26 Haziran 2013 Çarşamba
Köyceğiz gölü etrafı – Dalyan – Toparlar şelalesi
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Üç Dengesizin Bisiklet Maceraları.
Öne çıkmış olan görsel Dalyan kanalında katıkta Yıldız ve İrfan karşı kıyıya kayık ile giderken. Yamaçta Kaunos kral mezarları.
Aborjin Duası
“her şey yeterli olsun! seni ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni diliyorum. aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum. güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum. ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum. yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum. isteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum. sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum. son “elveda”yı atlatmana yetecek kadar “merhaba” diliyorum.”
Göl kıyısında uyanmanın huzuruyla kalkıp gölün serin sularına bırakıyorum kendimi. Su beni kendime getiriyor, duşumu aldıktan sonra toplanıyoruz. Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra Tarkan bisiklete gidip Yıldızın kilometresini taktırıyoruz. Ardından yola çıkıyoruz. Bir süre Muğla – Fethiye karayolunda ilerledikten sonra tabelaların gösterdiği Dalyan – İztuzu yoluna saptık.
Ortalık yeşil, hava sıcak, tarlaların bahçelerin arasında İrfan erik ağacından erik topluyor. Ben de kahve içecek uygun ağaç altı ararken yolun sağında sığla ağaçlarının dibinde piknik alanı gibi yer, kanalında su akıp giden harika bir yeri fark ediyorum. Hemen durup arkadaşlara sesleniyor ve kanalın aktığı yere iniyorum. Burası müthiş bir yermiş, koca sığla ağaçlarının altında su kanalda gürül gürül akıyor ve su buz gibi. Ben de pistonlarla beraber tüm motoru suyun içinde soğutma çalışmasını yapıyorum. İrfan da bana göz kulak oluyor herhangi bir şey olmasın diye. Kanala sırt üstü yatmış, İrfan yanımda oturuyor üzeri çıplak. Kenarda kahve takımları sığla ağaçları gölgesinde.
Kahve takımını çıkarıp kahve keyfini böyle bir yerde yapmamız bir tesadüf. Elçek ile cep telefonumla üçümüzü çekiyorum kahve içerken. Her taraf sığla ağaçları, bir orman gibi. Ayaklarımız kanalın içinde, kanalın kıyısında oturuyoruz.
Bulunduğumuz yere kanaldan su başka yerden geliyor fakat aynı yerde sığla ağacının dibinden de su kaynıyor. Berrak ve soğuk sularda kanalın içine yatıyorum, su vücuduma masaj yapıyor. Hazır suyu bulmuşken çamaşırlarımızı da yıkıyoruz bu ara. Böyle bir yerde kamp atılabilir, aklımızın bir kenarına kaydediyoruz Tepearası denen yeri. Cennet gibi bir yerden ayrılmak zor olsa da yolcu yolunda gerek deyip yola devam ediyoruz.
Dalyana giriyoruz, kalabalık bir yer. Dalyan boğazı denen nehir kıyısında karşıya geçecek bir araç aramaya başladık. Dalyan da karşıya kayıkla geçebiliyorsun, köprü denen bir geçiş yok ve yapılmamış, arabayla gelirseniz geri dönmeniz gerek. Önümde tekne, sundurmasının üzerinde Türk bayrağı, Dalyan kanalı geniş, bir gezinti teknesi sola doğru gidiyor dalga yaparak. Karşıdaki kayalık tepede Kaunos kaya mezarları var.
Karşı kıyıda Kaunos antik kaya mezarlarını görüyoruz. Kıyıda gölgelik bir yerde oturup soda içerek karşıya nasıl ve neyle geçeceğimizi soruyoruz. Karşıya sandalla geçilebiliyormuş, adam başı 4 TL iyi para ! Sandalların yerini bulup sıraya giriyoruz. İlk önce İrfan ve yıldız bir sandala biniyorlar bisikletleriyle ardından ben bisikletim ağır ve büyük olduğu için ayrı sandala biniyorum.
Kaunos kaya mezarları yamaçta, İrfan ve Yıldız kayıkta gidiyor karşı tarafa. Karşıda tekneler kıyıda bağlı.
Ben de başka bir kayığa biniyorum dikkatli biçimde. Benden önce bir kişi daha kayığa bindi. Elçek ile telefonum ile kendimi ve bisikletim KUZ ile birlikte resim çekiyorum.
Benimle beraber bir Alman da sandala biniyor, kürekleri çeken eleman da üniversitede okuyor sözde tatile gelmiş ama sandalda iyi kazanç var deyip kürek mahkumu olmuş. Karşıya çabucak geçip karaya çıkmama İrfan yardım ediyor çünkü sandal suda olduğu için dengeyi sağlamada zorluk çekiyorum ve bisiklet ağır. Kürekçi ve Alman’ı çekiyorum bir poz.
Karaya çıkınca rahat bir nefes alıp yola devam. Burası Kaunos antik kenti, gezintiyi düşünmediğimiz ve yolumuz uzun olduğu için durmayıp sadece uzaktan resim çekerek yola devam ediyoruz. Kaunos antik kenti tel örgü çit ile kapatılmış. Tel örgülerin arkasında mağara ağzı görünüyor.
Antik kentin yüksek duvarları yer yer oyulmuş.
Kaunos antik kenti kayalık bir tepeye kurulmuş. Antik kente giden yola girmedik, uzaktan resmini çekiyorum.
Biraz geniş vadide yeşillikler içinde bir köy görünüyor.
Yolumuzun üstündeki Çandır köyünden geçerken burada kültür evi yazan tabelayı görünce hadi bir bakalım deyip uğruyoruz.
Kültür evinin girişindeyim, çardak gibi derme çatma çatısı olan, tahta çitler ve İngilizce “Turkis cultural house” ve “Open” yazısı bizi karşılıyor. Burası Çandır kültür evi.
Evin içine girince sandalda benimle karşıya geçen Alman elinde Avustralya yerlileri Aborjinlerin ilkel üflemeli Didjeridu çalgısını çalarken buluyoruz.
Alman bayağı öğrenmiş çalmasını. Avustralya da dolaşırken Didjeridu çalgısını çalmasını öğrenip bu çalgıdan bir tane alıp buraya getirmiş ve kültür evine bağışlamış. Ben de çalmasını deniyorum ama çalması kolay değil.
Daha önce yıllarca eşiyle birlikte gelip kültür evinin sahibiyle dost olmuşlar. Yakın zamanda Almanın eşi vefat etmiş ve her yıl buralara gelip kültür evini ziyaret ediyor.
Kültür evini dolaşmaya başladım, ilk olarak şark odasını çekiyorum. Duvarlarda kilimler, yerde halı, kıyılarda oturma minderleri ve dayanma yastıkları.
Kültür evinin sahibi çevre köylerden topladığı, kullanılmayan eski eşyalar, alet edevatı toplamış bahçesinde yaptığı kapalı alanda sergiliyor. Duvarda Avrupa, Afrika ve Asya’yı gösterir harita asılı. Çeşitli desenlerde dokunmuş halılar duvarda. Yerde bakır eşyalar, masa, testiler konulmuş.
Yün eğirmek için çıkrık aleti tahtadan.
Çiçek desenli basma entariler.
Cam eşyalar, gaz lambaları ve fenerler. Eskiden çekilmiş kadın fotoğrafları.
Benimle birlikte gezen Yıldız ve İrfan odanın birinde resimlerini çekiyorum.
Nişanlık, gelinlik elbiseler.
Dikiş makinası, kutusu yanında. Arkada büyük bir sandık.
Atatürk portresi, asker kıyafetli, çerçevelenmiş. Kitaplar üst üste duruyor.
El işi yapılmış elbiseler.
Keçeden yapılmış yelek.
Arkada kıyafetler asılı, büyükçe koyun çanı ve nazarlık önde.
Alman, İrfan, kültür evi sahibi Mehmet Varol ve Yıldız’ı birlikte resim çekiyorum.
Kültür evi sahibi Mehmet Varol yere oturup bize bu kadar eski ve değerli eşyaları nasıl topladığını anlatıyor. Uzun yıllardır köyleri dolaşarak toplamaya başlamış. Bu tutkuya dönüşmüş ve Aşkla yapıyor görevini. Önünde sofra, üstünde bakır kaplar.
Ben de Mehmet Varol’un yanına, yer sofrasına oturuyorum, üzerim çıplak. Bizi İrfan çekiyor.
Alman ve irfan yanımıza katılınca Yıldız çekiyor bu kez.
Bu arada karnımız acıktığından birer gözleme ısmarlayıp bal, yoğurt ve çayla karnımızı doyuruyoruz.
Gözlemeyi yedikten sonra bir ağırlık çöküyor ve İrfan biraz şekerleme yapıyor çaktırmadan. Şark odasına yatmış İrfan uyuyor.
İrfan bir süre şekerleme yaptıktan sonra şark odasının ortasına oturup resmimi İrfan çekiyor. Üzerim çıplak, başımda buff, beyaz tüy adım “Dengesiz Beyaz Tüy”
Bu kadar ikramdan sonra Mehmet abi en son olarak Altın Çilek ikram ediyor. İlk başta alışmadığım meyve yenince tadının güzel olduğunu anlıyorsun. Sarı renkli meyve ceviz büyüklüğünde, üzerinde beyaz zar var, meyveyi koruyor. Zar çabuk soyuluyor. İki metal tabakta altın çilekler.
Palazlanmaya başlamış civcivler masanın etrafında sürekli dolaşıyorlar.
Yediğimiz gözlemelerin ücretini ödeyip yola devam ediyoruz. Bir süre engebeli yolda inip çıkarak güzel manzara eşliğinde ilerliyoruz. Köyceğiz gölü ile deniz arasında bağlantıyı sağlayan nehrin menderes kıvrımları uzaktan bize harika görüntüler sunuyor.
Dalyan kanalı ve bitiminde İztuzu kumsalı yüksekten manzarayı oluşturuyor. Karşıda dağ silsilesi.
Köyceğiz gölü göründü, gölün suları denize ulaşmak için dar bir kanala giriyor. Kanalın başlangıç yerini çamların arasından izliyorum.
Yol dağların eteklerinden, az yüksekte gidiyor, o yüzden sürekli yukarıdan manzara izliyorum. Aşağıda portakal bahçeleri ve çiftlik evleri.
Geldiğimiz taraftaki Kaunos antik kentinin bulunduğu kayalık tepe ve dalyan kanalı mavi olarak akıyor.
İrfan resim çekerken ben de onu arkasından Ölemez dağı ve göl manzaralı olarak çekiyorum. Karşı kıyıda Sultaniye kaplıcaları.
Bu gece kamp atacağımız yer Toparlar şelalesi, bu yüzden Köyceğiz’e uğramadan geçiyoruz. Bakkaldan akşam yemeği için alışveriş yapıp D400 karayolundan ilerleyip şelale sapağına varıyoruz. Toprak yoldan ilerleyip yolun bittiği yere gelince şelaleye çıkalım mı çıkmayalı mı diye tartışmaya başlıyoruz. Şelale 500 metre yukarıda ve yol yok, sadece patikadan gidilebiliyor. Böyle güzel yeri kaçırmayacağımızdan patikadan çıkmaya karar veriyoruz. Bisikletleri elimizde çaydan karşıya iki yerde taşıp patikaya ulaşıyoruz. Sonra itekleye itekleye kan ter içinde şelalenin bulunduğu yere varıyoruz. Geldiğimize değdi yani, böyle bir yerde kalacağımız için şanslıyız. Tırmanırken o kadar enerji harcamışım ki alev alev yanıyorum, motor ve pistonlar yatak saracak. Bisikletimi bırakıp kendimi soğuk şelalenin havuzuna bırakıyorum. 5 Metreden geniş bir gölete dökülen şelaleye ağaca bağlanmış ip ile salınarak kendimi soğuk sulara bırakıyorum.
Bir süre yüzdükten sonra vücudum normale dönüyor, şelaleden dökülen yere varmak için çaba sarf etmek gerekiyor, acayip akıntı yaratıyor. Sonra dökülen suyun altında durman imkansız dibi derin boyu geçiyor. Yan tarafta kayalara tutunup vücudun bir yanını suyun altına girebiliyor. 5 metreden dökülen suyun basıncı çok güzel masaj yapıyor. Sudan çıkıp çadırımı kuruyorum. Akşam yemeğini hazırlayıp yiyoruz bir güzel, kurt gibi acıkmışım yani. Patates de kaynatıyoruz ama karnımız iyice doyduğundan ertesi güne bırakıyoruz. Ardından çayımızı demleyip çiğdem çıtlatarak ormanın içinde sohbetimizi yapıyoruz. İrfan buraya daha önce gelmiş ama bizim geldiğimiz yoldan değil yukarıdan dağdan gelmiş, adam dağcı. Yarınki rotamızı da kararlaştırıyoruz. Uykumuz gelince herkes kendi çadırına çekilerek tatlı bir uykuya varıyor.
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 76 Kilometre civarı.
Aşağıda yaptığımız yolun haritası