Etiket arşivi: tanju okan

V. Az Bilinen Antik Kentler Turu 2. Gün

5. Az Bilinen Antik Kentler Turu 2. Gün

22 Nisan 2016 Cumartesi

Urla içmeler – Urla İskele – Sığacık.

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

(Bazı resimler Gürel Gürselp ve Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Dövüşmek ancak ona yakışırdı

Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar

Yoktu bağlandığı herhangi bir şey

Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından

Ne bilir ömrün değerini bir çılgın

Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir

Ve başarısız eylemler çağında o

Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bin yıllık zeytin ağacının gözdesi etrafında el ele tutuşmuş bisikletçiler.

Güzel bir uykunun ardı güne iyi başlamaktır. Güneşin ilk ışıkları kamp alanına vurunca gece esen rüzgarın dindiğini anlıyorum. Kalkar kalkmaz eşyaları toplayıp kıytırığa yükledim. Sabah kahvaltısı da hazırlanıyor bu arada. Rüzgar var diye gece binaların arasına çadırları kurduk. Yemek masaları da burada. Kahvaltıyı afiyetle yiyoruz ve hemen eşyalar bisikletlere yüklenmeye başladı bile. Turda destek aracı yok o yüzden herkes kendi eşyasını kendi taşıyor.

Okaliptüs ağaçları etrafta, ortada masalar. Kimisi masada oturmuş kimi ayakta sohbet ediyor. Güneş bahçeye vurmuş iyice aydınlık ortalık.

Ben de bu arada fincanlarımı çıkarıp kahve pişirmeye koyuldum.

Dört kahve fincanı ve dört kahve tabağı.

Beni mutlu eden Mustafa Güven’e tekrar teşekkürler. Bunu kahve içerek kutlamalıydık. Şanslı olan iki kişi daha aramıza katıldı, Fırat Okutucu ve Doktorlarımızdan Burcu Koçay. Böylece yeni fincanlarımızla ilk kahvemizi kuytu bir köşede içmiş olduk. İlk defa fincan tabaklı kahve içtik ama fala bakmadık, Urim Baba’nın kahvesinde fal bakılmaz.

Tesisin odalarının arka tarafında dört kişi oturmuşuz elimizde fincanlar kahve içerken. Kıytırığın üçgen turuncu ve sarı bayrakları da resmin sol tarafında.

Herkes hazır olunca gönüllü ekip ile masa ve sandalyeleri işletmenin deposuna kaldırdık el birliği ile.

Üstü kapalı yarım yuvarlak bir baraka, iki yanı da açık. Masaları söküp yerleştiriyoruz. Okaliptüs ağaçları burada da var.

Artık tura başlanmalı diyerek yola çıktı grubumuz. İlk durak eskiden karayolu olan deniz kıyısındaki tarihi İskender köprüsü. Burada resim çekilmeden olmaz deyip pankartımızla resim çekiliyoruz hep birlikte.

Köprü taştan yapılmış, iki tarafı da yıkıldığından biraz yüksekte. Köprünün yüksekliği bir adam boyu, uzunluğu da 15 metre civarı. Üç tane gözü var, ortadaki büyük, yanlardaki küçük kemerli göz. 70 kusur kişi kimi köprünün üstünde ayakta, kimisi kıyılara oturmuş. Kimisi de köprünün önünde. Az bilinen antik kentler turunun pankartı önde.

Biz artçılar olarak Doktor Mete ile ayrıca kendi resmimizi çekiliyoruz. İkimizde birer kolumuzu kaldırmış selam veriyoruz. Solda bisiklet canavarı Enes bisikleti ile uğraşırken. Köprünün ardı deniz, önü ise kumsal. Köprü üç gözlü yapılmış.

Ana yoldan Urla kavşağına kadar gelip biraz geri gittikten sonra ara bir yoldan Urla İskele mahallesine geliyoruz. Burada grubu ikiye ayırdık. Bir grup Klazomenai antik kenti gezecek, diğer grup ta tarihi gemi yapım atölyesini gezecek. Ben antik kenti gezen gruba katıldım. Antik kentte kazılar devam ediyor bir yandan. Sadece burası değil başka yerlerde de kazılar yapılıyor bölüm bölüm.

Yerde çakıl taşları dökülmüş yürümek için, karşıda saz çatılı bir yapı görünüyor. Bu yapı zeytin yağı işliği. Solda tarla, tarlada otlar biçilmiş, balya halinde duruyor bir kaç tane.

Çatısı sazlardan yapılmış iki yapı var alanda. Birisi yağ işliği, diğeri kuyunun üstünü örtüyor. Ahşap iskeletin üzerine demetler halinde kalın bir tabaka bağlanmış. Yağmur, sıcak, soğuk geçirmeme özelliği var. Yalnız işçilik önemli, işi ve işçiliği iyi yapmak gerek.

Saz çatının yakından çekimi, ahşap iskelet ve yandan saz demetleri çatıyı örtmüş.

Saz çatının anlı böyle kesilmiş, sazların kalınlığı 8 mm olacak. Sıkı demetler halinde bağlanacak ki üstten yağan yağmur alttaki sazdan aşağı kayıp gitmeli. Saz tabakasının kalınlığı 40 – 50 cm civarı.

Klazomenai (Antik Yunanca: Κλαζομεναί), İzmir körfezi’nin güney sahil şeridi üzerinde, İzmir’in 38 km batısında, Urla belediyesi sınırları içinde bulunan tarihi İyonya kenti. Oniki İyonya kenti arasında anılır. Urla’nın doğusunda uzanan sahil şeridi için kullanılan Kilizman ismi, bu antik kentten kaynaklanmaktadır.

Klazomenai kentinin kalıntıları bugün Urla ilçesinin İskele Mahallesi’nde, denize komşu tarlalarda ve kıyıya yakın Karantina Adası üzerinde bulunmaktadır. İskele Mahallesi’nin antik çağda bir Yarımada oluşturduğuna dair bulgular mevcuttur. Kazıları Ege Üniversitesi adına 1981’den günümüze yürütülmekte olup, tarihi MÖ 4000 yıllarına kadar uzanan ve günümüzde kazıları ayrı bir organizasyon içinde sürdürülmekte olan Limantepe Höyüğü’nün komşusudur.

Nüfus olarak nispeten küçük bir yerleşim merkezi olmakla birlikte, Klazomenai, çoğu kuruluşunun ilk dönemi olan MÖ 7. yüzyıldan kalma ve günümüzde kentin adıyla anılan terrakotta lahitleri ve yine kentin adı ile anılan siyah figürlü yerli seramikleri (Kuzey İyonia kentlerinin kendilerine özgü yaban keçisi stilindeki seramik dahil) ile ün kazanmış olup, önemli bir seramik üretim merkezi olduğu kabul edilmektedir.

Klazomenai ayrıca zeytinyağı ticaretinde isim yapmıştır. Kalıntıları arasında yer alan ve MÖ 6. yüzyıla tarihlenen zeytinyağı işliği tanımlanabilen en eski zeytinyağı üretim tesisidir ve bu tesiste 2004-2005 yılında Ege Üniversitesi koordinasyonunda restorasyon ve yeniden inşa çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Sitte aynı tarihlerden kalma ve zeytinyağı işliği ile bağlantılı bir demirci işliği de bulunmaktadır. Mayıs 2007 de deniz yatağının altında MS 7. yüzyıl sonuna tarihlenen çıpa ve diğer buluntular ortaya çıkarılmıştır. Bu çıpayı da keşfedilen en eski gemi çıpası olarak anan kaynaklar mevcuttur.

Pausanais’a göre Klazomenai ve Phokaia’da birer eski Yunan kolonisinin kuruluşu Ege Denizi kıyılarındaki diğer İyon kolonilerine göre daha geç tarihlidir. Klazomenai’de İyon göçmenlerine ait olan arkeolojik izler şimdilik en erken MÖ 10. yüzyılın ortalarına, bir başka deyiş ile geç protogeometrik döneme aittir. Akropol yer alması muhtemel kutsal alanın da MÖ 8. yüzyıl sonlarından itibaren etkin olduğu söylenebilmektedir. Bu durum Pausanias’ın, Klazomenai’nin diğer İon kentlerine göre daha geç bir yerleşim olduğu hakkında vermekte olduğu bilgilerle uyumlu görünmektedir. Pausanias ayrıca, Klazomenai ve Phokaia’nın İyonlar Asya’ya gelmeden önce yerleşime sahne olmadıkları bilgisini vermektedir ki, bu bilginin yanlışlığı Limantepe ve Panaztepe höyüklerinin keşfedilmesiyle anlaşılmıştır.

Klazomenai kuruluşunun ilk evrelerinde Kimmerlerin Frigya Krallığı yıkan saldırılarından payını almış, daha sonra da Lidya devlerinin kuşatmasına maruz kalmıştır. Trakya’da Nestos nehrinin (Türkçe’de Karasu) bereketli alüvyon ovasında ilk kuruluşu MÖ 650 civarında Klazomenai tarafından gerçekleştirilen Abdera kolonisi, buna yakın bir tarihte Miletos’la birlikte yine Trakya’nın Karadeniz sahilinde kurulan Kardia kolonisi, Klazomenai kaynaklı kolonizasyon hareketinin bilinen ilk örnekleridir. Miletos önderliğinde Marmara Denizi ve Karadeniz kıyılarında kurulan ve sayıları 70’e ulaşan kolonilerin birçoğunun kuruluşuna, diğer İyonia kentlerinin yanı sıra Klazomenai’nin de katıldığı anlaşılmaktadır. Herodot’un aktardığı, MÖ 7. yüzyılda İyonya kentlerinin Firavun Psammetikhos döneminden itibaren Mısır’la paralı askerlikle başlayan ilişkilerine Klazomenai de katılmıştır. Arkaik dönem yerleşimi Pers imparatorluğu işgaliyle birlikte MÖ 546 civarında kesintiye uğramış, ve kent alanı 20-25 yıl terkedilmiştir.

MÖ 6. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ise, Klazomenai’de özellikle zeytinyağı ihracatına dayanan canlı sanayi ve ticaret faaliyetleri belirmektedir. MÖ 499-494 arasında İyonya kentlerinin Perslere karşı ilk isyanının başarısızlıkla sonuçlanması sonrasında Perslerin ılımlı politikalarının sona ermesinden Klazomenai de etkilenmiştir. Şehir sakinleri anakaradaki topraklarını terketmişler, Pausanias’ın aktardığı şekilde “Pers korkusu yüzünden adaya geçmişlerdir”. Kent MÖ 487’den itibaren Atina tarafından kurulan Attik Delos Birliği’ne düzenli olarak vergi ödemiştir. Peloponez Savaşı esnasında Klazomenai önce Atina’nın yanında yer almış, ancak Atina’nın MÖ 413’de Sicilya’da Sparta’ya karşı bozguna uğraması sonrasında Sparta saflarına geçerek, anakarada yer alan Polikhne’yi (Balıklıova) tahkim etme denemesinde bulunmuşlardır. Atina hakimiyetini kısa sürede yeniden kurmuş, ayaklanmanın önderleri Daphnus isimli yerleşmeye kaçmışlardır. MÖ 405’de Spartalı komutan Lysandros’un kısa ömürlü Anadolu’da egemenlik kurma girişimi esnasında da, Klazomenai’den bir kesimin isyan teşebbüslerini tekrarlayarak anakarada adaya yakın Khytron adlı bölgede bir kent kurdukları anlaşılmaktadır. Adadaki Klazomenai ile anakaradaki Khytron arasındaki savaş hali uzun süre devam etmiş, Klazomenai bu dönemde İzmir Körfezi kuzeyindeki, Gediz nehri’nin eski deltası yakınındaki arazilerde küçük bir kolonizasyon hareketine girişerek, günümüzde Üçtepeler, eski kayıtlarda Kilazmanı olarak anılan bölgede Leukai kolonisini kurmuştur. Büyük İskender, Anadolu’da Pers egemenliğine son vermesi sonrasında Klazomenai’nin üzerinde yer aldığı adayı (Karantina adası) bir yol ile karaya bağlamıştır. Roma İmparatorluğu döneminde MÖ 188 tarihli Apameia barışı sonrasında Klazomenai Romalılar tarafından özgür bırakılan kentler arasında yer almaktadır ve Drymoussa (Uzunada) adasının da kent topraklarına katılmasına izin verilmiştir. 5. yüzyılda adadaki kentin terkedildiği anlaşılmaktadır.

Kazı çalışmasının yapıldığı alan. Yuvarlak taş örülü bir kuyu, üzerinde demir ızgara ile kapatılmış girilmesin diye. Kazılarda ortaya çıkmış üç tane kocaman yağ saklama küpü. Üzerleri tahta kapak ile kapatılmış. Daha ileride demir profil ile yapılmış üstü kapalı kazı alanı. Eski evlerin dikdörtgen duvar kalıntıları kazıda ortaya çıkmış durumda.

Yağ işliği içine giriyoruz, içerisi loş bir aydınlık ama görebiliyoruz neler var. Bazı yerlerde hala kullanılan kocaman bir taş çanak ve iki değirmen taşı. Taşlar ortadan delinip bir metrelik bir dingil ile dikdörtgen dik kalın bir direğe tutturulmuş. Dik duran direk döndürülünce iki değirmen taşı direğin ekseni etrafında çanakta zeytinleri ezme işini yapıyor.

Değirmen taşlarının yanında geniş ağızlı bir kulplu küp duruyor.

Bir başka zeytin yağı çıkarma yöntemi. Presle sızma zeytin yağ üretim aracı. Altta keçe bir örtü, 10 metre uzunluğunda kalın iki direk. Ucunda yine keçe, arada zeytin taneleri konuyor çuvalların içinde. Direklerin diğer uzunda iplerle ağırlık taş bağlanmış. Ezilecek yere yakın olarak destek konulmuş, destek en uçta. Kaldıraç örneğinde olduğu gibi.

Ağırlık taşı ve buna ek olarak iplerle çark sistemi kurulup daha da sıkıştırmak için mekanizma kurulmuş. Kalın yuvarlak bir mile ip dolanmış yukarıda direğe bağlı. Milin ucunda delikler, bu deliklere levye sokularak mili döndürmeye çalışılıyor. Mil geriye kaçmasın diye destekler var.

Taştan oyulmuş lahitler, çevrede kazılarda bulunup buraya koruma amaçlı getirilip sergileniyor. Kimi kapaksız, kiminde kapak var.

Bizim grup yağ işliği gezisini bitirip dışarı çıkmaya başladık. Diğer grup çıkmamızı bekliyor kapı girişinde.

Girişte büyük bir havuz var, havuzun içinde de kırmızı balıklar yüzüp duruyor usulca. Aralarında tek tük beyaz renkli siyah lekeli balıklar da var.

Havuzun en güzel yanı nilüfer çiçekleri, tam da yeni açmış, kimisi tomurcuk halinde açmaya hazır. Kökleri havuzun dibinde, gövdesi su yüzeyine yükselerek çıkmış. Kocaman tabak gibi yayvan yaprakları su yüzeyini kaplamış durumda. Çok az bir alan kalmış su yüzeyi, neredeyse tamamen örtülü yapraklarla. Yaprakların üstünde kolayca küçük böcekler suya değmeden gezinebilirler. Bahar ayının getirdiği güzellikler kendini belli ediyor. Nilüfer çiçekleri havuzun tabanından uzanan sapları ucunda dört çanak yaprak, yaprakların arasından fışkırarak bize güzelliğini sergiliyor. Beyaz renkli, iç içe üç sıra taç yaprakları bir gelinlik gibi. Ortasında üreme organları davetkar kokusu ve parlak sarı renkleri ile döllenmeyi yapacak böcekleri kendine çekiyor. Ödül olarak ta çiçek özü ve polenler oluyor böceklerin.

Havuzun bir kıyısında sazlar ince yeşil gövdeleri ile sudan yarım metre yukarı çıkmış.

Saz demeti havuzun kenarında ayrı bir görsellik katmış. Kamışların ucunda püsküllü çiçekleri açmış durumda ama çiçekler yeşil renkte, salkım saçak. Havuzun ötesinde kazı evi, önünde teras. Terasın üzeri kargılardan yapılmış örtü ile gölgelik yapıyor.

Bahçenin küçük serin evinde,

Amberlerin ve okaliptüslerin altında

İçinde tek bir kırmızı balığın bulunduğu

Sarı havuza yakın

Sepetçi söğüdü kokan serin evde

Bir deniz pusulası buldum

Zamanın ne göstereceğini ondan öğrendim.

Giorgos Sepheris

Nilüfer çiçekleri altında bir tane kırmızı balık yüzüyor usulca.

Deniz kıyısındaki geçmişte kullanılan gemi yapım atölye ve müzesine geldik. Bisikletleri park edip içeriye giriyoruz. Girişte ilk olarak Uluburun batığı olan gemi karşılıyor. Batık geminin kopyası yapılıp burada sergileniyor.

Müzenin etrafı tel çitlerle çevrilmiş, giriş için ücret ödenmiyor. Girişte pankart asılmış, pankartta Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeoloji Müzesi yazılmış. Burası deniz kıyısında.

Ahşaptan yapılmış teknenin ön kısmında bulunan 1.5 metre uzunluğunda kare biçiminde teknenin altından gelip önden çıkan direk. Su içinde kalan bu direk teknenin sağa sola sapmadan doğru gitmesini sağlıyor.

Resmi tam direğin önünden çekiyorum, gövdenin aynası burnu oluşturuyor. Yanlardan hafif genişlemesi tam simetrik görünümünde. Tekne takozların üzerine oturtulmuş. Yerde yeşil otlar bitişerek çakıl taşlarını örtmüş durumda.

Aynı teknenin iç kısmı kürek çekenlerin oturma yerleri arkaya doğru sıralanmış. 12 Sıra görünüyor, yelkeni ve direği yok. Kürek çekerek hareket ediyor denizlerde. Gövde tahtaları birbirine kalın iplerle çapraz bağ ile birleştirilmiş.  Gövde yanları ve taban dahil bütün birleşim yerleri aynı iplerle örülmüş. Kürekler de küçük tek kişinin yandan denizde çekecek biçimde. Bir kaç kürek sıraların üzerinde duruyor.

Rehberimiz bize geçmişte kullanılan tekneleri ve yapım tekniklerini anlatıyor. Bizlerde dinliyoruz can kulağıyla. Başımızda bu senenin buffları var yeşil renkte.

Başka büyük ahşap bir tekne. Bu tekne yelkenli ve rüzgarın olmadığı havalarda kürek ile de gidebiliyor. Teknenin çoğu yer boyasız, sadece ön kısmı kahverengiye boyanmış. Balığa benzer bir göz beyaz renkte boyanarak teknenin daha güzel görünmesine neden olmuş.

Bir zamanlar denizin dibini gözlemlemek için kullanılan altı geniş üstü dar tahta bir fıçı. Bir tane yuvarlak cam üst kısımlara doğru sekiz civata ile tutturulmuş. Üstte, altta ve cam bölmenin altında demir çember ile sağlamlaştırılmış. Üstte ve altta artı biçiminde tahtalar konulup dört tane ip ile bağlanmış.

Sazdan yapılmış büyük bir tekne. Tam ortada alt kısmı açık, üstte birleşen iki direk. Yedi tahta yatay konularak merdiven gibi olmuş. Yukarıdan aşağı iki taraftan halatlar bağlamış. Teknenin gövdesi sazlardan yapılarak birbirine bağlanmış.

Yarım yuvarlak yapılmış branda kaplı bir atölyenin dışarıdan içerisi, branda aralığından görüntüsü. İçeride marangoz makineleri, planya, bıçkı makinesi, tekneler, tezgahlar ve keresteler görünüyor. Burada arkeologlar ve marangoz ustaları tarihte yapılmış gemileri araştırılıp bire bir kopyasını yaparak günümüzde de kullanılabileceğini gösteriyor. Ayrıca yapılan gemileri bire bir görmemizi de sağlamış oluyorlar.

İki tane sıpa üzerinde küçük bir teknenin yapımı sürüyor. Tekne henüz bitmemiş.

Tekne ve gemi yapımında kullanılan ağaç malzemeler çeşit çeşit atölyenin kenarında duruyor. Bunların arasında bir tane gemilerde bulunan ağaçtan top dikkatimi çekti. Eskiden ticaret gemilerine deniz korsanları sık sık saldırıp talan ederlermiş. Bunlara önlem olarak gemilerde topa benzer ağaçtan yapılarak konulurmuş. Korsanlar bunu gerçek sanıp saldırmaktan vaz geçerlermiş. Bu atölyede bir çok top örneği var irili ufaklı.

Uzun yelken direği İki sehpa üzerinde boylu boyunca uzatmışlar denize doğru. Önde de kalın bir halat dolanmış.

İp örgülü benze başka bir teknenin içi. Bunda da 12 sıra oturma yerleri var. Tekne kürekle gidiyor. Deniz masmavi laciverte kayan bir rengi ile arkada fonu oluşturmuş. Bir kaç küçük ada da serpiştirilmiş denizin ortasına.

Masallarımı gemilerde öğrendim ben

Yolculardan değil, denizcilerden de değil

Ceplerinde sigara arayıp duran

İskelede bekleyen daimi işsizlerde de değil.

Gemi simaları dünyama yerleştirmiştir benim,

Kimisi Kyklops gibi tek gözle bakar

Hareketsizce deniz aynasına

Kimisi karınca gibi davranır, kimisi kelebek,

Kimisi uykuda gezer gibi ilerler tehlike saçarak

Ve kimisi uyuyakalmıştır denizin derinliklerinde.

Tahtalar, halatlar zincirler.

Giorgos Sepheris

Tekneni halat dolama iki kalın çubuğu, ip örgülü teknenin oturma sıraları ve yandaki teknenin üçgen merdiven yelken direği.

Sadece ön tarafı boyanmış teknenin yandan görünüşü, tekne takozların ve varillerin üzerine oturtulmuş. Yanlardan destek direkleri ile düzgün duruyor. 10 Tane kürek deliği yanda delinmiş. Yelken direği ve seren direği aşağıda yana doğru çevrilmiş durumda.

Ulu burun batığı ve deniz altı gözleme şamandırası önünde toplanıyoruz.

İp örgülü teknenin yanlarında yuvarlak delikten içerisinin resmini çekiyorum. Teknenin diğer yanında aynı delikten bir tane daha var. İçeride üç sıra çapraz bağlı iplerle tutturulmuş yan gövde tahtaları. Oturma sıraları üzerine konulmuş kürekler görünüyor.

Az Bilinen Antik Kentler Turu pankartını elimize geçirip bir resim çekiliyoruz artçı grubu olarak. Soldan sağa doğru; Zeynep Nuray oymak, artçı değil ama aramıza aldık öylesine, kafasında kaskını çıkarmamış. Doktorlarımızdan Burcu Koçay, gerçi pek arkada durmuyor ama elinde okul zilini alınca aramıza alıyoruz mecburen. Kamp ateşinden sorumlu Şafak Omaç, ara sıra yardımcı da oluyor artçı olarak. Kafasında çöl şapkası. Ortada ben ve yanımda Doktorlarımızdan Mete Güney, Mete de kasklı. Kaskını çok seviyor anlaşılan. Artçılardan Ferdi Kızıl, namı diğer Ferdimen oturmuş sadece burnundan yukarısı görünüyor. Bir elinle sol gözünü kapatmış. Güneşe bakamıyor anladığım kadarıyla. Solda da Bodrumdan gelen Ebru Uçurum. Ebru daha önceki turda fren pabucu sürte sürte gelmişti ilk günde. Gidemediğinden neredeyse ağlayacaktı. Ertesi gün neden gidemediğini anlamıştık ve fren pabuçlarını ayarladıktan sonra kızı tutamamıştık. Hepimiz pankartın bir ucundan tutup poz verdik kameraya doğru.

Gemi yapım müze ve atölyesini bitirip dışarıya çıkarak Ünlü şarkıcılarımızdan Tanju Okan’ın heykelinin bulunduğu parka geliyorum. Heykel dikdörtgen bir kaidenin üzerine konulmuş. Tanju Okan sol elini pantolonunun cebine sokmuş, sağ eli ise dirsekten 90 derece kırarak avucu yukarı bakacak şekilde ileri uzatmış durumda heykeli yapılmış.

Tanju Okan

Parkta Yatıyorum

Yıldızlardan yapılmış bir yorgan örttüm üstüme

Yaslamışım başımı o güleç yüzlü mehtaba

Tıkamışım kulaklarımı şehrin keşmekeşine

Sarılmışım geceye bir sevgili niyetine

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne ev sahibi ne pul ne senet

Ne suyun derdi ne de elektrik

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne çatı katının merdiveni

Ne de bodrum katının hücresi

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Yıldızlardan yapılmış bir yorgan örttüm üstüme

Uzanmışım yeşil çimenlere boylu boyunca

Derin derin çekmişim sıcak geceyi içime 

Yaşamanın tadını çıkarıyorum böylece

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne mutfak derdi ne de kapıcı

Ne konu komşu ne çoluk çocuk

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne kasap ne de bakkal hesabı

Ne borcum var ne de alacaklım

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Ben mekanımı çoktan seçmişim

Ne ev sahibi ne pul ne senet

Ne suyun derdi ne de elektrik

Ben artık parkta yatıyorum

Ben artık parkta yaşıyorum

Söz: Mehmet Teoman

Tanju Okan parkında heykelinin önünde topluca resim çekiliyoruz.

Tanju Okan parkından Yunanlı şair Yorgo Seferis’in evine geliyoruz. 1900 yılında doğduğu bu evde çocukluğunu yaşamış ama burada yaşayamayacağını anlayan babası 1914 yılında Yunanistan’a göç eder ailesi ile birlikte. Belki de doğduğu yeri görememenin hasreti ile şair olmuştur. Hasret şairliği Yorgo Seferis’e 1963 yılında Nobel edebiyat ödülünü kazandırmıştır.

Yorgo Seferis’in evinin olduğu yer yıkılıp yeniden yapılmıştır. Burası butik otel ve cafe Yorgo Seferis olarak işletilmektedir. Ahşap döşeli tavanda karpuz lamba aydınlatması iki tane konulmuş. Tahta çıtalardan yapılmış Yorgo Seferis yazısı. Dışarıda küçük iki Yunan bayrağı ortada bir Türk bayrağı asılmış.

Nasıl ki
kalkar, doğup büyüdüğün şehre
gidersin bir gece
ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden
kurulmuş o şehir
ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları
onları yeniden bulmanın umudu içinde.

Yorgo Seferis

Masa avizesi, lambası yanıyor. Altında işletmeni kitapçıkları dikine sıralanmış. Üzerinde Boutique Hotel Residence Yorgo Seferis yazısı var.

“Ben büyümeye başladığımda ağaçlar hiç

bırakmadı yakamı,

neden gülümsüyorsunuz? Yoksa çocuklara hiç acımayan

ilkyazı mı düşündünüz?

Yeşil yapraklara bayılırdım

sanırım sırf sıramdaki kurutma kağıdı yeşildi diye

birşeyler öğrendim okulda.

Ağaçların kökleriydi yakamı bırakmayan; kışın ılıklığında

gelip sararlardı gövdeme.

Başka düşlerim yoktu çocukluğumda.

Kendi gövdemi işte böyle tanıdım.”

Giorgios Sepheris

Öğretmenlerimizden sevgili Ayşe Kuş bizlere Yorgo Seferis hakkında kısa bir bilgi veriyor. Elinde notları, dinleyiciler pür dikkat dinliyor konuşmacıyı. Kahverengiye boyanmış ahşap tavanın kalın kalasları taş duvarlara tutturulmuş. İçerisi loş karanlık olduğundan bir kaç avize lambaları yanar durumda ortalığı aydınlatıyor.

Nazım Seferis için bir dize yazmayı ihmal etmemiştir.

Biz de sevgili Seferis biz de
güdük bir yaşam benimsedik sonunda
güdük ve tekdüze.

Nazım Hikmet RAN

Çerçevelenmiş gazete küpürü, Yorgo Seferis başlığı altında yazı ve resimlerle anlatılmış.

Öğle yemeğimizi yedikten sonra belirlenen saatte grup toplanınca harekete geçiyoruz. Ana yoldan Urla merkezine sorunsuzca gittik. Urla belediyesi kendi tesislerinde bizlere çay ikram ederek yorgunluğumuzu aldı bir nebze.

Fazla kalabalık olmasın diye yine iki gruba ayrıldık. Yarımız ilk önce yazarlarımızdan Necati Cumalı’nın müze evini ziyarete gitti. Diğer yarımız da çarşıda oyalandık. Urla’nın sanat sokağında bir süre zaman geçirip Necati Cumalı müzesine doğru yürümeye başladık.

Urla’nın Sanat Sokağını belirtir ahşap tabela beyaz renkte büyük harflerle yazılmış. Sokakta tek yada iki katlı evler, evlerin altı dükkanlar sıralanmış. Sanatçılar ürünlerini, sanatlarını burada sergiliyor.

Necati Cumalı’nın iki katlı taş binasına geldik. Bahçe duvarları taş ile örülmüş geniş bir bahçe. Ortasında bina, bahçe yeşil çim ekili. Bir buçuk kat yüksekliğinde beyaz bir bayrak direği ve rüzgardan dalgalanan Türk bayrağı Gökyüzü mavi, ince bulut tabakası az beyaza boyamış mavi gökyüzünü. Taş binasına giriş küçük bir avlu, avluya giriş kapısı. Çatısı kiremit ile kaplanmış. Bacaları tuğladan örülmüş iki tane. Evin yanında bitişik, avlu tarafından tek katlı daha küçük bir bina var. Üst ve alt katlarda pencereler dar ve uzun, pencere kapakları demir sac tan yapılmış pembe boyalı açık durumda.

Müze içine giriş yapıyoruz.

Necati Cumalı ( 1921 – 2001 )

Necati Cumalı 1921 yılında, bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Florina’da doğmuştur. İzmir Atatürk Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1941 yılında başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nde çalışan sanatçı, daha sonra 1950-1957 yılları arasında İzmir ve Urla’da avukatlık yapmıştır. İstanbul Radyosu’nda redaktörlük yapmış olan yazar, Paris Basın Ataşeliğinde de bir süre memur olarak çalışmıştır. Eşinin Dışişlerindeki görevi nedeniyle İsrail’de ve Paris’te de bulunan Necati Cumalı, geri dönüşünde İstanbul’a yerleşmiş ve 10 Ocak 2001’de İstanbul’da yaşamını yitirmiştir.

Edebi Kişiliği:

  • Edebiyata şiirle başladığını söyleyen sanatçının şiirleri aşk şiirleri, savaş karşıtı şiirler, yaşama sevincinin yüklü olduğu şiirler; haksızlıklara başkaldıran, memleketin dertlerinin, Anadolu insanının çaresizliklerinin anlatıldığı şiirler gibi gruplara ayrılabilir. Sanatçı şiir türüne “sevdiği insana sevdiğini söylemek ihtiyacı ile” gönül verdiğini söylemektedir.
  • Şiirlerinin yanı sıra roman, hikâye, oyun türlerinde de eserler vermiş olan Cumalı’nın bazı hikâyeleri filme de aktarılmıştır. Cinsellikle ilgili davranışların bol olduğu hikâyelerinde suça eğilimli insanları fazlaca anlatması da yazarın avukatlık mesleğinin bir getirişidir. Şiirlerinde anlattığı Ege Bölgesi’nin kasaba ve kırsal kesim insanlarına hikâyelerinde de yer vermiştir.
  • Hikâye türünden tiyatroya geçen Necati Cumalı, tiyatrolarda da yaşama sevinciyle yüklü günlük izlenimlerin güzelliklerini, Anadolu insanının çaresizliklerini, aşk ve sevgi konularını işlemiştir.
  • “Dil benim çalgımdır.” diyen Cumalı duru, güzel bir Türkçe kullanmış; süssüz, mecazsız, iç ve dış gözlemleri ustalıkla yansıttığı bir üslup oluşturmuştur.
  • Şiirlerinde belirli bir dönem Garipçilerin etkisinde kalmıştır

İlk önce Necati Cumalı’nın vesikalık resmi karşılıyor bizleri. Altında da ziyaretçilerin yazacağı anı defteri açık durumda.

Anı defterine bizlerin adına Doktor Serhat yazıyor el yazısı ile.

“Değerli Necati Cumalı Müzesi

Yetkilileri

Az Bilinen Antik Kentler Turu bağlamında

120 bisikletçiyle müzeyi gezme fırsatı

buldu. Necati Cumalı’yı Hülya

Hanım’ın güzel sunumuyla rehberliği-

nde gezdik. Bu güzel ziyaret

fırsatını sunan konuya emeği

geçmiş herkese teşekkür ederiz.

Saygılarımla

Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet

Turu Adına

Dr. Serhat Değimli

22.04.2016″

Eserleri:

  • Şiir: Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkısı, Mayıs Ayı Notları, Yağmurlu Deniz, Denizin İlk Yükselişi, İmbatla Gelen, Güneş Çizgisi, Ceylan Ağıtı, Tufandan Önce, Güzel Aydınlık, Bozkırda Bir Atlı, Yarasın Beyler, Aşklar Yalnızlıklar, Kısmeti Kapalı Gençlik
  • Öykü: Susuz Yaz, Yalnız Kadın, Ay Büyürken Uyumam, Değişik Gözle, Makedonya 1900, Dila Hanım, Yakup’un Koyunları, Uzun Bir Gece, Aylı Bıçak, Revizyonist, Kente İnen Kaplanlar
  • Roman: Tütün Zamanı, Acı Tütün, Aşk da Gezer, Viran Dağlar, Yağmurlar ve Topraklar, Uç Minik Serçem
  • Oyun: Oyunlar 1 (Boş Beşik, Vur Emri, Ezik Otlar); Oyunlar 2 (Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar); Oyunlar 3 (Nalınlar, Masalar, Kaynana Ciğeri); Oyunlar 4 (Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol); Oyunlar 5 (Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb’un Yumurtası ); Oyunlar 6 (Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, İş Karar Vermekte).

Müze rehberinin anlatımıyla müzeyi gezmeye başladık. Devlet Tiyatroları’nın afişi;

Necati Cumalı

BOŞ BEŞİK

Oyun 2 Bölüm

Ucu kıvrık dal deseni pençeleriyle kartal Türkmen kilim motifli beşiği kapmış durumda. Yanında da ayakta baştan sona örtülü kadın siuleti.

En altta açılış nedeniyle oyun 7 Ekim 1987

Boş Beşik Necati Cumalı’nın yazdığı tiyatro oyunu.

Tiyatro Afişi;

Devlet Tiyatroları

Necati Cumalı

Deve Tabanı

Komedi 2 Bölüm

Yöneten : Ekmel Hürol

Dekor : Orhan Alparslan

Kostüm : Yıldız İpekoğlu

Işık : Işık Tunççekiç

Afişte resim, desen yok. Kıyıları çerçeve gri çizilmiş.

Tiyatro Afişi;

Devlet Tiyatroları

Necati Cumalı

NALINLAR

Oyun 2 Bölüm

Yöneten Mahir Canova

Dekor : Hüseyin Mumcu

Kostüm : Sevinç Gürlük

Işık : Nuri Özakyol

Necati Cumalı’nın yazı masası, masanın üzerinde kavun içi renkli muşamba örtü. Daktilo tam ortada kenarlarda porselen iki tabak dikine ayaklar üzerinde duruyor. Karpuz gibi yuvarlak cam kavanoz, içinde ıhlamur çiçekleri. Camdan yapılmış ödül kaidesi, yanıda kapaklı dikdörtgen küçük bir kutu. Kalemlik, Necati Cumalı yazan isimlik ve bir fotoğraf makinesi eskilerden. Masanın arkasında deri bir oturma koltuğu. Pencerenin altında küçük bir sehpa üzerinde kapaklı bir pikap duruyor.

Tiyatro Afişi;

Yugoslavya’nın Makedonya cumhuriyeti Üsküp şehri

Türk ve Şiptar Halklar Tiyatrosu Üsküp

Necati Cumalı

NALINLAR

(Fars 2 perde, 4 tablo)

Sahneye koyan : Kemal Lila

Sahneyi çizen : Doğan Aksel

Lektör : Necati Zekeriya

ŞAHISLAR

Osman Yavaş – – – – – – – – – – – Selaettin Bilal

Muhtar – – – – – – – – – – – – – – – Lütfü Seyfullah

Döndü Karalıkuş – – – – – – – – – Müşerref Prekiç

Ömer Akkuzulu – – – – – – – – – -Cemail Maksut

Esma Akkuzulu – – – – – – – – – -Nezaket Ali

Seher Akkuzulu – – – – – – – – –  Süzan Maksut

Ali Kınalı – – – – – – – – – – – – – – Mehdi Bayraktar

Klarinetçi – – – – – – – – – – – – –  Fehmi Grubi

İspirient:

Enver Behçet

Süflör :

Emine Yaşar

Temsil Tam Saat————————Başlar

Tiyatro Afişi;

Bakırköy imar eğitim kültür ve sosyal hizmetler vakfı

Bakırköy Belediye Tiyatrosu

Necati Cumalı

MİNE

Yöneten: Zeliha Berksoy

Çevre düzeni: Gürel Yontan

Kostüm: Gönül Sipahioğlu

Oyuncular: Münir Akça, Erdoğan Akduman, Orhan Aydın, Cihan Bıkmaz, Mihriban Çelikel, Ayşe Demirel, Burak Karaman, Bora Kaya,

Şefik Kıran, Aytekin Özen, Sait Seçkin, Alptekin Serdengeçti, Aydoğan Temel, Nefrin Tokyay, Doğan Turan, Ali Yaylı, Levend Yılmaz

Adile Naşit kültür merkezi – İncirli Bakırköy

Tiyatro Afişi

Antalya büyükşehir belediye tiyatrosu

DeRya ( R harfi ters yazılmış )

Gülü

Necati Cumalı’nın anısına saygıyla…

Yazının solunda Necati Cumalı’nın portresi

Yazan: Necati Cumalı Yöneten: Cenap Aydınoğlu Özgün müzik: İhsan Kılavuz Işık tasarım: Seyfi Ezilmez

Oyuncular: Hanife Özgür, Cenap Aydınoğlu, Mehmet Özgür

Altta denizin üstünde yelken direkli küçük bir tekne yelkeni yok, kıç tarafında teknenin içinde ayakta durmuş bir adam. Beyaz siluet olarak görünüyor.

Tiyatro Afişi İngilizce

The Oldvic International Season 928 – 7616

May 29 – June 3

The International Turkish Players in

THE TURKİSH

CLOGS

Necati Cumalı Çeviri: Nüvit Özdoğru

Direktor by: Haldun Dormen

with: Yıldız Kenter, Nüvit Özdoğru, Göksel Kortay, Nevra Serezli, Yüksel Gözen, Kerem Yılmazer, Erol Ertan

Altta Türkmen Yörük kadını, yazması önünde boncuklar sarkıyor. yazmanın aşağıya sarkan iki yanında sarmaşık dalı motifleri yapılmış.

Tiyatro Afişi yabancı dilde hazırlanmış

Sadece afişteki resmi çekiyorum, yazılar yok resimde. Mavi boyalı bir teknenin ön kısmı. Teknenin ucuna bağlı bir ip teknenin içine bırakılmış. Teknenin küpeştesine konulmuş kırmızı bir gül fidanı. Resmin alt köşesinde oyunun adı;

LA ROSE DEL MERS

Necati Cumalı müze gezimiz bitince toplanma yerinde buluşuyoruz. Herkesin hazır olduğunu gördükten sonra Urla’nın dar sokaklarında gitmeye başladık. Bir süre sonra kasabanın dış mahallesine geldik. Yol burada genişliyor, ikili sıra halinde gidiyoruz yaya geçidi tabelası yanından.

Ara yollardan Seferihisar’ın Sığacık mahallesine geldik. Zaman geçirmeden Teos antik kentine vararak Az bilinen antik kentler gezimizin bu günkü 2. antik kenti gezmeye başladık.

Duvar kalıntıları üç sıra taş örülü. Üst kademeye çıkmak için tahta bir rampa yapılarak üst tarafa çıkıyoruz. Ağaçlar ve çimenler yemyeşil antik kentin kalıntıları arasından kendini gösteriyor. Çitlembik ağaçları kocaman olmuş.

Amfi tiyatro, götürebildiklerini götürmüşler oturma yerlerinden. Üst kısımlarda oturma yerleri hiç yok. Alt kısımlarda kalanlar ise toprak altında kalmış olan sağlam oturma taşları. Kazı yapıldıktan sonra ortaya yarım bir tiyatro yeri meydana çıkmış. Buradan alınan taşlar Sığacık kalesinde kullanılmış, ayrıca camiler ve evlerin yapımında da kullanılmış. Tiyatronun üst kısmında ise yarım kemer şeklinde odalar görünüyor.

Teos
İzmir İli, Seferihisar İlçesi, Sığacık Mahallesi’nde yer alan antik liman kenti Teos, İzmir’in yaklaşık 50 km güneybatısında yer almaktadır.
Geleneğe göre, yerli halkını Karlar’ın oluşturduğu kente önce Boiotia, sonra da Atina’dan gelen göçmenler yerleşmiştir (Pausanias VII 3,6). Pherekydes kentin kurucusu olarak Boiotia kralı Athamas’ı göstermektedir.
Yaklaşık M.Ö. 600 yıllarında Thales, on iki İon kentinin merkezi olarak Teos’un seçilmesini önermiştir. Ancak Thales’in önerisi kabul görmemiştir. Teos, deniz ticaretinden dolayı hızlı bir şekilde gelişmiş ve çok geçmeden halkının büyük bir bölümünü Phokaia’ya ve Ephesos’a gönderecek duruma gelmiştir.
Teos antik kenti çok erken bir dönemde coğrafik konumundan dolayı büyük bir ticari önem kazanmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda bu önemli ticari ilişkilerin izleri, Eski Mısır’a kadar takip edilebilmektedir. Kent, ticari amaçla Nil Deltası’nda yer alan Naukratis kentinin kurulmasında rol oynamıştır. M.Ö. 545 yılından sonra kent, Pers komutanı Harpagos’un eline geçmiştir. Teos, İon birliğinin bir üyesidir. Ancak bu dini ve politik birliğin Pers Kralı II. Kyros’un Batı Anadolu’daki Eski Yunan şehirleri üzerindeki baskısını kıramaması sonucu, birçok Teos’lu M.Ö. 543 yılında kenti terk etmiş ve Trakya Bölgesi’ndeki Nestos deltasında yer alan ve daha sonra önemli bir koloni şehri olan Abdera kentini (günümüzde İskeçe yakınında) kurmuşlardır. Abdera M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış ünlü filozof Protagoras ile Demokritos’un vatanıdır. Bazı yazıtlar aracılığı ile iki kentin arasındaki ilişkinin çok yakın olduğunu ve Teos’ta alınan yasal kararların Abdera’da da geçerli olduğunu bilmekteyiz. Teoslular, Abdera’nın dışında M.Ö. 544 civarında Kuzey Karadeniz kıyısında Phanagoria kentini de kurmuşlardır.
Söz konusu göçe rağmen Perslere karşı sürdürülen M.Ö. 494 yılındaki Lade Deniz Savaşı’nda Teos, İon donanmasına 17 gemiyle sayı bakımından en büyük desteği veren kentlerden birisidir. İon Ayaklanması’nın Persler tarafından bastırılmasından sonra Teos, tekrar Pers yönetimi altına girmiştir. Ancak Teos, M.Ö. 479 yılında Mykale Deniz Savaşı’nda Eski Yunan Donanması’nın galip gelmesiyle Pers yönetiminden kurtulabilmiştir. O zamandan itibaren Teos, Attika-Delos Deniz Birliği’nin bir üyesidir ve bu birliğe 6 talent gibi yüksek bir vergi ödeyecek kadar varlıklıdır.
Peloponnesos Savaşları’nın son 8 yılı süresince Atina ve Sparta söz konusu bu zengin şehri oldukça zarara uğratmışlardır. Spartalıların Pers desteğiyle zafere ulaşmasından sonra, Anadolu’daki diğer Eski Yunan şehirleri ve Teos gibi, Spartalılar da Pers Büyük Kralı’nın iktidar isteğine karşı gelmişlerdir. Fakat M.Ö. 387/6 yılındaki Antaldikas Barışı ile Teos tekrar Pers yönetimi altına girmiş, ancak kent Büyük İskender (M.Ö. 334) ile birlikte tekrar özgürlüğüne kavuşmuştur. Büyük İskender Teos’u bir kanalla İzmir Körfezi’ne bağlamayı tasarlamıştı.
M.Ö. 304 yılında tüm İonia Bölgesi’nde etkin olan deprem sonucu olasılıkla Antigonos Monophthalmos Lebedos ile Teos kentlerini synoikismos ile birleştirmeyi planlamış ancak söz konusu bu plan uygulanamamıştır. I. Attalos yönetimi altında Teos, Pergamon Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 3. yüzyıldan 2. yüzyıla geçişte Teos kenti, artık Pergamon Krallığı’na bağlı değil, ancak görünüşte III. Antiokhos’un yönetimi altındadır. Çünkü Teoslular’ın tapınakları için sığınma hakkı ayrıcalığına ilişkin ricaları bir Seleukos elçisi tarafından Roma Senatosu’na iletilmiştir. Ancak M.Ö. 192-188 yıllarındaki Suriye Savaşı’nda Teos, Roma ve Pergamon Krallığı’na karşı yer almıştır ve bu yüzden de Apam sonra tekrar Pergamon Krallığı’na bağlanmıştır. M.Ö. 133’de III. Attalos’un vasiyet yoluyla topraklarını Roma’ya bırakmasıyla birlikte Teos, Roma topraklarına dâhil edilmiş ve M.Ö. 129 yılında Roma’nın Asia Eyaleti düzenlemesi ile bu eyalet içerisinde yer almıştır. Teos antik kentinin Roma Dönemi’nde de önemini sürdürdüğü antik kentteki mimari faaliyetlerden anlaşılmaktadır. Hıristiyanlık Dönemi’nde Ephesos metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezidir.
Sadece yazıtlar aracılığı ile bildiğimiz Dionysos Sanatçılar Birliği, Teos’da çok önemli bir rol oynamıştır. Devamlı bir huzursuzluk kaynağı olarak görülen bu sanatçılar topluluğu M.Ö. 2. yüzyılın ortalarında Teos’dan Ephesos’a sürülmüşlerdir. Ünlü ozanlar Anakreon (M.Ö. 572), Antimachos ve Epikürcü Nausiphanes Teoslu’dur.
Teos Arkeoloji Kazısı 2010 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Musa KADIOĞLU başkanlığında yürütülmektedir.
Tiyatronun seyirci bölümünde oturup pankartımızla birlikte resim çekiliyoruz.
Teos antik kenti hakkında bilgileri Arkeolog Selen Kanat ve bir kısmını da Olcay Ormankıran anlatıyor, biz de dinliyoruz. Bizleri binlerce yıl ötesine götürüyor, şarap tanrısı Dionysos ve ona adanan kurbanlar. Dinlerken aklımıza neler gelmiyor ki !

Binlerce yıl öncesinden günümüze dönüyoruz. Ve düşünüyoruz ki bu yıl Tanrılara, özellikle şarap Tanrısı Dionysos’a kimi kurban edelim. Her yıl zavallı Fırat Okutucu’yu kurban etmekten bıkmıştık. Adam ufak tefek, pek Tanrıların dikkate aldığı da yok zaten. Kış aylarında tur için toplantılar yaparken benim aklıma hep Fırat Okutucu kurban ediliyor, bu yıl da bizim canavar-ül velosipet Enes’i kurban etsek ne olur dedim. Senaryo da kafamda hazırdı. Enes ve Fırat hep turlarda birbirleri ile didişirdi. Her zaman yaptığımız gibi Fırat’ı kurban etmeye hazırlanırken birden bire habersiz olan Enes’e hücum ederek yere yatırıp kurban ritüelini gerçekleştirelim. Arkadaşlar da bu önerimi kabul ettiler ve keşif turunda simülasyonunu yaptık. Nerede, nasıl, ne şekilde Enes’e nasıl çullanacağımızı yerinde test ettik.

Artık sıra geldi bu yıl ki kurban merasimine. Tiyatrodan çıkarken Enes’ kamerayı hazırlamasını söyledik. Fırat’ı kurban edeceğiz diyerek yavaşça Fırat’ın etrafını sardık. Enes kamera ile çekim yaparken birden bire üzerine çullandık. Yere yatırdığımız gibi karga tulumba sunağa doğru taşımaya başladık. Enes’in elinde kamera hala çekim yapmakta. Nedense çektiği görüntüleri hala seyredemedik.

Kollarından ve bacaklarından yakalamışız, kıpırdamasına olanak yok. Allahuekber nidaları ile kurban merasimini gerçekleştirdik.

Fazla çırpınmasın diye hala tutuyoruz kollarından, bacaklarından. Bu olaya en çok sevinen de Fırat oluyor. Yıllardır didişerek geçen ömründe bir gün intikamı alırım diye sabırla bekledi. Sonunda Tanrılar dualarını kabul etti ve canavar Enes ten intikamını almış oldu. Kurban ayaklarımızın altında zafer kazanmış askerler gibi poz veriyoruz. Tanrılara sunduğumuz bu canavar-ül velosipet Enes kabul edilir de bundan sonra bisiklet turlarında yolumuz hep açık olsun.

Kurban merasimi bitti, bisikletleri alarak antik kentin diğer yerlerine doğru elde bisikletler yürümeye başladık.

Burada tarihi bir zeytin ağacı var. Teos antik kentini görmese de yaşı 1000 yıllık olduğu söyleniyor ve bu ağaçtan çıkan zeytin yağının 1 kilosu 1000 Lira dan açık artırmayla satılıyor. 2016 yılında Litresi 1.250 Liradan satılmış. Zeytin ağacı etrafında el ele tutuşarak çember oluşturup dönüyoruz. Ağaca sevgimizi aktarıp enerjimiz ile binlerce yıl daha yaşasın. İnsanlara ve kuşlara zeytin versin diye. 8 Kişi anca ağacın etrafını sarabiliyoruz. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

1000 Yıllık zeytin ağacı önünde pankartımız ile resim çekiliyoruz hep birlikte.

Herkes çekildikten sonra bisikletim KUZ ve kıytırık Zeytin ağacının önüne getirip resim çekiyorum. Ne de olsa bunu hak ediyorlar beni ve yükümü taşımakla.

Sevgili artçı Doktorum Mete Güney bisikletimin yanına gelerek onu da kareye alıyorum bir poz.

Antik kent içinde yürümek için iki metre yürüme yolu yapılmış. Yola Arnavut kaldırımı döşenip kenarlarına beton kaldırım dökülmüş. Yağmurlu havalarda çamurlara batmayalım diye böyle bir yol yapmışlar iyi de olmuş. Yokuş olduğu için bisikletler elde yürüyerek yukarı doğru yavaşça çıkıyorlar. Kimisi bisiklete binmiş düşük vitese çıkmaya çalışıyor. Bisikletlerin bagajlarında yükler olunca sürmek hele arazide zor biraz.

Yukarılarda Tapınak var oraya gelince bisikletleri düz araziye park ediyoruz. Etrafta bir çok zeytin ağacı var.

Çoğu yıkıntı taş yığını haline gelmiş şarap Tanrısı Dionysos tapınağına doğru gidiyoruz.

İyonya da şarap Tanrısı Dionysos’a yapılmış en büyük tapınak burada. Sütunların hepsi yıkık, kırık dökük olsa da etrafa saçılmış durumda. Tabi ki çoğu işe yarayan taşlar çoktan götürülmüş başka yere. Artık olanların olduğu yerde toplanıp Arkeolog Selen Kanat ve Olcay bizlere şarap Tanrısı Dionysos ve Teos hakkında bilgileri sırayla anlatıyor. Herkes oturmuş pür dikkat anlatılanları dinliyoruz. Doktor Mete’nin başının yanından oturanların resmini çekiyorum.

Antik kent turumuz bitiyor ve yola çıkıyoruz. Arkada süpürücü olarak kimsenin kalmadığına emin olduktan sonra artçı ekibi ile peşlerinden yola çıktık. Önümüzde biraz yokuş var, yavaş yavaş çıkıp tepeyi aştıktan sonra deniz manzarası önümüze seriliyor. Mavi bayraklı kumsalı olan Akkum ve çıkıntısı olan küçük bir burun, yazlık evler, oteller kıyıda manzarayı oluşturmuş. Çalılar, ağaçlar beton çirkinliği bir derece olsun örtmüş. Karşı tarafta dağlar, tepeler Çeşme yarımadasını oluşturuyor. Arada deniz sakin görünüyor bu gün. Burada rüzgar sörfü yapılıyor devamlı. İnce bir bulut tabakası gökyüzünü kaplamış durumda.

Bu gece konaklayacağımız Akkum’a vardık. İlk önce belediyenin bizim için getirttiği masaları gönüllü arkadaşlarla kurup düzenlemeye başladık. Turumuzun amaçlarından birisi de tüm katılımcıların gönüllülük esasına dayanarak yapılacak işlerde el birliği ile katılmak, katkı sağlamak. Herkes yorgun argın olabilir ama işin elinden tutmak gerek. Böylece daha iyi kaynaşma olur katılımcıların arasında. Biz buna inanıyoruz.

Yerde kilitli taş döşeli, plastik masaları sıralıyor bir kişi.

Yemeğimizi yedikten sonra çadırımı kurup eşyaları içine yerleştirdim. Kahve takımlarımı çıkarıp az olan çekilmiş kahve kutumu doldurmak için değirmene çekirdek kahve koydum. Değirmeni de kahveyi hak eden bazı gerekli eşyaları ve ateş yakacağımız varili kamp yerlerine ulaştıran şöferin eline veriyorum. Ben bu arada deniz şortumu giyip denize bu yılın siftahını yapıp geliyorum. Kurulanıp giyindikten sonra kahve pişirdim.

Çadırlar kurulu, benim çadırım mavi renkte. Deni şortum ve peştemalim ipe serilmiş durumda, kuruması lazım. Çadırımın yanında bisikletim KUZ ve kıytırık. Kıytırığın bayrak çubuklarına Urim Baba’nın kahvesi tabelamı da asıyorum. Çadırın önünde de küçük tabureme şöfer arkadaş oturmuş değirmendi çekip duruyor. Önünde fincan kutusu ve kahve çekirdeği olan kese kağıdı var. Diğer çadırlar arkada. Yanlarında bisikletler.

Akşam karanlığı çökünce sıra geldi kamp ateşini yakmaya. Yani ABAK ateşi her yerde yanmalı. Kamp ateşinden sorumlu Şafak o işi hemen hallediyor ve ABAK ateşi içimizi ısıtmaya başladı bile.

İnce bulutların arasından ay kendini gösteriyor ve etrafı aydınlatmaya başladı. Ayın beyaz yüzü, ateşin kızıl rengi yüzümüze vuruyor. Şarkılar, türküler, muhabbet, kahkahalar kumsaldan denize doğru yayılıyor.

Gökyüzünde ay puslu bulutların arasından beyaz ışıklarını yansıtmış. Varilde yanan odunlar kızıl alevler içinde etrafında toplanan bizleri aydınlatmış. İğde ağaçlarının silueti karanlıkta gölge gibi.

Gecenin ilerleyen saatine kadar muhabbet devam etti. Artık yatma zamanı diyerek birer ikişer çadırlara çekilmeye başlayınca ben de izin isteyerek çadırıma çekiliyorum. En son kalana ateşi söndürüp öyle yatmasını söyledim. Güzel bir günün ardından yorgunluktan ve denize girmenin verdiği hazla uykuya daldım.

Canavar-ül velosipet Enes Şensoy’un çektiği video görüntüsü.

Bu gün yaptığımız yol 52 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası.

Powered by Wikiloc

III. AzBilinenAntikKentlerBisikletTuru 1. Gün

19 Nisan 2014 Cumartesi

Konak – İnciraltı – İskele – Urla – Malkoç

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

ACI ÇEKMİŞ AĞAÇ

 

Acı bir burgaçtı

Yüreğime doğru bitimsiz bir sarnıç

Sökülse de yabani otlar

Kapanmadı inatçı yol

 

Döndürdüm gözlerimi karanlıkta

Adımı saydım kaç kez

Nar değildi dilimdeki

Sokağın sesi sesime karışmış

Bağırdım bağırdım

İmdat umanlarla gözü dönmüşler arasında

 

Çocuklar yetişti

Yetişti boy boy

Var olsunlar gün gibi

Soysuz zebanilerin çatallı dilleri

Kesse de yolumuzu

Çırpınıyoruz burgacın debisine inat

Ama gözlerimiz yıldızlarda !

 

Ağır kanlı salınır şimdi bahçemdeki ağaç

Acıyla cenk etmiş biri gibi

 

Çiğdem BAYDAR                    8 Mayıs 2014

 

Öne çıkmış olan görsel, 2014 yılında yaptığımız Az bilinen antik kentler turunun afişi. Afişte; Az bilinen antik kentler turu, yazının üstünde üçgen antik kiriş. Yanında 19 ve 23 rakamı, yan olarak nisan, onun yanında yan olarak 2014 ve iki tane antik sütun. Solda, altta IONIA, altında Alper Güngör anısına yazılmış. Biri erkek, biri kadın tekerlekleri taştan, kadrosu odundan yapılmış bisiklete biniyorlar. Bisikletlerin pedalları yok, ayaklar yerde yürütüyorlar bisikletleri. Afişin zemini mavi renkte.

1909234_10152158967542529_1674789463_o

Bu yıl Az Bilinen Antik Kentler Bisiklet Turunun III. turunu yapacağız. Az bilinen antik kentler turunun yaratıcısı, fikir babası Kahramanımız H. Olcay Ormankıran. Kendisi bisiklete binmeyi sevdiği için herkesin bisiklete binmesini ister. Azıcıkta tarihe merakı vardır. Tarihi kentler de zaten doğanın içinde ayrı gezilebilecek bir yer. Bir de işin içine bisiklet girince daha bir başka oluyor bu tarihi yolculuk. İzmir ve çevresi tarihi antik kentler bakımından zengin bir yerde bulunuyor. Bu zenginliği herkes göremediğinden adı az bilinmekte antik kentler. Bu antik kentler arasındaki mesafeler arabayla 15 bilemediniz 30 dakikada gidilebilir. Bisiklette bir ulaşım aracı ve bizde binebildiğimize göre Az bilinen antik kentleri bisikletle dolaşmak niye olmasın diyerek Olcay’ın kafasına bir şimşek çakıyor ve az bilinen antik kentler turunu yapmaya karar veriyor. Aşağıda ilk yaptığımız az bilinen antik kentler turu yazılı tişört. Ayrıca tekerlekleri taştan, kadrosu odundan yapılmış bisiklete binen bir erkek. Yaptığımız turun günleri olan 21 22 23 Nisan yazılı.

180420146659

İlk tur deneme amaçlı olarak yapılıyor. Bu ilk tur 6 kişi ile yapıldıktan sonra 2012 yılında 1. Az bilinen antik kentler turunu hep beraber yapıyoruz. 100 kişiyi geçmeyecek sayıda katılımcı ile turu başarılı bir biçimde tamamlıyoruz. Turumuz 23 Nisanın resmi tatil olması nedeniyle 23 nisan içinde olacak tarihlerde Cumartesi Pazarı da içinde olacak zamanda yapıyoruz.

1 Az bilinen antik kentler turu toplanma yerimiz Konak meydanı Tarihi saat kulesinin önünden başladık. Sahil yolundan ilk antik kent Urla İskelede Klazonamei, İskender köprüsü, Urla İçmeler Roma hamamı, Çeşme Ildır Erythrai, Seferihisar Teos, Özdere Lebedos, Ahmetbeyli Claros, Selçuk Efes, Torbalı Meropolis Antik kentlerini 4 günde tamamladık. 5. gün tatil olmadığı için turu Selçuk ta bitirdik. İşe gitmeyen 8 kişi  Metropolis antik kenti turunu tamamladı. (Bu kişilerden birisi 10 şu an Dünyayı gezmekte olan Gürkan Genç) Bu turda yardımlaşmayı, paylaşmayı ve tur boyunca grubu gönüllü bir şekilde götüren arkadaşlar sayesinde çok güzel geçti. 2. Turun daha iyi olması için çalışma grubu bu turda oluştu. Aşağıda kendim tasarladığım görseli tişörte bastırıyorum. Tişörtte yazanlar; Klazomenai, Erythrai, Teos Lebedos, Klaros, Efes, Metropolis düzensiz olarak basılı. Fonda İzmir saat kulesi var. En alt sağda urimbaba yazılı. Bu tişörtün örneği yok, bir tane basıldı.

180420146656

1 Az bilinen  antik kentler turunun videosunu buradan izleyebilirsiniz

azbilinenantikkentler paylaşan: urimbaba

2. Az bilinen antik kentler turu daha sıkı çalışıp keşif turları yapılarak ve süprizler ile gerçekleştirdik. Doktor Serhat Ferahi Değimli de aramıza katılarak 23 Nisan günü bir köy ilk okulunda çocuklarla birlikte 23 Nisan gününü kutladık. Tur rotası biraz zorlu idi. Başlangıç Konak saat kulesi oldu yine, tarihi Kemeraltı çarşısını boydan boya geçerek Agora, Altın park kazı yeri, Fuar alanından Smyrna, Yamanlar dağı Karagöl 22 km tırmanış, toprak yoldan Emiralem, Buruncuk Larissa, Maltepe köyü Panaztepe, Pers mezarı, Foça Phokai, Aliağa Kyme, Yuntdağı Köseler köyü Aigai ( 15 km dik yokuş ), Bergama Bergammon. Bu turda Yuntdağı Köseler köyünde ki ilk okulda hayatımın en güzel 23 nisan bayramını köyün çocukları ile birlikte kutladık. Tüm katılımcılar harika bir tarih, doğa ve bisiklet turunu 4 gün boyunca turladı. Herkes turdan memnun olarak evlerine döndü. Aşağıda kendim bastırdığım tişört. Yıkandığı için rengi biraz solmuş, Antik sütunlu tapınak, Az bilinen antik kentler turu yazısı. Biri kadın, biri erkek taş tekerlekli bisiklete binmiş. Resmin sağ üstünde küçük bir Türk bayrağı.

180420146658

2 Az bilinen antik kentler turunun videosu

2. Azbilinen Antik Kentler Turu Nisan 2013 paylaşan: urimbaba

Bu yıl 3. turda 23 nisan hafta ortası Çarşambaya denk geldiğinden turu 5 gün olarak planladık. 23 nisan yine bir ilk okulda kutlanacaktı. Turun organizasyonunda  olduğum için toplantıda turda herkesin kendi eşyasını taşıması yönünde karar aldık. Ben zaten hiç bir turda eşyalarımı araca vermeden kendim taşımıştım. Diğer katılımcılar ne yapar bilmem. Böyle Türkiye de ilk defa olacaktı. Önemli kurallarımızdan biri de 2 kez üst üste tura katılan 3. tura katılamazdı. Katılımcı sayısı 100 kişi ile sınırlı olduğundan daha önce katılamayanlara hak tanıdık. 3. az bilinen antik kentler turu 1. turun aynısı olacaktı. Organizasyonda olan arkadaşımız Alper Güngör, ne demeli bilmem aramızdan istemediğimiz biçimde ayrıldığından bu turu onun adına yapmaya karar verdik. Alper Güngör ile Aigai antik kentine keşfe giderken çekilen son resimlerden birisi. Üzerinde kırmızı renkli bir yağmurluk var. Arkada dağlar, tepeler var, yokuş çıkıyor bisikleti ile.

Alper Güngör anısına.

857180_523966570986840_1269209914_o

Bu tur için keşif çalışmalarına katılamadım ama daha önce toplantılarda görev dağılımı yaptığımızdan sorun olmadı benim için. Turun rotasını biliyordum, görevim de arkadan süpürücü olarak en sonda tüm turcuları yolda bırakmadan kamp alanına götürmek. Bu sefer yanımda bana teknik konularda yardımcı olarak dünyayı gezmiş olan Ahmet Mumcu ve Doktor olarak ta Burcu Koçay her hangi bir yaralanmada bana yardımcı olacak. Süpürücü olarak bir de yedek parça olarak yama takımı, iç lastik, jant teli gibi bisiklette oluşabilecek parçaları bir çanta benim bagajımda devamlı olarak taşıyacaktım. Yanımda doktor olunca sağlık malzemeleri olan ilk yardım çantası da bendeydi. Yüküm çoktu ama benim için sorun oluşturmayacaktı bu kadar yük. Alışkındım yüklü tur yapmaya.

Bu turda yeni insanlar tanıyacaktım, yeni dostlar edinecektim. Ben üzerime düşen görev gereği sağlık malzemelerini Doktor Serhat tan alarak çantaya yedekliyorum. Bisiklet yedek parçalarını da Parkur Bisikletten, Ali den alıyorum. Parçaları da sırt çantasına yerleştiriyorum. Telefonumun şarj olması için şarj doğrultucu devresini çantama yerleştiriyorum. Can Küçükler’den USB’li şarj bataryasını daha önceden alıp tamamen doldurmuştum. Böylece hazırlıklarımı tamamlamış olarak 18 Nisan Cuma akşamı teknik toplantıya katılmak üzere Cin Atına gidiyorum.

Cin Atına giderken Kemeraltı çarşısına uğrayıp çakmak gazı tankı almam gerekti. Ocağımın gazı azdı ve tur esnasında kahve pişirecektim. Akşam üzeri olduğundan dükkanlar kapanmak üzereydi. Kemeraltı çarşısına girmeden 2 bisikletçiye denk geliyorum. Tanışıyoruz, Ankara’dan gelmişler. Biri Gözde Emine, Diğeri Enes Çalışkan. İkisini daha önce facebooktan tanıyordum ve resimlerini görmüştüm. Ayak üstü biraz sohbet edip Cin Atının yerini tarif ederek dükkanlar kapanmadan yanlarından ayrılıyorum. Cin Atı adlı kafenin sahibi, aynı zamanda organizasyonda olan Ahmet Yıldırım bizleri kapıda karşılıyor sevimli yüzüyle. Şehir dışından gelen bir kısım katılımcı toplantıya geliyor. Bir çoğunu tanıyorum, uzun zamandır görüşmediğimizden dostça kucaklıyoruz birbirimizi. Diğer katılımcılar yarın sabah saat kulesine gelecekler. Katılımcıların kaydını yapıp turun buufunu, yemek fişlerini ve gezeceğimiz rotaları gösteren haritaları veriyoruz. Bir kısmı Cin Atında kalacak bu gece. Kimisi arkadaşların evine yönlendiriyoruz kalması için. Teknik toplantının ardından eve doğru gidiyorum, yağmur başlıyor atıştırmaya. Yağmurluğu giyiyorum ama ıslatacak kadar yağmıyor. Yanımda İzmir de oturan Asuman Şen var. Onun evinde kalacak Esma, Gözde ve Enes ile birlikte pedallıyoruz. Mithat Paşa da benden ayrılıyorlar, ben Balçova da oturduğum için yoluma devam ediyorum.

Yarın başlayacak olan turda giyeceğim tişörtü bastırıyorum. Tişörtte bu yılki afişimiz basılı.

180420146660

Sabah erkenden kalkıyorum, hava kapalı ve yağmur yağıyor. Yapacak bir şey yok, artık bu tur yapılacak. Kahvaltımı yaparak Bagajımı yükleyip çöp poşetleri ile sarmalıyorum. Yağmurluğumu giyerek yola çıktım. Görevli olduğumdan erken varmak zorundayım Konağa. Yağmurun dinmeye niyeti yok gibi. Evden Konak arası 7 km, yağmur altında Konağa varıyorum. Bir kısım katılımcı gelmiş saçak altında yağmurdan ıslanmamak için sığınmışlar. Yağmur yağıyor hala, batı – güney batı yönüne bakıyorum. Oralarda bulutlar yüksek, bir kısım yerler mavi görünüyor. Demek ki birazdan yağmur dinecek. Katılımcıları kapalı bir yer olan çay bahçesine almaya karar veriyoruz. 1 saat kadar bekleyeceğiz. Çay bahçesinde çay ve kahvaltı etmeyenler kahvaltılıklarını yiyor. Bu arada Kumanya dağıtıyoruz. İçinde soğuk sandviç, meyve suyu 0.5 L su ve gofret var. Yeni gelen Katılımcıların kayıtlarını yapıp yemek fişleri ve malzemelerini veriyoruz bu arada. Ekipte görev alanlara telsiz dağıtılıyor, birbirimiz ile devamlı iletişim halinde olacağız.

İzmir Saat Kulesi

II. Abdülhamit’in (hükümdarlığı: 1876-1909) tahta çıkışının 25. yılı için 1901’de Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan mimar Raymond Charles Péré tarafından yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi vardır ve kolonlar Kuzey Afrika temasını esinlendirir. Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhem’in (hükümdarlığı:1888-1918) hediyesidir. Saat kurulduğu günden bu yana yalnızca bir kere durmuştur. 5.2 şiddetindeki 1974 İzmir Depremi sırasında hasar alan kulenin saat kadranları üzerindeki son kat yıkılmış ve saat depremin oluş saati olan 02:04’te durmuştur. İki yıl içerisindeyse kule onarılmış ve saat tekrar çalışır vaziyete getirilmiştir.

Kulenin üzerindeki Osmanlı tuğrası ve Osmanlı’ya ait işaretler daha sonra kaldırılmıştır. Verilmek istenen mesaj sanatın genç Cumhuriyet ile başladığı hissini vermektir.

Aşağıdaki resim 2002 yılında nadir de olsa kar yağarken Saat Kulesi ve meydan.

545598_360751537308345_2037277030_n

Yağmur devam ettiğinden pasajın içince çay bahçesine girip yağmurun dinmesini beklemeye başlıyoruz. Çay bahçesinden saat kulesi görünümü, şemsiye ile işe giden yayalar önümüzden geçiyor. Sağda büyükşehir belediye binası.

10288051_10152378879057661_82478678_o

Yağmur azalınca Saat Kulesinin yanına gelerek Az Bilinen Antik Kentler Turunu başlatıyoruz. Yerler ıslak, bisikletçiler saat kulesi etrafında üç tur atıyor ve antik kentlerin hacısı oluyor.

10298757_10152209040737529_9109802026875004936_n

Bu da videosu.

abak1 paylaşan: urimbaba
Saat kulesinin çevresinde 3 tur attıktan sonra yola çıkıyor grup. Ben süpürücü olduğumdan tüm bisikletlilerin yola çıkmasını bekliyorum. Herkes yola çıktıktan sonra telsizle hareket ettiğimi bildiriyorum arkadaşlara. Tur hafif yağmur altında başlıyor ama bir süre sonra yağmur duruyor. Yağmurlukları çıkarıyorum, yoksa terden sırılsıklam olacağım. Ana yolda, ıslak asfaltta giden bisikletçiler.

10168114_10152208697097529_6630007113446618012_n

Grubun arkasından gidiyorum ama gruba 6 km sonra anca Göztepe vapur iskelesinde yetişebiliyorum. Yüklü olarak iyi gidiyorlar sanırım, pek arkada kalan olmadı. Bakalım sonlara doğru ne olacak. Ufukta bulutlar aralanmış mavi gökyüzü kendini gösteriyor. Demek ki yağmur bitti sayılır, hava bir süre sonra açacak. Göztepe iskelesi ve asma köprüsü. Bu köprü yayalara ait. Köprü Göztepe spor kulübünün renkleri olan sarı – kırmızı renge boyalı. Sağ tarafta yeşil çim alan, yürüme yolu ve deniz. Yeşil alanda hurma ağaçları dikili.

190420146665

İzmir’in en güzel yerlerinden geçiyoruz, Üçkuyular kent ormanından İnciraltı’na. Burası araç trafiğine kapalı, sadece yaya ve bisikletçiler geçebiliyor. İzmir’in en büyük yeşil alanı. Sol tarafta gördüğünüz deniz eskiden dalyan olarak kullanılıyordu. Şimdi ise göçmen kuşların barınma yeri. Dalyana deniz suyu bağlantısı iki tane var. Birisi daha geniş, üstüne büyük bir köprü yapılmış. Adı Barış Manço köprüsü. Resimde Barış Manço köprüsü üzerindeyiz. Karşı yamaçtaki evler Narlıdere ilçesi. Burası Balçova ilçesi. İzmir dışından gelenler anı resmi çekiyor köprünün üzerinde. Resimler çekildikten sonra yola çıkmalarını söyleyerek gruptan oldukça kopmamalarını söylüyorum.

190420146666

Video çekmek için grubun önüne geçip çekim yapıyorum.

abak2 paylaşan: urimbaba
İlk molamızı Uğur Mumcu parkında veriyoruz. Uğur Mumcu heykeli önünde yüklü bir bisiklet. Çantalar çöp poşeti ile sarılmış.

10262175_10152403210712369_5043415654907453798_n

Grup bazı yerlerde toplanmak için durunca öne geçip resim çekiyorum. Yoksa önde olmam imkansız, grubu kim toplayacak benden başka.

190420146668

Grubun artçıları olarak Ahmet Mumcu ve Doktor civanım Burcu Koçay ile gayet iyi götürüyoruz grubu. Zeytinalanı’na kadar sorun yaşanmadı ve ben hayret ediyorum. Umarım tur böyle gider sorunsuz. Zeytinalanı’ndan sonra hafif rampalar başlıyor,300 – 500 metre ama o kadar sert değil. Vitesler düşüyor haliyle. Grupta bazıları yanlış viteste kullanıyor bisikletleri, onları uyararak vitesleri doğru kullanması yönünde telkin ediyorum. Urla İskeleye dönmeden Ebru Uçurum artık yoruldu mu ne iyice yavaşladı. Ahmet Mumcu hızlanması için uyardı, daha sonra ben de uyardım ama Ebru iyice yavaşladı. Ona vitesi büyüt daha hızlı gidersin diyorum, vites büyütüyor ama bir türlü hızlanmıyor. Hızımız saatte 12 km/h civarında. Ebru da benim performansım bu kadar diyerek böylece gidiyor. Grubun gerisinde kaldık iyicene. Ebru da uyarılarımızdan iyice gerginleşti. Bunun farkına vardıktan sonra artık uyarmadım bir daha yoksa oturup ağlayacak dereceye geldi. Yavaş gitmesinin nedenini ertesi gün anlayacaktım.  Ebru’ya artık ne olursa olsun seni bırakmayacağımı ve turu bitireceğimizi söylemeye başladım. Acele etmemesini, istediği biçimde gitmesini söyleyerek peşi sıra Urla iskeleye kadar beraber gittik.

190420146669

Urla İskeleye varıyoruz, herkes balık ekmeğini yiyordu daha önce anlaştığımız lokantada. Herkes fişini veriyor balık ekmeğini alıyor. Fiş sayısına göre lokantacıya para vereceğiz. Ben de fişimi vererek balık ekmeğimi alıp karnımı doyuruyorum. Öğle yemeğinden sonra Uluburun batığının olduğu yere geliyoruz. Uluburun batığının bire bir kopyasını yapmışlar burada. Önde de küçük bir kayık yan duruyor.

190420146670

Burada tarihi antik gemiler kayıklar bire bir yapımı yapılmış. Savaş gemileri, ticaret gemileri var. Kırmızı renge boyalı gövdeye iki yana da balık biçiminde göz yapılmış beyaz renkli.

190420146671

Bu gördüğünüz gemi hiç çivi çakılmadan yapılmış. Aynısından bir tane daha yapılıp Yunanistan’a hediye edilmiş. Yan tahtaların birleşim yerinde çapraz ipler geçirilip birleştirilmiş. Kayığın önünde öne doğru 1 metre kadar kılavuz takılmış.

190420146673

Başka bir kayığın arka kısmı, önden arkaya doğru kıvrılmış. yanda da dümen yekesi.

190420146675

İlginç tarihi gemiler var burada. Saz çubuklarından yapılma kayık bile yapılmış. Yelken direği uzun, üstten aşağıya iple gerilmiş.

190420146676

Burada bu tarihi gemileri araştırıp aynısının yapıldığı atölye var. Ticaret gemilerinde korsanları def etmek için odundan yapılmış çeşitli toplar görmek mümkün. Bunu gören korsanlar gemilere fazla yanaşamıyormuş. İlginç bir hile ama o zamanlarda geçerli oluyormuş.

190420146678

Bize buradaki yapılan çalışmalar üzerine Osman Erkut hoca anlatarak bilgilendiriyor.

190420146679

Gemiye çıkarak içinin resimlerini çekiyorum. Burada kürek çekiliyormuş bir zamanlar.

190420146680

İç kısma hamak şeklinde raflar yapılmış ip örgülü. İki tane olta kasnak konulmuş rafa.

190420146681

Gemiden aşağıdaki uzun kayığı, tente örtülü yapım atölyesi,, dolaşan bisikletçiler etrafı inceliyorlar.

190420146682

Kürek çekenlerin oturma yerleri ve kürekler.

190420146683

Nil nehrinde kullanılmış saz kayıklardan birisi yanında resim çekiliyorum. Arkada ağaçlar ve parçalı bulutlar üzerimizden geçiyor.

10317729_10152326421067088_4167728342334159933_o

Yunanlı yazar Yorgo Seferis’in müze olarak kullanılan evine geliyoruz. Ev taş bina, iki katlı. Üstte iki pencere var, tahta panjurlu. Pencere altına uzun demir saksılar konmuş.

190420146684

Gözde Emine Özgürel bize Yorgo Seferis’i anlatıyor edebiyatçı olarak. Kendisi Ankara üniversitesi edebiyat fakültesinde öğretim görevlisi. Emine’nin etrafında dinleyiciler pür dikkat dinliyor anlatılanları.

10177255_10152403255657369_6937552452003623891_n

Liman yaşlıdır, artık bekleyemem
Çamlı adalar için çekip giden arkadaşları
Çınarlı adalar için çekip giden arkadaşları
Açık deniz için çekip giden arkadaşları.
Okşarım paslı gemileri, kürekleri okşarım
Ki bedenim canlansın ve güçlensin.
Yelkenler tuz kokusu verir yalnız
Öteki fırtınadan.

Yalnız kalmak isteseydim, sessizlik
Olurdu aradığım, yoksul ufukta
Bu çizgilerin, bu renklerin, bu suskunluğun
Ruhumu parça parça edeceği umudu değil.

Gecenin yıldızları yeniden getirdi bana
Ölümü bekleyen Odysseus’un güvenini, çiriş otları arasında.
Burda çiriş otları arasında demirlediğimiz zaman
Adonis’in yaralandığını bilen boğazı bulalım istedik.

Yorgo Seferis

Çeviri : Melih Cevdet ANDAY

Binanın iç kısmı, yüksek tavanlı, kirişler kalın kalaslardan yapılmış.

190420146685

Urla İskeleli olan sanatçı Tanju Okan’ı da unutmuyoruz. Şarkılarını söyleyerek Tanju Okan parkında anıyoruz.

Kadınım

Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen
Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş
Ne olur terketme yalnızlık çok acı
Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte

Sen kadınım

Hatırla o günü karşıki sokakta 
Seni öptüğümü ilk defa hayatta
Kollarımda benim ilkbahar sabahım
Sen
Sönmüş bak ışıklar ev nasıl karanlık
O ılık aydınlık yuvamız soğumuş
Geceler bitmiyor ağlıyorum artık

Sen kadınım

Tanju Okan

Tanju Okan park girişinde ismi yazılmış, Selahattin Tavkaya’yı girişte çekiyorum.

190420146686

Tanju Okan’ın heykeli kahverengi renkli mermer kaide üzerinde.

190420146687

Resim çekilmek için Tanju Okan parkına gelin ve damat gelmiş. Damat beyaz ceket giymiş.

190420146688

İlk antik kentimize geliyoruz ; Klazomenai

KLAZOMENAI
Oniki İon kenti arasında anılan Klazomenai, Urla-Çeşme yarımadasının kuzey kıyısında, İzmir Körfezi’nin ortalarında yer almaktadır. Klazomenai arazisinin (khora) doğuda Smyrna yakınlarına dek uzandığı sanılmaktadır. Balçova yakınlarındaki Agamemnon Kaplıcaları’nın civarında yer aldığı bilinen Apollon tapınağı kent arazisi içinde kabul edilmektedir. Batıda Erythrai ile sınırının Hypokremnos (İçmeler) civarında olduğu, olasılıkla Gülbahçe Köyü’nün Klazomenai’nin batı sınırını oluşturduğu, güneyde de kent arazisinin Sığacık Körfezi’ne dek uzandığı anlaşılmaktadır.
Daha ayrıntılı bilgi ; http://www.izmirmuzesi.gov.tr/antik-yerlesim-alanlari-klazomenai.aspx İzmir müzesi sitesinden elde edebilirsiniz.
Aşağıda Klazomenai antik kentinin kazı alan tabelası.
190420146689

Girişte Roma dönemine ait buluntular sergilenmiş. Sütun parçaları, başlıkları ve mermer sandukalar.

190420146690

Yakın döneme ait bir yağhane, hep beraber yağhane ve çevresinde ki tarihi yapıları 2 grup olarak dolaşıyoruz. Taş bina, çatısı ince sazlarla kaplanmış.

190420146691

Bu yağhanede ezme ve sıkma yöntemi ile yağ üretimi yapılmış. Kazılarda elde edilen bilgiler doğrultusunda yağ çıkarma aletleri yeniden yapılarak sergileniyor. Zeytin zamanında bir miktar zeytin yağı elde ediliyor. Kazıda bulunan dev küplerde elde edilen yağları depoluyorlar. Bu bölgede halen kazılar devam ediyor. Yağhane binasına girmeyi bekleyen arkadaşlar. Çatıdaki sazlar çok düzgün tıraşlanmış.

190420146692

Yarıdan fazları gömülü dev yağ saklama küpü. Ağzı kapalı yuvarlak tahta ile.

190420146693

Kazılarda ortaya çıkan üç tane küp, üçünün de kapakları var. Yanında taş örülü kuyu var. Kuyu ağzı demir örgü ile kapatılmış. Küplerin olduğu yer yağmur  suyu ile dolmuş.

190420146694

Bina içine giriyorum. İçeride döner taş göze çarpıyor. İki tane tekerlek taş yanda kalas ile birbirine bağlı, İki taşın ortasında kalın bir kalas göbekten yukarıya doğru çıkmış. Kalın kalas yukarıdan döndürülünce taş yatakta tekerlekler dönerek zeytin tanelerini eziyor.

190420146695

Kaldıracı kaldırmak için manivela mekanizması. Altta çapraz kalaslara tutturulmuş milde delikler var. Sırıklar bu deliğe sokulup mil döndürülüyor. Milin ortasında dolanan ip var.

190420146696

Böylece büyük blok yaş yerinden kaldırılıp altına zeytin tanelerini koyuyorlar. Sonra ağır taş blok zeytinleri eziyor ve yağ çıkıyor. Taş zincirli kancalarla bağlı.

190420146698

Bu da keçeli presleme kaldıraçlı sıkma kalasları. Zeytin taneleri keçelerin arasına konuyor. Uzun ağaçlarla preslenip yağ çıkarıyorlar.

190420146699

Diğer binada elde edilen yağları amfora testilerde toplanıp gemilerle dışsatım yapılmış. Yağhanede sıkılan yağlar şişelerde sergileniyor. Amfora testilerinin dibi sivri, o yüzden tahta kafes içinde dik duruyorlar.

190420146700

Yağhane binanın küçük bit maketi, çatının ve binanın ön kısmına cam konmuş içerisi görünsün diye.

190420146701

Cam raflarda çeşitli ebatlarda cam şişelerde zeytin yağları sergilenmiş. Bu yağlar buradaki ilkel aletlerle sıkılan yağ örnekleri.

190420146702

Urla İskele Klazonamei antik turumuz bittikten sonra Urla merkeze doğru yola çıkıyoruz.

10168035_10152403300032369_247368971625431357_n

Urla belediye başkanı Sibel Uyar hanımefendi bizlere çay ve su ikramında bulunarak misafirperverliğini gösteriyor. Urla merkezdeki meydanda, Atatürk heykeli önünde tüm bisikletçiler kameraya poz veriyor.

10152450_10152403308237369_8689002348183890503_n

Ardından Urla’nın yetiştirdiği ünlü romancımız Necati Cumalı’nın evini geziyoruz. İki katlı taş bina, bahçede direkte Türk bayrağı dalgalanıyor.

190420146703

Edebiyatçımız Gözde Emine bize Necati Cumalı’yı anlatıyor güzel sesiyle ;

“Serap Akçaoğlu’nun  Necati Cumalı’nın Hikaye ve Romancılığı adlı doktora tezinden
edindiğimiz bilgiye göre, Cumalı 13 Ocak 1921 de Yunanistan’ın Florina şehrinde
doğdu. Asıl adı Ahmet Necati Acar’dır. Ünlü bir yazar olmayı istediği an,
babasının izni ve mahkeme kararıyla soyadını Cumalı olarak değiştirir. “Cuma”,
Necati Cumalı’nın annesi ve babasının sahip olduğu büyük topraklar üzerinde
Kaylar köyünde yaşayan bir köylü kadının adıdır. Yazar, bu isimden etkilenir ve
Cumalı soyadını alır. Yine de ilk şiirini 1939 yılında, o dönem Urla Halk Evi’nin yayın organı olan Ocak dergisinde, ‘A.N. Acar’ ismiyle yayımlar.

Cumalı henüz iki yaşındayken ailesi, İstiklal Savaşı’ndan sonra yapılan mübadele sonucunda İzmir’in Urla ilçesine göç eder. Dedesi için büyük bir üzüntü kaynağı olur bu karar. Lozan Antlaşması imzalanıp da Batı Trakya Türklerinin Batı Anadolu Rumlarıyla yer değiştirecekleri kararı açıklanınca inanmak istemez. “Benim yerim Florina, ölülerimi yalnız bırakmam!” Der. Cumalı Makedonya 1900 adlı eserinde anlatır dedesinin bu tepkisini. Florina’dan onları ayıracak vapur kalktı kalkacaktır; fakat yaşlı adam evinin demir parmaklıklarını iki eliyle kavramış bırakmamaktadır. Sonunda üç kişi onu koltuğu ile yerden havalandırıp parmaklıklardan ayırırlar; ama yaşlı adam vapura, koltuğunda, elden ayaktan kesilmiş olarak biner. Ayaklarına felç inmiştir. Üç yıl boyunca Urla’da sıla hasreti çeker ve yaşama gözlerini bu yeni topraklarda yumar. Necati Cumalı’nın babası tarım işleriyle uğraşan toprak sahibi bir kişidir. Kendini “Florina mübadillerinden Mustafa Acar” olarak takdim eder. Bağı arazisi olan, varlıklı, kültürlü, beyefendi ve Urla’nın en şık giyinen kişilerindendir. Kolalı yakası, altın kol düğmeleri ve siyah tivit paltosu içinde ve başındaki röleve şapkası ile resim ve filmlerde gördüğümüz bir Avrupalı gibidir o ve Urla kültür ve sosyal hayatında rol almış, uzun yıllar belediye meclis üyeliği yanında Ziraat Odası kuruculuğu yapmıştır.  (Uysal, A. Besim. Urla ve Nostalji, Eğitsel Yayımlar, 2000.) Cumalı’nın annesi Fitnat Hanım ise çalışkanlığıyla bilinen, Cumalı’nın hayranlık duyduğu, kişiliğinde çok olumlu etkileri ve katkıları olduğunu söylediği, kocasına tarla işlerinde yardım eden altı çocuklu bir kadındır. Necati Cumalı, altı kardeşin en büyüğüdür. Orta öğrenimini İzmir Erkek Muallim Mektebi’nde (1932-1935), lise öğrenimini ise İzmir Atatürk Lisesi’nde yapar. (1935-1938). Okulda son derece başarılıdır ama yatılı okuldan kaçıp Kordon’da dolaşmadan da edemez. 1938’de İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydolur oradan ise Ankara Hukuk Fakültesi’ne geçerek mezun olur. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin muhasebe bölümünde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Yayın Müdürlüğü’nde ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünde Devlet Tiyatrosu Operasının Yayın İşleri’nde görev yapar. 1949 yılı başında ise Urla’ya döner ve burada avukatlık stajını tamamlar. Urla ve İzmir’de avukatlık yapmaya başlar. Bu arada İzmir’de Ara Tiyatro’yu kurar ve yöneticiliğini üstlenir. 1958 yılında Paris’e gider; ancak hem maddi yönden sıkıntıya düştüğü ve hem de

umduğunu bulamadığından hayal kırıklığına uğrar. Parasal sıkıntıları Paris Basın Ataşeliği’nde radyo dinleme görevlisi olarak çalışmaya başlamasıyla sona ere ve Paris’te bir yıl daha kalır. 1959’da İstanbul’a döndüğünde artık hayatını kendi deyimiyle “edebiyat adamı” olarak kazanmak kararını almıştır. İstanbul Radyosunda Tiyatro bölümü yöneticisi olarak çalışırken aynı iş yerinde Dış Basın Bürosu Şefi olarak çalışan Berin Teksoy ile tanışır ve evlenir. Aldığı son nefesine kadar eşi Berin Hanım’ı sever ve onunla mutlu bir yaşam sürer. Eşinin görevlendirilmeleri nedeniyle İsrail ve Paris’te bulunur. 1966 yılından itibaren ise meslekî olarak yalnızca yazarlıkla ilgilenmeye başlar.

“Edebiyat doğuşumda var benim” der Cumalı, edebiyata olan ilgisini ifade ederken. Edebiyatımızın pek çok sahasında eser veren Cumalı yazar ve şairdir; ama şairlik yönü, diğer yönlerine göre daha önceliklidir. Yazarın tiyatro ile tanışması ise Urla’ya gelen gezici tiyatro, cambaz kumpanyaları ve karagözcülerle olur. Hatta henüz beş, altı yaşındayken Urla’daki evlerinin boş ahırında Karagöz odası yapar ve mahalle arkadaşlarına Karagöz oynatır.  Her gün evlerine düzenli olarak alınan, tefrika olarak yayınlanan roman ve öykülerin sıkı takipçisidir; fakat evlerinde kitap okuma alışkanlığının olmadığını bu nedenle şiirle tanışmasının çok geç dönemlere rast geldiğini de söyler. Ortaokul yıllarında dayısının yanında kaldığı dönemlerde ise ders kitaplarından başka kitap okuması  hoş karşılanmamaktadır. Buna rağmen Cumalı okumaya devam edecek ve ilk eserlerini de bu ilk okumalarının ışığında kaleme almaya başlayacaktır. Sait Faik’e büyük hayranlık duyar. Cumalı’nın sanatsal olarak olgunlaşmasında Sait Faik’in eserlerinin rolü büyüktür. Yazarın “dostum, ağabeyim” diye tanımlayıp görüşlerine önem verdiği bir diğer şair Orhan Veli’dir. Cumalı 20 yaşındayken Orhan Veli 27 yaşındadır ve Cumalı’nın yazdıklarını okur, onu yazma konusunda cesaretlendirir. Ayrıca Dıranas’ın, Yahya Kemal’in ve Ahmet Haşim’in şiirini de beğenir ve bir şairin yetişmesi için özümsemesi gereken metinler olarak görür. Nazım Hikmet’ten de etkilenmiştir o ve hem de Nazım’ın yeni yetişen şairler arasında en çok beğendiği bir şair haline gelmiştir sonraki yıllarda. Sonuçta Cumalı şiirinde kendi yolunu açabilmiş, pek çok şairden etkilenmiş; fakat yine de bu şairlerden uzak, kendine özgü bir üslûp oluşturabilmiştir.

1939 yılından itibaren roman, hikâye ve tiyatroları pek çok gazete ve dergilerde tefrika edilen; şiirleri yayımlanan edebiyatçı kırkı

aşkın eseriyle edebiyatımızın en üretken ve değerli yazarlarından olmuştur. Eserleri pek çok dile çevrilmiş ve ödüllerle taçlandırılmıştır. 1957 yılında Değişik Göze adlı hikâye kitabıyla, 1977’de ise Makedonya 1900 ile Sait Faik Hikâye Ödülü’nü; 1969 yılında Yağmurlu Deniz adlı şiir kitabıyla Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü; 1978 yılında Yaralı Geyik adlı tiyatro eseriyle Ertuğrul Muhsin Tiyatro Ödülü’nü; 1984’te Tufandan Önce (Bütün Şiirleri) ile Yeditepe Şiir Armağanı’nı; 1995’te Viran Dağlar adlı romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, Orhan Kemal Roman Ödülü’nü ve I. Ömer Asım Aksoy Ödülü’nü kazanır.

Yazarın Susuz Yaz adlı hikâye kitabından Metin Erksan tarafından uyarlanarak yapılan film de 1964 yılında Berlin Film Festivali Altın Ayı Ödülüne lâyık görülür.

Necati Cumalı İzmir için ne düşünür peki? Edebiyatımıza inci gibi saçtığı eserlerinde o hep biraz da İzmir’i yazmıştır. Kendi ağzından dinleyelim edebiyatımızın ulu çınarını: “ İzmir’de yaşadığım ilişkiler, anıların hepsi yazdıklarımda yankılarını buldu. Ben İzmir’i senelerce yazdım. Yine de tüketemedim. Galiba İzmir’in bana verdiklerini tüketemeden ayrılacağım bu dünyadan. Bu şehre gelince kendimi suyuna kavuşmuş balık gibi hissediyorum.”

Urla’da yetişmiş ve edebiyatımıza çok yönlü, değerli edebî metinler armağan etmiş olan Necati Cumalı’yı saygıyla anıyoruz. Binanın içinde ahşap üzerine metal harflerle; Necati Cumalı anı ve kültür evine hoş geldiniz yazılmış.

190420146704

Necati Cumalı’nın portre resmi, yanında da kitap ismi; Güneş Çizgisi olarak tabloda yazılmış.

190420146705

Necati Cumalı’nın çalışma masası, üzerinde daktilo, dik konulmuş çini cam kavanoz, küçük metal kutu, kalemlik var. Oturduğu koltuk masa arkasında.

190420146706

Bir yazarın en önemli parçası daktilo, okuyanlar bilir bir çok roman bu daktiloda yazılmıştır. İşte hayalimdeki çalışma masası ve daktilo. İleride mutlaka yapacağım böyle bir masa.

190420146707

Boy aynasında kendimi görünce bir resmimi çekeyim dedim. Devrim’in fotoğraf makinası ile kendi resmimi çekiyorum.

1622150_10152403340357369_1034436490717203969_n

Urla’nın tarihi çarşısını geziyoruz, El yapımı bir çok ürün bulabilirsiniz çarşıda. Çarşı insanı eski çağlara götürüyor sanki. Zamanın içinde kaybolmuş gibi el emeği ile göz nuru büyülüyor, kırık  parçaların içinde dolaşıyormuş gibi bir o dükkanda bir bu dükkanda kayboluyoruz. Zamanın çarkları yavaş dönmeye başladı sanki. Rengarenk boncuklar sıra sıra dizilmiş, çanlar, koyun çanı, keçi çanı, deve çanı, inek çanı, boğa çanı hepsi ayrı ayrı. Binek hayvanları için çeşitli nal, kolan, semer, üzengi, kayışlar, tekerlek çeşitleri, hepsi bin bir çeşit. Süs eşyaları, kap kacak, kimi bakırdan kimi kalaylı. Tahta masalar, yanında tahta sandalyeler. Kısa bir anda uzun bir zaman geçti sanki.

10268679_10152403322112369_1838416756465189137_n

İki direk arasına teller gerilmiş üst üste. Tellerde bakır eşyalar, terazi, makas, keçi -koyun çanları, anahtarlar, süs eşyaları asılmış. Altta iki tane at arabası tekerleği. Biri küçük, diğeri büyük.

10250320_10152403321487369_4211474976877472453_n

Urla ovanın ortasında kurulmuş, denizden uzak biraz. Ova olunca ulaşımda at çok işe yarıyor. Her tarafı arabalar kaplasa da at binenleri görmek olası. Urla sokaklarında dolaşan iki atlı.

1505434_10152403328827369_6281005619116480385_n

Sundurması tahta kaplı olan kahvenin iç kısmından dış mekan görüntüsü. Masa ve sandalyeler ahşap, sundurmanın altına tel gerilip eski eşyalar asılmış. Bunlar, bakraç, sürahi, çaydanlık yem torbası ve çeşitli eşyalar. Ortama otantik bir hava vermiş.

1512409_10152403320222369_8840673868782356829_n

Urla belediyesi kadınlara kendi ürünlerini yapıp satacakları kapalı bir yer açmış. Kadınlar tezgahlarda kendi ürettikleri reçel, şarap, yaprak sarması, börek, çörek, incik boncuk takılar gibi ürünleri satıyorlar.

190420146708

Sergi alanı büyük taş bina içinde, binanın diğer yanı. İçerisini geziyoruz.

190420146709

Resim çekilince hemen toplaşıyoruz birden bire. 13 kişi poz veriyoruz kameraya.

10325653_10152409485407369_8103525802919265488_n

Urla da ki gezintimiz bittiğinden yola çıkarak Tarihi İskender köprüsüne geliyoruz. Her gelen köprünün üzerine çıkıp resim çektiriyor. Tüm grup geldikten sonra ben de çıkıp resim çektiriyorum. Nasıl olsa çok az kaldı kamp yapacağımız yere. Onun için bolca resim çekmelerine ses çıkarmıyorum. Turumuzun pankartı her gelenle çekildiği için bize kadar kaldı. En son olarak pankartı toplayıp Mert’e veriyorum. Pankartı iki kişi tutmuş, toplam altı kişi var köprü üzerinde.

190420146710

İskender Köprüsü

İzmir ili, Urla ilçesi, İzmir Çeşme eski yol üzeri, Urla içmeleri mevkiindedir.

Tarihin en eski dönemlerinden beri insanoğluna kucak açan Urla’nın bilinen en eski adı Klazomenaidir. Sekiz bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu İskele Mahallesi, Limantepe Höyüğünde yürütülen arkeolojik çalışmalar kanıtlar. Limantepeliler ve yeni gelen İonlar denizcilik faaliyetlerine uygun şartlar sunan kıyılarda yeni yerleşimler kurarlar. Antik kaynaklar, Klazomenai ana kentine bağlı sekiz yerleşim yeri sayarlar.

Birçoğu henüz gün ışığına çıkmamış bu yerleşim yerlerinden Hypokremnos isimli yerleşimin ise İçmeler ve Gülbahçe arasında olduğu ileri sürülür uzmanlarca. Yine bazı antik kaynaklar Büyük İskender onuruna Aleksandria Oyunları düzenlendiğini aktarır bu civarda. Büyük İskender den sonra bağımsız yaşamına devam eden Klazomenliler de Roma hâkimiyetini tanırlar. Onların tüm Anadoluya hâkim olması ile başlayan  Roma Barışı süreciyle, pek çok kentte olduğu gibi, daha önce korunaklı merkezlerde yaşayanlar, kırsal alanlara dağılmaya başlarlar. Bizans döneminde ise, bu dağılışlar hızla sürer ve yerleşimler eski önemleriyle büyüklüklerini yitirirler. Bizans Dönemlerinde Urla da, pek çok yerde olduğu gibi, Bizansın mor salkımlı üzümlerinin geliştiği yerler arasında sayılır Hypokremnos da.

Yedi yüzyıl önce bu coğrafyaya gelen Türkler, kıyılara yerleşmek yerine denizden içeride kurarlar ve yeni bir isimle Urla diye adlandırırlar ana kentlerini. Urla çevresinde tıpkı Klazomenlilerin yaptığı gibi, kısa zaman içerisinde birçok köyler kurarlar. İşte bu köylerden birisi de, XV. yüzyıl içerisinde ortaya çıkan ve Malgaca Ovasında kurulan, Malkoç Köyü dür. Bu tarihten sonradır ki, bölge Malgaca Ovası adını almış ve bu isimle günümüzde de anılır olmuştur.

XV. ve XVI. yüzyıllar boyunca Anadolu’nun batıya açılan kapısı olan Çeşme Limanı sayesinde, önemli bir noktada yer alan Malkoç Köyü; bu önemini, deniz içerisinde dalgalara karşı direnmeye çalışan iki kervan köprüsü de göstermektedir. 1519 tarihli Piri Reis haritasında Çarpan Derbendi adıyla işaretlenen bu köprüler, Çeşme-Urla canlı ticaret yolunu koruyan bir derbent teşkilatının da varlığına işaret eder. Aynı haritada İçmeler sahili yakınına işaretlenen Samut Baba Tekkesi ise, XV. yüzyılda inşa edilmiş Derbent de görevli askerlerin konuşlandığı bir yerleşime dönüşmüştür.

Malkoç Köyünün tarih sahnesinden çekilmesiyle, İzmir’in, Levanten parlayan yıldızı olması aynı döneme rastlar neredeyse. Bu bir tesadüf değildir aslında. Sakız adasının 1566 yılında fethedilmesiyle, Çeşme Limanı önemini kaybedince; Anadoluya daha yakın korunaklı bir liman ihtiyacı ortaya çıkar. İzmir bu ihtiyacı karşılayan liman olunca gemilere, Malgaca derbendi köprülerinden geçmez olur yüklü deve kervanları. XVII. yüzyılın başlarında Çarpan derbendi dağılır, Malkoç Köyü söner. Fakat Malkoç ovasında yüzyıllar boyunca zirai faaliyetler devam eder gider. Bu verimli kıyı ovasında üretilen ürünler de iner Urla pazarına. Malkoç ovasından gelen ürünlerin çeşitliliğinden mi, yoksa bolluğundan mıdır, bilinmez; Urla içerisindeki pazarın adı olur Malgaca.

Zaman içinde Malgaca da sıcak kükürtlü suyun varlığı ortaya çıkar. Buraya herkesin faydalanacağı bir tesis yapılır. Bu aslında aynı zamanda şimdiye kadar bilinen bölgedeki ilk turizm faaliyetidir. Tesis; Ilıca etrafında bulunan kamping ve kiralık odalardan oluşur. İçmeler, zaman içerisinde o kadar tanınır ki, Malgaca yerine, bölge günümüzde olduğu gibi İçmeler adıyla anılır.

Sanat Tarihçisi Ferhan Erim’in değerli katkılarıyla…

Resimde 37 kişi köprü üzerinde pankart açmış halde. Köprüde üç tane göz var.

10298765_10152403399352369_8923406623574709122_n

Resim çekildikten sonra kalanların yola çıkmasını beklerken Devrim güzel pozumuzu yakalayıp resmi çekiyor. Bulunduğu yer aşağıda olduğu için ufuk çizgisinde yakalıyor o anı. Ben ve yanımda iki kişi ile birlikte bisiklet üzerindeyiz.

10255282_10152403409407369_5316935687437268338_n

Bir de beni bisikletim KUZ üzerinde çekiyor Devrim. Ön ve arka bagajda çantalar yüklü.

1238329_10152403409312369_1171509502050620278_n

Resim çekilme olayı bitince son kalan arkadaşlarla kamp yerine güneş batmadan ulaşıyoruz. Önde iki kişi gidiyor, sağda deniz. Hava parçalı bulutlu, Güneş ufka yaklaşmış tüm parlaklığı ile parıldıyor.

10299076_10152403376687369_5912903142656269385_n

Kamp yerimiz Davut’un Yeri, işletme sahibi ile marketten alışveriş yapacağımızdan kamp yeri için para ödemeyeceğiz. Kamp yerini daha önce ayarladığımızdan önce gelenler çadırlarını plajda kurmuşlar bile. Güneş tam batarken resmini çekiyorum ertesi gün karşılamak için.

190420146711

Çadır kentimizi kumsalın üzerine kurduk. Düz şeritler çekerek çadırları ikişerli kuracak şekilde planladık. Kamp yeri sokaklara bölünmüş küçük bir oba oldu. Ben de çadırımı arkadaşların ayırdığı yere kurup eşyalarımı ve ön bagaj çantamı çadırın içine yerleştiriyorum.

190420146712

Çadırlar arasına ip gerilerek yıkanmış çamaşırlar asıldı kuruması için.

190420146713

Gerçi geldiğimiz yol kısa ve hemen hemen deniz seviyesinde düz bir yol. Ama yüklü olarak bisikleti sürmek pistonları yoruyor haliyle. Isınmış pistonları soğutma çalışmaları yemekten önce yapılıyor. Yemeği üstü kapalı olan yerde yiyeceğiz. Masalar ve sandalyeler önceden hazırlandı. Ketring Osman’ı bekliyoruz akşam yemeği için. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısını 5 gün boyunca Osman Duman bize verecek. Osman’ın yemek şirketi Bergama’nın İsmailler köyünde. Her akşam arabası ile kamp yerine gelip bizi leziz yemekleri ile doyurup bizimle geceleyecek. Sabah kahvaltısını verdikten sonra köyüne gidip akşam yemeğini hazırlayacak. Az bilinen antik kentler turumuzun en önemli destekçisi. Geçen yıl bize lezzetli yemeklerini tattırmıştı. Ketring Osman’ın arabası geldi. Yemekler hazırlanırken bir kişi pistonlara germe hareketi yapıyor.

190420146714

Osman Duman, eşi ve Can Çıtak elçek ile sevimli canavar velosipetçisi Enes’i çekiyor. (Can Çıtak genç yaşına doyamadan trafik canavarının kurbanı oldu ve aramızdan ayrıldı)

10275957_305042302978573_7718546877439732239_n

Doktor civanım, turumuzun doktoru Burcu çadırını kurmuş deniz kıyısına, manzarası süper. Bir de onca yükü benimle beraber taşıyan KUZ.

190420146715

Akşam yemeğinin ardından Projeksiyon cihazını kurarak bisikletle dünyayı altı kez dolaşmış ünlü gezgin Ahmet Mumcu bize dünyada dolaştığı yerlerin sunumunu yaptı. Bu turları kendi imkanları ile tek başına gerçekleştirmiş. Osman Duman’ın sınırsız çayları ile Ahmet Mumcu’nun güzel anılarını dinledik.

10314543_10152403433597369_6759210170505388086_n

Sunumun ardından bizlere kapılarını açan Davut’un Yerini işleten Mehmet abiye hediyemizi Doktor Serhat Ferahi Değimli sunuyor. Tahta üzerine el emeği ile özenerek boyanmış bisikletçi paketini Hakan Karahan arkadaşımız hazırladı. Kamp yaptığımız yerlerin güzel insanlarına vererek oranın Bisikletçi Dostu olarak ödüllendiriyoruz. Resimde; ben Ahmet Mumcu, Olcay, Mehmet Abi ve Serhat var. Bisiklete binmiş taş devri adamı plaketi elde tutuluyor.

10259874_10152403431002369_7830936323966710296_n

Sunum ve plaket töreninden sonra kıyıda ateş yakarak etrafında toplandık. Hava serin olmasına rağmen güzel sesli arkadaşlarımızın şarkılarına eşlik ederek ısındık.

190420146720

Antalya’dan katılan Devrim Dağ bizlere içinden gelen en güzel sesi ile türküler söyleyerek kulaklarımızın pasını siliverdi bir anda. Daha bu gün yolda tanışmamıza rağmen sevecen ve dost tavırlarıyla gönlümüzü kazandı. Bir de üstüne kadife sesiyle söylediği türküler yok mu içmeden sarhoş etti bizleri. Masalcı  Esma Eser Açıkgöz de sesini dinletti bize. Yusuf Ünlü, Enes Çalışkan, Abdurrahman Yurduseven de şarkılara eşlik etti. Olcay’ın şiirleri bizleri alıp uzaklara götürdü. Aramızda bir de Türkiye’nin tüm il ve hemen hemen bütün ilçelerini bisikleti ile aşmış Serkan Taşdelen vardı. Serkan’ın türküleri ile daha da coştuk. Şarkıların, türkülerin çoğunu ezbere bilemiyorduk. Sadece ilk mısralarını söyleyerek diğer sözlerini bilmediğimizden şarkılar hep yarım kalıyordu. Ama Serdar Aydıngüler arkadaşımızın parlak zekası ile bu soruna çare bulduk. Akıllı telefondan internete girip şarkı sözleri anında önümüze gelince ortam daha da neşelendi. Karşılıklı gruplar oluşturarak şarkılar, türküler ardı arkasına söylenmeye başlandı. Serdar kırolar grubunu kuruverdi bir anda. Daha çok doğu şivesi ile türküler söylediler. Bir grup ta biz kurduk Pedal sesi korosu. Karşılıklı türküler söyledik birbirimize.

190420146721

İşletme sahibi Mehmet abinin yeğeni Emre bize buralarda olmuş bir hikayeyi anlatıyor. Bulunduğumuz yer Urla içmeler, buradan çıkan bir su şifalı olarak içiliyor. Bu sudan içenlerin tüm bağırsakları boşalarak ne var ne yok temizleniyor.

Emre başlıyor bize hikayeyi anlatmaya. Sarı kızın hikayesi ;

Sarı Kız

“Bir zamanlar buralarda bir sarı kız yaşarmış ailesi ile birlikte. Sarı kızın saçları sapsarı imiş. Güzel mi güzel, hele sarı saçları dillere destan olmuş. Günlerden bir gün Sarı Kızın karnı şişmeye başlamış. Ailesi bunu görünce hamile olduğunu zannetmişler. Sarı kızın ailesi olay duyulmasın diye oğlan kardeşine Sarı Kızı bir yerlere götürüp öldürmesini söylemişler. Sarı Kızı alan kardeşi dağa kaynağın başına götürmüş. Sarı Kızın kardeşi son dileğin ne diye sormuş. Sarı Kız da su içmek istemiş. Kaynaktan su içmiş Sarı kız. Sarı Kızın kardeşi  ailesinden aldığı emri yerine getirmiş. Sarı Kız öldükten sonra içtiği suyun şifalı etkisiyle yılan karnından çıkmış. Bunu görünce yaptığına pişman olmuş ama iş işten geçmiş. O günden sonra bu şifalı sulardan içen derman bulmuş. ”

Diye sözünü bitiriyor Emre.

Araştırmalarımda Sarı Kızın başka bir hikayesine rastladım

http://www.pencerehaber.com/eski/koseyazisi-57-URLADA-IZ-BIRAKANLAR.html

Buradaki hikaye değişik

Tarihin  engin derinliklerinde çok önemli yerleşim birimlerinden olan Özbek Akkum mevkiinde bulunan beyliğin yöneticisi olan Bey’in üç oğlu bir de kızı ve eşi ile mutlu olarak yaşamaktadır. Bey’in kızı çok güzel ve alımlıdır. Altın sarısı saçları ile yöresel adı “Sarı Kız” olarak anılmaktadır. Her gencin gönlünde yeri olan Sarı Kız’ı ağabeyleri bile kıskanırlar. Fakat bu güzel ve mutlu günler bir gün gelir son bulur. Sarı Kız hastalanır, karnı şişmeye başlar. Kardeşleri şüphe ile Sarı Kız’ın karnı daha çok büyümeden halkın duymasını önlemek için aile meclisinde bey olan babalarının başkanlığında bir karar alırlar. Karar Sarı Kız’ın öldürülmesi yönünde olur. Bu karar üzerine anneleri Sarı Kız’ı öldürmeyip ıssız bir adada doğurmasını ister oğullarından. Annelerinin yakarmalarına dayanamayan üç oğlan Sarı Kız’ı içmelerin karşısında bulunan ıssız adaya yelkenli bir kayıkla getirip bırakırlar.

“Sarı kız ağabeylerinin bıraktığı azıkla yapayalnız kalır. Korku ve endişe içindedir. Karnındaki ıstırabın acısı ile gözyaşları sel olmuşken iki tavşan gelir yanına… Sarı Kız tavşanları sever okşar derdini unutur. Bunlarla geçen zaman su gibi akıp gider. Sarı Kız’ın karnı iyice şişer, bir gün deniz kıyısında tavşanları ile otururken bir yonuş balığı gelir yanlarına. Sarı Kız yunusla beraber yüzerken yunus  Sarı Kız’ı sırtına alıp denize açılır. Tavşanlar adada kalmıştır ve bu adanın ismi o günden sonra tavşan adası olarak anılır. Sarı Kız’ı sırtına alan yunus, İçmeler sahilindeki azmakları geçerek şimdiki sıtma suyu olarak bilinen kaynağın başına kadar getirip bırakır. Sarı Kız çok susamıştır ve kaynaktan su içerek susuzluğunu giderir. Suyu içtikten sonra karnında ki ağrılar azalmaya başlar. Üç beş gün sonra su içe içe karnı inmeye başlar. Ağrıları geçmiştir. Sarı Kızın ağabeyleri yiyecek getirmek için adaya vardıklarında Sarı Kız adada yoktur. Telaşa düşerler, üzüntü ile sahilde dolaşırlarken yunus yanaşıp onlara bir şeyler anlatmaya çalışır. Sarı Kız’ın ağabeyleri kayıklarına binerek yunusu takip ederler. Yunus bunları kaynağa Sarı Kız’ın yanına getirir. Sarı Kız’ı bulan ağabeyleri sevinçle kız kardeşine sarılırlar. Bakarlar ki Sarı Kız’ın karnı normal, şişliği inmiştir. Kardeşleri ne oldu diye merakla sorarlar Sarı Kız’a. Sarı Kız da başından geçen olayı anlatır. Sarı Kız’ı yanlarına alarak adaya gelirler. Adadan tavşanları alarak Özbek köyünün kum burnuna gelerek ailesine kavuşurlar.”

O günden sonra burası şifalı içmeler olarak insanlar şifa bulmaya başlarlar.

Ali Rıza Duran

Yanan ateş kor halinde, ben de yakından çekiyorum kor halindeki ateşi.

190420146724

Gecenin geç saatlerine kadar şarkılar sohbetler devam etti. Hava açık gökte yıldızlar pırıl pırıldı, ay kendini göstermişti. Uykum gelince çadırıma girip yatıyorum.

Resimlerden bir kısmı Devrim Dağ’a aittir.

Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 52 Kilometre civarı.

Yaptığımız yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc