Etiket arşivi: top

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festival Sonrası

İskenderun Tatili

14 -15-16 Ekim 2015

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, bahçede futbol oynadığım çocuklar ile elçek resim çekiliyorum. Arkamda beş çocuk var, birisi başımın üstünde kulak işareti yapmış eli ile.

Uzun zamandır hasret çektiğin sevenlerine kavuşmanın salgıladığı mutluluk hormonları tüm gövdeme yayılmış  olarak rahat ve huzurlu bir düşle uyudum. Bu sabah daha da erkenden uykumu almış olarak kalkıyorum. Ev halkı henüz uyanmamış. Kahve takımımı ve kitabımı alarak arka bahçeye bakan balkona çıktım. Kuşlar ve benden başka kimse yok ortalıklarda. İlk iş olarak kahvemi pişiriyorum, kahvem piştikten sonra kitabımı açarak okumaya başladım. Çocukluğumdan itibaren binlerce kitap okudum ta emekli olasıya kadar. İlk okulda sınıfımızda ki kitaplıktaki tüm kitapları bir çırpıda okumuştum. Çizgi roman kitapları, hikaye kitapları, mizah dergileri. Hele 70 li yıllarda Gırgır dergisi çıkardı. Karikatürist Oğuz Aral yönetiminde genç çizerlerden oluşan ekibin çizimleri ve her hafta oluşan politik olayları karikatürize ederek çizilmesi muhteşemdi.

En beğendiklerimden bir karikatür anlatımı şöyleydi ; Solcu gençlerden birisi elinde boya kovası ve boya fırçası ile yere slogan yazmaya başlamış. “Kahrolsun Fa” diye yazarken elini arkaya bağlamış ve copu ile toplum polisi arkasında beliriveriyor. Bunu gören genç, yazısını yazmaya devam ediyor ; “Kahrolsun Fasulyenin Pilav Üzerindeki Faşist Baskısı Ve Onun İşbirlikçisi aşçılar”

Bir diğeri de Karikatür dizisi ; Parkta insanlar köpeklerini tasması ile birlikte gezdiriyor. Her birinde bir köpek, köpekler de mutlu şekilde başlarını dikerek sahibinle geziniyor. Bunları seyreden cılız bir sokak köpeği, gözünde bir damla yaş, ağlamaklı olarak gezinen köpekleri seyrediyor. Sahibi olmadığı için üzgün. Bunları seyrederken kafasının üzerinde bir ampul parlıyor. Sokak köpeği kasaptan, ordan burdan kemikleri topluyor. Sonrasında şerit bezlerle sarıyor sarmalıyor kemikleri. Başlıyor yalamaya, yalıyor yalıyor yalıyor. Derken sevgiden olsa gerek yaladığı sargılı nesne mumya gibi canlanıp köpeğin sahibi olarak bir ipe bağlı şekilde başı dik diğer köpeklere nispet yapar gibi geziniyor diğer köpeklerin şaşkın bakışları arasında.

Her pazar sabahı kalkar kalkmaz doğruca gazeteciye giderek Gırgır dergisini alırdım. Sabah kahvaltısını dergi önünde açarak tüm karikatürleri, mizah yazılarını tek tek okurdum. En çok kitap okuduğum yerlerden birisi de işe gidip gelirken serviste geçen zamanlar. İş yerim uzakta olduğu için 2 saate yakın yol gidiyordum. Bir de dönüşü toplam 4 saat kitap okuma zamanım vardı.

Emekli olup bisiklet binmeye başladığımdan beri kitap okumayı bıraktım. Pek zaman ayıramıyordum kitap okumaya ama artık başlamalı diyerek okumaya çalışıyorum zamanım oldukça. Yeni girdiğimiz bilgi çağının ataları olarak “Kitapların şarjı hiç bir zaman bitmez” diyoruz.

Sabahın erken saatleri, masanın üzeri kareli kırmızı renkli muşamba ile örtülmüş. Okuduğum kalın kitap açık durumda. yanında pişirdiğim kahve fincanı dolu, içilmeye hazır. Kokusu da bahçeye yayılmış durumda. Masanın ucunda bir saksı, içinde fesleğen, ara sıra fesleğene dokunarak mis gibi fesleğen kokusunu koklamak gibisi yok. Beyaz boyalı balkon demirleri arasında yeşil çim bir alan. Kocaman okaliptüs ağaçları, Bir kaç portakal ağacı, ağaçta henüz olgunlaşmamış yeşil portakallar var. Güneş henüz kendini göstermedi daha.

Akşama kadar tembellik hakkımı kullanıyorum hiç bir iş yapmadan. Halamın oğlu erkenden işe gidiyor, yeğenimin büyüğü okula, küçük yeğen, halam ve yengem ile baş başa kalıyoruz. Sevgili halam ile sohbet ederek ve hasret gidererek günü değerlendiriyoruz. Bana soruyorlar ne yemeği yapalım diye. Ben de ne yaparsanız yapın ben yerim, özel bir şey istemem diyorum. Akşam üzeri, saat 5 civarı çocuklar okuldan geldiler ve gelir gelmez spor kıyafetlerini, tuttuğu takımın formalarını giyip bahçeye çıktılar. Yeğen de futbol topunu çıkardı ortaya. Ben de aralarına katılıp beşerli takımlara ayrıldık. Başladık çılgınlar gibi top oynamaya.

10 deli bir topun peşinde koşturuyoruz.

Bağrış çığrış top nereye biz oraya.

Müthiş bir enerji patlaması var çocuklarda. Bütün gün okulda ders yapıp zaman geçirdikten sonra geniş bahçede deli danalar gibi bir topun peşinden koşturmaktan geri kalmıyorlar. Enerjileri bitmek bilmiyor. Ben onlar kadar koşturamıyorum. Bazen bir iki çalım atıp gol atıyorum. Hep beraber gol sevincini kutluyoruz. Duruma göre de karşı takımın gol atmasına göz yumuyorum. Tüm çocuklar halinden mutlu, neşeli ve gol atmanın sevincini yaşıyor. Ben de sevinçlerine ortak oluyorum.

Karşı takım atak yapıyor, çalım yiyorum, beni geçiyorlar. Arada resimlerini çekiyorum çılgın çocukların.

Mutluluğun resmini çekiyorum ama resimler net değil. Çocukların hareketleri o kadar hızlı ki cep telefonumdaki kameranın sensörleri yetişemiyor.

Futbol topumuzun rengi mavi, biraz laciverte kaçıyor.

Çoğu kez arkalarından koşturamıyorum. Benim onlar kadar enerjim yok. Onları izlemek bile anlatılmaz bir duygu.

Kaleci ile karşı karşıya, vurdu ve kaleciyi ters köşeye yatırdı. “Beş dört biz galibiz” Diğeri “Hayır beş beş berabere” Derken tartışma başlıyor. Ben araya girerek durumu eşitliyorum “Beş beş berabereyiz şimdilik” diye ortamı yumuşatıyorum.

Ceza sahasında birini düşürüyorlar. Hakem penaltı diyor. Düşen çocuğu kontrol ediyorum herhangi bir şeyi var mı diye. Şükür ki yok, bazen oyun sertleşiyor. Çocukları zapt etmek kolay değil. Sarı lacivert formalı çocuk yerde ama mutluluk gülümsemesine yansımış.

Ve penaltı atılıyor, penaltıyı atan geriliyor geriliyor koşarak topun üzerine gelip topa bir vuruyor ve goooool.

Eşitlik bozuldu gol atmak gerek. Çalım atmayı çok seviyor çocuklar. İlla çalım atacak pas vermek yerine. Diğeri ellerini açarak “Pas ver pas ver” diye bağırıyor. Ayağında top olan ise illa çalım atıp geçecek. Arkadaşını duymuyor bile.

Fazla çalım atınca topu kaptırıyor ve arkadaşları kızıyor haklı olarak. Topu kapan o da çalım atmaya başlıyor ve pas vermeye niyeti yok.

Hava kararmadan maçı bitiriyoruz. Her anne baba çocuklarına “Akşam ezanı okunmadan eve gel” diye söyler ya öyle oluyor. Bizim takımı elçek ile resim çekiyorum. Arkamda beş gülümseyen çocuk ve biri başımın üzerinde kulak yapıyor. Bu şerefe bile erişebilmem bana sonsuz bir mutluluk veriyor. Sevince ortak olmak, hele çocuklarla müthiş bir bahtiyarlık olsa gerek. Çocuklar her zamankinden daha mutlular bu gün. Nedeni ise uzun saçlı bir adam kendileri ile top oynaması. Hep beraber çocukça koşturup gol atmak, gol sevinci yaşadılar bu akşam üzeri.

Anladığım kadarı ile her evde ya bir yada iki çocuk var. Her çocuğun babası demir çelik fabrikasında çalışıyor ve şef yada müdür pozisyonunda. Bunların hepsi çocukluklarını kaybetmiş. İşleri de yoğun olunca tamamen iş odaklı olarak yaşıyorlar. Babalar sadece işe odaklı olunca çocuklarınla oynama fırsatları yok. Hal böyle olunca çocuklar okuldan döndükten sonra kendi kafalarına göre futbol oynuyor. Hiç bir çocuk babası ile futbol oynayamıyor maalesef. Benim halamın oğlu da dahil. Sadece dünyanın parasını özel okullara vererek çocuk yetiştirdiklerini sanıyorlar. Bu durum büyüyünce belli olacak. Ben aralarına girince daha neşeli oynadılar ve sevinçleri yüzlerine gülümseme olarak yansıdı.

Resimde beş çocuk, renkli formaları ile gülümsüyoruz kameraya. Birisi de başımın arkasından kulak işareti yapmış eliyle. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Bu kez yengeme rica ediyorum bizi çeksin diye. O da ricamı kırmıyor ve çocuklarla beraber resim çekiliyoruz.

Çocuklar mutlu, ben onlardan daha mutlu olarak uyuyorum. Mutlu uyumanın verdiği enerji ile sabah erkenden kalkıyorum. Kitabım, kahvem ve bir bardak suyum masanın üzerinde. Fesleğen saksısı, dip tarafta da bisikletim KUZ sakince duruyor.

Bu gün yeğenimin okuduğu özel koleje gidiyoruz. Veli toplantısı var okulda. Yengem veli toplantısı için öğretmenin yanına girince okulun koridorunda camekan raflarda sergilenen madenler, kristaller, böcekler sergisini merakla bakıp hepsinin resmini çekiyorum baştan başa.

İlk olarak kule biçiminde beyaz mat renkli bir kristal. Yukarıya doğru inceliyor.

Solda içinde mermi çekirdeği gibi fosilleşmiş canlılar barındıran beyazımsı kayaç. İngiltere’nin Bivalvia bölgesinden 50 milyon yıllık fosil. Sanki mermi çekirdekleri gibi fosiller. Sağda ise gümüş renginde topaç biçiminde Hematit madeni. Güney Afrika dan.

Adamit madeni Meksika da bulunmuş.

Balıkesir ilinde bulunan madenler. Solda taşın bir bölümünde kar yağmış gibi beyaz kristaller olan Hemimorfit. Sağda ise siyahımsı kristal filizi Antimonit.

Madagaskar da bulunmuş Ammonit diye adlandırılan 135 milyon yaşında taşlaşmış salyangoz fosili. Salyangozun üç kısmından alt kısmına doğru helezonik genişleyen  gövdede bej renginde, iç kısımdan arkaya doğru dalgalı siyah şerit olarak görünüyor.

Bolu da bulunmuş 45 – 55 milyon yıllık taşlanmış ağaç fosili. Yanında da Madagaskar dan bir fosil. Taşlaşmış ağaçta yaş halkaları yok.

Aydın yöresinde bulunmuş Dumanlı kuvars. Beyaz kristallerin içinden köşeli, altıgen kesitli siyah renkte kristal filizleri uzamış.

Yine Aydın ilimizde bulunmuş yüzeyleri düz, yedi yüzeyi olan şeffaf kristal biçiminde.

Kongo dan getirilmiş Malakit madeni. Yeşil renginde biraz kristalimsi yapıda.

Taşın içinde fosilleşmiş ilkel bir canlıya ait izler. 500 milyon yaşlarında.

İki harika görümlü maden filizi. Soldaki Belçika dan Bizmut madeni.  Bizmut öyle bir yapıya sahip ki eski zaman tapınaklarına benziyor. Kademe kademe yükselen merdiven basamaklı, kıyılarda bina biçimli. Alt ön kısmında tapınak benzeri tek katlı bina. Basamaklar 90 derece köşeli yükseliyor. Diğeri ise Peru dan getirilmiş Pirit madeni. Gümüş yapısı ve rengi ile güneş ışınlarının dağılması biçiminde ortada merkezi, etrafa genişleyerek yayılan görünüm.

İzmir de bulunmuş Kalsid Jeod. Dış kısmı bej renginde taş görünümlü. Taşın içi ise belli bir kalınlıkta  beyaz Kalsit iç kısma yapışmış. Kalsit kristalleri beyaz kristalimsi. İç kısmında ise boşluk var.

Küçük ölçekte kehribar fosili. Bizlerin rahatça görebilmesi için önüne sabitlenmiş bir büyüteç konulmuş. Zaten büyüteç olmazsa içinde kalmış böceği görmek olanaksız. Milyon yıl önce çam reçinesinin içinde kalmış böcek şimdiye kadar bozulmadan olduğu gibi kalmış günümüze kadar. Çektiğim resimden böcek pek anlaşılmıyor.

Fas tan getirilmiş kalsit örneği. Sanki gökyüzünde pamuk bulutu gibi bembeyaz. Yada yeni yağmış karı toplamışsın da kartopu yapmadan önceki hali.

İspanya dan Fluorit kristali. Mor rengi ile insanı büyülüyor adeta.

Sütlü kahve karamela renginde kristal bir yapıda taşın içinde küp şeklinde küçük filizler.

Pirit, Peru

Başka bir kristal örneği. Bej renginde kayanın içinde turuncu renkli yaprak biçiminde filizler fışkırmış düzensiz olarak.

Bal renginde lokum gibi küp şeklinde yarı şeffaf kristaller.

Turuncu renkli, yaprak kristaller.

İki örnek, soldaki kaya içinde eflatun renkli ve dış kısmı gümüş renkli damarlar oluşmuş. Sağdaki örnek ise koyu mavi renkte kristal, orta göbekte öbekleşmiş yeşil kristaller. Renkler o kadar canlı ki seyretmeye doyum olmuyor.

Aşağıdaki resimde görünen nesneyi nasıl anlatmalı bilmem. Üçgen görünümünde bir yapı, setlerden oluşmuş çıkıntıları labirent biçiminde ama çıkar yolu yok. Setler düzgün bir şekilde değil, gelişi güzey birbirine bağlantılı. Asıl setlerin içindeki mini minnacık küçük odalar. Odalar arasında ince duvarlar sanki bir hücre yapısının bir bütününü oluşturmuş gibi. Benim tahminim deniz canlıların oluşturduğu doğal filitre gibi.

Deniz kabuğu fosili, kayanın içinde taşlaşmış. Yapısı boynuz ucu gibi üçgen. Geniş kısmından uca doğru açık renkten mor renge dönüşmüş.

Fosilleşmiş deniz canlısı. Deniz kurduna benziyor. Bir kısmı taşın içinde kalarak fosilleşmiş.

Tam şekilde bir balık iskeleti taşlaşarak fosil olmuş. Balığın ana omurgası, kılçıkları, yüzgeçleri ve avını yakalamak için ağzını kocaman açmış, gözleri yuvalarından fırlamış durumda. En ince ayrıntısına kadar görünüyor

Yuvarlak bir taş tam ortadan ikiye kesilmiş. İçinde ise harika bir şekil oluşmuş durumda. İçi boş bir güneş biçiminde, etrafına ışık saçar gibi.

Kayanın içinde kalmış salyangoz örnekleri.

Çıyanın önden görünümlü fosil. Diğer bir kayanın içinde kurbağa fosili. Üçüncü kayada ise böcek fosili görünmekte.

Mor renkte bir kristal ve 4 tane pembe renkli kristal filizleri. Kristaller kare prizma şeklinde

Kristal bir taşın üzerinde sanki bitki tohumları serpiştirilmiş.

Kahverengi bir kayaya tutunmuş iki farklı renkte kristal yapılar. Birisinin rengi koyu mavi, diğerinin rengi ise yeşil. Bunlar kristal yapıda kayaya yapışmış durumda.

Alt kısmı kirli pembe beyaz açık renkte kristal, ortası beyaz kristal ve üst kısmı pembe renkte şeker gibi kristallerden oluşmuş ilginç bir örnek.

Kayanın üzerinde kahverengi renkte kristal kaplı.

Açık mor renkte kristal bir taşın üzeri yeşil benekler. Diğer bej renkli taşta da aynı yeşil benekler. Sanki ekmeğin üstünde yeşil küf oluşmuş gibi.

Madenler ve kristal bölümü bitti, sıra kelebek ve böcek bölümüne. Soldaki iki kelebek siyah renk ağırlıklı birisinde mavi diğerinde kırmızı boya fırçası değmiş gibi renkli. Sağdaki iki kelebek ise sarı renkte sadece kanat uçları siyah. O da fazla değil. Kelebekler Peru da yakalanmış.

Üç kelebek üste olan siyah ağırlıklı iki kanatta beyaz benekler kondurulmuş. Peru da yakalanmış. Başka bir kelebek küçük karışık renkli, Orta Afrika Cumhuriyeti, diğer kelebek ise koyu lacivert, beyaz kalın bir çizgi çekilmiş. Bu da Peru da yakalanmış.

Peru da yakalanmış siyah ağırlıklı kanatlarında üç yeşil kalın çizik. Gövde kısmından kanatlarının ortasına kadar turuncu renkte, sonrası ise siyah. Orta Afrika dan. Bali de yakalanmış diğer kelebek ise siyah kanatlara bir kısmı turuncu uçlarına doğru koyu bordoyu andırır bir renk. Alt etek kısmı ise gölge beyaz.

Küçük bir kelebek Endonezya dolaylarında Lombok Adasında ta yakalanmış. Beyaz kanatları çifter, uçları siyah. Yine aynı bölgeden Sulawesi adasından başka bir kelebek. Koyu bordo renkli kanatları tam ortasında yukarıdan aşağıya doğru fırça ucu ile sarı boyanmış. Aynı renkte kanat uçları da daha küçük beneklerle bezenmiş.

İkisi Peru dan biri gövde tarafı sarı kanat uçlarına doğru siyah. İki renk oranı aynı. Ortadaki ise tamamen bordo, iki kanatta da turkuaz mavi sanki ressamın fırçası yatay olarak değdirilmiş. Soldaki üçüncü kelebek ise tam kelebek kanadı, iki parçadan oluşmuş. Siyah olan kelebeğin aydınlık tarafı alt kanadında iki turkuaz yeşil renk kondurulmuş. Bu kelebek batı Jawa da yakalanmış.

Hindistan da yakalanmış bu kelebek beyaz zemine siyah noktalar ile mozaik görünümlü, üçgen kanatları alt dar kışından başlayıp kenarlara paralel giden beyaz bir renk. Çin de yakalanmış siyah bir kelebek sanki üzerine pelerin atmış, pelerin rüzgarda açılarak uçuşuyor. İki ayağını da açmış öylece duran bir adam gibi. Üçüncüsü ise batı Jawa dan gövdenin ortasından alt kısma ve kanadın ortasına kadar kare olarak çok açık sarı. Diğer taraf ise siyah renkte ve sarı benekler serpiştirilmiş.

Üstte siyaha yakın mor renkte kanatları olan kelebek var. Kanatlarına iki ayak basmış sanki, mavi renkte. Üst kanat uçlarına doğru mavi renkte benek kondurulmuş. Alttaki kelebeklerden soldaki daha küçük minyon tipli, siyah gövde tarafının bir kısmı sarı, kanatların diğer kısmı sarı beneklerle bezenmiş. Diğer kelebek ise yaprak damarları, aralarına ince beyaz bir tülbent kaplanmış.

Burada dört kelebek var. Birisi üstteki damarlı beyaz kelebeğin aynısı. Yanında sapsarı bir kelebek. Lekesiz, duru. Alttaki iki kelebeğin belirgin ortak özelliği kanat alt uçları birinde tek kuyruk uzantısı, diğerinde çift kuyruk. Gövde ve kanatların büyük kısmı beyaz, diğer taraflar siyah. Etek kısmı sanki dantel örülmüş gibi. Diğerinde ise siyah ağırlıklı beyaz benekleri olan bir kelebek.

Bu kelebeğin tarifi olanaksız gibi. İkişer üçgen şekilli, üst kanatların yukarı uçları yana doğru çıkıntı yapmış. Alt kanatta bir, üst kanatta biri büyük diğeri küçük iki delik gibi ama delik değil. Kanatların yukarıdan aşağı doğru diş kısmına sonradan bir parça eklenmiş gibi. Rengi de kahverenginin her tonu var. Biri büyük biri küçük aynı kelebekten iki tane.

Kenarları koyu siyah, orta kısmında boydan boya şerit biçiminde sarı renk. Sarı ile siyahın renk uyumu şahane. Yanında ipek beyazı bir kumaş gibi renkte kelebek. Gövdesi sarı kanatları kahverengi küçük kelebek kanatları yukarı doğru kapalı. Küçük kanatları siyah, dar bir şerit çok açık mavi yeşil karışımı. İki tane siyah kanatları üzerine beyaz beneklerle donanmış kelebek. Kanat alt etek kısmında boynuzlar çıkıntılık yapmış. Yanında yarım olarak görünen mavi renkli bir kelebek. Kanat uçları siyah füme renginde.. Mavi ile siyah uyumlu bir renk.

Yine siyah  renkli bir kelebeğin kanatlarına açık sarı renkli martının gölgesi düşmüş gibi. Diğer bir kelebek ise baş tarafı az aşağıya doğru mavi renge boyanmış. Kanat uçları açık siyah diğer taraflar ise yukarıdan aşağı koyu siyah bir gölge gibi. İnce siyah çizgilerle belirlenmiş sarı kanatlı küçük bir kelebek. Yanında ise kıyıları siyah ortası sarı renkli bir kelebek.

Siyah zemine serpiştirilmiş kanat uçlarında açık sarı benekler, gövdeye doğru daha geniş turuncu kadife renginde. Yanında siyah kanatlarında sarı renkli sadece çoğu batmış güneş gibi. Etek kısmında sarı benekler sıralanmış.

Gövde ve kanat uçları siyah, geri kalan kısmı mavi renkte. İki kanadın alt kısmında ise mahmuzlar sarkıyor. Sanki ayakları üzerinde duruyormuş gibi. Yanında gövde  ve kanatların bir kısmı siyah. Kanat uçları da öyle. Yukarıdan aşağıya doğru mavi deniz görünümlü. Kanat uçları beyaz benekler konulmuş bir kaç tane. Beyaz gövdede sanki nakış işlemişler gibi desenli. Desenler de doğal oluşmuş çizgiler ve küçük yuvarlaklar. Yanında ise çok küçük bir kelebek ve önemli bir rengi de yok.

Yukarılardaki resimde yarım görünen mavi kelebek tam olarak burada görünüyor. Yanında ise kanatların alt kısmında mahmuzları bayağı uzun kıyıları siyah ortaları sarı renkte. Altta ise Alt kısmı turuncu açık, yukarılara doğru rengi gittikçe koyulaşmış. Neredeyse siyah, iki sarı renk deseni konulmuş her iki kanada. Diğer bir kelebek ise mahmuzlu siyah yeşile çalan koyu bir rengin üzerine sanki mavi bir balığın gölgesi düşmüş gibi.

Kelebekler bölümü bitti, şimdiye kadar gördüğüm kelebekler Güney Amerika, daha çok Peru da. diğerleri ise Endonezya civarı adalardan toplanmış. Görünümleri ve renkleri birbirinden o kadar farklı ki sanki evrimi anlatıyor gibi.

Sıra geldi böcekler dünyasına.

Üst solda enine siyah ve beyaz çizgili küçük bir böcek. Sağında biraz daha büyük sarı siyah enine çizgili. ama antenleri kendine ayrılan çerçeveyi taşmış. Gövdesinin üç katı uzunluğunda. Altta solda alacalı siyak küt bir böcek. Sağdaki ise kanatlı saf, lekesiz gümüş renginde.

Sağ üst tarafta küçük kelebek kanatları gibi olan böcek kanatların uçları sarı, diğer tarafı kırmızı renkte. Soldaki ise siyah giyinmiş kanatları gövdesini kapatan şövalye kalkanı gibi. Alt sağda çift kanatlı birisi alacalı renkte diğeri beyaz uçları siyah ilginç bir böcek. Solunda kuru dal parçası gibi gövdesi olan kanatları ise oval şeffaf siyaha çalan kahverengi böcek.

Burada ise dört tane küçük böcek yer almakta.

En ilginç böceklerden birisi karşımda. Boyu neredeyse bir karış, sarı gövdeli, kuru saman görünümlü bir böcek. Gövdesine oranla kanatları güdük kalmış. büyük bir olasılıkla uçmayı unutmuş olmalı. Esas kanatları kapalı duruyor.

Başka ilginç bir böcek, kolları tüylü bacakları gövdeden üç kat uzunlukta. antenleri hiç sormayın. Gövdesinin altı katı boyunda aşağıdaki böceklere erişmiş. Gövde kollara, bacaklara ve antenlere göre küçük kalmış. Altında ise iki böcek, aynı türden olmalı. Üsttekinin kanatları kahverengi kafası ve antenleri krom renginde metal görünümde. Sanki robot böcek gibi. Rengine bakarak erkek böceğe benziyor çünkü alttaki böcek tamamen metal krom renginde. Bu da dişi olabilir.

Solda iki kara bok böceği. Sağda ise bir çekirge türü.

Bok böceğini yeşil renkte olanı. yanında ise  gövdesi küçük kolları öne doğru uzun ve güçlü görünümünde. Altta solda iki oval gövdeli böcek. Biri kırmızı diğeri siyah. İkisi de aynı tür biri erkek biri dişi olabilir. Erkekler her zaman daha parlak ve göz alıcı renktedir. Sağda ise iki yeşil küçük böcek.

Sol üstte kanatları şövalye kalkanı gibi kısa. Gümüşi kahverengi renginde. Sağında kanatları daha uzun siyah bir böcek. Alt solda küt gövdeli siyah parlak renkli, kanatları ise sütlü kahve renginde. Sağında ise çift kanatlı, alacalı renkte iki böcek.

Solda siyah bok böceği, sağında ise çift kanatlı iki böcek. Üstteki böceğin gövdesi siyah kanatları kavuniçi, uçları siyah renkte. Alttaki böcek gövde gümüş renginde kanatları alacalı açık tonda.

Solda siyah bir akrep, çok zehirli olmalı. Kıskaçları kalın küt. Sağda ise kocaman bir örümcek.

Sağda iki metalik yeşil renkte böcek. Solda ise metalik alacalı gümüş renginde iki böcek. Diğer böceklerden daha büyük. Böceklerin üstte olanlar daha iri erkek olabilir. Altındakiler daha küçük. Bunlar da dişi olabilir.

Üstte at sineğine benzer bir böcek, kanatları şeffaf. Ortadaki böcek gövdesi siyah, kanatları beyaz, koyu sarı ve kahverengi ile alacalı. Alttaki ise cırcır böceğine benzeyen bir böcek. Kanatları şeffaf.

Buradaki böcek ise kocaman, gövdesi şövalye kalkanı gibi. Siyahın üzerine mat sarı renkte çizgilerle çok ilginç karmaşık desenler. Arka iki ayağı normal, ön ayakları ise anormal büyüklükte. Gövdesinin üç katı uzunluğunda. Altta ise iki sarı siyah enine çizgili böcek. Yukarı da aynısı var ama nedense ayrı isimler yazılmış!

Biri kahverengi, antenleri uzun, diğeri küt siyah, bacakları kısa böcekler. Sağdakinin kolları kısa ama güçlü görüntüsü var.

Solda büyükçe kanatlı, kanatları alacalı kahverengi sarı renkte. Sağda iki böcek siyah renkte biri büyük biri küçük.

Özel okul olunca böyle değerli koleksiyon parçalarını sergilemek müşterileri cezbediyor ve okulda bilimsel eğitim verildiğini göstermeye çalışıyorlar. Aslında neler öğrettiklerini bilmiyorum ama okul gayet düzenli, korumalı ve temiz binaları olması iyi para harcandığını gösteriyor. Ne de olsa yağlı müşteriler iyi para ödedikleri kesin. Hem de çok iyi para. Okulda veli toplantısı bitti ve dışarıya çıkıyoruz. Parkta dolaşmaya başladık

Halam ve küçük torunu ile gezi parkında resim çekiliyoruz.

Gezi parkının içinde uzun boyunlu kaz görünümlü beton köşeli üç heykel. Gagaları üstte birbirine değmekte. Tam altında renkli bir Dünya küresi. Ortada büyük bayrak direği ve Türk bayrağı göndere çekilmiş durumda. Etrafında da 17 Türk devletini temsil eden bayrakları.

Aaa ne güzel parkın içinde bisiklet yolu yapılmış. Bunu gösterir yuvarlak bir tabelanın içinde bisiklet resmi. Bir bisikletçi olarak bunu görmem beni sevindirdi. Yaşasın artık her yerde bisiklet yolları yapılmakta, giderek çoğalıyoruz demek ki.

Bisiklet yolu asfalt döşenmiş, yeşil çimenler ve ağaçların arasında uzayıp gitmiş. Yalnız garip bir durum var! bisiklet park yerlerinde motorları park etmişler.

İskenderun körfezi, dağlar ve fabrikalar buradan görünüyor karşımda.

Sevgili halam ile masada bir resim çekiliyorum. Halam benim bir tanem, zaten Türkiye de kalan tek halam.

Hazır buraya kadar gelmişken künefe yemeden olmaz deyip yeni pişmiş sıcak künefe yiyoruz hep beraber. Garson bizi çekiyor.

Künefeyi yedik afiyetle. Parkı tekrar dolaşmaya başladık. Parkın içinde beton kanal yapılmış, su durgun, akmıyor. Binaların gölgesi suya yansımış durumda.

Parkın meydanında Atatürk heykeli ve yanında bir kaç kişinin heykel konulmuş. Yakınına gitmediğim için kimlerin olduğunu bilmiyorum. Heykellerin arkasında daha yüksek bir blok var. Bronz ama Türk bayrağı renklerinde boyanmış, bayrağın önünde de bir heykel kolunu kaldırmış durumda. Heykellerin iki yanında iki dev bayrak direği ve dev Türk bayrağı göndere çekilmiş. Rüzgar olmadığı için bayraklar dalgalanmıyor.

Henüz ana okuluna giden yeğenim ile elçek resim çekiliyorum. Sevimli kerata. Biraz hasta olduğu için bu gün okula gitmedi. Bizimle geziniyor.

Şehrin parklarından birinde servi ağacı aşağı kısmı silindir biçiminde, arası boş. Üstü ise daha küçük yarım yuvarlak biçiminde tıraşlanmış. Yeşil çimenler üzerinde yuvarlak küme çiçek, ortasında kırmızı mor bordo renginde yapraklı bitki ile süslenmiş.

İskenderun demir çelik fabrikasında müdür olarak çalışan kuzenim hepimizi sakin bir restorana götürüyor. Akşam yemeğini ailecek yiyoruz.

Ertesi gün kuzenim beni fabrikalara götürüyor. Yollar temiz, palmiye ağaçları sıralanmış yol kıyısında. Yeşil çimenler sürekli biçiliyor. Resimi arabanın içinden çekiyorum giderken. Yol düz, ufukta fabrika bacaları görünmeye başladı.

Fabrikalara iyice yaklaşınca gaz kokuları ve gürültüler gelmeye başladı.

Kuzenim ilk önce bürosuna götürüyor beni. Yapması gereken işleri, imzalaması gereken evrakları ve talimatlarını yardımcılarına verdikten sonra arabası ile kompleksin içinde olan fabrikaları gezdirmeye başlıyor. Kok fabrikası ve demir cevherini eritmek için geçen işlemleri anlatıyor. Fabrikalarda bir çok ünite var, her yer kömür tozu ve gürültü içinde. Kuzenim ulaştırma müdürü. Fabrikalarda kullanılan tüm tekerlekli araçlar ve trenler onun sorumluluğunda. Fabrikaların gezisi bittikten sonra beni fabrika sınırları içinde olan bir binaya götürdü. Bina iki katlı, dışı sıvalı, çatısı döküntülüydü. Kuzenim bu binanın geçmiş yıllarda gümrük binası olduğunu söyledi.

Kısaca tarihte gelişen olaylar şöyle olmuştur;

Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Hatay ( İskenderun Sancağı ) Fransa ile yapılan 1921 Ankara Antlaşmasıyla Türkiye sınırları dışında kalmıştı. Bölge Suriye ile birlikte Fransız mandası altına girmişti. Ancak Türkiye Hatay’daki Türklerin haklarının korunması ve bölgeye özerklik verilmesi ile ilgili bazı maddeleri antlaşmaya eklemişti. Ankara Antlaşmasına göre bölgede özerk bir yönetim kurulacaktı. Türk kültürünün gelişmesi için her türlü imkan oluşturulacak ve Türkçe resmi bir niteliğe sahip olacaktı.

1920’li yıllarda Hatay ve çevresinin yönetimini idari olarak Suriye’den ayırmaya başlayan Fransa’ya Suriye’den ciddi tepkiler geldi. Buna rağmen Fransa, Hatay ve çevresini Kuzey Suriye Hükümeti olarak Milletler Cemiyetinde tescil ettirdi. Böylece İskenderun Sancağının özerkliği uluslararası alanda kabul edilmiş oldu.

Fransa 1935 yılında Suriye ve Lübnan üzerindeki mandasını kaldırdı. 9 Kasım 1936’da Suriye ile bir antlaşma yapan Fransa İskenderun dahil bölgedeki tüm haklarını Suriye hükümetine devretti. Türkiye bu durumu tepkiyle karşılayarak, Ankara antlaşmasının ihlal edildiğini ifade etti ve bu devir antlaşmasını tanımadığını ilan etti. Fransa’ya diplomatik yoldan konunun çözülmesini önerdi. Fransa bu teklifi reddetti. Ancak kısa bir süre sonra görüşmeye açık olduğunu ifade ederek diplomatik kanalları açtı. Fransa’nın tavır değiştirmesinde Almanya ve İtalya’daki totaliter yönetimlerin Avrupa’yı tehdit etmesi önemli rol oynamıştır. Fransa Türkiye’nin dostluğunun İskenderun’dan önemli olduğunu anlamaya başlamıştır. Bu gelişmeler üzerine 9 Ekim 1936 tarihinde Türkiye Fransa’ya bir nota vererek İskenderun’un da Suriye ve Lübnan gibi bağımsız bir devlet olması gerektiğini bildirdi. Bu durum üzerine konu Milletler Cemiyetine götürüldü. Milletler cemiyetinde İskenderun ve Antakya iç işlerinde tam bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı özerk bir devlet olduğu kabul edildi.

Fransa Milletler Cemiyetinin bu kararının uygulamasını ağırdan alınca Türkiye Hatay sınırına asker yığarak kararlılığını gösterdi. Bu durum üzerine Fransa Hatay ile ilgili tavrını yumuşatarak Hatay’daki valisini çekerek yerine bir Türk vali atadı. Daha sonra iki ülke arasında anlaşma yapılarak Hatay’ın toprak bütünlüğü ve siyasi statüsünün ortaklaşa korunması kararlaştırıldı ve bu çerçevede 5 Temmuz 1938de Türk askeri Hataya girdi.

Ağustos 1938’de Türkiye ile Fransa’nın gözetimi altında Hatay Meclisi seçimleri yapıldı. 1938 Eylül’ünde ise Sancak Meclisi ilk toplantısını yaparak Hatay Cumhuriyetini ilan etti. Bu sırada Avrupa’da Nazi tehdidi artmaktaydı. Fransa Hatay’daki askerlerini çekerek bölgeyi Türkiye’ye bıraktı. Bu durum üzerine 23 Haziran 1939 tarihinde Hatay Meclisi oy birliği ile aldığı bir karar ile Türkiye’ye katıldı. Aynı gün Fransa ile bir antlaşma yapıldı. Fransa Hatay’ın Türkiye’ye bağlı olduğunu kabul etti.

Kaynak: http://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/118849/hatay-nasil-turkiyeye-katildi

O zamanlarda bu bina gümrük kapısı olarak kullanılıyordu.

2 Katlı gümrük binası, 4 pencere ve üst kata çıkan merdiven ve giriş kapısı. Öbür yan cephede üst ve alt katta dörder pencere. Bina terk edildiği için pencere ve kapılar yok. Çatısı kiremitli, saçakları dağılmak üzere. Önümüzde tren yolu geçiyor. Elektrikli tren kablosunu tutan beton direk, sarkan elektrik  telleri. Daha önde beton direk normal elektrik direği. Etrafı çalılar ve ağaçlar kaplamış durumda.

Akşam üzeri saat 17:00 civarı okul dönüşü. Servisler çocukları evlerine bıraktı ve her akşam futbol oynamak için formalarını giymeye başladılar. Evin arka kısmında bekliyorum çocukların gelmesini.

Çocukların okulda yarış atı gibi eğitim görmelerinden dolayı biriken enerjiyi ancak topu önüne katarak koşturunca atabiliyor. Dersler, kitaplar, kalem, silgi, öğretmen, kara tahta, ders başlangıç zili, verilen ödevler, alınan ders notları hepsi geride kalıyor. Hiç bir şey umurlarında değil, sadece topun peşinden çılgınca koşmak. Topa ayağı değmek bütün düşüncesi. Hele bir de gol atınca sevinçten havalara uçmaları yok mu. Dünyalar çocukların oluyor.

Abe şair,
bizim de bir çift sözümüz var
                                      «aşka dair.»
O meretten biz de çakarız
                                    biraz..

Deli çığlıklar atıp avaz avaz
      burnumun dibinden gelip geçti yaz
                               sarı
                                  tahta vagonları
                                       ter, tütün ve ot kokan
                                                           bir tren gibi.
Halbuki ben
      istiyordum ki gelsin o
          kırmızı bakır bakracında bana
                              sıcak süt getiren gibi…
Fakat neylersin,
          yaz böyle gelmedi,
                yaz böyle gelmiyor,
                     böyle gelmiyor, hay anasını… şey!..

EEEEEEEEEY…
     kızım, annem, karım, kardeşim
                                                  sen
                          başında güneşler esen
                              altın gözlü çocuk,
                                  altın gözlü çocuğum benim;
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
                                               getiremedim
                                                                 sana!
Ne haltedek,
      dostların karnı açtı
                           kıydık menekşe parasına!

Nazım Hikmet RAN

Çocuklarla top oynuyoruz.

Düşüyor, kalkıyor tekrar topun peşinde çılgınca koşmaya başlıyorlar. Hiç birisi halinden şikayetçi değil. Yere düşünce canları acımıyor, çünkü mutlular. Mutlu olmak için basit bir şey yapmak yeterli. O da topun peşinde koşturmak. Tüm çocukları kontrol ederek hepsinin gol atmasını sağlıyorum ve sevinçlerine hep birlikte bağırarak ortak oluyorum. Benim onlarla beraber top oynamam hoşlarına gitmişti ve fena alışmışlardı. Bakalım gidince ne yapacaklar bensiz. Özleyeceklerini biliyorum ama eve dönmem gerek. Çocukların hepsinin anne ve babası kendileriyle bu kadar ilgilendiklerini sanmıyorum. Hele böyle top oynamalarını hiç tahmin bile edemiyorum. Çocuklar çiçektir, onları büyütürken ilgilenmek ister, kırmak, üzmek olmaz. Çocuklarla oynamamak, onları dinlememek içlerinde derin travmalar bırakabilir farkında olmadan. Çocukluk dönemleri çabuk geçer ve farkında olmadan büyüdüklerini görürsünüz. Ama iş işten geçmiştir. Çocuk ruhunu kaybeder ve sürekli stres altında çalışıp sürüye katılır. Çocukluğunu kimse kaybetmemeli. Yoksa çabuk yaşlanırlar ve hayatta mutlu olmazlar. Oysa çocuklar en mutlu olanlardır ve bu ruhu kaybetmeyenler her zaman mutlu yaşarlar ömür boyu.

Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Üç taş, üç cam olmalıydı hayat.
En büyük kavgamız gazoz kapağından çıkmalıydı
ve en büyük acımız
öğretmenimizin başka şehre tayini olmalıydı.
Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Büyümeğe özenmeliydik büyümeden…
İnsan dediğin,
yürüdükçe yorulan, yoruldukça ağlayan bir taş değil mi?
Çözmesi zor değil.
Sen ansın, yaşanan zaman…

 Erhan Güleryüz

Akşam yemeğimi yedikten sonra yeğenim bisikletimi ve eşyalarımı araba ile otobüs yazıhanesine bıraktı. Biletimi önceden aldığım için rahatım. Otobüs geldi, bagajda kendime bir yer bularak bisikletimi yerleştiriyorum. Her zaman olduğu gibi Kamil Koç firmasından alıyorum biletimi. Şimdiye kadar hiç sorun çıkarmadılar bana ve bisikletime. Koltuğuma oturup yayılıyorum. 14 saat sürecek yolculuğum başladı. Yolculuğumun bir kısmı kitap okuyarak bir kısmı da uyuyarak geçti. 14 saat boyunca 2 kitap bitti bile. Özlemişim otobüs yolculuğunda kitap okumayı.

Biraz da kafamda oluşan kahve olayını düşünüp durdum yol boyunca. İsmi hazırdı zaten”Urim Baba’nın Kahvesi.” Kahveyi hangi gün yapacaktım. Bisikletçi arkadaşların çoğu çalıştığı için en uygun gün olarak Cumartesi de karar kıldım. Sıra geldi yer konusuna, eve yakın bir yer olmalıydı ve kısa sürede varmalıydım kahve yapacağım yere. Artık İzmir’e varayım yer konusunda keşif yaparım artık. Öyle bir yer olmalı ki çatısı olmasın, duvarlara da gerek yor. Doğanın içinde bir yer. Bu yeri koltukta uyurken düşlerimde gördüm. Hadi hayırlısı.

Ertesi gün İzmir’e vardım, bisikletimi bagajdan çıkarıp eşyalarımı da yükledikten sonra aheste aheste kordonun yeşil çimenlerine ulaştım. Alsancak vapur iskelesini 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlamaları için süslemişlerdi. Burada Atatürk ve Türk bayrakları altında bisikletim KUZ’u çekiyorum. Beni sürekli sorunsuz taşıyor. Ödülü hak etti sanırım.

Böylece bir yolculuğumun sonuna gelmiş oldum. Gezip gördüğüm yerleri sizlere anlatarak paylaşmak bana büyük bir mutluluk veriyor. Dilim sürçtüyse affola. İyi ki varsınız, sizleri seviyorum. Sonraki turlarımda görüşmek üzere güzelliklerle

Otogardan eve kadar yaptığım yol 17 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc

 

Antalya Manavgat – Mersin Bisiklet Festivali 5. 6. 7. Gün

5 – 6 – 7 Ekim 2015 Pazartesi – Salı – Çarşamba

5. Gün 6. Gün 7. Gün

Manavgat – Mersin Gidiş Mersin Tatili

(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)

 

Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup

Gitmişti o kentten anımsamıyor artık

Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala

Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği

Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine

Korkular geçiren o kız nerededir şimdi

Sensiz olursam yaşayamam diyen

O liseli kız hangi kentte kaldı

Ve o sarışın

O afeti devran bekler mi hala

Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını

AhmetTelli

 

Öne çıkan görsel, dostum Feyyaz Alaçam, sandalyede oturmuş bana bakıyor. Arkada dağların manzarası.

Her zaman olduğu gibi Güneş doğmadan uyanıp sabah kahvesinin hazırlığını yapıyorum. Kahveyi kendime göre hazırlayıp cezveyi ocağa sürüyorum. Zamanı da bildiğimden tam güneş doğarken kahvem pişecek.

Bakır cezvem, içinde bir fincanlık kahve ocağın üstünde pişiyor.

Kahvem pişti artık güneş doğabilir.

Cezve ocağın üstünde, kahve fincanında kahve içilmeye hazır. Önümde Manavgat sakin akıyor. Güneş tepelerin altında henüz doğmamış, eli kulağında.

Bu sabah yanımda yeni tanıştığım biri var. Sevim Salkım, Eskişehir den katılıyor kendisi. Kahve içerken benim resmimi çekiyor güneş doğarken. Tanışmamız da ilginçti doğrusu. Aspendos antik tiyatro gezisinden sonra daha henüz dönüş yolunda önümde pedallayan bir kadın şarkı söylüyor durmadan. Hep şarkıların mırıltısını duyuyorum. Kendi kendime kulaklıktan dinlediği müziğin etkisiyle şarkıları mırıldanıyor diyorum. Bir süre sonra disk freninden ses gelmeye başlayınca durup neden ses yaptığını sordu. Ben de durup disk bölümüne bakıp fren balatası diske sürttüğünü görünce alyen anahtar ile ayarını yapıp sesi kestim. Böylece Sevim ile tanımış oldum. Arızayı gidermiştik ama Sevim ile daha yakın olunca her nefes alışında ses tellerinden melodiler, notalar, şarkı mırıltıları gibi sesler çıktığını duyuyorum. Sevim’e bunun nedenini sorunca geçirdiği bir hastalıktan dolayı boğazından ameliyat olmuş, ses telleri hasar görmüş. O yüzden melodi gibi ses çıkarıyor her nefes alışında. Daha sonra geçirdiği kaza sonucunda ölümden dönmüş. Uzun süre yatakta yatıp bir deri bir kemik kalmış ve sporcu azmi ile yattığı yerden çeşitli hareketlerle tekrar kilo alıp normal hayata dönmüş. Bunun sonucunda nefes darlığı da başlayınca doktorlar spor yapamazsın, bisiklete binmen doğru olmaz deseler de o bisikleti bırakmamış. Sadece yokuşlarda biraz nefes alış verişi hızlanıyor ve tatlı melodiler daha da çoğalıyor. Birlikte Manavgat’a kadar geldik ve ben hep o tatlı melodileri büyük bir zevkle dinlemiştim yol boyunca.

İşte böyle tanışmıştık Sevim Salkım ile. Hikayesi de etkilemişti beni ve kendisini taktir ettim bu büyük azmi için.

Yüzümü güneşe dönmüşüm taburem de oturup. Elimde kahve fincanı tam da yeni doğmuş güneşin altında. İlk ışıklarını kahve fincanıma vuruyor. Güneşten geçen bir ışık hüzmesi fincanımdan geçip yere kadar ulaşıyor. Güneşin doğuşunu kahve içerek izliyorum. Sırtımda uzun kollu forma, bisiklet dişli çarkları desenli doçek forması. Kırmızı renkte ağırlıklı. Yanımda kahve takımı ve su şişem.

Beraber kahvelerimizi içtik gün doğumunda Yeşim ile beraber, kendisi çekilmek istemedi sadece benim resmimi çekmekle yetindi. Bu güzel resimler için kendisine teşekkür ederim. Tabi bu arada her nefeste melodileri dinlemek bir başka.

Güneş tepelerden kurtulup gök yüzünde yükselmeye başladı.

Festival bitti, bu sabah kahvaltı yok o yüzden kahvemi içtikten sonra eşyalarımı ve çadırımı toparladım. Sadece uzatma kablomun başlangıcında bulunan çoklu priz ortadan kaybolmuştu, artık yapacak bir şey yok. Sağlık olsun diyorum. Arkadaşlarla ve festivali düzenleyip beni davet eden Işıl Tutucu, Adnan Tutucu, Ceyhun Altın, Mustafa Sayan, Mehmet Ali Akyüz, Halil Şenel, Yıldız Güneş Güder, Emel Topaloğlu, Cem Yarımbıyık, Emel Müftüoğlu Türkücü dostum Nevzat Özdemir, Gültekin Yıldız ve adını anımsayamadığım arkadaşlara teşekkür edip kamp alanından otobüs garajına gittim. Garaj yakındı, garajda sabah kahvaltısını gevrek peynir ve çay ile yaptım. Sonra Mersine gidecek otobüslere baktım. Her zaman tercih ettiğim otobüs firması Kamil Koç akşama otobüsü varmış. Araya sora Akdeniz denen bir firmanın otobüsü sabah olunca biletimi ondan aldım. Peronunda bagaj çantalarımı ve ön tekerleğimi sökerek beklemeye başladım. Benle beraber Edirne den İlhan Balkan da Mersin’e gidecek, onunla beraberim bu yolculukta. Otobüs geldi perona yanaştı.

İki bisikletin ön tekerleği sökük, eşyalar yanında. Perona otobüs yanaşıyor.

Bisikletçiler hep sorun yaşar, ben şimdiye kadar pek yaşamadım ama bu gün bu firmanın muavini ile yaşamaya başladım. Adam resmen 20 TL istedi yoksa almam diye diretti. Tartışmanın sonunda yapacak bir şey olmadığı için mecburen kabul ettik. Arabanın plakasının resmini de çektim. Maliyeye şikayet edeceğim, benden ücret aldılar ve karşılığında fiş fatura kesmediler diye.

Otobüs firmasının ismi Güney Akdeniz yazısı ve plakası 31 AKT 01

Böylece yolculuğa sıkıntılı başlamış oldum. Otobüs sahil yolundan Mersine gitti, Gazipaşa dan sonra yol gerçekten dar, tehlikeli ve çok inişli çıkışlı olduğunu gördüm. İlkbahar sonunda Mersin’e giderken iyi ki bu yoldan gitmemişim. Akşama doğru Mersin garajına indik. İlhan Balkan kamp yeri olan Erdemli Kumkuyu’ya gidecek. Ben ise henüz erken diyerek dostum Feyyaz’ın yanına gideceğim. İlhan Balkan ile festivalde görüşürüz diye şimdilik vedalaşıyorum. Feyyaz’ın evinin adresi var. Navigasyonda adresi girince bana gideceğim yolu hemen çiziverdi. Ara sıra haritaya bakıp evi buluyorum. Dostumu ilkbahar da görmüştüm. Hemen hemen 4 ay geçmişti. Hasretle buluşup kucaklaştık. Bisikleti ve eşyaları evin balkonuna çıkarıp yerleştiriyoruz. Ailesi ile de buluştum bu arada. Yemek faslından sonra kahveler benden diyerek kendi ocağımda pişirip ikram ediyorum ev halkına.

Evin balkonundan sokak ve fazla çok katlı binalar. İki demir direk baz istasyonu cep telefonları için. Sağ tarafta tenis kortu, kimileri tenis topu oynuyor karşılıklı.

İyi bir gecenin ve dost ile tekrar karşılaşmanın verdiği mutlulukla  iyi bir uykunun ardından sabah her zaman olduğu gibi güneş doğmadan kalkıp balkonda güneşin doğuşunu apartmanların arasından hissetmeye çalıştım. Hava parçalı bulutlu, sonrasında yağmur geçişi beton yığınlarını yıkayıp geçti. Yağmur yağarken kahvemi içiyorum. Apartman aralarındaki bir kaç ağacın yeşilliği bana yetti.

Sokaktan geçen arabalar, yerler yağmurdan ıslanmış. Apartmanlar ve karşı apartmanda sarmaşık duvara tırmanmış. Giderek cepheyi kaplamış yeşil yapraklarıyla.

Ev halkı ve dostum Feyyaz uyandıktan sonra hep birlikte kahvaltıyı yaptık sohbet eşliğinde. Bu gün dostum beni yine Toros dağlarına götürmeye karar verdi. Bu kez değişik bir yere gidecektik. Annesinin kasabası olan Gözne’ye. Ama Gözne olmadı maalesef. Onun yerine Gözne’nin daha yukarılarında bulunan yangın gözetleme kulesine Dost ile götürdü. Dost hiç itiraz etmeden bizi zirvelere çıkardı. İlkbahar da yaşadığı yağ pompası arızasından sonra motor kısmen yenilenmiş  çalışması gayet iyi. Bulunduğumuz yer dağın burun şeklinde uzantısının ucundayız.

Dostum şair Feyyaz Fernando katlanır koltuğuna oturmuş, bacak bacak üstüne atarak bana poz verdi. Ben de resmini çekiyorum ardında sıra dağların uzak görünümüyle. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Katlanır sandalyelerimizi açıp oturarak birbirimize anlatacağımız hikayeler yavaş yavaş dökülmeye başladı. Açık hava, bol oksijenli temiz havada düşüncelerimiz duru olarak ne çok anlatacaklarımız varmış. Sadece bir hikayesini anlatmadı bana. Sonradan yaptığı sürprizden sonra ağzından sürprizi bozacak kelimeleri kaçırmamak için kendisini zor tutmuş. İyi ki de tutmuş yoksa benim aldığım en güzel hikaye anlamsız kalacaktı. Sen çok yaşa dostum.

İkimiz sandalyelerde oturmuş durumda cep telefonum ile elçek yapıyorum.

Epey yüksekteyiz ve üç tarafımızda çok aşağılarda. Kuş bakışı izliyoruz etrafı.  Geniş ve uzakları izlemek için doğal oluşmuş olan yerde boşuna yangın gözetleme yeri olarak seçilmemiş.

Önümde iki dikenli tel çekilmiş, aşağıda adını bilmediğim bir köyün minik evleri görünüyor.

Yangın gözetleme evi, bekçi yaz boyunca burada devamlı kalıyor.

İki katlı taş bina, alt kat geniş, üstte bir odalı, onun üstünde gözetleme terası. 5 Metre boyunda beyaz boyalı bayrak direği. Rüzgardan dalgalanan Türk Bayrağı. Bekçinin arabası binanın yanında park etmiş durumda.

Bulunduğum yerden etrafın resmini çekiyorum. Dağlar tepeler ufukta sıralanmış, bulutlar da rüzgara göre devinim içinde. Her an yağmur yağabilir.

Diğer yanımın da resmini çekiyorum. Tepeler sıralanmış. Buluttan bir parça aralık bulmuş güneş hüzmesi bize doğru demet halinde vuruyor.

Sol tarafımızda yangın kulesinden daha yüksek tepe var. Sık olmayan ağaçlar serpilmiş. Bu tarafta bulut pek yok, hava açık.

Bulunduğumuz yere yakın olan yerler sık ağaçlar orman oluşturmuş.

Dostum güzel insan olunca Toros dağlarının en güzel yerlerini seçmiş. Zaten bir şairden başka ne beklenebilir ki? İlham perisi buralarda dolaşıyor. Geniş ufuklara bakarken ilham perilerini görmemek imkansız gibi. Düşünecek zaman çok böyle yerlerde. Zaman da durmuş sanki, geçmek bilmiyor. Domates fidanı ne zaman büyümüş, çiçek açmış. Güneşten aldığı ışıkla ne zaman olgunlaşıp kızarmış belli değil. Domatese göre zaman çabuk geçmiş kısa ömründe. Şair ise mevsimleri yaşamış sanki bunları düşüncelerinde canlandırıyor.

Yangın kulesi tam bir burun ve üstü düzlük bir alan. Düzlüğün kenarları dik bir yamaç. Tehlikeye önlem olarak dikenli tel ile çevrilmiş durumda. Dikenli telin dibinde domates dikilmiş. Sonbahara girdiğimiz bu günlerde domates fidanı artık son ürünü pişirip kızartmış. Çiçek açmaya niyeti yok, yapraklarının çoğu kurumuş.

Sedir ağaçları koyu yeşil rengi ile sert kış şartlarına uyum sağlamış. Tohumlarını saklayan mor renkli kozalakları artık etrafa saçılıp yeni fidanlar oluşturacak.

Akşama kadar sohbet ediyorum Feyyaz ile. Akşam henüz hava kararmadan yangın gözetleme tepesinden Gözne’ye inip Gözne’yi ve uzaklarda hayal meyal görünen Mersin’i seyredeceğimiz park ve mesire yerinde oturuyoruz. Aşağılarda bulutlar bazen inip yağmur olarak yağıyor. Biz bulutlardan biraz yukarılardayız sanki.

Mersin’i tamamen bulutlar kaplamış iyi bir yağmur yağdığı belli. Aşağıda Gözne kasabasının evleri.

Hava karardı, Gözne manzarasını seyrederek ev yapımı Balkan rakısının şişesi yanımızda arada birer tek atıyoruz. Şişeyi İlkbaharda 1450 kilometre taşıyıp dostuma hediye etmiştim. Şişe değerli olunca dostum Feyyaz özel günlerde ve benim bir daha gelmemi beklediğinden azar azar içiyor. Tekrar buluşmamızın şerefine rakı şişesinin fa büyüklüğündeki kapağı ile sırayla kaldırıyoruz yozlaşmış dünyanın şerefine.

Aşağıda kasabanın ışıkları, daha da aşağıda Mersin şehrinin daha yoğun ışıkları göz kamaştırıyor.

Şehirlerin pisliğini yıkayan yağmurların insanların kötülüklerini de temizlenmesini umarak fa notası büyüklüğündeki kapaktan boğazımızı yakan alkol bir umut oluyor.

Karanlıkta bulutlar görünmüyor ama büyük bir devinim içinde olduklarını arada çakan şimşeklerin mavi ışıklarından görebiliyorum.

Gecenin karanlığında Zeus’un yıldırımları şimşek hızıyla bulutları aydınlatırken biz de buna karşılık avazımızın çıktığı kadar naralar atıyoruz. Kimin sesi daha çok çıkacak diye yıldırımları gürültüsüyle yarışıyoruz. Naralarımızı duyan var mı yok mu umurumuzda değil. O kadar bağırıyoruz ki yıldırımlar kendini bizden saklıyor. Sadece bulutların ardından ışıkların yansıması görünüyor.

İsyan değil bizimkisi, daha zamanı değil. Haykırışımız bulutlara, ilerde bize lazım olacak hecelere yüksek perdede buluta yükleyerek saklaması için. Zamanı gelince bulutlar haykıracak naralarımızı. Özgürlük, barış ve güzel bir dünya için.

“İstemem başımın üstünde dam,

Tabiat odam”

A. Kutsi Tecer

Gökyüzü ile karşılıklı atışmalardan sonra ortalık sakinleşiyor. Bulutlar yükünü boşaltmış yükselip gidiyor. Mersin yıkanmış paklanmış ışıkları ile bize kendini gösteriyor. Böylece ruhumuz da temizlenmiş oluyor üzerimize yağmur yağmasa da.

Gecenin ilerlemiş saatinde Mersine eve geliyoruz. Uykuyu bekletmeden yatağa girmeli. Ertesi gün Mersin’in meşhur yemeği “Tantuni” yemek için Mersin de meşhur olmayan lezzetli tantuni yapan bir yerde afiyetle yiyoruz. Bu akşam hava kararmadan Erdemli’ye kamp yerine varmalıyım. O yüzden eve gelip eşyalarımı hazırladıktan sonra bisikletimi aşağı indirip eşyaları yükledim. Dostum Feyyaz ve ailesi ile vedalaşıp yola çıkıyorum. Haritaya baktım 46 Kilometre civarı bir yolum var ve Mersin sahil yolu beni epey ileriden ana yola kadar götürecek. Yolun yarısı sahilden gidiyor. Evden yola çıkınca ilk önce sahili buluyorum.

Akdeniz ağacı olduğu belli olan geniş bir alanı gölgede bırakmış 6 – 7 ağaç sık dalları ve yeşil yaprakları ile muhteşem. Sıcak Akdeniz ikliminde bu ağaçların gölgesinde serin oturulacağı kesin.

Şöyle Akdeniz’i göreyim dedim, görmez olaydım. Resmen künklerden denize lağım akıyor ve pis bir koku burnumun direğini kıracak neredeyse. Bu manzara Mersine hiç yakışmamış. Yazık….

İnsanların ilgisini çekmek için sahil boyunca belediye savaş silahları ve araçları koymuş. Bunlardan birisi bir tane top, ne de olsa Türk’üz ve askerlikten başka bir sanat ta bilmeyiz. İnsanları öldürmek için top yeşile boyanmış.

Başka bir yerde savaş uçağı, yukarılardan insanların kafalarına bombalar yağdıran uçak.

Yakınlarda ise bir savaş gemisi, artık nasıl bir öldürme aracı olduğunu siz tahmin edin.

Sahil yolundan keyfime göre fazla basmadan aheste aheste akşamı ettim. Güneş dağların ardında kaybolmaya yüz tuttuğunda durup izliyorum.

Sağımda küçük bir sedir ağacı, solda iki uzun kavak. Dere olduğunu tahmin ettiğim çalılıkların örttüğü bir alan ve Güneşin son ışıkları tepeden kaybolurken köyün camisinin minaresine vuruyor.

Sadece bir kez mola verdim yol kıyısında bir kahvede. Akşam hava kararırken kamp alanını bulup giriş yapıyorum. Benden önce gelenler olmuş. Girişte festivalin afişi gözüme çarpıyor ilk önce. “Mersin Bisiklet Festivaline HOŞ GELDİNİZ” Ben de hoş bulduk diyorum.

Kendime iyi bir yer seçip çadırımı kurdum, Tanıyanlar hoş geldin diyor. Yeni kişilerle tanışıyorum. Festivali düzenleyen Zerrin Aslantaş ve ekibinle merhabalaşıp kaydımı yaptırdım.

Festivali düzenleyenlerin ana çadırı. Palmiye, güneş ve deniz çizilmiş bir afiş ağaca asılmış. Aynı ağaca asılmış bir bisiklet. Bisikletin ön tekerine vuran mor ışık hüzmesi. Çadırlar yeşil yeşil kurulmuş yan yana.

Eski dostlar ve yeni dostlarla oturup sohbet ediyoruz masalarda. Güzel bir festival olacağına eminim. Ortam ve dostlar güzel, sohbette anlaşılıyor. Fazla geç olmadan arkadaşlardan izin isteyip çadırıma çekilip yatıyorum.

Bu gün yaptığım yol yaklaşık 47 Kilometre civarı.

Yaptığım yolun haritası aşağıda

Powered by Wikiloc