Etiket arşivi: mitras kültü

5. Antalya Kemer Bisiklet Festivali 2. Gün

1 Ekim 2016 Cumartesi

Tekirova – Çıralı -Olimpos – Tekirova

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?

Ahmed Arif

 

Öne çıkan görsel, çayın denize dökülen ağzı. kıyılar sazlık ve çam ormanı, suyun sol tarafında taş lahit var.

Çam ağaçları altında uyumak sabahın erken saatlerinde uyanmaya neden oluyor. Neden derseniz ağaçlar da gece boyu fotosentez olayını bırakıp bizler gibi oksijen ayıp karbondioksit vermeye başlıyorlar. Sabaha karşı gün ağarmaya başlar başlamaz ilk ışık yapraklara düşünce durum değişiyor. Tekrar karbondioksit alıp temiz oksijen vermeye başlıyorlar. Yani fotosentez dediğimiz olay başlıyor. İşte bu olay başlangıcında aldığımız oksijen bize hayat veriyor ve vücudumuz erkenden uyanıyor temiz havada. Kısa sürede ciğerlerin aldığı ilk oksijenler hücreleri harekete geçirip canlanmamıza neden oluyor. Tabi atalarımızın dediği gibi her ağacın altında uyunmaz. Örneğin ceviz ağacının altında uyumak tehlikeli biz canlılar için. Çünkü ceviz ağacının yapısı gereği sülfür gazı salgılar. Bu gaz da havadan ağır olduğu için dibe çöker ve canlılara zarar verir. Çam ağaçları altında böyle bir tehlike yok şimdilik.

Erkenden uyanmak güzel, kahve içmek daha da güzel deyip çadırımın olduğu yerde çardağın tahta basamaklarında kahvemi pişiriyorum. Kahve ocağı, cezve, dört fincan kahve dolu. Arkada çadırım ve Bisikletim KUZ turuncu çantaları ile.

Mavi çadırımın yanında kahve kutum ve şeker dolu şişem. Alt basamakta fincan kutusu, turuncu ocak kutusu ve dört tane içi kahve dolu fincan. Onun altındaki basamakta tüplü ocağım ve cezve. Sağdaki tahta direkte Urim Baba’nın Kahvesi tabelam asılı. Ortada çam ağacının kalın gövdesi.

Pişen kahveyi çadır komşularımla paylaşıyorum.

Kahvemi içerken gözüme ilişen saksağan kuşunun uçarak gelip okaliptüs ağacının tepesine konması. Güneşin ışıkları ağacın ve saksağan kuşunun üzerine vuruyor. Ben de digital zoom yaparak pek net olmasa da resmini çekiyorum.

Kahvaltı olayını bitirdikten sonra hazırlanıp bu günkü tur için yola çıkmak için toplandık. Bu sabah sanki daha kalabalığız gibi. Kamp kapısında yola kadar bisikletli dolu. Karşıda Güneş vurmuş tahtalı dağı, solda çam ağaçları ve sağda gelen bisikletçilerin arabaları park etmiş durumda.

Başlama işareti verildikten sonra yola çıkıyoruz. İlk önce Tekirova içinden yukarıya, ana yola çıkıp sola doğru döndük. Döner dönmez de yokuş başladı. Çam ağaçlı manzarada ana yolda gidiyoruz düşük vitesle. Önümde bisikletliler gidiyor. Yolun iki tarafında sollama işaretti bitti anlamına gelen tabela var. Beyaz daire içinde sağdan sola doğru yanlamasına siyah şerit. Bisikletliler de performansına göre sollama yapıyorlar.

Yokuş bitmek bilmiyor, yolun sağından birer ikişer sıralı bisiklet konvoyu uzamış yukarıya doğru. Yolun duvar gibi yamacında orman genel müdürlüğünün yaptığı OGM ALO 177 yazısı. Bu orman yangınları için telefon numarası. Herhangi bir orman yangını görürseniz cep telefonunda ücretsiz 177’yi arayarak en kısa sürede haber verin.

Çam ağaçları sivri kayalıkların her tarafındı sarmış durumda. Kayaların çatlaklarını kökleriyle daha da yarıp kendilerine yaşama alanı sağlıyor çam ağaçları.

Sağımda bir dere yatağı görünüyor, akmasa da dibinde genç çınar fidanları fışkırmış büyümekte.

Çıkmaya devam ediyoruz tek sıra uzun bir kuyruk gibi yukarıya doğru. Karşıda dağların tepeleri görünüyor.

Biraz sert olan yokuş zorlasa da ağır ağır çıkıyorum. Sonunda mola yerine varmak üzereyim. Asfaltta sola ok işareti ve mola yazısı az ileride mola verdiklerini belirtiyor. Zaten solda olduklarını görebiliyorum bisikletçileri.

Aralarına karışmada toplaşmış bir çok bisikletçiyi uzaktan mola yerinde resmini çekiyorum.

Meyve suyu, soda ve su ile ısınan bedenimizi bir an olsun serinletiyoruz. Su içerek su kaybını tamamladık. Soda içerek kaybettiğimiz mineralleri yerine koyduktan sonra meyve suyu ile biraz vitamin takviyesi ve çikolatalı gofret ile enerji depoladık. Artık bizi kimse tutamaz. Kimisinin enerjisi bitmemiş ki çalan müzik eşliğinde oyun oynuyor göbek atarak.

Tekirova dan beri bizi takip eden tarçın renkli bir köpek dili bir karış dışarıda “Ben ne yapıyorum bunların arasında, ne işim var koşturup duruyorum. Dilim damağım kurudu, zor nefes alıyorum, dilim bir karış dışarıda” diyerek içinden geçiriyor sanki. Bir arkadaşımız da köpeğe su vermeye çalışıyor.

Mola yerinde topluca resmimizi çekiyorlar, içlerinde var mıyım yok muyum belli değil. Kendimi göremedim.

Mola bitiminde tekrar yokuşa dinlenmiş olarak çıkmaya başladık. Önümde bisikletçiler. Bir süre daha yokuş çıkmak bizleri susatacağını bilen görevliler tam yerinde su molası için sağda durmuşlar. Asfaltta yine ok işareti bu kez sağa yönü. Okun üstünde su yazısı ve altta bisiklet resmi.

Yokuş bitmek bilmiyor, yolu kontrol ederek en sola geçip yokuşu çıkan bisikletçilerin resmini çekiyorum. Yolun sağı – solu çam ağaçları ile adeta duvar gibi.

20161001_095345_HDR

Resmi çektiğim yerin altında odun yığını görüyorum. Birer metrelik kesilmiş odunların gövdeleri kimi kızıl, kimi gri renkte. İki ağaç türü kesilip karışık olarak yığın yapılmış. Renk dağılımı bir yağlı boya tablosu gibi.

Sonunda yokuş bitti ve zirvedeyiz. Buradan çıralı tarafına ineceğiz. Buralara ilk defa geldiğimden yeni yerleri görmenin heyecanı içerisindeyim. Burada bir süre soluklanıp nefesimin normale dönmesini bekledim.  Sağ tarafı gösteren kahverengi boyalı tabelada ; Çıralı 7 Yanartaş (Chimaera) yazıyor.

Çıktığımız yolun yorgunluğunu pedal çevirmeden dinlenerek aşağı iniyoruz. İnerken keskin dönemeçler var, o yüzden dikkatli inmek gerek. Yola bisiklet resmi ve kocaman harflerle KESKİN VİRAJ yazısı bizleri uyarıyor.

Başka bir dönemeçte ise yine bisiklet resmi, altında İVANA SERT VİRAJ yazısı ile gönderme yapmışlar.

Yol ile beraber aşağıya giden küçük bir derenin yatağında kocaman çınar ağaçları ve gölgesinde dinlenen inekler.

Yol kıyısında restaurant olan bir yerde bisikletçiler durmuş çay içiyorlar. Beni de çaya davet edince durup içiyorum ısmarladıkları çayı. Burada gözleme de yapılıyor, pankart asmışlar. İşletmenin yanında bir çok bisiklet park etmiş durumda.

20161001_103332_HDR

Denizden topladığı süt beyaz renkli deniz salyangoz kabuklarını ipe dizip soldan sağa ve bir ip aşağıya sarkıtılmış dizi olarak.

Çayı yapan buranın yörükleri, semaver de odun ateşinde iki demlikte pişirilen çayın tadı nefis. Semaverin yanında kocaman bir çoban köpeği kafasını bana çevirmiş dişlerini göstererek poz veriyor. Sanki “yalnız yakalarsam gösteririm” edası ile. Semaver iri bir kütüğün üzerinde duruyor. Yanlarında da birer küçük kütük var.

Güneşin ışıltılarını parıldayarak akan çayın yansıması ve suyun berraklığı göz kamaştırıyor. Çam ağaçlarının yaprakları arasında süzülüp gelen ışın demetleri bir perde gibi su yüzeyine doğru gelmiş.

Vadi aşağıya doğru alçalmakta, iki yamacı da çam ağaçları kaplamış. Yol dar bir yerde vadinin dibinde. Bisikletim KUZ yol kıyısında sadece solda turuncu çanta ile duruyor.

20161001_105534_HDR

Çayın yatağı bazı yerlerde genişlemiş, karşıdaki kıyıda olan evlere ulaşmak için dar, tahtalardan yapılmış köprü benzeri bir şey yola bağlanmış. Kuvvetli bir yağmurda köprüyü azgın sular alıp götürür bence.

Bazı yerlerde kayalıklar yerden fışkırmış çayın kenarında. Çay zaten kayalıklara bir şey yapamadığından yanından kendine yol açıp denize doğru akmakta.

Deniz kıyısına indik ve bisikletleri yol kıyılarına park ederek öğlen molası yapmaya başladık. Yemek dağıtılmaya henüz başlanmadı o yüzden ter kokusunu atmak gerek. Su donumu ve havlu’mu alarak denize girip çıkıyorum çar çabuk. Oh dünya varmış, yıkanmak gibisi yok, gözeneklerim açılıyor ve fazla oksijen almaya başladım.

Deniz kıyısında toprak yol, iki kıyısında da bisikletler park etmiş. Solda deniz, sağda yemek yiyeceğimiz yer. Ağaçlar ve karşıda kocaman bir dağ kütlesi.

Yemek dağıtılmaya başladı, sıraya girip yemek almayı bekliyoruz. Yemek dağıtan biri aşçı, diğerleri gönüllü dağıtıcılar ellerinde kepçe, önünde yemek kapları sırayla dağıtıyor kuyruktakilere. Sırada bekleyenler, kimisi denizden çıkmış üzerinde bir şey giymeden kuyrukta. Dağıtılan yer üstü kapalı bir yer.

Yemekten sonra bir kahve gider diyerek kahve takımını çıkarıp kahve pişirdim. Şanslı olanlar yanımda masada olanlar. Kızı ile beraber katılan kadın da yanımda kahvesini afiyetle içiyor. Elimizde fincanlar resim çeken Fatih Özdemir’e poz veriyoruz. Arkamızda dut ağacı, gölgesinde oturmuşuz.

İçtiği kahvenin hatırını ve hakkını ödemek için Fatih Özdemir hafif sola dönük sadece başımı çekiyor yakından. Elimde fincan ağzıma götürürken. Başımda buff, üzerimde festival forması mavi beyaz ağırlıklı renklerden yapılmış.

Yemek dinlencesi bitip harekete geçtik. İleride Olimpos antik kentinde toplanacağız. Bisikletleri park ettiğimiz yer toprak ve bisikletlerin toprakta bıraktığı tekerlek izleri görülmeye değer. Yüzlerce tekerlek izi, her biri ayrı desende.

Yol fazla değil sahilde bitiyor ve çakıl kayalıklara kadar. Bizler de elimizde bisikletler çakıl taşlarında ittirerek ilerlemeye çalışıyoruz. Çakıllı yer bitiminde sarp kayalıklar duvar gibi set oluşturmuş.

Ben kıyıya yakın yerden gidiyorum, kimisi kayalıklara yakın yerden gidiyor. Aralıklı dört bisikletçi elinde bisiklet gitmeye çalışıyor çakıllı zeminde. Kayalıkların üstü sivri direk gibi kaya kütleleri güzel bir siluet oluşturmuş. Kayalıkların üstü çalı ve çam ağaçları sarıp sarmalamış.

Ardıma şöyle bir dönüp bakınca yüzlerce bisikletçi iki konvoy halinde, biri dağa yakın, biri denize. Tahtalı dağının muhteşem zirvesi buradan da görünüyor.

Olimpos antik kentinin deniz tarafındaki giriş yerine geldik. Burada çayın azmağı geniş bir alanda tatlı su birikintisi oluşturmuş. Suyun kıyısında, sağ taraftan elde bisikletlerle yürümeye devam ediyoruz. Gölet geniş bir alanı kaplamış ve karşıda yalçın kayalıklı dağlar.

Su olunca ördekler eksik olmaz. Tam da ördeklerin sevdiği yer. Dört tane ördek suda yüzüyor bize meraklı bakışlar atarak.

Taşlı topraklı patikada bisikletler elde yürüyoruz. Ağaçlar ve çalılar yürüdüğümüz patikayı gölge içinde bırakmış. Güneşte fazla yanmadan gölgede gitmek güzel.

Suyun ortasında antik dönemden kalma duvar kalıntısı heykel gibi duruyor. Bir zamanlar burada köprü iki yakayı birbirine bağlıyormuş ama sadece ortada bir duvar olarak kalmış. Sazlıklar su kenarında uzamış göğe doğru.

Çayın karşı yakasında beş gözü kalmış kemerli bir bina kalıntısı çam ormanının bitiminde. Su birikintilerine güneş ışıkları vurup parıldıyor.

Olimpos antik kentinin denize bakan tarafı dar bir boğaz. Azmakta burada denize kavuşuyor. Azmağın kıyılarında sazlıklar ve çam ağaçlarının su yüzeyine yansıması insanı dinlendiriyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İlk olarak antik kente ulaşan bisikletliler diğerlerinin gelmesini bekliyor çam ağaçlarının gölgesinde.

Ben de bu durumdan faydalanıp antik kentin yıkıntılarını resim çekmeye başladım. İlk olarak büyük bir yapının kalıntılarını çekiyorum. Çepeçevre duvarlarla çevrilmiş, içinde iki kat yüksekliğinde tek duvar kalmış. Duvar yıkılmasın diye çelik demirlerle bağlanmış.

Yüksek duvarlı yapının iç kısmı çeşitli odalar, nişli, kemerli kalıntılar ve geniş bir avlusu. Sanırım burası bir kilise yada manastır yapısına benziyor.

Taş duvar yıkıntıları.

Yıkıntılar içinde sağlam bir kapı başka bir yere çıkıyor. Kapı çerçevesi kalın taş bloklardan yapılmış.

Kimi yapının duvarları sağlam ve düzgün taşlar yontularak yapılmış. Günümüze karar sadece tek bir duvar olarak kalmış. Duvarın ortasında kocaman bir kapı sağlam dikmeleri ve kirişi ile dikkati çekiyor.

Kapının yakınına gelerek alttan resmini çekiyorum. Kirişi işlemeli ince işçilikle süslenmiş. Kolon kıyıları da işlemeli. Duvar taşları düzgün yontulup örülerek muhteşem bir yapının parçası olmuş.

Duvarın arka görünümü sade, işlenmemiş. Ortada kapı var.

Başka bir yıkıntı, arasında iki çam ağacı çıkmış. İki tane birer buçuk metre yüksekliğinde taş blok ve bir metre yüksekliğinde taş duvar örülü. Bu duvarı sanırım ortalığı toparlamak için arkeologlar örmüş olmalı. Az ilerde bisikletliler elde gidiyorlar.

Kemer gözlü bir duvarın yanındayım. Kemer içinde tahta kalaslarla içeriden desteklenmiş yıkılmasın diye. İki tane kemerli kapı var.

Binanın giriş kapısı da tahta destekli kemeri tutuyor. İçeride duvar yıkıntıları.

Güneşin parlak ışık hüzmesi bir demet gibi dal ve yapraklardan süzülerek önümde yere süzülmüş. Taş duvar kıyısında bisikletleri park etmişler. Az ileride bir grup bisikletçi toplanmış. Ben de onların yanına gidiyorum ışık hüzmesi altında.

Edebiyatçı sevgili Gözde Emine bizlere Olimpos antik kenti ile ilgili tarihi bilgi veriyor. Gözde Emine elindeki notları okuyup anlatıyor geçmişi. Yanında da fotoğrafçı Ömer resim çekiyor.

Antalya’nın güney sahillerinde Phaselis’ten sonra ikinci önemli liman kenti Olympos’tur. Şehir adını, 16. km. kuzeyindeki Torosların batı uzantılarından biri olan 2375 m. yüksekliğe sahip Tahtalı Dağından alır. Beydağları-OIympos Milli Parkı sınırları içinde yer alan şehre ulaşım, Antalya – Kumluca karayolundan güneye ayrılan iki sapaktan da mümkün olup, gerek plajı gerekse ormanlık alanları ile Antalya’nın beğenilen günübirlik tatil alanlarından biridir. Kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte İ.Ö.167-168 yıllarında basılan Likya Birlik sikkelerinde adı geçen Olympos, Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip 6 şehirden biridir. Birlik’te Likya’nın doğusunu temsil etmiştir. Kentin günümüze ulaşmış kalıntılarının çoğu orman içinde ağaç ve çalılarla örtülü olup, Helenistik, Roma Bizans dönemlerine aittir.
Olympos Limanı tarihte korsan yatağı olarak bilinir. Kilikyalı korsanların başı Zeniketes şehri üs olarak kullanmış, bu sayede “Mitras Kültü” de şehre yerleşmiştir ki bu doğu kökenli yaratıcı Işık Tanrısı kültüdür. Şehirdeki korsan egemenliği İ.Ö. 67’ye dek sürmüş, İ.S. 43’te kesin Roma egemenliği, yeni parlak bir dönemin de başlangıcı olmuştur. Onarılan veya yeniden inşa edilen birçok yapı, demirci Tanrı Hephaistos (Vulcano) adına yapılan kutlamalar, İmparator Hadrianus’un (İ.S. 130) ziyareti, şehir tarihinin Roma dönemine ait renkli sayfalarıdır. Erken Hiristiyanlık döneminde önemini koruyan şehrin Piskoposu Methodius, adından en çok bahsedilen kişidir. Olympos, 4. yy.dan itibaren yeniden korsan hücumlarına uğramışsa da 5. yy.da Efes ve İstanbul konsüllerine katıldığı yazılı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Geç Hıristiyanlık döneminde önemini yitirmeye başlayan Olympos, 11. ve 12. yy.da Venedikli ve Cenevizli tüccarların ticari merkezi olmuş, ancak bu aktivite 15. yy.daki Osmanlı deniz üstünlüğüyle son bulmuştur. Olympos’un günümüze kadar ulaşmış kalıntıları genellikle doğudan batıya doğru hızla denize akan bir ırmağın ağzında ve her iki yakasında yer alır. Antik dönemde kenti ikiye bölen nehir yatağı bir kanal içine alınarak her iki yakası da iskele olarak kullanılmış ve köprü ile birbirine bağlanmıştır. Bugün köprünün bir ayağı yerinde durmaktadır. Güney kıyıda, Hellenistik dönemin çokgen örgülü duvarı ile yanındaki Roma ve Bizans onarımlarını işaret eden bölümü görülmektedir. Nehir ağzına yakın bir yerde küçük ve dik akropolde geç dönemlerden kalan yapı kalıntıları yer alır. Irmağın güney kıyısındaki Hellenistik temelli ve Roma onarımlı küçük tiyatro oldukça harap olup, girişin bir yanı iyi korunmuş durumdadır. Şehrin görülebilir diğer önemli yapısı ise ırmak ağzının 150 m. batısında yer alan tapınak kapısıdır. İon düzeninde küçük bir tapınağa ait olduğu mimari parçalardan, Roma imparatoru Marcus Aurellius (İ.S. 172-173) adına yapıldığı da kapı önündeki heykel kaidesinden anlaşılmaktadır.

Kalıntılar arasında en ilginci Antalya Müzesince yürütülen kazılarla gün ışığına çıkarılmış olan “Kaptan Eudomus’un lahdidir”. Nehir ağzının hemen yanında kayalığın oyuğunda yer alan lahit hem duygu dolu şiirsel ithaf yazıtında kaptanın adını vermesi, hem de uzun kenarındaki gemi kabartmasında gemisinin şeklini vermesi açısından da büyük önem göstermektedir.

Olympos’un doğusunda, sahilden 300 m ilerde Caretta’ların yumurta bıraktığı muhteşem kumsalı ve pek çok bitkinin yaşadığı sahil kumulları ile ünlü, Çıralı yerleşimi yer alır. Kentin birkaç kilometre güneybatısındaki Çakaltepe olarak anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak alev çıkar. Özellikle geceleri çok etkileyici olan bu doğa olayı metan gazının asırlardır aynı noktadan yeryüzüne ulaşmasından başka bir şey değildir. Bu doğa olayı Likya’da yaşayan ve soluğundan ateş püskürdüğüne inanılan Khimaira canavarı ile özdeşleşmiş ve bu sayede Olympos, Bellerophontes efsanesine ev sahipliği yapmıştır. Zamanla demirci Tanrı Hephaistos’un kült merkezi, Roma ve Bizans dönemlerinde de dini merkez olarak kullanılan alanda yer yer orijinal blokları görülebilen kutsal yol ile alevlerin etrafındaki bir takım yapıların temellerini görmek mümkündür, iç duvarları yer yer freskolarla süslü Bizans Kilisesi ise alandaki en anıtsal kalıntı dır.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/olympos-orenyeri

Ağaçların gölgesinde yere oturarak Edebiyatçı sevgili Gözde Emine’nin yukarıda yazılanları anlatırken Ömer de beni bisikletim KUZ ile birlikte çekiyor. Sarı mataram, lacivert nazar boncuğum gidon boğazında bağlı. Sarı – siyah kaskım gidonda asılı olarak duruyor. Kaskım da yapışık düz olarak bakınca 099, ters olarak bakarsan 660 olarak görünen rakam var. Alt demir boruda da ismim yazılı URİM BABA’CAN diye. Ön tekerleğin arkasında ben oturuyorum.

Sanırım kaçak yapılmış bir bina, üç katlı. İçinde kimse yok ve sarmaşıklar binayı sarıp yok etmek üzereler.

Olimpos antik kentine ulaşan çayın yatağı dağlara gidiyor. Bu resim yola çıktıktan sonra yol kavşağından çekiyorum. Çay yatağı çam ormanı ortasından geçiyor. Karşıda dağların tepeleri.

Sert yokuşlar başladı, ana yol yukarılarda bir yerlerde. Kimisi bu sert yokuşlarda bisikleti elinde yürüyerek çıkıyor. Dört kişi bisiklet sürerken bir kişi yürüyor. Yol sağa doğru kıvrılarak çıkıyor çam ormanı içinde.

Oh sonunda yokuş bitti diye seviniyorum, sağa dönen yol bunu gösteriyor.

Sağa dönünce yokuşun devam ettiğini görüyorum ve hayal kırıklığına uğrasam da çam ormanında bisiklet sürmenin getirdiği moralle çıkmaya devam. Belki son yokuştur, belli mi olur.

Üzerimden geçen yüksek gerilim tellerinden anlıyorum ki son yokuşu çıkmak üzereyim. Buradan öyle görünüyor. Karşıda Tahtalı dağı güneşin son ışıklarını tepesine toplamış.

Yolda bir çeşme görüyorum ama çeşmede su yok, o yüzden sularımı tazeleyemedim.  Çeşmenin duvarına grafiticiler pembe, mavi yeşil ve kenarları siyah boya ile şekiller çizmiş anlamını bilmediğim.

Sonunda yokuşun başındayım ve durup dinleniyorum biraz. Burada sıkma meyve suyu dağıtıyorlar buz gibi. Meyve suyu içimi biraz ferahlatıyor. Denize doğru şöyle bir bakıyorum da epey yükseğe çıkmışız. Dağlar tepeler aşağıda kalmış, denizin küçük bir kısmını gösteriyor bana. Güneşin son ışıkları tepelerin üstlerine vurmuş.

Üzerim terli, hemen rüzgarlığımı giyiyorum. İnişimiz uzun sürecek ve soğuk almamak gerek. Tahtalı dağının olduğu yerin hizasına kadar gideceğiz. Bu da epey yol demek. Aşağıya giden yol görünüyor. Bir bisikletçi de kırmızı rüzgarlığını giymiş harekete hazır.

İnişimiz çabuk oldu ve kamp alanına kısa sürede vardık. Hemen su donumu giyip denizde bir süre yüzdükten sonra duşumu alıp temiz olan giysileri giyiyorum. Akşamları biraz serin oluyor o yüzden uzun kollu olanlar üzerimde. Yemek yendikten sonra sahnenin önünde toplanıp gösterileri izleyeceğiz. Sahneye Afrika dan gelen dans grubu akrobasi hareketler yapmaya başladı. Kadın ve erkekler hoplayıp zıplayıp perendelerle birbirlerinin üzerine çıkıyorlar. Sahneye vuran ışıklar pembe elbise giymiş göstericilerin üzerine vurmuş. Elbisedeki pullar da ışıldayıp yansımalar yapıyor.

Aralarına da Başkan Şirin Baba da katılıyor. Onlar kadar hareket yapamasa da şirinliği yeter. Sarı tişörtü pembe giyinmiş göstericiler arasında sırıtıyor. Şirin baba bikinili zenci kadının yanında bizi selamlıyor.

Göstericiler beş kadın, beş erkek. Erkekler altta kadınlar üstte figür yapıyorlar. Ortadaki erkek dik durup omuzlarında bir kadın ellerini açmış yukarıya doğru. Yanlarındakiler bacaklarını açmış iki yana doğru, kadınlar omuzunda. En sondaki kadınlar erkeklerin bacaklarında duruyor. Geniş bir piramit oluşturdular. Arkada da az ışık alan ağaçların kocaman gövdeleri ve dalları siluet olarak fon oluşturmuş.

Gösteri bittikten sonra bu festivali yapan kişileri tek tek sahneye davet ediliyorlar alkışlarla. 20 kusur kişi aynı anda sahneyi dolduruyorlar. Hepsinin üzerinde sarı tişört ve boyunlarında tanıtım kartı asılı. En güzel festivallerden birini yapıyorlar ve içeriği zengin. Günlük rotalar hepsi birbirinde ayrı ve güzel, mesafelerde gidilebilecek uzunlukta. Fazla zorlanmadık, ayrıca deniz keyfini de doyasıya yaptık. Sanki tatile gelmiş gibi ağırladılar. Yemekler doyurucu ve güzel, aç kalmadık yani. Yorulduğumuz yerde enerji takviyesi, su molaları gerektiği yerde verildi. Yollarda yönlendirmeler ve dikkat edin keskin dönemeç uyarılarını hep gülümseyerek yaptılar. Kısacası çok güzel bir organizasyonu başarı ile yapıyorlar. Çoğu yıllardır tanıdığım arkadaşlarım. Beni davet edip misafir olarak ağırladıkları için hepsine ayrı ayrı çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız dostlarım. Perşembe Akşamı Bisikletçileri Antalya ve Antalya Bisiklet Festivali.

Yatma zamanı gelip de yatmamak olur mu deyip dinlenmek üzere çadırıma çekiliyorum. Organların dinlenmeye ihtiyacı olmazsa muhabbetler bırakılmaz. Bu gün gördüğüm güzellikleri düşüme taşıyarak uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc