Etiket arşivi: osmanlı

Büyük Taarruz 4. Gün

8 Eylül 2015 Salı

4. Gün Turgutlu – Kemalpaşa – Belkahve

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Nazım Hikmet RAN

Kurtuluş Savaşı Destanı Şiiri

Öne çıkan görsel, Atatürk heykeli, iki yanda ikişer direkte Türk bayrakları. Kaidenin dibinde Büyük Taarruz bisikletçileri toplu halde poz vermiş.

Turgutlu kasabasının en büyük sorunu motorlar. Öyle ki bütün gece serseri mayınlar gibi motor homurtuları ile dolaşıp durdular. Serserilerin uykusu da yok ve sadece gürültü yapmaktan başka bir şey bilmiyorlar. Babalarından öyle görmüşler, açıkçası kültürleri böyle. Kamp yerimiz yeşil alan, dere kenarı olunca motor gürültüleri yüzünden pek rahat uyudum diyemem. Sabah güneş doğmadan uyanıyorum, çadırımın içinden sabahın seher manzarası böyle. Karşımda bir ağaç, daha arkada binalar.

Uyanır uyanmaz elimi yüzümü yıkadıktan sonra hızlıca çadırı toparlayıp eşyaları kıytırığa yükleyiverdim.  Harekete hazırım, sabah kahvaltısını yine aş evinde bir güzel yapıyoruz. Aş evi belediye sebze meyve hali içinde. O yüzden bisikletle gidip gelmek en iyisi. Kuz ve kıytırık yola çıkmaya hazır, çimenlerin üzerinde park etmiş. Çubuğun üzerinde Türk bayrağı, ağaçların ardındaki yüksek direkte daha büyük Türk bayrağı dalgalanıyor.

Kahvaltının ardından herkes hazır olunca yola çıkıyoruz. Ana yola çıkmadan direk dağların eteklerine doğru gidip köy yollarından gideceğiz. Zaten eski yol oralardan geçiyor. Büyük Taarruz da askerlerimiz de bu yoldan gitmişler.

Yol köy yolu olsa da trafiği epey hareketli, yol dar olunca dikkatli gitmek gerek.

Yaz sonları, Eylül ayına yeni girdik. Yaz boyu yağmur yağmayınca tarlalar sararmış otlar ile kaplanmış durumda. Bozkır görünümünde ortalık.

Bu yoldan ilk defa geçiyorum, şimdiye kadar hep Ankara ana yoldan gidip geldim araba ya da otobüs ile. Bisiklet olunca yol değişiyor. Etraf yeşillikler altında gözüm gönlüm açılıyor resmen. Oysa ki ana yolda fabrikalar ile kaplanmış bunun getirdiği kamyon, tır trafiği alabildiğine armış ve gürültülü. İyi ki bu yoldan geliyoruz. Köprü korkuluğunda bisikletim KUZ ve kıytırık duruyor.

Yolun iki tarafı da bahçeler ve ağaçlardan yeşil bir örtü ile kaplanmış durumda. Resim çekmek ve nefis incirlerin tadına bakmaktan grubun arkasında kaldım. Olsun gidilen yer belli, nasıl olsa yetişirim onlara. O yüzden acele etmiyorum. Doğanın keyfini çıkara çıkara yol alıyorum.

Bizimkiler Bağyurdu köyünde mola vermişler. Ben de bisikleti park edip bir çay içecek zamanı buluyorum. Kahvede oturmuş arkadaşları çekiyorum. Sağda köylüler, motorlarını, traktörlerini park etmişler. Onlar da çay içmeye gelmişler.

Çaylar içildikten sonra tekrar yola çıkıyoruz, yol benim için çok güzel. Yolun keyfinden ne zaman Kemalpaşa kasabasına geldik anlayamadım. Kasabanın yukarılarında bulunan Kültür evine doğru yöneldik.

Kültür evinin önüne bisikletleri park edip içeri giriyoruz hep beraber.

Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir’e girerken konakladığı bir kasaba olmasına borçlu olan Kemalpaşa, 25.000 nüfuslu, tarihi özellikleri güçlü bir yerleşme… Tarihi öneminin odakları, sırasıyla, MÖ 1450 tarihli Hitit-Batı Anadolu kavimleri arasındaki savaş ve bu savaşın anısına dikilen (Hitit prensini simgeleyen) Karabel isimli büyük bir kaya anıt; MS 13.Yüzyıl’da Latin İşgalinde İstanbul’dan göçen Bizans Hanedanı’nın kurduğu Nymphaion, kenti ve kente ait Laskarisler sarayı; Osmanlı dönemi yapıları ile Nif Dağı ve mitolojik Nif çayının oluşturduğu doğal güzelliklerden oluşmaktadır.

16 Mayıs 1919 tarihinde Yunan işgaline uğrayan “Nif” şehri daha sonra 8 Eylül 1922 sabahı Savandağ Mevkiinde yapılan küçük bir çarpışmayı müteakip Türk askerleri tarafından saat 15:00’te kurtarılmış ve Hükümet Konağına Bayrağımız çekilmiştir. Büyük kurtarıcımız Atatürk 8 Eylül 1922 günü İlçemize gelmiş ve o zaman düşman karargahı olan ve halen Askerlik Şubesi olarak kullanılan binada geceyi geçirmiştir.

Müzenin kapısından içeri girerken

Mustafa Kemal’in karargah olarak kullandığı binada yattığı yatak ve eşyalar günümüze kadar iyi korunarak sergilenmekte. Yatak ve özel eşyaları. İki tane Atatürk portresi yatakta.

Atatürk resimleri, dikine duvar halısı ve bir kaidenin üstünde gaz lambası.

Askerler geceyi beklediler, 
Bozkır gecesini. 
Sıcak toprak üstünden 
Bir buğu yükseliyordu 
Yıldızlara baktı Hasan Çavuş 
Dedi: “emme de parlak bu gece” 
Bir sigara yaktı 
Mangasından tekmil getirdi Memiş Onbaşı: 
Aydınlı İsmail’in bacağında sızı varmış, 
Tireli Hüseyin sabaha kadar uykusuz kalmış. 
Bodur Ali ah diyor bir memlekete gitsem, 
Yine hafiften bir türkü tutturmuş, 
Giresunlu Rüstem. 
Tüfeği elinden düşmez Bergamalı Ahmed’in, 
Avrat, tüfek, at, 
Namus sözüdür, diyor 

Arif Hikmet PAR

Solda küçük bir dolap, sağda, çekmeceli ayna, üzerinde kırmızı kaplı defter duruyor. Aynanın yanında tahta sandalye.

Süslü boy aynası, önünde defterler.

Zamanımız epey var, müzenin önünde toplanıp resim çekiliyoruz. Ardından gölgelik yerde oturup dondurma ile serinlemeye çalışıyoruz. Resimde 26 kişi var.

Öğle yemeği için Büyük Taarruz turuna sponsor olan lions kulübünden birisinin fabrikasında öğlen yemeği yiyoruz. Yemekten sonra ana yola çıkınca trafik polis arabaları eşliğinde yola çıktık. Polisler yolu tamamen kapattılar ve Bel kahveye kadar da bir tane araba bile salmadılar. Aslında gereksiz yere kapattılar. Yol iki şerit gidiş, emniyet şeridi de geniş. Tek şeridi kapatsalardı bize yeter de artardı bile. Topu topu 25 kişiyiz zaten, eskortluk eden arabamız ile karayolunda fazla yer de kaplamıyoruz. Sadece bir tır alanı kadar yerde gidebiliriz. O gün de neredeyse fırtına şiddetinde lodos rüzgarı tam karşıdan esmekte. Rüzgara karşı pedal çevirmek te zorlaşınca 10 Km/h ile gidiyorum. Sadece ben arkadayım o da emniyet şeridinde gitmeme rağmen polis arabaları arkamda bir tane bile araba bırakmadılar. Böyle yavaş yavaş Belkahveye kadar rüzgara karşı pedalladım zar zor. Belkahve park alanına girince serbest kalan arabaların homurtuları korkunçtu. Belki 1 saatten fazladır tın tın yol aldılar ve neden bu kadar yavaş geldiklerini bilmeden sinir olmuşlardır. Haybeye araç birikimi olduğu için boşa giden akaryakıt ve işine yetişemeyen sinirli sürücüler için üzgünüm. Polislere o kadar yolu açın ben giderim desem de önüm bomboş olan yolda ilerlemek canımı sıktı biraz. Elimden bir şey gelmedi ne yazık ki.

Bisikletim KUZ ve kıytırık Belkahvede, Atatürk heykelinin ardında. Heykelin iki yanında ikişer bayrak direğinde Türk bayrakları dalgalanıyor. Benim bayrağım da kıytırıktaki çubukta Atatürk’e selam veriyor.

Ben ve trafik rahatlayınca bisikletimi park ediyorum alana. Etrafı şöyle bir kolaçan ediyorum. Bisikletim KUZ ve kıytırık park alanının kıyısında park etmiş durumda.

Müze binasının yanından, Atatürk heykeli.

Mustafa Kemal, Kurtuluş savaşında Büyük Taarruzun son günü İzmir girişinde ki tepede son molasını veresiye kadar kahvesini hep sade içmiştir. Önemli işler ve çetin geçen savaşta uyanık kalmak, düzgün karar vermek, temiz ve duru düşüncenin olması için sade kahve ile gerçekleştirmiştir. Artık iyice dağılmış Yunan ordusu ardına bakmadan yıldırım gibi gelen Türk ordusundan biran önce kurtulmak için kendini denize atması an meselesi. Bunu bilen Mustafa Kemal İzmir’e girmeden önce son gecesini burada (sonradan adı Belkahve olacak) kahvesini bol şekerli içerek rahat bir şekilde uyumuştur çadırında. Artık savaşın sonuna gelinmiştir ertesi gün düşman denize dökülecektir.

Çadırı İzmir’e bakacak şekilde kurduktan sonra kahve takımımı çıkarıp bol şekerli kahve cezvesini ocağa sürüyorum. Yanımda şanslı 3 kişi daha var. Onlarla paylaşıyorum ve Büyük Taarruz bisiklet turunun sonuna gelmenin rahatlığı ile kahvelerimizi keyifle içiyoruz İzmir’ karşı.

Alanda bulunan bir kaç yeşil alana çimenlerin üzerine çadırları kurduk.

Mustafa Kemal’in dev heykelinin dibinde merdivenlerde toplanıp resim çekiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

İzmir den bisikletçi arkadaşlar da bu akşam Bel kahveye geleceğimizi bildiklerinden bizleri ziyarete geliyorlar. Bu tarafa geçiş biraz sorunlu olduğundan dikkatlice geçmeye çalışırlarken resimlerini çekiyorum. Aşağıda 5 bisikletçi orta şeritte bekliyorlar karşıya geçmek için.

Akşam yemeğinden sonra henüz güneş batmadan turda olan arkadaşımız Ertuğrul Arda evine gidip seyyar buzlukta bizlere sürpriz yaparak kutlamamıza neşe içinde votka limonata ile kadehleri kaldırdık şerefimize. Muhabbetimiz artsın hep birlikte herkesin kendi bardağı kendine yetiyor. Ben, Ergun, Nafiz ve Şafak yan yana. Hasan Berat Kur bizi çekiyor.

Hava karardıktan sonra İzmir’in muhteşem ışıklarını bir süre seyrettim. Bu şehri olduğu gibi seviyorum, kalabalık sakinliği, gürültülü sessizliği, kargaşalı duruluğu, Lodosu ayrı, Meltemi ayrı. Poyrazın soğuğu ile Karayelin serinliği hep içimi ısıtmıştır. Havası kalleş olsa da insanları kalleş değildir. Oldum olası sevmişimdir güzel İzmir’i, körfezi, mavisiyle.

İzmir’in dağlarında çiçekler açar.
Altın güneş orda sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar hep yel gibi kaçar.
Yaşa Mustafa Kemal paşa,yaşa;
Adın yazılacak mücevher taşa.

Gece karanlığında, Belkahve’den ışıklar içinde güzel İzmir.

Şimdiye kadar yüzlerce kez geçmişimdir Belkahve’den ama ilk defa kalıyorum burada. Hem de çadırda. Evim 20 Kilometre ötede olsa da bisikletin dünyamı değiştirdiğini, burada çadır kurup kalmamdan belli. İyi ki de bisikleti tanımışım, dünyasına girmişim. Bir çok ilk olayı yaşıyorum ve yaşamaya da devam edeceğim sağlığım elverdiğince. Bu gece çadırımda daha da mutlu bir şekilde uyuyacağım kesin.

İzmir düşlerimde olacak

Bu gün yaptığımız yol 45 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

100. Çanakkale Şehitlere Saygı Turu Gelibolu 3. Gün

20 Mart 2015 Perşembe

Babadere – Dalyan – Geyikli – Çanakkale

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Soğuk burası, yağmur kokuyor

Geceleri uyku tutmaz insanı burda

Bak, yıldızları görmem lazım benim dolunayda; çıldırırım

Yıkarım üstüne bu mahzeni, kaçamazsın…

 

Edip Cansever

 

Öne çıkan görsel, Güneş batmak üzere, bisikletim KUZ ve kıytırık gölgesi duvara vurmuş.

20150319_173541

Gece sıfırın altına düştü hava sıcaklığı ve kalın giyinmeme rağmen üşüdüm. Üşümekten doğru dürüst uyuyamadım bile. Bu sabah az uyku olmasına rağmen neşemizi kaybetmedik. Hemen çayı demleyip güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Güne iyi başlamak gerek. Kahvaltı faslından sonra güneşin ortalığı ısıtmaya başlaması ile birlikte eşyaları ve çadırı toparlayıp bagaja yükledik. Yola çıkmaya hazırız. Güneşin biraz daha ısıtmasını bekledik bir süre. Kamp yaptığımız yer gayet güzel, 3 meşe ağacı, yeşil çimenler, düzlük ve az ileride yol kıyısında bol su akan bir çeşme.

20150319_080359

İyice ısındıktan sonra yola çıktık, Ege denizi göründü.

20150319_082636

Kaplıcanın olduğu bölgeye geldik, burası 3 yol kavşağı. Biri Ezine’ye gidiyor, birisi geldiğimiz yol. Geldiğimiz yolu U dönüşü yaparak Dalyan yönüne gidiyor. Biz Dalyan yönüne gideceğiz. Kavşakta bisikletim KUZ ve kıytırık park halinde.

20150319_111346

Dalyan köyünde bulunan Alexandria Troas antik kentinin kalıntıları yavaş yavaş görünmeye başladı. Uzaktaki kemer fark ediliyor.

20150319_113759

Antik kent kıyıdan biraz uzak, köyün girişinde. Kazı çalışmaları devam ediyor. Hazır gelmişken müze kartı ile içeri girip bisiklet yolculuğundan tarihi yolcuğa dönüyor yolumuz. Alexandria Toas tabelasını çekiyorum. Yazı kısmı sarı, altı beyaza boyanmış.

20150319_114228

Kentin kalıntı duvarları.

20150319_114243

Duvarlar.

20150319_114308

Kısa bir duvar ve yere mermer blok döşeli.

20150319_114438

Mermer kare kaide, yanında sütun parçası ve duvarlar.

20150319_114504

Kare kaideler, duvarlar ve kemerli bir yapı.

20150319_114515

Tapınak kalıntılarını sadece temelleri kalmış. Etrafı tel ile çevrelenmiş. Kazı devam ediyor demek ki.

20150319_114519

El işçiliği harika olan kirişler, sütün başları gibi değerli taşlara zarar gelmesin diye demir kafes içine almışlar.

20150319_114603_HDR

Dikdörtgen kare prizma mermer blok ve sütunlar.

20150319_114621

Kirişlerdeki süslemeler ince sanat eserleri olarak günümüze kadar gelmiş harika eserler. Yapıldığı tarihlerde sanata, el işçiliğine önem veriliyormuş. Sanatçı da iyi para kazandığından daha güzel eserler ortaya çıkarmaya başlamış. Böyle eserler kentin zenginliğini gösterir. Tabi ki bunları yaparken zaman önemi yoktu. Sadece iyi bir eser ortaya çıksın. Şimdi öyle mi? Beton kalıplar içine dökülen hazır beton tuğla ile örüldükten sonra sıvanıp renkli badana ile boyanıyor. Öyle sanatmış, ince el işçiliği falan yok artık. Kısa sürede beton binayı dikiveriyorlar sanattan yoksun olarak.

20150319_114636

O kadar düzgün bir biçimde oyulmuş ki kusursuz taş işçiliği göze çarpıyor.

20150319_114643

Değişik köşe kiriş blokları.

20150319_114656

Bulunan mermer blok taşları bir tapınağa ait olmalı.  Bu blokları ilk önce yerde birleştirmişler yatık olarak. Sağda temel taşı, düz taş, uzun bloklar ve sütun gelmiş. Binanın bir kısmını yere yatırmışlar gibi.

20150319_114715

Yerde sütun ve kirişlerin yanında büyük bir küp konmuş.

20150319_114745

Mermer parçalar arasında koltuk şeklinde bir parça var, kırık lahit te olabilir.

20150319_114808

Evet mermer olmayan granit taş lahit kapağı yerde duruyor. Demek ki üstteki lahit parçası.

20150319_114820

Kubbe şeklinde taş parçasının ortası delik.

20150319_114829

Alexandria Troas (“Alexandria of the Troad”; Yunanca: Αλεξάνδρεια Τρωάς ; Türkçe: Eski Stambul); Türkiye’nin batı kıyısının kuzey ucuna yakın, Bozcaada’nın güneyinde bulunan Antik Yunan kentidir. Çanakkale ilinin Ezine ilçesindeki Dalyan köyünün güneydoğusunda yerleşimlidir. Antik kent yaklaşık 400 hektarlık(4km2) alana yayılmıştır. Günümüze kalan birkaç yapı arasında bir Roma hamamı, Odeion, Antik Yunan tiyatrosu, gymnasium kompleksi ve yeni ortaya çıkarılmış bir stadion bulunur. Şehrin eski duvarları hala izlenebilir.

Tarihçe

Hellenistik

Strabon’a göre, bu bölge başlangıçta Sigeia olarak adlandırılıyordu; MÖ 306’da Büyük İskender’in komutanlarından I. Antiogonos Monophtalmos, eskiden nüfuzlu bir şehir olan Neandreia da dahil 5 yerleşim yerinin halkını Sigeria’ya yerleştirerek şehri çok daha genişletilmiş olarak yeniden kurdu. Kentin ismi MÖ 301’de Lysimakhos tarafından, Büyük İskender anısına ‘Alexandria Troas’ olarak değiştirildi.(Gaius Plinius Secundus, ismin Antigonia’dan Alexandria’ya değiştirildiğini belirtir.) Kuzeybatı Anadolu’nun ana limanı olan şehir, Roma döneminde büyük oranda gelişti ve MÖ 188 gibi erken bir tarihte ‘özgür ve özerk şehir’ niteliği kazandı; günümüzde bulunan kalıntılar bölgenin tarihteki önemini kanıtlamaktadır. Altın çağında şehrin 100,000’e yakın nüfusa ulaştığı düşünülüyor. Strabon’un bahsettiği üzere, Augustus’un hükümdarlığı sırasında bölgede ‘Colonia Alexandria Augusta Troas’ adında bir Roma kolonisi kurulmuştur.(O dönemde kısaca Troas olarak anılırdı) Augustus, Hadrianus ve Herodes Atticus şehrin süslenmesine hatırı sayılır düzeyde katkıda bulunmuşlardır. I. Konstantin, Troas’ı Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmayı düşünmüştür.

Roma

Roma döneminde şehir, Anadolu ve Avrupa’yı birbirine bağlayan önemli bir liman konumundaydı. Pavlus, Avrupa’ya gitmek için Alexandria Troas’dan denize açılmıştır ve Avrupa’dan yine buraya dönmüştür. Yuhanna’nın öğrencisi Antakyalı piskopos Ignatius da Roma’da gerçekleşecek şehitliğine yol alırken bu şehirde bir süre kalmıştır.

Osmanlı

14.yüzyılda Troad bölgesine(Biga yarımadası) Karesioğulları yerleşmiştir. Beylikleri 1336 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiştir. Alexandria Troas harabeleri Türkler tarafından “Eski Stambul” olarak da bilinir. Bölgedeki tarihi yapılara ait taşların çoğu zamanla inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır.(Örneğin IV. Mehmed, Valide cami’sinin yapımı için buradan sütunlar almıştır) 18.yüzyıl ortalarında bölge ‘soyguncu çeteleri için gizlenme yeri’ haline geldi.

Modern

1911 yılında bölge meşe ağaçlarıyla kaplanmış ve fazlaca yağmalanmıştı; ancak eski duvarlar hala izlenebilmekteydi, hatta bazı bölgelerde oldukça iyi korunmuştu. Şehir duvarlarının çevresi yaklaşık on kilometreydi ve duvarlar düzenli aralıklarla yerleşmiş kulelerle takviye edilmişti. Antik hamam ve gymnasium’un kalıntıları bölgede hala görülebilir; bu yapı ‘Bal Saray’ olarak bilinir ve aslında MS 135’te Herodes Atticus tarafından yaptırılmıştır. Trajan’ın inşa ettirdiği sukemeri hala izlenebilmektedir. Alman arkeologların 21.yüzyıl başlarındaki kazı çalışmaları sonucu, tarihi yaklaşık MÖ 100’e dayanan büyük bir stadyumun kalıntıları bulunmuştur.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Alexandria_Troas

İrfan bu parçaların arasında kollarını açarak bana poz veriyor.

20150319_114921

Geçmişteki yolculuğumuz bittikten sonra kaldığımız yerden bisiklet yolculuğumuza dönüyoruz. Yol sakin, ileride köy görünüyor.

20150319_115551

Yol kıyısında fare delikleri gözüme ilişiyor. Yol boyunca fare yuva delikleri bu kadar çok olunca yiyeceğin bol olduğunu gösteriyor. Bu da çiftçinin ürünlerinin bir kısmının fareler tarafından aşırıldığını gösteriyor. İşin diğer tarafı da bu fareleri avlayacak avcıların ortada olmaması. Avcı olmazsa fareler sürekli çoğalarak tarıma zarar vermekteler. Fareleri avlayan canlıların başında yılanlar var. İnsanlar da yılanlardan her zaman korkmaktalar. Bu yüzden yılanları yok etmişlerdir etrafta. Yılan olmazsa fareler de çoğalır ve her tarafa böyle yuvalar giderek artar.

20150319_122955

KUZ ve kıytırık şimdiye kadar sorun çıkarmadı ve dizimin ağrısı da geçmek üzere. Anlayacağınız iyi gidiyor yolculuğum. KUZ ve kıytırık yolda.

20150319_123019

Tamam da soğuktan korunmak için iyice sarınıp örtünmüş durumda bisikletini sürüyor. Böylede olsa keyfi yerinde görünüyor.

20150319_123040

Geyikli kasabasına vardık, ilk gözüme çarpan da tarihi hamamı.

20150319_124425

Öğle yemeğini Geyiklide bir lokantada yiyoruz. Lokantada bulunan bir müşteri lokantacıya emirler vererek konuşması ve lokantacının emirlere emredersin efendim deyip ezilip büzülmesi canımı sıktı biraz. Bir insan bu kadar alçalmaz başka bir insanın karşısında, yazık. Müşterinin pahalı İstanbul plakalı bir arabası da dışarıda duruyordu. Lokantacının o haline üzüldüm…

Neyse duruma karışmadan yemeği yedikten sonra kasabanın parkına gidip çay içelim dedik. Parkı yaptıran Eyvah Eyvah filminde oynayan Ata Demirer giriş kısmında KUZ ve kıytırığın resmini çekmek istedim. Bisikleti sehpasına alıp arkamı döndükten sonra tam dengede durmadığından devrildi. Bisikleti kaldırıp sağlam duracak biçimde olduğunu gördükten sonra resmini çekebildim. Bisiklet devrilince darbe alan kıytırık maşası arka tekere sürtmeye başladı. Biraz düzelmeye çalıştım ama tam istediğim gibi değil. Çay bahçesinde çayları içelim artık, sonra hallederim.

20150319_131856

Parkın yanında bulunan caminin duvarına güvercin yuvaları yapılmış. Dört ayrı bölmede bir çok yuva üst üste.

20150319_131908

Geyikli çıkışında kıytırığın maşası tekerleğe iyice sürtmeye başlayınca durup gevşeyen cıvatasını iyice sıktım. Arada çok az mesafe var. İzmir’e gidince bu sorunu hallederim artık. Köylerden geçerek İzmir – Çanakkale yoluna tekrar çıktık. Kalabalık trafik gürültüsü ile baş başa gitmeye başladık. KUZ, kıytırık ve arkadan gelen arkadaşları çekiyorum.

20150319_164120

Yanımdan ilk önce Tamam geçiyor.

20150319_164125

Arkasından İrfan geliyor.

20150319_164138

Güneş ufka iyice yaklaştı KUZ, kıytırık ve ben, gölgemiz duvara vurmaya başladı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

20150319_173541

Gelibolu yarımadası göründü karşı kıyıda. Çanakkale boğaz girişindeyiz. Güneş alçalmaya başlamış gökyüzünde.

20150319_174003_HDR

Dardanos tarafından giriş yapıyoruz Çanakkale’ye. Hava da kararmaya başladı. Çanakkale iskeleye vardık ve Tarihi saat kulesinde durup bir resmini çektim. Bu akşam pansiyonda kalacağız, İrfan daha önce yerini ayırtmış. Benim için de bir oda ayarladık pansiyonda.

20150319_195349

Pansiyona bisikletleri ve eşyaları yerleştirip akşam yemeğini yedikten sonra pansiyona dönüp sıcak su ile duş aldım. Sıcak su ile dizimin ağrıyan yerini iyice masaj ile yumuşattım. Ağrı neredeyse yok denecek kadar az. Kıytırığın verdiği zorluk dizimdeki yan bağların güçlenmesine neden oldu. Buna sevindim, daha kötü olabilirdi. Dün geceki soğuk bizi yormuştu, gece az uyku ve bisiklet sürme de iyice yordu. Sıcak yatakta uyumak gibisi yok diyerek fazla geç olmadan odalarımıza çekilip yatıyoruz.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 81 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

99. Çanakkale Şehitlere Saygı Turu 7. Gün

7 Nisan 2014 Pazartesi

Dardanos – Geyikli – Bozcaada

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Denizin Delisi

Unutmak mı?

Delisin…

Gitmesem de bekler orada deniz.

Gelirsem, bilmelisin

Benim beklememdir burada deniz.

Gitmek gibi geleceğim

Denizin delisine

Delinin denizi gibi

O ne kadar giderse…

Özdemir Asaf

 

Öne çıkmış olan görsel, İrfan vapurdan limana yanaşırken etrafı izliyor.

070420146233

Sabahın seherinde uyanıyorum, kahvaltının ardından eşyaları ve çadırı toparlayıp bisiklete yükledim. 3 gündür dağınıktı eşyalar. Ön ve arka bagajlara eşyaları yerli yerine yerleştirdim. Ardından sabah kahvaltısını yapıyoruz. 3 kişiyiz 3 kişilik kahvaltı. İrfan Mustafa ve ben, İzmir’e beraber döneceğiz. Öyle bildik yoldan da değil. Önce Bozcaada, daha sonra Kaz dağları Ayazma. Oradan da Sarı Kız’a çıkıp Akçay’a inmeyi planladık. Onun için fazla kişi ile olacak bir tur değil. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra yerleşkeden ayrılıyoruz. Diğer arkadaşlarla vedalaştık. İlk önce Çanakkale – İzmir  ana yolundan bir süre gideceğiz. Ta Taştepe köyüne kadar ana yoldayız.

070420146191

Adam sevmiş bir kere, sevdiceğinin ismini duvarlara kazıyacak kadar sevmiş. İsmi de Zeynep ama ilk okulda Türkçesi o kadar zayıfmış ki Türkçe öğretmeni bayağı çekmiş olmalı öğrencisinden. Adam yazarken Y harfini sığdıramamış. ZENEP… diye yazmış.

070420146192

Çanakkale ana yolu inişli çıkışlı olması sabah pek etkilemiyor. İyi bir tempoda ilerliyoruz. Aslında sahilden daha düz bir yol var ama oradan gitmedik. Başka bir seferde oradaki yolu denemeliyiz. Ana yol olduğu için araç sayısı fazla. Pek tehlike yok, sadece motor gürültüleri rahatsız ediyor.

070420146193

Çanakkale boğaz çıkışı, Ege denizi manzarasında bisiklet sürüyoruz.

070420146194

Çanakkale viyadüğü tabelasında 202 metre olduğunu belirtiyor.

070420146195

Tabelalara göre yol ayrımına yaklaştık. Düz gidersen Ezine, Balıkesir, İzmir. Sağa dönüş ise kahverengi zemine Troia (Troya) 5 olduğu yazılmış.

070420146198

Burada ana yoldan çıkarak Bozcaada’ya sapıyoruz. Üstteki kahverengi tabelalarda; Apollon Smintheion 67, Dalyan Alexandria (Toas) 33 kilometre olduğu belirtilmiş. En altta ise Bozcaada’ya gidileceğini gösteriyor.

070420146200

Çanakkale yolundan sapınca ilk köy Taştepe köyü karşımıza çıkıyor. Burada kısa bir mola veriyoruz.

070420146202

Şunun tipine bakar mısınız! Bilmem ne demeli, sevimli, ve yılışık hareketleri cezbedici. Kendisini sevdirmesini biliyor kerata. Bir kulağı siyah, bir kulağı beyaz. Renkler ide asil renklerden oluşmuş.. Siyah – Beyaz. Sevimli yavru köpek bana bakarken çekiyorum.

070420146203

Bu yol bizi Bozcaada’ya götürecek, köylerde fazla durmadan yola devam ediyoruz, Saat : 14:00 te vapura yetişmemiz gerek. Kış tarifesinde vapur seferleri az. 14:00 tekini kaçırırsak 19:00 vapuruna kalırız. Bu duruma göre iskeleye varmamız gerek. Tabelalarda; Alexandria (Toas) 33, Apollon Smintheion 67, Behramkale (Assos) 92 ve Geyikli yazılı.

070420146204

Bozcaada’ya 26 Kilometre kaldığı yazıyor tabelada.

070420146205

Pınarbaşı köyüne geldik, önümde Mustafa ve İrfan gidiyor.

070420146206

Köyler ardı sıra birbirine yakın. Mahmudiye köyündeyiz.

070420146211

Üvecik köyü, Mustafa yolda gidiyor.

070420146212

Burası da Kumburun köyü.

070420146213

Çamoba köyünde inek çıkabilir tabelası uyarısı konmuş.

070420146214

Geyikli kasabasına geldik.

070420146215

Geyikliye varıyoruz, öğle yemeğini burada yiyoruz. Biraz dinlendikten sonra hareket ediyoruz. Geyiklide geyik heykeli olmaz mı, olur. Belediye yaptırmış ağaçtan bir geyik. Yakışmışta.

070420146217

Geyikli iskele arası 4 kilometre. Hafif te rampa aşağı, çabucak iskeleye varacağız. Tabelada Feribot ve Bozcaada yazılmış.

070420146216

Henüz 4 Kilometre daha yolumuz var Bozcaada’ya.

070420146218

Ve Geyikli İskelesine vardık.

070420146219

İskelede feribot bizi bekliyor, deniz sakin.

070420146220

İskelede gişeden biletleri İrfan alıyor. Biletler gidiş dönüş, bir seferde parasını veriyorsun. Bir daha biletle uğraşmaya gerek yok. Zaten başka yol da yok, mecburen aynı vapurla adadan dönmen gerekecek. İskelede yanımıza dişi bir köpek sırnaşarak geldi. Hayvan aç, yanımızda bulunan ekmek dilimlerinden bir kaç dilim veriyorum. Bulabildiğini yiyor zavallı, belki de yavruları vardır.

070420146223

Vapura biniyoruz, arabalı vapur olduğu için kapalı oturma yerleri üst güvertede. Hava biraz rüzgarlı, denizde dalga var. Dışarısı da rüzgardan serin olduğu için içeriye girip oturuyoruz kanepelerde. Bozcaada uzakta görünüyor.

070420146224

İçerisi sıcak, geminin kaloriferleri yanıyor. Dışarısı da serin olunca içerideki sıcaklık mayıştırıyor bizleri. İlk önce Mustafa kanepede uzanıp şekerleme yapmaya başladı.

070420146225

İrfan da cep telefonundan o günün resimlerini facebook’a atmaya çalışıyor çaktırmadan.

070420146226

Mustafa’yı görünce beni de bir ağırlık basıyor sormayın. Oturduğum yerde biraz kestiriyorum. Fırsatını bulunca hiç kaçırmam. İrfan da beni çekiyor kestirirken.

070420146227

Fazla uzatmadan uyanıyorum, gemi hareket etti. Motor gürültüsü fazla uyutmadı. Arabalı vapur büyük olmasına rağmen deniz dalgaları hafiften sallamaya başladı. Bir süre sonra Bozcaada’ya yaklaştık.

070420146231

Feribot limana girdi, manevra ile iskeleye yanaşmaya başlarken İrfan Bozcaada’yı izliyor. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

070420146233

Küçük bir gezinti teknesi önümüzden geçiyor. Karşıda Bozcaada kalesi görünüyor.

070420146234

İskeleye çok az kaldı, Bozcaada evleri ve cami görünüyor.

070420146235

Sonunda Bozcaada’ya vardık, gemi iskeleye yanaşmaya başladı. Biz de aşağı bisikletlerin yanına inerek hazırlanıyoruz. Yaya olan yolcular da geminin yanaşmasını bekliyor. Kapak açılınca hemen inecekler, sanki aceleleri varmış gibi. Deniz pervanenin meydana getirdiği beyaz köpük ile kaplandı.

070420146236

Aşağı inmeden dikkatimi çekti kargalar! acaba Geyikli iskelesinden mi binip Bozcaada’ya geldiler yoksa gemi yanaşınca mı gelip demirlere kondular bilemedim. Kargalar akıllı kuşlardır, uzun yaşarlar ve deneyimleri insanları şaşırtır.  Belki de sabah gemiyle karşıya geçip bütün gün karnını doyurduktan sonra aynı vapurla geriye dönüyorlardır. Ben kargalardan beklerim bu davranışları.

070420146237

Bozcaada, Türkiye’nin üçüncü büyük adası. Bozcaada, Çanakkale iline bağlı bir ilçedir.

Yüzölçümü 40 km², anakaraya uzaklığı 6 km’dir. Resmi nüfusu 2.543 olup, kışları 1.500 civarına düşer, yazları ise bu sayı 5.000’e kadar çıkmaktadır.

Antik çağda Leukophrys,Yunan Mitolojisinde ise Tenedos adıyla bilinen Bozcaada’nın ilk sakinleri Akaların bir kolu olduğu ve M.Ö. 2000 yıllarında yerleştikleri tahmin edilen Pelasg’lar (Pelazziler)dır.Akalardan sonra Ada’ya sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar ve Yunanlılar hakim olmuştur. Ada M.Ö.493’de Pers istilasına uğramış,M.Ö.334 yılında ise Pers istilasına son veren Büyük İskender devri başlamıştır.Bergama Krallığından sonra M.Ö.168 yılında Roma hakimiyetine girmiştir.Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye bölünmesiyle Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğuna dahil olmuştur.1203 yılından sonra Bozcaada üzerinde Bizans-Ceneviz-Venedikliler arasında egemenlik mücadelesi başlamıştır.

Bozcaada ilk defa 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet devrinde Osmanlı İmparatorluğu’na katılmıştır. Osmanlı ile Venedik arasında Bozcaada için mücadeleler olmuş, Ada zaman zaman Venedik hakimiyetine girmiştir.Bozcaada Osmanlı döneminde bir kale dizdarı ve kadı tarafından yönetilmiş,19.yüzyılın sonlarında Merkezi  Sakız ve Rodos olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaletinin Midilli Sancağına bağlı bir Kaymakamlık olarak teşkilatlanmıştır. Bu dönemde Ada’da Belediye dairesi bulunmaktadır.

1912 yılında Balkan Savaşı sırasında Yunan donanmasınca işgal edilmiş olup, Lozan Antlaşması sonucunda 20 Eylül 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır.

Karaya çıkınca taş döşeli sokaklarda bisikletle dolaşmaya başladık.

070420146238

Başlıyoruz kasabanın dar sokaklarında dolaşmaya. Evler beyaza yakın badanalı ve iki katlı, kimisinde cumba balkonlar sokağa sarkmış.

070420146239

Kimi ev restore edilmiş aslına uygun bir biçimde. Kimisi de bakılmamış.

070420146240

Sadrazam Öküz Mehmet Paşa’nın Bozcaada’da yaptırdığı çeşmelerin en önemlisidir. Namazgah meydanının kuzey-doğu köşesindedir. Doğu ve güney cepheleri kesme tüf, batı ve kuzey cepheleri moloz taşla örülmüş kare planda bir sarnıçlı çeşmedir. Kitabesinde 1703 tarihi görülmektedir. Çeşmenin suyu aktığından suları tazeliyorum.

070420146241

Kimi ev de oturan yok, boş olarak duruyor. Evin penceresinde ve tahta kapısında cam yok.

070420146242

Cumbalı ev neredeyse karşıda ki eve dayanmış. Zaten sokaklar dar.

070420146243

Yol o kadar dar ki sadece bir arabanın geçeceği kadar geniş.

070420146244

Kimi ev de üst katını tamamen ahşaptan yapmış.

070420146246

Bazen de sokak iyice daralıyor, ev yapılırken hiç düşünmeden yapılarak bitirilmiş.

070420146247

Tenedos

Derler ki: Denizlerin Efendisi Poseidon’un kimbilir kaç çocuğundan biri, Kyknos adında bir kralmış. Beyçayırı’nın kuzeyinde Lapseki bölgesindeki Miletos Kolonisi, Kolonai kentine hükmedermiş. Onun da Tenes adında bir oğlu varmış. Tenes’in annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Fakat üvey ana bu ya; Tenes’e iftira etmiş! Üstelik kendisine yalancı tanık olarak birde kavalcı bulmuş. Kral Kyknos bu iftiraya kanmış ve oğlunu bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık yüze yüze gitmiş, boğazdan geçerek Leukophrys Adası’nın sahiline vurmuş. Tenes burada sandıktan çıkmış, adaya yerleşmiş ve ünlü coğrafyacı Strabon’a göre bazılarının Kalydna dediği Leukophrys Adası’nın ismini “Tenes’in Adası” anlamına gelen Tenedos olarak değiştirmiş.

İki kanatlı tahta kapının alt kısmı çürüyüp delikler açılmış. Üç saksı kapı dibinde.

070420146248

Arabanın birisi sokakta park etmiş. İkinci bir arabanın geçmesine olanak yok.

070420146249

İrfan önde, Mustafa onu takip ediyor, dar sokakta ikisini  çekiyorum.

070420146250

MERYEM ANA KİLİSESİ

Bozcaada’daki  Rum Ortodoks Cemaatine ait, ibadete açık olan tek Kilisedir.Diğer adı Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi olan kilise Rum Mahallesi’nin tam ortasına konumlanmıştır. Giriş kapısında 1869 tarihi okunan kilisenin  bu tarihte yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bir rivayete göre Venedik döneminden kalmadır.

Avlusundaki 1895 yapımı 4 katlı çan kulesi zamanın aşındırmasıyla yer yer yarılıp parça düşürmeye başladığından, 1980’lerde kısmen sökülmüş ve kule metal kafes içine alınmıştır. Orijinal yüksekliği 23.8 m olan çan kulesi Başbakanlık tarafından restore edilmiştir. Kilisenin içini görmek için tek fırsatınız pazar sabahları 8.00‘de yapılan ayindir. Kilise onun dışında kapalıdır.

Kilise binası ve çan kulesi.

070420146251

Bisikletim KUZ park halinde, solda çan kulesi.

070420146253

Hemen hemen her evin önünde değişik çiçekleri görmek mümkün. Kiminde gül, kiminde akasya,

070420146254

İki kanatlı, tahta ev kapısı, pencerelere demir parmaklık takılmış.

070420146255

Kiminde ortanca çiçekleri. Çan kulesinin bir parçası görünüyor.

070420146256

Mustafa ve benim bisikletim park etmiş sokakta.

070420146258

Kilise çan kulesi üç katlı, tepede saat var. Çan da altındaki katta.

070420146257

Sokaklarda bolca kedi görmek olası.

070420146259

Mor salkımlı akasya kapının üzerinden sokağa sarkmış.

070420146260

Daha önce geminin güvertesinde kargaları görmüştüm. Kasabanın tüm sokaklarında karga var. Kimisi çatıda, kimisi de sokakta. Burada ki kargalar insanlardan kaçmıyor. Haliyle yakından daha iyi görebildiğimden kargaların bildiğim kargalardan değişik olduğunu fark ediyorum. Buranın kargaları daha küçük boyda ve renkleri daha siyah. İnsanlardan korkmadan sokakta dolaşmaları sanki adada yaşamışların ruhları gibiler. Herkesi tanıyor gibiler.

070420146262

Tüm sokakları dolaştıktan sonra deniz kıyısına geliyoruz. Hala rüzgar sert esiyor ve deniz dalgalı.

070420146266

BOZCAADA KALESİ

Bozcaada’ya yaklaştıkça ilk gözünüze çarpan heybetli görüntüsüyle kalesi olur. Bu oldukça iyi korunmuş kalenin ilk olarak ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte Venedik, Ceneviz ve Bizanslılar döneminden beri kullanıldığı bilinmektedir.

Ada’nın kuzeydoğu burnu üzerine kurulmuş olan kale, Osmanlı döneminde önemli konumu sebebiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından esaslı bir şekilde onarılmıştır. Venedikliler’e geçip geri alındıktan sonra esaslı bir tamir görüp genişlemiştir. Kalenin 1703, 1706 yıllarında ve 1714 ‘de Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa tarafından  tamir ettirilmiştir. En önemli tamirinin 2. Mahmut tarafından 1815 yılında yaptırıldığını, adeta kalenin yeniden yaptırıldığını taşıdığı kitabelerden anlamaktayız. Kale, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1965-1970 yılları arasında  ve en son 1996 yılında restore edilerek koruma altına alınmıştır.

Kale duvarlarını dalgalar yalıyor.

070420146267

Katır tırnakları fırtınalı havada mor çiçeklerini kapatmış. Havanın durulmasını ve güneşi özlemiş gibi beklemekte.

070420146268

Adada üretilen ürünlerin satışı yapılmakta. Zeytin, zeytin yağı, bal, polen, reçel, şarap başlıca ürünler. Akşam için bir şişe alıp çantaya koyuyorum.

070420146272

Kalenin giriş kapısına geliyoruz, bakalım içeriye girebilecek miyiz ?

070420146273

Sezon gelmediği için ziyarete kapalı, aralık yerlerden kale içini görebildiğim kadarıyla bir kaç resim çekiyorum. Dış surlardayız, bir de iç surlar var. Ama iç kaleyi göremiyoruz.

070420146274

Kale giriş kapısı ve içerideki geçitler taş kemerlerden yapılmış.

070420146275

Kale surları etrafı hendek kazılmış, bir zamanlar su ile doluymuş.

070420146276

KUZ giriş kapısında park halinde.

070420146277

Balıkçı teknelerinin olduğu barınağa giderek çay içiyoruz. KUZ park halinde, İrfan bana poz veriyor.

070420146278

Evin taş duvarındaki sıvalar düşmüş, pencereye gemi halatı dolamışlar.

070420146279

Kaleyi de dışarıdan gördükten sonra gece kalacak yer aramaya başladık. Pansiyonlara sorduk tok olduklarından fazla para istiyorlar bizden. Anlaşamayınca çadır kurmak için yer bakmaya başladık.

070420146280

Tarihi çeşmede durup suları dolduruyoruz akşam için.

070420146281

Çam ve yeşil alan ardından Bozcaada evleri. Aslında burada kamp yapılabilir ama İrfan daha güzel yer bulacağını söyleyince yola devam ettik.

070420146282

Evler bitti, kasaba dışına doğru gidiyoruz.

070420146283

Çadır kurmak için yer bakarken kasabanın dış sokaklarında kocaman bahçesi olan ve içinde kocaman şarap fıçılarını görüyoruz. Fıçılar bir adam boyu. Şu an fıçılar boş ve tahta araları açılmış durumda. Demek ki epeydir şarap üretimi yok ve fıçılar kendi haline bırakılmış durumda.

070420146284

Bahçe duvarının adında onlarca fıçı dizelenmiş.

070420146285

Duvarın dibinden dev tahta fıçılarını çekiyorum. Fıçılar bakımsızlıktan tahta arası iyice açılmış.

070420146286

Çadır kurmak için yer araştırmalarına devam ediyoruz.

070420146287

Rüzgar nedeni ile üzerime siyah rüzgarlığı giymiştim. Hep etrafı çekecek değilim ya, biraz da kendimi çekeyim deyip elçek çekiyorum. Başımda kask, gözümde sarı gözlük var.

070420146288

Alaybey camisinin yüksek duvarındaki kapısını çekiyorum. Kapı kemerli, içerisi bahçe.

070420146290

Nedense bu güzel köpek peşimize takılıyor. Kahverengi tüyleri var.

070420146291

Çadırları nereye kurabiliriz diye araştırırken taş ocağı alanına kurabilirsiniz diye söyleyince yerini öğreniyoruz. Akşam yemeği için marketten yiyecek alıyoruz. Şarabımızı daha önce almıştık. Yarın gemi saat 07:30 da kalktığından kahvaltıyı gemide yaparız diye poğaça alıyoruz fırından. Ardından çeşmeden de Mustafa da bulunan 10 litrelik su bidonunu dolduruyoruz. Kullanma suyu olarak kullanacağız.

070420146295

Akşam hava kararmadan taş ocağına gelip çadırları kuruyoruz hemen. Taş ocağı yanındaki ev sahibi de tahta parçalarını yakabilirsiniz diye söylüyor. Ayrıca bir ihtiyacınız var mı diye sorunca teşekkür edip ihtiyacımızın olmadığını söylüyoruz. Her şeyimizi aldık, çadırları da rüzgar almayan kuytu, gözlerden ırak bir yere kurduk. Daha ne olsun. Bozcaada’ya gelip te şarabın tadına bakmadan olmaz deyip şarabı çıkarıyorum. Şarap şişesi elimde, akşam zamanı Bozcaada’ya doğru uzatıyorum.

070420146296

Sevimli köpek te bizimle beraber kamp alanında, yanımızdan ayrılmadı. Adeta sahibiymişiz gibi öylece bekçilik bile yapıyor. Yoldan geçenlere havlayıp durmaya başladı bile. Bu gece kampımızı koruyacak anlaşıldı. Köpek yede oturmuş dikkatlice etrafı dinliyor.

070420146297

İlk önce ateşimizi yakıyoruz. Ardından akşam yemeğini yapıp yiyoruz bir güzel. Şarabı açarak tadına bakmaya başladık. Dostluğumuzun şerefine kadehleri kaldırmaya başladık gecenin karanlığında, ateş ışığı şarap şişesine vurmuş içimizi ısıtıyor.

070420146298

Herhalde Bozcaada’nın keyfini bizim gibi çıkaran olmamıştır şimdiye kadar. 2 Şişe şarabın nasıl bittiğini anlamıyorum. Cep telefonunu 10 saniyeye ayarlayıp üçümüz birden resim çekiliyoruz bir kare de olsa. Ateş solda yanıyor.

070420146301

Kadehleri şerefe kaldırıyoruz, bu anı elçek resim çekerek tarihe yazıyorum.

070420146303

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar şarap içerek bu gün neler yaptık, yarın neler yapacağız, durum değerlendirmesi yaparak ateşim başında sohbet ediyoruz. Ateş te köz halinde iyice ısınmamıza neden oluyor. Hava açık, tüm yıldızlar görünüyor olduğu gibi ışıl ışıl.

070420146305

Artık yatma zamanı geldi. Çadıra girip yatıyorum kafam hafif dumanlı. Havanın açık olması çadırımın tepe örtüsünü takmaya gerek duymuyorum. Tepedeki küçük penceremden ayı ve yıldızları seyrederek uykuya dalıyorum.

070420146306

Saat 02 sularında patırdama sesleri ile uyanıyorum. O da ne ? yağmur yağmaya başlamış. Yatarken açıktı halbuki. Fazla ıslanmadan tepe örtüsünü çıkıp takıyorum. Yağmurun damlalarının çadırıma vurup çıkardığı tatlı ritmi dinleyerek tekrar uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık 52 Kilometre civarı

Yaptığımız yolun haritası aşağıda.

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 9. Gün

10 Eylül 2014 Salı

Uzunköprü – Edirne

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Tahammül gerek, özlem iyice arsızlaştı.”

Turgut Uyar

 

Kulağımda hep, bir piyanistin ‘ortanca yağmur’ ezgileri…

Dışarısı bakıyor, sıcak içeriye… El ediyor ezgi, ‘dokun bana yağmur’ diyor, bak ayaklarım bembeyaz…

Feyyaz Alaçam

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ tren raylarında park etmiş, raylar düz ve uzun.

9-33

 

İyi bir uykunun ardından sabahın ilk ışıklarında uyanıyorum. Yağmurun küçük damlaları çadırımın üstüne hafiften tıkırdayarak yağıyor. İnsanı ıslatacak kadar değil yağmurun yağışı. Çadırımın içinden çıkıp etrafıma bakıyorum. Yağmur atıştırıyor ama ardı görünmüyor, hava yükseliyor. Tuvalette elimi yüzümü yıkadıktan sonra çadırıma gelip eşyalarım ve çadırımı toplayıp bisikletime yüklüyorum. Orhan da kalkıp toparlanıyor. Benzinliğin sahibi Güray İşbaşaran Edirne’ye gideceğimizi söyleyince Selimiye camisinin imamı arkadaşı olduğunu söylüyor. Selamımı iletirsiniz diye bana tembih ediyor. Ardından benzinlik çalışanlarına veda edip Uzun köprüye doğru pedallıyoruz. Birkaç resim çekmemiz gerek tarihi taş köprüde. Geriye gelip Uzunköprü’ye geldik. Nehre doğru olan yere gireceğiz.  Uzunköprü’nün kemerlerini çekiyorum. Tamamı kadraja girmiyor.

9-1

Dünyanın en uzun taş köprüsündeyiz ; Uzunköprü. Fotoğraf makinasının kadrajına sığamayacak kadar uzun. O derecede yani. Tabelasını çekiyorum tarihi köprünün.

Uzun Köprü, Edirne’de,  Ergene nehri üzerinde,  Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek köprü ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi köprüdür. Eski adı Ergene Köprüsü idi. Köprü, Edirne’nin Uzunköprü ilçesine ismini vermiştir.

Uzunköprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat tarafından, dönemin başmimarı Müslihiddin’e yaptırıldı. Köprünün yapımında başmimar Usta Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte çalıştı.

1.392 metre uzunluğunda, 6,80 metre genişliğindeki köprünün 174 kemeri vardır. Kemerlerinin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır. Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir. Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır. Taş ayaklar arasında fil, aslan, kuş figürleri dikkat çeker.

Köprü, Osmanlı’nın Balkanlar’a yapacağı fetihlerde doğal bir engel olarak karşılarına çıkan Ergene Nehri’ni aşmak için kurulmuştu. Daha önce yapılan tahta köprülerin nehrin suları ile yıkılması üzerine yapılan taş köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı. Uzun Köprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ile imaret yapılmış ve Ergene Şehri adıyla bir ilçe inşa edilmiştir.

Köprü, en son 1963’te onarıldı. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiştir. Tarihi köprü üzerinden Edirne-İzmir Devlet karayolu geçmekteydi. Bu yol 2015 yılında yapılan yeni köprüye aktarılarak köprü üzerinden ağır vasıtaların geçişi yasaklanmıştır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzun_K%C3%B6pr%C3%BC

9-5

Ergene nehri iki geniş kemerin içinden akıyor. Nehir çok kirli ve fena kokusu var. Rengi simsiyah.

9-3

Köprü altında barınan köpekte kadraja girdi tüm yılışığıyla. Böyle yerde yaşayan sokak köpekleri her zaman sevilmeye muhtaç. Köpeğe yiyecek bir şeyler vermemize rağmen o kendini sevdirmeye uğraşıyor. Tabi ki biz de ona gereken sevgiyi gösteriyoruz. Bisikletimin tripoduna Orhan’ın kamerasını takıp otomatik resmimizi çekiyoruz. Ergene nehri ve Uzunköprü’nün ortasındaki kemerler.

9-4-1

Kokudan fazla duramadık, hemen terk etmek gerek diye yola doğru çıkmaya başladık. Taş köprünün yola doğru olan kısmı. Kemerler giderek simetri olarak küçülüyor.

9-4

Resimleri çektikten sonra fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ova boyunca Ergene nehrinin bereketli toprakları çeltik tarlalarıyla coşmuş, hasat gününü beklemeye koyulmuşlar. Elbette çeltik tarlaları olur da sivri sinek olmaz mı ? Bilhassa gece ortaya çıkan bu kan emiciler bizi denediler. Ama kendimizi onlardan korumasını bildik. Bir kaç ısırık dışında fazla etkilenmedim. Aşağıda ki resimde Ergene nehri üzerine yapılmış yeni köprü. Araçlar oradan geçiyor. Uzaktan bayağı uzun görünüyor. İleride en uzun beton köprü olarak tarihe geçmeye adaydır.

9-6

Ben pirinci iki çeşit bilirdim; pilavlık ve dolmalık diye. Meğerse çeşit çeşit pirinç cinsi varmış. Nerden bileyim, bir aralar Menemen ovasında çeltik tarlaları vardı ama epeydir ekim yapılmıyor. Her tarlada değişik cins pirinç var, aşağıda Hamzadere pirinç tarlası görünüyor.

9-7

Burası da Nembo pirinç tarlası.

9-8

Ronaldo çeşidi de varmış, İlginç..! Adam hem gol atıyor hem de çeltik tarlası var.

9-9

Pirinç isimlerinden anlaşılacağı üzere bu isimleri sömürgeci diller vermiş. Artık sömürgeciler kim siz tahmin edin? Bu tarlada Galileo pirinci ekilmiş.

9-10

Yeşil çeltik tarlaları arasında ilerlerken Orhan’ın lastiği  patladı. Hemen lastiği onarmaya başladık. Jantın geti olmadığını fark ediyorum. Yanımda elektrik bandı var hemen jantın iç kısmını bantla get yaparak lastiğin tekrar patlamasını önlüyorum. Orhan yere çömelmiş, iç lastik ve dış lastik sökülü. İç lastikteki deliği bulmaya çalışıyor. Bisikletim KUZ arkada duruyor.

9-11

Lastiği tamir ediyoruz birlikte. Orhan çantadan küçük kahverengi bir kutuyu çıkarınca ne olduğunu anlıyorum içindekinin. Orhan da bana Çin’den aldığını ama hiç kullanmadığını söylüyor. Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;

– Orhan kaça aldın ocak kafasını?

– 7 Dolara aldım Urim Baba

– Türk parası ile ne eder? 3, 5 12.

Cebimden cüzdanı çıkarıp içinden 15 Lirayı Orhan’a uzatıyorum.

– Al sana 15 Lira, kendine yeniden ısmarlarsın Çin’den

– Olmaz sana hediye edeyim

-Artık hediye edemezsin, ben böyle bir ocak kafası almayı düşünüyordum, sende kullanmamışsın. Ben de el koyuyorum ve parasını veriyorum. Eğer haberim olmadan verseydin hediye olarak kabul ederdim.

Böylece tam da istediğim ocak kafasını almış oldum tesadüfen. Çantamın içine özenle yerleştiriyorum. Turda kendi yaptığım ispirto ocağını kullanıyorum. İspirto hem pahalı hem de her yerde bulmak olanaksız. Anca büyük şehirlerde bulabiliyorum. İzmir’e gidince tüpünü alacağım yeri biliyorum. Turuncu renkli kutu ve ocak kafasının resmi aşağıda.

200320145288

Bu da çırağımız. Lastiği tamir ederken bize yardım ediyor sevimli çırak. Bu da sevilmek istiyor diğer köpekler gibi, yılışık şey. Başı ve üst kısmı kahverengi, bacakları ve karnı beyaz renkte. Kuyruğunun yarısı kahverengi, yarısı beyaz.

9-12

Asfaltın kıyısında Ayçiçeği çıkmış. Boyu küçük olsa da sarı taç yaprakları ile insanı büyülüyor adeta. İnadına yaşamak için başı dimdik, tek başına  ve hür Olarak yolun kıyısında.

9-13

Ayçiçeği tarlaları da isimlendirilmiş, May cinsi ayçiçeği. Bu tarladakiler yağ için üretiliyorlar, çitlemek için henüz bir çiğdem tarlasına rastlayamadık hala. Umudumuzu kaybetmedik, çiğdem tarlasını aramaya devam edeceğim tur boyunca. Burada Ayçiçeği kafaları olgunlaşıp kurumaya başlamış. Hasadı bekliyor boynu bükük.

9-14

Henüz çevrede herhangi bir ceylana rastlamadık ama ceylan çıkabilir levhasını görüyorum. Ne yapsın hayvanlar insanlara pek yaklaşmıyorlar. Haklılar da, ceylanların güzelliği değil de yiyecek et olarak gördüğümüz sürece karşımıza çıkmamaya karar vermişler.

9-15

Harbiden  de banket düşmüş görüldüğü üzere. Demir direkte olan tabela 45 derece sağa doğru duruyor. Üzerinde; “Dikkat düşük banket” yazılmış.

9-16

Yol bize bereketini cömertçe sunuyor; kara incirler. Tam bir enerji deposu. Haliyle dalından taze koparıp yemek bir başka oluyor. Tabi ki yeteri miktarda yiyorum, her şeyin fazlası zarar. Bir de motoru bozmak ta var fazla yersen…

9-17

Karşısı Meriç nehri ve ötesi Yunanistan. Bazen cep telefonuma  mesaj geliyor ” Yunanistan’a hoş geldiniz” diye.

9-18

Daha önce bahsetmiştim Trakya hep tarla düzlük diye. Doğru dürüst ağaç yok diye. Bir tane ağaç buluyoruz nihayet. Ama gölgesi yoktu, ağaç kurumuş. Maalesef gölgesinde dinlenemiyoruz. Allahtan hava biraz bulutlu, fazla güneş gözükmüyor. Sıcaktan bunalmadan yol alıyoruz.

9-19

Yol genelde sakin, hemen hemen hiç araç geçmiyor desem yeridir. Orhan ile ben gayet memnunuz bu durumdan. Elçek ile ikimizi bisiklet sürerken çekiyorum.

9-20

Yol kıyısında tarlanın birinde bir çardak görüyoruz. Çardakta kara üzümler olmuş bizleri bekliyor. Buradan da nasibimizi yiyoruz bize düşen. Kara üzümler de balmış gerçekten.

9-21

Resimde, bagajın üstünde gördüğünüz elma ve üzümler buradan kopardık. Kavunu parayla köyden aldık. Kısa molalarla iyi gidiyoruz Edirne’ye doğru. Zaten bu gün fazla bir yolumuz yok 50 km civarında. Onun için oyalana oyalana gidiyoruz kendimizi zorlamadan.

9-22-1

Çeltik tarlasında çeltikler yani pirinç başaklarını yakından çekiyorum. Taneleri olgunlaşmış hemen hemen hasadı bekler vaziyete gelmiş. Boynu bükük biçerdöveri hazince bekliyor, yelin hafif dokunuşuyla başlarını bir o yana bir bu yana sallıyorlar.

9-23

Bazı yerlerde küçük tepeciklere rastlıyoruz. Burada da su birikintisi ayrı bir güzellik katıyor yolumuza.

9-24

Orhaniye köyünde çay molası veriyoruz Orhan’la birlikte. Kahveye oturup çayları ısmarlıyoruz. Köylüler, iki tane uzun saçlı adam, hem de bisikletlerle buralarda ne işiniz var der gibi meraklı sorularla sohbetimize başladık. Onlar sordu biz cevapladık. Masamızda bir de dede vardı 80 kusur yaşında. Gün geçirmiş misali soruyor.

“Ne iş yapıyorsun beaa?”

“Emekliyim dede, bisikletle dolaşıyorum”

Dede etrafındakilere dönerek ;

” Bunlar aylakçı, aylakçı beaa ”

Deyince hep beraber kahkahayı koyuveriyoruz.

Çaylarımızı içerken bizlere  çocukluğunda başından geçmiş bir olayı anlatıyor. Belinde bir yara çıkmış. O zamanlarda hastane, doktor ne gezer. Bunu hocaya götürüyorlar, hoca okuyor üflüyor, yarasına iyi gelecek bazı ilaçlar veriyor ama fayda etmiyor. Hocaya kızgın sövüp sayıyor dede. Derken başka bir köyde hastalara şifa dağıtan bir hocaya götürüyor annesi. Hoca yarasına bakıp yanmakta olan ocakta tahta bir kaşığı ısıtıp yarasına koyuyor kaşığı. Böylece iyileşiyor dede. O hocayı öve öve bitiremiyor. Bunu anlatırken Trakya şivesiyle öyle bir anlatıyor ki çok hoşuma gidiyor. Çayların biri gidiyor biri geliyor sohbet esnasında. Hikayenin sonunda çayların parasını biz ödüyoruz. Allahtan köy yerlerinde çay ucuz, yoksa batmıştık. Masada oturmuş dedeyi dinliyoruz. Masada dede ve Orhan çayları içerken.

9-25

Köye satıcılar geliyor. Bir satıcı zeytin getirmiş kahvedekilere satmaya uğraşırken bize de tattırıyor zeytinlerini. Zeytinler güzel, hemen bagajımdan zeytin kabımı çıkarıp zeytinciye doldurmasını söylüyorum. Kapta da zeytin kalmamıştı. Yarım kilo kadar zeytin koydu zeytinci. Borcumuz ne kadar deyince bu da benden yolda katık olsun diyerek para almıyor. Allah razı olsun, yolda gönlü zengin insanlarla da karşılaşıyor  insan. Dede masada oturmuş bana başından geçen hikayesini anlatırken Orhan bizi çekiyor kamerası ile. Arkada zeytinci arabasından zeytin tartarken.

9-25-1

Kahvenin bahçesinde muşmula ağacı görünce hemen resmini çekiyorum Bu meyveyi çok severim. İzmir civarında ağacı yoktur, epeydir de muşmula ağacını görmemiştim. Ama henüz olgunlaşmamış daha. Ne yapalım, dalından yemek güzel olurdu.

9-26

Köy evleri de bir güze olur bahçeli, ağaçlar ve çimen. Bahçede bir divan duruyor. Böyle divanın üstüne serilip bir güzel uyku çekeceksin. Dünyalara bedel olur sanırım. evin duvar tarafında çiçekler açmış renkli.

1294445_10201062794385796_465434149_o

Köy çeşmesinden suları tazeliyorum. Buz gibi akıyor su zaten. Çeşmenin başında kocaman bir dut ağacı, gölgesi yeter. Ağaçlar sadece köylerde var, gölgeler de köylerde olunca biraz gölgeden faydalanmak gerek. Orhan şişesini çeşmeden doldururken.

9-27

Trakya neredeyse düz ve alabildiğine geniş. Arazi düz olunca her taraf tarla, uçsuz bucaksız.

9-28

Yol kıyısında çalılar daha önce yanmış. Yangın sonrası yaşam yeniden başlıyor doğal olarak. Yanıp siyahlaşmış olan manzara yeşilin ortaya çıkmasıyla renk değiştiriyor.

9-30

Yol önümüzde uzayıp gidiyor alabildiğine, sessiz, biz de buna uyarak sessiz ilerliyoruz. Sanki etrafımızda hiç hareket yok, sadece lastiklerin asfalta değdiğinde çıkardığı ses var.

9-31

İnekleri otlatan çobanlarla sohbet ediyoruz. Hep tarla olacak değil ya burada hayvancılık yapıyorlar. Sohbetimiz de nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun ve bisiklet ile hareketimizi merak ediyorlar. Üç çobanla sohbet ederken Orhan bizi çekiyor. Sürüde inekler var.

9-31-1

Geze oynaya yolda ilerlerken birden ufukta Edirne’yi görüyorum. Arkadaşım Can küçüklerle sürekli olarak cep telefonunla haberleşiyorum. Can Kırklareli’nden hareket etti. Edirne’de buluşuruz diyerek kararlaştırıyoruz. Selimiye camisinde  buluşacağız.

9-32

Tren yoluna geldik, İstanbul Edirne kara yoluna yaklaştık. Bu tren yolu bana 44 yıl önce Yugoslavya’dan göç ederken buharlı trenle buradan geçmiştik. O zamanlar 9 yaşımda idim, hayal meyal hatırlıyorum. Aralık ayında soğuk kış gününde 3 günde İstanbul a gelmiştik. Benim bu tren yoluna bisikletle gelmem hem de İzmir’den ta buralara kadar, hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Bunları düşünerek KUZ’u tren yolunda bir resim çekerek bu anı ölümsüzleştiriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

9-33

Tren yolundan hemen sonra D 100 ana yoluna çıkıyoruz ve Edirne’ye çok az kaldı. Yolun üstündeki tabelada Edirne – Pazarkule düz olarak, sağa ise Otogar – Kapıkule – Hamzabeyli kahverengi, İstanbul yeşil otoban rengi ile işaret edilmiş. Burada Pazarkule, Kapıkule, Hamzabeyli kahverengi olarak yapılmış. Bunlar sınır kapılarını belirtiyor.

9-34

Yol kıyısında mazgallara her zaman dikkat etmek gerek. Bazıları tehlike yaratacak kadar sakıncalı. Neme lazım kendime dikkat ediyorum. Belediyedeki fen memurları herhalde bizim gibi bisikletçilerin buralara kadar geleceğimizi tahmin etmediklerinden mazgalları gelişi güzel yapmışlar. Bizim geleceğimizi bilselerdi daha dikkatli yapacaklarından eminim. Mazgal delikleri yola paralel, lastikler içine girebilir. Mazgal ve bisikletim KUZ.

9-35

Yine sınıra yaklaştık, elbette bize geçiş izni vermeyecekler her zaman olduğu gibi. Vizeler kalkmadan şimdilik yurt dışına bisikletle çıkmaya niyetim yok. Tabelada Pazarkule (Yunanistan) 14 – Kapıkule (Bulgaristan) 23 kilometre kaldığını belirtiyor. Yurt dışı olan Yunanistan ve Bulgaristan Sarı zemine yazılmış. Bisikletim KUZ kaldırıma dayalı, Orhan da bisikleti ile kaldırıma çıkmış çimenlerin üzerinde.

9-36

Pehlivanların baş şehrine geldik. Tarihi Kırkpınar güreşleri Edirne de yapılınca heykelini de dikmişler yağlı güreşçilerin.  İki güreşçi kolları ile birbirlerine kafadan kenetlenmiş durumda. Çiçeklerle bezeli yeşil alan ortasına fıskiye içinde heykeller.

9-37

Edirne’nin girişi gayet güzel yapmışlar. Yeşil çimenler, ağaçlar ve renkli çiçeklerle yol kıyılarını ve yolun orta bölümünü gayet iyi süslemişler. Bakmayın resme, aslında işlek bir cadde, boş bir anında orta bölüme geçerek fazla araç olmadan bir anda resim çekiyorum.

9-38

Yol kıyıları bakımlı ve güzel olmasına karşın bazı yerlerde eksikler gözüme çarpıyor. Engelli bir vatandaş bu kaldırıma tekerlekli sandalyesiyle nasıl çıkacak, merak ediyorum. Kaldırım taşları yatık yapılmış ama yüksek, tekerlekler çıkamaz kaldırımı.

9-39

Osmanlıya 2. başkentlik yapmış şehirde tarihi yapılar belirmeye başlıyor. Burası aynı zamanda mezarlık olduğunu fark ediyorum. Dört sütun, üzeri kemerli olarak kapatılmış bir bölüm. Uzun sütun şeklinde mezar taşları tahta çitle kapatılmış.

9-40

Ve camiler belirmeye başlıyor. En çok ta Selimiye camisini merak ediyorum. Can ile telefonla nerede olduğunu sorunca o da Selimiye camisinde beklediğini söylüyor.

9-41

İşte Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye camisi. Tüm muhteşemliği ile karşımda duruyor. Usta işi, Selimiye camisi dört minareli.

9-42

Benim cep telefonumun kadrajına sığmayan cami Orhan’ın Fotoğraf makinasına anca sığıyor. Selimiye cami çok geniş bir alana yapılmış. Avlu duvarları yüksek ve avlu da geniş.

1172728_10201062802105989_6089453_o

Selimiye caminin yan tarafında Can Küçükler ile buluşuyoruz. Henüz öğle yemeği de yememiştik. Can buraları iyi biliyor. Bizi Edirne’nin meşhur yemeği ciğer tava yedirecek. Çarşıya giderek ciğerciye varıyoruz ama o da ne yer yok ve millet oturmak için sıra bekliyor. Neyse Can sahibini tanıyormuş, bize boşalan bir masaya hemen oturtuyor garsonlar. Ne de olsa ta İzmir’den gelmişiz. Gerçekten yediğim en güzel ciğer diyebilirim, değişik pişirmişler ve tadı nefisti.

9-43

Ciğerleri yerken birden bisikletimin düştüğünü görüyorum. Bisikletimi kurcalayan çocuk üzerine düşürmüş elleyince. Annesi de hemen araya giriyor, Çocukta bir şey yok ana anası başlıyor söylenmeye. Bizden para koparma niyetinde olduğu belli. Garsonlar durumu anlıyor, kadını susturup işi hallediyorlar. Kadın ve yanındakiler çingene, adamın başını belaya sokarlar. Neyse nefis ciğerleri yedikten sonra Keşan’da bana telefonunu veren Emrah Tokdemir’i arıyorum. Buluşacağımız yeri söyleyerek oraya doğru hareket ediyoruz. Çarşı temiz ve bakımlı, çok beğendim doğrusu. Buraları yayan dolaşacaksın tadına vara vara. Çarşı Arnavut kaldırım taşı ile döşeli yürüme ve gezinti yolu. Araçlar giremiyor buraya. Kıyılarda dükkanlar var.

9-44

Bazı yerlere heykeller konulmuş ve fıskiyelerle suları akıtarak görsel anlamda daha güzel olmuş.

9-46

Keşan da tanıştığımız Emrah Tokdemir ile buluştuk. Yanında da Timukan Karaca. Şaşırıyorum birden bire karşımda görünce. Keşan’dan araçla gelmiş, birkaç gün sonra Ahmet Mumcu, Mehmet Değirmenci ve diğer arkadaşlarını bekliyor. Onlarla birlikte Bulgaristan’a tur yapacaklar. Vakit henüz erken, Emrah bizleri  şöyle bir gezdirecek Edirne’yi. Edirne’nin her tarafı da tarihi yapılar. Bak bak bitmiyor. İlk önce bir sinagoga varıyoruz. Sinagog tadilatta olduğundan dışarıdan resim çekiyorum. Dış cephesi demir iskele ile kaplanmış çatıya kadar.

9-47

Caminin etrafı da yemyeşil, bir de ağaçları şekillendirmişler vida gibi budanmış, o da ayrı bir güzellik katıyor doğal olarak.

9-48

Tarihi bir hamama denk geliyoruz, aslında şöyle güzel bir keselenmek vardı ya. Bunu maalesef gerçekleştiremeden gezimize devam ediyoruz.

9-49

Meriç nehri çok geniş olduğundan her tarafa taş köprü yapmışlar.

9-50

Nehir taşmasın diye topraktan set yapmışlar. Yanda asfalt yol olmasına rağmen Emrah rehberimiz olduğundan biz de onu takip ederek peşinden setin üzerinden gidiyoruz. Hedefte Osmanlıdan kalma tarihi sağlık müzesini gezmek var. Çevremize bakınarak set üstünde gayet güzel gidiyoruz. Ama otlara hiç mi hiç bakmadık! nedense… İleride iki minareli cami var. (Yerdeki otlar pıtrak dikenli otlar olduğunu sonradan öğreniyorum)

9-51

Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yapmış bir şehirde  Padişahlar, vezirler, paşalar, yani önüne gelen 4 minareli cami yaptırmış. Gördüğünüz gibi yan yana iki cami.

9-52

Diğer yanda taş köprü ve cami. Bunlar Meriç kıyısının dibinde.

9-53

Tarihi taş köprüler bu günde hala ayakta ve kullanılıyor. Biraz dar ama sağlam yapılmış. Biz de taş köprünün üzerinden bisikletlerimizle geçiyoruz karşı kıyıya.

9-54

Su var ama pis akıyor ve akış hızı düşük. Haliyle biraz da koku var.

9-55

Nihayet sağlık müzesine geliyoruz. Müzenin yanına da kocaman bir cami yapılmış.

9-56

Sağlık müzesinin dış avlu kapısına gelince duruyoruz ve süprizler gözümüze çarpıyor. Emrah daha geride olduğunu ve lastiğinin patladığını telefonla öğreniyorum. Tamir ediyormuş. Ben de lastiğime bakınca üzeri dikenlerle kaplanmış.  Burada durunca lastiklerimin ikisi de hemen iniyor. Meğerse setin üzerinde pıtrak otları varmış, biz de görmeden pıtrak dikenlerini lastiklerimizle toplamışız. Bu kadar yol geldik sadece Çanakkale Gelibolu tarafında bir kez lastiğim patlamıştı. Böyle olacağını tahmin etmiştim. Keşan’da festival boyunca ormanların içinden onca toprak ve taşlı yollardan geçtim bir kez bile lastiğim patlamadı. Orada bir çok kişinin lastiği patlamış yama yaparken görüyordum. Uzun süredir lastiğimin patlamamasından endişe ederken dikenlerin intikamı korkunç olmuştu. Müzenin avlusunda bisikletlerin tekerleklerini tek tek söküp ilk önce dış lastiğimdeki bütün dikenleri teker teker çıkararak temizliyorum. Ardından yedek iç lastikleri takıyorum ve şişiriyorum. Bahçede temizlik kovasına su doldurup iç lastikleri kontrol edince her taraftan kaçak olduğunu görünce doğru çöpe. Diğer lastikte 5 tane delik var. Yamamadan çantama koyuyorum ne olur ne olmaz diye. Yine patlarsa artık 5 yama yapar kullanırım. Edirne’de bisikletçi bulup yedek iç lastik alırım diye düşünüyorum. Can ve Timukan da zırhlı lastik olduğundan lastiklerine dikenler bir şey yapamıyor. Ama ben ve Orhan’ın lastikleri içler acısı. Emrah zaten Sağlık müzesine gelmeden lastikleri gümletmiş. 8 tane yama yaptığını söyledi. Lastik patlakları zamanımızı epey aldığından sağlık müzesini gezemiyoruz. Çünkü saat 17:00 oldu ve müze kapandı. Yerde ön tekerleğim, iç lastik dışarıda. Lastik tamir kiti yere saçılmış durumda.

9-57

Müze yanında cami var. Mezarlar cami avlusunda görüyorum.

9-58

Lastik tamiri bittikten sonra Karaağaç mesire yerine gitmeye karar veriyoruz. Bu arada Selim Karagözler ve Emre Ata bizlere katılıyor. Hep beraber Karaağaç’a doğru pedallıyoruz. Meriç kıyısından taş köprüye varınca bir kaç resim çekiyoruz. Taş köprü, kemerleri ve yansıması Meriç nehrine vurmuş.

9-59

Taşköprü manzarasında bisikletlerimizle poz veriyoruz hep birlikte. Orhan Şentürk, Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Timukan Karaca, Ben ve Can Küçükler. Resmi Emre Ata çekiyor, kendisi biraz çekingendir. Ama gölgesini saklayamıyor.

9-60

Taşköprü gayet sağlam ve üzerinden arabalar da geçiyor.  Arabasız anını zar zor yakalıyorum.

9-61

Timukan ile beraber köprünün üstünde resim çekiliyorum.

9-62

Bir çok kare sütun üzerine kaide oturtulmuş balkon. Balkon beyaz mermerden yapılmış. Balkondan nehri seyredebiliyorsun. Balkonun içinde resim çekiliyorum.

9-64

Akşam güneşinin ışıkları kemerlerin üzerine vuruyor.

9-65

Yel Değirmen heykeli ama dönüyor. Güneş arka tarafta olduğu için ışıktan tam net çekemiyorum. Güneşi kanatların arkasında yakalamaya çalışıyorum.

9-66

Nihayet denk getirebiliyorum değirmenin kanadının birini güneşin önüne.

9-67

Güneşi arkaya alınca haliyle yel değirmeni tüm ayrıntılarıyla gözler önüne çıkıyor. Yalnız ortadaki dur tabelası manzarayı bozuyor. Değirmen yuvarlak bahçe içinde, yeşil çalı bitkileri ile süslenmiş.

9-68

Edirne Üniversitesine geliyoruz. Burası Üniversite arazisi ve tarihi yapılar onarılarak açık hava müzesi görünümüne getirmişler. İki katlı bina, giriş bölümünde iki kule yapılmış.

9-69

Burada Lozan antlaşması için bir anıt yapılmış.

9-70

Daha önce buralarda tren istasyonu, Postane gibi yapılar varmış. Kocaman bir buharlı lokomotif sergilenmek üzere buraya getirilmiş. İlk önce buharlı lokomotifi inceliyoruz hep birlikte. Sonra trenin etrafında resimler çekildik. Can ile birlikte tren önünde resim çekiliyoruz.

9-73

Elçek olarak Emre, ben, Emrah ve can çekiliyoruz.

9-74

Emre, ve Emrah ile lokomotifin önünde resim çekilirken Tümukan yere oturmuş telefon ile görüşme yapıyor. Orhan da trenin üstüne çıkmış.

9-75

Treni görünce içimizdeki çocuklar ortaya çıkıyor. Başlıyoruz lokomotifin üzerinde oynamaya. Çocukluk olmasa bu hayat çekilmezdi sanırım. Selim buhar kazanının yanında, Orhan tepesinde dolaşıyor.

9-77

Laz olunca Trabzon havaları başlıyor ve başlıyoruz horon tepmeye, hem de lokomotifin üzerinde. Emrah ve Orhan Laz.

9-79

Tarihi Edirne tren istasyonu. Bir zamanlar burası tren istasyonuymuş. 44 yıl önce buradan geçmiş olabilirim, bilinmez.

9-80

Lozan antlaşması için buraya bir anıt dikmişler. Anıtın olduğu yere geldik

9-81

Çocukluğumuz hala devam ediyor. Anıtın yarı beline kadar çıkıyoruz, ardından aşağıya hooop kayıyoruz. Bu kadar büyük kaydırakta kaymamıştım doğrusu. Bayağı eğleniyoruz.

9-82

Hep beraber tepede elçek bir resim çekiliyoruz. Emre, Timukan, Selim, ben ve Orhan.

9-83

Üniversite içi tam bir açık hava müzesi. Her tarafta tarihi yapılar mevcut, ahşap bir bina restore edilerek insanlara görsel anlamda huzur veriyor. Birinci kat tuğladan, üzerinde çatı ile beraber iki kat tahtadan yapılmış. Üst katlarda balkon var.

9-84

Daha sonra kahve içmeye Meriç kıyısına doğru hep birlikte pedal çeviriyoruz. Edirne de yemyeşil ve burası cennet gibi. Her taraf ağaçlarla kaplanmış.

9-85

Meriç kıyısına Edirne kent ormanından giriyoruz.

9-87

Akşam üzeri, karşıda Meriç köprüsü, Meriç usul usul akıyor. Ben de ispirto ocağımı çıkarıp bu güzel ortamda kahve pişiriyorum. Piknik alanını birden kahve kokusu sarıyor. Cezvem 4 kişilik olunca iki kez pişirmek zorunda kalıyorum. Ama zevkle pişiriyorum. Kahve cezvesi ocakta pişerken Orhan ile çekiliyoruz bir poz nehir ile birlikte, Uzakta taş köprü görünüyor.

9-89-1

Fotoğrafçımız Emre bizi kahve içerken şöyle bir çekiyor piknik masasına sıralanmışız.

9-89

Gerçekten güzel bir manzarada keyfimiz yerine geliyor. Bu gün az yol yapmamıza rağmen patlak lastikler epey yordu. İnanılmaz bir gün yaşadık dostlarla birlikte. Ve hala devam ediyor. Meriç nehri ve ileride taş köprü.

9-90

Derken akşam karanlığı basıyor. Biz de Edirne’ye doğru pedallıyoruz. Karaağaç parkı çok geniş bir alana yayılmış, Edirne’den 5 km mesafede ve harika bir gezi, spor, piknik alanı. Ayrıca sakin dinlenme alanı, insan burada kendini gayet huzurlu hissediyor. Süslü aydınlatmalar mavi, sarı ve kırmızı renkte yanıyor gece karanlığında.

9-91

Edirne de ilk önce bisikletçiye gidiyoruz. Yedek iç lastik almam lazım. Beraberce bisiklet dükkanına gidiyoruz. Trakya bisiklet, Engin abi dükkanda bizi ağırlıyor. Ondan 28 jant iç lastik istiyorum 2 tane. Engin abi dükkanı ve depoyu alt üst ediyor. Ama bir tane bile bulamadı, onun için mecburen bisikletin birinden iç lastikleri söküp bana veriyor. Lastikleri yedeğe alıyorum neme lazım yolum uzun. Ardından Can Küçükler Gençlik ve spor il müdürlüğü tesislerine kalmaya gidiyor. Can ile İğneada’ya pedallayacağız, sabah 08:00 de buluşmak üzere sözleşiyorum. Timukan Karaca arkadaşının evine gidiyor. Ben de Orhan Şentürk ile daha önce haberleştiğim Emrah Tokdemir’in evine gidiyoruz. Ellerine sağlık çok leziz yemekler yapmış. Yemekleri iştahla yedikten sonra Selim Karagözler ve Emre Ata’nın evine gidiyoruz. Öğrenci evi, azıcık dağınık, ne yapalım olacak o kadar. Hep beraber sohbet ederek vakit geçirdikten sonra 9 gündür girmediğim internete girerek şöyle bir bakayım dedim. Amanın facebook dolmuş, mesajları sadece kontrol ederek hemen kapatıyorum. Telefonumdaki resimlerin hepsini USB flaş belleğe yedekliyorum, ne olur ne olmaz. İşim bitince yatıyoruz hep birlikte. Bu gün epey yorulduk, derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 73 kilometre civarı.

Resimlerin bir kısmı Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc