Etiket arşivi: urgan

Suyun Kaynağına Yolculuk Küçük Menderes 2. Gün

 

26 Nisan 2016 Salı

Tire – Beydağ

(Görme Engelli arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır.)

 

İstese de kalamazdı vakti gelince

Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda

Yürek burkulması ve hüzün ve keder

Aralıksız doldururdu acıların bohçasını

Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği

İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi

Ay bile soğuktur o zaman

Bir buz parçasıdır

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara

Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler
Ahmet Telli

 

Öne çıkan görsel, 1 Metrelik setten dökülen Küçük menderes nehri. Kıyılarını ot bürümüş, solda sıra halinde zeytin ağaçları.

Güzel bir günün sabahında uyanıyorum, çadırda uyumanın alışkanlığı kapalı yerde uyumaya benzemiyor. Etrafta rüzgar sesi, dal çıtırtısı, kuş sesi olmadan daha derin uykuya dalmanın keyfiyle kalkıyorum. Diğer arkadaşlar da yavaş yavaş kalkıp uyanmaya başladı. Yerde yatan arkadaşlar.

Yeni bir güne başlamanın heyecanı ile hemen eşyalarımı toparlayıp kıytırığa yüklemeye başladım. Arkadaşların hepsi uyandı ve onlar da eşyalarını toparlayıp bisikletlere yüklemeye başladı. Çadır kurmayınca öyle pek dağılmadık. O yüzden daha çabuk toparlanıp hazır hale geldik. Sabah kahvaltısını yine ev sahibi olarak Birol Önal getirecek. Böyle ev sahibine can kurban. Erkenden kalkıp kahvaltılık malzemelerini getirdikten sonra spor salonunun mutfak bölümünde çayı demledik. Hep birlikte neşe içinde kahvaltımızı yaparak bir güzel karnımızı doyurduk. Sevgili arkadaşımız Birol Önal’a tekrar çok teşekkürler. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı.

Artık hazır sayılırız, bizleri ağırlayan Tire belediyesinin spor müdürünü beklemeye başladık. Beklerken de salonun güvenlik görevlisi ile dışarıdaki masada oturup çay içtik.

Muşamba kaplı masa yanında iki sandalyeye oturmuş olarak güvenlik görevlisi ile poz veriyorum. Resmin üst kısmında sarı çerçeveli 4 pencerenin altı görünüyor. Sabahın serinliğinden üzerimde deri ceket var.

Aysel aramızdan ayrılacağı için vedalaşıyoruz. Üç kadın, Sevil, Aysel ve Figen resim çekiliyorlar.

Salon dışında bisikletleri yola çıkarmaya hazırlıyoruz.

Sevgili bisikletçi arkadaşımız Tireli Birol Önal. Ev sahibi olarak bizleri çok iyi ağırladı. Kendisine tekrar teşekkür ederek beraber resim çekiliyoruz yan yana. Birol’un üzerinde mavi bir yelek, koyu vişne tişort giymiş. Boynunda yakın gözlüklerini asmış durumda. Bıyıklı, saçlarını arkaya taramış. Benim üzerimde vişne rengi özel baskılı Az Bilinen Antik Kentler Turu yazılı tişortum. Başımda yeşil renkli buf. Arkamızda yol, park ve ağaçlar. Daha arkada beşer katlı apartmanlar.

Şimdi de yanıma sevgili Huysuz ihtiyarı alıyorum. Şerif Kılavuz ile tanışmamız çok uzun olmasa da çok iyi dostluğum var. Geçen yıl kalbine pil takıldı ama bu turu yapacak gücü olmadığından aramızdan ayrılacak. Aslında bu tura katılmak için çok hevesliydi, Suyun kaynağına yolculuk turu fikri oluştuktan sonra hazırlık yapmıştı aylar boyunca. Ama kalbi bizimle olmasına rağmen pil de olsa dayanacak gücü yok. Ne kadar üzülsem de Huysuz ihtiyarın sağlığı daha önemli benim için. Başka Şerif Kılavuz yok. Bisikletini Birol arabası ile ileride İzmir’e getirecek. Kendisi bu gün dolmuşa binip evine gidecek.

Beraber resim çekiliyoruz, Huysuz ihtiyar şapkasını takmış başına. Üzerinde güneş gözlüğü siperliğin. Üzerine polar siyah bir ceket. Ceketin sol üst köşesinde Ay Yıldız bayrağı kondurulmuş. Saçları ve sakalı uzamış durumda. Gülerek poz veriyoruz kameraya.

Aramızdan ayrılması gereken biri daha var Aysel Ataş. Az Bilinen Antik Kentler Turunda beraberdik. Suyun kaynağına yolculuk turuna da bizlerle devam edecekti ama acilen gitmesi gerektiğinden İzmir’e dönecek. Kendisini yıllarca tanırım, bisiklet konusunda elinden geleni yapmakta. CAT yani Cuma Akşamı Bisikletçileri derneğinin yönetiminde aktif olarak yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye bisiklet federasyonunda tek bayan olarak yönetim kurulunda bizleri temsil ediyor. Aramızda olduğu için teşekkür ediyorum kendisine.

Başında siperli şapkası, üzerinde CAT İzmir pedallarımın altında forması ile beraber resim çekiliyoruz.

Tire belediyesinin spor müdürü ve spor hocaları gelince tanışıp sohbet ediyoruz. Turumuzun amacını kısaca anlatıp bizleri misafir ettikleri için teşekkürlerimizi bildiriyoruz. Sonrasında binanın giriş merdivenlerinde kimisi ayakta kimisi merdiven basamağına oturup poz veriyorlar bana. Ben de resimlerini çekiyorum. Toplam 21 kişi kadraja sığdırdım kıytırığın çubuklarındaki Türk bayrağımla beraber.

Spor salonundan ayrılıp Birol Önal’ın güvenli bir deposuna bisikletleri bırakıp kilitledik. Bu gün günlerden Salı ve Tire’nin pazarı bu gün kuruluyor. Daha önce pazarın kurulduğu güne denk gelmemiştim. Şansımıza turumuzun 2. gününe pazar denk geldi. Tire’nin Salı pazarını gezeceğiz. Tam pazara geldik Tire belediyesinin her sokak başında bulunan hoparlörlerden Ahilik nasihati okunmaya başladı.

Ahilik Nasihatı

“Harama bakma,

haram yeme, haram içme.

Doğru, sabırlı, dayanıklı ol.

Yalan Söyleme.

Büyüklerden önce söze başlama.

Kimseyi kandırma.

Kanaatkar ol,

dünya malına tamah etme,

yanlış ölçme , eksik tartma.

Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini ,

hiddetli iken yumuşak davranmasını bil.

Kendin muhtaç iken bile

başkalarına verecek kadar

cömert ol.”

İzmir esnaf ve sanatkarları odalar birliği armalı Ahilik Nasihati çerçeve yapılıp duvara asılmış.

Ahi Teşkilatının kurucusu Ahi Evran’dır. Ahi Evran’ın Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğduğunu asıl adı Nasirud-din Ebül-hakayık Mahmut El Hoy dur. Eğitimini tamamlayıp 1205 yılında Kayseri’ye gelerek deri dükkanı açmış. Aldığı iyi ahlaklı eğitimini zanaatı ile birleştirerek kendisi gibi esnafları örgütleyerek sivil topluk kuruluşu olarak Ahi’lik teşkilatını kurmuştur. Ahilik geleneği günümüzde de devam etmektedir. Bunun örneklerinden birisi olan eski mesleklerden Keçeci dükkanına giriyoruz hep birlikte.

Dörder kanatlı kapılı, iki bölüm olarak yapılmış ahşap kapı. Üst tarafı sabit çerçeveli buzlu camlı bölme. Alt taraftaki kapılar düz camlı. Askılara asılmış renkli örnekleri ile keçeler.

Keçe yapım ustası yerde dizleri üzerinde önündeki keçeye renkli desenler vermeye çalışıyor. Çalışırken de bizlere keçe hakkında bilgi de veriyor bu arada. Bizler de etrafında oturmuş onu dinliyoruz. Dükkanın içinde mafsallı makine, kenarlarda raflar. Raflarda renk renk boyalı keçe demetleri. Makinenin önünde rulo yapılmış keçe halı. Desenleme işi bitmiş, işi bitmiş makine de dövülmeyi bekliyor.

Keçe Yapımı

Hayvansal liflerden, genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur. Türk el sanatlarının en eski tekniklerden biri olan tepme keçecilik Orta Asya’dan 11. yüzyılda batıya göç eden Türkler tarafından diğer sanatlarla birlikte Anadolu’ya gelerek, günümüze kadar ulaşmıştır.

Türkçe’de, keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin, geçme-geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir.

Tepme keçe veya fabrikasyon olarak üretimi yapılan keçe yapımında, koyun yünü dışında tavşan yünü, deve yünü, tiftik ve keçi kılı kullanılmaktadır.

Yünün elle veya makinelerle atılarak, genellikle doğal yün renginin (beyaz, siyah, kahverengi) zeminde kullanıldığı, desenlerin ise sentetik boyalarla renklendirilen keçeler ile oluşturulduğu görülmektedir. Desenlerde çoğunlukla geometrik bezemelerle birlikte figürlü, doğadan stilize motifler de kullanılmaktadır.

Anadolu’da ki atölyelerde yörelere özgü desen, renk, motiflerle bezenen desenli veya desensiz olarak üretilen bu ürünlerin geçmişte kullanım yerleri ise benzer üretimlerle; yaygı, yolluk, seccade, yastık, eğer örtüleri, çadır, ev eşyası yapıldığı gibi kepenek, yelek, çizme, çorap, patik vb. giyim eşyası da yapılmaktadır.

Keçe yapımında, hammaddenin yeterli olmasına rağmen yoğun emek ve zaman harcayarak ürünler yapılmaktadır. Geçmiş dönemlere göre, keçenin kullanıldığı alanların sınırlı olması sebebiyle, Anadolu’da ki üretim atölyelerinin azaldığı bilinmektedir. Keçe Yapım atölyeleri, Afyon, Şanlıurfa, Konya, Balıkesir, İzmir, Kars, Erzurum’da daha yoğun olmak üzere birkaç ilde az da olsa hala devam etmektedir.

Günümüzde, modern evlerimizin süsü olarak da kullanılan keçe yapımında; yün önce temizlenir, rengine göre toplanır, ditme işleminden sonra hallaç tarafından tel tel ayrılır. Gerekli renk ve motifler hazırlandıktan sonra kalıplama verilen keçede kökboyası kullanılır. Kalıba dökülen keçe düzgünce dürülür, bir uçtan bir uca keçelere sarılır ve 3-4 kişi tarafından 30-40 dakika tepilerek dövülür. “Ten ile yoğrulmuş yün hamuru” denilen keçe, sabahtan akşama kadar tamamlanmazsa kalitesi düşer.

Keçe; yünden imal edilen bir çeşit yaygıdır. Bu yaygıyı (Keçeyi) üreten ve işleyene de “Keçeci” denir. Yüzyıllardan bu yana devam etmekte olan keçe kültürü bir tür el sanatıdır.

Her ne kadar teknolojik gelişmeler sonucu daha hızlı ve pratik fabrikasyon keçe üretimi mevcut olsa da, değerli olan el yapımı keçelerdir. Keçeler, ülkemizde hala el emeği olarak işlenmekte ve sunulmaktadır.

Türk Kültürüne Hizmet Vakfında gerçekleştirdiğimiz eğitimlerde ise, doğal yün ve işlenmiş yün bir arada kullanılarak tasarımlar yapılmaktadır.

Şal, fular, şapka, çanta, pano, ev ayakkabısı, dekoratif çiçek, yelek vb. modellerde, özellikle geleneksel motifli örnekler ağırlıklı tercih edilmekte olup, ilerleyen derslerde ise serbest tasarımlı çalışmalar yapılmaktadır. Keçe yapımı; atölye ve ev ortamında yün, zeytinyağlı sabun gibi doğal malzemelerle rahat çalışılabilen bir teknik olduğundan, öğrenciler özgün tasarımlarını, edindikleri bilgi ve beceriyle, ipek, şifon, triko vb. malzemeleri de kullanarak yapabilmektedir.

http://tkhv.org.tr/sanat-atolyeleri/kece-yapimi/

Keçe halı yapımında yere ilk önce naylon bir hasır halı seriliyor. Onun üzerine keçe olacak yünler serilip hangi desen verilecekse ilave başka renkte yünler konuyor. İşlem bittikçe başka bir naylon hasır üzerine konup rulo halinde sıkıştırılarak toplanıyor.

Resimde bir tarafta turuncu renkli yün serilmiş. Üzerine sarmaşık desenli kıvrılan yapraklı siyah renkli desen yapılmış. Desenlerin yanına da pembe renkli gül desenleri tek tek yapılıp kondurulmuş. Yanında da yeşil renkli yünler, aynı desen ve pembe güller, ama gül dallarının rengi mavi. Altta naylon hasır, yanda ise rulo olarak sarılmış duruyor. Burası da bitti mi rulo dövülmeye hazır hale gelecek.

Keçe döğme makinesi. Yanları demir iki ayak üzerinde iki mafsallı dövücü uzun ve kalın dikdörtgen demir. Mafsalların alt kısmında yay, demirde ise ayarlama için kollar konuşmuş. Keçe rulosuna baskıyı ayarlayabiliyor usta. Sağ tarafta elektrik motoru, kayışlarla başka bir kasnağı, oradan da kayışlarla mafsal milinde ki kasnağa bağlı. Mafsal mili iki tane U biçiminde mafsal yapılmış. Mafsal mili dönme hareketini aşağı – yukarı hareketine çeviriyor. Ayakların altında ise yan yana iki yuvarlak destek odunu. Rulo haline gelmiş keçe uzunlamasına buraya konuluyor. Yukarıdan inen dövme demiri vurduktan sonra yukarı kalkarken keçe rulosunu da bir taraftan çeviriyor. Çevirme işini de yukarıdaki mafsal milinin diğer tarafındaki kasnakta bakla zincir ile aşağıya kadar giderek destek silindirlerini çeviriyor.

Keçeci keçe işini anlatırken ben atölyenin diğer bölümlerine gidip inceleme yapıyorum. İçeride aletler, makineler var. Bunları incelerken bir makinenin üzerine konulmuş bir kepenek duruyor.

Keçe dövücü makinenin ayarlı yaylı mafsal kolu yakından çekişmiş resmi.

Yeşil renkli yünler düzgün biçimde naylon hasır halıya yerleştiriliyor. Dikdörtgen biçiminde kalın şerit halinde. Araları başka renk yün konulacak.

Kepenek giymiş birinin arkadan görünümü. Kim olduğu belli değil. Başlığını da kafasına geçirmiş, sanki beyaz bir hayalet gibi.

Yüzünü dönünce kepeneğin içinde beni görüyorsunuz. Kepeneği giyince olduğundan büyük görünüyorum. Başımın alından aşağısı, yüzüm ve yanda uzun saçlarım beyaz keçe üzerine dökülmüş durumda. Sadece tişörtümün az kısmı ve ayaklarım görünüyor. Ön kısımda sekizer yapraklı baklava desenli çiçek yapılmış her iki tarafa da. Dördü yeşil, dördü pembe renkte. Yanlar ve üst kısımda kenarları boydan boya kısa çubuk desenle süslenmiş. Kepenek gerçekten çok sıcak tutuyor, içinde iyice ısındım. Çobanlar boşuna giymiyor kepenek demek ki. Kepenek kolsuz, dikişsiz tüm vücudu saran kalın bir giysi.

Yünleri birbirine ilk etapta kaynaşmasını sağlayan beş çubuklu vuraç. Elle yün desenleri koyduktan sonra hafifçe vurarak dağılmadan birbirine yapışması sağlanıyor.

Rulo haline gelmiş naylon hasır halı, üzerinde beş çubuklu vuraç. Solda ise bitmek üzere olan desenli yün serilmiş.

Bundan bir yıl önce Ferdimen ile Denizli – Salda – Antalya -Mersin turuna başladım. Ben yolda gördüğüm paraları hiç bir zaman durup ta almam. Daha önceki deneyimlerimden yerde bulup aldığım paradan daha fazlasını kaybediyordum her zaman. Ferdimen ile bisiklet sürerken yolda para gördük ikimiz. Ferdimen durup parayı alarak yanında taşıdığı kesenin içine koydu. Bana da yolda bulursan al bana ver, kesenin içe koyup biriktiriyorum. Bu biriken paralarla da köylerden geçerken çocukları sevindirmek için, şekerleme, çikolata, dondurma yada gazoz alıyorum. O zaman ben de yerde gördüğüm parayı alıp cebime koymadan Ferdimen’e veriyordum. Aklıma bir yıl önceki olan bu olay gelince keçecide gördüğüm keçeden yapılma küçük ve tam aradığım para çantasını görünce satın aldım. Ferdimen bana kazandırdığı güzel alışkanlığın karşılığı için ona da bir kese alıp hediye olarak verdim. Artık bisikletle gezerken yolda gördüğüm paraları alıp bu kesede biriktireceğim. Zamanı gelince çocukları sevindirmek gerek.

Kesede sol üstte mavi renkli bir çiçek deseni ve kocaman yanakları iyice sarkmış siyah pörtlek gözlü baykuş.

Keçe dükkanının duvarında eski karo plakalarından yapılmış geometri desenli iki tablo duruyordu. Her karo değişik desenlerden oluşmuş. Karolar yan yana dört sıra halinde dizilerek güzel desenli bir çalışma ortaya çıkmış. Canım yer taşları her zaman ilgimi çekmiştir. Desenleri inanılmaz güzellikte. 19. Yüz yılda yapılmaya başlanan yer karoları avlular, balkonlar, ev içleri ve mutfaklarda bu yer taşları kullanılıyordu. Şimdi yerlerini seramik fayanslar aldı ama bu desenleri hiç veremiyor. Herhalde mat renkli oluşlarından olsa gerek bu kadar güzeller.

Yanında yine yer karo taşları var onun da resmini çekiyorum. Yer taş karolarının tarihini merak edenlere aşağıda linkini veriyorum.

http://www.karosiman.com/karosiman-karo-cini-tarihi-yer-karolari-istanbul-haber/devami/

Her ne kadar tarım makineleri modernleşip gelişse de Küçük Menderes havzası ve dağ köylerinde hala yük hayvanları kullanılıyor. Düz ovada motor kullanılıyor ama dağda ve yamaçlarda pek kullanışlı değil. O yüzden at ve eşek hem ulaşım aracı hem de yük aracı olarak kullanılmakta. Tire büyük kasaba olduğu için Salı günleri kurulan pazara gelen köylü yetiştirdiği ürünleri üçe beşe sattıktan sonra yük hayvanlarının ihtiyacı olan malzemeleri bu dükkandan alıyor. Burası semer, eyer, koşum takımları, boyunluk, ip, zincir satılan Semerci dükkanı.

Üzeri sarmaşık kaplı dükkan kapısından içerisindeki rengarenk koşum takımları, semerler, süs eşyaları görünmekte.

Tire Salı pazarında her şey görmek olası, evlerin arasında sokaklar pazar yerine dönmüş durumda. Herkesin yeri belli, kendine ayrılan yere tezgahını kurarak ürünlerini satıyor.

Sokakta pazar yeri, solda saksıda çiçek satan bir tezgah. Üzerine sokak eninde yarı geçirgen branda güneşlik olarak kapatılmış. Sağda ceviz, yeşillik satan tezgahlar. Sokağın ilerisinde pazar şemsiyeleri açık durumda. Pazar tezgahlarını dolaşan insanlar.

Yıllara meydan okuyan zanaatkarlardan yaşlı bir amca. Nalın yapıyor oturduğu tezgah başında. Tezgahı da kocaman bir ağaç kütüğü. Elinde nalıncı keseri durmadan kendine yontuyor. Hani bir deyim vardır halk arasında “Nalıncı keseri gibi kendine yontmak.” İşte o nalıncı ve keseri hala çalışmakta. Hani bazıları bir şey alırken, paylaşırken hep kendine daha çok pay eder ya arsızca. İşte durum bundan ibaret. Yok olmaya yüz tutmuş zanaatlardan birisi nalıncılık. Yanında çalışan çırak yada kalfa olmaması yaşlı ustayı derin düşüncelere salmış durumda. Belki de nalıncılığın buralardaki son temsilcisi. Usta öldükten sonra dükkanda nalın yapacak kimse kalmayınca yok olacak nalıncılık.

İki kepenkli, sadece üstte ağaç camekan var. Kapıları olmayan nalıncı dükkanı. Duvarlarda raf gibi çıtalar çakılarak ürettiği nalınları çıtalara asmış duvar boyunca. Nalınlar rengarenk boyalarla süslenmiş. İhtiyar nalıncı önünde kütük tezgahında çalışmakta. Oturduğu minderli alçak bir divan, önlüğü önünde nalınlara işlem yapıyor. Dükkanın önünde de yere tezgah açmış köylü kadını şişede zeytin yağı ve leğenlerde siyah ve yeşil zeytin satmakta. Kadın plastik meyve kasasına oturmuş, üzerinde mat ve soluk renkli elbise. Başlığı ile saçlarını örtmüş. Sanki kamuflaj elbisesi giymiş asker gibi. Baştan aşağı aynı desende soluk renkler. Arazide göremeyiz bu durumda giyinmiş kadını.

Tire kent müzesine giriyoruz hep birlikte. Müzeyi gezmeye başladık. Kare desenli tüylü halı örneği. Ortada ve kenarlarda taş baskı resimler basılmış hayvan figürleri.

Başka bir tezgahta eski çeyiz sandığına katlanıp konulmuş renkli baş örtüleri. Hepsi de işlemeli. Kapağı açık olan sandığın kapağının iç kısmına renkli pabuçlar dizilmiş 5 çift. Üst kısmına da baş örtüleri konulmuş. Sağda boncuk kolye tezgahında renkli boncuk kolyeler.

Başka bir çeyiz sandığının kapağı açılmış hali. Sandığın içinde bilezikler, renkli kolyeler, takılar. Kapakta beyaz kumaşa işlemeli baş örtüleri. Beyaz bez ayakkabılar. Kırmızı renkli iplikle dikilmiş. Ayakkabı bağcıkları da kırmızı renkte.

Biri beyaz bir kumaş üstüne sarı çiçekli, diğeri kırmızı kumaşa siyah çiçekli taş baskı örnekleri.

Zamanın ölçeklerinden bir örnek, eski dikiş makinesi ve yeni bilgisayarlı dikiş makinesi. Eski dikiş makinesinin kendi tezgahı var. Altta ayaklık ile ileri geri yaparak büyük bir kasnağı çevirerek kayış ile üst taraftaki makinenin başını kayışla döndürerek makinenin çalışmasını sağlanıyor. Yeni dikiş makinesi elektrik motoru ile çalıştığından tezgaha gerek yok. İstediğin yere koyup sadece motora hareket vereceğin pedal var o kadar.

Kibrit kutusu koleksiyonu Nuri Filiz adlı meraklı koleksiyoncu yıllarca kibrit kutularını biriktirip camekanın içine özenle yerleştirmiş. Sonra da müzeye armağan etmiş.

Camekan içinde hepsi birbirine benzemeyen rengarenk ve değişik ölçülerde kibrit kutuları.

Cam raflarda minik arabaların sergilendiği oyuncak arabalar, gıcır gıcır, rengarenk arabalar.

Başka bir kibrit koleksiyonu. Burada daha çok kibrit kutusu var ve sandık biçiminde kapaklı. Kapağın iç kısmına da kibrit kutuları konularak cam ile kapatılarak koruma altına alınmış.

Eski ağaç vestiyer, tam ortada orta boy bir ayna. Elbise asmak için üstte ve yanlarda askılıklar. Üstte süslü kadın başlıkları asılmış. Yanlara da kadın çantaları. Bir ceket yanda en alta asılmış duruyor. Orta kısımda yuvarlak bir oklava gibi askılık. Buraya da bir şemsiye ve baston asılı durumda. Yerde ön kısımda dama masası, üzerinde iki değişik transistörlü radyo. Önünde de renkli kutular. Sol tarafta arkalıksız oturak, sağ tarafta sandalye. İkisi de oturacak yerleri hasır dokunmuş.

Ahşap iki kanatlı bir kapı. Üstleri Arapça harflerine benzer desenler oyulmuş. Alt kısımlar ise bir yandan bir yana yana, aşağı oyulu paralel iki çizgi şeklinde.

Camekan içinde uzun namlulu av tüfekleri.

Eski bir tahta sandığın iç kısmı oturulacak şekilde sünger kaplanmış, arkalık ta sandığın kapağı içi süngerli döşeme kaplanarak oturulacak bir nesne yapmışlar. Rengi yeşil. Müze olunca gezenler yorulup oturmaya başlayınca uyarı yazısı döşemenin üzerine yazılmış oturulmasın diye. Yazı bir kaç dilde yazılmış.

Abdestlik yazan bakır bir imbik alt tabağı ile birlikte.

Yanlarda değişik boyutlarda üç körüğü olan, alt kısmı dar, üste doğru genişleyen boru. Her körük için çevirme kolu. Kolu çevirdikçe borudan tiz ses çıkmakta. Bu eskiden itfaiye de kullanılan siren.

Kocaman cam damacana. 50 Litrelik olan bu damacana iki sapı olan sepetin içine konulmuş. Hem dış darbelerden hem de kolayca taşınabilsin diye Bu damacana yağ saklama kabı olarak hala kullanılmakta.

Üç kişilik oturma yeri, ince işçilik ağaç işleri ile yapılı. Oturma yerleri ve arkalıkları ince çubuklarla yapılmış zarif bir sanat eseri. Oturulmasın diye uyarı yazısı buraya da konulmuş.

Ortada bakır bir mangal üstü kapaklı. Yanlarda da mavi renkli şişeli iki nargile.

Silindir uzun döküm ve tuğlalı yeşil emaye odun sobası. Sanki hiç kullanılmamış gibi parlak emaye göz kamaştırıyor. Ön kısmında sobayı yapan firmanın markası var. Perla markası ayrıca döküm yazı plakası olarak konulmuş. Alta odun konma yeri ve küllük olarak iki kapağı var. Parlatılmış nikelaj ile kaplanmış. Sobanın altında kenarları işlemeli metal altlık, maşayı koymak için kenarda destek askı ve bir maşa.

Kaziroğlu (Cazir) Cami Alemi. Minarelerin tepesine takılan Alem koruma amaçlı sökülerek bakımı yapıldıktan sonra müzede sergileniyor. Alem’in tepesinde damla içinde bir servi ağacı konulmuş. Aşağı doğru boru biçiminde sap kısmına üç tane küre dizili. Küreler aşağı indikçe büyütülmüş.

Yeşil boyalı raptiye başlı çivilerle desen yapılmış çeyiz sandığı. Sandığın kapağı kapalı. Sadece birkaç ipek ve peştemal dışarıya doğru sarkıtılmış. Sandığın yanında da küçük, ayaklı döküm odun sobası duruyor.

Döküm odun sobası derinlemesine dikdörtgen biçiminde. Üstte kapağı, boru çıkış deliği var. Altta ise ateş kapağının altında balkon  çıkıntısı yapılmış. Kül ve ateş yere düşmesin diye. Dört ayağı 25 cm yerden sobayı havaya kaldırmış.

Camlı bölmede Kuran-ı Kerim kitabı rahlede ortasından açılmış durumda. Kuran görünüşe göre çok eski, rahle de öyle.

Dolap ve çekmece tutacakları koleksiyonu cam bölme içinde sergilenmiş. Yuvarlak seramik, ortası delik renkli koleksiyon yılların birikimi olsa gerek.

Tezgahı ile birlikte dikiş makinesi. Makinenin koruyucu kapağı da yanında duruyor.

Başka bir yerde terzi dükkanında dikiş makinesi ve ütüler sergilenmiş. Ütülerin kimisi elektrikli kimisi de kömürlü. Hazır durumda bir takım elbise de elbise askısında asılmış durumda.

Dikiş makineleri, ütüler, makara kutularında renkli makara ipleri ve terzi için gerekli olan alet edevat topluca sergilenmiş.

Ö. Rasin Tekeli’ye ait terzi diploması. Diploma 1956 yılında alınmış. Yanında da terziler için fiyat tarifesi. erkek terzisine ait olan tarifede 1. Sınıf malzeme ve işçilik : 300.00 Lira, 2. Sınıf için 275.00 Lira, 3. Sınıf için 250 Lira diye ayım yapılmış. Aralarında 25 şer Lira Fark var. Yani durumuna göre malzeme ve para değişiyor.

Ayakkabıcı tamir dükkanı. Ayakkabı dikiş makinesi, örs, ayakkabı kalıpları, bir kaç ayakkabı ve aletler.

Üstü yarım yuvarlak ahşap eski bir radyo, yanında da pikap. Bir de masa vantilatörü.

Solda 48 tuşlu bir Türkçe daktilo. Q harfi ile başlayan tuşların dizilişi bazı yerlerde standartlara uymadan yerleri değiştirilmiş. Yanında ise dış kısmı döküm olan mekanik kollu hesap makinesi. Üst kısmında 10 haneli rakam yeri. Altında aşağıya doğru her rakamın altında yarıklar. Yanlarında da rakamlar yazılı. Altta sol tarafta 8 haneli rakam kısmı, solda ise 13 haneli rakam kısmı. En solda da çevirme kolu. Sağda biri eski çevirmeli telefon diğere daha da eski model çevirmeli ama mikrofon ve ahizesi ayrı olan telefon sergilenmiş.

Aynalı komodin tezgahı üzerinde gaz lambaları, eski telefonlar ve masa saatleri.

Bakır üflemeli çalgılardan iki örnek; Korno ve Kornet. Alta da küçük bir davul.

Bakır üflemeli çalgılardan Trombon, hücum borusu trompet, saksafon ve adını bilemediğim trompet türü.

Trompet, içi mavi renkli kutusu ile. Yanında kutusu içinde klarnet çok eski görünüyor. Küçük ve büyük davul.

Küçük ve büyük akordiyon kutusu içinde.

Tire hatıra resmi çekilmeden olmaz deyip siyah bez üzerine Ş – S -R harfleri ters yazılmış yeşil TİRE HATIRASI yazısı yazılmış. Yazı sarı renkli, etrafı da kırmızı boya ile daire içine alınmış Yüksek bir tabureye oturarak poz veriyor Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen. Ayağında spor ayakkabı, koyu renkli kısa pantolon. Üstünde kırmızı renkli uzun kollu tişört, başında yeşil renkli buff.

Sonra ben oturuyorum tabureye. Ayağımda mavi renkli spor ayakkabısı, açık renkli kısa pantolon. üzerimde vişne renkli ABAK tişörtü. Yeşil renkli buff boynumda, uzun saçlarım omuzlarıma sarkmış durumda.

Camekanlı, içi aynalı komodin. Üst kısmında içinde ve dışında kahve fincanları konulmuş Daha geniş alt camekanlı bölmede de geniş kahve fincanları tabakları ile beraber. Altta da ortada üç çekmece, yanlarda iki kapalı bölme.

Kocaman bir bavul, yanlamasına dik olarak kapağı açık biçimde dört ayak üzerine oturtulmuş. İçine de ikişer raf konularak değişik bir vitrin meydana gelmiş. Raflarda küçük çanaklar, yağ kandilleri, bir oyuncak araba ve oyuncak tren konulmuş. Ortada yerde ise uzun sapı olan eski kırıntıları halı üzerinde temizleyen gırgır. Elektriğin pek az kullanıldığı 70’li yıllarda her evde vardı bu gırgırlardan.

Dokumacı dükkanı ve dokumacı tezgahı, ziyaretçilerin görebilmesi için tezgahta kumaş dokunmakta. Tezgahın başında da görevli kumaş dokuyor ara sıra.

Eski model gıcır gıcır siyah renkli bir araba. Tire belediyesinin 1940 yılında kullandığı makam arabası.

Dokuma tezgahı, dokunan kumaş ve dokunup  tezgahın tahtalarına asılmış kumaşlar. Tezgahta hem yatay hem de dikine iplikler var.

Tezgahı başında incik, boncuk, anahtarlık ve süs eşyaları yapan usta ince işçilik yaparken.

Kunduracı dükkanı, tezgahta erkek bir mankeni otururken bırakılmış. Tezgahın üzerinde el aletleri, tahta ayakkabı kalıpları ve bitmiş körüklü bir çizme. Duvara da asılmış bir çift körüklü çizme sergilenmiş.

Ayakkabı dikiş makinesi ve eski tip radyo duvarda rafta duruyor. Dikiş makinesi ayakla çalışıyor. Makinenin üzerinde bir kaç tane ayakkabı konulmuş.

Semerci dükkanının vitrini. Semer ve heybeler sergilenmiş.

Saz dan üretilen pazar çantası. Bir kadın oturup bağdaş kurmuş, önünde uzun saz demeti. Elinle hasır dokuma biçiminde çanta örüyor. Ön kısmında saplı örülmüş çantalar.

Kadın keten ip örüyor elleri ile. Bir direğe ucunu bağlamış uzunca ipi bükerek urgan haline dönüştürüyor. Yerde urgan kangalları.

Pazar çantası, sepet, sandalye oturacağı sazdan yapılmış sergileniyor. İp ören kadın işçi omuzunda keten demetini asmış büke büke keteni ipe dönüştürmekte.

Semerci dükkanı, yere yakın tezgahı önünde yer minderine bağdaş kurarak oturmuş manken. Tezgahın üzerinde el aletleri. Sağ ön kısımda bitmiş semer.

su1-2-085

Bir bisikletçi olarak çocukluğumuzda küçükken bindiğimiz üç tekerlekli bisikleti görünce seviniyorum. Bir an çocukluğuma dönüyorum. O yıllarda para değerliydi ve bisiklet fiyatları el yakıyordu. Sadece bayramlarda bisikletçilerin kiraladığı bisikletlere para karşılığı binebiliyorduk. Bayram harçlıklarını biriktirip bisiklet kiralamaya giderdim. 25 Kuruş ile 500 metre mesafeyi üç tur atarak sürüyordum. Resimdeki biraz büyükçe üç tekerlekli bir bisiklet vardı kiralayıcı da. İlk bindiğim bisikletin aynısıydı. O zamanlarda ne kadar seviniyordum bisiklete binerken. Çocukken de şimdi de bisiklete binmek arasında hiç bir fark yok. Çocukluğunu kaybetmedikten sonra.

Yan yana biri küçük biri büyük iki bisiklet. Arkada ise bebek sepeti.

Semerci, önündeki alçak masada aletleriyle semer yapan erkek manken.

Ağaç torna atölyesi ve ağaç tornaları. Burada ağaçları yuvarlak küre biçiminde ya da oklava biçiminde yapılıyor. Tezgahın bir tarafına kocaman taneleri olan bir tespih asılmış durumda. Tezgahta ve raflarda aletler, rendeler serpiştirilmiş.

Sıra geldi berber dükkanına. Yaşlı berber beyaz önlüğünü giyip taburesine oturmuş müşteri bekliyor. İki berber koltuğu, duvarda kocaman bir ayna. Koltukta havlu konulmuş. Duvarda askıya üç havlu asılmış durumda. Raflarda berber malzemeleri, camekanlı vitrin. Üstünde üç tane kolonya damacanası. İsteğe göre damacananın üstünde ölçekli cam tüpte kolonya satıyor. Sağda dikine yazan berber tabelası.

Hazır berber bulmuşken koltuğa oturup tıraş olmaya başladım. Kafamda yeşil buff, berber ayakta nasıl keseceğini hesaplamaya çalışıyor sakallarımı. Göğsüme havlu kondurulmuş. İkimizin yansıması aynaya vurmuş durumda.

Tıraş fırçasını tıraş sabunu ile köpürterek sakallarımı köpürtmeye başladı berber. Biri büyük sabit diğeri küçük çerçevedeki aynada yansımalarımız görünüyor.

Eline usturasını alıp sakallarımı düzeltmeye başladı dikkatlice.

su1-2-095

Tıraş faslı bittikten sonra müzeyi gezmeye devam. Camekan içinde çeşitli kişilere ait mühürler, yazı için divit, hokka örnekleri sergileniyor.

Kadın mankene giydirilmiş çarşaf pelerin ve eteklik. Lacivert renkli kumaş üzerinde sarı işlemeler ile desenler yapılı.

Mor kumaş üzerine altın renginde ipliklerle işlenmiş kaftan. Kadın manken üzerinde sergileniyor.

Hamam örneği, kurnalar mermerden, pirinç çeşmeler. Hamam tasları, ibrikler, peştamallar konulup sergilenmiş.

Hamamda kullanılan peştemal, hamam tası, işlemeli nalınlar ve sabun.

Bakır kazancı dükkanı, erkek manken kömürle çalışan ocakta ayakta duruyor. Bakır kazanlar, tepsiler, bakraçlar. Dik duran bakıra şekil vermek için örs. Çekiç ile bakır levha düğülerek kazan haline geliyor çekiç darbeleri ile.

Bir evin mutfağı, sofra başında bağdaş kurmuş kadın manken. Sofranın üzerinde hamur açmak için oklava. Bakır tabak ve kapağı tabağın yanında. Başka bir sofrada 5 bakır sahan kapakları kapalı, ortada bakır tencere. Her tabağın yanında kaşıklar konulmuş. Bakır tepsiler duvara dayalı durumda. Kocaman cam damacana yağ şişesi sepetinin içinde yan yatık duruyor. Pirinç dibek, kahve değirmeni tel dolabın üzerine konulmuş. Telli dolapta tencereler. Duvara asılı raflı tabaklık, raflarda tabaklar.

Lütfi Filiz saat tamircisinin dükkanı. Karşıda camekanlı dolapta çeşitli çalar masa saatleri. Ön kısımda üzeri camekanlı vitrin. İçinde saatçilikte kullanılan, pense, kargaburnun, tornavida, eğeler çekiçler dizili. Başka camekan vitrininde ise kol saatleri. Sağdaki duvardaki vitrinde raflarda kitap dizili bir kaç tane, saatçi malzemeleri, çalar saat.

Eczane dükkanı, ilaçlar camekan vitrinde cam raflara konulmuş. Duvarlarda da raflarda ilaçlar. Camekanlı bir tezgah, içinde tıp aletleri ve bir mikroskop. Mekanik kantar insanların kilolarını ölçmek için.

Camekan içinde taşın üzerine oturmuş erkek heykeli. Heykel komple bronzdan yapılmış. Ayrıca çok eskilerde aydınlatma aracı olarak kullanılan pişmiş topraktan yapılmış çeşitli yağ kandilleri.

Mermerden antik buluntular sergilenmiş. Latince yazılı tablet, mezar taşları ve taştan sandık kapaklı.

Tarihi vazolar ve çanaklar.

Ortası delik yuvarlak taşlı ip geçirilmiş kolyeler tarihi değer taşıyor.

Tire kent müze gezimiz bitiyor ve dışarıya çıkıyoruz. Müzede gördüğüm dükkanlar, eski, yok olmaya tutmuş meslekler, el aletleri ve eskiden kullandığımız eşyaların şimdi kullanılmaması içimi burktu. Sanki geçmişe yolculuk yapmış gibiyim. Müzeden dışarıya çıkıp insan kalabalığı, araç trafiği ve koşuşturmaca gerçek dünyaya geldiğimi anlıyorum. Geçmişin izleri hala sıcak içimde. O günleri yaşadım ve biliyorum. Eskilerden vaz geçmek o kadar kolay değil. Tire Salı pazarının kalabalığı arasından geçip bisikletleri bıraktığımız yere geldik. Sevgili  Birol Önal’a teşekkürlerimizi bildirip vedalaşıyoruz. Aysel Ataş ve Şerif Kılavuz da bizden ayrılıyor. Onlarla da vedalaştık. Artık tura devam etmek gerek diyerek yola çıkıyoruz. İlk hedefimiz İzmir’in en büyük ilçesi Ödemiş, sonrası ise En küçük ilçelerinden Beydağ.

Tire den çıktıktan sonra ilk mola yerimiz Gökçen köyü. Gökçen köyü Kurtuluş Savaşının kahraman efelerinden biri olarak şehit edildiği yere adını vermiştir. Köyün eski ismi Fata. 1891 yılında Ödemiş’in Ayasurt köyünde doğan Hüseyin gözleri sarı – yeşil olması nedeniyle onu ” Gökçen ” diye çağırırlardı. Hiç bir suça karışmadan akrabası Çakırcalı Mehmet efenin yanına katılarak dağa çıkmıştır. Çakırcalının ölmesinden sonra bir süre daha dağlarda efelik yapan Gökçen efe af edilerek dağdan inip Fata köyüne yerleşmiştir. Dağa çıkmadan önce zaten evliydi. 1. Dünya savaşından sonra yunan işgali başladıktan sonra Kuvayı Milliye kuvvetlerine katılarak Yunan ilerlemesini azaltmıştır. 16 Kasım 1919 da yunan askeri tarafından süngülenip şehit edildi. Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık için ailesinin yaşadığı ve şehit edildiği köye adının verilmiştir. Gökçen Efe, Halide Edip Adıvar’ın “Efe’nin Yemini” adlı öyküsünün de kahramanıdır. Gökçen Efe adına Ödemiş yöresinde türkü yakılarak yaşatılması sağlanmıştır.

Gökçen Efem iner gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir döğüşten

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağı’ndan gelir onun gür sesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi

Gökçen Efem inip gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Gökçen Efem şimdi gelir cümbüşten
Gökçen Efem efelerin efesi

Gökçen Efem efelerin efesi
Altın gümüş para dolu kesesi
Bozdağ’dan gelir onun gür sesi
Gökçen Efem efelerin efesi 

Ödemiş yöresine ait olan bu türkünün kaynak kişisi Avni Güler. Derleyen ve notaya alan da Mustafa Sarısözen dir.

Aşağıda Gökçen Efe’nin bronz heykeli köyün meydanında. Efe kıyafetleri giymiş, sağ elinde tüfeği. Kolları aşağıya sarkmış durumda. Geniş bir kaidenin üzerinde duruyor heykel.

Köyün kahvesinde oturup çay içerek dinleniyoruz. Yüklü bisikletlerimiz yolun kıyısında park halinde duruyor. Bizler de kahvenin masalarına oturmuş çay kahve soda içerek enerji topluyoruz.

Yol kıyısında kara dut bulunca dalıyoruz. dutların çoğu olgunlaşmamış, hala kırmızı renkte.

Biraz dinlenmek iyi geliyor ve yola çıkıyoruz Ödemiş’e doğru. Yakınlarda olan Küçük Menderes nehrine geldik. Nehrin suyu az ve çok kirli. Ayrıca kokusu da etrafa yayılıyor. Nehir değil de lağım kanalı gibi.

Akıp giden nehir kirli olsa da etrafı yeşillik ile kaplı. Nehir yatağında küçük bitkiler, daha kıyıda tek tük söğüt ağaçları.

Küçük Menderes ovasını bir baştan değer başa doğru boydan boya geçmeye başladık tarlaların arasından. Önümüzde küçük bir tepe var. Ferdimen ve Gürel yolda giderken.

Buralarda nehir çok az akmakta. Suyun büyük bir bölümünü Beydağ barajı tutuyor. Tüm havzanın tarım sulamasını kanallar sayesinde sağlanıyor. Burada daha sık bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Kıyılarda sazlar, nehrin yatağının dışında ise meyve ağaçları.

Havada bulutlar belirmeye başladı ve hızlı üzerimizden geçip gidiyor. Kıytırığın arkasındaki bayraklar rüzgarın şiddeti ile sağa doğru dalgalanmakta. Önümde bir kaç bisikletçi bisikletini sürüyor. Ferdimen beni arkadan çekiyor.

Derken sürülmüş tarlalardan dönerek aldığı tozu toprağı üzerimizden geçmeye başlayan küçük bir hortumun içinde kalıverdik birden bire. Bisiklet sürmek iyice zorlaştı. Ferdimen de bizim hortumun içinde kalmış halimizi çekiyor. Gürel bisikletin üzerinde rüzgara karşı direnirken etrafı toz bulutu kaplamış durumda.

Gürelin arkasından benim resmimi çekiyor Ferdimen. Rüzgar tüm şiddeti ile sol yanımdan eserken bisikletin dengesini tutmak gerçekten zor. Bayraklar rüzgarda neredeyse yere yapışacak kadar çubukları eğiyor.

Fırtına, hortum, toz, toprak üzerimizden geçip gittikten sonra İlkkurşun köyüne geliyoruz. Önden giden arkadaşlar kahveye oturmuş çay soda içerken biz de çayları ısmarladık. İki masa birleştirilmiş şekilde hepimiz oturduk. Şafak Omaç rota hakkında kısa bilgileri veriyor masa etrafında oturan arkadaşlara.

Çay soda molasının ardında Ödemiş’e doğru yola çıkıyoruz. Ödemiş büyük bir ilçe ve haliyle araç trafiği artıyor. Araçlar bizi pek zorlamasa da gürültüleri yetiyor. Küçük Menderes nehrinin kuzey tarafı daha çok güneş ışığı aldığından burada çiçekçilik ve fidancılık gelişmiş durumda. Ovanın bereketli milli toprağı tohumların gübre katmadan yetişmesi sağlanıyor.

Bahçede çiçek fidanları yetiştiriliyor. Sarı çiçekler ve kırmızı renkte çiçekler beşer sıra halinde binlerce dikilmiş küçük naylon torbalarda.

Ödemiş ilçesine varıyoruz. Kasabanın merkezindeki meydanda Efeler diyarına geldiğimizi belirtir Efe heykeli var. Efe kıyafeti giymiş, bir elinde mavzeri öylece gelenleri karşılıyor. Heykelin etrafı sarı ve kırmızı renkli çiçeklerle çevrelenmiş. Heykelin arkasındaki Caddenin kıyısında ikişer katlı evler sıralanmış.

Şafak bizi kentin merkezindeki parka götürüyor. Parkta sergilenen küçük keşif uçağı bir kaidenin üzerine oturtulmuş.

Park içinde bisikletleri park edip hep beraber resim çekiliyoruz. Resimde 14 kişi varız.

Parkta dinlenirken yerel gazetecilerin dikkatini çekmiş olmalıyız ki gelip bizimle söyleşi yaptılar. Sadece Cephe gazetesinde haberimiz çıktı. Nedense gazete, basın, yayın yada kendilerine medya diyenler baldır bacak olmadıktan sonra pek ilgilerini çekmiyor anlaşılan. Bizde baldır bacak var ama işlediğimi konu çevre ve insanların meydana getirdiği kirliliğe dikkat çekmek için verdiğimiz uğraş. Neyse biz konumuza dönelim. Aşağıda Cephe gazetesinin haberi var.

Başta kırmızı renkte büyük harfle yazılmış CEPHE, solunda meydanda gördüğümüz Efe’nin elinde mavzerli küçük resmi. sağ tarafta 27 Nisan 2016 Çarşamba/Sayı 7214. Sol tarafta Basında 65. Yıl

Haberde ; 25 – 29 Nisan tarihleri arasında “Suyun Kaynağına Yolculuk” grubu tarafında düzenlenen etkinlikte gönüllü üyeler, bisikleleriyle Küçükmenderes havzasındaki insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için sembolik toprağı suyun kaynağına götürecekler. Bu sene kurulan “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grup üyelerinde 20 gönüllü kişi bisikletleriyle insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek için Pamucak’tan aldıkları sembolik toprağı suyun kaynağına kadar götürebilmek için Küçük Menderes Havzası’nı turluyor. İnsan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek (başlığı atılmış) Etkinliğin 2. gününde Ödemiş’e gelerek grubu  kurmanın temel amacının insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekmek olduklarını belirten grup kurucularından Şafak Omaç ve Urim Babacan “Küçükmenderes havzasında bulunan Küçükmenderes nehri Pamucak’ta denize dökülürken çok kirli dökülüyor. Bizim bu sene kurduğumuz “Suyun Kaynağına Yolculuk” adlı grubumuzun temel amacı insan eliyle yapılan erozyona dikkat çekme. Kısa zamanda grup olarak büyük kitleye sahip olduk 300 üzerinde faaliyete katılan ve 200 üzerinde destek veren arkadaşlarımız var.  Kirliliğe dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla arkadaşlarımızla birlikte bisikletlerimizle yola çıktık. Küçük Menderes Nehri’nin Pamucak’ta denize döküldüğü yerden deltadan aldığımız sembolik toprağı suyun kaynağına kadar gezerek götüreceğiz. Rotamıza Pamucak’tan başladık Orada Belevi’ye Tire – Gökçen – Ödemiş – Beydağ – Kiraz’a giderek Çatak Vadisi’ne giriş yapacağız. Burada sembolik toprağımızı temiz sulara bırakacağız. Toprağımızı pis sulardan alıp temiz sulara bırakarak hem dikkat çekmek hem de farkındalık yaratmak istiyoruz. Herkesin kulağına kar suyu kaçmış olmasını istiyoruz. Bu sene etkinliğimizi Küçük Menderes’ten başlayarak önümüzdeki senelerde bu etkinliğimizi Ege Bölgesi’nde bulunan tüm nehirlerde uygulamayı hedefliyoruz. Doğal erozyonun toprağın yenilenmesine, bitki örtüsünün yenilenmesine faydası vardır. Ama insan eliyle yapılan tahribat ve erozyon doğal dengeyi alt üst etmektedir. Bu bağlamda, insan eliyle tahribat aşamasında yapılan erozyona dikkat çekmek için; erozyonla mücadele etmeli, toprak kaybına son vermeli, nehirler temiz akmalı, erozyona karşı ağaç dikmeliyiz. İnsan eliyle doğal olmayan yollardan yapılan erozyona dikkat çekmek ve sesimizi duyurmak için nehirlerin denize aktığı yolculuğu bisikletlerimiz ile yapacağız ama kaynağa ulaşmak bazen hiç de kolay olmuyor. Belki de son aşamaları yürüyerek aşacağız. Ama önemli olan erozyona dikkat çekebilmek” dedi. Özlem YAMANTÜRK

Haberin altında da topluca çekilmiş 14 kişinin olduğu resim.

Gazete röportajından sonra öğle yemeği için dağıldık. Belli bir saatte parkta buluşacağız. Ödemişin köftesi meşhurdur ama merkezde ünlü bir yerde yemeyin. Kazık yeme olasılığı yüksektir. Hem de lezzetli değildir. Kıyıda köşede bir köftecide karnımızı doyuruyoruz. Buluşma saatine zaman var o yüzden bol bol çay içip dinlendik.

Atatürk asker kıyafeti giymiş, pelerinli olarak atın üstünde heykeli yüksekçe bir kaidenin üzerinde. Kaidenin ön ve yanlarında kabartma figürler var. Yan tarafta tekerlekli bir top sergilenmekte.

Mola bitiminde toplanıp harekete geçtik. Yolumuz yine ovada, bu kez kuzeyden güney doğu tarafına geçiş yapacağız. Küçük Menderes nehri tekrar karşımıza çıktı. Köprünün başında durup resmini çekiyorum. Nehrin yatağı taş duvar örülmüş yüksekçe.

Nehir yatağı küçük bir kanal olarak az miktarda su akıyor.

Tam köprünün üstünden aşağıya doğru akan kanal olmuş nehir yatağının resmini çekiyorum. Nehrin yatağında hiç ağaç yok ve yanları taşlarla duvar olarak yapılmış. Duvar üstünden tarlalar başlıyor.

Şeftali bahçesi koruluk gibi. Tarla ise düzgün sürülüp ark üstünde fidanlar yeni dikilmiş. Havada parçalı bulutlar pamuk yığını gibi.

Beydağ’a doğru yol alıyoruz. Solumuzda akan Beydağ çay yatağı. Küçük bir bentten dökülen sular yeşil bitki örtüsü ile karşıdaki dağların etkisi ile güzel bir manzara oluşturmuş. Karşı tarafta iğde ağaçları yeni çiçek açmış ortalık iğde çiçeği kokmakta.

Beydağ’a geldik bile. düz ova bitiminde kasaba yamaçta kurulu olduğu için tırmanışa hafiften başladık bile. Kasaba yolları, kaldırımları temiz ve kilitli taş parke döşeli. Evler iki ve üç katlı caddenin iki yanında sıralı.

Daha önceden konuştuğum eski bir bisikletçi bizi karşılayacaktı ama kendisi ile bir türlü iletişime geçemediğimden aramaktan vaz geçtim. Akşam yemeği için alış veriş yapıyoruz bakkaldan. Hava kararmadan yola çıktık. 2 Kilometre kadar eğimi fazla olan Beyköy’e tırmanmaya başladık. Dağların bereketi çeşmeleriyle kendini gösteriyor. Biz de bu bereketten sularımızı dolduruyoruz şişelerimizi. İki tane ayrı çeşme var karşımda, ikisi de gürül gürül akıyor. Soldaki çeşme kocaman bir kayanın ortasından borudan akıyor. Kayada herhangi bir yazı yok. Sağdaki çeşme ise dekor taş ile sarı – kırmızı renkte örülmüş. Üstünde mermer bir kaide konulup KOCABAŞ ÇEŞMESİ yazılmış.

Kısa mesafede 200 metrenin üzerinde bir tırmanış yaptık ama değdi doğrusu. Havası ve manzarası harika bir yerdeyiz. Bir de bir kaç asırlık kocaman çınar ağacı altı yemyeşil çimenler bulunmaz bir cennet. Güneş batmadan çadırları kurup yerleşiyoruz. Güneş batıya iyice devrildi, henüz batmadı ama çınarın yanındaki boşluktan parlak ışıklarını saçmaya devam ediyor. Işık hüzmeleri etrafa yayılarak çoğu yeri gölgede bırakmış.

Koca çınarın dibinde çadırımı kuruyorum. Çınar ağacı o kadar büyük ki kadraja girmesi için uzaklardan çekmem gerek. Köyün meraklı çocukları bisikletleri ile gelip bizleri  izliyorlar bisikletinden inmeden. Çadırı kurduğum yerin altı ıslak. Buralardan yerden su kaynıyor. O yüzden çadırımın altına brandayı serdiğim iyi oldu. Yoksa alttan ıslanmamak elde değil.

Çınarın yere yakın olan ilk dalına çıkıp poz veriyorum Ferdimen de beni çekiyor alttan.

Köyün delikanlılarından birisi resim çekilmek isteyince yanıma çağırıp resim çekiliyoruz yan yana. Çınarı gövdesi o kadar kalın ki yanımıza üç kişi daha sığar.

Güneş batarken bahar ayında aşk şarkılarını mükemmel melodiler çıkarak kulaklarımın pasını silen karatavuk kuşu gelip çınar ağacına tam da üstüme kondu. Sesi o kadar tatlı ki her şeyi bırakıp onu dinliyorum sadece. Sesine hayranlık duymamak elde değil.

Her kes kendi yemeğini kendisi yapıyor, biz de erzağımıza göre bol acılı menemen pişirip acıkmış olarak iştahla yiyoruz. Köyün muhtarı da bize yakıp ısınalım diye odun parçaları yolluyor traktörle. Kendisine teşekkür ederim. Yemekten sonra tutan yemek sıtması ve 400 metrenin üzerinde bir yerlerde olmamızdan dolayı gecenin serinliği de başladı. Ateşi yakıp etrafında toplandık ısınmak için. Üzerimizde polar, ceket gibi kalın giysiler giymemize rağmen hava karardıktan sonra serinlik iyice arttı. Ateşin yalımı yüzlerimize vurdukça ateş suyunun da etkisi ile iyice ısındık.

Odun bol olunca ateşe sürekli odun atarak ateşin açlığını doyurduk. Günün yorgunluğu köz olmuş ateşin başında geçip gitti bile. Ateşin yalımları hayallere dalıp hayallerimizi gerçekleştirmenin anını yaşatıyor. Güzel düşüncelerden yola çıkarak başladığımız bu Suyun Kaynağına Yolculuk ikinci günü de deride kaldı. Hiç bir kimseden bir şey beklemeksizin gönüllü olarak gönlümüzce yapıyoruz. İnsanoğlunun yaptığı çevre kirliliğine karşı sesimizi duyurmaya çalışıyoruz elden geldiğince. Elbet bizleri görüyorlar, dinliyorlar ve biliyorlar ki geleceğimiz tehdit altında. Belki de farkında değiller yaptıkları ama biz onların akıllarını başlarına bir nebzede olsa getirip düşünmelerini sağladık. Umarım bu daha da çoğalıp geleceğe temiz bir dünya bırakmamıza neden olur. Biraz çabalamak gerek, göstermeli, görmeli ve düşünmelerini sağlamalıyız. Yarınlar umut dolu olsun dileklerimizi ateşin başında dile getirmiş oluyoruz.

Yanan odunlar, kimisi köz olmuş. Yalımlar alev alev çıkıyor etrafı aydınlatarak.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar ateşin başında oturduk uykumuz gelesiye kadar. Uyku kapı arkasına gelmedi çünkü kapımız yok. Ama ateşin başına gelince ateşi söndürüp yattık çadırlarımıza tatlı düşlere, umutlu yarınlara.

Bu gün yaptığımız yolun toplamı 65 kilometre civarı.

Altta yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc