Etiket arşivi: vegab

Suyun Kaynağına Yolculuk Bakırçay 2. Gün

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dikili – Zeytindağ – Bergama

(Kör arkadaşlarım için betimleme yapılmıştır)

(Resimlerin bir kısmı Vedat Karakaya ile Ferdi Kızıl’a aittir)

 

Akdeniz yaraşıyor sana

Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun

Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında

Hiç dinmiyor motorların gürültüsü

Köpekler havlıyor uzaktan

Demin bir çocuk ağladı

Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine

Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir

Denizi tokmaklıyor balıkçılar

Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak

O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessi

Can Yücel

 

Öne çıkan görsel, bisikletim KUZ, arkadaki manzarada Bakırçay deltası.

Henüz alışık olmadığım şekilde, hamakta uyumak hareketleri kısıtlıyor. Çadırda, matın üzerinde yerde yatmaya benzemiyor. Kolayca bir o yana bir bu yana dönemiyorsun. Yüzükoyun yatmanın olanağı yok. Öyle olmasına rağmen yine de hamakta uyumanın zevki başka olduğunu fark ediyorum. Bölük pörçük bir uykuyla sabahı ediyorum. Henüz güneş doğmadan uyandım. Solda bisikletler ağaca dayanmış durumda. İki ağaç arasında mavi renkli hamak gerili. Güneş ilk ışıklarını hamağın üzerinde kendini göstermeye başladı. Sağda yeşil bir çadır fıstık çam ağaçlarının altında.

Herkes aynı zamanda uyandı ve kahvaltı için hazırlıklara başladık. Ben ilk önce sabah kahvesini içiyorum. Sonrasında çaydanlığı ocağa koyup çay demlemeye başladım. Piknik masasının üzerinde naylon poşet içinde tencere, tava. Çuval içinde 1.5 Lt su şişesi, kahve takımı, çay kupası bordo renginde. Ocak kısmı yuvarlak olmuş sac ile kaplı, üzerinde çaydanlık. Ocak kısmı görünmüyor sac rüzgarlık tamamen örtmüş durumda. Çaydanlık çok uzun turlar yaptığı için isli ve vuruklar oluşmuş. Masanın ardında bisikletim turuncu çantaları ile birlikte. Çantaların ağzı açık.

Kahvaltıyı hep birlikte yaptık, artan yiyecekleri çantalara yerleştirip toparlandı her şey ve bisikletlere yüklendi. Hareket etmeden her katılımcı Suyun Kaynağına Yolculuk pankartının önüne bisikletiyle gelerek tek tek resimlerini çekmeye başladım. İlk önce öncümüz ve bu turu birlikte ortaya çıkarıp yaptığımız Şafak Omaç’ın resmini çekiyorum. Pankart ağaçlara dört iple gerili. Şafak Omaç bisikleti yüklü durumda, önde poz veriyor. Kısa pantolonlu, üzerinde Koca Seyit yazılı tişörtü giymiş kısa kollu. Başında gri şapka.

Ardından Cem Tabanlı bisikleti ile poz veriyor. Pankart ortada, Cem pankartın solunda. Cem kimya mühendisi olur kendisi, güzel yemekler yapar. Bu konuda bilgisi ve tecrübesi çok. Vejetaryen olduğu için et yemez, yeni başladı et yememeye. Cem üzerine siyah yağmurluğunu giymiş sabahın serinliğinde üşümesin diye. Altında kısa pantolon var. Başında güneş gözlüğü takılı şapka var.

Merih Balaban poz veriyor kameraya bisikleti ile. Merih’in teknesi var, balık avlamaya çıkıyor. Yani kaptan olur kendisi. Bir gün bizi balığa götüreceğini söyledi. Henüz gidemesek de bir gün mutlaka. Merih’i bu turda daha yeni tanıdım. Üzerinde uzun kollu açık mavi tişört ve kısa pantolon giymiş. Başında turuncu buff var. Bu turuncu buffları Az Bilinen Antik Kentler turunda kullandığımız buflar. Olcay Ormankıran tura katılacaklara verilmek üzere bana verdi. Ben de arkadaşlara dağıttım.

Ferdi Kızıl, nam-ı diğer Ferdimen, o bizim kahramanımız. Birlikte çok maceralarımız olmuştur. Kısa pantolon üzerine mavi uzun kollu tişört giymiş. Başında yeşil renkli buff.

Bahadır Özer, kendisi aşçıdır ama henüz yaptığı yemekleri yemedik. Tam bir vegan olması nedeni ile sürekli aç kalsa da görünüşü zayıf değil. Sessiz, sakin olarak ileride yogi olabilir. Uzun siyah pantolon, üzerine beyaz tişört giymiş. Tişörtte deniz kaplumbağası resmedilmiş.

Musa Yıldız, kendisini uzun süredir tanısam da sadece birlikte kısa, günü birlik bisiklet sürdük. O yüzden fazla ilişkimiz olmadı. Altında kısa tayt ve üzerinde sarı yelek giymiş.

Hünkar Göcekli, bu turda daha yeni tanıştım. Dün yola çıktığımızda gerilerde kalması endişelendirmişti biraz ama bisikletteki sorunu hallettikten sonra endişelerim ortadan kalktı. Bisikletinde yüklü çantaların durumuna bakınca sanırsın ki Dünya turuna çıkmış gibi. Yanında gerekli olan her şey var. Kendisi çok mütevazi, sessiz ve sakin. Uzun kollu mavi elbise ve üzerine sarı yelek giymiş.

Bendeniz Urim Babacan, kısaca urimbaba. Bu turu düzenleyenlerden biriyim Şafak Omaç ile birlikte. Kısa pantolon, üzerimde Suyun Kaynağına Yolculuk logolu tişört var.

Nafiz Sağdur, Antalya’dan katıldı aramıza, Salda bisiklet festivalinde tanışamasak ta Antalya’da sonradan tanıştık ve iyi dost olduk. Antalya bisiklet derneği başkanı olur kendisi. Kısa pantolon ve tişört tamamen siyah renkte.

Vedat Karakaya, Antalya’dan katılıyor. Kendisi ile yeni tanıştım, üzerinde patiska kısa pantolon ve beyaz tişört giymiş.

Antalya’dan katılan Ceyhun Altın, nam-ı diğer şirin baba. Sakalları olsa kafasındaki mavi buff ile tam şirin baba görünümünde. Antalya Perşembe akşamı bisikletçileri yöneticisi ve Antalya bisiklet festival derneği başkanı aynı zamanda. Antalya’da bisiklet festivali düzenliyor her yıl. Çok uzun süredir tanışıyoruz Ceyhun ile. Suyun Kaynağına Yolculuk turunu duyunca Antalya’dan 6 kişi katılacağını bildirmişti. 2 Kişi katılmaktan vaz geçince 4 kişi şu an aramızda. Kısa pantolon ve kocaman yüzlü bir adam resmi çizilmiş tişörtü giymiş üzerine. Elinde Şafak tarafından yaptırılan küçük Tabelamızı tutuyor.

Mehmet Ali Akyüz, o da Antalya’dan katılıyor. Uzun süredir tanıyorum ve bir kaç festivalde beraber bisiklet sürdük. Antalya’da bisiklet festivali düzenleyenlerden birisi. Altında kısa tayt, üzerinde alt kısmı renkli festival tişörtü giymiş.

Çağdaş Lale, kendisini yeni tanısam da babasını tanıyorum. Altında kısa tayt, üzerinde usun kollu sarı rüzgarlık giymiş.

Herkesin tek tek resmini çektikten sonra bu turu beraber düzenleyip hayata geçirdiğimiz Şafak Omaç ile birlikte pankartın önünde resim çekildik. Şafak solda ben sağda, pankart ortamızda kalacak şekilde. Yanımızda bisikletler olmadan.

En son olarak hep birlikte pankartın önünde 13 kişi resim çekildik. Cep telefonumu bisikletim üzerinde olan telefon tutucuya takıp uzaktan kumanda ile oturduğum yerden çekiyorum. Artık zaman ayarlamaya gerek yok, anında istediğin kadar resim çekme olanağım var artık. Pankart ortada, üç kişi solda, iki kişi sağda. Sekiz kişi de yere oturarak resim çekiliyoruz. Toplam 13 kişiyiz.

Resim çekilme bittikten sonra yola çıkma zamanı diyerek Bakırçay nehrinin döküldüğü yere doğru gitmeye başladık. Doğu tarafından Çandarlı yarımadasına vuran Güneşin ışıkları ile yüksekten çekiyorum deniz ile birlikte. Önümde birkaç ağaç, solda küçük bir ada var.

Çandarlı’nın doğu tarafında olan Bakırçay nehrini denize kavuştuğu deltaya doğru toprak yolda gidiyoruz. Bisikletim KUZ park edilmiş durumda, biraz yüksekte olarak Bakırçay nehrinin eski yatağı olan geniş azmak manzarası ile birlikte resim çekiyorum. Solda bisikletliler durmuş toprak yoldan inmeye çalışıyorlar. Bu resmi öne çıkan görsel olarak seçiyorum.

Eskiden nehir ağzı olan azmak ve dik inen taşlı yolda elde bisikletler yürüyerek inen bisikletliler. Azmağın ortasında küçük bir adacık ve  azmağı boydan boya kesen toprak yol görünüyor. Toprak yolun ortasından adacığa doğru giden J biçiminde çıkıntı var.

Karşıda görünen yarımada biçiminde oluşmuş kara parçası ve düzlük olan yerin adı Kocaçayır. Hani Türkü ustası sanatçı Neşet Ertaş türkülerinden “Kesik çayır biçilir mi” türküsünü bilirsiniz ya işte buradaki yere uyarlanmış hali “Kocaçayır ekilir mi” olarak söylenebilir. Nedeni ise denizin tuzundan henüz tarıma elverişli değil. Azmak ağzı deniz ile buluştuğu yerin olduğu yerin resmini çekiyorum. Solda kara parçası, küçük yarımada ve deniz. Önümde yamaç aşağıya doğru meyilli. Denizin azgın dalgaları zamanla nehirden gelen toprakları set biçiminde oluşturmuş. Deniz kıyısına paralel olan toprak parçası giderek büyümekte zamanla. Nehir toprak getirdikçe denizi dolduracak ve bereketli ova oluşturacak.

Deniz seviyesine, nehrin kıyısına indik. Azmak ağzında toprak dökülerek oluşturulan düz yol köprü görevi görüyor bir biçimde. Toprak yolun altına belirli yerlere künkler konularak deniz ile bağlantısını sağlıyor. Tüm katılımcılar önümdeki toprak yolda gidiyor. Karşı tarafa geçeceğiz. Sağda demir borudan yapılmış çardak var.

Nehrin deniz ile birleştiği yere yakın durup biraz toprak alıyorum. İnsan eli ile kirlenen nehirlerimizin temiz akması için sembol olarak aldığım bu kirli toprağı Suyun Kaynağına kadar taşıyıp orada akan suya dökeceğim. İçimdeki bir umutla insanlar yaptığı kirliliği farkına varıp nehrin temiz akmasını sağlarız belki. Suya döktüğüm kirli toprak tekrar denize kavuştuğunda temiz akması için mücadele edeceğiz insanlara anlatarak. Temiz bir gelecek bırakmalıyız çocuklarımıza.

Yerde eğilmiş avucumla toprağı poşete doldururken.

Ben toprak alırken beni çeken Ferdimen’i çekiyor Cem Tabanlı benim cep telefonu ile.

Toprağı alıp çantama yerleştirdikten sonra tüm katılımcılara birer kahve yapıyorum. Toplam 13 kişiyiz, üç kez dörtlü cezve ve bir tek fincanlık kahve yaparak içtik sırayla. Ben yerde bağdaş kurup kahve yaparken pankartımız ile birlikte 13 kişi resim çekiliyoruz Vedat Karakaya’nın tripodun kamerasında.

Toprağımızı aldık ve Suyun Kaynağına Yolculuk resmen başlamış oldu. Şimdi tam olarak nehrin ağzını boydan boya geçen toprak yol yolun başındayım. Buradan bir resim çekiyorum. Burası daha dar ve toprak yol köprü olarak kullanılıyor. Yolun altında burada da künk konularak nehrin suları denize kavuşuyor. Resimde yolun altındaki künklerden akan su görünüyor.

Nehir solda, ona paralel yukarıya doğru toprak yolda gidiyoruz. Burada oluşan bitki örtüsü genellikle her nehir yatağında oluşan Ilgın çalıları henüz çiçek açmış. Çiçeklerle kaplı olan dallar bej rengine bürümüş Ilgınları.

Yolda benim gibi evi sırtında gezen yoldaşım ile karşılaştım. Kara kaplumbağası boz rengi ile ortama ayak uydurmuş. Kaplumbağa ile bisikletim KUZ’un resmini çekiyorum birlikte. Benim evim de bagajda yüklü turuncu çantalarımın içinde. Çantamın üzerinde Güneş panelini bağlayıp boşalan güç pilini dolduruyorum. Çantamın arkasına oturma matı bağlı. Alüminyum kaplı tarafı dışta kalacak şekilde sürücülerin dikkatini çekmesi için. Kaplumbağa toprak yolun tam ortasında durmuş, korkudan başı ve ayakları içeride.

Bergama krallığı, ardından Roma dönemi, önemli kent, altın ve zenginlik. Zenginlik ve önemli komutanlar olunca mezarları da öyle basit olmuyor. Hani ölen birisinin arkasından “Toprağın bol olsun” derler ya işte zengin krallar, komutanlar ölünce gömüldüğü yere herkes toprak getirerek büyük bir yığın oluştururlarmış. Bir de toprağı getiren zenginliğini belirtmek için bir avuç değil de arabalarla toprak getirip mezarın üstüne dökerek caka satarlarmış. Şimdiki zamanda zenginlerin düğününde takı takarlarken birbirleriyle yarışırlar ya kilolarca altın takarak. Kral yada zengin birine yalakalık yapmak için ne kadar çok toprak dökerse o kadar kral ailesinin gözüne girerlermiş. Bakırçay havzasında, Bergama ovası böyle toprak yığını tepeler görmek olası. Bir çok yere toprak yığını tepeler görebiliriz. Örneğin Sardes yakınlarında bir çok tümülüs var. Bir de en muhteşem tümülüs ise Nemrut dağında bulunmaktadır. Toros dağları, Adıyaman sınırları içinde olan Nemrut dağının zirvesinde Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı. Tümülüs mezar topraktan değil de yumruk kadar taşlardan 150 metre yükseklikte üçgen prizma şeklinde yapılmıştır. Diğer toprak tümülüsler mezar soyguncuları tarafından şimdiye kadar soyulmuştur ama Nemrut dağındaki Kommanege kralının mezarına hala ulaşılamamıştır. Mısırdaki piramitler de tümülüs benzer şekilde ama taş bloklardan devasa mezar yaptırmış Firavunlar. Firavun kendisini tanrı olarak halkına taptırdığı için kendini mumyalayıp piramit yaptırarak gücünü gösterse de tanrı değil de ölümlü olduğu apaçık meydanda. Tanrı ölür mü? ölmez. İnsanlar ölür. Anlayacağınız her yerde mezarlar aynı.

Karşımda ovada 30 – 40 metre civarı yükseklikte bir toprak tümülüs görünmekte.

Bakırçay havzası binlerce yıldır doğal erozyon sonucu bereketli ovaya dönüşmüş. Sanayi devriminden sonra gelişen teknoloji ülkemize geç girse de 50 yada 60 yıldır Bakırçay nehri kirlenmekte ve havzadaki bereketli tarlalar bu kirlilikten nasibini almakta. Uçsuz bucaksız ekin tarlası yemyeşil ve plastik siyah borular belli yerlere döşenmiş sulama yapmak için. Önümde telefon direği ve telleri. Direkte tabela beyaza boyalı olarak takılmış ama yazı yazılı değil.

Yol kıyılarındaki tarlalar sürülünce toprağa karışan gelinciklerin bir kısmı yol kıyısında kırmızı gelinliklerini giymiş baharı kutluyor.

Baharın müjdecilerinden biri de kelebekler. Onlar da kısacık yaşamlarında bahar danslarını yapıp yumurtalarını doğaya, geleceğe bıraktıktan sonra gücü tükenince kendilerini yere bırakarak yaşamları bitiyor. Gelecekten endişe duymadan huzurlu biçimde yatıyor asfaltta. Yumurtalarından tırtıllar çıkıp yapraklarla beslenip olgunlaşınca ördüğü koza içinde başkalaşıp kelebeğe dönüşüyor. Başkalaşan kelebek artık yeme içme olaylarına girmiyor. Başkalaşmış yapısı buna uygun değil. Olan enerjisi üremeye yetecek kadar. Bu güzellikleri doğada görmek çok güzel. Yaşam ve ölüm birbirini tamamlıyor.

Yerde artık gücü tükenmiş sarı kelebek asfaltta yatıyor. Siyah desenleri de gövde ve kanatlarına yayılmış.

Ana yol kavşağına çıkıp karşı yola, Zeytindağ yoluna geçiş yapıp tırmanışa başladık. Düz yoldan dik yokuşa gelmek bizi zorlasa da artık çıkacağız. Aslında Zeytindağ Bakırçay nehrinin biraz dışında ve yüksek bir konumda. Ama buraya çıkmamızın iki nedeni var. Birincisi Zeytindağ Bakırçay havzasından yararlanıyor. Köylülerin tarlaları ovada var. Ayrıca yamaçlarda da zeytinlikler. İsminden anlaşılacağı gibi zeytincilikle uğraşı var. Nehrin kirlenmesinde payları var az da olsa. İkincisi günlük alışverişi yapmamız gerek. Zeytindağ büyük bir kasaba. Olanaklar ve ucuz alışveriş yerleri var.

Kasabanın girişinde çeşme görünce durup sularımı tazeliyorum. Bisikletim KUZ ile çeşmenin resmini çekiyorum. Çeşmenin arkası evin bahçesi ve meyve ağaçları. Sokak Arnavut kaldırımı taşları ile döşeli. Solda yangın borusu yerden çıkmış bir metre civarı. Ucunda yangın vanası var.

Zeytindağ içinde bir kahvede mola veriyoruz. Zeytindağ da iki kişi daha aramıza katıldı. Bunlardan birisi Figen Gülgör ve Nursal Beşün. Figen’i yıllardır tanıyorum ama Nursal ile yeni tanıştım. Burada hem biraz dinlenip çay, soda ile takviye yaptık hem de kahvedeki insanlarla sohbet ettik. Bisiklet turunun amacını kasabalılarla paylaşıyoruz. Onlar da gençliklerinde Bakırçay’dan balık tutup yediklerini anlatıyorlar. O zamanlarda yaz aylarında yüzüp serinlediklerinden bahsettiler. Bakırçay temiz akıyormuş bir zamanlar. Şimdi kokudan yanına bile yaklaşamadıklarını söylüyorlar. Şafak insan eliyle yapılan erozyon ve kirlilikle ilgili bastırdığı bildiriyi kahvedeki insanlara veriyor. Nehirlerimiz kirlenmesin ve temiz akması sizin elinizde diyerek. Marketten alışverişi yaptıktan sonra hep birlikte yola çıkıyoruz.

Solda bahçe tel çit ile çevrili. Asfalt yolda giden bisikletliler. Yolun kıyısında elektrik direkleri ve telleri. Elektrik telleri alçak gerilim dağıtıyor evlere.

Yolda köylerden geçiyoruz, bunlardan birisi Bozyerler köyü. Civardaki köylerin bir kısmı Boz ile başlıyor. Bozyerlere hoşgeldiniz tabelası bizi karşıladı köyün girişinde. Telefon direği ve kablosu köye gidiyor. Köyün elektriğini sağlayan orta gerilim hattı son direkteki trafo ile besleniyor elektrik ile. Solda ağaç kümesi, ağaçların arkasında köyün camisinin minaresinin sivri kısmı görünmekte.

Bozyerler köyünden sonra resim çekmediğimden Ferdi Kızıl, nam-ı diğer kahramanımız Ferdimen’in resimlerini kullandım.

Daha çok Ferdimenle birlikte hareket ettiğimizden birbirimizden pek ayrılmadık bisiklet sürerken. Ferdimen bir sanatçı ve güzel fikirleri, enstantaneleri çok iyi görüyor. İşte bunlardan biri. Benim gelmemi beklerken bisikletin aynasından benim resmimi çekiyor.

Arkadaşlar Bozyerler köyünde mola vermişler. Ben de göye gelince aralarına katıldım. Çam ağacı gölgesinde kalan kahvenin sundurmasında oturup çay, soda, ayran içerek bir şeyler atıştırıyoruz enerji toplamak için.

Moladan sonra Şafak’ın daha önceden bildiği dere kenarında piknik yapılan bir yere götürdü. Burası biraz çukurda kalıyor ama çam ağaçlarının altı gölge ve akan küçük çayın güzelliği ömre bedel. Bu çay daha ileride Bakırçay’a karışıyor. Burada sanayi olmadığı için su tertemiz akıyor. Bakırçay’ın kirli sularına karışması bizi üzmekte. Daha önce ateş yakılmış taşların arasında çoban ateşi yakıyor arkadaşlar. Burada öğle yemeğimizi pişirip yiyoruz. Kimisi yerde oturmuş, kimisi ayakta dineliyor. Antalyalı grubun katlanır sandalyeleri var. Onlar keyfine düşkünler. Katlanır bez sandalyede oturuyorlar. Ben ise yere uzanmış olarak dinleniyorum yemeğin üzerine. Ateş ocağından duman tütüyor.

Yemek için indiğimiz yerden tekrar yokuş çıkarken biraz zorlandım. Yemeğin üstüne yokuş çıkmak zor oldu benim için. O yüzden geride kaldım iyice. Ben geride kalınca arkadaşlar merak edip beklemişler beni yol kıyısında, gölgelik bir yerde. Onları beklerken buluyorum.

Düzlüğe inince Bozköy de kahvede yine mola verdik. Buradan sonra ana yola çıkacağız. Köyün meydanı, sağda kahve, kırmızı tentesini açmış gölge yapıyor. Birkaç bisikletli tentenin gölgesinde dinlenirken karşıda dut ağaçları gölgesinde diğer arkadaşlar dinleniyor. Meydanın bitiminde, karşıda bir sokak zig zag şeklinde gidiyor. Evler tek katlı, kahvenin yanındaki evin çatısında güneş enerjisi konulmuş. Bedava su ısıtıyorlar.

Molayı bitirip yola çıkıyoruz, yakında olan ana yola çıktık. Burada Bakırçay Nehrini geçiyoruz köprüden. Yol solda, nehir sağda yeşillik içinde.

Ana yoldan devam ederek Bergama’ya ulaştık. Tabelada yazan yazıya göre nüfusu 102.000 olarak belirtilmiş. Yolda giden bisikletçilerden birisinin sır çantası var.

Bergama girişinde olan Kleopatra ılıca tesislerine giriş yapıyoruz. Daha önce tesislere bakan belediye çalışanı ile izini almıştık tesislerde kalmak için. Bize gösterdikleri yere, tenis kortu yanı, duşların dibinde çadırları kuruyoruz. Çantalardaki eşyaları çıkarıp çadırlara koyduktan sonra görevli gelerek bizlere duşları açtı. Yorgunluğumuzu sıcak duş alarak attık, terli giyecekleri de yıkayıp ter kokularından arındırarak kuruması için ipe astık. Yeşil alanda 4 çadır kurulu, çadırlardan biri yeşil renkte, diğerleri mavi ve lacivert renkte. Arkada duş aldığımız bina var.

Duşumuzu alıp çimenlerin üzerine oturup sohbetlere başladık. Cem ve Bahadır çadırların önünde sohbete dalmışlar. Konuştukları konu da yemek üstüne. Çünkü Cem vejetaryen Bahadır Vegan. İkisi de yemeklerde et yemediği için ne yiyeceklerine karar vermeye çalışıyorlar. Arkada tenis kortunun yüksek tel çiti, bir kısmı tamamen kapalı.

Bergamalı bisikletçilerden bir kaç kişi geleceğimizi duymuş. Bulunduğumuz yere gelip buluştuk. Bergama’dan ismini bilip tanıdığım Nejat Simit var. Yanında gelenlerle tanışıp masalara oturarak sohbete başladık. Gelenlerden birisi sazını getirip bizlere saz çalarak türküler söyledi. Türkülerine bira içerek eşlik ettik.

Bergamalı bisikletçi dostlarla poz veriyoruz kameraya.

Bergama belediyesi tesislerinde yemekhanede akşam yemeği yiyoruz, toplam 15 kişi karşılıklı uzun masada oturmuş yemeği bekliyoruz.

Bergamalı bisikletçiler gittikten sonra çadırların önünde oturup bir süre sohbet ediyoruz. Sohbet ederken kahve pişiriyorum arkadaşlara.

Bergamalı arkadaşlarla bir süre saz çalıp türküler söylüyoruz. Bizlere bu tesiste kalmamıza ve akşam yemeği için Bergama belediyesi Unesco biriminde görev alan Bülent hocaya teşekkür ederiz. Bülent hoca aynı zamanda ABAK turunda Akropol ziyaretinde bize rehberlik etmişti. Yemeğin ardından çadırlarımızın yanındaki tenis kortunda akşam maçını izledik. Genç sporculara tezahürat ederek destek olduk maç boyu. Fazla geç olmadan çadırıma girip derin bir uykuya daldım. Bu gün biraz yoruldum sanki.

Bu gün yaptığımız toplam yol 43 Kilometre civarı.

Aşağıda yaptığımız yolun haritası

Powered by Wikiloc