ve parıldıyor. Bu parıltılar gelen ziyaretçilerinin ayakkabılarla dolaşmaları sonucu sanki cilalanmış gibi parıldıyor.

Üzeri kemerli kapı içinde dikdörtgen kapı. Kapının kenarları ve üstü kemerden ayrı kondurulmuş.

Koridorlar kemerli geçişlerle birbirine bağlı. Yan odalara girişler de kemerli. Kemerin üst yarım yuvarlak kısmı pişmiş, ince ve uzun tuğlalardan yapılı. Bir metre kadar iki sıra mermer blok üzerinden tuğla örülmeye başlanmış. En arkada küçük bir pencereden beyaz gün ışığı içeriye vuruyor. Koridora vuran ışık zemindeki mermeri parıldatıyor.

Kemerlerin bazı yerlerinde duvar, bazı yerinde kalın sütun üzerine kondurulmuş. Tavan mermer blok taşlarla kubbe biçiminde örülerek kapatılmış.

Ayin salonu girişindeki koridorda tavan sıvanarak fresk resimleri boyanmış. Kemerler onarıldığı için resimlerin bazı yerleri yok. Salona giriş kapısından içerisini görüntülüyorum. İçeride iki sütun, arkasında amfi oturma yerleri. Üç pencereden vuran ışık salonu aydınlatıp zemini parlatmış durumda.

Önümdeki kemerli kapıdan iç kısmındaki iç içe iki kemerli nişte bir mum yanıyor.

Dilek olarak yakılan mum taşları is yapıp karartmış ince çizgi gibi.

Üç pencereden vuran ışığın aydınlattığı amfi ve iki tarafta üçer sütun. Zeminde papazın kürsüsü mermer kalın bir blok tam amfinin merkezinde.

Zemindeki mermerler, basamaklar epeyce aşınmış ve iyice parıldamış durumda. Yerli ve yabancı ziyaretçiler burayı çokça ziyaret ettikleri mermerin aşınmasından belli. Zeminde ve basamaktaki mermerler birbirine benzemiyor ve renkleri farklı.

Ortasında krem renkli, beyaz damarları olan yuvarlak bir mermer. Etrafında içten dışa doğru renkli üçgen parçalar yan yana dizilerek çember şeklinde yapılmış. Üçgen boşlukları da beyaz üçgen parçalar ile doldurulup desen tamamlanmış. En içteki üçgenler küçük sonrasında üçgen parçaları büyüyerek 7 kat olarak yapılmış. Üçgen paçalarının sayısı her katta 59. Hem renkli üçgenler hem de beyaz üçgenlerin sayısı 59. Yapan usta bir amaç uğruna yaptığı belli. Daire bitiminde 5 santimlik mermer ile çerçevelenmiş. Sonrası dikdörtgen mermer ve karo plakalarla devam edilerek buranın kutsal bir yer olarak belirtilmiş.

Zemin, mermer ve mozaik taşlarla süslenerek yapılmış. Kahverengi, krem damarlı mermer, mozaik süslemeli karo taşları. beyaz mermerler döşenmiş rengarenk.

Bakır bir levha sütun ayağına kaplanmış. ortada Dünya yer küresi, kıtalar çizilmiş. Avrupa, Asya ve Afrika. Merkezi ise Anadolu. Dünyanın etrafı kabartma olarak işlenmiş levhanın. Altta ise renkli desenlerle sanki Dünya alevler içinde yanıyor gibi.

Aziz Nikolas Kilisesi ziyaretimiz bitti. Dışarı çıkıp Demre de bir güzel karnımızı doyurduk. Acelemiz yok, yemeği yedikten sonra hemen Demre’nin çıkışında bulunan Andriake antik kentine doğru gidiyoruz. Cem önde bisikletini sürerken yol tabelasında düz olarak Kaş, Muğla. Sol tarafa ise kahverengi çerçevede Çayağzı (Andriake), altında beyaz çerçevede Yat Limanı Yazılı. Düz giden yolu D.400 olduğunu da belirtmişler. Sağ tarafta üzeri naylonla örtülü seralar var.

Biz Antik kente doğru döndük karayolundan. Küçük bir tırmanıştan sonra kazı alanına geldik. Dış kısımlardaki antik kemerli duvar yapısını görüyorum. Karşımda kayalıklı yamaç, zeminde çay yatağı sazlar ve otlarla kaplı. Sağda bir iş kamyonu park etmiş durumda.

Antik kent girişindeyiz. Kahverengi boyalı tabelada “Andriake Örenyeri Likya uygarlıkları müzesi” yazılı. Sola doğru ok işareti ile belirtilmiş nereye gideceğimizi.

Andriake, Demre kent merkezinden nehir boyunca batıya uzanan asfalt yol üzerinde 5. km.de bulunan Çayağzı mevkiinde yer alır. Kent, Myra’nın limanı ve onun oluşturduğu bir yerleşim olarak bilinir. Ancak M.Ö 200 yıllarında Andriakos (Kokarçay) nehrinin ağzında Andriake isimli bir şehrin olduğu ve M.Ö. 197’de III. Antiokhos’un Antiokheia’dan çıkarak, Ptolemaioslar’ın elinde bulunan yerleri alarak, filosuyla Andriake’ye geldiği bilinmektedir. Livius’ta ise Andriake’nin ismi güney Lykia kentleri arasında sayılmaktadır. Part Savaşını planlayıp, Asia ve Lykia’ya gelen Traian, Myra’da konakladığında Lykia’nın güneyinde güzel bir limanın planlamasının yapılması gereğini belirtmiştir. Fakat planlama ve uygulama Hadrianus’a ve onun zamanına aittir. İ.S. 18’de Germanicus ve karısı Agrippa’nın Myra ziyareti, Andriake’ye dikilen heykellerle onurlandırılır. İ.S. 60’ta ise Kudüs’te huzursuzluk çıkardığı için Roma’ya hesap vermek üzere yola çıkan Aziz Paulos’un gemi değiştirmek üzere burada mola vermiş olması, Andriake tarihinin renkli sayfaları arasındadır. Andariake antik kentinin kalıntıları büyük ölçüde limanın güneyindeki tepenin eteğine yayılmıştır. Demre yönünden ilk karşılaşılan yapı, Andriake’ye tatlı su getiren aquadükt’tur. Kemerli girişi, içte nişli duvarları ile tipik bir Roma devri yapısı olan nymphaion, kentin doğusundadır. En önemli kalıntısı, 65*32 m. boyutlarında, sekiz odalı, dikdörtgen planlı Hadrian Dönemi (İ.S. 117-138 ) ( silo, tahıl ambarı ) Granariumu’dur. Cephede girişi sağlayan sekiz kapı bulunur ve her kapı bir odaya açılmaktadır. Ön cephe duvarında kapıların üstündeki pencereler iç kısmı ışıklandırmak için yapılmıştır. Ön cephede terasın iki yanında depo ile ilgili görevli odaları yer alır. Ortasındaki büyük giriş kapısının hemen yanında Roma imparatoru Hadrian ve karısı Sabina’ya ait aynı büyüklükte iki büst bulunmaktadır. Cepheye yerleştirilmiş aralarında grifon olan Serapis ve Pluton kabartması ise, yazıtında açıklandığı üzere granarium memurunun rüyası üzerine yapılmıştır. Granarium ile liman arasındaki alanda liman caddesi, caddenin önünde de üstleri yarıya kadar açık gemi barınakları bulunmaktadır. Kentin en büyük yapısı Plakoma adı verilen Pazaryeri veya agoradır. Agora’nın güney yönü hariç, üç tarafı dükkânlarla çevrili olup ortasında sarnıç bulunmaktadır. Agora’nın önündeki yükseltide ise ev kalıntıları yer alır. Gözetleme kulesi yamacın batısındadır. Limanın kuzey kısmı büyük ölçüde Lykia türü lahitlerin bulunduğu, bu arada iki Bizans dönemi kilisesinin kalıntılarına rastlanan nekropol alanıdır.

(Kaynakça: “Andriake” Dünden Bugüne Antalya [II. Cilt], Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2012, Antalya, 194.)

Aşağıda Andriake yerini anlatan yazı resmi.

Aşağıda çay ağzı, sazlık ve yakın dönemden kalan bina yıkıntıları.

Üç sütunu sağlam, bir sütun ortadan kırık, kare yapılı, sadece bir sıra duvar çevrili tapınak. Sütunların tepesinde işli başlıklar da sağlam duruyor.

Büyük mermer bloklardan yapılmış duvarı yandan çekiyorum. Yanda yürüme yolu Arnavut kaldırım taşı ile tren raylarından sökülmüş ağaç traversler ile yol haline getirilmiş.

Girişte iki sütun ve mermer bloklardan yapılmış bina giriş kapısı. Duvarları da kalın bloklardan yapılmış.

Binanın dibinde su kanalı var.

Yıllarca antik kentin üzerinde ekip biçmiş, hayvanlarını otlatmış Hasan bizim rehberimiz. Antik kentin olduğu yer Hasan’ın ailesine aitmiş. Kazı olayları başladığında istimlak edilmiş arazi. Şimdilerde Hasan işi gücü buraya gelen ziyaretçileri gezdirmek antik kenti. Uzamış sakalı beyazlaşmaya başlamış. Başındaki geniş açık renkli bez şapka kafasında güneşin yakıcı sıcağından koruyor Hasan’ı. Küçük kareli gömleği, esmer teni güneşten yanmış, uzamış sakalı ile sanırsın ki kazı başkanı Profesör Doktor Hasan. Görünümü öyle ama tatlı ve hoş sohbetli bir adam. Antik kenti gezerken güneşin yakıcı sıcağının etkisi ile biraz yorulunca oturup dinleniyoruz. Böylece Hasan, Cem ve ben elçek resim çekiyorum kendimizi bir poz. Güneş yüzümüze yansımış, yere oturmuşuz. Arkada antik kentin taş duvarları.

Epey geniş alana yayılmış olan antik kent bir zamanlarda ihtişamlı bir yaşam sürüldüğü yapılarda kullanılan taş bloklardan belli. Düzgün yontulmuş taşlar aynı titizlikle üst üste konularak sağlam yapılar meydana getirmişler. Bu yapı tahıl ambarı olarak kullanılmış. Odaları 65 X 45 metre boyutlarında, alanı 2300 m. Onca geçen zamana rağmen çatısı hariç duvarların çoğu ayakta ve sağlam. Uzun bir binanın bej renkli taş duvarı boydan boya. Arkada tepe ağaçlarla kaplı.

Geniş taş bloklarla kaplı zemin görüyorum. Tam ortasında bir kuyu var. Kuyu kare yapılı, yanlarda iki direk. Direğin üzerinde tambur ve kolu. Bu tambura ip bağlanıp kova ile kuyudan su çekiyorlarmış eskiden. Şimdi ise ip ve kova yok, öylece yapılı duruyor.

İlk önce kuyu olduğunu sandığım yer aslında yeraltı sarnıcı. Sarnıcın içine giren merdivenlerden aşağıya iniyorum. Merdivenin boşluk olan kıyılarında tahta korkuluk var.

Zeminde gördüğüm geniş taş blokları tutan kemerli yapı görüyorum. Kemerler kalın taş bloklarda sık olarak yapılmış. Kemerler 3 metre genişliğinde, bir adam boyundan biraz fazla. Zemin yürümek için tahta kaplanmış. 7 tane kemeri iç içe çekiyorum tam ortadan.

Arka tarafımdan da bir poz çekiyorum kemerleri. Dipte sarı renkli lambanın ışığı duvara yansımış. Solda tavandan gün ışığı içeriye girip aydınlatıyor ortamı.

Işığın geldiği yeri çekiyorum tavanda. Kemerli duvarların üzerine enlemesine geniş taş bloklar konulmuş. Onun üzerine de iki kemer arasını kapatacak kadar daha geniş taş plaka ile örtüldüğünü buradan görünce anlıyorum. Tavanda gün ışığının geldiği boşluk yukarıda gördüğüm kuyunun ağzı.

Kare kolon üzerinde kemerin başlangıç noktasını çekiyorum. İki yana doğru yarım daire biçiminde taş bloklarla yapılmış. Kendi ağırlığı kolon üzerine eşit olarak dağıtılıp tavan kısmını taşıyor. Kemer taşlarının üstü normal biçimde taşlarla örülüp doldurulmuş.

Bir zamanlar bu sarnıç su ile dolu imiş. Kanallarla uzaklardan su getirilip sarnıç içine akıtılarak binlerce ton su depolanıyormuş. Bu kadar büyük sarnıç yapılması burada yapılan mureks işliklerinde bol su kullanılması. Sarnıç’ın içine giren su oluklarında birisinin resmini çekiyorum yakından.

Kuyuyu daha yakından çekiyorum. Tek parça kare bloktan kuyu ağzı yapılmış, taş blokun yüksekliği 80 santim. Tahtadan iki direk, direklerin arasına da tambur yerleştirilmiş. Tamburun mili yanlardaki iki tahtadaki deliklere yerleştirilerek tahta bir kol tamburun bir ucunda. Bu kuyu yeni yapılmış. Taştaki çekiç izleri ve tahtaların yeni görünümü kahverengiye boyanması ile belli oluyor.

Mureks, bizdeki olta balıkçıların Madya olarak adlandırdığı deniz kabuklusu elde etmek kolay. Gel gelelim bu kabuklulardan mor boya elde etme hiç te öyle kolay değil. 12.000 kabukludan sadece 1.5 ila 1.7 gram boyar elde ediliyor. Böyle zor şartlarda ve az elde edilmesi antik dönemde mor rengin altından daha kıymetli olmasını sağlamış. Mor renkli boyalı kumaşları krallar ve soylular anca alıp giyebiliyormuş eski zamanlarda. Binlerce Mureks kabuklusundan elde edilen mor boya değerli olduğu kadar kötü kokusu kumaş boyası yapılan atölyelerin şehir dışına yapılmasına neden olmuş. Bu kadar çok kırık kabuklar nereye atılacak? Tabi ki işliklerin hemen yakınına. Metrelere yüksek tepeler oluşturmuş kırık kabuklar. Yapılan kazılarda bu kabuk tepeleri de ortaya çıkmış.

Artık neredeyse birbirine kaynamış olan kabukların yakından resmini çekiyorum.

Zeytin ağaçlarının gölgeleri kabuk tepelerine vurunca Hasan ve Cem tepenin üzerine oturup gölgede serinliyorlar.

Kazısı tamamlanmış su kanalları ortaya çıkmış. Mureks deniz kabuklarının işliklerinin su gereksinimini karşılıyor. Kanal L biçiminde zeminde. Başı ve sonu yok.

Su sarnıcında iki kuyu var, Sarnıcın etrafında dükkanların kalıntıları çevrelenmiş olarak duruyor.

Binanın çatısından akan su kanallarla sarnıca doğru akacak şekilde yapılmış. Düz ve yüksek bir duvar ve dibinde su kanalı.

Sarnıcın çevresindeki dükkanların birindeki taş blokların arasında zeytin ağacı çıkmış. Zeytin ağacının gövdesi kökleriyle birlikte duvar arasında kendine yer edip bir taş bloğu çepeçevre sıkıca kavrayıp yerinden oynatarak yaşamın gücünü bize gösteriyor.

Duvardaki taş bloklar o kadar düzgün yontulmuş ki taşların birleşim yerlerindeki boşluk yok denecek kadar az. Bazı bloklarda L biçiminde oyuklar yapılmış. Büyük bir olasılıkla tahtaların girinti yerleri olarak yapılmış.

Andriake çayının alüvyonlarla kapattığı liman ve limanda kullanılan ahşap vinçler.

Vinçleri daha yakından resmediyorum cep telefonum ile. Bu vinçler antik dönemden kalma değil, yakın zamanda yapılıp kahverengi ahşap boya ile boyanmış. Dört tekerlekli, ön ve arka dingilleri birleştiren iki kirişle bağlanmış. Arka kısmı ağırlık taşları konulsun diye uzatılmış. Önde ise vinç kaldırma kolu ileri ve yukarıya doğru uzatılarak kaldırma işlemini yapıyor.

Daha büyük bir vinç yapısı var karşımda. Arkada sabit kocaman bir tambur, tamburun miline ip dolanıp vincin ucuna getirilerek yük kolayca kaldırıyorlarmış.

Kocaman bir binanın önüne geldik. burası Likya uygarlıklar müzesi. Tabela müze binasının girişinde. Tabelada Müze, Likya uygarlıklar müzesi, Lycian civilization museum yazısı yazılmış.

Müzenin içine giriyoruz. İlk göze çarpan yazılar burasının tarihini anlatan tabelalar. ANDRİAKE diye başlık atılmış. Altında yukarılarda yazdığım tarihçesi yazılı.

Antik dönemde paralı Lidyalılar bulduktan sonra gelişen para basma işi her tarafa yayılmıştı. Burada da darphane olarak adlandırdığımız bir atölyenin resim çizilerek anlatılması betimlenmiş. Darphane de üç işçi çalışıyor, üzerlerinde işçi kıyafetleri giymişler. Karşıda ocak yanıyor, bir işçi elinde küçük bir potada erimiş madeni sıcağı sıcağına kalıba döküyor. Bir işçi de para büyüklüğünde dökülen metal üzerine çekiç ile zımbalayıp paraya şekil veriyor. Diğer işçi de basılmış metal parayı elinde tutup kalite kontrol yaparak parayı kontrol ediyor. Ocağın üstünde asılı demircilikte kullanılan aletler asılı. Sıcak metalleri tutmak için uzun saplı çeşitli maşalar, yerde kovanın içinde şişler, bir demirci makası. Bir kütük, üzerinde paraya şekil verilen zımba kalıbı. Burası küçük bir atölyede bir para basılan darphane.

Mermer plakaya yazılmış yazıt. Yazı Yunanca yazılmış, üste solda üç küçük dikdörtgen oyuk var, yazının başlangıç bölümünü bozmuşlar nedense. Ortada da bir oyuk açılmış.

Antik dönemden kalma pirinçten yapılmış 3 tane değişik boyutta olta iğneleri. Demek ki o zamanlarda olta balıkçıları varmış.

İki tane parmakları olan ayak uçları heykelin birinden kopup ayrı bir yerde bulunmuş olmalı. İki ayak ta sol ayak ucu. Gövdeler kim bilir nerde.

Üç çömlek yan yana, arkamdan vuran sarı renkli ışık taş duvarı aydınlatırken yürüyen bir adamın silueti görünüyor.

Antik dönemdeki tiyatrolarda kullanılmış mask örneği. Ağız ve gözleri oyuk. Mask kireç taşından yapılmış.

Duvara asılmış afişte yazanlar;

Mureks İşlikleri

Andriake’de en ilginç mekânlardan birisi de Plakoma’nın kuzey kapısının doğusunda 6.yy.’da faaliyet gösteren Mureks adındaki kabuklu deniz yumuşakçalarından elde edilen mor kumaş boyasının üretildiği işliklerdir. Kumaş boyamakta kullanılan renk, mureks türü deniz yumuşakçalarının salgı bezinde bulunan mukusun havaya bırakılarak oksitlendirilmesi ve fırınlanması ile elde edilmektedir. Aperlai de kullanılan murekslerin kabukları denize atılmışken, Andriake’de Agoranın doğu ve batı kısımlarına yığılmıştır. Yer yer 3 metreye varan tepeler biçimindeki bu yığınlar yaklaşık 400-800 metre küp arasında deniz kabuğu içermektedir. Bu atıklar kireç harcı ile karıştırılıp mureks harcı olarak yapılarda kullanılmıştır.

Renkli kalemle çizilmiş mureks kabukları. İçleri boş olan 5 tane kabukların dış kısmı çıkıntılı sarmal olarak çevrelenmiş.

Sunak taşı, dairesel olarak çiçekler oyularak şekillendirilmiş. Kötülüklerden ve kötü ruhlardan koruyucu olarak 3 gorgon kız kardeşlerden Medusa, bakışları ile karşısındakini taşa çeviren kesik baş betimlenmiş.

Müzenin içinden dışarıya çıkınca güneşin parlak ışıkları gözlerimi kamaştırıyor ilk önce. Müze içindeki lamba ışıkları loş ortamda yumuşak geliyor gözlere. Gözler güneş ışığına alıştıktan sonra gezimize devam ediyoruz. Küçük dikdörtgen tekne, sığ sularda uzun bir sopa ile hareket ettiriliyor su üzerinde.

Küçük teknenin kullanıldığı çayın ağzındaki sığ sular aşağıda görünüyor. Bir tane de ahşaptan yapılmış yelkenli gemi gözüme çarpıyor.

Müzenin dışında gölgelik bir yere oturup dinleniyoruz biraz. Ben, Cem ve rehberimiz Hasan. Müze dört bölümden oluşmuş koca bir hangar. İçeride çok sayıda eser sergilenmiş. Hepsinin resmini çeksem de burada çok yer kaplayacağından sadece bir kaç resim koydum. İsteyen gidip yerinde ziyaret edip görebilir.

Geminin olduğu yere doğru inmeye başladım. Altımda binanın taş duvarları bölüm bölüm, sanki limanda depo olarak kullanılmış gibi.

Dikdörtgen bir blok halinde yapılmış bina, üzeri taş plakalarla kapatılmış. Bekçi kulübesi kadar bir yapı, aşağısında da gemi ve çayın ağız kısmı.

Yerde kanalların izini görüyorum. Kanalın üzeri taş plakalarla örtülmüş. Sadece bir kapak yerinden çıkarılıp alınmış.

Ahşap geminin yanına geldim sonunda. Üzerine tahta merdivenlerden çıkılıyor. Geminin kaptan kamarası tam ortasına yapılmış. Ön kısmında uzun boyunlu bir kuğunun ahşaptan oyulmuş heykeli yapılmış.

Geminin uzun ahşap yelken direği. Tepesinden aşağı doğru inen  yelken ipleri.

Güvertenin üzeri tahtalar ile kaplanmış. Direkten aşağıya doğru inen halatlar küpeştelere ve ortadaki bağlantı yerlerine bağlamışlar.

Geminin ambar kısmına iniyorum. Burada amforalar yatık durumda sıralanmış. Amforaların dipleri sivri olduğundan dik olarak kullanılmıyor. Amfora içlerinde sıvı taşıdıklarından geminin sallantısından etkilenmemeleri için tavana asılıp dökülmeleri engellenmiş oluyor.

Geminin arka kısmında yanda dümen palası konulmuş. Uzun bir kalın sırık, sudaki bölüme kürek yapılmış. Küpeşteye demir bir halka ile bağlanmış durumda. Kürek kısmında ise iple yukarıdan sarkıtılarak bağlanmış. Yelkenle giderken gemiye yön veriliyor dümen ile.

Karada kullanılan ırgat. Irgat dedikleri tabanda iki uzun kalas üzerine dört ayak konulmuş, boyu 1 metre. Ayakların bitiminde küçük bir platform, ortası delik. Aşağısında da ortası delik mil yatağı. Dikine konulmuş 30 santim kalınlığında kalın bir mil. Milin üstünde iki delik 90 derecelik açıyla delinmiş.  Bu deliklere uzun sırık geçirilmiş. Mil gövdesine tutturulan halat  sırıkları ittirilerek milin dönmesini sağlayıp halat dolanarak ağır gemileri karaya çekmeye yarayan bir alet.

Liman ambarları olarak kullanılan depoların sokağındayım. Sokağın iki tarafında depolar ve giriş kapıları.

Sararıp düşmüş okaliptüs yaprakları yerde, arasından sadece beyaz, uçları hafif pembeleşmiş bir çiçek açmış.

Antik gezimiz de bitiyor ve bu arada Merve yanımıza geldi arabası ile. Onu kapıda karşılıyoruz.  Hasret giderdikten sonra kahve takımımı çıkarıp kahve pişirmeye başladım. Merve ile Eşpedal derneğinin düzenlediği Ege turunda tanışmıştık. Yanımızda da buranın arkeoloğu Ayşe de var. Hep birlikte oturup sohbet ediyoruz kahve pişerken. Elçek ile resmimizi çekiyorum.

Kahveleri afiyetle içtikten sonra bisikletleri arabanın taşıyıcısına yükledik. Eşyaları da bagaja yerleştirdikten sonra bizlere rehberlik eden Hasan ve Ayşe ile vedalaşıyoruz. Kendilerine bize gösterdikleri yakınlıktan dolayı teşekkür ederim.  Bu arada kendisi yolda olan dengesiz arkadaşım İrfan da Kaş’ta olduğunu öğreniyorum Merve ile görüşüp bizimle gelebileceğini onayını aldıktan sonra İrfan’ı arayıp bizi Kaş’ta beklemesini, oraya geleceğimizi söyledim. Arabaya binerek Kaş’a geldik. Akşam karanlığı bastırdı bu arada. İrfan ile buluştuktan sonra akşam yemeğini bir lokantada yiyoruz. Kaş’ta bisikleti ile gezen bir bisikletçi ile karşılaştık. O da bizimle beraber yemek yedi. Hesabı ödedikten sonra dışarıda elçek bir resim çekiliyoruz hep birlikte. Resmi ismini hatırlayamadığım arkadaş bizi elçek çekerken arkasında ben, Merve, Cem ve İrfan bisikletlerle.

Arkadaşla vedalaşıp İrfan’ın bisikletini arabaya yükleyip iyice bağladık. Bir süre deniz kıyısından gecenin karanlığında ilerliyoruz denizi görmeden ama iyot kokusu ortamda var. Her zaman resimlerde gördüğüm Kaputaj kumsalını görüp denizine girmek isterdim. Ama elimde olmayan nedenlerden araba ile seyahat ettiğimden bu güzelliği sokak lambaları ışında görüyorum. Kaputaj kumsalında durup kumsalı yüksekten izliyorum. Kumsal bir işletmeye verilmiş o yüzden şezlong ve Güneş şemsiyeleri düzgün sıralanmış sahilin belli yerinde. Denizin dip dalgaları köpürerek kumsala vuruyor usulca ve 4 sıra şezlonglar sarı renkli lamba ışıkları altında kum rengi olan bej renginde. Deniz karanlık sadece kıyıya vuran beyaz köpüklü dalga görünüyor.

Kalkan köyüne kadar sahil boyunca gittikten sonra Kalkan’dan Toros dağlarına doğru tırmandık. Merve’nin Öğretmenlik yaptığı köy olan Sütleğen’e geldik. Bu gece Merve’nin evinde kalacağız. Bisikletleri ve eşyaları arabadan indirip eve yerleştik. Önce sıcak bir duş ardından sohbet, muhabbet kahve içerek zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Gecenin geç zamanında yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 66 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası Kumluca –  Demre

Powered by Wikiloc

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 1. Gün

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yolculuk İzmir – Manavgat

Manavgat Bisiklet Festivali Side ve Perşembe Akşamı Bisiklet Turu

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

ben gelecekten korka korka dönen bir mutluyum

dünyanın bu küçük sesini işit

bak, bir dalı, bir örtüyü, bir denizi tutan ellerime

nanelerden, ıtırlardan, ıhlamurlardan gelen

anlayamadığın sevgililik

var ya

yani uzaktan yüzünü bile seçemediğin birinin

adı en sevdiğin şairin adıyken.

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, Manavgat, Perşembe akşamı bisikletçileri, Cumhuriyet meydanında toplu halde.

Büyük Taarruz bisiklet turundan sonra Antalya dan beni Arayan Işıl Antalya bisiklet festivaline beklediklerini ve mutlaka gelmemi istiyordu. Şimdiye kadar bir türlü gitmek isteyip te gidemediğim Antalya bisiklet festivaline her seferinde bir şey yüzünden gidememiştim. Antalyalı bisiklet dostlarının bu davetini geri çevirmek olmaz deyip gitmeye karar verdim. Aslında kış aylarında yıllık gideceğim yerlerin programını yaparken Antalya ve Mersin düşünmüştüm. İki festival bir hafta arayla yapılacağından madem Akdeniz’e gideceğim ikisini bir arada çıkarayım dedim. İlkbahar sonunda bisiklet sürerek gitmiştim Antalya ve Mersin’e kadar. Şimdi ise zamanım kısıtlı olduğu için otobüs ile gideceğim. Bisiklet taşıma konusunda şimdiye kadar hiç sorun çıkarmayan Kamil Koç firmasından biletimi aldım Manavgat’a kadar. Gündüz yolculuk yapacaktım o yüzden bisikletimi akşamdan eşyaları hazırlayım yükledim. Sabahın erken saatlerinde evden ayrılarak yolculuğum başladı.

İlk resmim evimin önünde KUZ bana poz veriyor. Eşyalarım bagajda yüklü ve sarı renkli, fosfor şeritli yelek üzerine örtülü. Yolda görünür olmak gerek. Bahçe çiti demir parmaklıklı. İçinde ise köpeğimiz LEO beni uğurluyor kuyruğunu sallayıp. LEO Rotvaydır cinsi, biraz iri, dana gibi. İnsanlar nedense çok korkuyor. Korkmakta da haklılar.

Güneş yeni doğmuş, garaja yaklaşırken parlak ışıkları ile yükselmeye başladı. Ana caddede gidiyorum.

Garaja varım otobüslerin kalktığı yerde bisikletin ön tekerini söküp otobüsün bagajına yükleyiverdim sorun çıkarmadan. Zaten muavin de bana yardımcı olarak bana yer gösteriyor bisikleti nereye koyacağımı.

Bisikleti bagaja sorunsuzca yerleştirmek beni rahatlatmıştı. Otobüse binip yerime oturdum. Yerimi her zaman koridor tarafı alırım ki rahatça yerimden kalkıp oturayım. Pencere tarafında 25 – 30 yaşlarında, uzun boylu, gayet iyi giyimli bir erkek oturuyordu. Saçları kısa ve düzgün kesimli, yüzünde kirli sakal ama gülümsemesini etkilemiyordu. Otururken “Merhaba” dedim. O da bana bakmadan “Merhaba” diyerek karşılık verdi. Bana bakmadan cevap vermesini sohbete başladıktan sonra anladım. Genç adam görme engelliydi. Kısaca Kördü. Hassas kulakları ile benim “Merhaba” sözümü dinleyerek tanımaya çalışmış besbelli. Sesimden tanımaya çalışması 8 saat sürecek yolculukta çekilebilir bir yol arkadaşı olup olmadığımı anlamaya çalışması.

Otobüs saatinde kalktı İzmir garajından. Yol arkadaşım bana kendini tanıttı ilk önce. İsmi Hüseyin, Ankara da Telekomda santral görevlisi. İzmir’e seminer için gelmiş. Burada Eşpedal bisikletçileri ile tanışıp kaynaşmış. Eşpedal bisikletçilerini tanıyorum. Sonra ben kendimi tanıttım Urim Babacan, kısaca Urim Baba olarak. Ben de onun gibi bisikletçi olduğumu, bisikletle gezdiğimi ve gezdiğim yerleri anlatan bir web sitemin olduğundan bahsettim. Gezip gördüğüm yerleri web sitemde çektiğim resimlerle yorumlar katarak paylaşmamı anlattım. Gezime başladıktan sonra kendi romanımı yazmaya başladığımı ve bunu resim çekerek yaptığımı söyleyince Hüseyin bana;

” Urim Baba web sitende resimde gördüklerini nasıl betimliyorsun ?” diye sordu.

“Her resimi betimlemiyorum, sadece en üsttekine yorumumu yazıyorum, devamı gelen resimlere hiç bir şey yazmıyorum.”

“Biz körler resimleri göremiyoruz ki!”

Sorduğu soru karşısında ilk önce cevap veremedim bir süre. Düşündüm, şimdiye kadar binlerce, on binlerce resim çektim. Ama hiç birini görmemişim ve hiç birini anlatamamışım okuyucularıma. Görenler zaten çektiğim güzellikleri görüyor, dağları, vadileri, ağaçları, dereler, denizler. Yolların kıvrımlarını, yön tabela trafik işaretlerini. Görenlere bir resim çok şey anlatır fakat görmeyenler bundan ne anlar diye düşündüm. Demek ki şimdiye kadar çektiğim resimleri görmeden çekmişim. Bir garip oldum bunları düşünürken.

Hüseyin benim dünyayı yeniden görmemi sağladı. Yazılarımı yazarken yeni bakış açımla yazmalıyım demek ki. Artık dünyaya yeni gözlerimle, Hüseyin’in gözleri ile bakmaya başladım.

“Öğrenmenin ve Öğretmenin yaşı yoktur”

Yolculuğun büyük kısmı Hüseyin ile sohbet ederek, bir kısmında kitap okuyarak, biraz da şekerleme ile geçti.

Akşam hava karardıktan sonra Manavgat’a garaja vardık. Hüseyin ile tanıştığıma memnun olarak vedalaşıyorum yanından ayrılırken. Hemen bagajdan bisikletimi ve çantaları indirip ön tekerleği takıyorum yerine. Bisikleti indirirken kilometre saatinin ekranı hiç göstermiyordu. Pili bitmiş olacak, dile kolay 6 yıldır kilometre saatini aldığımdan beri çalışıyordu. Eh ne yapalım yapacak bir şey yok. Bagaja çantaları ve eşyaları yükledikten sonra arkadaşım Mustafa Sayan’ı aradım ve yerimi bildirdim. Hemen geleceğini söyledikten sonra beklemeye başladım.

Sokak lambaları sıralı olarak ışıkları sıralı, geceyi aydınlatıyor. Yol kıyısında okul bölgesi olduğunu yazan tabela ve üstünde üçgen uyarı levhası. Üçgen içinde kırmızı üçgen ve kasis olduğunu belirtir resim. Altta ise 40 Kilometre hız yapılacağını gösterir yuvarlak, kırmızı uyarı işareti.

Mustafa fazla bekletmeden motorla geldi. Hasretle kucaklaştık, ardından takip etmemi söyledi. Kamp alanına götürecek beni.

Kamp alanına varıyoruz gecenin serinliğinde. Festivali düzenleyen arkadaşlarla buluşup hasret gideriyorum. Hepsini özlemişim ve uzun zamandır görüşemediklerimle de görüşüyorum. Zaman geçirmeden kendime çadır kurabileceğim bir yer beğenip çadırı kurup içine eşyalarımı yerleştiriyorum. Kamp yeri sabit olacak. O yüzden turlarda kullanmadığım bütün eşyalar çadırın içine yerleşiyor. Fazla geç olmadan yatıp uyuyorum.

1. Gün 2 Ekim 2015 Cuma

Manavgat – Side – Manavgat ve Perşembe akşamı bisiklet turu – Manavgat şehir içi

Güzel bir uykunun ardından kuş sesleriyle uyanmak bir harika. Hava mis gibi, sabahın tembelliği üstümde. Hiç acelem yok, bir gün erkenden geldiğimden bu gün tatil günüm sayılır.

Çadırımın içinden dışarısının resmini çekiyorum. Manzaram pek iç açıcı değil, çam ağaçları yanı sıra otomobiller daha ağırlıklı.

Sabah çayını semaverde demlemişler o yüzden çay içerek güne başladım.

Çadırı kurduğum yer kampın başladığı yer olarak belirlemiştim.

Sonra Manavgat çayının kenarı daha bir güzel ve manzaralı yer buldum kendime. Hemen çadırı söküp taşınıyorum çabucak. Güzel manzarada kahvaltımı yapıyorum. Fazla gecikmeden kamp görevlileri yanıma gelerek bulunduğum yer karavancılara ait olduğundan aşağıya çadırı taşımamı istedi. Aslında karavan da yok etrafta ama zihniyet insanların rahatını bozmak olunca fazla tatsızlık çıkmasın diye tekrar eski yerime taşınıyorum.

Öğleye doğru İzmir den bisikletçi arkadaşım Ümit kamp alanına gelerek buluşuyoruz. Hoş beşten sonra bana pil lazım deyince bende var diyerek çantasından yedek pil çıkarıp verdi. Hemen pili değiştiriyorum kilometre saatinin. Kalibrasyon ayarını tahmini yapıp yerine taktım. Ardından  öğle yemeği için Manavgat merkeze giderek öğle yemeğini yiyoruz. Yemeğin ardından Side’ye doğru yola koyulduk. Tarihi kentin kalıntıları ilk girişte gözümüze ilişmeye başladı bile.

Her tarafta tarihi kalıntılar görmek mümkün. Sütunlu yol kıyılarda, ortası taş döşeli ve düz. Eskiden ana cadde olmalı

Asfalt yol tatlı eğimlerle kıvrılarak gidiyor, etraf tarihi kalıntılar ile göze çarpıyor.

Başlı başına tarihte önemli bir yere sahip olması şimdiki kalıntılarda belli oluyor. Muhteşem bir uygarlık ve zenginlik.

Yemekten sonra kahve içmemiştim, tarih kokan Side girişinde oturup kahve keyfini yapmak gerek. Hemen cezveyi ocağa sürüyorum. Bu arada grubu da bekliyoruz. Side’ye tur yapacaklar. Gelince onlara katılacağız. Ümit, beni kahve yaparken çekiyor. Bisikletim KUZ da yanımda.

Kahve pişerken bisikletim KUZ’un önüne bağladığım katılımcı tabelamı resmediyorum.

Kahvenin pişmesine daha var. Öyle aceleye gelmez kahve pişirmek. Sabredeceksin. Yanımda arkadaşım Ümit sabırla kahvenin pişmesini bekliyor. Elçek resmimizi çekiyorum ikimizi.

Festivale katılacaklar da buraya gelecekler, biraz da onları bekliyoruz Ümit ile. Sonrasında gelenlerle birlikte tarihi kentte karışıyoruz.

Grup gelince cep telefonumla video çekiyorum.

https://www.youtube.com/watch?v=vqWDj8X5bJw

Side amfi tiyatro ile sur duvarları arasından kemerli geçit var. Tiyatro taş blokları ve duvar kalıntılarını taş blokları aynı yapıda. Görünümü sadece asfalt ve arabalar bozuyor.

Side müzenin giriş yeri Taş duvar örülü bir sokak, duvar diplerinde ise mermer sütunlar dikilmiş. Giriş demir kapı ile kapalı, yanda bilet gişesi var.

Tapınak sütunları yol kıyısında sıralanmış.

Karşısında amfi tiyatro. Daha önce gezmiştim amfi tiyatroyu. Dünyada düz arazide yapılmış tek tiyatro. Bütün amfi tiyatrolar yamaç yerlere yapıldığından Side tiyatrosu benim için ayrı bir yere sahip. Seyirci bölümünün yüksekliği 10 metre civarında, taş kemerli dükkanlar yan yana. Dükkanların içi boş ve bariyerlerle kapalı.

Kentin ana giriş kapısı. Yol yüksek kemerli bir duvarın içinden geçiyor.

Burası da çarşı ve dükkanlar, turistlere hizmet ediyorlar.

Limana varıyoruz, limanda tekneler bağlı.

Dört sütunu kalmış tapınak kalıntısı. Haziran ayında daha önce buraları Ferdimen ile gezmiştik. Bisikletler park edilmiş, dört sütun, üzerinde tamamı üçgen kiriş ama az bir kısmı sağlam. Gerisi yok. Ümit bana poz veriyor bisikletlerin başında.

Daha önce girmediğim müzeye müze kartımla girerek içerisini hızlıca gezip hepsinin tek tek resmini çekiyorum. Girişte sütunlu caddedeyim ilk önce.

Eski Yunan harfleriyle yazılı mermer tabletler.

İnce işçilik örneği ile işlenmiş kiriş mermer bloklar.

Müzenin dış avlusu, taş bina. Binanın girişi kemerli kapı. Duvar diplerinde de bulunan mermer blok kalıntıları sergilenmiş.

Yunan yazısı ile yazılmış mermer tablet.

Yunan yazılı blok taş.

Müzeye giriş kemerli kapıdan. Kemerin içinde dikdörtgen taş kapı. Kapı kenarlarına da Roma dönemine ait kilometre taş blokları iki tane.

İçeri girince başka bir avlu karşıma çıkıyor. Dört taraf ve yer taş örülü. Yine bir kemerli kapı, kapı demirden yapılmış. Gece kitleniyor tarihi eserleri korumak için. Avlunun ortasında vazoya benzer siyah renkli bir taş. duvar diplerinde heykeller sıralanmış.

Siyah renkli, taş işlemeli, bir parçası kırık. Tabanı kare, üstü yuvarlak işlenmiş.

Duvarın birinde günümüz mermer blok üzerine konulmuş iki tane öküz başı. İkisinin ortasında hamamlarda gördüğüm kurna konulmuş.

Yunan alfabesinden omega harfi benzeri bir metre derinliğinde havuz. Havuzun kıyısında başsız, bazı yerleri kırık heykeller sıralanmış. Havuzun içinde iki metre boyunda ince bir sütun, sütunun üzerinde küçük bir mermer blok.

Dış alanı bitirip iç kısımdaki kapalı yeri gezmeye başlıyorum. Burada kazılarda bulunmuş heykeller büyük, küçük sergilenmekte.

Erkek heykeli çıplak, karşıda başı olmayan kadın heykeli. Heykel üzeri elbiseli mermer işçiliği yapılmış. Yerde küçük heykeller işlenmiş lahit.

İlginç bir heykel örneği, ön kısmı orantısız kadın biçimi. Bacakları, göğsü ve kafası. Arka ayakları çömelmiş bir hayvan ile birleşik bir yapıda.

Garip heykelin bir benzeri daha var. Bu heykelin sol göğsü kırılmış. Başı ise güzel bir kadını betimliyor.

Yunan tanrılarından Apollon başı, Roma döneminden kalma.

Roma döneminden kalma heykeller sıralanmış. En başta belinden aşağısı olmayan elbiseli kadın heykeli. Elbisenin kıvrımları mermer işçiliğinde ne kadar usta olduğunu belirtiyor. Yanında çıplak kolları, ayakları ve başı olmayan bir heykel. Onun yanında Roma askeri, belden aşağısı yok ama kolu ve başı sağlam duruyor.

Roma döneminden kalma Yunan tanrılarından Hermes başı.

Apollon baş heykeli, Roma dönemine ait. Uzun saçları yandan sarkmış sanki peruk takılmış gibi.

Zengin yada ünlü bir komutana ait olduğu belli mermer lahit. Lahit gövdesinin dört köşesinde kadın heykeli işlenmiş. Aralarda çocuk heykelleri. Heykellerin arka kısmı lahidin gövdesinde olmak üzere ustalıkla işlenerek sanki canlı görünüm kazandırılmış. Kapağı ise üçgen, kenar eteklerinde aslan başları. Üçgen alın başında ise kötü kişileri etkilemek için bakışları karşısındakini taşa çeviren Medusa kabartması. Saçları yılanlı ve uzun.

Lahit sanduka dış duvarındaki çocuk heykelleri öyle bir işlenmiş ki hepsi ayrı bir figür biçiminde. Bir tanesinin elbisesini sepet torba gibi yapıp içinde elmalar bulunuyor. Sağ kolunla elmanın bir tanesini konuklara ikram eder gibi uzatmış. Köşedeki kadın heykeli de sağ eliyle lahidin halkasından tutmuş. Sanki lahidi taşıyormuş gibi. Dört köşede aynı kadın heykeli sağ elleri ile halkayı yukarıda tutmuş.

Küçük bir çocuğa ait lahit. Kapağı kırık ama parçalar birleştirilmiş.

Başka bir lahit, lahidin kapağı düz, üzerindeki kabartma heykel kırık. Ne olduğu belli değil. Lahidin gövdesinde ölüyü betimleyen kabartmalar. Sevdiği köpeği de işlemeyi unutmamış heykeltıraş.

Başsız, kırık dökük heykeller.

Başı olmayan bir tanrı heykeli, çıplak. Kolları havaya kalkık ama bileğinden kırık. Bacağının bir tanesi yok, diğeri sonradan eklenmiş. Diz altı kırık ve yok.

Sol bileği olmayan ve çene kısmı kırılmış tanrıça heykeli. Elbisesi üzerinde işlenmiş.

Başka bir kadın heykeli, üzerinde elbisesi ile işlenmiş. Sağ göğsü çıplak, sol omuzundan bağlanmış elbise üzerini örtüyor. Belinde ip kuşak bağlı. İp fiyonk biçiminde bağlanmış. Elbisenin kıvrımları ince işçiliğin muhteşem örneği, İnsana hayranlık uyandırıyor. Bakmaya doyamıyorsun. Elbisenin altında eteği, sol bacağını diz kapağından az yukarısına kadar gösterir durumda. Eteğin kıvrımları da ayrıca ince işlenmiş. Sol bileği ve diz altından aşağısı kırılmış.

Roma döneminde M. Ö. II. yüzyılda yapılmış Yunan tanrısı Hermes heykeli. Heykel tamamen çıplak, boynunda pelerin bağlı. Pelerin arkadan sarkıtılıp sol koluna tutturulmuş. Pelerinin kıvrımları ise ayrı bir güzellikte işlenmiş. Sağ elinde bir kese tutuyor sarkmış olarak. Pelerin sol omuz başında kocaman bir toka ile tutturulmuş. Heykelin sol elin bileği, sol ayağı diz kapağı ile ayağın tam ortasından alt tarafı, sağ ayağı ise ayak bileğinden kırık. Bir de kıran kişi kendinden utanmış olacak ki ahlak bekçisi gibi görmek istemediği erkeklik organı kırık durumda. Saçların kıvrım kıvrım işlenmesi, pelerinin kıvrımları ve vücut hatları düzgün ve parlak mermer kusursuz bir erkek heykeli ortaya çıkmış. Demir çubuklarla mermer bloğa sabitlenmiş heykel.

Her tarafta kazılarda bulunmuş çeşitli heykellere donatılmış müzenin içi.

Bir metreye iki buçuk metre boyutlarında kenarları oluklu kiremitlerle çevrili bir mezar. Toprak zemine yatırılmış insan iskeleti. İskelet hiç bozulmamış, tüm kemikler tam. Öylece yatırılmış durumda müzenin bir kenarında sergileniyor.

Mezarlıklarda bulunduğu anlaşılan kabartmalı figürlerle bezeli lahit kenarları, heykeller sergilenmiş.

Lahit süslemeleri kırık dökük parçaları, sağlam kalan kısımları bile işçiliğin en güzel örneklerini oluşturmuş.

Salonun ortasında sergilenen üç kadın heykeli, kadın hatlarının tüm ayrıntılarını gösterir mükemmel işçilik. Ortadaki yandaki heykellere göre ters konulmuş. Heykellerin kolları, başları, ayakları tahrip edilerek kırılmış.

Heykellerin diğer tarafından resmini çekiyorum. Tamamen çıplak olan heykellerin göğüs kısımları sapık birileri tarafından kırıldığı kesin. Bu sapıkların büyük bir olasılıkla heykellere tecavüz ettiklerini bile düşünmeden edemedim. Heykeller mermer bir bloğa ayaklarından demir çubuklarla dik olarak sabitlenmiş.

Yarım yuvarlak bir havuzun içinde çeşitli boyutta pişmiş testiler, amforalar sergilenmiş.

Derin mermer kaplı bir havuz ve havuzun başında nehir tanrısı Melas yatar durumda heykeli var. Heykel sol kolu tarafında yastıklara dayamış yan olarak uzanmış, üstü çıplak, belden aşağısı örtülü. Heykelin başı ve sol kolu omuzun biraz aşağısından kırık.

Yarı tanrı güçlü Herakles heykeli. Sakalı ve saçları ince işçilikle işlenmiş mermer başında. Sol ayağı komple, sağ ayak bilekten ve erkeklik organı tahrip edilmiş.

Küçük çocukların minik lahitleri. Çocukları betimleyen yüz kısmı. Birisinin kapağında sol koluna yaslanıp uzanmış çocuk heykeli.

O dönemlere ait çeşitli mezar kalıntıları, kimisi lahit yaptırmış, kimisi basit bir şekilde gömülmüş, iskeleti ile sergileniyor. Kimisi de küp içinde kemikleri toparlanıp öyle gömülmüş.

Kabartma insan figürleri işlenmiş lahit parçası.

İç kısımdan çıkıp dış kısımda görmediğim yerleri çekiyorum. Yılan saçlı üç Gorgonlarlardan birisi olan Medusa başı. İki baş yan yana yapılmış. Bakışları ile karşısındakini taşa çeviren Medusa kötü kişileri ve ruhları bulunduğu yerden uzaklaştırmak için yapılıyor. Medusa figür bloğunun altında kabartma süslemeli kiriş bloğu.

Bahçe süs ağaçları ve sarmaşıklarla bezenmiş. Kenarlarda süslemeli sütun başları sergilenmiş.

Bahçede yeşillikler içinde yarısı kırık sütun dikilmiş. Kabartma işlemeli bir timsah ve insan figürleri.

İri bir kadın heykeli, sağ göğsü çıplak ve tahrip edilmiş. Sol omuzuna asılmış elbise vücudunu kaplıyor. Belinde kumaş bir kuşakla bağlanmış. Heykelin başı ve kolları yok. Dizlerden alt kısmı da tahrip edilerek yok olmuş. Yerde ise heykele ait olduğu anlaşılan parçalar var.

Yine bir kadın heykeli, üzeri kumaş bir elbise ve omuz şalı olduğu anlaşılan örtü ile omuzlarında. Heykelin kolları ve başı her zamanki gibi yok. Sağ ayak bileğinden kırık. Sağ ayağı ise sağlam ve küçük nazik kadın ayağı.

Aslan yüzünü yana dönmüş bir heykel mermer bir bloğun üstünde. Aslanın ön ayağı altında bir dişi aslan başı duruyor.  Aslanın bacakları ve karnı daha önce kırılıp yok olmuş. Ayakta durması için yerine sonradan parçalar eklenip tamamlanmış.

Yan uzanmış kadın heykeli başsız olarak oturmuş bir erkek heykeline yaslanmış. Heykellerin elbiseleri ince işçilikle yapılmış. Etiketinde sadece Klineli lahit kapağı yazıyor.

Kimi kapaklı, kimi kapaksız lahitler. Lahitler süslemesiz sade.

Kimisi ise süslemeli kabartmalarla bezenmiş. Önümdeki lahitte inanç değişiminin başlangıcını betimlemiş. Lahidin yan kısmında iki kanatlı çocuk melek figürü. İki elleri ile çiçek bezeli ay biçiminde çelengi tutuyor. Çelengin ortasında iki saplı bir vazo. Bu figürler İsa dan sonraki Hristiyan roma dinini, kapağındaki Medusa başı ise Pagan inanışını simgelemiş.

Lahitler genelde ev biçiminde yapılmış. Sanduka oda biçiminde, kapağı da üçgen çatı tarzı. Ölen kişinin durumuna göre lahit yapılıyor. Zengin ise süslemeleri bol. Geliri daha az ise süslemesi az ve sade yaptırıyor. Ölümden sonra yaşama inandıkları için daha önceden ustalara lahitlerini ısmarlıyorlar. Kimi bitmiş, kimi lahit bitmeden sahibi ölünce yada parası ödenmediği zaman yarım kalmış biçimde gömülüyor. Bu sanduka sade, kapağındaki üçgen kısmında sadece yuvarlak bir kabartma var. Bu da lahitte yatanın bir erkek olduğunu belirtiyor.

Bazı lahit kapaklarında kötü ruhlardan korunmak için Medusa başı kabartması yapılmış.

Antik Yunan ve Roma dönemi değerli eserler yanında Selçuklulardan dan kalan yazıtlar da sergilenmiş. Alttaki resimde han kitabesi olduğunu belirtir etiket var ama ne yazdığını anlatan bir yazı görmek mümkün değil.

Uzun ve dar sanduka kitabeleri, üzerinde Arapça yazılar var. Mezarın üstüne konuluyor ve ölen kişiler hakkında bilgiler yazılmış. Müslümanlık döneminde lahitler mezara dönüşmüş. Ölüler gömüldüğü için sadece kitabeler sandukanın üzerine konulmaya başlanmış. Sanduka kapakları Yunan ve Roma dönemi lahit kapaklarının benzeri. Üçgen biçiminde uzun ve dar yapılmış tabut gibi. Yanlarında işlemeler yapılmış sadece. Süslerden geri kalınmamış sadece heykel yada yüz kabartmaları yok.

Neredeyse Beş dakikadan kısa bir sürede müzeyi geziveriyorum bir çırpıda. Sadece gördüğüm her şeyin resmini çektim. Fazla dikkatlice bakmadan. Bisikletin başında Ümit bekliyor, fazla bekletmemek olmaz. Çıkışa doğru yürüyorum avluda.

Bu 4. Antalya – Manavgat bisiklet festivali. Afişleri de tabelalarda yapıştırılmış bile. Afişte bir bisiklet ve festivali belirtir yazı var. Antalya bisiklet festivalinin amblemi yuvarlak içinde güneş, deniz ve bisiklete binen biri sadece düz çizgi ile betimlenmiş. Yuvarlak amblemden kıyılara doğru ipe asılmış renkli üçgen bayraklar. Bisikletim KUZ ile birlikte çekiyorum.

Yerlerde kamp alanına giderken yolu gösterir işaretler ve bisiklet resimleri çizilmiş. İşaretleri takip edersen kamp alanını bulmak kolaylaşıyor.

Kamp alanına geliyorum, afiş te konulmuş giriş yerine. Yazıda Uluslar arası Antalya Bisiklet Festivali antalyabisikletfestivali.com. Kamp alanına hoş geldiniz yazısı üzerine asılmış.

Akşam yemeğinden sonra Perşembe Akşamı Bisikletçilerinin düzenlediği Perşembe akşamı turuna gideceğiz. Tüm bisikletçiler toplandık. Hepimiz aydınlatmalarımızı yakıp kamp alanından Cumhuriyet meydanına doğru gitmeye başladık.

Cumhuriyet meydanına varıp bisikletleri park ediyoruz. Manavgat ta ilk defa bu kadar kalabalık Perşembe akşamı turu olacak.

Manavgat Cumhuriyet meydanı geniş bir alan. Alanın başında Atatürk heykeli, arkasında 6 direk. Her bir direkte Türk bayrağı asılmış. Bisikletliler bisikletlerini park etmiş durumda.

Antalya Perşembe akşamı bisikletçileri başkanı Ceyhun Altın festivalin afişi ile römork ile tura renk katacak.

Meydanda bisikletçiler yuvarlak oluşturacak şekilde yan yana dizilmeye başladık bisikletlerimizle beraber.

Meydanın diğer ucundan tüm bisikletlilerin resmini çekiyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Çok kalabalık olduğundan herkesi bir kareye yakından sığdıramadığımdan üçer beşer çekmeye başladım katılımcıları.

Diğer grup.

Onun yanındakiler.

Bunlar da yanındakiler.

Onların yanındakiler.

Diğerleri.

Diğer arkadaşlar.

Bir grup daha.

Onun yanındakiler.

Başkaları daha var.

Videosunu da çekiyorum

https://youtu.be/dZCMe9OUg2s

Perşembe akşamı bisikletçileri toplantı halinde bir arada.

Topluca bir resim çekiliyoruz.

Perşembe akşamı bisiklet turu ile festival başlamış oldu. Başlangıçta videosunu çekiyorum cep telefonumla.
https://youtu.be/lUuBXYdOsJA

Manavgat sokaklarında en kalabalık Perşembe akşamı bisiklet turunu gerçekleştiriyoruz. İnsanlar bizleri görünce şaşırmadan edemiyor. Tur Manavgat caddelerinden geçtikten sonra Sorgun Titreyen gölde bitiyor. Titreyen göl de kamp alanına çok yakın, hemen kamp alanına gelerek çadırlara istirahate çekiliyor herkes.

Bu gün yaptığım yol 28 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Menderes Deltası Bisiklet Turu 3.Gün

24 Mart 2014 Pazartesi

Doğanbey köyü – Dilek yarımadası – Güzelçamlı – Soğucak

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Dün gece düşümde gördüm o yolu. 
Upuzun, belli belirsiz, kıvrım kıvrımdı, ufukta kaybolan. 
Demir bir atın üzerindeydim.
Göğüs kafesim soluk soluğa inip kalkıyor, tekerler sanki yukarıya doğru akıyordu.
Rengarenk bir kır cümbüşü vardı, mevsim ilkbahar olmalı. 
Kuş ve böceklerin sesine karışıyordu teker sesleri.
Yer gök müydü, gök yer miydi bilinmez. Bir olmuşlar da dansediyorlardı. 
Bir parça bulanık, bir parça duru.
Ağaçlar vardı yanı başında, yol iki yana kaymasın diye dikilmiş olmalılar. 
Kim bilir belki de yolcunun hedefine bir nirengi.
Pedallarım bir yere, bir göğe değiyordu.
Büyülenmiş, kilitlenmiş ufka doğru yol alıyordum.
Düşüm yol, yolum düş olmuştu dün gece…

Hakan EŞME / Boztepe Yolu / Düş Sonrasına Esin

 

Öne çıkmış olan görsel, İrfan ile yere oturmuşuz, arkamız dönük, yanımda kahve takımları, ocakta kahve cezvesi, karşıda Samos adası.

1011045_10152297772644861_302430417_n

Güzel bir uykunun ardından dinlenmiş olarak erken kalkıyoruz. El yüz yıkandıktan sonra ilk önce eşyalarımı toplayıp bisiklete yükleyip hazır hale getiriyorum. Ardından kahvaltılık için bakkaldan alışverişi yaptıktan sonra güzel bir kahvaltı yaparak karnımızı doyuruyoruz. Kahvaltının ardından etrafı temizledik, çöpleri toplayıp odayı bulduğumuzdan daha temiz bıraktık. Son kontrolleri yaparak odayı kilitleyip anahtarı bakkala teslim ederek teşekkürlerimizi iletiyoruz. Muhtarı cep telefonundan arayıp ona da teşekkür ediyoruz bizleri ağırladıkları için. Odanın içinde bisikletim KUZ eşyalar bagaja yüklü hazır bekliyor. Solda sandalye var.

240320145525

Köy odasından ayrılıp köy kahvesine gelerek ikişer duble sıcak çay içerek güne zımba gibi hazırlanıyoruz. Bu gün pek düz yolda gideceğimizi sanmıyorum. Rotayı dengesiz İrfan yaptığına göre içime şüphe düşmüyor. Bakkaldan ekmek alıyoruz bol, ne olur ne olmaz, diğer yiyecekler çantalarda var. Yola çıkmadan önce bisikletler park halinde zeytin ağaçları altında bekliyoruz.

240320145526

Doğanbey köyündeki berberi görünce resmini çekmeden olmaz deyip çekiyor İrfan. Berber beyaz bir minibüs ve seyyar olarak köyleri dolaşıyor.

10003524_10152300082739861_1042588557_n

Fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Dilek yarımadasının burnuna doğru pedallar sakince dönmeye başladı bile aheste aheste. Ufukta burun görünüyor, İrfan ve Selahattin önde gidiyor.

240320145527

Yolun kıyısında fazla derin olmayan bir mağara karşıma çıkınca durup yakından resmini çekiyorum.

240320145528

Denize sıfıra yakın yolda gidiyoruz, bizler göremeyiz ama ileride Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlar buraları doldurup bereketli tarlalara dönüşecek.

240320145530

Selahattin ve İrfan önden önden gidiyorlar, yol da hafif kıvrımlarla dalgalı biçimde yükselip alçalıyor. Baharın kokuları denizin iyot kokusuna karışmış bol oksijenli havayı solumak yetiyor.

240320145531

Dilek yarımadasının burnuna çok yaklaştık, Denizde Büyük Menderes nehrinin getirdiği topraklar zamanla kara parçasına dönüşmeye başlamış.

240320145532

Ve yolun sonuna geldik, buradan öte yol yok. Sadece restoran var, duvarın dibinde iki tane manken. Biri erkek biri dişi, sanki Medusayı görmüşler gibi öylece donup taşlaşmışlar. Buralara fazla insan gelmiyor anlaşılan. Restorandakiler kalabalık görünelim diye iki tane mankeni sanki orada çalışan birileri varmış gibi davranıyorlar tahminimce.

240320145535

Yol bittiğine göre rehberimiz İrfan bizi geri döndürerek yüksek sezgilerinle doğru yola götürüp yarımadanın burnundan yukarıya doğru çıkan yolu buldu. Artık çıkmaya başladık yavaş yavaş. Akdeniz bitki örtüsüne ait olan makilik kendini küçük çalılarla donatmış. Eee bahar ayında da mor çiçeklerini açarak gelinliğini giymişler.

240320145536

Yol toprak ve taşlı, şimdilik bize engel olmadan tırmanmaya devam ediyoruz. Yükseldikçe manzara da o derece artarak bizleri büyülüyor. Rehberimiz İrfan gideceğimiz yolu çıkarmaya çalışıyor etrafı gözlemleyerek. Elbette güvenim tam olarak bizi en güzel yerlerden götüreceğine eminim. Ne de olsa sorumsuz değil mi? İrfan durmuş etrafı gözlemleyip doğru yolda gidip gitmediğimizi kontrol ediyor.

240320145538

Giderek yükselmeye devam ediyoruz, manzara genişlemeye devam ediyor. Granit kayalardan oluşmuş arazide yaşam ile toprak oluşumunu görüyoruz. Her yıl kendini yenileyen bitki örtüsü toprağın çoğalmasına neden oluyor. Yaşam topraksız olmuyor ama su da gerekli. Denizde fazlası ile su var yaşam için. Denizdeki suyun topraktaki bitkilere ulaşması da yavaş oluyor. İlk önce buharlaşma oluyor, ardından toplanıp bulut olan su damlaları bitkiler üzerine yağıp suya olan hasreti bitiyor ve döngü böylece sürüp gidiyor binlerce yıldır. Deniz ile dik kayalıkların savaşı ise daha yavaş ilerliyor. Görünen o ki deniz kayaların altını oymaya devam ediyor. Oydukça, kayalar belli bir zaman sonra denizin üzerine düşüyor. Bu savaş o kadar yavaş sürüyor ki bizler bunu görebilmemiz imkansız. Anca kısa ömrümüzde sadece bir anını görmüş oluyoruz. Buna bakarak kısa ömrümüzde daha ne kadar yaşayacağımız belli değil. Ne kadardır bisiklete biniyorum, daha ne kadar da bineceğim belli değil. Bisiklete binerek zamanın kısa ama bir o kadar da uzun olduğunun farkına varıyorum. İlk önce yol nasıl bitecek diye düşünürken günler geçtikçe arkama bakınca yüzlerce, binlerce kilometre gitmişim. İşte zamanın farkına varmadan yolda olmak, zamanı yaşamayı seviyorum. O anlardan birini yaşıyorum kısa bir dinlenme anında.

Yüksekteyim, aşağıda denize inen dik kayalıklar, dalgalar kayaları oymuş, kimi kaya parçası denizde küçük adacıklar olmuş. Bu kayalar yamaçtan düşenler.

240320145539

Yol tamamen granit kaya, dozer bu yolu nasıl açmış belli değil ama yol düz görünüyor.

240320145542

Kekik henüz çiçek açmış yeşil elbisesini giymeye başlamış. Ortalığı keskin bir kekik kokusu sarıyor. Aldığımız nefese bir de kekik kokusu karışınca kim bilir ne kadar gençleşiyorumdur.

240320145543

Önümde giden İrfan’a yetişmeye niyetim yok, çünkü yolumuz zorlu. Bakalım daha ne kadar çıkacağız.

240320145544

Bazen geride yalnız kalınca düşüncelere dalıyorum, işte be düşünürken çektiğim bir resim. Güneş gözlüklü düşünen adam.

240320145545

Yolu öyle yapmışlar ki bazen iniyoruz yokuş aşağı. Yol çakıl taşlı.

240320145546

Ama bu iniş kısa sürüyor, tekrar tırmanış başlıyor. Kayalık ve çıplak sayılabilecek bir vadiden çıkıyoruz yukarı doğru.

240320145547

Dağdaki su kaynaklarını bir varilin içine toplayıp borularla aşağıdaki restorana içme suyu olarak götürüyorlar. Fazla kirletmeden mataradaki suyumu tazeliyorum. Yanımda yeterince su var ama ne olur ne olmaz yedeklerdeki suları da tazeliyorum hazır su kaynağını bulmuşken.

240320145548

Sarı çiçek diğer çiçeklere göre daha büyük ve rengi daha parlak. Yolun ortasında tek başına öylece güzelliğini sermekten çekinmiyor.

240320145549

Görünen o ki Dilek yarımadasının burnu epey büyük. Burnunun ucu o kadar büyük ki çık çık bitmiyor, nereye kadar çıkacağımız da belli değil. Ama güzel çıkıyoruz doğrusu, eğim yer yer bayağı sert.

240320145550

Yoldaşım KUZ hiç yorulmamışa benziyor, elbette hak ettiği yerde en güzel manzarada resmi çekilmeyi hak ediyor. Ben de KUZ’u onurlandırıyorum. KUZ’un çıktığı yol kıvrıntıları yamaçlarda görünüyor ve engin Ege denizi, uçsuz bucaksız.

240320145551

Samson dağının zirvesi göründü, epey yaklaşmışız. Zirve gerçekten muhteşem görünüyor. Çıkılası zirve bizi davet ediyor tüm azametiyle.

240320145552

Madem zirve bizi davet ediyor bir resmini elçek yapmak gerek. Üç yoldaş, üç dengesiz, üç sorumsuz ne demeli.

240320145553

Zirve keyfini sürerken bulunduğumuz yer de benim manzaramı seyretmeden geçme diyor. Manzaranın da isteğini yerine getiriyoruz. Yolun yanında, uçurumun kıyısında oturup manzaranın keyfini çıkarmaya yanımızda bulunan çerezlerle başladık.

240320145554

Üç dengesizin pistonları dinlendirmek gerek. Denizden gelen hafif rüzgar ile pistonları soğutma çalışmaları. Üç dengesizin kokan çorap ve spor ayakkabıları. Neyse ki sadece biz varız da kokan çoraplar kimseyi rahatsız etmiyor.

240320145555

İlk önce İrfan poz veriyor kamerama, ardından İrfan da beni çekiyor. Nasıl olsa acelemiz yok, sadece bulunduğumuz anı yaşıyoruz. Bu bize yeter. Uçurum kenarı ve deniz.

240320145556

Üzerim çıplak, kollarımı iki yana açmış poz verdim İrfan’a.

240320145557

Doğada bu güzel ortamı bozan tek bir nesne var. Ta dağın tepelerine yakın ıssız, insanların pek gelmediği bu yerde hak etmediği yerlerde gezerken plastik bir şişeyi atmış. Bu güzelim tertemiz, doğal ortama hiç uymuyor, resmi bozmaktan başka bir işe yaramıyor.

240320145560

Elbette görüntü kirliliği yaratan plastik şişeyi orda bırakamazdım. Şişeyi alıp bagajımdaki heybene sıkıştırıp medeniyetin çöp tenekesine kadar götüreceğim.

240320145561

Daha önce dağın zirvesine yaklaştığımı sanmışım ama zirve diye gördüğüm kayalık şimdi aşağıda kaldı. Hala çıkmaya devam ediyoruz.

240320145562

Ağır ağır tırmanırken kulağıma acayip homurtular gelmeye başladı. Acaba su mu kaynatıyorum diye düşünürken homurtular iyice artmaya başladı. Sesin benden gelmediğini anladıktan sonra yılkı atlarını görüyorum birden bire. Yılkı atları bizi görünce çalılıklara doğru gitmeye başladılar. Sürünün lideri çalıların ardından kafasını uzatmış bana doğru homurtular çıkararak sürüyü koruma altına alıyor. Bunun resmini çekmek için hemen telefonu çıkarıp kamerayı açasıya kadar sürü çalıların ardında gözden kayboldu. Sadece sürü lideri olan beygirin resmini çekebiliyorum.

240320145564

Toprak yol asfalt yola kavuştuğunu görüyorum. Bu yol Güzelçamlı tarafından geliyor. Daha önce Güzelçamlı bisiklet festivalinde yolun belli bir yerine kadar gelebilmiştik. Askeri bölge olduğu için geçişimiz yasaktı bu tarafa. Şimdi ters taraftan gelemediğimiz yola kavuşmamız bir garip oluyor benim için. Yol radara doğru gidiyor, buraları askeri bölge olduğunu İrfan bize söylüyor. Haliyle hedefimize doğru yolumuza devam ediyoruz. Bakalım nereye kadar gideceğiz.

240320145565

Aşağıda gördüğümüz zirvenin ardındayız şimdi, bu ikinci zirve. Epey de yükselmişiz deniz kıyısından. Denizde dalgakıran gibi kara parçası oluşmuş Büyük Menderes nehrinin getirdiği topraklar doğal mendirek ortaya çıkarmış. Zamanla burası toprakla dolup bahçeye dönüşecek.

240320145567

Kayalık dağın ardında giden yolda tırmanmaya devam ediyoruz. İleride daha yüksek kayalık zirve görünüyor..

240320145568

Yükseldikçe ufkum genişliyor, uçsuz bucaksız Ege denizini seyretmek bana büyük zevk veriyor. Ayrıca geldiğim yol da kıvrım kıvrım. Buradan yakın görünüyor ama gel de bana anlat nasıl çıktığımı. Zorlu olsa da halimden hiç şikayetçi değilim. Şikayetçi olmaya hiç niyetim yok. Yolumuz daha olmasına rağmen insana huzur veren yerlere kendi gücümle gelmem bana yetiyor. Arabayla 15 yada 20 dakikada gelebilirdim buraya kadar ama bu kadar güzelliği göremezdim ve mutlu olamazdım doğrusu. Halim ve moralim zirve yapmış gibi.

240320145569

Çıktıkça çıkıyoruz ve zirveler bitmiyor. Aşağıdan hiç belli olmuyor bu kadar zirve. Dağ tek başına değil demek ki. Bir çok zirve birleşip koca dağı oluşturuyor. Dağa çıkınca bunu anlıyorum.

240320145570

Tam dağın sırtında yukarıya doğru çıkıyoruz. Bazen etrafta ağaç olmuyor, bazen de çam ormanının içinde neredeyse yol kapanacak çam ağaçları ile.

240320145571

Dağın sırtındayız, nihayet Samos adasını görebildik. Bir tarafımız kuzey, Samos adası.

240320145572

Diğer tarafımız güney, Menderes deltası.

240320145574

Çam ağacı çam kurdunun istilasına dayanamamış kuruyup kurtların gazabından anca kurtulabilmiş. Sıra diğer çam ağaçlarına gelmiş, kimi dalları kurumaya başlamış bile. Çam ağaçları hayvanlar gibi hareket edip kurtların saldırılarından kaçamıyorlar. Dışarıdan hiç bir yardım almadan zararlı kurtlardan kendilerini nasıl savunuyorlar acaba? Elbette kendini koruma mekanizmaları olmalı ağaçların yoksa tüm bitkileri yiyip bitirirlerdi kurtlar ve diğer asalaklar. Çam ağaçları çok olduğuna göre kurtlar o kadar çoğalıp ormanı kurutamıyorlar demek ki.

240320145573

Yukarısı da Samson dağının zirvesi. KUZ sakin sakin zirveye başını çevirmiş dinlenirken. Gerçi hiç bir zaman yorgunluktan şikayetçi olmadı, demir atım benim. Bisikletim KUZ’un kadro demiri arasında Samson dağı, termos metal suluk yerinde.

240320145575

Zirve yavaş yavaş bulutları toplamaya başlıyor. Rüzgarın şiddeti giderek artıyor. Bunu ağaçların, ormanın rüzgar uğultusundan anlıyorum. Bulutlar üzerimizden yalayıp geçiyor. İlk defa bulut üzerimden geçiyor. Müthiş bir duygu, bulut sis gibi üzerimizden geçerken bir kayboluyorum, bir ortaya çıkıyorum.

240320145576

Henüz zirve uzakta, tırmanış bitmek bilmiyor ve İrfan asfalta serilmiş iki seksen beni beklerken buldum. Selahattin bariyerlere dayanmış durumda.

240320145577

Hiç bir şey demeden kendimi yere atıp sere serpe iki seksen uzanıyorum. Ne kadar kilometre tırmandık belli değil. Yorgunluk belirtileri kendini belli etmeye başladı. Biraz dinlenme iyi gelecek kaslarıma. Henüz acıkmadım ama biraz uzanıp dinlenmek iyi geliyor. Ardından çerez ve kuru yemiş atıştırarak ara öğünü geçiştiriyoruz. Yemeği askeri bölgeyi geçtikten sonra yemeye karar verdik. Zaman zaman üzerimizden ince tabakalar halinde bulutlar geçiyor ve rüzgar da kuvvetli esmeye devam ediyor. Dağın sırtından geçen bulutlar küçük olduklarından tutunmadan geçip gidiyorlar. Sadece sis tabakası gibiler. Aşağıdaki resimde üstümüzde duman tabakası görülmekte. İrfan ile ben iki seksen uzanmış haldeyiz asfaltta.

240320145578

Karakola kadar asfalt, ondan sonrası yol demeye bin şahit. Karakolun yanından sorunsuzca geçtik. Bisiklete binmenin imkanı yok. İri taşlarla yapılmış sanki. Yada taşları olduğu yerde kırmışlar. Zirveye yakın olduğumuz için etrafta ağaç yetişmediğinden toprak denen nesne yok. Safi kayalık ve küçük, bodur çalılar var o kadar. Bir de yokuş bitti, iniş başladı ama eğim % 30 civarında olmalı ki bisikletleri elimizle ardıma dayanarak bisiklete, geriye doğru yüklenip yavaş adımlarla inmeye başladık. Ara sıra  ayakkabım kayıyor. Belli bir bölüm böyle iniyoruz dikkatlice. İrfan inmeye çalışıyor taşlı yolda.

240320145579

İki dağın arasından denizi ve Güzelçamlı sahilinin bir kısmını görebiliyorum.

240320145580

Karşımızda en yüksek ikinci zirve. Bisikletler elde hala inmeye devam ediyoruz. Etraf hala kayalık.

240320145581

Karakol ve birinci zirve de radar var. Karakoldaki askerlerle İrfan konuşmuş ben gelmeden ve hiç durmadan aşağıya inmeye başlamıştık. Aslında askeri bölge burası ama bizim gibi bisikletle gelen olmadığı için bize bir şey demeden geçmemize izin verdiler sanırım.

240320145582

Dağın tam sırtında deli rüzgarlara yıllarca meydan okumuş bir çam ağacı karşıma çıkıyor. Her ne kadar rüzgara ve karların ağırlığına karşı direnmiş olsa da çam ağacı garip bir şekilde eğri büğrü, kimi dalı rüzgar ve kar karşısında dayanamayıp kırılmış bir şekilde kocaman bir ağaç olmuş. Sanki kollarını açmış birini kucaklar gibi.

240320145583

Ne işimiz var arkadaş bizim böyle yerlerde demeden kayalı yoldan inmeyi başardık bir şekilde. Hep bisiklet bizi taşıyacak değil ya biraz da biz onu taşıyalım değil mi? İrfan inerken poz veriyor bisikleti ile. Taşlı yolda sarı çiçek demet halinde açmış.

240320145584

Burası da Büyük Menderes deltası, geldiğimiz yer. Dağın tepesinden henüz tam açıklığa gelmeden dar görüş alanından bile çok geniş bir alanı görebiliyorum. Gördüğünüz son üç resimde yamuk yumuk ağacın olduğu yerden çektim. Manzara  sürekli değişmekte nereye baksam.

240320145585

İndiğimiz taşlı dik yol biraz uzaktan gördüğünüz kadarı ile fazla uzun değil ama sürekli ayaklarımızın kaymasından dolayı inmemiz epey zaman aldı.

240320145586

Dağın zirvesine yakın yamaçlarda, güney taraftan inmeye devam ediyoruz. Geldiğimiz yol görünüyor.

240320145587

Kendimi uçakta gibi hissediyorum. Aşağısı küçük ve alabildiğine geniş. Bir on yada yirmi yıl sonra aynı manzarayı göremem. Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlar o zamana kadar denizi dolduracak. Ardından yeşil bitki örtüsü kaplayınca yeni tarlalar ekilip biçilecek. Belki şimdi deniz olan yerde ben bisiklet bile sürebileceğim. Nehrin deniz ile buluştuğu yerin epey açığında mendirek gibi toprak parçası dalgakıran görevi görüyor.

240320145588

Samson dağının güneyinde düz yolda gidiyoruz.

240320145590

Dalgakıran gibi olan yerin daha da açığında küçük bir ada görünüyor.

240320145592

Bazen birbirimizden uzaklaşıyoruz. Fazla da ayrı kalmamaya çalışıyoruz. Ne olur ne olmaz. Topraklı yol bazen iri taşlı yola dönüşüyor. Birbirimizi gözden kaybetmeden, kah birlikte gidiyoruz kah iki kişi, kah tek başına. Ama yol arkadaşlarım çok iyi, birbirimizle uyum içinde yolculuğumuz sürüyor. Selahattin bisikleti ile yürüyor.

240320145595

Büyük Menderes nehrinin meydana getirdiği büyük ovayı tamamıyla gözlerimin önünde seriliyor. Dün gezdiğimiz Miletos antik kenti, sol tarafta Bafa gölü, gölün üstünde Beşparmak dağları. Manzara uzayıp gidiyor gözlerimin önünde. Böyle güzellikleri yaşamak, görmek herkese nasip olmaz. Ben kendimi şanslı hissediyorum. İyi ki bisiklete başladım. Bisiklet bana görmediğim güzellikleri görmemi sağladı. Sabırla pedala basa basa ta Samson dağının zirvesine yakın yerlere kadar bisikletim KUZ beni çıkardı. Daha ne isteyeyim ki.

240320145596

Tek rakibimiz abdurrahman çelebiler. Keçi sürüsü bizim gibi bisikletçileri karşılarında görünce korkup kaçıyorlar. Anca bir kaç tanesinin resmini çekebiliyorum. Belki de ilk defa bisikjletçi gördüler bu dağlarda gezen. Dağların hakimi sadece onların olmadığını gösterdik böylece. Sürünün lideri bizleri kontrol ederek geri çekilmeye devam ediyor keçi sürüsü.

240320145597

Henüz Dilek yarımadasının güneyindeyiz. Samson dağının ikinci zirvesinin etrafını dolanıp kuzey tarafından  aşağı ineceğiz. Aşağıda Büyük Menderes deltası görünüyor.

240320145598

Dağın yamacında küçük tepeler gelişi güzel yayılmış.

240320145599

Bazı yerlerde yamaç derinlemesine iniyor. Yolun bir tarafı uçurum, bir tarafı dimdik kayalık, duvar gibi. Dağın son dönemecini dönüyoruz.

240320145601

Tam ineceğimiz son noktada ilginç çakıllı kumlu yere geliyorum. Durup inceliyorum bir süre. Sanırım bulunduğumuz yer bir zamanlar deniz seviyesinde Menderes nehrinin kıyısında olan çakıl ve kumluk alan zamanla depremlerin etkisiyle denizden 1000 kusur metreye kadar yükselmiş. Arabistan yarımadasının Akdeniz’e paralel olan Anadolu’nun altına girmesi ile sıkışan zemin binlerce yılda bu kadar yükselmiş. Kayalaşmış kumlar, aralarında çam ağaçları çıkmış.

240320145602

Dağın etrafını sonunda dolanmayı başardık. Kavşaktayız artık, bundan sonra iniş başlayacak. Buraya kadar çıkamamıştım daha önce. Şimdi ise tersinden çıkıp kanyonun bitiş yerindeyim. İnişimiz sol taraftaki yoldan başlayacak. KUZ beni bekliyor  şahlanmak için.

240320145603

Yoldaşlarım Selahattin usta ve İrfan arkamdan inişe geçtiler.

240320145604

Artık ormanın içindeyiz, ağaçların boyu güneşi kapatacak kadar büyük.

240320145605

Ve toprak yol tamamen çamların gölgesi altında.

240320145606

2. havuza geldik çabucak, halbuki aşağıdan çıkanlar bu havuzdan bahsetmişlerdi geçmiş yıllarda. Daha aşağıda 1. havuz var. Hazır suyun başındayız, güneş te batıya doğru çoktan devrilmişti. Karnımız da acıktı doğrusu, burada yemek molası vermeli.

240320145607

Havuza akan çeşmede elimi, yüzümü yıkayıp arındıktan sonra suları tazeleyip hazır çorba, makarna, içine ton balığı boca ederek bir güzel karnımızı doyuruyoruz. Farkında olmadan kurt gibi acıkmışız. Zaten dağlarda geziyoruz, bir o kadarda tırmanmışız yokuşları. Yemekten sonra çayı da demledik. Sanki piknik yapıyoruz ormanda. Ormanda fazla güneş görmediğimizden uzun kollu poları giyiyorum. Hem inişteyiz hem de hava serinlemeye başladı. Yol kıyısında park etmiş bisikletler.

240320145608

Yerde sofrayı kurmuşuz, İrfan tencereye sıcak su döküyor. Selahattin de bana bakarken çekiyorum.

240320145609

Bu kez ben oturuyorum, Selahattin bizi çekiyor. Yerde bağdaş kurmuşuz.

240320145610

Kahve içmek için uygun bir yer bakıyoruz. Artık karnımız doymuştu nasıl olsa. Kahve de her yerde içilmez değil mi? İnişe devam ediyoruz, karşıda Samos adası .

240320145612

Rehberimiz İrfan kahve içilebilecek en uygun yeri nihayet buluyor. Kahve takımımı ve ocağı çıkarıp kahveyi pişirmeye başlıyorum. Cezve ocağın üstünde, İrfan yanımda oturuyor. Selahattin bizi çekiyor.

240320145613

İki dengesiz yolun kıyısına oturmuş, karşıda Samos adası, ayaklarımızın altında derin kanyon ve yarılmış kayalıklar. Böylece ufka bakarak eşsiz manzarada kahve içmenin keyfini yaşıyoruz sorumsuzca. Akşam serinliğinin denizden getirdiği hafif esintinin içinde iyot kokusu çam polenleri ile birleşerek bize kadar ulaşıyordu. Kahvenin hatırı burada kaç yıl sürer bilinmez. Çünkü zaman geçmiyor, adeta durdu Dünya ve kahve fincanlarımız da bitmek bilmedi yudumlarımızla. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1011045_10152297772644861_302430417_n

Bu kez ben de Selahattin ile İrfan’ı çekiyorum.

240320145614

Kahveler pişti, en güzel manzarada kahvelerimizi içiyoruz, üç kahve fincanını ileri doğru uzatıp Samos adası manzaralı çekiyorum.

240320145616

Benim deri montu İrfana verdim, kalın bir şey getirmemişti. Hava da epeyce serinledi. Çamların içindeki yolda İrfan iniyor yokuş aşağı.

240320145617

Benim ise polarım vardı. Yelek ise rüzgarı kesmeye yettiğinden hızlı inişimizde hiç üşümedim. Kendimi elçek resim çekiyorum.

240320145618

Aşağıdan çıkanlar için 1. havuz, yukarıdan inenler için 2. havuz. Hangisinin olduğuna siz karar verin. Bana göre 2. havuz, çünkü ben yukarıdan indiğim için 2. havuz oluyor. Daha önceki yıllarda bu havuza kadar çıkmıştım, daha yukarı çıkamadan geri dönünce içimde bir burukluk kalmıştı. Bu gün bunları, geçmişi düşünerek burukluğu bir kenara ittim. Havuzun başında son defa suları tazeleyip biraz dinlendik. Gerçi pedal çevirmeden iniyorum ama fren sıkmaktan kollarım  ağrımaya başlamıştı. İrfan ile Selahattin’i havuz kenarında otururken çekiyorum elçek ile, solda bisikletler park halinde.240320145620

Kanyonun içine girdik, kayalıklar dik olarak yukarı doğru çıkıyor. Yol toprak ve taşlı olduğundan dikkatli inmek gerektiğinden öyle kendimi bırakmadan fren sıkarak inmeye devam ediyordum.

240320145621

Devamlı akan derenin etrafı çınar ağaçları ile sarılmıştı. Kimisi devasa boyuttaydı. Gördüğünüz çınar ağacının gövdesindeki oyuğa rahatlıkla bir oda yapabilirsiniz. Bu tek odalı evde insan yaşayabilir ormanın içinde.

240320145622

İnişimiz gayet güzel devam ediyor. Böyle güzelliğin içinde bisiklete binmek ömre bedel sanki. Önde olan Selahattin’i çekiyorum, İrfan arkasında.

240320145623

İrfan da yanımdan geçerken çekiyorum.

240320145624

Kanyonun dar yerlerine vardık. Dik kayalıklar bıçakla kesilmiş gibi dümdüz. Sanki Poseidon Zeus ile kavga ettiğinde olmuş gibi.  Poseidon öfkesinden deliye dönmüş, köşeye sıkıştırdığı Zeus’u mahvetmek için yabasını Samson dağına vurunca dağ ikiye ayrılarak bu derin kanyonu ve kayalıkları meydana getirmiş.

240320145625

Çay az ama usulca akıp gidiyor denize kavuşmak için

240320145627

Kanyonun kimi yerleri o kadar derin ki güneş burada çoktan batmıştı.

240320145630

Kanyonun sonuna yani dibine vardık. Zorlu ve zor olduğu kadar keyifli bir yolculuktan mutlu ve huzurlu bitirmenin tadına varıyoruz. Gerçi kalacağımız yere epey var ama asfalt yola çıkmak sanki turu bitirmiş gibi hissetmeme neden oldu. Az ileride asfalt yol görünüyor.

240320145632

Kanyondan çıkıp asfalt yola geldikten sonra hızla milli parkın giriş kapısına varıyoruz. Kapıdaki görevli artık kimseyi beklemediği için kendi havasında olduğundan bizleri fark etmedi bile. Fazla oyalanmadan yolumuza devam ederek Selahattin ustanın evine gelerek sıcak bir duşun ardından yemeğimizi yiyoruz. Kahve ve çay faslından sonra mayışan bedenler uyku ister diyerek misafirhanemize çekilerek tatlı bir uykuya dalıyoruz İrfan ile birlikte.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 53 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası görünüyor

Powered by Wikiloc