Etiket arşivi: phaselis

İki Garip Bir Akdeniz 4. Gün

1 Eylül 2017 Pazar

Tekirova – Phaselis – Kemer – Tekirova

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Masasına gelip gittiği açıkça anlaşılır
Daktilosu çalışmasa da şeridinin eskimesinden

Durduğu yerde patlaması mürekkep hokkalarının
Ömrünce biriktirdiği sosyalist öfkesinden

Ne kadar yok etse ölüm vuruşu göklerde yankılanan
Kocaman bir yürek kalır Şili’nin Allende’sinden

Atilla İlhan

 

Öne çıkan görsel, deniz kıyısındaki kayanın üzerinde bağdaş kurup oturmuşum. Önümde kahve takımı var. Kahve pişiriyorum.

Gece pek fark etmedim yağmurun yağmış olduğunu. Sabah uyanıp çadırdan çıkınca anladım. Etraf ve çadırlar ıslak. Mavi bir naylonla birisi bisikletinin üzerini örtmüş ıslanmasın diye. Yağmurlu bir sabahın seherinde uyanmanın tadını çıkarıyorum bir süre. Demek ki dün Olimpos dağında tutunamayan bulutlar rüzgar kesilince toplanmaya başlamış gece ve ardından yağmur yağmış. Akdeniz’in sonbahar yağmuru portakal kokar. İrileşmeye başlamış portakal yağmurda ıslanınca aromasını etrafa yayar. Ortalık mis gibi portakal kokar. Bu kokuları ciğerlerime çekiyorum her nefes alışımda. Etraf çadır kent oluşmuş durumda. Biraz ileride birisi çadırının üzerine naylon germiş.

Kalkar kalmaz etrafı kolaçan ediyorum. Cem Tabanlı’nın çadırına su girmiş birazcık. Çadırının altına koyduğu brandayı kurutmak için ipe asıyor. Yanında da Nafiz var, Nafiz çadırını topluyor. Kemer’den Antalya’ya devam edecek evine doğru.

Dut ağaçları altındaki çadır alanı kırmızı – beyaz şeritlerle sokak görünümünde yollar yapılmış. Yürüme yolu boş, diğer yerlerde çadırlar kurulu. Herkes kendi telaşında hazırlanmakla meşgul. Birazdan yola çıkacağız. Kahvaltıyı çoktan yaptık bile. Kimisi çadırı eşyalarını topluyor. Evine dönme telaşı sabahtan başlamış bile.

Herkes kapıya çıksın diye anons edilince yolun ağzına gelip toplandık. Okaliptüs ağaçlarının gölgesinde toplanmış bisikletliler.

Hareket ediyoruz, Tekirova içinden ana yola çıktıktan sonra kısa sürede bizleri yönlendiren arkadaşlara rastladık. Phaselis  antik kentine sapan yola yönlendiriliyoruz. Biri motorlu, ikisi bisikletçi yol sapağında durmuş, direkte Phaselis 1 tabelası. Sağa giden çamlı yol ve dört bisikletçi.

Çam ormanı içinde bisikletlerle gidiyoruz. Yol ağaçların gölgesinde. Çam ağaçlarının gövdeleri uzamış yukarı doğru. Asfalt yolda altı bisikletli gidiyor.

Phaselis ören yerine ücret ödemeden giriş yapıyoruz. Girişte demir parmaklıklı sürgülü kapı var. Ağaçtan yapılmış gişe kulübesi yeşil renge boyanmış. Çatısı oluklu kırmızı kiremit ile örtülü. Sürgülü kapıya kare bir tabela, köşesi altta bakacak şekilde konuşmuş. Phaselis Örenyeri yazısı var.

Burası aynı zamanda Likya yolu ile çakışıyor. Direğe takılmış tabelalarından anlıyorum burasının Likya Yolu olduğunu. Sol tarafı gösterir tabelada Kuzdere 11 Km, sağ tarafı ise Tekirova 3 Km olduğunu belirtmiş. Tabelalar sarı renge boyanmış. Üzerine ilave yeşil renkte Fethiye’den Antalya’ya Likya Yolu yazısı yazılmış.

Antik kentin girişinde, su kemerlerinin olduğu yerde bisikletleri park ediyoruz. Kalabalık bisikletliler ortalığı kaplamış durumda.

Burada enerji takviyesi olarak muz dağıtılıyor. Dağıtan da şeker adam Halil Şenel güleç yüzü ile gelenlere birer muz veriyor. Elinde bir dal muz, koparıp koparıp ikram ediyor bizlere.

Bana torpil yapıyor Halil, yapışık iki muz veriyor. Elimde muz olduğu halde çekiyorum bir poz.

Muzu soyuyorum, içinde iki ayrı muz çıkıyor ortaya. Resimde yan yana soyulmuş iki muz, ardında Şirin Baba Ceyhun Altın. Sarı tişörtü ve başında şapkası ile.

Antik dönemden kalan yontulmuş taşların birinde, küçük bir oyuktan bir çiçek çıkmış ortaya. Çiçek yapraksız, taç yapraklarının dibi pembe. Uçlara doğru renk açılıyor beyaza doğru.

Antik kent çam ormanı içinde kalmış. Çam ağaçlarının gövdeleri sadece temel taşları kalmış duvarların arasında çıkmış.

Denize doğru çıkıntı yapan yere doğru gidiyorum. Burası küçük bir yarımada. Bir kaç çam ağacı da yarımadaya kadar yaşam alanı oluşturmuş kendine. Kıyı taşlık ve kayalık.

Yarımadanın üzerinde uca doğru yürüdüm. Buradan ana karanın bir bölümünü çekiyorum kamera ile. Küçük  bir koy oluşmuş yan tarafı. Az bir yer kumsal olmuş, diğer yerler kayalık. Sık çam ağaçları deniz kıyısına kadar gelmiş durumda.

Yarımadanın ucunda mantar biçiminde oluşmuş kaya parçası dikkatimi çekti. Kaya molozlardan bir araya gelip sertleşip kayaya dönüşmüş. Dalgaların aşındırması sonucu alt kısmı iyice ufalmış, Üst taraf ise tepsi gibi.

Yarımadanın ucuna gelmemin sebebi burada kahve içmek. Bisikletimden kahve takımlarını çıkarıp kayanın üzerine bağdaş kurarak oturdum. Başladım kahve pişirmeye. En güzel yerde kahve içmek gerek. Burası da yer olarak, manzarası ve ilginç yapısı ile gözümü boyadı. İyot kokusunu içime çekerek gözlerimi ocağın üstündeki cezveden ayırmadan öylece duruyorum. Kahvenin tadı nefis olsa da bazı huyları var. Bunlardan birisi çok kıskanç olması. Sürekli gözünün üstünde olması gerek. Tıpkı kadınlar gibi, sürekli onunla ilgileneceksin, gözlerini ondan ayırmayacaksın. Başkasına, bakmayacaksın. Eğer gözünü bir an olsun kaçırırsan çok kızar ve öfkesinden köpürüp taşar. Hem aroması dökülür hem ocağı söndürür. Etrafı da berbat etmesi cabası. İçtiğin kahvenin tadı kalmaz. Onun için gözümü kahveden bir an olsun bile ayırmıyorum.

Ocağın etrafında rüzgarlık koruyucu var. Cezve ve fincanlar önde dört tane. Kahve kutusu ve fincan kutusu yanlarda. Üzerimde Dünya Kalp Günü baskılı beyaz tişörtüm, bağdaş kurmuş durumda kayanın üzerinde oturuyorum. Ardım deniz ve karşıda denize uzanmış kara parçası. Resmi Ahmet Murat Hacıbeyoğlu çekiyor. Kahveyi yanımda şanslı olan üç kişi içecek. Birisi resmi çeken Ahmet Murat Hacıbeyoğlu. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Kocaman gövdeli bir çam ağacı kökü zayıf kalmış olmalı yana doğru devrilerek öylece yaşamına devam ediyor. Denize çok yakın durumda, herhalde dalgalar ağaca ulaşmıyor ki tuzlu su zarar vermemiş çam ağacına. Çam ağacı yorulup yere uzanmış gibi yatıyor. Ya da deniz kıyısında yatıp güneşleniyor gibi.

Kahve faslı bittikten sonra fincanları yıkayıp yerlerine yerleştiriyorum. Biraz daha zaman var. Antik kenti daha önce gezmiştim. Şimdi daha önce görmediğim yerleri görüp resmini çekmeye gidiyorum. Daha önce kahve pişirdiğim yeri görmemiştim. O taraftan su kemerini çekiyorum çamların altında.

Kentin ana caddesinde yürüyorum. Zamanında hareketli olan bu geniş yolun kıyılarında önemli yapılar varmış. Şimdi ise kalıntıları duruyor.

Dikdörtgen taş blokta yunanca yazılar yazılmış. Taş blokun üst kısmı geniş çıkıntılı. Sağ tarafı, hemen hemen yarısına kadar dış etkenlerden bozulmuş durumda. Yazıların yarısı görünmüyor.

Yanında yazının anlamını yazan tabela konulmuş. Taşta yazan;

“Onurlandırma Yazıtı

Danışma ve halk meclisleri,

Pigres oğlu Apollonios’un

Oğlu, kentimizin hayırseveri

Olan, övgüye layık

Lykiarkhes Aurelius

Pamphilos’u onurlandırdı

M.S. 3. Y.Y. başları

Böyle yazılı blok taşlardan daha var. Yalnız bir şey dikkatimi çekti! Taşların bir yüzeyi aşırı yıpranmış. Sürekli aynı yönden gelen yağmur, rüzgar ve Güneş etkisinde kalmış. Diğer tarafları sağlam şekilde duruyor. Yazıt taşları başka yerlerden getirilip konmuş ana cadde kıyısına. Taşın  aşınan yüzeyi sünger gibi olmuş, ayrıca yosun tutmuş ve rengini karartmış. Büyük bir olasılıkla aşınan taraf kuzeye bakıyordu. Çünkü yosunlar kuzey tarafında bulunur devamlı. Tıpkı ağaçların gövdelerinde kuzey tarafının yosun tutması gibi. Yön bulmak için ağacın gövdelerine bakılıp kuzey yönünü kolayca bulabilirsiniz. Ya da şöyle olabilir ; Bu taşlar deniz kıyısında kalmış olabilir. Denizin tuzlu suyu ve deniz canlıları su altında kalan taşı delik deşik yapmış olabilir. İkinci şık daha mantıklı gibi geldi bana.

Çam ormanı ile bütünleşmiş şehir o zamanların zenginliğinden sadece duvarları kalmış. Blok taşlardan sağlam yapılmış olduğu belli. Binlerce yıldır bir kısmı ayakta kalarak günümüze ulaşmış.

Başka bir blok taşta yine Yunanca yazılar yazılmış.

Yazının Türkçe anlamı;

Sporcu yazıtı

Ptolemaios oğlu Aurelius Artemidoros’un

Oğlu Zosimas olarak da bilinen Phaselis’li

Aurelius Ptolemaios. II. Embromos’un

Oğlu II. Kolalemis’in övgüye layık kızı

Phaselis’li Aurelia Apphia’nın kente

Hediye ettiği ve ilk olarak düzenlenen

Falladeios Bayramı’nın çocuklar

Kategorisi güreş müsabakasını sırtı yere

Gelmeden ve belini kavratmadan şana

Değer bir şekilde kazandı

M.S. 3. Y.Y.

Kalın duvarlı taş binaların çoğu ayakta. Biraz daha onarılsa, üstüne de çatı konsa bayağı bir kent olacak gibi.

Duvarların iç kısmı insan boyundan yüksek.

Caddenin sol tarafında kocaman bir yapı var. Burası Roma hamamı, duvarların çoğu ayakta ve sağlam taş bloklardan yapılmış. Taş blokların hepsi de özenle yontularak duvarlarda kullanılmış. Cadde çok hafif eğim ile, bazı yerlerde iki kısa basamak yükselerek yarımadanın beline doğru çıkıyor.

Roma hamamının alt kısmının resmini çekiyorum. Ateşin yandığı bu bölüm pişmiş tuğlalardan yapılmış. Alttan yanan odunlar hamamın taban kısmını ısıtarak içeride rahatça yıkanmalarını sağlıyormuş. Temel taşları kalın taş bloklardan sağlam yapılarak zeminde pişmiş tuğlalardan oda biçiminde ocaklar yapılmış. Orta yere yakın pişmiş tuğladan kare biçiminde örülen duvar 1 metre yükseklikte. Bundan iki tane var. Ayrıca bir çok yuvarlak pişmiş tuğla zeminde üst üste konulmuş öbek öbek. İçeriye giremiyoruz, kapısına zincir çekilmiş girilmesin diye.

Tahta bir panoya üstte büyük olarak PHASELİS yazısı var. Atta oyma çerçeve içinde Phaselis’in yarımada şeklindeki haritası var. Tahta üzerine çentiklerle oyulup şekiller verilerek yapıları belirtmişler.

Sadece dört sıra taş blok örülü bina duvarının kalıntısı ayakta duruyor. Cadde taş döşeli ve geniş.

Tiyatroya şöyle bir giriyorum. Ziyaretçilerin rahat yürümeleri için tahtadan yollar yapılmış. Kıyılarında korkuluklar var düşmesinler diye. Çoğu sağlam tiyatro seyirci bölümü yarım yuvarlak olarak görüyorum. Tahta yolda gezinen insanlar var. Tiyatronun üstü çamlık.

Tahta yürüme yolundan seyirci oturma basamaklarını yandan çekiyorum. Kimileri dinlenmek için oturmuş.

Tiyatro biraz yukarıda, aşağıda roma hamamının kalıntı duvarlarını çekiyorum.

Tekrar ana caddeye çıkıyorum. Cadde geniş, kıyıları 4 basamak taş örülmüş boydan boya. Sağda kapısı ve üzerinin bir kısmı ayakta olan bir yapı var. Ön yüzeyi düzgün taşlardan yapılı, arka kısımları yuvarlak, düzgün olmayan bir şekilde örülü.

Kazı ekibi çam ağaçları olan yerde gövdelerine şeritler bağlayarak yığılmış taş bloklar çevrelenmiş. Kazıda çıkanlar ilk önce buraya getiriyorlar demek ki.

Kentin bazı yerlerindeki binalar zemindeki kayaları yontarak binayı onun üzerine kondurmuşlar. Sadece temel taşları kalmış durumda.

Güney tarafındaki limana geldim, gerçi kalıntıları ortalarda görünmüyor ama burası doğal korunaklı bir yer. Balıkçılar kendilerine bu doğal limanda küçük bir iskele yapmışlar. İskelede biri iri, diğeri küçük iki sandal bağlı duruyor. Balıkçı kayıkta ağlarını kontrol ediyor. İki yanda çam ağacı gövdeleri arasından küçük iskele, bağlı kayıklar ve deniz. Karşıda kayalıklı yamaçlar.

Ormanın içinde bir patika görüyorum. Yarımadanın doğu ucuna doğru gidiyor olmalı. Ormanın içinde çalılar kaplamış.

Phaselis ziyaretimiz bitiyor ve yola çıkıyoruz. Ana yoldan tırmanmaya başladık. Önümüz yokuş, solda epey yüksek kayalıklar dik bir duvar gibi. Üzerinde çam ağaçları. Hemen önümde bir kişi ağır tempoda bisiklet sürüyor.

Yokuş kısa sürede bitip tekrar inişle Çamyuva kavşağına geldik. Burada görevli arkadaşlar bisikletlileri yönlendiriyor sağa girilecek diye. Dönüşün başında kocaman bir direğe kahverengi boyalı tabela konulmuş. Tabelada Çamyuva Tatil Köyleri, sağa ok işareti ile yazılmış. Asfaltta ise sağa kırmızı renkli ok işareti ve beyaz renkli bisiklet figürü boyanmış.

Çamyuva kalabalık tatilcilerin yazlıkları ile kıyı dolmuş durumda. İç kesimlerde de belediye parklar yapmış. Parkın birinde Akdeniz’in portakalı sembol olarak küçük bir havuzun ortasına konulmuş. Portakal öyle bildiğimiz gibi değil. Ortada bir portakal, yanlarında ikiye bölünmüş portakalın yarımları konulmuş. Rengi de orijinal renk olan turuncu renge boyanmış. Yaklaşık 1.5 metre boyunda portakal heykeli. Kamera ile çektiğim yerin sağında kırmızı renkte açmış bir çiçeğin üreme organı çiçek boyunun iki katı dışarı çıkmış durumda. Parkta oturma yerleri konuşmuş ama arkalıkları yok. Yerler beton taş döşeli, yeşil alanda çimenler ve çeşit çeşit ağaçlar serpiştirilmiş. Ortalıkta kimseler yok, park bomboş.

Sulama amaçlı kullanılan kanaletten su tertemiz akıyor. Döküldüğü çukurda köpürmüş.

Akdeniz denince akla portakal gelir. Her tarafta portakal ağaçları görmek olası. Ben de henüz olgunlaşmamış yeşil portakal ağacının resmini çekiyorum.

Ana yoldan değil de ara yoldan, Çamyuva’nın içinden geçip çam ormanının o muhteşem güzelliği içinden bisikletle geçiyoruz. Bulutlar çoğalmaya başladı, güneş görünmüyor ve çam kokusu etrafa yayılmış durumda. Demek ki yağmur yağacak gibi.

Kemer’e kestirmeden, çam ormanı içinden ama biraz yokuş tırmanarak geçeceğiz. Önümde yokuş kıvrılarak yukarı doğru gideceğimi gösteriyor. Yere de sarı sprey boya ile Ha Gayret yazısı yazılmış.

Tepeye ulaştım sonunda. Grubun çoğu geçip gitmiş bile. Arkada kalanlar ise performansı düşük olanlar. Ben de resim çekmekten gerilerdeyim. Birisi de yokuşu araba ile çıkmış. Bisikleti arabanın taşıyıcısına yüklemiş. Yokuş çıkıldıktan sonra bisikletini çözmeye başladı. Yokuşun tepesinde yağmur damlaları düşmeye başladı. Durup yağmurluğumu giyiyorum. Hem çok terledim, inişte terli terli rüzgar almamak gerek.

İniş başlarken görevli arkadaşlar bizleri uyarıyor yavaş inelim diye. Hem dik yokuş hem de yağmur nedeni ile kayganlaşan yoldan ötürü. Bunlardan birisi Cem Salih Altın. Elinde bayrak, üzerinde yeşil yağmurluk, iki kolunu da yana açarak bana selam veriyor başı ile. Ne de olsa Şirin Baba’nın kardeşi. Yağan yağmur çam ağaçlarının üzerindeki tozları yıkayarak yeşil rengi belirgin hale getirmiş. Ortalık yağmur ve çam kokuyor, mis.

Küçük kayalara lacivert ve sarı renkler yan yana boyanmış. Yürüyüş rotaları kırmızı, beyaz renkte olur biliyorum. Bu lacivert, sarı renk neden boyanmış belli değil.

Yağmur iyice arttı, sicim gibi yağıyor. Cep telefonumla ıslatmadan bir poz çekiyorum çam ormanı ve sicim gibi yağan yağmuru. Ben yağan yağmur damlalarını görüyorum ama cep telefonumun kamerası o kadar keskin değil. Yokuş bitip düz yere geldiğim halde yağmur artınca hızımı iyice düşürüyorum. 5 Kilometrenin altında aheste pedallara basıyorum. Sicim gibi yağmuru içime sindire sindire ormanın bu muhteşem anını yaşıyorum. Kalem gibi düz çam ağaçlarının gövdeleri yağan yağmura uymuş. Bu an hiç bitmesin diliyorum, yağmur altında, ormanın dinginliğinde bisiklet sürmenin tadına varıyorum. Yağmuru ve ortalığa yayılan çam kokusunu düşünüyorum. Saçlarım tamamen yağmurda ıslandı, üzerimde sadece yağmurluk var. Sudan korumak için cep telefonumu ve cüzdanımı gidon çantama koydum. Bisiklet sürerken Yeni Türkü’nün şarkısını söylüyorum.

Küçücük bir bakışın
Çözer beni kolayca
Kenetlenmiş parmaklar gibi
Sımsıkı kapanmış olsun

Yaprak yaprak açtırırsın
İlk yaz nasıl açtırırsa
İlk gülünü gizem dolu
Hünerli bir dokunuşla

Hiç kimsenin yağmurun bile
Böyle küçük elleri yoktur
Bütün güllerden derin
Bir sesi var gözlerinin

Başedilmez o gergin
Kırılganlığınla senin
Her solukta sonsuzluk
Ve ölüm…

e.e. cummings / somewhere i have never travelled

Çeviren: Barış Pirhasan

Ormanın içinde yağmur yağarken bisikleti çok düşük bir hızda sürüyorum. Çam ormanı içinde Beydağları yürüyüş rotalarını gösterir tabelaları gördüm. İki tabela bir direğin tepesinde. Yönleri ormanın içine doğru giden patikayı gösteriyor. Üstekinde Çalış tepe turu 3 Km, alttakinde Kiriş 1 Km olarak belirtilmiş. Çalış tepe 13. nolu rota, Kiriş 14 nolu rota olarak yazılmış. Aslında bisikleti bırakıp patikada yürümek isterdim. Yağmurun sesi ormanın içinde kim bilir nasıl güzeldir. Yürürken ayaklarımın altında ezilen kurumuş çam yapraklarına basarken sesi duyulmaz bile. Yağmur yumuşatmıştır kuru çam yapraklarını. Çam yaprakları ve toprağa bastığında yumuşak bir halının üzerinde yürüyormuş gibi gelir. Ağaçların tepelerinden süzülen yağmur suları dalların ucunda iri damlalar halinde düşüp toprakta çıkardığı sesi dinlemek en güzel müzik sesi gibi gelir insana. Bu doğanın müziğidir. Arada serin bir rüzgar esince damlalar daha da coşar. Bir tatlı düş içindeyim ormanın içine bakarken.

Orman bitince beton binaların kapladığı, insanların yoğun yaşadığı yere geldim. Burası Kemer ilçesi. Sokaklar parke kilitli beton taş döşeli. Kaldırımda kırmızı renkli taş döşenmiş. Sokağın iki kenarına da plastik direkler dikilip arabaların park etmeleri engellenmiş. Solda bir bar görüyorum, apartmanın altında.  Bar apartmanın dışına doğru taşmış 5 metre kadar. Camekan ile çerçevelenmiş, üzerinde ise bir motor kahverengi boyalı ve yanında bateri takımı. Tabelasında yeşil kertenkele resmi var. Camekanda kocaman elektro gitar konulmuş. Bar gündüz olduğu için kapalı.

Yağmurun sesini dinlediğimden çok gerilerde kaldım, Kemer içinde grubu ararken karşıma Cem Salih Altın çıkıverdi. Yağmur dinmiş olmasına rağmen üzerinde yeşil yağmurluk duruyor. Sadece şapkasını indirmiş. Nedense karşıma hep Cem çıkıyor.  Sevimli yüzü, uzamış keçi sakalı ile kollarını yine yana açarak beni karşıladı. Sağ elinde pet su şişesi, sol elinde de bayrak var. Bana gideceğim yönü belirtiyor.

Cem’in bana gösterdiği yöne doğru gidince pazaryerinde grubu görüyorum. Çoğu çoktan yemeğini yemiş bile. Ben de zaman geçirmeden yemeğimi alıp yiyorum masanın birinde. Yemek olayı bitmek üzere olduğundan masaların çoğunu belediye görevlileri kaldırmış bile. Yemeği yedikten sonra bir süre dinleniyorum. Cem Tabanlı ile yukarı doğru gitmeyip kamp alanına doğru gidelim diye kararlaştırdık. Biraz dinlenelim tura başlamadan önce.  Nafiz ile vedalaştık ve evine doğru yola çıktı. Nafiz hep yanımızdaydı, ilgi ve alakasından dolayı teşekkürlerimi belirttim veda ederken. Ana yola çıkıp kamp alanına geldik. Cem ile birlikte denize girip duşumuzu aldıktan sonra çadırda bir süre dinleniyoruz. Bir kısmı bizim gibi erkenden gelip çadırlarını topladı. Grup geldikten sonra onlar da çadırlarını toplayıp arabalarına yükledi. Etrafta çok az çadır kaldı bizim gibi. Akşam yemeğinden sonra kalanlarla birlikte oturup çay, kahve ve sohbet ederek zaman geçirdik. Gecenin ilerleyen zamanında çadırıma gelip yatıyorum.

Bu gün yağmur beni yıkayıp pakladı ve duruladı bir güzel. Ormanın içinde arındım sanki. Yağmuru düşleyerek uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık olarak 42.5 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığım yolun haritası

Powered by Wikiloc

5. Antalya Kemer Bisiklet Festivali 3. Gün

2 Ekim 2016 Pazar

Tekirova – Kemer – Kesme boğazı – Tekirova

( Kör arkadaşlarım için resimlerde betimleme yapılmıştır )

 

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak…
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Ahmed Arif

 

Öne çıkan görsel, tarihi su kemeri, biraz büyük, sağında daha küçük bir kemer. Kemerin ardında tahtalı dağının çıplak zirvesi.

Bu sabah güneş henüz doğmadan, çok erkenden uyandık. Uyanır uyanmaz kahve takımlarımı alıp doğru sahilde soluğu alıyorum. Güneşin doğumunu kaçırmamak gerek. Yanımda da kahve sever Dilek Koçyiğit, Doktor Umur Gürsoy, Adnan Özzaim, Gözde Emine. Kumsalda oturup kahveyi pişirdim, kahveler fincanlarda beklerken elçek sopası ile yandan resmimizi çekiyorum.

Kahvelerimizi içerken güneşin doğuşunu bekliyoruz. Doğuş eli kulağında. Bu arada sevgili edebiyatçımız Gözde Emine’yi tek olarak deniz arkada olacak şekilde resmini çekiyorum. Bir çok festivalde beraber pedalladık. Edebiyat ve tarih konularında akıcı anlatımıyla bizleri geçmişe götürdü her zaman. Tatlı dili, güler yüzü ile edebiyat ve tarih konularını anlatan Öğretmen edası ile kendini dinletmesini bilir. Ben de hep can kulağı ile dinlerim Öğretmenimi.

Güneş doğmadığı için kurşuni renk tonu resmin her tarafına eşit olarak dağılmış durumda. Gökyüzü, deniz, kayıklar, kumsaldaki çakıl taşları ve bana poz veren Gözde Emine. Sadece Gözde Emine’nin yüzündeki ten rengi ve kıyıya vuran dip dalgasının beyaz köpüğü kontrast oluşturmuş. Bir de güneşin doğacağı yerde gökyüzü biraz kızıla boyanmış.

Kahve fincanları elinde Dilek ve Doktor Umur resimlerini yandan çekerken bana gülümsüyorlar. Ne de olsa sabahın köründe kahve içiyorlar.

Kahveler içilirken tan yeri kızıla boyanmaya başladı. Uçsuz bucaksız Akdeniz gök ile birleştiği yerde güneş ilk ışıklarını bize gösterdi. Sanki sudan çıkar gibi. Güneşin çıktığı yerin yanında demirlemiş küçük bir tekne duruyor. Deniz sakin, dalga yok ve gökyüzü açık.

Güneş tepesinde üstü geniş beyaz bir uçan daire gibi ışık demeti ile denizden tamamen çıktı.

Daha yakından çekebilmek için dijital zom yaparak güneşe iyice yaklaştım. Tam su yüzeyinde tepsi gibi sarı rengi ve etrafı kızıla boyanmış olarak karşımda. Birazdan içimizi ısıtacak. Yerde çakıl taşları, deniz ve güneş, sağda tekne manzarayı oluşturuyor.

Güneşe doğduğundan yüzeye iyice çıkasıya kadar çıplak gözle bakabiliyorum. Biraz yükselmeye başlayınca parlaklığı iyice artıyor ve sarıdan beyaza dönüşerek gözle bakılamayacak kadar çok ışık vermeye başlıyor.

Güneş parlak olarak deniz yüzeyinden çıkmış bana doğru ışıktan bir yol yaparak yansıtmış altın rengini. Hafifçe vuran dip dalgaları kumu ıslatıp güneşin yansımasını az da olsa görebiliyorum.

İkinci defa kahve pişiriyorum çünkü yeni gelenler oluyor. Bir araya toplaşınca denizden yeni çıkmış Seçil elinde kahve fincanı olarak resimde çıkıyor. Resimde sekiz kişi varız, ayakta Seçil, yerde oturmuş ben, Dilek, Ayşe Kuş, Gözde Emine ve Adnan. Diğer iki kişinin isimlerini bilmiyorum.

Güneş ışınlarını yatay olarak kumsalın ince kumlarına vurunca yerden ışık – gölge olarak resim çektim. Kumsalın bitiminde ağaçlık başlıyor.

Kahve takımlarını toplayıp çadırların yanına geliyorum. Bisikletimi hazırlayıp uzun kuyruk olmuş sabah kahvaltısı için sıraya girdim. Kahvaltıyı yaptıktan sonra bisiklete binerek çıkışa doğru gittim. Herkes toplandıktan sonra  hareket verildi ve yola çıktık. Yolda resim çekmeye gerek yok deyip yeni yola, Phaselis yoluna sapınca resim çekmeye başladım. Çam ormanı içinden geçen yol deniz kıyısına kadar gidiyor.

Phaselis Antik kentine ücret ödemeden giriş yaptık. Gerçi müze kartım var her zaman yanımda taşırım ama önceden izin alındığı için bisikletlilere serbest giriş. Giriş kapısında kaskımı çıkarıp gidona asıyorum Beni böyle bisiklete binerken resmimi İlker çekiyor yanımda da Dilek olduğu halde. Dilek dün akşam kamp alanına hızla girerken mıcırda kayıp düşmüş. Kolunda biraz zedelenme ve ağrıları vardı. Ben de bu gün yanımdan ayrılmayacaksın ve beni geçmeyeceksin diye sıkı tehdit ve tembih edince yanımda sakin olarak bisiklet sürüyor. Bıraksan deli gibi basıyor ve karbon olan yol bisikleti olunca arkasından yetişmek imkansız. Sonra da düşüyor durduk yerde yaramaz kız çocukları gibi.

Antik kentin girişinde kale duvarı olduğunu tahmin ettiğim yeri çekiyorum. Yanımdan ayrılmayan Dilek bisikletiyle duvarın dibine oturmuş uslu çocuklar gibi bana poz veriyor. Duvar düzgün yontulmuş blok taşlardan örülmüş, yüksekliği 4 metre civarında. Üstü düz arazi ve çam ağaçlarının gövdeleri görünüyor.

Yıkıntılar içinde çam ağaçları çıkmış  gelişi güzel. Sadece bir kısa duvar ayakta, geri kalan taşlar, sütun parçaları yerlerde. Burası mezarlık yani nekropolis.

Başka bir duvar kalıntısı ve yanı deniz.

Dilek yontulmuş kaya bloğunun yanında poz veriyor.

Kentin girişinde bisikletleri park ediyoruz. Yanımda festival görevlilerinden türkücü Nevzat ile oynadığı tek ayak üzerinde durma oyununu oynarken resimlerini çekiyorum. Pembe taytı, uzun kollu siyah beyaz benekli elbisesini giymiş kız çocuğu bir eliyle Nevzat’a  tutunmuş. Diğer elinin üç parmağı ile işaret yaparak bana poz veriyor.

Kız çocuğu tek ayak üzerinde dururken iki kolunu yana açarak poz veriyor.

Ben de onların oyununa katılıp tek ayağımın üzerinde durarak parmaklarımla üç işaretini yaptım. Beni de cep telefonumdan küçük kız çocuğu çekiyor.

Kemerli yüksek bir duvar var önümde. Kemer gözlerinin altından geçebiliyoruz. Yer yer yıkılmış kısımları ve ayakta kalan kısımları uzayıp gidiyor. Gördüğüm kemer şehrin su ihtiyacını karşılayan su kemerleri.

Taş kemerin gözünden tahtalı dağının resmini çekiyorum. Bulunduğum yer ve kemerin iki ayağı ve kemeri gölgede ışık vurmuyor. Gözün arkası ve Tahtalı dağı eski adıyla Olimpos dağı aydınlık içinde. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Su kemerleri kentin içine kadar gidiyor ama pek çoğu yok. Çam ağaçları ile bütünleşmiş sanki antik kent.

Kimi yerde sadece birer taş blok olarak kalmış. Sanırım taş blokların çoğunu yapılarda kullanmak için alınıp götürülmüş. Bunlar da geriye kalanlar.

Antik kent büyük olunca yoruluyor insan bir süre sonra. Yanımdan ayrılmayan Dilek ile gölge bir yerde antik taşın üzerine oturup resim çekiliyoruz elçek ile. Dilek güneş gözlüklerini çıkarmıyor çünkü gözlükleri numaralı. Gözlük takmazsa önünü göremez.

Kimisi de gezmek yerine denize girmeyi tercih ediyor. Elbiselerini kıyıya koymuş havlusu ile beraber.

Kentin ortasında antik bir cadde boydan boya gidiyor. Caddenin kıyılarında taş bloklardan yapılmış dört basamak. Zemin zamanında taş döşeliymiş ama sökülüp alınmış.

Roma hamamı yıkıntıları, sadece bir kaç duvar ayakta.

Duvarda taş kapı çerçevesi ve içeride yine kapılar. İç içe geçmiş odalar.

Sadece yüksek duvarları kalmış hamamın.

İlginç bir duvar örneği, taş bloklar aynı boyutta ve küçük çukurlar açılmış tam ortalarında. Bu oyuklar taşları birbirine bağlamak için kurşun döktükleri boşluklar.

Hamamın ocak kısmı, odunları burada yakıp suyu ısıtıyorlar. Taş bloklar arasında pişmiş tuğla ile ocaklar örülmüş.

Kayanın içi oyularak derin bir çanak yapılmış.

Her tarafı taş örülü duvarları olan binalar. Bir zamanlarda burada zengin ve hareketli bir yaşam olduğunu belirtiyor.

Küçük bir tepeye yamaç evler yapılmış. Sonradan çıkan çam ağaçlarının gölgesinde kalmış yapılar.

Pişmiş yassı tuğla örülerek yapılmış ocaklar hamamın an altında, binanın temeline yapılmış. Taş duvarlar yükselip hamamın üst tarafına çıkıyor. Zeminde tuğla parçaları dağınık durumda.

Yan tarafta hamam odaları dört tarafında dört kapısı. Tuğla parçaları üst üste bir kaç tane konulmuş gelişi güzel. Bazı taş bloklarda oyuklar var.

Tahta bir tabelaya PHASELİS yazısı üstte yazılmış, altta ise denize çıkıntısı olan yarımada şeklinde haritası boyanarak çizilmiş. Yarımada ayağımıza giydiğimiz bot şeklinde.

Phaselis

Bey Dağları-Olympos Milli parkının çam ve sedir ormanları arasında yer alan Kemer İlçesi, Phaselis Antik Kentine, Antalya-Kumluca karayolunun 57. km’sinden güneye dönüldüğünde yaklaşık 1 kilometre sonra  ulaşılır. Kentin Akdeniz’e uzanan küçük bir yarımada üzerinde MÖ 7. YY’da Rodoslu kolonistlerce  kurulduğu söylenir. Kuruluş efsanesinde kolonistlerin yöre halkına mısır ekmeği veya kurutulmuş balık önerilerine, arpa ekmeği ve tuzlu balık isteği ile cevap verildiği anlatılır.  Coğrafi konumu ile önemli bir liman kenti olan Phaselis, 3 limana sahiptir. Bu limalar  yarımadanın kuzeyinde, diğeri kuzeydoğuda, üçüncüsü ise güneybatı kıyısında yer alır.  Limanları, agoraları ve şehir sikkeleri üzerindeki gemi betimlemeleri Phaselis’in ticari liman hüviyetini vurgular. Phaselis bazen Likya bazen Pamfilya bölgesi şehri olarak gösterilir. Gerçekte her iki bölgenin sınırları arasında yer almaktadır.

MÖ 6. y.y. ortalarından itibaren sikke darbeden kent, Pers Kralı Kyros’un Lydia Krallığı’na son verip tüm Küçük Asya’yı ele geçirmesinin ardından, M.Ö. 546 yılında komutanı Harpagos tarafından Lykia Bölgesi’yle birlikte Pers egemenliği altına alınmıştır. Klasik Dönem’le birlikte M.Ö. 469 yılında Atinalı komutan Kimon tarafından Delos-Attika Deniz Birliği’ne dahil edillmiş ve bu durum MÖ 411 yılına kadar devam etmiştir.  Lykia, MÖ 360 yılında, Pers kralına gösterdiği sadakatinden dolayı Satrap Mausollos’a ödül olarak verilirken, Phaselis bu dönemde otonomisini korumuştur.

MÖ 333’de Büyük İskender’i altın taçla karşılamaları şehir tarihinin en renkli sayfalarından biridir. İskender’den sonra bir çok kere el değiştiren Phaselis, MÖ 167’de Likya Birliği’ne üye olup birlik sikkelerini basar. Bir süre komşu kent Olympos ile korsanların talanına maruz kalmasının ardından İ.Ö. 43’de Roma egemenliğine girer ki, bu dönem şehirde yeniden yapılanma ve en az 300 yıl sürecek refahın başlangıcıdır. Şehir 129’da İmparator Hadrian tarafından ziyaret edilir.  Güney limandan başlayan ana caddenin girişindeki tek kemerli anıtsal tak bu ziyaretin anısına dikilmiştir. 5. ve 6. yüzyıllar Bizans egemenliğindeki yüzyıllardır ki, Phaselis 451’de Kadıköy Konsülüne katılan şehirler arasında yer alır. 7. YY’da Arap akınlarından sonra 8.YY’da yeni bir refah dönemi başlar. Phaselis 1158’deki Selçuklu kuşatmasından sonra gerek depremler ve gerekse limanının işlevselliğini kaybetmesi ardından önemini kaybedip 13. YY başlarından itibaren tamamen terk edilir.

Günümüze çoğunlukla Roma ve Bizans dönemi kalıntıları ulaşmıştır. Bunlar şehrin ana aksını oluşturan ve Kuzey-Güney limanlarını birleştiren ana caddenin iki yanında sıralanır. Cadde, agora ile tiyatro arasında genişleyerek küçük bir meydan oluşturur. Meydanın güneydoğu köşesinde basamaklar tiyatro ve akropolise ulaşımı sağlar. Tiyatro küçük boyutlu tipik bir Hellenistik dönem tiyatrosudur. Roma döneminde sahne binasının eklendiği, Geç Bizans’ta ise sahne binası duvarının kısmen şehri koruyan yeni surların bir parçası olduğu kalıntılarından anlaşılır. Ören yerinin girişindeki virajın sağında şehrin eski surlarıyla (MÖ 3. YY), tapınak veya anıtsal mezar olabilecek temel kalıntılarına rastlanır. Kuzey limanı arkasındaki yamaç ise nekropolüdür.   Günümüze ulaşan en anıtsal yapı ise su kemerleridir. Şehrin ihtiyacı olan su, kuzeydeki tepede yer alan kaynaktan getirilmekteydi. Biri tiyatro karşısında, diğer ikisi güney limana giden ana caddenin sağında olmak üzere 3 agora bulunmaktadır. Tiyatronun karşısındaki agoranın içinde bugün Bizans dönemine ait küçük bir bazilikanın kalıntıları yer alır. Şehrin diğer iki önemli kalıntısı ise şehir meydanındaki biri küçük diğeri büyük iki hamam kalıntısıdır. Özellikle küçük hamam kalıntıları Roma hamamının ısıtma sistemi hakkında bilgiler verir. Tarihçiler şehrin baş tanrıçasının savaşın ve bilgeliğin tanrıçası Athena olduğunu yazarlar. Henüz bulunamamış olan Athena tapınağı ve diğer önemli yapıların bugün ormanla kaplı akropol tepesinde yer aldığı düşünülmektedir.

http://www.antalyamuzesi.gov.tr/tr/phaselis-orenyeri

Tiyatronun olduğu yere geldik. Seyirci oturma yerleri yamaca yapılmış fazla büyük olmayan tiyatroya tahtalardan yürüme platformu yapılarak girebiliyoruz.

Tiyatronu sahne duvarlarından ayakta kalan duvarın dibinde resim çekiliyoruz. Resmi çeken de Ömer. Resimde Dilek, ben, Seçil ve adını bilmediğim bir kadın, bir erkek.

Büyük taş bloklardan örülmüş, giriş kapısı dar ve yüksek olan bir binanın ayakta kalmış sağlam kısmı. Kapının üst kısmında tek parça yapım yuvarlak oyulmuş kemer blok. Binanın iç kısmına doğru giden duvarların taşları düzgün değil ve düzensiz örülmüş.

Çam ağaçları içinde kalmış tek tük binaların kalıntılarını da görüyorum.

Yamaçta başka bir duvar kalıntısı.

Ana cadde yarımadanın iki limanını da birbirine bağlıyor. Dört basamaklı yol kıyısı devam etmiş buraya kadar.

Cadde burada bitmiş ve sütun, kiriş kalıntıları sıralı dizilmiş yerde. Çam ağaçları ve az ileride denizin mavisi.

Yerdeki taş blokları yakından çekiyorum. İki sıra yontulmuş figürler ile süslenmiş. Kiriş taşı olabilir.

Her taş blok ayrı ayrı işlenmiş.

Kuzey batı limanı burası, limanın bir kaç taş kalıntısı kalmış sadece. Rüzgar ve dalgalardan korunaklı doğal bir liman denizde bir kaç kayık demirlemiş sakin sularda. Yarımadanın burnu geniş olunca dalgaların önünü kesmiş. Karşıda kayalıklı bir tepe görünüyor denizin ötesinde.

Olimpos yada tahtalı dağının yalçın çıplak tepeleri boz rengi ile karşımda tüm azameti ile duruyor.

Her taşta ayrı bir figür, ayrı bir işleme. Ağaç dalları, yapraklar ve çiçekler.

Elips çıkıntılar oyularak içine iki ayrı ağacın yaprakları işlenmiş. Biri ıhlamur, biri meşe yaprağı. Taş blokta iki tane olarak işlenmiş.

Ana caddenin başlangıç yada bitim yeri. Köşe taşları burada dönüyor 90 derece. Dört basamaklı olarak yapılı yol kıyısı diğer limana kadar devam ediyor. Burada biten cadde taş merdivenlerle basamak olarak limana iniyor.

Phaselis antik gezimiz bitince tekrar yola çıktık. Şimdi biraz yokuş çıkacağız ana yola kadar. Çam ağaçları arasındaki yolda bisikletliler gidiyor. Bisikletinden inmiş birisi elinde fotoğraf makinesi ile bekliyor gelenleri.

Resimleri çeken Mustafa Gültekin. Beni görünce resmimi çekerken ben de onun resmini çekiyorum.

Ana caddeden fazla gitmeden Çamyuva içine sapıp kestirme orman yolundan Kemer içine ineceğiz. Yol kestirme, çam ormanı ama biraz sert yokuş. Arada dinlenmek gerek deyip biraz nefesleniyoruz. Dinlenenlerden Dilek Ve Gözde Emine bana poz veriyorlar çam ağaçları gölgesi altında.

Mustafa da Gözde Emine ve beni yokuşu çıkarken resmimizi çekiyor. Arkamda da Dilek var sadece bir kısmı çıkmış.

Kemer kasabasına geldik, sıkıştığımdan doğru tuvalete koştum. Tuvalette pisuvarın içinde kocaman çakıl taşlarını görünce resmini çekiyorum. Biri böbrek taşlarını düşürmüş sanki.

Öğle yemeğini burada yiyeceğiz ama henüz yemek arabası gelmediğinden kahvenin birine oturup çay içiyoruz. Yanımda oturanların çoğu çadır komşularım. Masada boş çay bardakları, su şişeleri ve kahve fincanları. Dağıtılan mavi renkli içecek şişeleri de var masada. Aramızda bazıları sigara içiyor, paketi de masada.

Öğle yemeğini pazar yerinde kurulan masalarda yedik. Yemekten sonra son kalanlar ve festival görevlileri ile birlikte resim çekiliyoruz.

Yemekten sonra Kuzdere yatağından Kesme boğazına doğru yola çıktık. Haliyle bazı yokuşlarda yok değil. Hal böyle olunca yerlere yine yazılıp çizilmiş. Bunlardan birisinde HA GAYRET yazısı, altına da yuvarlak beyaz çizgili daire, daire içinde Güneş, deniz ve bisiklet çizili Antalya bisiklet festival derneğinin amblemi. Güneş ve bisiklet sarı renkte, deniz mavi renkte.

Bir tarafı duvar gibi kayalık, bir tarafı dere yatağı ve ağaçların arasında yukarı doğru tırmanıyoruz.

Yalçın kayalıklı dağların yarılmış kanyonundayız. Dere yatağında iri dere taşları ağaçların arasından görünüyor.

Kanyonun bazı yeri dar bir geçitten oluşmuş. Yamaçlar kayalık ve dik. Yukarıya doğru bakınca V biçiminde bir görüntüsü ve ardı Toros dağlarının yüksek tepeleri.

Kayalıkların dibinden tamamını çekmek biraz zor olsa da tepesine kadar çekiyorum.

En dar yere yaklaştım, yol sağa doğru döndüğünden kayalıklar birleşmiş gibi duruyor. Asfalt kaymak gibi ve yolda giden bisikletçiler resme giriyor.

Dere yatağı derinde, sert granit kayalıkların arasında akıyor denize doğru.

Kanyonun en dar yeri 20 metre civarında karşımda duruyor. Yol 10 metre dere yatağından yukarıda. Yolun sağında dere yatağı, kimi yürüyüşçüler yürüyüş yapıyor derenin içinde.

Dere yatağında yürüyenler küçücük görünüyor baktığım yerden.

En dar geçitte suyun gücünü görüyorum. Sert granit kayaları öyle bir oymuş ki duvarları pürüzsüz yapmış. Su şimdilik sakin akıyor ama kuvvetli bir yağmurda sel sularının sürüklediği taşlar kayalara çarpınca oluşan korkunç sesleri duymak insanı korkutur. Böyle bir anda burada olmak isterim.

Hazır resim çekerken geliş yolunu da çekeyim dedim Üç kişi yan yana yokuşu çıkarken görüntüledim.

Yerde, kuru dalların arasında mor çiçekler inadına açmış kendini gösteriyor.

İki derenin birleştiği yer, sağdakinden su akmıyor. Dere yatağına kadar çam ormanı girmiş ama dere yatağının hakimi hep çınar ağaçları oluyor. Neden derseniz çınar ağaçları kolay tutuşmayan bir ağaç. O yüzden orman yangınında en az zararla kurtulan çınar ağacı yüzyıllar ayakta kalabiliyor. Çam ağaçları öyle değil, insanlar haricinde doğal olarak ta yangın çıkabilir. Örneğin yıldırım düşebilir ve orman yanmaya başlar. Çam ağaçları çıralı olduğundan kolayca tutuşup tamamen sönesiye kadar yanar. Çam ağaçları yangından bir kaç yıl sonra araziyi tekrar kaplamaya başlar. Yüz yıldan fazla ayakta kalan çam ağacı pek göremezsiniz. Nadiren bazı yerlerde, yangın görmediğinden ayakta kalabilir. Resimde görünen çam ağaçları da genç, 30 yıllık ya var ya yok.

Az ileride taş köprü görüyorum tek gözlü. Köprü dere yatağından epey yüksek. Köprü ağaçlar arasında kaybolmuş gibi, pek az kısmı görünüyor.

Köprüye gelince burada işletme olduğunu görüyorum ve bisikletçiler mola vermiş. Dere yatağında sırıklar üzerinde çardaklar yapılmış, birbirine tahta köprülerle geçiş sağlanmış. Akan dere yatağının üzerinde de tahta bir merdiven yol var yürümek için. Tahtalar sık çakılmış. Dere yatağında iri taşlar arasında su akıyor az bir miktar.

Su donumu giyip derede yıkanıyorum. Beni uzun saçlarım dağınık olarak resmimi çekiyor İlker. Arkamda kayalıklar olduğu halde. Orman kaçkını Tarzan gibiyim.

Bir süre oyalandıktan sonra geri dönüşe geçtik. Çıkarken bir çok resim çektiğimden ve aynı yerden geçtiğim için resim çekmedim. Ana yola çabuk indik. Profesyonel fotoğraf makinesi ile Ömer geniş açıdan, uzun olmuş bisiklet konvoyunu çekiyor. En önde ben varım, ardımda onlarca bisikletli beni takip ediyor. Duble karayolu sakin, tek tük arabalar var.

Kamp alanına döndüğümüz yere geldik. Kavşakta parkın içinde yeşil alan ve çiçeklerle süslenmiş kocaman yazısı ile “TEKİROVA KEMER” ve bisikletim KUZ birlikte resim çekiyorum

Kamp alanına geldik, ilk önce denize girip yüzdükten sonra duşu alıp temiz elbiseleri giyiyorum. Bu gün festivalin son günü ve ayrılıklar başlıyor. Gidenlerle vedalaşıyorum birer ikişer. Bunlardan birisi de çadır komşularım İzmir den arkadaşlarım Engin ve Enis Ünalmış. Mavi Vosvos minibüs yüklenmiş durumda elçek resim çekerek anılara kaydediyoruz bu anı. Festival komitesinden Işıl Tutucu da aramızda, toplam yedi kişiyiz.

Giden gitti kalan sağlar bizimdir deyip bu akşamı kutlayalım dedik. Bir şişe şarap masada ve yiyecekler önümüzde kutluyoruz birlikteliğimizi. Masa etrafında İlker, ben, Dilek, Gülin ve bir kişi daha var. Akşam neşesi üzerimizde.

Gece yatasıya kadar oturup şarap içtik ama o kadar değil, benim alkolden ertesi gün başımı ağrılar tuttuğundan fazla içmedim. Muhabbet desen hiç bitmez. Gecenin geç saatlerine  kadar sohbet ettik. Bir zaman uykumuz gelince herkes birbirine iyi uykular dilekleriyle çadırına çekildi.

Ertesi sabah, erkenden kalkıyoruz, çadırları topladık. Ayrılmadan önce Antalyalı dostlarla kahve içiyoruz. Aramıza ünlü bisikletçi Ahmet Mumcu da katılıyor.

Kahvaltıdan sonra Dilek, ben Gökay ve Mehmet Dilek’in arabasına bisikletleri yükleyip Antalya’ya gittik. Antalya da gezilecek yerleri dolaşmaya başladık. Manzara terasına çıkıp Antalya’yı komple gördük. Manzara süper, Antalya şehri ve Beydağları.

Mermerde yazıldığına göre Derviş Türküm çeşmesi. Yaptırandan Allah razı olsun, fakat önemli bir şey var. bu güzelim çeşmeden su içilemiyor maalesef. Nedenini bilmiyorum ama, çeşmenin solunda “Su içmek yasaktır. İt is forbidden to dring water. (Turistler için İngilizce yazılmış) Anlamak mümkün değil, insanların su içmesi engellenmiş, bir şekilde plastik şişelere mahkum edilmiş. O da parayla!

Ardından Düden şelalelerine gidip gezdik. Su çok az akıyor, neredeyse yok denecek kadar. Pek yağmur yağmadığından baraj boş olunca pek su vermiyorlar Düden şelalelerine. Dilek ile birlikte resim çekiliyoruz şelaleyle birlikte. Bizi Gökay çekiyor.

Akşam olmadan İlkay Celal’in evine kadar gelip beni bıraktılar. Antalya içinde arabayı ben kullandım akşama kadar. İlkay Celal ve Gülin Sevi’nin ailesiyle akşam yemeği yedik. Ailecek elçek resim çekiyorum

Sohbet, çay, kahve derken 12 sıraları İlkay Celal beni garaja götürdü. Biletimi önceden aldığımdan bisikleti bagaja yerleştirip gece yolculuk ederek sabah erkenden İzmir’e vardım. Alsancak iskelesinin karşısında İzmir yazısı, büyük nazar boncuklu. Mavi renkli yazı önünde bisikletim KUZ’u çekiyorum.

Bir tur, bir festivalin sonuna geldik sevgili okurlar. Antalyalı dostlarımın daveti ile ilk defa görmediğim yerleri görüp harika yerlerde bisiklet sürdüm. Yeni kişilerle tanışıp yeni dostlar edindim. Dolmak bilmeyen hazinem yine dolmadı. Zaten torbalarım o kadar büyük ki hiç bir zaman dolmaz. Bazı yerlerde çok resim ve yazı olması gördüğüm güzellikleri sizlere, henüz gidemeyenlere bir kısmını göstermek. Umarım fırsatını bulup gezdiğim yerleri kendi gözlerinizle görüp yaşarsınız. Ne demek istediğimi o zaman anlarsınız.

Bir sonraki turda görüşme dileği ile

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 52 Kilometre civarı

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc