21 Ağustos 2015 Cuma
Ferizaj – Prizren
(Kör arkadaşlar için betimleme yapılmıştır)
Düş gibi gelmez
düşersem de yola bir
dönmesem olur
yalnızlık her yerde
bekleyen nerde
televizyon radyo haberleri vız gelir
bakarım kapıya kimse vurmaz
sonra değiştiririm numarayı
gene mektup yanaşmaz
bilirim çok şeyler güzeldir
ama ne yazık
aşık değilim ki
gezerim gezinirim düş gibi gelmez
agim rıfat yeşeren
Öne çıkmış olan görsel, bisikletim KUZ önden görünüşü, arkada Tamam Taşdemir bisiklet sürüyor. Arka fon yeşil orman dokusu.
Sabahın seherinde yeni doğmuş güneşin ilk ışıkları ile çadırın içinde uyanmak bu olsa gerek. Güneş bulutların altından bizlere günaydın diyor. Tüm canlılar çoktan uyanmış günlük yiyecek bulma telaşına girmiş bile. Kuşlar sabah şarkılarını söyledikten sonra geniş ovanın bereketli tarlalarında tohum, böcek, solucan ne bulursa günlük beslenmesini yapmaya gitmişler. Etrafta kuş sesleri kesildiğine göre. İnsanlar öylemi? Yiyeceklerimiz hazır bekliyor her zaman. İstediğimiz saatte oturup karnımızı bir güzel doyuruyoruz. Arayıp bulmaya da gerek yok, parasını verip istediğimiz kadar yiyecek alabiliyoruz. Çalışmaya da gerek yok, cebimizde, bankada paramız var. Önceden çalışıp biriktirmişiz. İşte hayvanlardan farkımız bu. Kış şartlarında yiyecek bulamayan bazı hayvanlar hariç diğer hayvanlar her gün yiyecek arayıp bulmak zorunda. Bir de bazı kuşlar binlerce kilometre ötelerden gelip buralardaki bereketli ovada beslenip ayrıca üreyerek soyunu devam ettiriyor. Bu da var işin içinde.
Sabah sabah neler düşünüyor insan! Bizim kahvaltı hazırlanıyor restoranda, hiç emek vermeden, parasıyla… Çadırımın içinden Güneşin doğmuş hali ağaçların ve bulutların ötesinde.
Akşam telaşından restoran ve çevresinin resimlerini çekmemiştim. Hazır kimse yokken çekeyim bari. Restoran girişi, etraf ağaçlarla kaplı. İki tane bayrak direğinde bayraklar hafif rüzgarda dalgalanıyor.
Dün gök kuşağı ile yağmurlu güzel bir sabah yaşamıştık. Bu gün ise bulutlar dağılmış sadece ufukta bir kaç bulut görünmekte. Hava açık ve Güneş ilk ışıklarını Kosova ovasına bereket sunuyor. Kimseyi de ayırt etmeden!
Akşam çıktığımız toprak yol, hem de yokuş, ne yokuş.
Kahvealtından önce kahve yapmaya başladım. Böylece kahveyi üste koymuş oldum bu sabah. Dört fincan, kamp tüpü, ocağın üstünde kahve dolu cezve.
Çadırlar henüz toplanmamış, kimisi topluyor. Muhlis Dilmaç yanımda oturmuş kahve pişmesini bekliyor.
Denis’i arıyorum cep telefonu ile. Yoldaymış az sonra geleceğinden Denis’in gelmesini bekledik kahvaltıya. Denis gelince ne olduğunu sordum? Akşam Prizren’e varınca annesi ile beraber hastaneye gidip tekrar film çekilmiş. Doktorlar kontrol edince onlar da ameliyat olmasını söylemişler. Burada ameliyat olmaya gerek görmeyip Türkiye de ameliyat olmaya karar vermiş Zafer Ve Uğur. Öğlen 14:00 te kalkan otobüs ile İstanbul’a gideceklerini söylemişler. Zafer ve Uğurla vedalaşıp yola çıkmış Denis. Denis geldikten sonra kahvaltıya oturduk. Sabah kahvaltısını yapıyoruz bir güzel. Hesabı ödeyip yola çıkmaya hazırlanıyoruz. İnmeden ovayı şöyle bir çekesim geldi. Ovada tek tük evler ve tarlalar.
Kahvaltıyı bitirip toplandık, eşyalar arabaya yüklendi. Artık yola çıkma zamanı deyip yokuş aşağı toprak yoldan dikkatlice indik. Yakın olan asfalta varınca hızlandık. Ferizaj şehrine fazla uzak değildik, hemen vardık bile. Şehrin sokaklarında bisiklet sürüyoruz.
Çarşıda gideceğimiz yolu bulmaya çalışıyoruz bir süre. Ana yola çıkmadan ara yoldan Brezovica – Prevalac yoluna çıkacağız. Grup hareket edip yola çıktı ama Şahin hala hazırlanamadı bir türlü. Onu beklerken grubu kaybettik. Tarlaların arasından bir süre gittik öylece. İlk başta navigasyon çalışmamıştı cep telefonumda. Gideceğimiz yol haritası hazır yüklüydü cep telefonumda ama navigasyon uyduları göresiye kadar Şahin ile epey yanlış yolda gitmişiz bile. Yanlış yolda olduğumuzu gördükten sonra geriye dönüp doğru yola girdik sonunda. Şu navigasyonu bir türlü öğrenemedim gitti.
Yaşar ile cep telefonunla haberleşip beklemelerini söylüyorum. Onlar da bizi beklediler bir köyde. Grup ile buluşunca yola devam ediyoruz.
Çocuklar her yerde çocuk, hazır yakalamışken Tamam ile çocukların bir resmini çekiyorum. Daha şimdiden bisikletin zevkine varmış çocuklar. Bizleri görünce heyecanlanıyorlar. Hele resim çekilmek için hemen poz veriyor keratalar. Minik bisikletleriyle poz veriyorlar.
Köyün genç bisikletçileri bir süre bizimle birlikte pedal çevirdiler. Hepsi de genç delikanlılar bir ileri gidiyor, bir geri. Aramızda fink atıyorlar.
Arada durup doğanın bizlere sunduğu nefis böğürtlenlerin tadına bakıyoruz. Böğürtlenlerin olgunlaşmış olanlar siyah renkte. Pembe olanlar ham, daha teni olmaya başlamış küçükler de ileride büyüyüp olgunlaşacaklar.
Ana yola paralel, dağların dibinden giden yol harikaydı bizim için. Fazla araç olmadığı için rahat biçimde geldik buraya kadar. Sol taraftaki yol ana yola bağlanıyor. O yoldan Üsküp, Sofya ve Türkiye’ye bağlanan yol. Sağdaki yol kayak merkezi Brezovica’ya gider. Aynı zamanda Prizren’e kadar yol devam ediyor. Yol tenha, fazla kullanılmıyor. Aynı zamanda Prevalac sırtına varınca 1516 metre rakıma ulaşıyorsun. Biz sağ tarafa yöneliyoruz. Tabelalarda Sağa Brezovica, sola Kaçanik tarafına gidildiğini gösteriyor.
Vadi boyunca yukarılara doğru yolumuz uzayıp gidiyor. Yol kıyısında meyve satan tezgahtan meyve alıyor kimimiz.
Hafif tatlı bir rampa çıkmaktayız. Farkına bile varmıyorum rampa olduğunun. Yol orman içinden gidiyor.
Burası aynı Karadeniz yaylalarına benziyor. Zengin, hali vakti yerinde olan hemen bir cami yaptırıyor. İçini nasıl doldurulacak belli değil. Caminin minaresi henüz yapılmamış. Yeşil orman içinde sadece cami yapısı beton olarak görünüyor.
Dağlardan gelen dere durmadan akıp gidiyor ovaya doğru.
Buralarda da savaşta şiddetli çarpışmalar olmuş. Şehit mezarları yol kıyısında. Şehitlik kırmızı renge boyanmış.
Terkedilmiş tek katlı bir ev, kim bilir belki de savaşta tüm ev halkı katledilmiştir. O zamandan beri evi sahiplenen olmamıştır. Bilinmez neler yaşanmış, neler olmuş Kosova’nın diğer yerlerinde olduğu gibi. Belki de yaşanmışları unutmamak için evi öylece bırakmışlar olduğu gibi. O zamana ait hatıralarıyla birlikte.
Bazı yerlerde ağaçlar derenin üzerini örtmüş. Dalların altında usulca akmakta dere.
Gittikçe yükseldiğimizden yeşillik daha da artıyor. İklim buralarda sert olduğundan mısırlar hala yeşil ve körpe.
Artık ovanın hükmü buralarda yok. Ağaçların boyları uzamaya başladı. Hem uzamakla kalmıyor yolu da kapatmak üzere. 50 yıl elleme yoldan eser bulamazsın ağaçlardan ve bitkilerden.
Yol hafif S biçiminde ormanın içinde kayboluyormuş hissi veriyor.
Sırp köyüne varıyoruz, Sırp köyü kiliselerinden belli oluyor. İki kubbeli kare yapı önünde iki bina yan yana.
Henüz sert yokuşlara gelemedik bir türlü. Hala hafif eğimlerde çıkıyoruz. Mısır tarlaları yol kıyısında.
Cep telefonum gidonun üstünde takılı durumda olunca kendimi görmek için 10 saniye gecikmeli çekiyorum. Saç sakal iyice uzamış. Gerçi saçlar uzun zamandır uzun ama sakallar görmeyeli bayağı uzamış durumda. Hem kendimi hatırlatayım sizlere. Formamda siyah – beyaz İZMİR yazıyor.
Tarlaları sulamak için su kanalında akan suyu görünce durup bir resim çekiyorum. Yeşil otların arasından tertemiz su şarıl şurul akmakta. Tarlalardaki bitkilere hayat olmaya gidiyor kanal boyunca. Durup seyretmesi bile bana hayat veriyor. Daha ne isteyeyim ki?
Strepçe’ye vardık, burada mola vereceğiz. Strepçe Sırpların yaşadığı bir köy. Arnavut, Türk burada yok, zaten barındırmazlar.
Arkadaşlar altında fırın olan bir cafe bulup oturmuşlar. Cafe orta katta, bina üç katlı, bisikletler yolda park halinde.
Temiz bir köy Strepçe. Etrafta çöp gibi şeyler görünmüyor. Dubar kıyısında oturmak için banklar konulmuş.
Tamam ben gelince ağaçlardan topladığı sarı ve kırmızı renkli erikleri veriyor elime. Sarı ve kırmızı renkler İzmir’in köklü futbol kulüplerinden Göztepe aklıma geliyor. Avucumda iki kırmızı, bir sarı erik var.
Bedava internet bulunca herkes faydalanıyor bu hizmetten. Kimi haberlere bakıyor, kimi sosyal medyaya takılıyor. Kimisi de çektiği resimleri paylaşıyor.
Cafede makiato içerek iyice dinlendik. Buraya kadar mola vermedik. Prevalac sırtına yolumuz az kaldı. Sadece biraz tırmanmak gerek o kadar, yani son yokuşa geldik. Yola çıktık, önümüz köyün çıkışı ve orman başlıyor.
Yakında olan Brezovica köyüne geliyoruz.
Brezovica kış aylarında kayak merkezi olarak kullanılıyor. Sol taraftan giden yol kayak merkezine gidiyor. Şar dağlarının zirvelerine yakın olan kayak merkezi kış aylarında oteller dolup taşıyor. Aynı zamanda günü birlik gelip kayak yapanlar da var.
İşte insan ile hayvanlar arasındaki farkı burada daha iyi anlıyoruz. Buralara çok kar yağdığından hayvanların yiyeceği samanlar öbek oluşturularak yığılmış durumda. Yaz boyu ektikleri otları biçip kışa hazırlık yapıyorlar. Evcil olan hayvanlar bunu yapamadıklarından insanlar yiyecekleri ekip biçerek hayvanları besliyorlar. Elbette bunun karşılığı et, süt gibi ürünler oluyor. Doğanın bir parçasıyız, ne olursa olsun, her şey karşılıklı.
Pek tadı olmasa da erikler o kadar çok ki dallar ağırlıklarından yerlere kadar sarkıyor. Pek te toplayan yok erikleri, tatsız olsa gerek. Rağbet görmüyor erikler.
Dağların zirveleri bulutları topluyor çevrelerindeki.
Yol bazen derenin öte yakasına geçiyor. Haliyle köprü de yapılmış, köprünün üstünde yeni haliyle KUZ poz veriyor bana. Şimdiye kadar bir sorun çıkarmadı ve iyi gidiyorum. Zorlanmadım dersem yeridir. Komponentleri değiştirmem işe yaradı.
Yol ormanın içinde kayboluyor sanki.
Yükseldikçe deredeki su miktarı da azalıyor. Diğer derelerden gelen su ile çoğalmış olan dere şimdi az akmakta.
Ağustosun sıcak günlerinde olmamıza rağmen uzun olan otlar sararmış. Bu sararmış otlar geçen yıldan kalan otlar. Hayvanlar burada otlamadığı için büyüyen otlar kış ortamında soğuktan sararıp ölüyor. Doğa yavaş yavaş yok edecek sararmış otları. Fakat yağışlar yazın da yağdığı için yeşil çimenleri her daim görmek mümkün.
Alabildiğine uzanan Şar dağları.
Yol kıyısında durup resim çekenler var. Bu dengesiz kim acaba.
Çaktırmadan epey çıkmışız. Aşağıdan çektiğim resmi bu kez yukarılardan çekiyorum. Vadi geniş ve bereketli.
O kadar çıktığımız halde daha da çıkmamız gerek.
Ormanın sesini duyuyorum, kuşlar her yerde şarkılarını söylüyor. Arada daha önce sesini duymadığım kuşlar da araya giriyor. Sık olmasa da bazen değişik melodiler ormanın sesine renk katıyor. Ormanın içinde açıklık olan otlaklığa geldiğimde cırıltı sesleri gelmeye başladı kulağıma. Durup dinledim cırıltıları, sesler her taraftan geliyordu. Siz hiç çekirge sesi duydunuz mu? Ben şu an duyuyorum çekirge seslerini. O kadar çoklar ki duymamak imkansız. Binlerce çekirge sararmış otların arasında durmadan cırıl cırıl ötmekte. Hayvanların yemediği uzamış otları işte bu çekirgeler yiyerek ormanın düzenine katkıda bulunuyor. Otlak geniş olunca binlerce çekirge üşüşmüş durumda. Bu sayı yüzbinleri bulunca bu kez zararlı oluyor tarlalara. Ne varsa silip süpürüyor, bir şey bırakmıyorlar çekirgeler. Dağlarda bu kadar çekirgenin olacağı aklıma gelmezdi.
Vadinin sol tarafı kuzey, sağ tarafı güney. Elbette bu çıktığımız duruma göre. Güney tarafı daha açıklık, ağaçları seyrek. Buraları daha çok güneş ışığı alıyor. Kuzey tarafı ise yamacın eğimine bağlı olarak daha az güneş ışığı vurmasından dolayı ağaçlar daha uzun ve daha sık. Neredeyse birbirine girmiş durumda bitkiler. Bu durumdan anlaşılan o ki ne kadar güneş ışığı o kadar az ve seyrek bitki örtüsü, ne kadar az güneş ışığı o kadar sık ve uzun bitki örtüsü.
Ormana giden yol, kim bilir nereye gidiyordur. İnsan gitmedikten sonra hiç bir zaman bilemez nereye gittiğini.
Katın ağaçlarının gövdeleri birbirine yakın ve bir o kadar da uzun.
Bazı yerde çam ağaçları da var ama az miktarda.
Dağın sağ yamacından çıkıyoruz yukarıya doğru. Şimdiye kadar henüz sert yokuş göremedim. Eğim % 6 civarında, % 7’yi zor gördük. Bu yoldan bir çok kez araba ile geçmiştim yolcu olarak. Araba ile geçerken hep seyrettim ormanı ve etrafı. Ama bisikletle geçerken böyle güzel olacağını tahmin edemezdim. Ağaçları daha yakından görüyorum, kayalıkları, ormanın sesini, rüzgarı, yeşilin her tonunu görebiliyorum. Ve hepsini hissederek bisikletle yol alıyorum. Arabada sadece hızlı giderken görebildiğini kısa sürede görme zamanın var. Zaten rüzgarı hissetmiyorsun. Motor gürültüsü de başka sesler, ormanın sesini hiç duyamadan hızla geçip gitmek. Dönüp arkana bakmaya fırsatın bile olmuyor. Bisiklette öyle mi ya, bir an gördüğünü durup iyice bakmadan geçmiyorsun. Zaten yavaş hareket ediyorsun. Burada olsun, başka yerde olsun aynı yolu bir araba ile bir de bisiklet ile geçmenizi öneririm. Aradaki farkı görüp anlamanız için.
Dağlarda daha çoğunlukla kayın ağacı görmek mümkün. Kayın ağaçları sert kış şartlarına uyumlu bir ağaç. Aynı zamanda sert kış günlerinde insanlar ısınmak için kayın ağaçlarını keserek ısınmakta. Kesilen ağacın yerine hemen yetişmeye hazır fidanlar her zaman var. Büyük ağaçlar küçük fidanların üzerini örttüğünden fazla güneş ışığı alamadıklarından zayıf ve cılız kalıyor. Güneş ışığı alan genç fidan hemen büyüyüp kocaman dalları ile diğer fidanların üzerini örterek büyümelerini önlüyor. Küçük alanda bu kadar sık yaşam olamadığı için bu sürekli oluyor. Orman kanunu bu olsa gerek.
Bisikletle çıkarken daha dikkatli ve görerek çıktığımdan yolun nasıl yapıldığını anlayabiliyorum. Yolu yaparlarken eğimin fazla olmamasına dikkat etmişler. Öyle yukarı çıkmak için düz olarak tepeye yolu yapacaklarına bir kısım kayaları 5 yada 6 metre indirmişler. Buradan çıkan kaya parçalarını da çukurları doldurarak yolun tabanını güçlendirmişler. Yol % 6 eğimli olunca biraz uzasa da kıvrıla kıvrıla çıkmakta. Sol yamaçta 3 metre kadar taş kazılıp duvar halini almış.
Yol yapılırken kayaları ağaçsız bırakmalarına rağmen zamanla yeni fidanlar çıkmakta kayaların çatlaklarında.
Yolda giderken anlıyorsun nasıl bir çalışma yaptıklarını ve hayranlık duymamak elde değil. 2. Dünya savaşında Jozef Broz Tito önderliğinde Partizanlarla Almanlara karşı verilen savaşı kazandıktan sonra Tito Yugoslavya Cumhuriyetler birliğini kuruyor. Sosyalist bir düzende yönetilen Yugoslavya herkesin eşit ortamda çalıştığı Cumhuriyet hızlı bir kalkınma süreci ile kısa zamanda kendi uçağını yapar hale gelmişti. İşte o zamanlarda Okulların yaz tatillerinde tüm Öğrenciler kamplara giderek hem tatil yaparlardı hem de yol yapım çalışmalarına katılırlardı. Yolları kazma kürekle el birliği ile binlerce öğrenci yaz boyunca çalışırlardı. Gündüz belli saatlerde çalışma olurdu. Akşam saatlerinde kamp ateşi etrafında şarkılar, eğlenceler olurdu. Öğrenciler hem birbirleriyle kaynaşarak arkadaş olurlar, hem de şehirleri, kasaba ve köyleri birbirine bağlayacak yolları yaparlardı.
İşte bu yollar o zamanlarda öğrencilerin kazma kürekle yaptığı yollar. Sol tarafta kayalık 2 metre kadar düz olarak kazılmış.
Küçük dereler bazen kendini bize gösteriyor. İşte gördüğümüz yerde durup suyun kayalardan akarken çıkardığı şarıldamaları dinlemek yetiyor dinlenmemize. Grubu götürmem gerektiğinden onlardan ayrılamıyorum. Yoksa bu derede yıkanmadan, buz gibi sular üzerimden akmadan geçmezdim.
Yorulmaz demir atım KUZ beni buralara kadar getirdi. Övgüyü hakkediyor doğrusu. Kuz önde park etmiş, arkada bisiklet süren Tamam ve fon yeşil orman. Bu resmi öne çıkmış görsel olarak seçiyorum.
Kayın ağaçlarının kimisi o kadar uzun ki kadraja zor sığıyor.
İşte buralarda da bazı yerler insan eli değmemiş. Zaten insanlar çöplerini doğaya böyle atmazlar. Henüz insanlar buraya gelmediğinden çöpler toplanmamış. Haliyle insan eli değmemiş oluyor.
Her yer değişik, her taraf görülesi derecede güzel. Bu güzelliği kış aylarında kar yağdığında görmenizi isterim. Kar beyazlığı örtüğünde ormanı başka bir güzelliğe bürümüş oluyor. İşte bu anlatılmaz, görmek gerek. Kış aylarında çektiğim karlı orman görüntüsü.
Az da olsa meşe ağaçlarının yaprakları akan dereye uzanmış.
İşte bu yolun kıvrımları bisikletçilerin içini kabartan bir durum. Kıvrımlarda gizli olan sihir yolculuk illetini damarlarımıza giriyor. Yol hafif kıvrımlı S biçiminde.
Arada çam ağacı görünce durup resmini çekiyorum. Kayın ormanının kıyısında kendine yaşam alanı oluşturmaya çalışıyor.
Toprak kaymasın diye kimi yerde taş duvar örülmüş.
Bazı yerde toprak kayması olmuş, bayağı geniş bir alan.
Biraz yavaş çıksak ta, öğle zamanını geçirmiş olsak ta sonunda sırta varmak üzereyiz. 500 Metre kaldı Prevalaca. Grup çoktan varmış bizleri, arkada kalanları bekliyorlar. Kimisi gitmek istemiş Prizren’e ama kimsenin gitmemesini orada hep beraber yemek yiyeceğimizi telefonda bildirmiştim. Sağda mavi tabelada Prevalac’ta kamp, karavan yapılacağını şekillerle anlatılmış. Ayrıca 500 metre kaldığı da belirtilmiş.
Sırtta ki evler görünmeye başladı. Son dönemeçteyim.
Prevalac beli 1515 metre rakıma ulaşmış olduk. Tabelada öyle yazılmış. Buralarda hava biraz serin, ne de olsa yükseklerdeyiz değil mi?
Devamlı yeşillik görmekten evlerin şekli şemalini unutmuşum. Solda evler, sağda arabalar park etmiş.
Prevalac sırtında durum, öğle yemeğini burada yiyeceğiz. Burada küçük bir kayak merkezi bulunmakta. 300 metre teleferik ile bayırın üstüne kadar gidip aşağı kadar bir güzel kayıyorlar. Karşıki dağlar Şar dağları enlemesine doğu – batı doğrultusunda. Tam arkamızda yine bir dağ var. 2000 metre civarında yüksekliği olan bir dağ. Bu da güney – kuzey doğrultusu tam sırt oluşmuş iki dağın zirvesi arasında. Buranın yüksekliği 1515 metre. Sağ tarafı 25 km kadar Prizren şehri sadece iniş var. Sol tarafından çıktık zaten. Çok ilginç bir coğrafik yapı oluşmuş ve biz buradayız. Prevalac ayrıca sayfiyelik, yazlıkçıların sıcak havalarda serinledikleri bir yer. Bir zamanlar o kadar ev yapıldı ki belediye en sonunda yıkmak zorunda kaldı. Herkes kendi kafasına göre ruhsatsız ev yapınca koca bir köy gibi olmuş. Doğal güzelliği giderek yok olmak üzereyken kaçak yapılan evler yıkılarak dur denmiş. Bisikletim KUZ ve kayak yapılan bayır.
Bu da kış hali aynı yerdeki bayır. Her ter karla kaplı.
Önde gelen arkadaşlar beklemekten biraz sıkılsa da biz de gelince restorana geçip masalara oturuyoruz. Herkes kendi yiyeceğini sipariş veriyor garsona. Yemeği bir güzel yedikten sonra bir süre daha dinleniyoruz. Hareket etmeden önce arkadaşları uyarıyorum yemek masasında. Herkes dikkatli inecek, keskin dönemeçler olduğunu bildirdim. Hedef kamp alanı, herkes kendine göre serbestçe inebilir. Hava biraz serin, rüzgarlıkları giymelerini söyleyerek inişe başladık. Ben sık sık durarak resim çekiyorum manzaranın. Bisikletim KUZ da manzara ile birlikte. Şar dağlarının zirvesi bulutla kaplı görünmüyor.
İniş başladı, buradan sonra pedala pek basmayacağız. Ne kadar çıktıysak bu gün hemen hemen o kadar ineceğiz. 25 kilometre sadece iniş olunca insan hep böyle olsun istiyor. Bu inişin mutluluğu, inişin hazını anca bisikletle kan ter içinde çıkarak zirveye vardıktan sonra hissedebilirsin. Ben çok mutlu hissediyorum kendimi, hem 1515 metrelik zirveye çıkmışım, hem de tur sonuna geldik bu gün. Sadece bir arkadaşımızın düşüp kolunu kırması moralimizi bozsa da tur devam ediyor ve başka sorun olmadan bitirmek üzereyiz. Prizren tarafına inen vadi.
Arkadaşları serbest bırakınca önümde kimse kalmadı, sanki aceleleri varmış gibi. Zirvenin biraz altında bir çeşme var ve buz gibi suyu sürekli akmakta. Su da kireçsiz ve güzel bir tadı var. Çeşmede durup sularımı tazeliyorum. İniş henüz başladığından arkadaşların hiç biri çeşmeyi görüp durmamış. Çeşme ve KUZ.
Prizren’in ortasından geçen Akdere işte yukarıdaki bu dağlardan geliyor. Dere kıyısında küçük köyler kurulmuş. Hayvancılık yapan köylüler koyun sürülerini yüksek dağlardaki otlaklarda otlatarak sut üretimi yapıyorlar. İşte bu sütlerden yapılan peynire Şar peyniri deniyor. İlkbahar ve yaz aylarında üretilen sütlerden yapılan peynir pazarda kilosu 6 Euro civarında satılıyor. Pazardan alınan peynir evlerde parçalara ayrılarak bir süre kurutuluyor. Ardından büyük bir bidonun içine ilk sırayı diziliyor peynir parçaları. Üstüne kalın tuz serpiliyor bolca. Biraz da dere otu konuyor. Bunun üstüne tekrar peynir parçaları dizilerek üstüne tuz serpiliyor. Yine biraz dere otu. Böylece bidon ağzına kadar dolunca su konuluyor bidona. Ağzı sıkıca kapatılarak kış ayları başlayasıya kadar ellenmiyor. Kış bastırınca bidon açılarak parçalar birer birer çıkarılarak kahvaltıda katık olarak yeniyor. Sadece Şar peyniri ve ekmek te yiyebilirsiniz. Öyle nefis tadı var. Tuz peyniri iyice sertleştiriyor. Keserken bıçağı kırabilir, çatal batırırken yamultabilirsiniz! Dikkat etmek gerek.. Eğer tuzlu yiyemiyorsanız bir süre suda peyniri bekleterek tuz oranını düşürebilirsiniz. Tansiyonu olanlar dikkat etmeli. Yamaçlarda kurulmuş köyler vadi boyunca.
İki dengesiz de yavaş iniyor benim gibi. Arada durup resim de çekiyorlar. Yolun ve manzaranın tadını çıkarıyorlar. Aynı zamanda dikkatli iniyor Tamam, biraz çekiniyor inişte. Pek alışkın değil bizim gibi. Gerçi İrfan da yokuş aşağı kendini bırakmaz, dikkatli ve yavaş iner.
Tamam dönemeçlerde iyice yavaşlıyor.
Ben de onları beklediğimden resimlerini çekiyorum inişlerde, dönemeçlerde. Dönemeç 180 derece.
Bir kısımda öyle dönemeç var ki 180 değil 200 derece dönmüş oluyorsun, o derece yani. KUZ dönemeç önünde park etmiş.
Bazı yerlerde ağaç tünellerinden geçmek durumundayız.
Buradaki dağlarda mıcır ocakları var. Altı oyulan kayalar kaymaya başlamış aşağıya doğru. Yeşil örtüye aykırı bir durum, çirkinliği göz önüne seriyor mıcır ocakları.
Vadi iyice daralıyor ve bazı yerlerde kayalar oyularak tünel yapılmış. Yol bu kaya tünellerinden geçiyor.
Dağların arası bu kısımda iyice daraldı ve derin yarıklar oluşmuş dik yamaçlı yerdeyiz. Dipte de Akdere akmakta.
İşte kanyon gibi oluşmuş kaya kütleleri. Bir de kıvrıla kıvrıla oluşmuş, ufuk görünmüyor. Her an bir taş düşebilir yukarılardan.
Zamanla kayalar binlerce ton dağların baskısına dayanamayıp ana kayadan ayrılıp özgürlüğüne kavuşuyor. Belki de bir zamanlar denizin altında geçirdiği zamandan kalan deniz özlemini giderecek. Dereye kavuşup ufala ufala bir kum tanesi de olsa denize kavuşma hayali kuruyordur kaya parçası. Belki de bu binlerce yıl yada daha fazla sürecek. Kayalar sabırlıdır, milyonlarca yıl deniz hasreti çekmiş, bir kaç bin yıl nedir ki?
Kayalık dik yamaçlar giderek alçalmakta. Demek ki Prizren’e yaklaştık.
Prizren de üç dilde konuşulduğundan giriş tabelasında üç dilde yazı bize hoş geldiniz diye karşılıyor. Üç dil haricinde olanlar için İngilizce welcome ilave yapmışlar tabelaya.
Esas Prizren giriş tabelası. Biraz ilerde kamp alanına varıyoruz.
Kamp alanına vardıktan sonra bir süre kendi ihtiyaçlarımız ve toplanma durumuna girdik. Akşam yemeğine Muharrem abi hepimizi davet etti. Yengem Seylan ve kızı Dua bizleri nefis ev yemekleri ile ağırladılar. Akşam olunca hep beraber çarşıya giderek pastaneye oturuyoruz. Prizren’in meşhur olan Trileçe tatlısı ve boza ısmarlıyoruz kendimize. İki yuvarlak masa üzerinde trileçe tatlıları ve bardaklarda boza.
Trileçe Bulgar kökenli bir tatlı. Türkçe karşılığı üç süt tatlısı. Yani keçi, koyun ve inek sütleri karıştırılıp yapılıyor. Yapılışı basitçe şöyle ; kek şeklinde pişirilen hamur tepsinin içine konuluyor. İnek, Koyun ve Keçi sütü aynı oranda karıştırarak tepsinin içine dökülüyor. Kek iyice doyasıya kadar süt konulduktan sonra üzerine şeker yakılarak elde edilen karamel sürülüyor. İşte sana Trileçe tatlısı.
Tadı nefis ve hafif oluşu yenmesi gayet güzel. Bir de yanında bir bardak Prizren Bozası tatlının üzerine kaymak gibi. Masada ikisi de var.
Böylece hayalimdeki Kosova Bisiklet Turu gerçekleşmiş oldu. Aylarca nasıl yapacağım, nasıl edeceğim diye düşünmekten helak olmadım ama biraz sıkılmakla beraber sevdiğim arkadaşlarla ve Prizrende ki akrabalarım sayesinde turu sorunsuz yaptık hep birlikte. Muhlis Dilmaç ve Yaşar Curci ile organizasyonu yaptık beraber, Kosova’ya gidiş – dönüş (program daha önce hazırdı) program gibi işleri hazırladık. Yeğenim Denis ile bir günde tüm Kosova’yı dolaşıp kamp yerleri ve gideceğimiz yolu üç aşağı beş yukarı hallettik. Prizren de Perşembe akşamı yöneticilerinden Yaşar Curci rehberliğinde tur daha güzel oldu. O da bisiklet turu nasıl olur öğrenmiş oldu ve tecrübe kazandı. Denis’in babası amcaoğlum Muharrem de tüm iyi niyeti ile misafir perverliğini göstererek etrafımızda pervane oldu. Evini bizlere açarak nefis yemekler hazırlayan yengem Seylan ve kızı yeğenim Dua’ya sonsuz teşekkürler. Arabasını bizlere vererek eşyaların taşınmasını sağlayan diğer yeğenim Lumri’ye teşekkürler.
Kosova Bisiklet festivaline katılan arkadaşlara da katıldıkları için teşekkürler
Tamam Taşdemir İzmir
İrfan Özden İzmir
Mehtap Dilmaç İzmir
Muhlis Dilmaç İzmir
Kemal Lale İzmir
Ahmet Kamil Selçuk Antalya
Şahin Bulut İzmir
Murat Yılmaz Muğla Fethiye
İdris Bal İzmir
Zafer Tanılkan Ankara
Uğur Tanılkan Antalya Alanya
Semra Sancak İzmir
Serhat Ferahi Değimli İzmir
Yaşar Curci Prizren
Denis Gjafiqi Prizren
Urim Babacan Prizren
Bu gün yaptığımız yol yaklaşık olarak 66 Kilometre civarı.
Yaptığımız yolun haritası aşağıda