Etiket arşivi: soma

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 3. Gün

5 Mayıs 2017 Cuma

Bergama – Göçbeyli – Soma

( Görme engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır. )

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Arzusun çektiğim Beserek Dağı

Elvan elvan çiçeklerin açtı mı?

Çevre yanın güzellerin otağı,

Bizim eller yaylasına göçtü mü?

 

Güney tarafında Kurban Pınarı,

Kalktı mı Mezarlı Boyu’nun karı?

Garip öter meşeliğin kuşları,

Yavru şahin yuvasından uçtu mu?

 

Yeşil atlas giymiş dağlar süslemiş,

Mescit köyü eteğine yaslanmış,

Şeme Dağı, duman olmuş puslanmış,

Sivralan’a nuru rahmet saçtı mı?

 

Zaman gelip göçler geri dönerken,

Güzellerin yaylasından inerken,

Dilberler doldurup bade sunarken,

Veysel Şatır, hatırlara düştü mü?

Aşık Veysel Şatıroğlu

 

Öne çıkan görsel, Somalı arkadaşlarla birlikte resim çekiliyoruz. 18 kişiyiz, arkamızda pankartımız asılı.

Güzel bir uykunun ardından erkenden kalkıyorum, henüz kimse kalkmamış. Dün fazla resim çekememiştim, kamp yaptığımız tesisleri çekmeye başladım. Daha önce ABAK turlarında bir çok kez kalmıştım burada. Çadır için uygun bir yer, izin istedikten sonra kalabilirsiniz ve rahat kamp yapıp uyuyabilirsiniz. Duş olanağı her zaman olmazsa da tuvalet var ve yakın. Bisikletler birbirine kilitli yan yana duruyor. Tenis kort tel çitine pankartımız bağlı. Yeşil çimen üzerinde çadır kurulu iki tane.

Benim çadırım mavi renkte, yanımda yeşil ve lacivert renkli iki çadır. Küçük ağacın arkasında bir çadır daha var. Küçük bir alanda dört çadır rahat sığdı. Arada yürüme yolu kilitli taş ile döşeli. Diğer çadırlardan ayrı yerde bulunuyoruz. Belediyenin tesislerinin binalarının yanında elektrik panoları var. Buradan tesislere ve parkın aydınlatmasının dağıtımını yapılıyor. Bisikletim KUZ panonun önünde park edilmiş durumda. Kilitlemeye gerek duymadım, Kim ne yapacak siyah eski bisikleti. Turuncu çantalar üzerinde ve yerde sosis çanta duruyor. Akşamdan yıkadığımız çamaşırları ipe asarak kurutmaya çalışıyoruz.

Çadırımın yanındaki çadırda bizim Ferdimen yeni uyanmış hala uyur durumda gözleri kapalı olarak başını çadırdan dışarıya çıkararak günaydın diyor bana. Uzun saçları ile öylece gözleri kapalı olarak çekiyorum bir poz. Çadırının üzerinde peştemalini sermiş. Bu peştemal daha önce Denizli’de katıldığımız festivalden kalma. Bende de aynısı var, yıllardır kullanıyorum. İnce, hafif ve katlanınca az yer kaplıyor.

Lacivert çadır, üstünde mavi beyaz şeritli peştemal serili. Ferdimen sadece kafası çadırın dışarısına çıkarmış gözleri kapalı olarak.

Herkes uyanıp kahvaltısını yaparak çadırları, eşyaları toparlayıp bisikletine yükledi. Yola çıkmaya hazır olduğumuzdan hep birlikte bir resim çekilelim dedik. Antalyalı Vedat yanında tripod taşıyor. Cep telefonunu tripoda yerleştirip ayar yaparken ben de onun bu halinin resmini çekiyorum. Arkasında üç tane bisiklet yüklü durumda yola çıkmaya hazır.

Vedat zamanı ayarlayıp kameranın karşısına geçerek pankartımız ile birlikte resim çekiliyoruz. Tenis kortu arkada, beton zeminine on kişi oturmuşuz. Dört kişi de yerde çimenlere oturmuş durumda. Üstte oturanlar soldan sağa; Bahadır Özer, Mehmet Ali Akyüz, Ceyhun Altın, Musa Yıldız, Nafiz Sağdur, Şafak Omaç, Urim Babacan, Figen Gülgör, Çağdaş Lale ve Nursal Beşün. Yerde oturanlar; Cem Tabanlı, Ferdi Kızıl, Merih Balaban ve Vedat Karakaya. Aramızda sadece Hünkar Göcekli yok. Pek resimlerde görünme taraftarı değil. Önde oturan Cem Tabanlı bağdaş kuramadığı için ayaklarını öne doğru uzatmış durumda. Diğerleri bağdaş kurarak oturmuş.

Resim çekildikten sonra pankartı toplayıp çantama yerleştiriyorum. Ardından yola çıkarak günün turuna başladık. Bergama sokaklarında ilerliyoruz, sokaklar Arnavut kaldırımı döşeli. Arnavut kaldırımı Kozak yaylasında bulunan siyah beyaz noktalı granit taşlar küçük küp şeklinde kırılarak yapılıyor. Belediye de hemen hemen tüm sokakları Arnavut kaldırımı taşları ile döşemiş durumda. Bergama’nın eski ana caddesinde ilerliyoruz. Evler ve binalar iki katlı, fazla yüksek değil. Sağda direk üzerinde tabelalar tarihi yerler olan Bedesten, Arasta yazısı bir tabelada sola ok işareti. Altındaki tabelada Lonca Meclisi, Çukurhan Kahverengi zemin üzerine beyaz harflerle yazılı. En alttaki tabelada ise SGK sola ok yönü ile yerini belirtmiş. Yanında da kalın beton direkte trafo ve enerji kabloları kırmızı renkte. Karşıda Akropol tepesi görünüyor.

Bergama sokakları bazı yerlerde o kadar dar ki çatılarından diğer eve rahatlıkla atlanabilir. Geçmişte ulaşım aracı şehir içinde ve tarlaya gidip gelirken eşek kullanılırmış genellikle. At arabaları kullanılsa da sokaklar sadece bir at arabasının sığacağı kadar. Belki de at arabası bile giremez. Daha çok eşeklerle yükler taşınıp yaşamlar ona göre düzenlenirmiş. Dar sokakların dar yapılmasının bir özelliği de komşuluk değerleri. “Ev alma komşu al” der atalarımız. Mahallelerde komşuluğa çok önem verilirmiş o zamanlarda.  Erkekler sabahın köründe eşeklerine binip tarlaya çalışmaya gittikten sonra kadınlar sokağa çıkıp ilk önce evlerinin önü süpürülerek tertemiz yapılır. Ardından günlük yapacağı işleri sokağa çıkarıp yapmaya başlarlarmış. Yapılan işe göre kim zorda ise onun işini halledip diğer işleri de kolayca el birliği ile bitirirlermiş. Sokağın dar olması ve yere serilen kilimler yüzünden yürüyerek geçmek zorlaşır geçilemez durumda olur. Onun için yabancılar sokaklara girmeye cesaret edemezler sokağın halini görünce. Sokağın sıcak ortamı birbirine yakın olan evlerin pencerelerinden sohbet, dedikodu, gıybet şeklinde devam ederek günlük yaşam tarihe karışırmış.

Böyle bir sokak görünce durup geçmişte yaşananları hayal ederim. Gelip görmek, görüp yaşamak gerek tarih kokan dar sokakları.

Sokak üç metre genişliğinde, düz değil de hafif kıvrıntılı yukarıya doğru eğimli. Evler iki katlı, en önde sarı boyalı evin altı depo yada araba garajı. Sürgülü katlanır demir kapısı ve üst katta balkonu var. Bu ev sokağın başında önü açık. Diğer evler sokak darlığı yüzünden balkonları yok. İkinci ev pembe boyalı badana ile renklendirilmiş tek katlı. Karşı köşede demir kepenkli dükkan kepenkleri inik durumda boyasız sıvalı.

Bergama tarihi geçmişi ile ünlü bir yer. Bunlardan birisi de Kızıl avlu denilen Bizans dönemine ait devasa bazilika. Bazilikanın yanına gelerek bisikletleri park ediyoruz. Kızıl avlu girişinde kule bayağı yüksek boyutta ve geniş. Arkasında ise kırmızı tuğla ile yapılmış kilise kuleden daha da yüksek boyutta. Girişte bir kaç çam ağacı ve dut ağaçları ile yeşil rengini taş binalara desen oluşturmuş durumda. Burasını görmeyen arkadaşlar girip içerisini geziyorlar. Ben daha önce bir çok defa gördüğümden bisikletlerin başında bekliyorum.

Kızıl avlu ziyaretini kısa tutuyoruz, yola çıkmamız gerek. İçeridekiler çıkınca daha hazırlanmadan Şafak yola çıktı bizleri beklemeden. Grubu beklemeden yola çıkması biraz canımı sıksa da önemsemedim. Geri kalanlar da hazırlıklarını bitirip yola çıktı Şafak’ın ardından. Ben ve Ferdimen arkadan onların peşinden çıktım yola. Ana yola çıkmadan çeşme görünce boşalan şişeleri dolduruyoruz içme suyu olarak. Önümüzde çeşme var mı yok mu bilemediğimden sular he zaman dolu olmak zorunda. Çeşme taş bloklardan üzeri kemerli olarak yapılmış. Komple beyaz kireç ile badana yapılarak çirkin yazılar bir derece kapatılmış. Çeşmeden su dolduran Ferdimen ve bisikletlerimiz park etmiş durumda. Arkada bir ev ve bahçe var, bahçenin kapısı demir parmaklıklı, tamamen açık durumda.

Biraz geç çıkmamız ve çeşme başında suları doldururken geçen zamanda grup bizden epey ileride. Önümüzde göremiyorum arkadaşları. Ferdimen ile birlikte gidiyoruz Soma yönüne doğru. Önümüzdekileri göremediğimizden kendimizi kaptırmışız gidiyoruz. Ferdimen harita konusunda ve yol konusunda epey bilgili ve tecrübeli olduğundan öndekilere yetişememenin nedenini düşünürken gittiğimiz yolun yanlışlığının farkına vardı. Bana dönerek; ” Urim Baba yanlış yoldayız, önceki sapaktan sola, köy yoluna girmemiz gerek. Rota öyle gösteriyor.” diyerek beni uyardı. Hemen durduk, rota hakkında hiç bir fikrim yok, sadece Soma’da kamp atacağımızı biliyorum. Geri dönerek yol sapağına geldik. Doğru yola girip az ileride başka bir sapak çıktı karşımıza. Soldaki yol tabelada yazdığı gibi İvrindi, Balıkesir yönünü gösteriyor. Yıllar önce Keşan turundan sonra İğneada’ya kadar gidip dönerken bu yoldan gelmiştim gece vakti. Tabi gündüz görmek ile gece görmek arasında fark var. Sağ tarafta iki tabela konulmuş. Birinde Ayazkent, diğerinde Göçbeyli, Belcik yönlerini belirtmiş. Mavi boyalı zeminde beyaz yazı ile yazılmış karayolu tabelası. Bizim rotamız sağ taraftaki Göçbeyli yönü.

Bahar ayının sonu olan Mayıs ayının başlarındayız. Tarlalar sürülüp ekilerek büyümeye başlamış fidanlar. Yol kıyısında tarla ile dar alanda kalmış kırmızı gelincikler açmış boz renge canlılık getirmiş bir parça olsa da.

Biraz bastırıp öndekilere yetişiyoruz Ferdimenle birlikte. Tarlalar arasında köy yolları asfalt dökülerek ulaşım sağlanmış. Bizler de bu yollardan sakince gidiyoruz.

Göçbeyli köyüne giriş yapıyoruz. Köyün epeyce geniş caddesi, kaldırımdaki ağaçlar insanın içini ferahlatıyor. Arnavut kaldırımı taş döşeli yolda araç trafiği ve park etmiş araba yok. Kıyılardaki tek katlı köy evleri caddede dolaşan birinin ufku açık olarak rahat dolaşabilir. Aslında insanı yanıltan bir tarafı var caddenin. Geniş görünmesinin nedeni tek katlı evlerin olması. Şehirlerdeki aynı boyuttaki cadde yüksek apartmanların boğucu görüntüsü, yoğun akan trafik ve iki kıyıda park etmiş arabalar yüzünden iyice darlaşan yol görece çok dar bir cadde görünmesine neden oluyor. Caddede bir köylü kadını yürüyor, ileride motorlu ve solda park etmiş minibüsten başka kimse yok. Kıyıdaki çam ağaçlarının gövdeleri kalın, beyaz badana ile boyalı. Gölgesi caddeye tamamen vurmuş durumda.

Bizden önce giden grup kahvenin bahçesinde masalara oturmuş dinlenirken bulduk. Dut ağacı gölgesinde bir şeyler atıştırarak çay ile birlikte enerji topluyoruz. Köyün meydanına güneş vurmuş, dut ağaçları kahvenin bahçesini tamamen gölge yaparak rahatça oturmamızı sağlıyor. Bahçe yeşil çimen kaplı. Üç masayı tamamen doldurmuş durumdayız.

Bir süre dinlendikten sonra yola çıkıyoruz. Köy dağların eteklerine kurulmuş. Nehirden epey uzaktayız. Şimdi ana yola doğru gidiyoruz. Bakırçay nehrine gelince köprü yakınında durup nehre bakacağız. Yol kıyısında kimi ayakta park etmiş bisikletler, kimisinin ayağı yok yere yatırmış. Yürüyerek köprüye doğru gidiyor arkadaşlar.

Köprünün üzerinden Bakırçay’ın deniz tarafına akan yatağının resmini çekiyorum. Nehir az miktarda su akıyor, kıyıları yeşil bitkiler ve söğüt ağaçları ile kaplı. Tam altımda ki yerde bir miktar taş var. Burada çağlayan nehir suyunun rengi belli oluyor. Buradan gördüğüm kadarı ile pek temiz aktığı söylenemez. Köpükler beyaz olsa da nehir yatağı siyah rengi suyun rengini tamamen mat siyah görünmesini sağlamış.

Bu kez tam kadro 15 kişi pankartımız ile birlikte köprü başında Vedat Karakaya’nın tripodunda çekiliyoruz. Köprü başında Bakırçay yazısı var. 10 Kişi köprü korkuluk demirine yaslanmış, 5 kişi de yere oturarak pankartı tutuyorlar.

Ana yola çıkıp emniyet şeridinde bisiklet sürmeye başladık. Göçbeyli köy yolundan gittiğimizden Kınık Kasabasını pas geçmiş olduk. İzmir’in en uç ilçesi olan Kınık kasabasını göremesek te Manisa il sınırını tabela bize belirtiyor. Yol kıyısındaki karayolu tabelasında Manisa il sınırı, altında karayolu numarası 240 – 02 olarak belirtmiş. Rakamların altında ise sınırda kilometre başlangıcı olarak 00 belirtilmiş. Bu karayolu işaret ve işaretlerden anlayanlara yarıyor. Bunu neden anlattım söyleyeyim: Avrupa şehirleri bisiklet sürme yarışı yapılıyor Mayıs ayında. İzmir de bu yarışmaya katılıyor. İzmir büyükşehir belediyesi desteği ile il sınırları içinde cep telefonuna indirilen uygulama ile gittiği yolu kaydediyoruz. Böylece şehir ve il sınırları içinde ısı haritası oluşturuyoruz. Benim cep telefonumda da bu uygulama var ve yaptığım yolu kaydediyorum. Uydudan beni takip eden program tam burada Manisa il sınırına girince takibi bırakacak. (Tüm Mayıs ayı boyunca kaydettiğimiz rotalarla Avrupa birincisi olduk). Solda duble karayolu, emniyet şeridinde giden bir bisikletçi ve zeytin bahçesi sağda kalmış.

Düz yol olunca bastırmak gerekiyor. Güneş altında sıcak havanın etkisi ile ara sıra benzinlikte mola verip serinliyoruz. Benzinliğin birinde tuvalet ve ihtiyaç molası verirken biraz dinlendik.

Ana yola çıkınca hızımız arttı ve kısa sürede Soma’ya vardık. Soma linyit kömürleri madenlerinin bolluğu nedeni ile maden şehri. Şehir girişinde yolun ortasına kömür ocaklarında kullanılan kömür vagonu konulmuş. Vagon siyah renge boyalı, kısa iki rayın üzerinde duruyor. İki yanda iki şeritli yol ve apartmanlar dizelenmiş.

Şehrin merkezindeki kavşakta Soma kömür madencilerinin kömür ocağında çalışırken yapılan bronz heykelleri. Birisinin elinde kazmayı kaldırmış başının üzerinde. Diğeri yerdeki kömürleri kürekle kenara atmaya çalışırken betimlenmiş. Kara kömürün kara talihi kasabanın üzerinde her zaman. Yer altından kömür çıkarmak o kadar kolay değil. Hele şimdiki zamanda taşeron işçilik sisteminde. Gerekli çalışma koşulları olmadan yer altında iş güvenliğine dikkat etmeyen patronlar boğaz tokluğuna çalışan işçileri ezdiği gibi tehlikeli çalışma ortamında oluşan kazalar nedeni ile işçiler hayatını kaybediyor. Geçtiğimiz yıllarda 301 işçinin hayatını kaybettiği büyük iş kazasında zamanında alınmayan önlemler yüzünden bu felaketi yaşadık. Her ne kadar davası sürse de çalışma koşulları aynı ve düzeleceğini zannetmem.

Soma’da bizi Bisikletçi Bircan Karalar karşıladı. Öğretmen evinde bizleri ağırlayıp pide ile karnımızı doyurdu. Misafir severliğinden dolayı Bircan Karalar’a çok teşekkür ederim. Kendisini tanımıyorum, Şafak Omaç ile iletişime geçerek bizleri en iyi şekilde ağırladı. Orada iki Fransız bisikletçi ile birlikte pankartımız önünde topluca resim çekiliyoruz. Toplam 18 kişiyiz, önde sadece Şafak’ın bisikleti var.

Bircan Karalar yerel basını çağırmış bizler için. Soma Tv bizimle söyleşi yaptı. Şafak Omaç ve ben yaptığımız turun doğuşu, amacı ve projelerimizden bahsettik. Aşağıda söyleşinin videosu var.

Daha sonraki günlerde gazeteye haberimiz basılmış. Aşağıda gazete küpürü görünüyor. Gazetede 7 resim var ve yazılar. Soldaki resimde benimle söyleşi yapan spiker kız, sağda Fransız ile Cem Tabanlı birlikte söyleşi yaparken. Cem çevirmenlik yapıyor. Ortada iki bisikletli resmi. Solda aşağıda Şafak Omaç, ben ve spiker kız. Sağda, bisikletlere binmiş durumda grup olarak giderken çekilmiş resim. En aşağıda solda topluca çekildiğimiz resim ve sağda tek olarak içimizdeki en yüklü bisikletçi Hünkar Göcekli’ni resmi. (Gazete küpürü elime ulaşmadığından Şafak Omaç’ın sitesinden cep telefonu ile ekrandan çekim yaptım. Resim biraz kötü görünüyor.)

Yerel basın ile söyleşimiz bitince günlük alışveriş için şehir merkezine, yukarıya doğru gittik. Alışveriş dükkanından gerekli yiyecekleri aldık. Bisikletlerimiz yüklü olarak dükkanın önünde, kaldırımda park etmiş olarak duruyor. Bisikletim KUZ ve bagajı yüklü, üzerinde bir ekmek naylon torbada.

Alışveriş işini de tamamladık, kamp yapacağımız mesire alanına yaklaşık 10 kilometre giderek vardık. Burası Soma dışında, çam ağaçları ile kaplı piknik ve mesire yeri. Ayrıca Kırkağaç Gençlik ve İzcilik Merkezi olarak kullanılıyor. Kamp yerinde henüz çadırımı kurmadan önce kafamı yukarı kaldırınca çam ağacının dalları ilgimi çekti. Kara çam ağacında düzgün bir dal yok. Hepsi de kıvrımlı ve düzensiz gök yüzünü kaplıyor. Sanki mavi bir atlasa gelişi güzel dantel işlenmiş gibi. Kalın, ince dallar gelişi güzel, dağınık biçimde. Uçlarında iğne yaprakları seyrek olarak duruyor.

Kamp yapacağımız yer yoldan biraz yukarıda olsun diye arkadaşlara söyledim ama çadırlarını kurdukları için yerini değiştirmek istemediler. Çadırımı olabildiğine yoldan uzağa kurarım. Gece boyu geçen araçların motor ve egzoz gürültüleri rahat uyutmaz insanı. Ben ve bir grup biraz daha yukarıda çadırları kurduk. Pankartımızı da iplerle ağaçlara gererek insanların görmesini sağladık. Çam ağaçları altında bir kaç çadır ve pankart iple bağlı. Yer sofrasında oturup yiyecekleri ortaya dökerek beraberce yapmaya başladık.

Yemeği yedik, karnımız doydu. Yorgunluğumuzu biraz dinlenerek gidermeye çalıştık bir süre. Burası hem Soma’ya yakın hem de Kırkağaç’a yakın. İki kasabanın ortak piknik ve mesire alanı. Burada mangal kültürünü geliştirmeye geliyorlar. Ayrıca burasının başka bir özelliği de var. Kırkağaç Çam Festivali 10 gün yapılıyor. İnsanlar çadırlarını alıp burada kalıyorlar. Hıdırellez şenlikleri de burada yapılıp baharı karşılıyorlar. Yüz yıldan daha fazla her yıl Mayıs ayının ilk haftasında şenlikler yapılıyor. Dükkanlar da çadır tezgahlarda yiyecek, içecek, giyim, ayakkabı aklınıza ne gelirse satıyorlar.

Kısaca tarihçesi şöyle; 100 yıldır yapılan Çam mesiresi kış aylarından çıkıp bahar günlerinin gelmesi ile tarlalarda ziraat işlerine girmeden önce şenlikler yapılır çadırlar kurulur. Çam ağaçları neredeyse 200 yıllık ve köylülerin inanışına göre bir kuru dal dahi çamlıktan alınmıyor. Alınırsa evinde uğursuzluk meydana gelir inanışından ötürü çamlar şimdiye kadar korunagelmiştir. Yöredeki tüm köyler, Soma, Kırkağaç Çam mesiresine gelip kalmak adet olmuş.

Anlatılanlara göre; “Vakti zamanında köylü kadını kocasına tutturmuş Çam’a gidelim diye. Aile fakir, Çam mesiresine gitmek masraf demek. Zaten para yok. Kadın tutturmuş illa ki beni götür diye. Adam yok ne yapsın evdeki kazanı satıp gitmişler Çam mesiresine. O zamanlarda çadır falan yok, çam ağaçlarına bağlanan iplerin üzerine kilim atarak altında kalınıyormuş. Çam mesiresi bitip eve dönünce kadın kirlenen çamaşırları yıkamak istemiş. Bakmış kazan yok. Bunun üzerine  adam “Sattırdı kazanı oynattı kızanı” deyişini söylemiş.

Hıdırellez şenliklerinde yumurta tokuşturup salıncakta sallanırmış genç kızlar ve oğlanlar. Gelenek haline gelen salıncakta sallanmak kızların koca, erkeklerin de eş bulmak için Çam mesiresine gelip tanışarak yuva kurarlarmış. Çam mesiresinde Sarıkız efsanesi de bir zamanlar yer bulmuş. Din kaynaklı tarikatların zorlaması ile kadınlar ayrı, erkekler ayrı çadır kurarlarmış. Bunun etkileri hala sürmekte.

Hava kararınca çadır alışveriş yerlerini gezmeye başladık. Burada her şey var, ben sadece kendime ucuz 10 tanesi 50 kuruşa mandal aldım. Bir tek mandala ihtiyacım vardı. Bir de dondurma alarak gezinirken ağzımızı tatlandırdık.

Üstü naylon gerili tezgahlarda giyecek, ayakkabı, su, dondurma satan yerler elektrik lambaları ile ışıl ışıl. Yerler kilitli beton taş döşeli ve gezinen insanlar.

Her türlü yiyecek bulmak olası, yer fıstığı satan bir tezgahtan biraz yer fıstığı alıyoruz çadırda yemek için. Karşıda parlak ışıkları ile dondurma tezgahı.

Bir süre dolanıyoruz alışveriş yerinde. Fazla geç olmadan çadırları olduğu yere gelerek yer fıstığı ile bira içerek sohbete daldık. Geç saate kadar insanların gürültüleri devam etti. Ortalık sakinleşince çadırlara girip yattık tatlı düşlerle.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 67 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc

Keşan Trakya Bisiklet Turu 17. Gün

18 Eylül 2013 Çarşamba

Danişment – Balya – İvrinde – Büyükyenice – Bergama

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Maden ocağının dibinde

Hava yok ışık yok

Maden ocağının dibinde

Besin yok karın yok

Maden ocağının dibinde

Oğlun bile yok

Maden ocağının dibinde

Bir sen varsın, direnen

Maden ocağının dibinde

Işık yok hava yok

Maden ocağının dibinde

Besin yok karın yok

Maden ocağının dibinde

Oğlun bile yok

Bir sen varsın, direnen

Maden ocağının dibinde

 

Ayırdılar seni dünyadan

Aldılar elinden ışığını, havanı, besinini

Sevdiğin kadını taptığın oğlunu aldılar elinden

Ayırdılar seni dünyadan

Cem Karaca

 

Öne çıkmış olan görsel, solda çeşme, yanında kocaman çınar ağacı. Bisikletim KUZ çınarın dibinde park etmiş. Çeşmeden taşan sular küçük bir dere oluşturmuş.

180920133865

Bazen yatakta yatmak güzel oluyor, ara sıra yumuşak yatakta yatmalı. Çadırın içinde, incecik bir matın üzerinde uyumak her ne kadar rahat olmasa da 5 – 10 günde bir gövdeyi dinlendirmeli. Gerçi sert zeminde yatmak bel ağrılarını iyi geldiğinden ben gayet memnunum sert zeminde yatmaktan. Zaten alıştım artık. İnsan yerini değiştirince yattığı yeri yadırgıyor. Bu gece de aynısı oldu, pek rahat uyuyamadım, sürekli uyanarak uyku bölündüğü için deliksiz olmadı bu gece. Sabah her gün olduğu gibi 07:00 de uyanıp eşyalarımı toplamaya başladım. Köy odasında ilk defa uyudum. Cep telefonumu bütün gece şarjda tamamen dolmuş vaziyette fişini çıkarıyorum. Sadece çadır kurmadık, geri kalan eşyalar aynı. Eşyaları topladıktan sonra aşağı inerek bagaja yükleyip hazır hale geliyorum. Demir ranza, üstü eşya dolu, ben altta yattım. Yatakta battaniye serili, uyku tulumu toplanıp torbasında sıkıştırılmış durumda yatağın üzerinde. Sandalyede cep telefonum ve şarjlı fenerim şarj oluyor. Prize uzatma kablosu takılı.

180920133847

Köyün fırınından taze sıcak köy ekmeği alarak kahvede sabah kahvaltısını yapıyoruz Can ile birlikte. Kahvenin ortasında kare prizma soba duruyor. Soba uzun. Havalar sıcak olduğundan henüz soba yanmıyor. Ama buralarda kış erken geliyor, sobanın yanmasına az zaman var sanki. Duvar kenarında soda, gazoz şişeleri var.

180920133849

Kahvaltının ardından köyün meydanına çıkarak bir kaç resim çekiyorum. Danişment köyü çok temiz geldi bana, her taraf düzenli ve bakımlı. Köyün meydanında park, çay bahçesi, insanların oturup sohbet edeceği banklar var. Tören alanı yapılıp Atatürk büstü ve bayrak direği ile Cumhuriyet köyünün en güzel örneğini oluşturmuş. Tabi ki bunları yapan köyün muhtarı Ertuğrul Danışan. Epey emek vermiş yaşadığı köye. Köy Biraz yüksekte kurulmuş, haliyle köy yolları yapılırken yolu daha aşağıdan yapmak istemiş köy hizmetleri. Köylüler de yol aşağıdan geçerse köy önemini yitirir diye yolu yapan iş makinalarının çalışmasını engelleyerek yolu köyden geçmesini sağlamışlar. Bütün köylüler atlarına binip direnmişler ve kazanmışlar. Muhtar dün gece bunları anlatmıştı. Köyün güzelliğini gündüz görünce anladım köyün yiğit ve çalışkan olduğunu. Tabelada köylerin kaç km olduğunu görüyorum, birbirlerine yakın köyler. Aslında sadece köyleri dolaşmak vardı tek tek her birinde kalıp köylülerle yaşamak. İnanın bu çok güzel olurdu. Bir gün mutlaka yapacağım bunu. Solda Balya tabelası, sağda ise köy hizmetleri yazan tabelada; Uzunçınar 6, Göloba 8, Mancılık 12, Karadağ 13, K.mustafalar 16 kilometre mesafe olduğu yazılmış.

180920133848

Bu büyük küpleri tarlayı süren bir köylü bulmuş. Tarlayı sürerken sabanın bıçağına takılınca bir bakmış koca bir küp, daha sonra bir başka küp daha bulmuş. Köylü de bu küpleri ne yapacağım diye düşünürken Muhtar küpleri alıp köyün meydanına getirerek parka koymuş. Parka ayrı bir dekor oluşturmuş bu küpler. İki tane küp boyanıp ağzı galvanizli saç ile kapatılmış.

180920133850

Köydeki tören alanı ve Atatürk büstü, yanında iki direkte Türk bayrağı. Arkada değirmen taşları dizilmiş yan yana. Artık değirmenlerde kullanılmayan değirmen taşları Muhtar değerlendirip dekor olarak kullanmış burada.

180920133851

Köy zirvede olduğu için dere yok, insanlar illa bir su kenarı arıyor. Muhtar da parkın içine bir havuz yaptırarak insanların su kenarında oturma ihtiyaçlarını karşılamış. Muhtar insanlar için en iyisini, en güzelini düşünüp ona göre yapıp düzenlemiş köyün meydanını. Kendisini tebrik ederim.

180920133854

Köyün çeşmesi gayet güzel yapılmış, sularımı dolduruyorum. Köyün muhtarı sabahtan Balıkesir il merkezine gittiğinden onunla vedalaşamıyorum ama cep telefonundan arayıp köyde bizi misafir ettiğinden teşekkürlerimi bildiriyorum.

180920133856

Bahçelerdeki elmalar da olmak üzere, harika görünüyorlar dallarında, taze kütür kütür. Bir tane koparıp yiyorum oracıkta.

180920133857

Köyün meyanı ve parkı, bir de köy muhtarı afiş yaptırmış. Balıkesir spora 2. ligde başarılarını belirtmiş Danişment köyü adına. Ertesi yıl Balıkesir spor bir sezonda 1. lige çıkarak büyük bir başarı elde etti.

180920133858

Yola çıkma zamanı diyerek pistonlar hareket edip pedallar dönmeye başladı. Dün köye girerken köyün tabelasını çekememiştim. Köyden çıkarken köy ile beraber bir resmini çekerek yoluma devam ediyorum. Gördüğüm en güzel köydü benim için.

180920133859

Yolumuz Balya – İvrindi yolu ama yol sakin, pek araç geçmiyor. Çünkü  işlek bir yol değil ve bisiklet sürmek zevkli bu yolda. Önümde dönemeç var ağaçların arasına giren.

180920133861

Yol kıyısında yalağı büyük bir çeşmenin yanında mola veriyoruz. Hem insanların susuzluğunu gidermesi için hem de hayvanların su içmesi için yapılmış. Ve gölge yapsın diye bir de çınar dikilmiş çeşmenin başına. Su borudan bolca akıyor, kaynağı kuvvetli. Sularımı tazeliyorum akan sudan. Burada rahatça kamp atılabilir. Beni su içerken Can çekiyor bir poz. Bisikletim KUZ park etmiş. Arkada koca çınar ağacı çeşmeyi komple gölgede bırakmış durumda.

180920133862

Bu kez ben Can’ı su içerken çekiyorum aynı yerden.

180920133864

Çeşme aynası kalın taş bloklardan örülmüş. Beton yalağı dört kademe olarak yapılmış. En üstte borudan su devamlı akıyor, Akan su bölmeli yalaklardan kademe kademe bir aşağı akıyor. Birazcık yosun tutmuş ayna taşlarında.

180920133866

Çeşmeden o kadar bol su akıyor ki yalaktan sonra küçük bir dere olmuş şırıl şırıl akıp duruyor. Büyük bir olasılıkla gece buraya bütün hayvanlar su içmeye geliyordur. Kamp kurulacaksa böyle bir yere çeşmenin biraz uzağına kurulmalı. Yoksa gece hayvanlar sizi rahatsız edebilir. Resmi akan suyun üzerinden, iyice yere yakın yerden çekiyorum. Solda çeşme, bisikletim KUZ, ve dibinde çınar ağacı. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

180920133865

Yol boyunca çeşmeler eksik değil ve her çeşmede kocaman bir çınar gölge yapıyor çeşmenin başında. Çeşme yamacın başlangıcında, ağaç dalları iyice kapatmış çeşmeyi, neredeyse tamamen örtecek.

180920133867

Sanki İstanbul’a geldim Kadıköy tabelasını görünce. Ama burası cennet gibi bir yer, öyle beton yığınına dönüşmüş İstanbul Kadıköy’ü gibi korkunç trafiği olan gürültülü ve kalabalık bir yer değil. Sessiz, sadece kuş seslerini dinleyeceğimiz bir yer burası. Buradan akan büyük bir çay var. Kuş cenneti Manyas gölünü besliyor. Kadıköy tabelası ve ağaç gövdeleri.

180920133876

Köyün şirin, pembe boyalı iki evi. Yollar toprak bu köyde.

180920133868

Köyün girişinde musalla taşı görüyorum. Burada köyde ölen kişilerin cenaze namazı kılınıp mezarlığa götürüyorlar. Ayrıca tepsi gibi düz büyük bir taş ta bulunuyor. Burada köylüler hasat zamanında ürünlerini kış için hazırlıyorlar.

180920133870

Koca çayı köprüsünden çay yatağını çekiyorum. Kıyılarda söğüt ağaçları var.

180920133871

Köprünün hemen yanında çay bahçesine iniyoruz. Çay bahçesinde yaşlı bir köylü yanına buyur edip çayları ısmarlıyor. İsmi Tahir Özen amcanın, sohbet ederek yeşillikler içinde, çay kenarında çayları içiyoruz afiyetle. Elçek ile yaşlı amca ile birlikte çaktırmadan resmimizi çekiyorum.

180920133874

Su bol olunca kazlar da ortalıkta dolanıyor.

180920133875

Bir süre dinlendikten sonra çaylar için Tahir amcaya teşekkür edip yola koyuluyoruz. Dediğim gibi yolun kıyısında bolca çeşme yapılmış ve hepsinden hem suyunu içiyorum hem de sularımı tazeliyorum. Böylece devamlı olarak taze suyum oluyor. Çeşmenin yanında çınar ağacı var.

180920133878

Balya’ya yaklaşıyoruz, burada bir maden işletmesi var, çinko ve kurşun üretilmiş. Bir ara kapanmış ama özelleştirince tekrar madende çalışmalara başlamışlar. Ayrıca burada maden işletmeciliği bayağı eskiye dayanıyor. Osmanlı döneminde kurşun buradan çıkarılıyormuş. Maden ocağının çevresi her zaman çirkin görüntüler meydana getiriyor. İnsanlara iş olanağı sağlıyor ama madende çalışmak her zaman riskli ve sağlığı etkiliyor.  Aklıma nedense Soma geliyor, çalışırken Somada 1 ay boyunca eğitim aldım, Teiaş ta elektrik üzerine. Her taraf kömür kokuyordu kasabanın. Tüm dağları linyit kömürü ocakları ile kaplıydı. Zengin kömür yatakları sanayi için bulunmaz bir nimet ama çevreye verdiği zararlar çok fazla. Somada çıkan kömürün çoğu termik santralda yakıt olarak kullanılıyor. Binlerce işçi kömür ocaklarında gece gündüz, sağlıksız ortamda, iş güvencesi olmadan köle gibi çalışıyorlar. İşleri gerçekten zor, vardiyalı, kömür tozu içinde ve kömürlerin yaydığı zehirli gazların içinde çoluk çocuğun rızkını kazanmak için çalışıyorlar. Kömür ocaklarını işletenler de daha çok kazanacağım diye güvenli çalışma şartlarına fazla uymadan sürdürüyorlar. Haliyle her zaman iş kazası oluyor ve iş başındaki hükümetler gerekli denetimleri fazla yapmadan işletme sahiplerine göz yumuyor. Madenden çıkan toprak yığınları.

180920133879

Yol kıyısında küçük, şirin bir ev görüyorum ağaçların arasında. Güzel görünmesine güzel de ormanın içine yapılması hoş olmamış, Hiç olmazsa ahşap yapılsa idi daha uyum sağlardı ormana. Bahçe sınırları da yolun hemen kıyısında, tel çekilmiş direklerle.

180920133880

Balya ilçesine geliyoruz, burası bir maden kasabası. Zamanında maden çalışırken nüfuz bayağı çokmuş, maden kapanınca iş olmadığından nüfuz epey azalmış. Küçük şirin bir kasaba olmuş. Tabelada yazan; Balya, Nüfus: 1900.

180920133881

Çeşme iyi güzel hoş ama aslanın ağzında ki çeşme olmamış, hiç uyum sağlamamış. Sanatın, görselliğin içine etmişler doğrusu. Şöyle aslanın ağzından su akacak şarıl şarıl ki çeşmeye benzesin. Çeşme krom renginde parlak olarak aslanın ağzında sırıtıyor. Çeşmeyi Fevzi ve Sadiye Akçam anısına 2000 yılında yaptırılmış.

180920133882

Balya şirin bir madenci kasabası, kasaba yüksekte kurulmuş. Düzlük olan yerler tarla, bahçe olarak değerlendirilmiş. Evler, binalar tarıma uygun olmayan engebeli yerlerde yapılması gayet güzel. Kimi yerlerde düz ovaya, tarlaların içine binaları dikiyorlar, tarım yapılmadığı için o yerde ekonomi olarak hiç bir katkısı olmuyor. Köyün diğer tarafı maden yeri, oralarda ev yok.

180920133883 (1)

İşte burası maden bölgesi, yeniden üretime geçmiş. Şantiye binaları, madenden çıkan toprak yığınları sürekli artıyor.

180920133884

Akbaş köyüne çabucak varıyoruz. Balya epey yüksekte olduğundan iniş olunca hemencecik düze ulaşıyoruz. Pembe boyalı şirin bir ilkokul. Can bisikletin üzerinde köy tabelası ve köy ilkokulunun yanında geçerken çekiyorum.

180920133885

Köyün içinde ahşap bir konak görüyorum, durup resmini çekmem gerek. Büyük bir ihtimalle varlıklı birisine ait, geniş avlusu, iki katlı büyük ahşap bir ev. Bahçe kapısı tahta bir çit olarak yapılmış.

180920133886

Köylerde eşekler hala yük taşıma amacıyla kullanılıyor. Eşek yanında sıpası ile başı boş bırakılmış kendi halinde otlayıp duruyorlar.

180920133887

Akbaş köyünde etnografya müzesini gösterir tabela, ilginç diyerek müzeye doğru gidiyoruz.

180920133888

Etnografya müzesi gayet düzgün yapılmış tek katlı taş bir binanın içinde. Şansımıza kapalı imiş, kimseler yok. İçerisini görmek isterdim doğrusu. Elimiz boş dönüyoruz. Binanın önünde direkte dalgalanan Türk bayrağı.

180920133889

Akbaş köyünden sonra sağa sapıp kestirmeden gideceğiz. Yol toprak ama hiç araç geçmiyor. Bizim için gayet iyi bir yol, buradan gidersek Balıkesir – Edremit yolundan az gitmiş olacağız. Sadece az kısımdan geçip İvrindi’ye sapacağız. İniş hala devam ediyor. Toprak yol çam ağaçları arasından gidiyor.

180920133890

Çamlar henüz küçük, orman genç daha, yol genç ormanın içinden gidiyor, harika. Yol toprak olsa da umurumuzda değil. Elçek ile kendimi ve arkada gelen Can’ı çekiyorum bir poz.

180920133891

Yol kıyısında göletler hayvanlar su içsin diye yapılmış. Yakınlarda Kocaeli köyü var, nedense google haritada İzmit diye yazılmış. Köyün tabelasında Kocaeli diye yazıyor halbuki.

180920133892

Buralarda mermer ocakları da var, blok halinde mermer taşlarını kesmişler, işlemek üzere mermer atölyelerine götürülmeyi bekliyorlar.

180920133893

Havada bulutlar iyice toplanmaya başladı, hadi hayırlısı.

180920133894

İnsanlar hayır yapmak için bir biriye sürekli yarışıyorlar. En güzel çeşmeyi ben yaptım, en süslüsünü, en kocamanını.. İyi ki de yapmışlar, yolda insanlar ve hayvanlar susadıklarında çeşmeden sularını içerek susuzluğunu gideriyorlar. Yapanlardan Allah razı olsun demek kalıyor bizlere. Çeşmenin başında iki tane aslan çeşmeyi koruyorlar. Hadi insanlar aslanları taştan yapıldığını biliyor, hayvanlar ne anlıyorlar acaba bu aslan heykellerinden. Korkuyorlar mıdır bu çeşmenin başına konulmuş aslan heykellerinden. Bu çeşmenin ağacı yok gölge yapacak. Çeşmenin aynasındaki duvar yapma dekor taş ile kaplanmış.

180920133895

Ama bu çeşmenin gölgelik ağaçları var. Her çeşmede durup resim çekerek hem dinleniyorum hem de su içip elimi yüzümü yıkıyorum.

180920133896

İvrindi ye geldik sayılır. Bir süreliğine ama kısa bir ara Balıkesir – Edremit kara yoluna çıkıyoruz. Daha sonra İvrindi kasabasına dönerek ana yoldan çıkıyoruz böylece. İvrindi – Bergama sağ tarafı gösterir tabelanın resmini çekiyorum.

180920133897

İvrindi yoluna sapınca, kasabanın girişinde toprak kazılmış.  İlginç bir toprak kesiti görüyorum. Bej renginde kil tabakası arasında siyah renkte bir tabaka kalmış. Katmanlar da yerin hareketine göre şekilleri düzgün değil, dalgalı bir şekil almış.

180920133898

Bir binaya kamam tabelasını görünce resmini çekiyorum. Aslında hamama girip şöyle iyice bir yıkanmalı. Ama bu gün Bergama ya varmamız gerek. İvrindi de öğle yemeği yedik, karnımız da acıkmıştı hani.

180920133899

İyi ki bu yoldan gidiyoruz, yolda neredeyse araç yok ve ormanın içinde gidiyoruz. Ormanda sık olmasa da meşe ağaçları var. Istranca dağlarında gördüğümüz 10 – 15 metre boyunda değil buradaki ağaçlar. Anadolu’nun bu kesimleri Akdeniz iklimi etkisi altında kalmış, ağaçlar daha kısa, çalılar maki. Tipik Akdeniz iklimi.

180920133900

Bir süre gittikten sonra yağmur yağmaya başladı, üst yağmurluğumu giyiyorum. Ardından bagaj çantalarını çöp naylonları ile kaplayıp yola öyle devam ediyorum. Yağmur kısa sürünce durup yağmurluğu çıkarıyorum, yoksa terden sırılsıklam olacağım. Yağmurluk çok terletiyor insanı, bir de hava sıcak ise. Elçek ile kendimi yağmur yağarken çekiyorum. Başımda sarı kask ve sarı güneş gözlüğüm var. Yağmurluğumun rengi de sarı. Yani tamamen sarı renk içindeyim.

180920133901

Karşı da ki dağları aşacağız, dağların ardı Bergama. Havada parçalı bulutlar dolaşıyor. Yol dümdüz, ip gibi yapılmış.

180920133902

Çeşmeler devamlı olarak yol boyunca karşımıza çıkıyor. Bazı kendini bilmezler yazılar yazıyor ya, çeşmenin güzelliğini bozuyor bu yazılar. Çeşmeyi yapan düzgün yontulmuş taşlardan çeşmenin duvarını yapmış, yan taraftaki taşları her kim koyduysa hiç sanatla alakası olmadan öylesine taş duvarı taşları üst üste gelişi güzel bir duvar yapmış.

180920133903

Yolun sol tarafında yanmış, kararmış, öbek öbek ocaklar görüyorum. Burada kireç taşı bol, gördüğümüz ocaklarda kireç elde ediliyormuş. Taş bitince çevrede ocaklarda terk edilmiş. Şu an üretim yok ama kireç ocaklarını öylece bırakmışlar. Çirkin bir görüntü oluşmuş, insan başladığı biçimde bırakmalıydı. Ocakları dağıtıp üzeri toprakla örtüldükten sonra ağaç dikerek yeşillendirilebilirdi. Ama çevreyi düşünen kim, sadece kazanacağı parayı hesaplıyorlar. Çevre için harcayacağı 5 kuruş canından bir paça koparılmış sayıyor iş adamları.

180920133904

Külleri kalmış kireç taşı ocakları doğada çirkin bir görüntü oluşturuyor.

180920133905

Yol kıyısında geniş bir alanda, kıyıları ağaçlar olan çeşmede mola veriyoruz. Çeşmenin başında bir çobana rastlıyoruz. Çobanın tayı var ama tayın boyu küçük, çoban tayın üstüne binince ayakları yere değdi. Zavallı tay hem sırtında semer hem de onun üstünde iri yarı bir adam, ikisini de taşımaya çabalıyor. Tayın haline üzülüyorum, sahibine de bir şey diyemiyorum.

180920133906

Çeşmeler o kadar çok ki adım başı çeşme görüyorum. Şanslıyım ki çeşmeler sürekli karşıma çıkıyor. İleride bu çeşmeleri zor görürüz diye düşünmeden kendimi alamadım.

180920133908

Mallıca köyünde durup kahvenin birine oturuyoruz, selam verdik almadılar doğru dürüst. Birer soda içerek fazla oyalanmadan buradan gitmek gerek. Yoksa mal mal bakmaya başladı köylüler. Garip geldi, ilk defa bir köyde bu durumla karşılaşıyoruz. Zaten adı üstünde Mallıca, pek te yakıştı ismi doğrusu. Köy yerine bizlere su sağlayan çeşmenin resmini çekerim daha iyi.

180920133909

Yavaş yavaş dağlara tırmanıp onları aşmaya çalışıyoruz.

180920133910

Aaaa Manisa il sınırlarına giriyoruz çaktırmadan. Tabelada öyle yazıyor.

180920133919

Tabelada yazdığına göre Duğla köyüne giriş yaptık. Tek tük evler görülüyor.

180920133911

Duğla köyünde mola veriyoruz, köyün kahvesinde oturup duble çayları içerek dinleniyoruz azıcık. Köyün ihtiyarları kahvede oturmuş sohbet ediyorlar. Biz de kahveye gelince başladılar bizimle sohbet etmeye. Nereden gelip nereye yolculuk ettiğimizi sorup öğrendikten sonra 80 yaşlarını aşmış yaşlı amca Bergama da hakimin katibi imiş. Amca başladı kendi başından geçmiş bir olayı anlatmaya ;

“Evveli zamanında Bergama da hakimin katipliğini yaparken Dikili’nin köylerinden Bademli köyünde bir olay olmuş.

Ben, Hakim bey ve arabanın şöferi düştük yola, olayın zaptını yerinde tutacağız. O zamanlarda yol yok araba yok şimdiki gibi.

Yol da anca bir araba sığabiliyor. Ara yerlerde arabaların birbirine yol vermesi için geniş yerler vardı.

Yoksa imkanı yok geçmeye, neyse fazla lafı uzatmayayım yolda tıngır mıngır gidiyoruz. Hakim bey şöfere işimiz acele biraz hızlan dedi.

Şöfer de bastı gaza, hızlandık. Önümüze bir araba çıktı, şöfer de yolun belirli yerlerindeki o geniş yerde önündeki arabayı sollayıp geçti.

Arabanın sahibi de oranın zengin toprak sahiplerinden biriymiş nerden bilelim.

Arabadaki de vay beni nasıl geçersin diyerek bastı gaza.

Bizi geçmeye çalışıyor ama yol dar nereye geçiyon. Şöfer de hakim bey emir verdi nasıl olsa, basıyor gaza.

Bir süre böyle gittik. Arkadaki adam kudurmuş geçemedim diye.

Adam öndeki arabayı madem geçemiyom üstünden geçeyim diye gazı köklemiş.

Ana bir cayırtı koptu sorma gitsin. Paldır küldür üzerimizden araba geçti.

Arabanın tavanı da haşat oldu. Amerikan arabaları Allahtan sağlam yoksa şimdiki arabalar olsa haşatımız çıkmıştı.

Neyse araba üstümüzden geçtikten sonra durduk.

Bizim arabanın camları kırıldı, tavanda biraz göçme oldu, ön kaportanın haşatı çıktı.

Allahtan bizlere bir şey olmadı şükür.

Hemen arabadan indik, üstümüzden geçen arabanın motoru dağılmış burun üstü çakılınca.

Hakim bey kızgınlıkla üstümüzden geçen arabaya gidip  şöfere adam sen ne yaptın diye bağırarak fırça atarken şöferi görünce tanımış adamı.

Köyün zenginlerinden. Artık adama bir şey de diyemedi hakim bey.

Köylülerden yardım isteyerek bir at arabasıyla yolumuza devam ettik”

diyerek hikayesini bitirdi. Güzel bir anıydı, yaşlı amca güzel Türkçesi ile anlattı bize. Hafızası da duru ve kuvvetliydi. Can kulağı ile anıyı dinleyip çayları içerek böylece dinlenmiş olduk bir süreliğine de olsa.

Kahvedekilerden ve yaşlı amcadan izin isteyip yola çıktık. Çeşmeler bol olunca sık sık mola veriyoruz. Nasıl olsa yol da bitmek bilmiyor. Ama bir şey var ki o da yorulmak bilmeyen demir atım KUZ. Hiç nazlanmadan buralara kadar sorun olmadan geldi, sadece bir kaç kez lastik patladı. Edirne de ki pıtrak dikenli yoldaki patlaklar hariç. İç lastikleri atmıştım zaten. Demir atım KUZ, yol ve manzarayı çekiyorum. O bunu hak ediyor.

180920133912

Çeşmenin başında top olmuş söğüt ağacını çekiyorum.

180920133913

Çeşmeden sularımı doldururken ber de ne göreyim? Çeşmenin yalağında kurbağa yaşıyor. Hani çocuk şarkısı vardır ;

“Küçük kurbağa küçük kurbağa kuyruğun nerede.

Kuyruğum yok kuyruğum yok yüzerim derede.”

Bu kurbağa dere bulamamış yalakta kendine yaşam oluşturmuş.

180920133914

Başka bir çeşme, önündeki alana beton dökülmüş.

180920133915

Önümüzde son dağlık görünüyor, dağların tepelerinde yol alıyoruz. Havada bulutlar fıldır fıldır dolaşıyor.

180920133916

Güneş bulutların arasından son ışıklarını saçarak batmaya başladı. Karanlığa kalacağız gibi. Bakalım ne olacak, pedallamaya devam.

180920133918

Öyle bir yerden geçtik ki bir gün içinde, hatta bir saatte üç il topraklarında pedal bastık diyebilirim. Üç ilin birleştiği sınır bölgesindeyiz, Balıkesir il sınırından 1 saat önce Manisa il sınırına girdik Yaklaşık 6 km Manisa il sınırların da pedalladıktan sonra İzmir il sınırına geldik. Manisa’nın Duğla köyünü gördük sadece, orada da çay molası verdik. İzmir il sınırını yazan tabelanın önündeyim.

180920133920

Nihayet dağın sırtına çıktık, bundan sonra iniş başlayacak tahminime göre. Hani deriz ya son yokuş, işte öyle bir yere geldik.

180920133921

İşte o meşhur “Son Yokuş” denilen yer. Solda inekler otluyor.

180920133923

Şifalı Menteşe kaplıcaları  tabelasını görünce resmini çekiyorum. Bir gün mutlaka uğrayacağım bu kaplıcalara.

180920133924

Artık inişe başlayabiliriz. Yol öyle gösteriyor, Can önde gidiyor kendi halinde.

180920133926

Ay tepsi gibi doğuyor, tam dolunay, ayın on dördü gibi. Demek ki fazla karanlıkta olmayacak bu gece. Ay yolumuzu aydınlatacak. Hava aydınlık olsa da ay çıplak gözle görülüyor dağların üstünde.

180920133927

Ve akşam oldu, hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Köylerden gece karanlığında geçip gidiyoruz fazla oyalanmadan. Zaten dağlardan aşağıya inişteyiz, fazla pedal çevirmeden hızla iniyoruz. Hava kararırken ışıklarımızı yaktık. İneşir köy tabelasını çekiyorum alaca karanlıkta.

180920133928

Hava iyice karardı, ay tüm güzelliği ile tepemizde yolumuzu aydınlatıyor. Zülfü Livaneli’nin Süvarinin türküsünü mırıldanmaya başlıyorum

Süvarinin Türküsü

“….

ay kocaman at kara

torbamda zeytin kara

bilirimde yolları

varamam kardoba’ ya

 

ova geçtim yel geçtim

ay kırmızı at kara

ölüm gözler yolumu

kardoba surlarında

 

yola baktım yol uzun

aman atım canım atım

etme eyleme ölüm

varmadan kardobaya

…”

Federico Garcia Lorca şiiri ve Zülfü Livaneli bestesi…

Hava zifiri karanlıkta gök yüzünde parlayan ay resmini çekiyorum.

180920133930

Süvarinin türküsünü söyleye söyleye Bakırçay ovasına iniyoruz. Yaklaşık 22 km kadar uzun bir iniş oldu gecenin karanlığında. Ana yolda trafik yoğun, araba gürültüleri çoğaldı. İki gündür sakin sakin doğanın içinde pedal bastık. Çok rahatsız oldum bu gürültüde ama yapacak bir şey yok, mecburen gideceğiz. Bergama’ya varıyoruz saat 22:30 civarında. Çadır kurabileceğimiz bir yer bakınıyorum. Daha önce belediyenin işlettiği ılıca park kafeterya da çadır kurmuştuk Az bilinen antik kentler turunda. Gece olunca aradığım yeri bulamıyorum bir türlü. Baktık Bergama’dan çıkmışız tekrar geri dönerek kalacağımız yeri bakınarak merkeze doğru yol alıyoruz. Gözüme arabaların park ettiği bir alan ilişiyor. Can’a burada çadır kuralım diyorum, o da burada kurulur mu diyerek önerimi kabul etmiyor. Benzin istasyonunda kalalım diye kararlaştırıyoruz. Yine geri dönerek Benzin istasyonu aramaya başladık. Tam şehir biterken sağ tarafta bol ışıklı bir park görünce aradığım yer burası diye tahmin edip oraya doğru gidiyorum. Can da ardımdan mecburen geliyor. Parkı görünce hatırlıyorum burayı diyerek parkın içine giriyorum. Kafeteryanın önünde durup şef garsondan burada çadır kurabilir miyiz diye izin istiyorum. Şef garson da pek yetkili değil anlaşılan, bir sorayım diye kaçamak cevap veriyor. Derken o sıralarda kafeteryada bulunan belediye başkanı misafirleriyle tam çıkmak üzereydi. Şef garson belediye başkanına giderek durumu izah ediyor. Belediye başkanı yanımıza gelerek bizimle tanışıyor. Kendisine Nisan ayında Az bilinen antik kentler turunda burada çadır kurmuştuk diyerek kendisinden çadır kurmamız için izin istiyorum. Belediye başkanı da tabi ki burada çadır kurabilirsiniz diyerek izin veriyor. Kendisine teşekkürlerimizi sunarak çadır kuracağımız tuvaletlere yakın bir yere gidiyoruz. Çimenlerin üzerine çadırları kurarak eşyaları yerleştiriyoruz. Ardından kafeteryada birer bira içerek bu günkü yaptığımız yolculuğu kutluyoruz Can ile birlikte. Yorgunluğun üstüne de soğuk bira çok iyi gidiyor doğrusu. Birayı içtikten sonra çadırlara gelerek yatma hazırlıklarına başlıyorum. Tuvalet çeşmelerinde elimi ayağımı yıkayıp dişlerimi fırçalıyorum. Geri dönünce bir bakıyorum Can piknik masasının oturma yerine uzanmış uykuya dalmış bile. Canım arkadaşım bu gün hakikaten çok yoruldu. Sabahtan beri dağları aşarak gecenin bir vakitlerinde nerede kalacağımızı bilmede pedalladık. Ama güzel bir yer bulunca gece serin olmasına rağmen böyle bir yerde gevşeyip hemen uykuya daldı. Can’ı uyandırıp yerine yatmasını söylüyorum. Can bankın üzerinde uyurken resmini çekiyorum, üzerine sarı montu örtmüş.

180920133931

Artık uyuma vakti, bu gün  fazlası ile yol yaptık. Can sabah erkenden kalkıp Aliağa’ya gidip metroya binecek. Bankada halletmesi gereken işleri var. Benim acelem yok, sabah kahvaltımı yapıp yavaş yavaş yoluma devam ederim diye kararlaştırıyoruz. Çadırlarımıza girip yatıyoruz böylece.

Bu gün yaptığımız yol 126 km olmuş. diğer günlerden biraz fazla oldu.
Bu gün yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc