Etiket arşivi: selimiye camisi

Keşan Trakya Bisiklet Turu 9. Gün

10 Eylül 2014 Salı

Uzunköprü – Edirne

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

“Tahammül gerek, özlem iyice arsızlaştı.”

Turgut Uyar

 

Kulağımda hep, bir piyanistin ‘ortanca yağmur’ ezgileri…

Dışarısı bakıyor, sıcak içeriye… El ediyor ezgi, ‘dokun bana yağmur’ diyor, bak ayaklarım bembeyaz…

Feyyaz Alaçam

Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ tren raylarında park etmiş, raylar düz ve uzun.

9-33

 

İyi bir uykunun ardından sabahın ilk ışıklarında uyanıyorum. Yağmurun küçük damlaları çadırımın üstüne hafiften tıkırdayarak yağıyor. İnsanı ıslatacak kadar değil yağmurun yağışı. Çadırımın içinden çıkıp etrafıma bakıyorum. Yağmur atıştırıyor ama ardı görünmüyor, hava yükseliyor. Tuvalette elimi yüzümü yıkadıktan sonra çadırıma gelip eşyalarım ve çadırımı toplayıp bisikletime yüklüyorum. Orhan da kalkıp toparlanıyor. Benzinliğin sahibi Güray İşbaşaran Edirne’ye gideceğimizi söyleyince Selimiye camisinin imamı arkadaşı olduğunu söylüyor. Selamımı iletirsiniz diye bana tembih ediyor. Ardından benzinlik çalışanlarına veda edip Uzun köprüye doğru pedallıyoruz. Birkaç resim çekmemiz gerek tarihi taş köprüde. Geriye gelip Uzunköprü’ye geldik. Nehre doğru olan yere gireceğiz.  Uzunköprü’nün kemerlerini çekiyorum. Tamamı kadraja girmiyor.

9-1

Dünyanın en uzun taş köprüsündeyiz ; Uzunköprü. Fotoğraf makinasının kadrajına sığamayacak kadar uzun. O derecede yani. Tabelasını çekiyorum tarihi köprünün.

Uzun Köprü, Edirne’de,  Ergene nehri üzerinde,  Anadolu ile Balkanları birbirine bağlayan tek köprü ve dünyanın en uzun taş köprüsü olma özelliğini taşıyan tarihi köprüdür. Eski adı Ergene Köprüsü idi. Köprü, Edirne’nin Uzunköprü ilçesine ismini vermiştir.

Uzunköprü, 1426-1443 yılında Osmanlı Padişahı II. Murat tarafından, dönemin başmimarı Müslihiddin’e yaptırıldı. Köprünün yapımında başmimar Usta Muslihiddin ile Mimar Mehmet birlikte çalıştı.

1.392 metre uzunluğunda, 6,80 metre genişliğindeki köprünün 174 kemeri vardır. Kemerlerinin bazıları sivri, bazıları yuvarlaktır. Köprünün yüksekliği ve genişliği yer yer değişir. Bazı ayaklarında selyaranlar, üstünde balkonlar vardır. Taş ayaklar arasında fil, aslan, kuş figürleri dikkat çeker.

Köprü, Osmanlı’nın Balkanlar’a yapacağı fetihlerde doğal bir engel olarak karşılarına çıkan Ergene Nehri’ni aşmak için kurulmuştu. Daha önce yapılan tahta köprülerin nehrin suları ile yıkılması üzerine yapılan taş köprü, Türk ordusunun akınlarını kışın da sürdürebilmesini sağladı. Uzun Köprü inşa edildiğinde köprünün başına cami ile imaret yapılmış ve Ergene Şehri adıyla bir ilçe inşa edilmiştir.

Köprü, en son 1963’te onarıldı. Bu onarım sırasında üzerine beton dökülerek tarihi kimliğine zarar verilmiştir. Tarihi köprü üzerinden Edirne-İzmir Devlet karayolu geçmekteydi. Bu yol 2015 yılında yapılan yeni köprüye aktarılarak köprü üzerinden ağır vasıtaların geçişi yasaklanmıştır.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Uzun_K%C3%B6pr%C3%BC

9-5

Ergene nehri iki geniş kemerin içinden akıyor. Nehir çok kirli ve fena kokusu var. Rengi simsiyah.

9-3

Köprü altında barınan köpekte kadraja girdi tüm yılışığıyla. Böyle yerde yaşayan sokak köpekleri her zaman sevilmeye muhtaç. Köpeğe yiyecek bir şeyler vermemize rağmen o kendini sevdirmeye uğraşıyor. Tabi ki biz de ona gereken sevgiyi gösteriyoruz. Bisikletimin tripoduna Orhan’ın kamerasını takıp otomatik resmimizi çekiyoruz. Ergene nehri ve Uzunköprü’nün ortasındaki kemerler.

9-4-1

Kokudan fazla duramadık, hemen terk etmek gerek diye yola doğru çıkmaya başladık. Taş köprünün yola doğru olan kısmı. Kemerler giderek simetri olarak küçülüyor.

9-4

Resimleri çektikten sonra fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ova boyunca Ergene nehrinin bereketli toprakları çeltik tarlalarıyla coşmuş, hasat gününü beklemeye koyulmuşlar. Elbette çeltik tarlaları olur da sivri sinek olmaz mı ? Bilhassa gece ortaya çıkan bu kan emiciler bizi denediler. Ama kendimizi onlardan korumasını bildik. Bir kaç ısırık dışında fazla etkilenmedim. Aşağıda ki resimde Ergene nehri üzerine yapılmış yeni köprü. Araçlar oradan geçiyor. Uzaktan bayağı uzun görünüyor. İleride en uzun beton köprü olarak tarihe geçmeye adaydır.

9-6

Ben pirinci iki çeşit bilirdim; pilavlık ve dolmalık diye. Meğerse çeşit çeşit pirinç cinsi varmış. Nerden bileyim, bir aralar Menemen ovasında çeltik tarlaları vardı ama epeydir ekim yapılmıyor. Her tarlada değişik cins pirinç var, aşağıda Hamzadere pirinç tarlası görünüyor.

9-7

Burası da Nembo pirinç tarlası.

9-8

Ronaldo çeşidi de varmış, İlginç..! Adam hem gol atıyor hem de çeltik tarlası var.

9-9

Pirinç isimlerinden anlaşılacağı üzere bu isimleri sömürgeci diller vermiş. Artık sömürgeciler kim siz tahmin edin? Bu tarlada Galileo pirinci ekilmiş.

9-10

Yeşil çeltik tarlaları arasında ilerlerken Orhan’ın lastiği  patladı. Hemen lastiği onarmaya başladık. Jantın geti olmadığını fark ediyorum. Yanımda elektrik bandı var hemen jantın iç kısmını bantla get yaparak lastiğin tekrar patlamasını önlüyorum. Orhan yere çömelmiş, iç lastik ve dış lastik sökülü. İç lastikteki deliği bulmaya çalışıyor. Bisikletim KUZ arkada duruyor.

9-11

Lastiği tamir ediyoruz birlikte. Orhan çantadan küçük kahverengi bir kutuyu çıkarınca ne olduğunu anlıyorum içindekinin. Orhan da bana Çin’den aldığını ama hiç kullanmadığını söylüyor. Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;

– Orhan kaça aldın ocak kafasını?

– 7 Dolara aldım Urim Baba

– Türk parası ile ne eder? 3, 5 12.

Cebimden cüzdanı çıkarıp içinden 15 Lirayı Orhan’a uzatıyorum.

– Al sana 15 Lira, kendine yeniden ısmarlarsın Çin’den

– Olmaz sana hediye edeyim

-Artık hediye edemezsin, ben böyle bir ocak kafası almayı düşünüyordum, sende kullanmamışsın. Ben de el koyuyorum ve parasını veriyorum. Eğer haberim olmadan verseydin hediye olarak kabul ederdim.

Böylece tam da istediğim ocak kafasını almış oldum tesadüfen. Çantamın içine özenle yerleştiriyorum. Turda kendi yaptığım ispirto ocağını kullanıyorum. İspirto hem pahalı hem de her yerde bulmak olanaksız. Anca büyük şehirlerde bulabiliyorum. İzmir’e gidince tüpünü alacağım yeri biliyorum. Turuncu renkli kutu ve ocak kafasının resmi aşağıda.

200320145288

Bu da çırağımız. Lastiği tamir ederken bize yardım ediyor sevimli çırak. Bu da sevilmek istiyor diğer köpekler gibi, yılışık şey. Başı ve üst kısmı kahverengi, bacakları ve karnı beyaz renkte. Kuyruğunun yarısı kahverengi, yarısı beyaz.

9-12

Asfaltın kıyısında Ayçiçeği çıkmış. Boyu küçük olsa da sarı taç yaprakları ile insanı büyülüyor adeta. İnadına yaşamak için başı dimdik, tek başına  ve hür Olarak yolun kıyısında.

9-13

Ayçiçeği tarlaları da isimlendirilmiş, May cinsi ayçiçeği. Bu tarladakiler yağ için üretiliyorlar, çitlemek için henüz bir çiğdem tarlasına rastlayamadık hala. Umudumuzu kaybetmedik, çiğdem tarlasını aramaya devam edeceğim tur boyunca. Burada Ayçiçeği kafaları olgunlaşıp kurumaya başlamış. Hasadı bekliyor boynu bükük.

9-14

Henüz çevrede herhangi bir ceylana rastlamadık ama ceylan çıkabilir levhasını görüyorum. Ne yapsın hayvanlar insanlara pek yaklaşmıyorlar. Haklılar da, ceylanların güzelliği değil de yiyecek et olarak gördüğümüz sürece karşımıza çıkmamaya karar vermişler.

9-15

Harbiden  de banket düşmüş görüldüğü üzere. Demir direkte olan tabela 45 derece sağa doğru duruyor. Üzerinde; “Dikkat düşük banket” yazılmış.

9-16

Yol bize bereketini cömertçe sunuyor; kara incirler. Tam bir enerji deposu. Haliyle dalından taze koparıp yemek bir başka oluyor. Tabi ki yeteri miktarda yiyorum, her şeyin fazlası zarar. Bir de motoru bozmak ta var fazla yersen…

9-17

Karşısı Meriç nehri ve ötesi Yunanistan. Bazen cep telefonuma  mesaj geliyor ” Yunanistan’a hoş geldiniz” diye.

9-18

Daha önce bahsetmiştim Trakya hep tarla düzlük diye. Doğru dürüst ağaç yok diye. Bir tane ağaç buluyoruz nihayet. Ama gölgesi yoktu, ağaç kurumuş. Maalesef gölgesinde dinlenemiyoruz. Allahtan hava biraz bulutlu, fazla güneş gözükmüyor. Sıcaktan bunalmadan yol alıyoruz.

9-19

Yol genelde sakin, hemen hemen hiç araç geçmiyor desem yeridir. Orhan ile ben gayet memnunuz bu durumdan. Elçek ile ikimizi bisiklet sürerken çekiyorum.

9-20

Yol kıyısında tarlanın birinde bir çardak görüyoruz. Çardakta kara üzümler olmuş bizleri bekliyor. Buradan da nasibimizi yiyoruz bize düşen. Kara üzümler de balmış gerçekten.

9-21

Resimde, bagajın üstünde gördüğünüz elma ve üzümler buradan kopardık. Kavunu parayla köyden aldık. Kısa molalarla iyi gidiyoruz Edirne’ye doğru. Zaten bu gün fazla bir yolumuz yok 50 km civarında. Onun için oyalana oyalana gidiyoruz kendimizi zorlamadan.

9-22-1

Çeltik tarlasında çeltikler yani pirinç başaklarını yakından çekiyorum. Taneleri olgunlaşmış hemen hemen hasadı bekler vaziyete gelmiş. Boynu bükük biçerdöveri hazince bekliyor, yelin hafif dokunuşuyla başlarını bir o yana bir bu yana sallıyorlar.

9-23

Bazı yerlerde küçük tepeciklere rastlıyoruz. Burada da su birikintisi ayrı bir güzellik katıyor yolumuza.

9-24

Orhaniye köyünde çay molası veriyoruz Orhan’la birlikte. Kahveye oturup çayları ısmarlıyoruz. Köylüler, iki tane uzun saçlı adam, hem de bisikletlerle buralarda ne işiniz var der gibi meraklı sorularla sohbetimize başladık. Onlar sordu biz cevapladık. Masamızda bir de dede vardı 80 kusur yaşında. Gün geçirmiş misali soruyor.

“Ne iş yapıyorsun beaa?”

“Emekliyim dede, bisikletle dolaşıyorum”

Dede etrafındakilere dönerek ;

” Bunlar aylakçı, aylakçı beaa ”

Deyince hep beraber kahkahayı koyuveriyoruz.

Çaylarımızı içerken bizlere  çocukluğunda başından geçmiş bir olayı anlatıyor. Belinde bir yara çıkmış. O zamanlarda hastane, doktor ne gezer. Bunu hocaya götürüyorlar, hoca okuyor üflüyor, yarasına iyi gelecek bazı ilaçlar veriyor ama fayda etmiyor. Hocaya kızgın sövüp sayıyor dede. Derken başka bir köyde hastalara şifa dağıtan bir hocaya götürüyor annesi. Hoca yarasına bakıp yanmakta olan ocakta tahta bir kaşığı ısıtıp yarasına koyuyor kaşığı. Böylece iyileşiyor dede. O hocayı öve öve bitiremiyor. Bunu anlatırken Trakya şivesiyle öyle bir anlatıyor ki çok hoşuma gidiyor. Çayların biri gidiyor biri geliyor sohbet esnasında. Hikayenin sonunda çayların parasını biz ödüyoruz. Allahtan köy yerlerinde çay ucuz, yoksa batmıştık. Masada oturmuş dedeyi dinliyoruz. Masada dede ve Orhan çayları içerken.

9-25

Köye satıcılar geliyor. Bir satıcı zeytin getirmiş kahvedekilere satmaya uğraşırken bize de tattırıyor zeytinlerini. Zeytinler güzel, hemen bagajımdan zeytin kabımı çıkarıp zeytinciye doldurmasını söylüyorum. Kapta da zeytin kalmamıştı. Yarım kilo kadar zeytin koydu zeytinci. Borcumuz ne kadar deyince bu da benden yolda katık olsun diyerek para almıyor. Allah razı olsun, yolda gönlü zengin insanlarla da karşılaşıyor  insan. Dede masada oturmuş bana başından geçen hikayesini anlatırken Orhan bizi çekiyor kamerası ile. Arkada zeytinci arabasından zeytin tartarken.

9-25-1

Kahvenin bahçesinde muşmula ağacı görünce hemen resmini çekiyorum Bu meyveyi çok severim. İzmir civarında ağacı yoktur, epeydir de muşmula ağacını görmemiştim. Ama henüz olgunlaşmamış daha. Ne yapalım, dalından yemek güzel olurdu.

9-26

Köy evleri de bir güze olur bahçeli, ağaçlar ve çimen. Bahçede bir divan duruyor. Böyle divanın üstüne serilip bir güzel uyku çekeceksin. Dünyalara bedel olur sanırım. evin duvar tarafında çiçekler açmış renkli.

1294445_10201062794385796_465434149_o

Köy çeşmesinden suları tazeliyorum. Buz gibi akıyor su zaten. Çeşmenin başında kocaman bir dut ağacı, gölgesi yeter. Ağaçlar sadece köylerde var, gölgeler de köylerde olunca biraz gölgeden faydalanmak gerek. Orhan şişesini çeşmeden doldururken.

9-27

Trakya neredeyse düz ve alabildiğine geniş. Arazi düz olunca her taraf tarla, uçsuz bucaksız.

9-28

Yol kıyısında çalılar daha önce yanmış. Yangın sonrası yaşam yeniden başlıyor doğal olarak. Yanıp siyahlaşmış olan manzara yeşilin ortaya çıkmasıyla renk değiştiriyor.

9-30

Yol önümüzde uzayıp gidiyor alabildiğine, sessiz, biz de buna uyarak sessiz ilerliyoruz. Sanki etrafımızda hiç hareket yok, sadece lastiklerin asfalta değdiğinde çıkardığı ses var.

9-31

İnekleri otlatan çobanlarla sohbet ediyoruz. Hep tarla olacak değil ya burada hayvancılık yapıyorlar. Sohbetimiz de nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun ve bisiklet ile hareketimizi merak ediyorlar. Üç çobanla sohbet ederken Orhan bizi çekiyor. Sürüde inekler var.

9-31-1

Geze oynaya yolda ilerlerken birden ufukta Edirne’yi görüyorum. Arkadaşım Can küçüklerle sürekli olarak cep telefonunla haberleşiyorum. Can Kırklareli’nden hareket etti. Edirne’de buluşuruz diyerek kararlaştırıyoruz. Selimiye camisinde  buluşacağız.

9-32

Tren yoluna geldik, İstanbul Edirne kara yoluna yaklaştık. Bu tren yolu bana 44 yıl önce Yugoslavya’dan göç ederken buharlı trenle buradan geçmiştik. O zamanlar 9 yaşımda idim, hayal meyal hatırlıyorum. Aralık ayında soğuk kış gününde 3 günde İstanbul a gelmiştik. Benim bu tren yoluna bisikletle gelmem hem de İzmir’den ta buralara kadar, hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Bunları düşünerek KUZ’u tren yolunda bir resim çekerek bu anı ölümsüzleştiriyorum. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

9-33

Tren yolundan hemen sonra D 100 ana yoluna çıkıyoruz ve Edirne’ye çok az kaldı. Yolun üstündeki tabelada Edirne – Pazarkule düz olarak, sağa ise Otogar – Kapıkule – Hamzabeyli kahverengi, İstanbul yeşil otoban rengi ile işaret edilmiş. Burada Pazarkule, Kapıkule, Hamzabeyli kahverengi olarak yapılmış. Bunlar sınır kapılarını belirtiyor.

9-34

Yol kıyısında mazgallara her zaman dikkat etmek gerek. Bazıları tehlike yaratacak kadar sakıncalı. Neme lazım kendime dikkat ediyorum. Belediyedeki fen memurları herhalde bizim gibi bisikletçilerin buralara kadar geleceğimizi tahmin etmediklerinden mazgalları gelişi güzel yapmışlar. Bizim geleceğimizi bilselerdi daha dikkatli yapacaklarından eminim. Mazgal delikleri yola paralel, lastikler içine girebilir. Mazgal ve bisikletim KUZ.

9-35

Yine sınıra yaklaştık, elbette bize geçiş izni vermeyecekler her zaman olduğu gibi. Vizeler kalkmadan şimdilik yurt dışına bisikletle çıkmaya niyetim yok. Tabelada Pazarkule (Yunanistan) 14 – Kapıkule (Bulgaristan) 23 kilometre kaldığını belirtiyor. Yurt dışı olan Yunanistan ve Bulgaristan Sarı zemine yazılmış. Bisikletim KUZ kaldırıma dayalı, Orhan da bisikleti ile kaldırıma çıkmış çimenlerin üzerinde.

9-36

Pehlivanların baş şehrine geldik. Tarihi Kırkpınar güreşleri Edirne de yapılınca heykelini de dikmişler yağlı güreşçilerin.  İki güreşçi kolları ile birbirlerine kafadan kenetlenmiş durumda. Çiçeklerle bezeli yeşil alan ortasına fıskiye içinde heykeller.

9-37

Edirne’nin girişi gayet güzel yapmışlar. Yeşil çimenler, ağaçlar ve renkli çiçeklerle yol kıyılarını ve yolun orta bölümünü gayet iyi süslemişler. Bakmayın resme, aslında işlek bir cadde, boş bir anında orta bölüme geçerek fazla araç olmadan bir anda resim çekiyorum.

9-38

Yol kıyıları bakımlı ve güzel olmasına karşın bazı yerlerde eksikler gözüme çarpıyor. Engelli bir vatandaş bu kaldırıma tekerlekli sandalyesiyle nasıl çıkacak, merak ediyorum. Kaldırım taşları yatık yapılmış ama yüksek, tekerlekler çıkamaz kaldırımı.

9-39

Osmanlıya 2. başkentlik yapmış şehirde tarihi yapılar belirmeye başlıyor. Burası aynı zamanda mezarlık olduğunu fark ediyorum. Dört sütun, üzeri kemerli olarak kapatılmış bir bölüm. Uzun sütun şeklinde mezar taşları tahta çitle kapatılmış.

9-40

Ve camiler belirmeye başlıyor. En çok ta Selimiye camisini merak ediyorum. Can ile telefonla nerede olduğunu sorunca o da Selimiye camisinde beklediğini söylüyor.

9-41

İşte Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye camisi. Tüm muhteşemliği ile karşımda duruyor. Usta işi, Selimiye camisi dört minareli.

9-42

Benim cep telefonumun kadrajına sığmayan cami Orhan’ın Fotoğraf makinasına anca sığıyor. Selimiye cami çok geniş bir alana yapılmış. Avlu duvarları yüksek ve avlu da geniş.

1172728_10201062802105989_6089453_o

Selimiye caminin yan tarafında Can Küçükler ile buluşuyoruz. Henüz öğle yemeği de yememiştik. Can buraları iyi biliyor. Bizi Edirne’nin meşhur yemeği ciğer tava yedirecek. Çarşıya giderek ciğerciye varıyoruz ama o da ne yer yok ve millet oturmak için sıra bekliyor. Neyse Can sahibini tanıyormuş, bize boşalan bir masaya hemen oturtuyor garsonlar. Ne de olsa ta İzmir’den gelmişiz. Gerçekten yediğim en güzel ciğer diyebilirim, değişik pişirmişler ve tadı nefisti.

9-43

Ciğerleri yerken birden bisikletimin düştüğünü görüyorum. Bisikletimi kurcalayan çocuk üzerine düşürmüş elleyince. Annesi de hemen araya giriyor, Çocukta bir şey yok ana anası başlıyor söylenmeye. Bizden para koparma niyetinde olduğu belli. Garsonlar durumu anlıyor, kadını susturup işi hallediyorlar. Kadın ve yanındakiler çingene, adamın başını belaya sokarlar. Neyse nefis ciğerleri yedikten sonra Keşan’da bana telefonunu veren Emrah Tokdemir’i arıyorum. Buluşacağımız yeri söyleyerek oraya doğru hareket ediyoruz. Çarşı temiz ve bakımlı, çok beğendim doğrusu. Buraları yayan dolaşacaksın tadına vara vara. Çarşı Arnavut kaldırım taşı ile döşeli yürüme ve gezinti yolu. Araçlar giremiyor buraya. Kıyılarda dükkanlar var.

9-44

Bazı yerlere heykeller konulmuş ve fıskiyelerle suları akıtarak görsel anlamda daha güzel olmuş.

9-46

Keşan da tanıştığımız Emrah Tokdemir ile buluştuk. Yanında da Timukan Karaca. Şaşırıyorum birden bire karşımda görünce. Keşan’dan araçla gelmiş, birkaç gün sonra Ahmet Mumcu, Mehmet Değirmenci ve diğer arkadaşlarını bekliyor. Onlarla birlikte Bulgaristan’a tur yapacaklar. Vakit henüz erken, Emrah bizleri  şöyle bir gezdirecek Edirne’yi. Edirne’nin her tarafı da tarihi yapılar. Bak bak bitmiyor. İlk önce bir sinagoga varıyoruz. Sinagog tadilatta olduğundan dışarıdan resim çekiyorum. Dış cephesi demir iskele ile kaplanmış çatıya kadar.

9-47

Caminin etrafı da yemyeşil, bir de ağaçları şekillendirmişler vida gibi budanmış, o da ayrı bir güzellik katıyor doğal olarak.

9-48

Tarihi bir hamama denk geliyoruz, aslında şöyle güzel bir keselenmek vardı ya. Bunu maalesef gerçekleştiremeden gezimize devam ediyoruz.

9-49

Meriç nehri çok geniş olduğundan her tarafa taş köprü yapmışlar.

9-50

Nehir taşmasın diye topraktan set yapmışlar. Yanda asfalt yol olmasına rağmen Emrah rehberimiz olduğundan biz de onu takip ederek peşinden setin üzerinden gidiyoruz. Hedefte Osmanlıdan kalma tarihi sağlık müzesini gezmek var. Çevremize bakınarak set üstünde gayet güzel gidiyoruz. Ama otlara hiç mi hiç bakmadık! nedense… İleride iki minareli cami var. (Yerdeki otlar pıtrak dikenli otlar olduğunu sonradan öğreniyorum)

9-51

Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yapmış bir şehirde  Padişahlar, vezirler, paşalar, yani önüne gelen 4 minareli cami yaptırmış. Gördüğünüz gibi yan yana iki cami.

9-52

Diğer yanda taş köprü ve cami. Bunlar Meriç kıyısının dibinde.

9-53

Tarihi taş köprüler bu günde hala ayakta ve kullanılıyor. Biraz dar ama sağlam yapılmış. Biz de taş köprünün üzerinden bisikletlerimizle geçiyoruz karşı kıyıya.

9-54

Su var ama pis akıyor ve akış hızı düşük. Haliyle biraz da koku var.

9-55

Nihayet sağlık müzesine geliyoruz. Müzenin yanına da kocaman bir cami yapılmış.

9-56

Sağlık müzesinin dış avlu kapısına gelince duruyoruz ve süprizler gözümüze çarpıyor. Emrah daha geride olduğunu ve lastiğinin patladığını telefonla öğreniyorum. Tamir ediyormuş. Ben de lastiğime bakınca üzeri dikenlerle kaplanmış.  Burada durunca lastiklerimin ikisi de hemen iniyor. Meğerse setin üzerinde pıtrak otları varmış, biz de görmeden pıtrak dikenlerini lastiklerimizle toplamışız. Bu kadar yol geldik sadece Çanakkale Gelibolu tarafında bir kez lastiğim patlamıştı. Böyle olacağını tahmin etmiştim. Keşan’da festival boyunca ormanların içinden onca toprak ve taşlı yollardan geçtim bir kez bile lastiğim patlamadı. Orada bir çok kişinin lastiği patlamış yama yaparken görüyordum. Uzun süredir lastiğimin patlamamasından endişe ederken dikenlerin intikamı korkunç olmuştu. Müzenin avlusunda bisikletlerin tekerleklerini tek tek söküp ilk önce dış lastiğimdeki bütün dikenleri teker teker çıkararak temizliyorum. Ardından yedek iç lastikleri takıyorum ve şişiriyorum. Bahçede temizlik kovasına su doldurup iç lastikleri kontrol edince her taraftan kaçak olduğunu görünce doğru çöpe. Diğer lastikte 5 tane delik var. Yamamadan çantama koyuyorum ne olur ne olmaz diye. Yine patlarsa artık 5 yama yapar kullanırım. Edirne’de bisikletçi bulup yedek iç lastik alırım diye düşünüyorum. Can ve Timukan da zırhlı lastik olduğundan lastiklerine dikenler bir şey yapamıyor. Ama ben ve Orhan’ın lastikleri içler acısı. Emrah zaten Sağlık müzesine gelmeden lastikleri gümletmiş. 8 tane yama yaptığını söyledi. Lastik patlakları zamanımızı epey aldığından sağlık müzesini gezemiyoruz. Çünkü saat 17:00 oldu ve müze kapandı. Yerde ön tekerleğim, iç lastik dışarıda. Lastik tamir kiti yere saçılmış durumda.

9-57

Müze yanında cami var. Mezarlar cami avlusunda görüyorum.

9-58

Lastik tamiri bittikten sonra Karaağaç mesire yerine gitmeye karar veriyoruz. Bu arada Selim Karagözler ve Emre Ata bizlere katılıyor. Hep beraber Karaağaç’a doğru pedallıyoruz. Meriç kıyısından taş köprüye varınca bir kaç resim çekiyoruz. Taş köprü, kemerleri ve yansıması Meriç nehrine vurmuş.

9-59

Taşköprü manzarasında bisikletlerimizle poz veriyoruz hep birlikte. Orhan Şentürk, Emrah Tokdemir, Selim Karagözler, Timukan Karaca, Ben ve Can Küçükler. Resmi Emre Ata çekiyor, kendisi biraz çekingendir. Ama gölgesini saklayamıyor.

9-60

Taşköprü gayet sağlam ve üzerinden arabalar da geçiyor.  Arabasız anını zar zor yakalıyorum.

9-61

Timukan ile beraber köprünün üstünde resim çekiliyorum.

9-62

Bir çok kare sütun üzerine kaide oturtulmuş balkon. Balkon beyaz mermerden yapılmış. Balkondan nehri seyredebiliyorsun. Balkonun içinde resim çekiliyorum.

9-64

Akşam güneşinin ışıkları kemerlerin üzerine vuruyor.

9-65

Yel Değirmen heykeli ama dönüyor. Güneş arka tarafta olduğu için ışıktan tam net çekemiyorum. Güneşi kanatların arkasında yakalamaya çalışıyorum.

9-66

Nihayet denk getirebiliyorum değirmenin kanadının birini güneşin önüne.

9-67

Güneşi arkaya alınca haliyle yel değirmeni tüm ayrıntılarıyla gözler önüne çıkıyor. Yalnız ortadaki dur tabelası manzarayı bozuyor. Değirmen yuvarlak bahçe içinde, yeşil çalı bitkileri ile süslenmiş.

9-68

Edirne Üniversitesine geliyoruz. Burası Üniversite arazisi ve tarihi yapılar onarılarak açık hava müzesi görünümüne getirmişler. İki katlı bina, giriş bölümünde iki kule yapılmış.

9-69

Burada Lozan antlaşması için bir anıt yapılmış.

9-70

Daha önce buralarda tren istasyonu, Postane gibi yapılar varmış. Kocaman bir buharlı lokomotif sergilenmek üzere buraya getirilmiş. İlk önce buharlı lokomotifi inceliyoruz hep birlikte. Sonra trenin etrafında resimler çekildik. Can ile birlikte tren önünde resim çekiliyoruz.

9-73

Elçek olarak Emre, ben, Emrah ve can çekiliyoruz.

9-74

Emre, ve Emrah ile lokomotifin önünde resim çekilirken Tümukan yere oturmuş telefon ile görüşme yapıyor. Orhan da trenin üstüne çıkmış.

9-75

Treni görünce içimizdeki çocuklar ortaya çıkıyor. Başlıyoruz lokomotifin üzerinde oynamaya. Çocukluk olmasa bu hayat çekilmezdi sanırım. Selim buhar kazanının yanında, Orhan tepesinde dolaşıyor.

9-77

Laz olunca Trabzon havaları başlıyor ve başlıyoruz horon tepmeye, hem de lokomotifin üzerinde. Emrah ve Orhan Laz.

9-79

Tarihi Edirne tren istasyonu. Bir zamanlar burası tren istasyonuymuş. 44 yıl önce buradan geçmiş olabilirim, bilinmez.

9-80

Lozan antlaşması için buraya bir anıt dikmişler. Anıtın olduğu yere geldik

9-81

Çocukluğumuz hala devam ediyor. Anıtın yarı beline kadar çıkıyoruz, ardından aşağıya hooop kayıyoruz. Bu kadar büyük kaydırakta kaymamıştım doğrusu. Bayağı eğleniyoruz.

9-82

Hep beraber tepede elçek bir resim çekiliyoruz. Emre, Timukan, Selim, ben ve Orhan.

9-83

Üniversite içi tam bir açık hava müzesi. Her tarafta tarihi yapılar mevcut, ahşap bir bina restore edilerek insanlara görsel anlamda huzur veriyor. Birinci kat tuğladan, üzerinde çatı ile beraber iki kat tahtadan yapılmış. Üst katlarda balkon var.

9-84

Daha sonra kahve içmeye Meriç kıyısına doğru hep birlikte pedal çeviriyoruz. Edirne de yemyeşil ve burası cennet gibi. Her taraf ağaçlarla kaplanmış.

9-85

Meriç kıyısına Edirne kent ormanından giriyoruz.

9-87

Akşam üzeri, karşıda Meriç köprüsü, Meriç usul usul akıyor. Ben de ispirto ocağımı çıkarıp bu güzel ortamda kahve pişiriyorum. Piknik alanını birden kahve kokusu sarıyor. Cezvem 4 kişilik olunca iki kez pişirmek zorunda kalıyorum. Ama zevkle pişiriyorum. Kahve cezvesi ocakta pişerken Orhan ile çekiliyoruz bir poz nehir ile birlikte, Uzakta taş köprü görünüyor.

9-89-1

Fotoğrafçımız Emre bizi kahve içerken şöyle bir çekiyor piknik masasına sıralanmışız.

9-89

Gerçekten güzel bir manzarada keyfimiz yerine geliyor. Bu gün az yol yapmamıza rağmen patlak lastikler epey yordu. İnanılmaz bir gün yaşadık dostlarla birlikte. Ve hala devam ediyor. Meriç nehri ve ileride taş köprü.

9-90

Derken akşam karanlığı basıyor. Biz de Edirne’ye doğru pedallıyoruz. Karaağaç parkı çok geniş bir alana yayılmış, Edirne’den 5 km mesafede ve harika bir gezi, spor, piknik alanı. Ayrıca sakin dinlenme alanı, insan burada kendini gayet huzurlu hissediyor. Süslü aydınlatmalar mavi, sarı ve kırmızı renkte yanıyor gece karanlığında.

9-91

Edirne de ilk önce bisikletçiye gidiyoruz. Yedek iç lastik almam lazım. Beraberce bisiklet dükkanına gidiyoruz. Trakya bisiklet, Engin abi dükkanda bizi ağırlıyor. Ondan 28 jant iç lastik istiyorum 2 tane. Engin abi dükkanı ve depoyu alt üst ediyor. Ama bir tane bile bulamadı, onun için mecburen bisikletin birinden iç lastikleri söküp bana veriyor. Lastikleri yedeğe alıyorum neme lazım yolum uzun. Ardından Can Küçükler Gençlik ve spor il müdürlüğü tesislerine kalmaya gidiyor. Can ile İğneada’ya pedallayacağız, sabah 08:00 de buluşmak üzere sözleşiyorum. Timukan Karaca arkadaşının evine gidiyor. Ben de Orhan Şentürk ile daha önce haberleştiğim Emrah Tokdemir’in evine gidiyoruz. Ellerine sağlık çok leziz yemekler yapmış. Yemekleri iştahla yedikten sonra Selim Karagözler ve Emre Ata’nın evine gidiyoruz. Öğrenci evi, azıcık dağınık, ne yapalım olacak o kadar. Hep beraber sohbet ederek vakit geçirdikten sonra 9 gündür girmediğim internete girerek şöyle bir bakayım dedim. Amanın facebook dolmuş, mesajları sadece kontrol ederek hemen kapatıyorum. Telefonumdaki resimlerin hepsini USB flaş belleğe yedekliyorum, ne olur ne olmaz. İşim bitince yatıyoruz hep birlikte. Bu gün epey yorulduk, derin bir uykuya dalıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 73 kilometre civarı.

Resimlerin bir kısmı Orhan Şentürk’e aittir.

Bu gün yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc