14 Nisan 2015 Salı
4. Gün
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Uğurladık bir sabah seni
Söz vermiştin geri döneceğine
Anladık bakınca aldandığımızı
Gerilerde küçük
Kıyılara doğru büyüyen ayak izlerine
Edip Cansever
Öne çıkmış olan görsel
Erken uyumanın etkisi bir kaç kez uyanmak ve sabah erken kalmaya neden oluyor. Zaten akşam fazla oturamıyorsun, sohbet bir yerde tıkanınca ve etrafta ışık olmaması uyku kapı arkasına hemencecik geliyor. Güzel bir uyku çektik bu gece. Yaban hayvanlar gelip geçmiştir gece boyu. Bizi rahatsız etmeden, meraklı bakışlarla durup kokumuzu alarak yoluna devam etmiştir. Biz de onları horultularımızdan başka rahatsız etmeden geceledik. Bu gün hava güzel olacağa benziyor. Çadırımın fermuarını açıp bir süre dışarıyı seyredip öylece oturdum.
Bir süre sonra güneş doğudan kendini göstermeye başladı. İlk ışıkları tepenin ardından görünmeye başlayınca durup izlemeye başladım. Güneşin doğuşunda ve batışında bize olan etkisini hep düşünürüm. Tarih boyunca insanlar hep güneşin doğuşu ve batışında çeşitli dini ayinler yapa gelmiştir. Bu güneşe taptıkları zamanlarda yapılan ayinler aslında insan bedenine ilk ışıkların vurması ile ilgili bir durum. Fiziksel olarak şu oluyor ; Atmosfer tabakasını düşünün. 60 Km civarında kalınlıkta. Bulunduğumuz yerden tam dik olarak baktığımızda. Güneş ufukta yeni doğmaya başladığında 90 derecelik bir açıda olduğundan güneşten gelen fotonlar daha kalın bir atmosfer tabakasından geçmek durumunda. Atmosferde bulunan gazlar, su molekülleri fotonların bir miktar kırılmasına neden olurlar. Bu kırılmadan dolayı güneşi olduğundan daha büyük görürüz. Atmosferdeki su molekülleri büyüteç etkisi doğururlar. Güneş yükseldikçe büyüteç etkisi azalır ve normal boyutunu görürüz. Sabah ilk ışıklar üzerimize daha hızlı geldiğinden maviye kayar ve daha parlak görünür. Gerçi ışığın maviye kayma durumunu pek göremeyiz ama parlak görmemize neden olur. Aynı durum akşam güneş batarken de olur. Bir tek farkı ise ışık kırmızıya kayar. O da güneş bizden hızla uzaklaştığı için. İşte bu durumda bizler sabah ve akşam daha çok güneş ışınlarının bombardımanına kaldığımızdan içimizdeki yaşam kaynağı tazelenir. Işık demek hayat demektir. Tüm canlılar güneşin bize gönderdiği ışınlarla hayat bulur. Kommagene Kralı Antiochos’un Nemrut dağında 2150 metre yükseklikte tapınağı boşuna yapmamıştır. Doğu ve Batı seyir terasları güneşin ilk ışıkları ve son ışıklarını seyretmek ve yaşamak içindi.
Sabah kahvaltısının ardından toparlanıp yola çıkıyoruz. Yolumuz düz değil, biraz engebeli. Anlayacağınız dağlarda yol almaktayız. Bunun sonucu olarak baraj göletleri aşağılarda kalıyor.
Ormanda, dağlarda yol almak ne güzel. Sık ağaçlar birbirine girmiş durumda. Çamlar yeşil ama yaprak döken ağaçlar henüz yapraklarını açmamış. Yeni sürgün vermekteler.
Üç dengesiz çeşmenin başında beni beklerlerken buluyorum. Çeşme başı güzelleri bana yukarıdan laf atıyorlar. Ben de üç güzelin resmini çekiyorum.
Bir süre düz gitmeye başladık. Beş parmak dağlarının kaya yapıları hala gözümüzün önünde.
Bazen yokuş çıkmakta ama bizi yıldıramaz bu yokuşlar.
Eğimi azaltmak için dönemeçli yol yapılmış. Böylece rahat çıkıyoruz zorlanmadan.
Yokuşun başında yine beni beklerlerken buluyorum arkadaşları. Durup resim çekmek ve etrafın güzelliğini seyretmekten gecikmek durumunda kalıyorum. Başka türlü de tadı çıkmıyor ki.
Beşparmak dağlarının ilginç kaya yapısıyla güzel görüntü vermekte.
Bu güzelliği birlikte resim çekilerek anılara kazıyoruz.
Dağların görünümü her açıdan değişik şekillere bürünüyor.
Daha Yakından neden beş parmak dağları dendiğini anlıyorum. Gerçekten kayaların yapısı dorukta elin parmakları gibi uzantılardan oluşmuş gibi.
Her tepe değişik yapıda, birbirine hiç benzemiyor.
İyice aşağılara indik. Bir yerde tek parça kocaman devasa kaya kütlesi kaşımıza çıkıyor. Üzerinde kale gibi bir yapı yapılmış. Ne olduğu belli olmuyor buradan.
Dere yatağına geldik. Bisikletimin üzerindeki tripodta cep telefonunla zaman ayarlı resim çekiliyoruz.
Yol inişli ama bazı yer düzleşiyor.
KUZ ve kaplumbağa, ikisi de evini sırtında taşımakta. İkisinin de yolu kesişince durup resmini çekiyorum. Kaplumbağa kendi gücü ile gidiyor. Ben de kendi gücümle gidiyorum. O ağır hareket ediyor, ben de yavaş gidiyorum. Hiç acelem yok, onun da acelesi olmadığına eminim. Zaten uzun yaşamasının sırrı yavaş hareket etmesi. Hızlı hareket etmenin anlamı yok bence. Nerde akşam orda sabah anlayacağınız.
Yol kıyısında küçük göletler yapılmış. Hayvanlar durup burada su içiyorlar.
Sakarkaya dan sonra buralarda çam fıstığı ağaçları dikilmiş. Bergama Kozak yaylası gibi buralarda da çam fıstığı üretimi yapılmakta ve oldukça geniş bir arazide. Her yerde olduğu gibi üreticiler de az kazanmakta. Aracılar istediği fiyata alıp büyük karlarla tüketiciye satmaktalar.
Tamam bazen geride kalıyor, durup onu bekliyorum. Beklerken de resim çekerek zamanı değerlendirmek gerek.
Kızılca bölük köyüne geldik. Köyde mola vermek gerek.
Kahvede durup çay ile bir şeyler atıştırarak dinlendik. Dinlenmenin ardından yola çıkıyoruz.
Çam fıstık ağaçları göz alabildiğine geniş bir alana yayılmış durumda. Adeta fıstık çam ormanında gidiyoruz.
Ufukta yeni dağlar görünmekte.
Amyzon harabelerine giden tabelanın önünde durduk. Biraz uzakta olması nedeni ile gitmekten vaz geçtik.
Amyzon antik kenti
Aydın’ın Koçarlı ilçesinin 30 kilometre güneyinde Gaffarlar köyünde bulunan ve ‘Mazın Kalesi’ olarak anılan Amyzon, Herakleia, Euromos ve Khalketor gibi üç büyük Karya kentinin ileri karakolu olarak biliniyor. Amyzon, eski Hellen dilinde herhangi bir anlamı bulunmamaktadır. Prof. Bilge Umar’a göre bu isim Karia veya Luwi dilinden gelmiş, Hellen ağzında da çarpıtılmış bir sözcüktür. Amyzon’un ne zaman ve nasıl kurulduğu konusunda bilgilerimiz çok yetersizdir.
Strabon ve diğer İlk Çağ tarihçileri kentin sadece ismine değinmekle yetinmişlerdir. Kentin çevresinde bulunan bazı yazıtlardan da Amyzon’luların M.Ö. 300 yıllarında Mısır’a egemen olan tolemaios’a sonrada Seleukos’lularla yakın ilişki kurmuşlardır. M.Ö. 203 de de III.Antiokhos, Amyzon’a bazı haklar tanımıştır.
Kentte, kaynaklara göre Apollon ve Artemis’e adanmış olması gereken ve bugün tamamen yıkılmış olan tapınağa ait kalıntılar, Akropolünde tiyatro, agora ve çeşme kalıntıları ile MÖ 3. yüzyıla ait çok güzel taş işçiliği gösteren surları bulunuyor. Amyzon kenti Roma döneminde önemli bir yerleşim yeri olmuş, XV.yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren bölgeye Koçarlı aşireti yerleştirilmiştir. Amyzon kentinin tiyatrosu, agorası, nymphaionu ile akropoldeki Athena mabedinin kalıntıları gelebilmiştir. Ayrıca burada yapılan araştırmalarda çok sayıda antik sikke de ele geçmiştir.
Amyzon Harabelerini gösterir tabela ve bisikletler.
Beyaz gelinliğini giyip baharı karşılayan Ahlat ağacı önceden çiçek açıp yaprak ile meyveye durmuş Badem ağacının yanında harika görünmekte.
Tepelerdeyiz daha, önümüze küçük köyler ve cami kendini belli ediyor. Yol alabildiğine uzayıp gitmekte.
Bakalım dönemeçten sonra neler çıkacak karşımıza. Hele bir dönelim de!
Uzaktan camisi görünen köye, Mersinbeleni köyüne geldik. Küçük şirin bir köy Mersinbeleni, karnımız da acıkınca köyün ilk okulundaki kantinde sucuklu tost yaptırıp karnımızı doyurduk. Bu arada Can’ın ön bagaj cıvatanın birisi kırılmış. Kırılan parçayı çıkarıp yedeğimde bulunan bir cıvata ile değiştirip hallediyoruz. Ön bagaj tehlikeli, çantaları düşürmemek gerek.
Bagajı hallettikten sonra yola devam ediyoruz. Büyük Menderes ovası ufukta göründü. Yalnız görünmesine göründü ama görmek için ağacı kesmeye ne gerek vardı. Güzelim ağaç gövdenin ortasından kesilmiş. Hem de yakın bir zamanda.
Büyük Menderes ovası epey uzakta, silik bir görünümde. Ova bitiminde Aydın dağların hayali görünmekte puslu olarak. Hele bir inelim ovaya bakalım neler göreceğiz.
Altımızda Koçarlı kasabası beliriverdi birden bire. Kasaba tepelerin bitiminde görünmesi dağın dibine kurulmuş olması yüzünden.
Koçarlı kasabasında mola verip bir şeyler atıştırarak karnımızı doyuruyoruz. Ardından düz ovada sürerek Büyük Menderes nehrine geldik.
Nehir de son yağışların etkisi ile coşkulu akmakta. Hiç olmazsa akıntı tüm kirliliği almış götürmüş. Suyun rengi siyah değil.
Henüz görmesek te ceylan çıkabilir levhası umutlarımızı kaybettirmiyor. Belki bir gün görebiliriz ceylanı, belli mi olur ! Umudum devam etmekte.
Dümdüz olan ova yolunda hızlıca Ana yolda olan İncirliova kasabasına varınca kendimize kalacak bir yer aramaya başladık. Ovada pek çadır kurulacak gibi değil. O yüzden pansiyon, otel gibi bir yer baktık kasabanın içinde. Kasabada pek kalan olmadığı için sadece küçük bir otel var. Şansımıza mı yoksa durup kalan müşteri mi yok odalar boştu. Otelci ile pazarlık edip uygun fiyata anlaşarak odaları tutup yerleştik. Sıcak duşumuzu alarak rahatladıktan sonra kendimize bu akşam ziyafet çekelim diyerek lokantaya yöneldik. Güzelce karnımızı doyurup pek gezilecek yeri olmayan İncirliova da şöyle bir akşam gezintisi yaptıktan sonra otele dönerek odalara çekilerek yattık yumuşak yataklara. Sıcak duşun etkisi ve iyi bir yemek mayıştırdı. Telefonları şarj olması için prize taktıktan sonra erkenden uykuya dalıp dinlenmeye başladık.
Bu gün düne göre biraz daha fazla kilometre yaptık. 55 Kilometre civarı.